SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Ãœyeler  |  GiriÅŸ  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni BaÅŸlık  Cevap Yaz
 Toplam 20 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   4   5   6   [7]   8   9   10   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda DeÄŸil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 15.10.2014- 22:05


Ya hayat biterse?
Ahmet Cemal  


Son günlerde yine bir soru inatlaşmaya başladı kafamın içinde: “Ben neden örgüt ve örgütlenme tartışmalarına giderek daha az ilgi duymaya başladım?

Kafamın içinde bir soru var diye yan gelip yatacaklardan değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Hele kendi ürettiğim veya kafamda kendiliğinden üreyiveren sorular bağlamında. Onlara yanıt bulmadan önümü göremiyorum. Yanıt bulmazsam eğer, elbet bitecek bir hayatın arkasından rüzgârlara yenik düşmüş sonbahar yaprakları gibi havada dolanan ve yanıtını bulamamış sorular kalsın istemiyorum. Yanıt bulmak için yeterince çaba harcamadığım sonucuna vardığımda, sanki azalmaya başlıyorum.

Yazımın başındaki sorunun yanıtı için, her zaman yaptığım gibi, yine dönüp içime baktım. Evet, yineleme gereğini duyuyorum: “…her zaman yaptığım gibi…” Çünkü artık yetmiş üç yılı geride kalan bir hayat yolu boyunca, atılmış ya da atılamamış hiçbir adımımın sorumluluğunu kendimin dışındaki alemlerde aramadım. Benim için bugüne kadar hayatımda ne ‘kader’, ne ‘şans’, ne ‘talih’, ne de ‘şu falanlar yok mu…’ oldu. Kendimin sorumluluklarını yüklenme bağlamında hep acımasız bir benmerkezci oldum.

Yerine getirebildiğim ya da getiremediğim, ama bana düşen bütün sorumluluklarımın tek bir öznesi ve ‘faili’ oldu: BEN !

Şimdi de öyle.

O halde çıkalım yola yanıt aramak için.

Ha, evet, bir de şu yol meselesi –

Bugüne kadar bir yola, herhangi bir yola çıkmam gerektiğine inandığımda, ‘yola nasıl çıkmalıyım?’ sorusunun girdapları yüzünden zaman yitirdiğim de hemen hiç olmadı. Yola çıkmak gerektiğinde, önce yola çıktım. Çünkü aslında hayatın, hepimizin hayatlarının hep bir yolda olma hali olduğu gerçeğini – belki de hayatımın çok erken dönemlerinde türlü yollara zorla itilmiş olduğum için! – erken öğrenenlerdenim. Hayat bir yoldur, yolda olma halidir, ve bu halin tek bitiş noktası, artık olmama halinin, yani ölümün başladığı noktadır.

Bilge Muhsin Ertuğrul da herhalde bunu çok iyi bildiği için vermişti o ünlü yanıtını. “Öbür gün öleceğinizi bilseniz ne yapardınız?” sorusuna şöyle karşılık vermiş tiyatronun büyük ustası: “Yarın hemen bir tiyatro daha kurardım!

Budur iÅŸte!

Emeğin hakkını vermek, budur. İnsanın ne yapması gerektiğini bilmesi, budur. Yapmak. Yani ‘eylemek’. Yola hemen çıkmak. Teori gerekiyorsa, onu da büyük ölçüde yolda, yani giderken ve yolun kazandırdığı deneyimlerle oluşturmak.

Yollar, insanı bir yerlere götürdükçe, böyle olduğuna inanıldıkça ‘yol’ diye anılmaya hak kazanır. Hep dönüp aynı yerlere gelmek ve bu arada neredeyse hep aynı sözleri, aynı sloganları yinelemek, yolda olmak diye değil, ancak dolanıp durmak diye nitelendirilebilir.

Ve işte, kafamdaki bu düşüncelerin ışığında yazımın girişindeki soruya yanıt aradım, ve şunları buldum, yine kendimden yola çıkarak:

Peki ben, hayatımda, günlerimde ne yapıyorum ki, başka şeylere zaman ayırmayı giderek abes buluyorum?

Evimde kurduğum tek kişilik atölyede, sürekli kitap, yazı ve düşünce üretiyorum. Artık yaşadığı zamanlarının tarihi kan ve ateşle yazılmaya başlanmış bir ülkede, düşünmekte direnmeyi yolda olabilmenin en doğal koşulu sayıyorum.

Evdeki tek kişilik atölyem, müthiş zaman alıyor. Son zamanlarda bitkinlik anlarını da giderek daha çok yaşıyorum. Beden sağlığım uyarı üstüne uyarı gönderiyor. Ama ben, artık onunla, yani bedenimle bir yarışa girdiğimin çok iyi farkındayım. İstiyorum ki, bu yarış bittiğinde, ölüm gelip çattığında ve bedenim: “İşte seni yendim!” diye zafer naraları atmaya başladığında, köşemden kıs kıs güleyim ve şöyle diyeyim : “Sen öyle san! Çünkü ben, dediğin gibi, artık bittim, zaten bitecektim, ama bitmeden önce bütün bitirmek istediklerimi de bitirdim! Bittim diye, beni bitirdin diye sakın boşuna sevinme! Çünkü ben, zaten bütün hedeflerin önüne geçtim!”

Ha, bir başka atölyem daha var.

Şu dış dünyadaki. Geçen yılın sonunda eğitim gördükleri kurumun kapıları önüne konan öğrencilerim için kurduğum atölye.

O, sandığımdan çok daha çabuk gelişti ve kökleşti. Birkaç gün önce hazırlık dönemimizi bitirdik ve artık çok-hocalı dönemimize başladık. Eğitim kadromuz birbirinden değerli hocalarla zenginleşmekte. Öğrenciler ise o atölyeye layık olduklarını çoktan kanıtladılar. Ben tek kelime söylemeden, sessiz bir iş bölümü ile her şeyi götürmekteler. Atölye, artık gerçek anlamda onların oldu. Kalkıp bana: “Öbür gün öleceğinizi bilseydiniz ne yapardınız?” diye soracak biri çıksa, sanırım ben de şu kopyayı çekerdim: “Hemen yarın, bir atölye daha kurardım!”

Kısacası, ben yoldayım, ve o yüzden yolun işlerinden başkasını düşünemiyorum. Geride bıraktığım her şey işlemekte. Ve ben artık, ne zaman olacağını bilmediğim sessiz, sakin, külrengi bir ölümün getireceği huzurun düşünü kurmanın lüksünü yaşıyorum!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda DeÄŸil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 18.11.2014- 12:34


Örgütsel aidiyet; doÄŸruda durmak...-Onur Emre YaÄŸan  

Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, “aidiyet” (aitlik, ilişkinlik) durumunun “örgütsel” tezahürü, genelde bölümlendirmeyle ve bazı “alt tanımlar” aracılığıyla açıklanır. Kanımca, bilhassa “politik örgütlenmelerde aidiyet” formunu ele aldığımızda, bu alt tanımları da büyük ölçüde özetleyen iki anahtar kelime kullanabiliriz.

Bağlılık ve biat...

Önce “bağlılık” için kısa bir “sol tarif”: Kişinin, içinde bulunduğu örgütün değerlerini ve “davası”nı kendi katkısıyla da güçlendirerek, gerekli gördüğünde sorgulayarak, örgütlü mücadele olarak adlandırılan bütünlüğü ortaklaşılan nihai hedefe uyumu ve etkisi bazında gözetmek ve bir eleştiri-özeleştiri yetisiyle birlikte örgütte kalma (mücadele etme) arzusu duymak...

Koşulsuz kabul yahut aidiyetini başka nedenlerle oluşturmak (örgütteki birini çok sevmek, örgüt yöneticisi olmak veya diğer örgüte öfke duymak gibi) bu tarifin kapsamında değildir.

Bu çerçevede örneğin; bir örgütsel iradenin, ana hedefi (bizim özgülümüzde sosyalizmi) yakınlaştıran doğru siyasi çalışmayı yapıp yapmadığı, verdiği sözü tutup tutmadığı, üyelerini karar süreçlerinin ve örgütsel iradenin parçası haline getirip getirmediği gibi başlıklar, örgüte dönük bir müdahale düşüncesine de, örgütsel bağlılığın gözden geçirilmesine de meşru gerekçe oluşturabilir.

Ek olarak, yine bizim özgülümüzde; Leninist merkeziyetçilik ancak bu eşkalde bir örgütsel aidiyetle, yani gelişkin disiplin anlayışıyla birlikte, -mutlaka- kendini örgüt iradesinin bir bileşeni olarak gören, donanımlı ve kolektif kültürü benimsemiş örgüt üyeleriyle mümkündür...

“Bağlılık” gibi davranışsal bir durum olan “biat” ise tek yönlüdür ve karşılıklı etkileşim o ya da bu biçimde ortadan kalkmıştır. Biat durumuna düşmüş kişinin geliştirici bir karşılık bulması mutlak olmadığı gibi, kendisi de karar verici iradenin parçası olmayı hak ve/veya görev olarak görmeyip, mevcut karar vericilerin üstünlüğünü önsel olarak kabul etmiştir. Örgütün varlığını “üstün” olanlarla (söz gelimi akıl üstünlüğü), kendi varlığını da örgütün varlığıyla özdeş kılmıştır (fetişizm). Öncülüğü, kendi kendisini yetkilendirmiş bir veya birkaç kişinin hakkı, görevi, yazgısı olarak kavramıştır.

Aşılması kolay olmayan bir statükodur...

Ek olarak, “biat” vaziyetine “kişi kültü”nün, diğer bir ifadeyle “lider tapınması”nın içkin olduğu da belirtilebilir. Bu durumda; örneğin liderin “kurucu unsur” olması, şahin bakışları, efendi kişiliği, otoriter yanı ya da pos bıyığı... Herhangi bir insani özellik olmaktan çıkarılarak, bir çeşit uluhiyet atfedilen örgütsel aitlik gerekçesine dönüşebilir veya öyle olduğu iddia edilebilir...

*****

Yukarıdaki genel değerlendirmeyi şimdilik kenara koyalım ve bir parantez açıp, örgütsel aidiyetin burjuva siyasetindeki yansımasına bakalım.

Dört ya da beş yıl önce yapılan bir çalışmaya göre, oransal olarak örgütsel aidiyet derecesi en yüksek olan parti üyeleri MHP'de çıkmış, CHP ikinci, AKP ise sonuncu olmuştu.

Milliyetçilik referanslı sekter bir örgütsel yapıya sahip olan MHP'nin yaşı ve tarihi de düşünüldüğünde, toplam üyeye göre daha büyük oranda “kemik üye” barındırması anlaşılabilir. AKP'nin aidiyet derecesinin ise, bu partinin geçtiğimiz birkaç yılda genişleyen ideolojik hakimiyetiyle birlikte yükseldiğini tahmin edebiliriz.

Burjuva siyasetinde örgütsel aidiyetin iki mayası olduğu söylenebilir. Bunlardan biri, üyenin partiyle kurduğu maddi (ticari) çıkar ilişkisidir. En güncel ve iyi örneği şüphesiz ki AKP'dir.

Bireysel değil toplumsal çıkar eksenli ve gönüllülük temelli, en onurlu örgütsel aidiyet biçimini temsil eden sosyalist-komünist örgütlülük, bu kategorinin bir ögesi değildir.

Diğeri, yani burjuva partilerinde üyenin kendisini partiye ait hissetmesinin ikinci mayası; üyenin, partinin ideolojik-siyasi kimliğini, hedef ve yönelimlerini benimseyerek örgütlü çalışmanın bir parçası olmasıdır.

Bu biçimde daralttığımızda, sosyalist-komünist partilere olan aidiyetin doğru olan tek tanımını da yapmış oluruz.

Parantezi kapatalım...

Faşizm, Kemalizm, İslamizm, liberalizm, sosyalizm... Bunlar, bazıları birbiriyle etkileşimli olsa da farklı ideolojik-siyasi kimlikleri tanımlar. Her birinin ülke ve dünyadaki gelişmelere dönük bakış açısı, siyaset tarzı ve “kurtuluş reçetesi” vardır.

Doğrudur, sosyalist-komünist siyaset de burjuva siyaseti gibi son tahlilde “iktidarı alma”ya indirgenebilir. Ancak sosyalist-komünist mücadele diğerlerinden farklı olarak, gücünü sadece örgütlü siyasetten alır. Başarısının tek koşulu kitlelerin sosyalist fikirleri benimsemesidir. Burada örgütlü siyasetten kasıt, siyasetin toplumla yüzyüze temas ederek, eşitlik-özgürlük ekseninde ve dönüştürme hedefiyle yapılmasıdır.

Dolayısıyla, pratik anlamıyla siyasetin devre dışı bırakıldığı sosyalist örgütlenme modelleri, kaçınılmaz olarak bir tekke görüntüsü kazanır, üyelerin örgütle kurduğu ilişki zamanla “bağlılık” ilişkisi olmaktan çıkar...

Bu durumda örgütsel çalışmanın ve örgütsel aidiyetin sorgulanması (değiştirilmesi), bir komünistin o an için yapabileceği en devrimci müdahaledir.

Marx'tan bu yana, kimliğini ve aidiyetini “devrimci mücadelenin çıkarları”na göre oluşturan komünistler, bu çıkarların ancak ideolojik-siyasal mücadelede etkin olmakla kazanılabileceğini de bilir...

*****

Yazıyı çok uzatmamak ve yazılma nedenini de daha sarih ifade edebilmek için, çoğumuzun bildiği bir örneği kısmen soyutlayıp, genelleştirelim.

Bir devrimci-komünist parti, ayrışma dinamikleri kişisel (kural dışı) müdahalelere ve manipülasyona uğramış, ayrıca siyasal yanları başlangıçta yeterince öne çıkmayan bir biçimde ikiye bölünmüş olabilir.

Bu bölünme sırasında parti üyeleri, kişilerin kural dışı müdahalelerinin ve manipülasyonun da etkisiyle birbirlerine, tahmin edilebilecekten daha düşük bir seviyeyle ve “apolitik” suçlamalarda bulunmuş da olabilir. Böyle olması yanlıştır ama üyelerin bir kısmı bu nedenle, bazıları da siyasi farkları yeterince idrak edebileceği koşullardan yoksun olduğu için taraflaşmış da olabilir.

OlmuÅŸtur, bitmiÅŸtir denebilir...

Fakat az önce saydığımız gerekçelerin, ilerki dönemde örgütsel aidiyetin devamının mazereti (yakıtı) için yeterli olmayacağı da bilinmelidir. Niyetten bağımsız olarak, örgütlü siyasi mücadelenin “gerçek hayat” belirlenimli doğası, buna uzun süre izin vermeyecektir.

Bu nedenle bir süre sonra, iki tarafta yer alanların da, aidiyetlerini gözden geçirmesi ve test etmesi en doğrusudur.

“Devrimin çıkarları” ideolojik-siyasi mücadelede etkin olmakla doğrudan ilişkiliyse, komünist üye, nesnelliğe ve mevcut birikime bakarak bu etkinin en gelişkin ve sonuç verici biçimde nasıl sağlanacağına odaklanmalıdır. Diğer bir söyleyişle, sosyalizm fikrinin nasıl bir ideolojik-siyasi mücadele ve tarzla topluma nüfuz edebileceğine karar verip aidiyet oluşturmalıdır.

Örneğin, tanınmış yazarları olan iyi bir dergi çıkararak, salt bu dergi aracılığıyla sosyalizm fikrini yaymak (isteyen etkili ideolojik mücadele diyebilir) ve sağa sola çok bulaşmadan pozisyonunu korumak en doğru yol ve yeterli görünüyorsa; aynı anda birden çok somut siyasi gündeme sosyalist perspektifle müdahale etmeye ve geniş örgütlenme alanlarında devinerek bu alanları dönüştürmeye çalışan bir örgütte durmak doğru olmadığı gibi, yorucu da olur. Bunun yerine, yer değiştirip sadece o dergiyi fazla satmaya çalışmak, daha doğru bir aidiyet biçimine denk gelir.

Ya da, dergicilik ve polemik yeteneklerini geliştirmek yeterli olmuyor ve bununla birlikte toplumsal teması, siyasi etkiyi, müdahale olanaklarını artırmak için “hayata karışmak” en doğrusuysa; komünist üye, “ama o örgüttekiler de şöyle kaba laf etti, hem bu örgütteki şu kişiyi çok seviyorum” veya “ben de onlara öfkelenip 'iyi ki sizinle yolumuzu ayırmışız' diye bağırdım” naifliğiyle düşünmemelidir.

Sosyalist mücadelede örgütsel aidiyet; kefaretinin altından kalkılamayacak olan bir yemin değil, eşitlik-özgürlük kavgasında, “devrimin çıkarları”na hizmet etmenin ve sosyalizme ulaşmanın en doğru ve gerçek yolunu bularak yerini belirlemektir.

İlla bir örnek gerekiyorsa, Troçki'nin 1917 yazında Bolşeviklerin toplumsal etkisini, kitle çalışmasını ve siyasi duruşunu görüp benimseyerek ve Lenin'in de onayıyla Bolşevik Parti'ye katılması hatırlanabilir.

Ayrıca Lenin ve Troçki'nin önceki yıllarda birbiri hakkında kurduğu cümlelere bakarsanız, hiç de yenilir yutulur türden olmadığı görülecektir...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 08.12.2014- 23:17


Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış

Bence de marksist bir parti hiçbir zaman yüzde 55-60 oylara ulaşıp,bu şekilde toplumsal devrimi gerçekleştirmeyecek ama bu bizi mutlak bir kendiliğindenciliğe yöneltmemeli,yapılması gereken bir yandan türkiye de devrimci durumun objektif şartlarının oluşmasını beklerken ki belli ölçülerde bu oluşmuş da diyebiliriz diğer taraftan devrimin subjektif koşullarını yani örgütlenmeyi gerçekleştirmek.
Güçlü bir örgütlendirmeyi gerçekleştiren parti devrimci durumun objektif koşullarının oluşmasına kendi de katkı sağlayabileceği gibi aslında türkiye de ve emperyalizm çağında bütün ülkelerde devrimci durumun objektif şartlarının varolduğunun tespitini de yapabilir ve harekete geçilmesi çağrısında bulunabilir.



Yüzde 55-60 oylara ulaşıldığında devrimin tüm koşulları yerine gelmiş demektir. Türkiye koşullarında bir komünist partinin yüzde 3-5 oy alması bile bence çok önemli bir sinerji yaratır. Böyle bir durumu devrimin ön günleri olarak bile değerlendirmek bence mümkün. Yüzde 3, 5 oy alan bir komünist partisi olduğunda bence oradaki komünist potansiyel bunun çok üzerinde demektir. Böyle bir potansiyelde örgütlenme sorunu da olmaz. Sadece kitleye öncülük yapabilme koşulları önem kazanır ki, bence bu konu da en az örgütlenme konusu kadar önemli.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
dayanışma
[ ]
Ãœye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 09.12.2014- 13:04


Sadece kitleye öncülük yapabilme koşulları önem kazanır ki, bence bu konu da en az örgütlenme konusu kadar önemli.

Sosyalistlerin yurt sathında örgütlenmeye çalışması çok zor oluyor. Maddi ve manevi zorluklar bu konuda çok büyük engel. Sosyalistler yurdun pek çok yerinde tabelalarını bile asamaz, parti binalarının giderlerini karşılayamaz durumda. Kitleye öncülük yapmak ise bundan çok daha zor. Örgütlenme konusunda zorluklar yaşayan sosyalistlerin bu koşullarda kitleye öncülük yapabilecek bir kıvama gelmesi bu yüzden daha da zor bir hale geliyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 25.02.2015- 08:48



Adı Bond

Aydemir Güler




Kibirli ajanın ünlü repliğidir: Adım Bond, James Bond...

O herhangi bir Bond olabilir mi! Aman karıştırmayın... O arkasındaki teşkilatın bir parçası değil, ta kendisidir. Dağın en yüksek tepesi de değildir. Berideki ve ötedeki dağları bizzat yaratmıştır...

Edebiyatın, kahramanları uçlarda dolaşan türleri olur. Diyelim ki, Bond o kategoriden bir tipleme. Uğraşmayı bırakalım... Zaten ben de Türkiye’den söz etmek istiyordum. Türkiye'nin solundan.

Solda artık tahammül edilmez hale gelen virüs olarak egodan, benmerkezcilikten.

Parantez açıp kendi adıma söyleyeyim; keyfi bir iradeciliğe çok uzak olmakla birlikte, solda esas sorunun iradecilikten değil, nesnelcilikten ve iradesizlikten ileri geldiğine inanıyorum. Sorunun ilacı leninist iradecilikte.

Lenin ne zaman akla gelse devrimci ataklığı çağrıştırır. En az 1980'lerden beri devrimci olmayan bir çağda yaşayan veya düpedüz gerici ortamlara doğmuş kuşaklar olarak, devrimci ataklıktan söz etmek tuhaf mı kaçıyor?

Eğer öyle geliyorsa, bu gibi dönemler için ataklığı “inat” ile değiştirebiliriz.

Bizim devrimci inadımızın en merkezi yerinde “kolektif” arayışı olmak durumundadır.

Devrimci atak için belirli bir niceliğin yeterli olup olmadığını tartışabilirsiniz. Devrimci inat hep azdır ve kucakladığı nicelik yeterli falan olamaz. İnat, modalara, karşıdan esen rüzgarlara direnç değil mi, özünde? Tanım gereği az olan inat saflarının, daha fazla insanla çoğalma umudu olmadan, toplumsallaşmayı iddia etmeden yaşatılması, inadın sürdürülmesi imkansızdır.

Özetin özeti, karşıdan esen rüzgara, fırtınaya kafa tutmanın doğal parçası örgütlenme arayışıdır. Devrimci inadımız kolektifleşme ısrarıdır aynı zamanda.

Türkiye'nin, geçtim toplumun bütününü, işçi sınıfının, yakın geleceğin emekçileri olarak gençliğin örgütsüzlük hali; fazla uzadı... Ek birtakım faktörlerin de teşvikiyle solda son derece ağır bir dejenerasyon ortaya çıktı. Ünlü repliğe atıfla “Bond sendromu” diyebiliriz.

Evlerinde her tarafa ayna yerleştirmiş olmaları yüksek ihtimal. Doğulu lider figürüyle benzeşirler, ama sol olduklarından hem aklı ve kitabı, hem adaleyi ve sokağı aynı anda yüceltirler.

Konu siyasal tarih mi? İlgileri liderlerdedir. Brecht'in sorup duran “okumuş işçisi” sadece bir şiirdir.

Sadece tarihte değil, güncel durumda da bireyin rolüne meraklıdırlar. Farkında değillerdir; tarihte bireyin rolü tartışması öğreticidir. Bugün kendi bireyselliğine kafayı takanın gerçeklikle bağı incelir.

Hastamızın çevresinde çantacılar toplaşır. Hepsine çiçek dağıtılmış, yüksek kariyer umutları zerkedilmiş olmalıdır.

Sendroma yakalanmış arkadaşımız, aklı ve kitabı önemsediğinden okur. Lakin ne okusa zaten bildiği zannına kapıldığından, cehalet baki kalır, üstüne buldumculuk eklenir. Bu durumun kokusunu alan ve lideri parmağında oynatacağını düşünenler vardır bir de. Projeler havada uçuşur. Artık işler çığırından çıkmaktadır...

O noktada virüs yayılmış, iş bireyden çıkmıştır. Bu aşamaya “kolektif kariyerizm” diyoruz. Hayatın “merkezi”nde o kadar çok ben'e yer olmadığından sirkülasyon takip edecektir bunu. Ortalık birbirine diş bileyen ve/veya mahkum, dev aynalı küçük adamlardan geçilmez...

Bu aralar seçimleri tartışıyoruz. Burjuva partilerinde aday adayı kuyruklarına baksanız toplumda örgütlenme oranının tepe yaptığını zannedersiniz! Tam tersidir gerçeklik. Türkiye örgütsüz. Sol çok örgütsüz.

Solda, kavramsal olarak bu kadar fakir, ama bu kadar heyecan uyandıran bir tartışma ortamının yaşanması rastlantı mı?

Meclise girdiğinde şu ana kadar başka liderlerin akıl ve cesaret edemediği şeyler yapacaktır ya; bu uğurda ezeli analizden öteye gidilemediğinin farkına bile varmaz. O analiz faşizm geliyor'dan ibarettir. Yalan değil; gelmiyor mu geliyor... Ama faşizmden kaçarken düzenin restorasyonuna angaje edilmelerine ne diyeceğiz?

- O parti meclise girmeliymiş, yoksa sandalyeleri faşist AKP kaparmış. - Ya öteki? Ana muhalefet o olduğuna göre, asıl onu desteklemek lazımmış. - İyi de onların baraj sorunu olmadığına göre, oylar baraj sorunu olana verilirse, belki de bu yaz hem sol koalisyona hem Kürt sorununun çözümüne ulaşabilirmişiz!

Çocuk aklı desem, çocuklara hakaret... Bu tartışmayı ciddiye alamayıp üstünü kazıma ihtiyacı hissediyorum. İlk tırnak sürtüşünde, büyük lider-aydın-örgütçü elini uzatıyor: “Adım Bond...”

Bilmiyor ki, Bond'un anti-komünist bir külliyatta hayat bulması raslantı değil. Bilmiyor ki, solun ihtiyacı olan “güçlü ben” değil. Meclise girecek kapı arayanlar, solumtrak tartışmaları bıraksınlar, aday adayı kuyruğuna girsinler.

Yanlış anlamayın; lider düşmanı falan değilim. Liderlere saygı duyarım. Ama etrafta entelektüel süsü verilmiş Deniz Gezmiş karikatürü görmekten bıktım!

Bizim iradeciliğimiz keyfi değildir ve liderler bir objektiviteden doğarlar. Lider, örgüt boşluğunu kapatan hokkabaz değildir.

Ah, kapitalist toplumun rekabetçi yaratıkları! Öne çıkmadan yaşanmazmış gibi geliyor bu hayat, değil mi? Madem ki kapitalist toplumda yaşıyoruz, işte bu duyunun örgütlülük tarafından baskılanması gerekiyor. Kolektivite, bireyi kalıba sokmadığında, değil Türkiye solunun mediokratları, en kaliteli aydın bile çürür.

Aydın sorunuyla mı karşı karşıyayız? Hayır; örgütlenmeyen solda aydın da yetişmez.

Örgütsüzlük, bunu kıracak irade ve inatın taşıyıcısı olan aydını çürütmeye çoktan başladı. Yumurta mı tavuk mu diye zaman yitirmemek ve soldaki örgütsüzlüğü kırmak zorundayız.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 21.04.2015- 11:50


Bir eleştiri üzerine...
Erkin Özalp



Türkiye solundaki tartışmaların önemlice bir bölümü, herhangi bir konuya açıklık kazandırmaktan (ve tam olarak hangi noktalarda neden anlaşılamadığını netleştirmekten) çok, karşı tarafa savunmadığı bazı düşünceleri de yakıştırarak, taraflaşmaları keskinleştirme amacını taşıyor.

Bunun son örneklerinden biri, İspanya’daki Podemos (“Yapabiliriz”) ve Yunanistan’daki Syriza hakkında yürütülen sol içi tartışmalar.

Bir kesime göre, “bu partilerden alınabilecek olan bazı dersler var” demek bile, Marksizmi (ve elbette Leninizmi) terk etmiş sayılmaya yetiyor.

Beni de hedef alan ve biraz geç gördüğüm bir örnek, Engin Karaman arkadaşımızın Gelenek’in Kış 2015 sayısında çıkan “Stratejide reformizm çıkmazı: Avrupa’da devrim mi oluyor?” başlıklı yazısı.

Karaman, Türkiye solundaki “bazı kesimlerin” Podemos hakkındaki yaklaşımları üzerine şunları söylüyor: “Çok özel koşullarda da olsa, bir partinin hızla güç kazanması, uzun süredir siyasete bir güç olarak dahil olmayan Türkiye solunun bazı kesimlerini, ‘kestirme yollara’ davet ediyor. Türkiye’ye de benzer modelde bir hareketin gerektiğini düşünen ya da en azından Podemos’tan alınabilecek dersler olduğunu belirten kesimlerin ruh hali burada aranabilir.” (s. 94.)

“En azından PodemosÂ’tan alınabilecek dersler olduÄŸunu belirten”ler hakkındaki dipnotsa şöyle: “Bu görüşü savunanlar arasında yer alan Erkin Özalp, PodemosÂ’un anti-kapitalist bir programa sahip olmadığını, bir partiyi de andırmadığını ifade ederek gerçekçi davranıyor. Ä°ÅŸin tuhaf yanı, bu tespitlerin hemen ardından ÖzalpÂ’in PodemosÂ’u ‘kitle dinamiÄŸiyle siyasi iktidar mücadelesinin ne ÅŸekilde kurabileceÄŸi konusundaÂ’ dersler çıkarılması gereken bir hareket olarak tanıtması. Kitle dinamiÄŸiyle siyasi iktidar mücadelesinin baÄŸları programsız ve partisiz de kurulabiliyorsa, komünist partilerin buradan ‘ders çıkarmakÂ’ yerine kepenklerini kapatmaları gerekiyor. Avrupa SoluÂ’nun kimi kesimleri de tam olarak bunu düşünüyor. http://ilerihaber.org/yazarlar/erkin-ozalp/podemos/355/Â

Birincisi, Karaman’ın tırnak içinde aktardığı kısım, benim yazımda biraz daha farklı: “Ama dünyanın pek çok ülkesinde kitlelerin harekete geçebildiği bir dönemde, Podemos’un, toplumsal dinamiklerle siyasal iktidar mücadelesi arasındaki bağların ne şekilde kurulabileceği konusunda bazı ipuçları sunduğunu düşünüyorum.”

İkincisi, gerçekten anlayamıyorum: Podemos’tan çıkarılabilecek derslerin bulunduğunu savunmak, neden, “kitle dinamiğiyle siyasi iktidar mücadelesinin bağları”nın programsız ve partisiz kurulabildiğini iddia etmekle aynı anlama gelmek zorunda? Örneğin, Gezi Direnişinden çıkarılacak derslerin bulunduğunu savunmak, Podemos benzeri gevşek örgütler bile dâhil olmak üzere her tür örgütlülüğe karşı çıkmak anlamına mı gelir?

Üçüncüsü, yazımın sonunda, Podemos’tan her şeyden önce kimin bazı dersler çıkarabileceği hakkındaki görüşümü de paylaşmıştım: “Gezi Direnişinin birikimini geleceğe taşımaya çalışan Birleşik Haziran Hareketi, dünya üzerindeki başka deneyimlerin yanı sıra, Öfkeliler Hareketinin birikimini geleceğe taşımaya çalışan Podemos’tan da bazı dersler çıkarabilir.”

Bir başka deyişle, savunduğum görüşlerde, “komünist partilerin kepenklerini kapatması”yla ilişkilendirilebilecek olan hiçbir şey bulunmuyordu.

Kanımca, meselemiz basit.

Sosyalist iktidarı gerçekten hedefliyorsak, toplumsal dinamiklerle buluşmamızı, onlardan beslenmemizi ve onları ileriye taşımamızı sağlayacak olan, görece geniş örgütlenme biçimlerine de ihtiyacımız var.

Her tür geniş örgütlenmeyi Leninizmden uzaklaşma olarak değerlendireceksek, sadece “tutarlılık” ölçütü açısından yaklaşılırsa, işimiz son derece kolaylaşır. “Bunlardan bir şey çıkmaz” deriz ve haklı çıkma ihtimalimiz de yüksek olur.

Bu yaklaşımı 1917 Rusya’sına taşıyacak olsaydık, Bolşeviklerin, Şubat Devrimi sonrasında ortaya çıkan işçi, köylü ve asker sovyetlerini (halk meclislerini) yerin dibine batırmaları gerektiğini savunmamız gerekebilirdi! Ne de olsa, Bolşevikler, sovyetlerde azınlık durumundaydı. Çoğunluğu, dönemin halkçı solcuları olan “Sosyalist Devrimciler” ile Menşevikler oluşturuyordu. Ama Bolşevikler, sovyetlere sırt çevirmek yerine, “Bütün iktidar sovyetlere!” sloganını öne çıkararak çoğunluğu elde etme ve sovyetleri iktidar mücadelesinin araçlarına dönüştürme mücadelesi yürüttü.
Görece geniş her tür örgütlenme, pek doğal olarak, sağa kayma tehlikesini de barındırır. Zaten, “öncülük” denen şeye, tam da, toplumsal dinamikleri kucaklayabilecek olan görece geniş örgütlenmelerin sosyalist iktidar mücadelesinin araçları hâline gelmesini sağlamak için ihtiyaç var!

Yok eğer, “O iş öyle geniş örgütlerle falan olmaz, Leninist örgüt tam da darlığı sayesinde zamanı geldiğinde iktidarı alır” denecekse, bunun tam olarak ne şekilde gerçekleşebileceği hakkında biraz daha somut şeylerin söylenmesinde yarar olacaktır.

Bunu yapmak, yani gerçekçi ve ikna edici bir iktidar stratejisi tarif etmeye çalışmak yerine, başkalarının ne kadar reformist, liberal, örgüt düşmanı, demokrasi budalası vb. olduğu hakkında yazıp durmak, en azından sosyalizmi gerçekten hedefleyenler açısından bakıldığında, çok da anlamlı olmasa gerek...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 20.05.2015- 13:14


Örgüt, siyaset, örgütlü siyaset
Erkan BaÅŸ  


Burjuva siyaseti ile devrimci siyaset arasındaki temel farkların başında, birincisi için insanın araç ikincisi içinse amaç olması gelir.

İdealist değiliz, dolayısıyla içinden geçtiğimiz karanlık dönemin, herkes gibi, en gelişkin insani özellikleri taşıması gereken devrimcileri de belli bir düzeyde etkilediğini kabul etmek zorundayız.

“En kötü” devrimcinin bile burjuva siyasetçileri ile mukayese kabul etmeyecek kadar değerli bir kimlik taşıdığını ise ekleyelim.

Buna rağmen konunun yeniden gündeme getirilmesi, Türkiye solunun içinden geçtiğimiz dönemin hakkını verecek bir silkinişi gerçekleştirmesi için bir zorunluluk.

Siyasetsiz “örgüt” (Dünyasız Kafa)


Marx’ın da kullandığı, iddiaya göre Kartacalı Åžair TerentiusÂ’a ait olan “insani olan hiç bir ÅŸey bana yabancı deÄŸildir” sözünün arkasına ihtiyaca göre pek çok   cümle ekleniyor. Solun içinde bulunduÄŸu durum düşünüldüğünde, en uygun eklerden biri ÅŸu olsa gerek “küçük örgüt oyunları ile büyük adam olanlar (sanılanlar) hariç!”

Türkiye’de solun uzun yıllar yenilgici-savunmacı bir evrede sıkışmasının en önemli bozucu etkisi çok sayıda apolitik örgüt yaratmış olmasıdır.

Şu sorulabilir, “örgütün kendisi zaten siyasal bir organizma iken, bu nasıl olur?”

Apolitikliğin çeşitli biçimleri var. Örneğin adına siyaset de denilen bir uğraşın, gerçek toplumsal ilişkiler üzerinden değil, küçük ve kendi dışıyla etkileşime kapalı topluluklar içinde yeniden ve yeniden sergilenmesi bunun bir biçimidir.

Yıllar süren dışarıda etkili olamama halinin etkisiyle oluşan ve gittikçe derinleşen iç dünyaların tek belirleyici olduğu bir oyundur bu. Zamanla dışarıyla olan bütün bağların kopmasına neden olduğu için belli bir süreyi aştıktan sonra tedavisi de imkansızlaşıyor.

Bir konunun net olması gerek, buralardan üreyen “örgütçülük” algısının belirlediği bir sol hareketin geleceği olamaz.

20 yıla yakın örgütlü yaşamın ve bu süreçte pek çok farklı örgütten, sayısız insanla ilişki içinde olmanın tecrübesiyle bir uyarı yapmam gerekiyor.

En büyük tehlike, bu tarzının taşıyıcılarının başlarda son derece sempatik, sevimli hatta saygı duyulacak bir görüntü vermesidir. Birazdan ele alacağız, çok konuşup az emek verenlerin bol olduğu dünyamızda, bu tarz bir “örgütçülük” başta emekçi bir karakteri olduğu izlenimi verir. Ancak örgütün, en önemli siyasal hamle olan devrim için, bir araç olduğu unutulup amaçlaştırıldığı ölçüde zihinsel tembellik başlar. Düşünsel tembelliğin insanı bir bütün olarak tembelleştirmesi için kaçınılmazdır. Tüm örneklerde test edilmiş kesin sonuç şudur, bir süre sonra sürekli çok çalışıyormuş gibi görünmelerine rağmen neredeyse bir tek gerçek iş üstlenmemeyenler, bu tarz siyasetsiz ortamlarda çok kolaylıkla var olur.

Çünkü, sonuçta amaç bir yürüyüşü örgütlemek değil, duruşu, hareketsizliği teorize etmektir.

Örgütün, esas olarak "kendisi için" örgüt haline gelmeye başlaması siyasal üretimin, gerçek mücadelenin bittiği andır. Bundan daha kötü tek bir şey olabilir, örgütün birisi veya birileri tarafından "kendileri için" örgüt, bir nevi yaşam alanı haline getirilmesidir. Bundan sonrası artık dipsiz bir kuyu...

Siyasetsiz bir örgütçülüğün sol harekete katabileceği bir şey yok.

Sevindirici olan sol bunlar olmadan pek ala var olabilir ve yol alabilirken, bu tiplerin sol hareket, daha özel olarak da örgütleri yoksa var olma şansları olmamasıdır.

Örgütsüz Siyaset (Kafasız Dünya)

Siyaseti zaman zaman satranca benzetirler, örgütsüz siyasetçileri de satranç oyuncusuna benzetebiliriz.

İlk söylenmesi gereken kesinlikle keyifli bir uğraş olduğudur!

Kendiniz dışarıdasınız, sırtınızda yumurta küfesi yok, herhangi bir risk almıyorsunuz, öte yandan sürekli kafanızın içinde oyunlar kuruyor, olmazsa yeniden kuruyor, sonra bozuyorsunuz.

Bu tarz siyasetçiler genelde kendilerini de bir nevi üst-akıl olarak gördüğünden olsa gerek, sürekli büyük güçlerin planlarını en iyi okuyan, hiç oyuna gelmeyen, her şeyi her zaman en doğru biçimde gören üstün siyasetçilerdir.

Bu bakışa göre siyaset emek isteyen teorik temelli bir eylemden ziyade, etkili olabilme sanatıdır. Bazen söz, bazen yazı, bazen şık bir eylem ile kendini ifade etmek yeterlidir.

Meselenin esası sadece görünür olmaktır, gerçek ve somut sonuçları olacak mücadelelerden ziyade akıl, fikir sergilemektir önemli olan. Eğer ortada, görüntü veya poz verecek bir alet, kendini (veya aklını!) gösterebileceği önemli birileri yoksa zaman harcanmasına da gerek yoktur.

Güncel gelişmeler karşısında, müdahale arayışında olmaya, ortaya çıkan olanaklardan faydalanarak uzun soluklu kazanımlar elde etmek için çaba harcamaya ne gerek var?

Kendilerini çok önemli gördüklerinden olsa gerek kendilerinden başka kimseye değer vermezler, hatta insan sevmezler. İnsanlar, örgütler siyasette kullanılacak basit figürlerdir ve siyasal analizin bir konusu olmanın ötesinde anlam taşımazlar.

Matematik bir denklem kesinliği ile ifade edelim, örgüte, örgütlü mücadeleye verilen değer azaldıkça ülkeyi ve dünyayı dönüştürme mücadelesinin başarı ihtimali de azalır, siyasal mücadelenin dışına düşme olasılığı ise kesin olarak artar.

Örgütlü siyaset için ileri...


Daha önce milyonlarca kez söylendiği gibi, eşitlik ve özgürlük kavgası ancak örgütle süreklilik kazanabilen ve zafere ulaşabilen bir politik kavgadır. Örgütlü güçlerin siyasetten, siyasal unsurların örgütlenmekten uzak duruşunun tek gerçek sonucu hareketsizliktir.

Kuşkusuz her iki taraf açısından da mevcut durumu değiştirme, en azından kabul etmeme iradesine sahip kesimler var ve bizim için sevindirici olan bu.

Türkiye’de bugün en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey, başta devrimci kadrolar ve örgütlü bireyler olmak üzere Türkiye emekçi halkının mümkün olan en geniş kesimlerini örgütlü siyasetin parçası haline getirmektir.

Daha önce Metin Çulhaoğlu tarafından yapılan bir değerlendirmeyi hatırlayabildiğim kadarıyla aktarmak istiyorum. Çulhaoğlu 60’lar ile günümüz arasında bağlanma kerteleri açısından bir mukayese yapmıştı. Bağlanmanın, toplumsal, siyasal ve örgütsel olarak üç aşamasından söz etmiş, 60’lı yıllarda bu üçü arasındaki mesafenin görece kısa olduğunu vurgulamıştı. Günümüzde ise toplumsal bağlanma kertesinde sorun daha az iken, bunun politik ve örgütsel bağlanmaya doğru gittikçe daralıp, zorlaşan bir seyir izlemesi önemlidir.

Sol açısından belirli olanakların biriktiği bir dönemden söz ediyorsak, toplumsal bağlanma kertesine görece kolay varılıyor olması önemli. Bunun politik ve giderek örgütsel bağlanmaya dönüşümü için, süreklilik kazanmış bir örgütsel çalışmaya ve devrimci fikir üretimine ihtiyaç duyduğumuzu saptamak gerekir.

Konumuz biraz da siyasetin insanileşmesi ise bunun için yukarıda iki uç örneğini verdiğimiz sola sirayet eden insansız siyaseti reddetmek iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Yeniden ve yeniden, örgütün siyasetin, siyasetin insanca bir yaşamın aracı olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.

Örgütsüz siyasetin ve siyasetsiz örgütün etkisizleştiği yerde örgütlü siyaset, işçi sınıfı, yoksullar ve daha genel olarak halk için hayatı, ülkeyi ve dünyayı dönüştürmenin tek yolu olarak beliriyor.


--------------------------------------------------------------------------------


Hazır fırsat bulmuşken Elias Canetti’nin Körleşme isimli kitabını herkese tavsiye etmek isterim. Sevgili Ahmet Cemal’in kusursuz bir çeviriyle Türkçeleştirdiği bu önemli romanın, Kafasız Bir Dünya, Kafadaki Dünya ve Dünyasız Bir Kafa başlıklı üç bölümden oluştuğunu ve yazının iskeletinin bu başlıklardan esinlenerek hazırlandığını da yazmış olayım...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda DeÄŸil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 10.08.2015- 00:14


HER İŞİN BAŞI ÖRGÜTLENME

Resim Ekleme

Komünist Parti'de örgütlenmeye çağırıyoruz.

Birincisi dağınık, her biri bir köşeye savrulmuÅŸ, aklını, gücünü birleÅŸtiremeyen, birlikte hareket edemeyen insanlar için kurtuluÅŸ bir hayal.  

İkincisi, başkalarının örgütleriyle önümüze sunulan ''kurgulanmış'' seçeneklerle gidebileceğimiz yer yok. Komünist Parti, sermayeden, emperyalizmden, Vatikan'dan, El Kaide'den Avrupa Birliği'nden, şu ya da bu milliyetçi odaktan mutlak olarak bağımsız bir güçtür.

Ve tüm bunlardan daha önemlisi...

Ülkemiz ve dünyamız, sürekli ertelenen bir büyük dönemecin eşiğinde.

''Böyle gelmiş böyle gider'' diyenler yanılıyor. ''Yeni düzen, komünizm falan...Bunlar hayal'' diyenler uyduruyor.

Ä°nsanlık bir bütün olarak önemli kararlar vermek zorunda kalacak. Yunanistan'da yaÅŸanan kriz, Yunanistan'a   ait deÄŸildir. Avrupa'nın çöküşü, büyük iddialarla sahneye fırlayan Avrupa BirliÄŸi'nin ''kendine hayrı olmayan'' bir gücedönüşmesi, Çin, Rusya, ABD, Almanya ve Japonya gibi güçlerin arasındaki çekiÅŸmeler boÅŸuna deÄŸil.

Geçtiğimiz yıllarda bir tür bozgun eşliğinde rafa kaldırılan Avrupa Ordusu tartışmalarının yeniden açılması, Japonya Anayasası'ndaki ''meşru müdafaa'' durumları dışında güç kullanımını yasaklayan maddeyi yeniden yorumlayan militarist yasanın geçen yıl kabul edilmesi... Bunlar boşuna değil.

Bildiğimiz bir şey var: İnsanlık artık egemenlerin planlarını kabul etmeyecektir. Savaşlar dünyanın her tarafına yayıldı ama insanlık militarizmi kusuyor. Gericilik, yobazlık özellikle bizim coğrafyamızda vahşi ve kural tanımaz bir güç haline geldi, ama insanlık özgürlük için mücadeleye her zamankinden daha hazır. Bilimin dogmalarla örtülmesine karşı insanlık aydınlanma mirasına daha sıkı sarılıyor.

Sorduğmuz soru bu: İnsanlığın en ileri mirası olan komünizme, özgürlük ve eşitlik idealine bağlılığınızı, örgütle buluşturacak mısınız?



Yeni BaÅŸlık  Cevap Yaz
 Toplam 20 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   4   5   6   [7]   8   9   10   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 2 kiÅŸi görüntülüyor:  2 Misafir, 0 Ãœye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Devrimci örgüt anlayışı üzerine tartışma Köroğlu 1 2116 23.03.2020- 20:13
Etiketler   Ã–rgüt.Örgüt.Örgüt.
SOL PAYLAÅžIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS