SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
ERGENEKON DERSLERİ           (gösterim sayısı: 3.813)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
şibusa
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: şibusa
Konu Tarihi: 20.03.2014- 04:06


KONSPİRASYONU AŞTIK VE AÇIĞA ÇIKARDIK
SIRADAKİ RESTORASYON MU DEVRİM Mİ KARŞI-DEVRİM Mİ
YOKSA İÇ SAVAŞA MI GİRDİK?




ERGENEKON DERSLERİ

DERS-I




Öncelikle şunu hatırlatarak başlamak istiyorum, şüphesiz öncesi de var ama Türkiye daha çok Gladyo ile Çiller Örgütü olarak da anılan Kontrgerilla örgütlenmesi ve icraatları, vesilesi ile tanışmıştı. Kamuoyunda, uzun süredir tartışılıyordu ama kimseden ses çıkmıyordu. Kontr-gerilla örgütlenmesine karşı, kitlelerin ve yönetici sınıfların içinden çıkabilecek itiraz seslerinin,"PKK" terörü bahane edilerek ve terör ile mücadelede her yolun mubah olduğu kabul ettirilerek kısılabilmişti; bu örgütlenme, herkesin bildiği bir sır halinde idi!

O yıllarda, kimseye şimdi olduğu gibi "barış gelsin-savaş bitsin-analar ağlamasın" yollu haykırışlar öğretilmiyordu;   aksine her yol mübah görülerek, PKK terörüne karşı( aslında, sol/sosyalist harekete karşı) oluşturulmuş ve CIA’nin NATO bünyesinde kurulmuş Gladyo'nun bir kolu olarak, bir karşı-terör hareketi olarak oluşturulmuş olan kontrgerilla örgütü ile çok canlar alınıyor ve çok canlar yakılıyordu; hem faili meçhuller yolu ile PKK'nin ekonomik damarları kesiliyordu ve hem de bu faili meçhuller üzerinden kitleler terörize edilerek, korku kalıcılaştırılıyordu ve Kürt halkının devrimcileşmesi yanında, Türkiyenin devrimci hareketi ile buluşmasına yönelik veya devrimcileşen Kürt ulusal hareketi ile buluşmaya yönelik eğilim ve çabaları engellemeye ama daha çok 12 Eylül faşist rejimini, bu güne taşımak için yolları genişletmeye yönelik idi!

Herkes hatırlar ve henüz bu çeteden burnu kanayan, Ağar’ı ve Ünlü "genel vali" nin "intihar”ını saymazsak, olmamıştır; oysa Çiller ki bir seçim darbesi ile ve de paraşütle hem DYP nin ve hem de Hükümetin başına oturtulmuştu, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizimdir" yollu kükrüyor ve"elimizde liste var" diyordu; ardından da faili meçhuller hız alıyordu; örnek olsun, o listedekilerden biri, bu gün BDP'de saylavlık yapan ki o da bir anlamda buraya ısmarlama getirilmiştir (Öcalan'ın kontenjanından getirilmiştir), Pervin Buldan'ın eşi, uyuşturucu taciri, mafya ve aşiret ağası Savaş Buldan idi; "bizim Kürtlüğümüz, aşiret düzeninden, ağalık düzeninden ayrıdır" yollu konuşan Öcalan'ın ittifak yaptığı bir aşiret ağasıdır veya beyidir veya baronudur, işte bu kişinin, bir gece yarısı operasyonu ile sonradan Susurluk operasyonunda etrafa saçılarak deşifre olan ve Çiller'in "kurşun atan da bizimdir" dediği,"devlet için kurşun atan " devlet elemanları tarafından öldürüldüğünü biliyoruz

Gladyo sözcüğü bu gün de sık sık telaffuz ediliyor ve “Gladyo nedir?” bilgisi, artık internette “viki sözlük”lerden bile temin edilebilmektedir; ancak yine de hatırlamaya gerek var ve Gladyonun ikinci savaşın hemen sonrasında CIA ile anlaşan eski naziler tarafından kurulduğunu ve hedefinde komünist örgütlenmeler olduğunu ve de her NATO ülkesinde bir tane Gladyo örgütünün kurulmuş olduğunu biliyoruz!

İşte sınıfsal bakmak buraya bakabilmektir! Buraya bakabilmek demek, Türkiye'nin de ordusunu, istihbaratını, bürokrasisini, NATO'ya girerek, ABD emperyalizmine teslim ettiğini, görmek, bilmek ve anlamak demektir!

Bu, aynı zamanda sosyalist hareketle mücadeleyi de ABD emperyalizmine ve onun resmi-yarı resmi ve derin örgütlenmelerine teslim etmek demektir; en azından bu örgütlenmelerin uzantılarına teslim etmek demektir!

Evet, 2.dünya savaşının bitimiyle birlikte CIA ile anlaşan Nazilerin kurduğu Gladyo’nun temel hedefinin sosyalist hareketin ilerlemesini önlemek, ortadan kaldırmak olduğunu ve her NATO ülkesinde bir teşkilatının kurulduğunu hep hatırlattık ve bu apaçık ortadadır!

Türkiye’de “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, “ İlim Yayma Cemiyeti ” gibi, solculara, sosyalistlere karşıt olarak kurulan örgütlerin ve Ülkücü komandoların da bu örgütlenmenin içinde olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki siyasal cinayetler, bu örgütün uzantıları eliyle gerçekleştiriliyordu, toplumun saygısını kazanmış isimler öldürülüyordu ve K.Maraş, Sivas, Çorum, katliamları gibi, kitlesel katliamlar yapılıyordu.

12 Eylül darbecilerinin "durumun olgunlaşması için iki yıl bekledik" yönlü açıklamalarında da ifadesini bulduğu gibi, Türkiye toplumu, böylece darbeye mecbur edilmek isteniyordu.

Velhasıl uzun zamandır ve bugün daha da fazlasıyla ortaya çıkmıştır ki, bunların hepsi, CIA/Gladyo eli mahsulü idi ve Türkiye’yi sola teslim etmemek içindi!

Sonuçta Türkiye dinci akımların eline teslim edilmiştir ve şimdi ”yetmez ama evet”çi sahtekârlar, utanmadan, sıkılmadan hâlâ Fetullahi tarikata siper oluyorlar ve hâlâ bu örgütün “kumpası”ı ile zindana atılanlardan başka deccal tanımıyorlar!

Evet, apaçık görülüyor ki 12 Eylül faşist darbesine giden kanlı yolları Gladyo/ Kontrgerilla döşemiştir.

Şimdi hükümet yetkilileri ne diyor? Bu Fetullahi tarikat bir “paralel devlet” örgütlenmesidir!

Peki, kim bu Fetullah ve en başından kimin koruması ve kollaması altındadır? Tabii ki devlet eliyle kurulan ve Gladyo’dan da NATO’dan da ayrı olmayan ve kurucuları ile üyeleri arasında o gün de, bu gün de devletin en yüksek koltuklarında oturanlar olan Komünizmle Mücadele Derneklerinin kurucularındandır!

Maraş, Katliamı ki Öcalan bile bunun bir Kontr-gerilla marifeti olduğunu işaret etmiştir, Sivas katliamı, diğerleri, hiç birini bu Fetullahi örgütten ayıramayız; ikisi de aynı yere düşer ve düştükleri yerde devlet olduğunu, örnek olsun Maraş katliamında ihmalin büyüğünün Ecevit’in içişleri bakanı İrfan Özaydınlı’ya ait olduğuna hep işaret edildiğini biliyoruz!
Fetullah Gülen, sonunda tam yerini buldu; 21 Ka­sım 2006’da, ABD Va­tan­daş­lık ve Göç­men­lik Ser­vi­si­‘ne Ye­şil Kart için baş­vur­du ve 21 Ma­yıs 2008’de, ara­la­rın­da CI­A es­ki yö­ne­ti­ci­le­ri­nin de bu­lun­du­ğu nü­fuz­lu isim­le­rin re­fe­ran­sıy­la bu is­te­ği­ne ka­vuş­tu.

Peki, kim bu referansı verenler?

19 say­fa­lık re­fe­rans mek­tup­ta; CI­A es­ki yet­ki­li­si Gra­ham Ful­ler, CI­A es­ki gö­rev­li­si Ge­or­ge Fi­das ile AB­D’­nin es­ki An­ka­ra Bü­yü­kel­çi­si (ABD Ha­be­r al­ma Araş­tır­ma Da­ire­si es­ki di­rek­tö­rü) Mor­ton Ab­ra­mo­witz gi­bi isim­ler var­dı. Baş­vu­ru ön­ce­sin­de CI­A gö­rev­li­le­ri­nin Göç­men­lik Bü­ro­su ile gö­rü­şüp lo­bi yap­tı­ğı ba­sı­na yan­sı­dı.

Şimdi 11 yıldır birlikte olduğu ve birlikte “Ergenekon” tertibi ile insanları zindana tıktığı Fetullahi örgüt için AKP nin başı RTE ve en yakın kadroları “paralel devlet” dediler ve TSK ‘ya “kumpas” yaptığını söylediler; bundan hiç geri adım atmadılar aksine hep bu örgüte hücum halindeler!

Ve hâlâ Gladyo da, Ergenekon da, Kontr-Gerilla da başka yerde aranıyor; daha doğrusu, hâlâ bu Fetullahi örgütün, ABD-CIA’den ayrı olmayan ve AKP-RTE ile birlikte tertipledikleri bir “kumpas” ile ve bütün muhaliflerin boynuna astıkları “Ergenekon” yaftası ile zindana gönderilen “Ergenekoncu”larda aranıyor!

Bu dün anlaşılabilir ama bu gün hiç ama hiç anlaşılamaz bir akıl tutulmasının ifadesidir; değilse birliktelik var demektir!
Öyleyse adres hep netti ama yine hep olduğu gibi bu gün de, sahte sol gömlekli azap zebanisi Gaponlar, bu netliği bozuyorlar, gerçeğin üzerini hâlâ örtmek için çırpınıyorlar; fakat nafile çabadır!

İşte 1989 da Berlin Duvarı'nın yıkılması, Doğu blokunun çökmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılması ile eşzamanlı olarak, hepsi komünist hareketlere karşı görev yapmış olan Avrupa'daki Gladyolar, bir bir açığa çıktı; Batı Almanya'dakinin adı,"Sword" ; Avusturya'da "Schwert"; İngiltere'de " Secret British Networkd Revealed"; Belçika'da " Bdra-8" ; Hollanda'da "Command" ; İsviçre'de" "P-26"; Yunanistan'da "Sheepskin" ; Fransa'dakinin adı ise "Rüzgâr Gülü" idi. Yalnızca Türkiye’deki Gladyo açığa çıkarılmadı.

Peki, bu gün Hükümetin işaret ettiği ve hükümetin iktidar ortağı olan Fetullah örgütü tarafından “kumpas kurulan” Ergenekoncular Gladyo’mudur? Bu soruyu bir yere not edip, açılmış olan tartışma konusu çerçevesinde, derin devlet-Kontrgerilla ve yeni adıyla "Ergenekon" üzerine konuşmaya,bu konuda net olmak,adresleri şaşırmamak gerektiğinin öneminin altını çizerek devam edelim.

Soğuk savaş döneminde 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde, CIA/Gladyo’nun, yani ABD’nin hedefi ve amacı belli idi. Ucu Sovyetlerin Yıkılmasına dönük olan," Yeşil Kuşak Projesi"ni sonuca ulaştırmak, komünizmle mücadele, Türkiye’yi sola teslim etmemekti.

Peki, bugün belli değil mi?

ABD nin hedefi ve amacı bu gün de bellidir, bölgedeki Kürt politikası; AKP'ye bakışı; YDD nin hedefi, BOP –BİP “Büyük-Kürdistan Politikası” vb. hepsi bellidir!

Bu hükümetin kumpas kurulduğunu itiraf ettiği "Ergenekoncu"ların da sözde hedefleri bellidir; Darbe yapmak, irtica ile mücadele ve AKP yi devirmek...

Öyle mi değil mi?

Öte yandan "Ergenekon"a savaş açan dinci - liberal ittifakının ABD-AB ile ilişkileri de bellidir.

AKP nin başkanı ise, saymışlar, tam 36 kez " BOP Projesinin Eşbaşkanıyım" demiş ve "Diyarbakır'ın yıldız olmasının bu proje içinde olduğunu" söylemiş.

Öyleyse, her şeyin ve çok öncesinden belli olduğu net olarak görülmüyor mu?
Öyleyse soruyu tekrar soralım ama başka biçimde:

Gladyo-kontr -gerilla, uzun zamandır zindanda olup, artık salıverilmeye başlanan ve “ kumpas kurulduğu” artık tescillenmiş olan "Ergenekoncu"ların mı, yoksa Ergenekonculara savaş açmış gibi görünerek Kemalist burjuva cumhuriyetini yıkmayı ve böylece sosyalist hareketi sonsuza dek tarihe gömmeyi amaçlayan Gladyo’nun veya Neo-Gladyo'nun mu arkasındadır?

Cevabı, tektir ve basittir ve Gladyo'nun babası olan ABD nin dünkü ve bu günkü dış politikasına bakarak yanıtlamak mümkündür.

Cevabını vermeden önce şunu hatırlamak yerinde olacaktır:

"Ergenekon"un bir hukuk meselesi olarak görünmediğini ve görülmediğini hep söyledik ve şimdilerde bu açıklık çok fazladır; Artık hükümetin en yetkili ağızları   bile bunu net olarak itiraf   etmektedirler; ayrıca, çıkarlarının peşinden giden iki kapitalist grubun veya hanedanın çatışmasının yansıması olmadığını da biliyorduk ve buradan hareketle ergenekon saldırısının sınıfsal olduğunu da görüyor ve gösteriyorduk; bu sınıfsallığı görmek sınıfsal bakabilmekle mümkündü; hep böyle baktık ve gördük ve gösterdik; görmeyenler ve görmek istemeyenler çoktu ve hâlâ vardır, ancak azalmışlardır!

İşte bütün mesele ve her zaman budur ki, sınıfsal bakılmazsa, burnumuzun ucundaki bu gerçeği görmek mümkün olmaz ve olmadığını gördük! Hâlâ görmeyenlerin ise körlüklerinin fiziki değil, ideolojik olduğu kabul edilmelidir! Çünkü başka gözle, başka ideolojik gözlükle bakmaktadırlar!

Bugünkü, yani artık Hükümet yetkililerinin yaptığı resmi açıklamalarla da bir ”kumpas” ile zindana gönderildiği tescillenmiş olan “Ergenekon”a, dönersek; bugün soracağımız “Ergenekon” nedir? Sorusunun cevabı daha bir tamamlayıcı olacaktır ve bu “Ergenekon”un, devlet içinde oluşmuş bir çete olduğunu söylemek yeterli olmakla birlikte, Gladyo’nun aksine yerel olduğunu ve uluslararası bağlantısı olmadığını söylemek daha tamamlayıcıdır.

Buradan hareketle, Ergenekon’un, PKK terör örgütüne karşı TSK nın, dolayısıyla devletin mücadelesi içinden bazı kişilerin hukuk dışı yollara sapması ile kişisel çıkarları etrafında oluşturdukları mafya türü bir örgütlenme olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

Ancak bu gün, daha doğrusu soruşturması başladığı andan itibaren ve Neo-Gladyoculara göre, Ergenekon örgütü sadece bir çete değil, bir devlet örgütlenmesidir ve kanunsuzluğunu TSK’dan aldığı güçle yapmaktadır. Amacı darbe yaparak AKP’yi devirmektir. Dolayısıyla neo-Gladyocular, TC ve TSK ile hesaplaşmadan bu sorunun çözülemeyeceğine inanmaktadırlar.

Şimdi durduğumuz yerden daha net görülüyor ki,bu nedenle tüm AKP muhaliflerinin boyunlarına "Ergenekoncu" yaftası takılmış,ancak,en başta işaret ettiğim gladyo/ kontrgerillanın, yani kamuya mal olan adı ile Çiller örgütünün,yani asıl Ergenekonun üzeri örtülmüştür!

Ağarın durumu ise bir iş kazası niteliğindedir ve kendisi de, tıpkı Çiller’in “devlet için kurşun atan da, yiyen de bizimdir” dediğini tekrarlayarak ,“ devlet için hapis yatmak da şereftir” yollu nutuk çekmiştir!

Oysa bu yafta ile yani “Ergenekoncu” yaftası ile dolaştırılan veya zindana atılan aydınların, politikacıların, üniversite hocalarının ve elbette gazetecilerin, yıllarca kontrgerilla ile mücadele etmiş, kontrgerillanın hışmına uğramış kişiler oldukları bilinmektedir.

Net olarak görülüyor ki, ABD-AB ile ilişkileri de belli olan, hatta   en yetkilisinin defalarca ABD’nin bu bölgedeki   politikalarının   eş başkanı olduğunu söylediği   "Ergenekon"a savaş açan dinci - liberal ittifakı, hem Gladyo-kontr-gerilla-Ergenekon   örgütlenmesinin üzerine gitmemişlerdir ve hem de PKK terör örgütüne karşı TSK nın, dolayısıyla devletin mücadelesi içinden bazı kişilerin hukuk dışı yollara sapması ile kişisel çıkarları etrafında oluşturdukları mafya türü bir örgütlenme   olan   ergenekon’ un üzerine gitmemişlerdir ama bütün AKP karşıtlarının boynuna astıkları Ergenekoncu yaftası ile aydınların, politikacıların, üniversite hocalarının ve elbette gazetecilerin, yıllarca kontrgerilla ile mücadele etmiş, kontrgerillanın hışmına uğramış kişilerin ve TSK içinden çoğu AKP’ye ve Amerikan politikalarına karşı   oldukları bilinen TSK mensuplarının üzerine gitmişler, zindana atmışlardır!

Ancak, ergenekoncuların anası ve babası sayılacak, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim evlatlarımızdır " diyerek KONTR-GERİLLA (Ergenekon) örgütünün militanlarına arka çıkma cüreti gösterebilen aktörler dâhil, hiç birisinin üzerine gidilmediği de görülmektedir.

Bu durumda Gladyo/ Kontrgerilla ve Ergenekon örgütü, artık açığa çıkarılıp, çökertilmiş midir? Sorusu ortada kalmış, cevabı ise artık herkes tarafından görülmekte, bilinmektedir; çökertilmemiştir!

Buna karşın şimdi, boynuna “Ergenekoncu” yaftası asılarak zindana atılan AKP muhalifleri, hatta 12 Eylül rejiminin müzmin muhalifleri ve elbette ABD karşıtlarının hemen hepsi, hukukçuların bile çözemediği bir hukuk düzenlemesi ile dışarı salınmaktadır!

Ve bazılarımız hâlâ, Gladyo/Kontrgerilla, çiller örgütü de diyebiliriz ve Ergenekon açığa çıkarılıp, çökertilmiş midir? Sorusunu sormamak için bin dereden su getirmektedirler.

Üstüne üstlük hâlâ, AKP yönetiminin “Kumpas” ve “paralel devlet” iddialarını da görmezden gelerek, “Ergenekoncu” yaftası takılarak zindana atılan AKP muhaliflerinin salıverilmesinden duydukları öfkelerini gizlememekte ve son derece yanlış sonuçlar çıkarmaktadırlar!

Oysa apaçık görülüyor ki, TC’yi yıkmak ve şeriata dayalı, faşist bir yeni Osmanlı cumhuriyeti kurmak üzere, 12 Eylül rejiminin yönetimini dinci akımlara teslim eden tekeller ve işbirlikçisi oldukları ABD emperyalizmi, bu acil işi kotaramamışlardır ve bugün deli danalar misli sağa sola koşuşturan egemen güçler bir restorasyon peşine düşerek, bu çerçevede bekledikleri ve tetikte oldukları toplumsal ve sınıfsal muhalefetin, denetimleri dışında kabarmasından da korkarak, dümeni dinci akımlardan alıp, cumhuriyetçilerle aralarında paylaşmaları yönünde bir rota çizme eğilimine girmişlerdir.

Bu eğilim içinde, tarihte görülmediği şekilde, yasal düzenlemelerle, deyim yerindeyse, idam sehpasındaki hükümlüleri, dışarı bırakmak zorunda kalmışlardır!

Ve güçler dengesinin ve halk hareketinin kabarmasının durumuna göre, tekrar geri almaları ve/veya diğer hükümlüleri de salmak zorunda kalacakları aşikârdır ki, ikincisi daha olası görünmektedir!

Şimdi, öteden beri ve daha çok sahte sol gömlekli devrim kaçkınlarının ideolojik şaşırtmaları ile ufuk ötesine hapsedilmiş olan gerçeklik, ufuğu aşarak önümüze düşmektedir; bunda, sahte sol gömlekli aktörlerin peşine takılma gafletinde bulunanlarca, türlü çeşit yafta asılarak püskürtülmek istenen sosyalistlerin, ama daha çok tabandan yükselen Kemalist hareketlenmenin, en azından gericiliğe karşı dik durmada kararlı olan ilericilerin, devrimcilerin, devrimci- demokratların payının büyük olduğunu herkesin kabul etmesi gerekmektedir!

İlluzyona karşı gerçeklik buradadır ve buradayız!

Fikret Uzun

14-Mart-2014



http://fikretuzunyazilari.blogspot.com.tr/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
şibusa
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: şibusa
Cevap Tarihi: 22.03.2014- 00:22


DERS-II

Gerçeklik mi, “Ergenekon” bir illuzyondur ve “Ergenekon”un içine sokularak zindanda tutulmak istenenler, AKP-ABD muhalifleri ve Kontrgerilla ile nam-ı diğer adıyla “çiller örgütü” ile mücadele eden aydınlar, politikacılar, üniversite hocaları ve gazeteciler ve çoğunluğu 12 Eylül rejiminin yönetimini dinci akımlara teslim eden tekellerin ve işbirlikçisi oldukları ABD emperyalizminin poltikalarına biat etmemiş olan ordu mensuplarıdır.

Bu arada bu politikaların içinde ve mutfağında olmasa da ürünlerinin kollanmasında payı olanlar da az da olsa bu çukurun içine gömülmüştür ki şimdi onlardan,12 Eylül rejiminin devamlılığı içinde, kotarılmak istenen restorasyon çalışmalarında yararlanacaklardır!

Türkiye’nin sınıf mücadeleleri tarihinin bugün önümüze koyduğu çıplak gerçekliği hâlâ göremeyenler; yani Ergenekon saldırısı üzerinden toplumun hemen hemen tamamının bir illuzyona hapsedilmiş olduğunu göremeyenler; yani 12 Eylül rejiminin devamlılığının sağlanmasında kotarılmak istenen restorasyonun bir yansıması olan Gladyo/kontrgerilla örgütünün, Türkiye’de hiçbir zaman açığa çıkartılmamış ve faaliyetlerine bu güne kadar devam etmiş olduğunu ve dahası,“Ergenekon” saldırısının da planlayıcısı olduklarını hâlâ göremeyenler; bununla birlikte en önemlisi, Cumhuriyet’i yıkma davası olan “Ergenekon” davasının, Cumhuriyet’in dirilmesiyle ve yeni AKP düzeninin reddi ile sonuçlanmış olduğunu göremeyenler sınıfta kalmışlardır ve hâlâ aynı nakaratların peşinden korkularını yansıtan ıslıklar çalmaktadırlar; çabaları nafiledir ve tarih bunun hesabını soracaktır!

Ancak bu gün, tekellerin egemenliğinde de olsa, Türkiye’nin işçi sınıfının örgütlenmesi ve sosyalist devrimi gerçekleştirmek üzere mevzilenebilmesi için en elverişli zemin olan cumhuriyet ve daha çok da toplumun ezici çoğunluğunun akıl dinamiği son derece tahrip edilmiştir; bu tahribattan egemen sınıfların işlerini kotaracak, kotarması için aday olabilecek kadroların da payını aldığı açıktır ki, yeni durumda, egemen sınıflar, restorasyonlarını kotarmak için bu kadrolara dayanmak zorundadır, bu ise başka ve belki de daha önemli etmenlerle birlikte, bir anlamda geçmişi geri çağıran egemen sınıfların, yeniden ihtiyaç duydukları restorasyonu üzerine inşa edilebileceği bir siyasal zemine sahip olmadığını, en azından henüz sahip olmadığını göstermektedir!

Öyleyse bir hatırlatmaya daha ihtiyaç var ve hatırlatıyorum; bu, Kemalist TC’yi yıkmak üzere tarih sahnesine çıkartılan, içinde ve merkezinde Gladyo/kontrgerilla örgütlenmesi de olan iç ve dış politika içerikli senkronize hareketin yönü, kaçınılmaz olarak cahilleştirmeye, dolayısıyla dinselleştirme/İslamlaştırmaya dönüktü ve bu yönde ve çerçevede önemli oranda yol kat edildiği görülmektedir!
Ve 12 Eylül Cuntası, Kenan Evren, bu cahilleştirmenin, islamlaştırmanın, tam merkezinde ve mutfağının başında idi;12 Eylül ile birlikte İmam Hatiplerin müfredatı yanında, sayısı da genişletilmiştir ki oradan mezun olanların, hem tıbbiye de, hem harbiye de, hem de mülkiyede olduğunu şimdi daha net görüyoruz; Diğer yandan hiç bir politikacının cesaret edemediği İslam Konferansına katılmaya, Evren cüret edebilmiştir.

Evren tek değildir ve aynı ayarda Hilmi Özkök’ü de sayabiliriz ve başka yüksek komutanların, örnek olsun İlker Başbuğ’un da aynı yerde olduklarını, en azından artık, biliyoruz; 12 Eylül rejiminin yönetimini dinci akımlara teslim eden tekeller ve işbirlikçisi oldukları ABD emperyalizmi ve de yüzü hep Eylülist rejimin sahibi tekellere dönük olan yüksek “Kemalist” komutanlar, hep beraber İslamlaşmanın önünü açtılar ve Kemalizmle birlikte sosyalizme giden yolları da kapattılar.

Hepsi budur ve böylece geriye dönüşün kapıları, irtica diyoruz, resmen ama daha çok hile ile açılmıştır. Hücumları, aydınlanmaya ve aydınlanma ile elde edilmiş tüm kazanımlara yönelik olmuştur.

Ve elbette asıl korkuları sosyalizm ve sosyalist harekettir.

İşte Ergenekon kod adıyla yürütülen operasyonun, tasfiye hareketinin kıymet-i harbiyesi buradadır ve hileleri, hedefe varamadan artık ters tepmiştir, artık “kumpas” olarak, resmen tescil edilmiştir; hilelerinin bütün vücutlarına etki etmese de, ellerinde patladığını söyleyebiliriz!

Ergenekon saldırısı ile “demokrasi” geleceği ham hayaline kapılarak, bu gün bizzat kendileri bile “Ergenekon” un bir hile ve kumpas olduğunu itiraf eden AKP hükümetini ve başı RTE’yi en demokrasi kahramanı ilan edenler, şaşkınlık ve hüsran durumlarını dışarı salıverilen“Ergenekon” hükümlüleri arkasından küfürlü ıslıklar çalarak yenmeye çalışmaktadırlar ki aslında “Ergenekon” tertibi ile birlikte kendilerinin de yıkıldığını ve birbirlerinin üzerine yığıldıklarını söyleyebiliriz!

Sabah akşam “devlet” deccaldır diyen, bu Ergenekon tertibinden “demokrasi” bekleyen sahte sol gömlekli aktörler, devletin devamlılığından ve “Ergenekon” tertibinin bu devamlılığı sağlamak ve rejimin tıkanan yerlerini açmak için olduğunu görmek istemedikleri gibi, aynı devlet ile pazarlık yaparak, Kürtlere bir kurtuluş çıkacağı ham hayaline de kapıldılar!

Bu ham hayalleri onları, ABD emperyalizminin ve 12 Eylül rejiminin dinci akımlara teslim edilmiş yönetiminin, aydınlanmaya, modernizme, dolayısıyla her türlü yapıya saldırıları içeren politikalarının en sadık savunucuları durumuna sürükledi; aklın önünde kurulan tüm engellere arka çıkmayı poltika saydılar; modern düşüncelere saldıran, modern düşünceleri gerici sayan bu aktörler, tarihin gerisinde kalan ve mevcut halleri ile artık hem gerici, hem de geri konumda olan formasyonların peşinden sürüklendiler!

Oysa aydınlanma düşüncesini Materyalizmden ayırmak mümkün değildir ve ayırmak isteyenler, eninde sonunda kendilerini bir karanlığın içinde buldular; ayırmak için karanlık gerekiyordu ve bunu getiren 12 Eylül rejimine, “devlet” e en çok hücum eden bu aktörler, koltuk değneği oldular; sonunda aynı karanlığın içinde akıbetlerine isyan durumundadırlar!

Modernizme ve moderniteye aynı anlama gelmek üzere aydınlanmaya hücumla Kürtlere aydınlık günler geleceği masalına kendilerini esir ettiler ve akıl bozmanın öteki adı olan post-modernizmin sadık kulları oldular!

Günahları çoktur ve arınmaları mümkün değildir!

Kemalist cumhuriyet de modernist ve aydınlanmacı idi ve Kemalist Cumhuriyete yönelik şiddetli ve sinsi hücumun, modernizme hücum eden post modern bir darbe ile gelmesi, bütün günahların aydınlanmaya yüklenmesi ile birliktedir ve bu bir tesadüf değildir ve hedef, tekellerin düzeni anlamında cumhuriyetin yıkılması değil, tekellere dar gelen Kemalist Cumhuriyetin yıkılması ve burjuvazinin kendi tarihinin gerisine düşen şeriata dayalı bir “modern” feodal cumhuriyetin kurulması idi; ilk kapıyı Kemalist yüksek kadrolar açmış, yine Kemalist yüksek kadroların asistanlığında dinci akımlar eliyle son kapısına kadar ilerleyip(aslında geriye doğru ilerleyip), son kapıda takılı kalmışlardır!

Gerçekte ise, Kemalist cumhuriyete hücum ile sosyalist hareketin önü tümüyle kesilmiş olacaktı, öyle ümit ediyorlardı; işte “Ergenekon” tertibi bu saldırının kod adı ve örtüsüdür!   Ancak başarılı olamamışlardır ve başarısızlıklarını “Ergenekoncu”ları serbest bırakarak teslim etmişlerdir; başarısızlıkları kalıcıdır ve bunu gizlemek için bütün işbirlikçileri hareket halindedir!

Demek ki yıkılan Ergenekon tertibinden çok, tekellerin ve işbirlikçisi ABD emperyalizminin hülyalarıdır; üstelik yıkım yeni başlamıştır, buna karşın pek fazla çare sahibi görünmemektedirler!
Peki, öyle oldu mu? Yani sosyalist hareketin önü, aydınlanmaya, aynı anlama gelmek üzere, Kemalist cumhuriyete hücum ile ortadan kaldırılabildi mi? Yoksa tam olarak başarılı olamayan bu hücum, sosyalist harekete daha fazla alan mı açmıştır ve taze kanlar da yolda mıdır?

Son tahlilde sosyalist hareketin bileşenleri,kadroları uzaydan gelmedi ve Kemalist Cumhuriyetin üzerinde kurulu olduğu bu topraklardan çıkmıştır; geleceği komünist toplum, geçmişi ise burjuva cumhuriyet olan kuşaklardan gelmiştir; gene gelecekler ve yolda oldukları görülmektedir, soruların cevapları da ellerindedir!

Her devrim, ne kadar parçalı ve kendi içinde kavgalı olursa olsun, bir sınıfın rengini taşıyor, bu doğrudur; ancak son devrim hariç, daha önceki bütün devrimlerde egemen durumda olmasa da, devrimin sahibi olan sınıfların dışında daha ileri uçlar da bulunuyor.

Almanya’da reform ve köylü savaşları döneminde, Thomas Münzer eğilimi; Büyük İngiliz Devriminde, eşitleştiriciler ve Büyük Fransız Devriminde, Babeuf yaşanan devrimleri kendi mantıklarının dışında anlıyor ve götürmeye çalışıyorlar.

Alman reformasyonu, İngiliz ve Fransız Devrimleri, kendi süreçleri içinde, Thomas Münzerle, düzleyicilerle, Babeuf ve örgütü ile de mücadele etmek zorunda kalıyorlar.

Bir Rousseau hayranlığıyla, demokrat ve pasifist bir yaklaşımla Büyük Fransız Devrimine giren Babeuf, hızla demokrat ve pasifist bakıştan kopuyor ve özel mülkiyeti reddederek, sans-culettes’larla yakın bir çizgiyi koruyarak, devrimci sosyalizmin ilk savunucuları arasına giriyor.

Engels’in hiçbir biçimde sermayenin egemenliğini ve böylece kitlelerin ezilmesini ve sınıf mücadelesini ortadan kaldırmadığını vurguladığı, hatta kapitalizmin düşünülebilecek en sinsi politik kılıfı olduğunu ve bu kılıfı bir kez eline geçirdikten sonra iktidarını son derece güvenli ve sağlam kurduğunu ve ne kişilerinde ne de kurumlarında ve ne de partilerinde hiçbir değişikliğin, bu iktidarı sarsamayacağını vurguladığı burjuva cumhuriyetin, işçi sınıfının ve partisinin egemenliğe ulaşabileceği en elverişli siyasal zemin olduğunu ifade etmesi tesadüf değildir; tesadüf olmadığını başka ifadeleriyle de göstermiştir;

Engels’e göre, burjuva cumhuriyet, kaçınılmaz olarak sınıf mücadelesini o denli genişletip, geliştirip, ortaya çıkarıp, keskinleştirir ki, ezilen kitlelerin kendi çıkarlarını tatmin etme olanağı bir kez doğar doğmaz, bu olanak, kaçınılmaz olarak ve yalnızca proletarya diktatörlüğünde, bu kitlelerin proletarya tarafından yönetilmesinde gerçekleşir.

İşte çürümesini ve can çekişmesini durdurabilmek, durduramasa da, en azından toplumunu çürüterek ölümünü sonsuza kadar geciktirmek için, tek çaresi olan, yani kapitalizmi burjuvazinin kendi tarihinin de gerisine, yani ortaçağa götürmekten başka, dolayısıyla sosyalist hareketi bir ortaçağ karanlığına hapsetmekten başka çaresi kalmayan emperyalist kapitalizmin ve işbirlikçisi 12 Eylül rejiminin, Kemalist cumhuriyeti yıkarak, Kemalist cumhuriyeti aşmak isteyenlerin yani sosyalist hareketin önünü kesebileceklerini hesab etmeleri bu gerçekle bağlıdır ve emperyalistler açısından çok normaldir!

Ancak sosyalistlerin bunun mümkün olabileceğine inanmaları ve bu Amerikan rüyasının peşinden gitmeleri normal değildir ve gerçekten de sınıf gözlüğüyle, bilimin aydınlatıcı ufku ile bakan sosyalistler, bu Amerikan rüyasının peşinden gitmiyorlar; tam tersine, bu rüyayı darmaduman edeceklerinin bilinci ile ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin, yani 12 Eylül rejiminin en son yönetiminin ve bilumum işbirlikçilerinin karşısına dikilmeyi en devrimci iş olarak görüyorlar, hep gördüler!

Evet, emperyalist ABD’nin ve Türkiye’nin zenginlerinin, tekellerinin baktıkları yer tam burasıdır; ancak sosyalistlerin baktığı yer gelişmenin diyalektiğidir, yani ileriye doğru seyridir ve bu, daha zihin açıcı ve belirleyicidir; sosyalistlere, emperyalistlerin bu güce hiç bir zaman ulaşamayacaklarını umut edebilecek iyimserliğe sahip olma gücünü vermektedir!  

Bunu her zaman belirttik ve şimdi bunu emperyalistlerin de, Türkiye’nin tekellerinin de görmeye, en azından duymaya başladıkları açıktır! Duymayan, ona bu şansı vermek için önünü açan güçlerin çoktan tasfiye kararı aldıkları AKP nin ve Hükümetin başı RTE ve onda hâlâ ikbal görenlerdir!

Körlüğü politika sayanlardan daha körü yoktur! Ancak körlüğü politika saymakla aydınlığın üzeri karartılamıyor!

Fikret uzun



DERS-III

Dünyada ve Türkiye’de tarihin değiştiğini ve hızlandığını söyleyeli çok oluyor; henüz kendini tam olarak göstermemişti ancak işaretleri vardı; tarih,değiştiğini ve hızlandığını şimdi çok daha açıklıkla göstermektedir!

Diğer yandan, bu değişimin ve hızlanmanın Post Erdoğan dönemine kapı açtığının işaretlerini verdiğini de söylemiştik ve şimdi bunu da görüyoruz ki RTE’siz ama AKP’li bir dönemin tercih edildiği, RTE’ nin yerine de GÜL’ün ikame edilmek istendiği de işaretler arasındadır!

Şimdi yeni düzene açılacak sanılan son kapının önünde, RTE’ye karşı yeni ittifaklara ve yeni uzlaşmalara, kasetler ve dinlemeler eşliğinde bir yol açılmaktadır!

Ancak aynı kapının eşiğinde, yıllarca o kapının arkasındaki ortaçağ karanlığına yuvarlamak üzere sürüklenen iyiden, güzelden, aydınlıktan yana bütün güçlerin birbirlerinden bağımsız birikmişliği var ve artık birbirlerine bu 11 yılda kalın ipliklerle bağlanmışlardır ve kapıyı tutuyorlar.

Dışarıda ise,11 yıl önce RTE’nin ve AKP’nin iktidara getirilmesi için yol açan ve bugüne taşınmasında aktif rol alan aynı ekip, şimdi RTE’ ye yolları kapatmak için hareket halindedir!

Aslında yollar kendilerine de kapalıdır ve yaptıkları bu kapalı yolları açma çabasıdır!

Bunu sözde, “Ergenekoncu”lar yapacaktı, AKP-RTE- Fetullahi tarikat ve dışarıdaki ekipmanların da yardımı ile zindana atıldılar ve şimdi aynı ekip, Fetullahi örgüt de içinde, Edelman, Abromovitz, Henry Barkey vb. AKP’ye değil ama RTE’ye bütün kapıları kapatmışlardır; hangi kapıyı açmaya çalıştıkları ise pek yakında belli olacaktır!

Tarihin değişmesi ve hızlanmasında ise, öncesindekiler de az önemli olmamakla birlikte belirleyici olan Gezi direnişinin yarattığı toprak kaymasıdır!   Gezi direnişi, AKP-RTE ve işbirlikçilerinin son kapısında takılı kaldıkları yeni düzenin ayaklarının altındaki toprağı olduğu kadar, RTE-AKP ye iktidar kapılarını açan ve bu günlere getiren dış ekipmanların da ayaklarının altındaki toprağı kaydırdı!

Bu ise, 12 Eylül rejiminin Kemalist yönetimini değiştirip, dinci akımların yönetime getirilmesi ve Kemalist düzenin, şeriata dayalı bir ortaçağ düzeni ile değiştirilmesi yönündeki restorasyonun ifadesi olan Türkiye’nin tama olarak gerçekleştirilemeyen yeni düzeninin takılı kaldığı son kapısında yeni bir restorasyonu zorunlu kıldı!

AKP yi saklı tutup, RTE’ye kapıların kapanması ve eski düzenin kadrolarının geri çağırılması bu restorasyonun içindedir!

Şimdi hem sermaye sınıfının cephesinde, hem de cumhuriyetçi ve sol güçler cephesinde bir “yeni dönem” tartışması yapıldığı görülmektedir!

Sermaye cephesi açısından, AKP’nin sırtından atılan bir RTE sonrasının düşünüldüğü, en azından tercih edildiği açıktır; ancak AKP ‘yi sırtına yükleyerek Gül-Kılıçdaroğlu-Fetullahi örgüt ve Tüsiad patronlarından oluşan bir ittifak ile RTE sonrası dönemde yeni düzenin son kapısının da açılarak, yeni düzene geçilmesi pek mümkün görünmemektedir; en azından kolay görünmemektedir!

Başka ifadeyle, AKP- RTE ile önemli yol kat etse de, Gezi direnişiyle temelleri hasar gören ve sonuca ulaştırılamayan gerici programlarını, sermaye cephesinin hükümetteki kısmi rötuşlarla tekrar yürürlüğe koymaları mümkün görünmemektedir!

İşte bütün mesele buradadır ve bu durum bizi “restorasyon” olgusu ve kavramı ile karşı karşıya getirmektedir!

Her devrim, belli bir aşamada, kendi merkez gücünün koruyabileceğinden daha uç noktalara kadar uzanmak durumuyla karşı karşıya geliyor. Bu fiziksel bir durumdur; amaçsal bir yorumu da yapılabilir. Tıpkı savaşlarda tutulacak toprakları sağlama almak için zaman zaman daha ileri mevzilere akınlar düzenlenmesi türünden, devrimlerde de sonradan geri çekilmek üzere, kendi mantığının uçlarının açıldığı görülüyor.

Geriye çekilmek ve asıl toprakları tahkim etmek kaçınılmaz oluyor; bu da, ”restorasyon” üzerinde enine boyuna düşünmeyi gerektiriyor.

Marx’ın karşı-devrimin de devrim olduğunu yazmasına benzer bir biçimde, Roma Tarihi tarihçisi Mommsen de, ”restorasyon her zaman revolüsyon”dur, diye yazıyor ve Gracchi kardeşlerin devriminden sonra, eski yönetimin değil, eski yöneticinin iade edilmesi olgusu üzerinde duruyor. Hill de, Büyük İngiliz Devriminden sonraki restorasyonda, buna Şanlı Devrim deniyor, 1660 yılında,”eski devlet değil, sadece süs donanımı restore edildi” diyor.

Dar ve has anlamda restorasyon, yapılan devrimi pekiştirme işidir; bu nedenle devrim platformunda kalıyor.

Restorasyon süreçleri, genellikle devrim başlangıçlarını aratmayan bir kanlılıkla başlıyor; aynı zamanda, özgürlüklerin restorasyonu izlenimini de veriyor. Fransız devriminde Thermidor Darbesi, devrimin geriye doğru çekilmesinin başlangıcı sayılabilir; çağdaşları hiç de öyle algılamıyorlar. Sans –Culettes’lar, Babeuf, bu darbeyle hapisten çıkıyorlar.

Jakobenler, kendi düşüşlerini ve Thermidor’u, bilinçsizlikle hazırlama süreci içinde, kendi solunu hapse atıyor ve Thermidor, önce hapishaneleri boşaltıyor ve
Robespierre’le arkadaşlarını giyotine gönderiyor; ancak bu, hapishanelerin kapılarının açılması yanında, en azından, çağdaşları için ikinci planda kalıyor.

Bütün bunlar, burjuva devrimleri ile restorasyonları arasında bir “devamlılık ilişkisi” bulunduğunu gösteriyor.

Burjuva toplumlarındaki devrimler ile restorasyonlar arasındaki bu devamlılığı, “Hasat için olgunlaşmış burjuva kazanımlarını elde etmek için bile, tamı tamına 1793 tarihinde Fransa’da ve 1848 tarihinde Almanya’da olduğu gibi, ihtilalin önemli ölçüde daha ileriye götürülme zorunluluğu, bir geri çekilmeyi de kaçınılmaz yapıyor.” Sözleriyle ifade eden Engels, şunları da ekliyor,“işte böyle, ihtilal eyleminin bu aşırılığı üzerine zorunlu olarak burjuvazinin tutabileceği noktanın da gerisine giden kaçınılmaz reaksiyon geliyor.” Burjuvazi alanı zapt etmek için önce ileriye uzanıyor; arkasından, geriye çekiliyor.

Restorasyon’un burjuva devrimini pekiştirdiği konusunda tarihçilerin hemfikir olduğunu biliyoruz; her durumda, eski düzenin temsilcilerinin yeni düzenin yönetici sınıflarıyla ittifak yapmaları anlamına geliyor. Bu anlamda, eski ideolojiler ve eski düzen öğeleri de geri dönüyorlar; ancak, karşı – devrimin Cumhuriyetin ve kadrolarının üzerinde yarattığı ağır tahribat nedeniyle, yeni düzene aktarılan eski öğeler, son derece vasıfsız ve iradesiz kadrolardır!

Ve şimdi, eski rejimin, maruz kaldığı ağır tahribat bir yana, kesinkes yıkılmamış olduğunu ve AKP çökerken, Cumhuriyet’in yeniden yükselmekte olduğunu görüyoruz! Tam olarak yükselir mi bilemiyoruz!

Gördüklerimizle,bugün işleyenin, Cumhuriyet’in yıkılışının dinamikleri mi,yoksa Cumhuriyet’in çöküşünü telafi edecek bir “yeni kuruluşun dinamikleri”mi olduğunu net olarak belirlemek mümkün görünmemektedir.

Bu gün gelinen noktada, Türkiye’nin restorasyon mekanizmasının restoratör adayları arasında Kemalistler yok; Kemalistler, yeniden hayat bulacağı tabanda ve sokak eylemlerinde diriliyor.

Gezi ayaklanması ile bugün Erdoğan’ın karşısında yükselen muhalefetin, kuruculuk vasfı taşımaya aday yeni cumhuriyetçi muhalefet olduğu artık açıkça görülüyor!

Diğer yandan, Türkiye’nin geldiği bu günkü noktada, restorasyon mekanizmasını tedrici düzenlemelerle işletecek bir ekonomik, siyasal ve ideolojik zeminin olmadığı da görülüyor; en azından zayıftır; bu nedenle, ufukta bir restorasyondan çok, yeni bir kuruluşun parladığını düşünmek daha akla yatkındır.

Demek ki, bu topraklar radikal çözümlere ve tartışmalara gebedir. Daha ileri uçlar, belki Baböf’ler yoldadır; bu topraklardan ve bu sıkışmışlıktan çıkacaktır!

Gezi direnişi ve bu direnişin bitmediğini, daha da pekiştiğini ve bundan daha da çok korkulduğu, Berkin çocuğun cenazesinin meydan okuması ile görülmüştür ki bu, yönetenlerin çaresizliğinin dışa vurmasıdır ve bize ufuktan bir ebenin geldiğinin işaretlerini vermektedir!

Bu geri çekilme, eski düzeni geri çağırma, 12 Eylül rejiminin devamlılığı içinde ve daha sert, bir Thermidor hamlesine alan açmak için olduğu hemen hemen aşikâr; ancak bu alanın açılabilmesi pek mümkün görünmüyor;en azından oldukça zor olduğu görülüyor!

Eski düzen,yani Kemalist Cumhuriyet,bütün kadroları ve kurumları ile birlikte ağır bir tahribata uğradı; yeni düzen ise güçsüz olduğunu bu gün itibarıyla net olarak gösterdi ve belirleyici olan emek sürecinin biriktirdikleri ile birlikte tabandan AKP-RTE muhalifliğinden öte ve eski düzenden daha fazlasının istendiğinin işaretlerini veren bir yeni kuruluşun yükseldiğini de görebiliyoruz; öyleyse ilerleyemeyen yeni düzeni, bir adım geri atarak ilerletmek için, eski düzeni geri çekenlerin gücü, bundan sonraki adımlarını sessiz sedasız atarak yeni düzeni ilerletmeleri ve tamamlamaları mümkün görünmemektedir; geri çağırılan eski düzenin devlet katındaki kadrolarından kalanların da buna yetmeyeceği ortadadır; diğer yandan,eski düzenin ideolojik,politik ve ekonomik kurumlarının uğradığı ağır tahribat, bu kurumlar üzerinde ,bu sessiz sedasız atılacak adımları kolaylaştıracak bir tamiratı mümkün kılmamaktadır!

Öyleyse belirleyici olan zaten belirleyicidir ve buna tabandan yükselen cumhuriyeti ve daha ötesi ile birlikte kurma potansiyelinin belirleyiciliğinin eklenmesi ile ortaya çıkan gücün, mutlak olmasa da kuvvetle muhtemel ve mümkün bir belirleyici olduğu kendiliğinden anlaşılır bir olgudur!

Tam burada şunu hatırlamak gerek ki bu, tarih aracıyla yeni durumun tahlilini kolaylaştırmak demektir:

İngilizlerin büyük devrimi, 1640, yöneten sınıflar arasındaki kavga ile başlıyor.

Tarihçiler arasında, Fransız Devriminin de bir asiller revolüsyonu ile başladığı konusunda fikir birliği olduğu biliniyor.

En tepede, yönetenler arasındaki kavga, büyük hacimli bir su kütlesini tutan bentlerin yıkılmasına benziyor; bentler, hiçbir zaman birden bire yıkılmıyor; önce sızıntılar, sonra akıntılar ve ardından sel geliyor.

Yöneticilerin ihtilafından ve bunların daha aşağı sınıfları kazanma çabasından başlayan devrimci süreçte, yönetim bir süre, sürekli olarak daha alt tabakalara geçiyor ve aynı anlama gelmek üzere, radikalleşiyor; bu, devrimin derinleşmesi sürecidir; bununla birlikte devrimi asıl başlatan üst sınıflar, bu kez, yolunu açtıkları sürecin aktığı kanallardan ürkerek durdurmaya ve geri çekmeye başlıyorlar.

İç savaş, bu nedenle eski rejimi devirmekten daha çok, devrimci süreçteki bu iki ters akımın çarpışması oluyor.

Marx, 1789 ve 1848 devrimlerinin pratiğinden, devrimlerin sürekliliği düşüncesine ulaşıyor. Bu düşüncenin özü, başlayan devrimin, basamak basamak derinleşmesi ve daha radikal sınıf ve programların yönetimine girmesidir.


Devrimin, kendi sınıf çizgisinde basamak basamak radikalleşmesi, somutta ve politik durumda ikili iktidar olgusunun ortaya çıkmasına yol açıyor. Ekim devriminde bu çok nettir ve en çok bilinen ikili iktidar durumunu anlatıyor.

Tarihçi Hill, 1640 İngiliz devrimi ile ilgili olarak,”şimdi ülkede iki iktidar merkezi var “diye yazıyor. Ekim Devriminde Sovyetler ve Hükümet olarak ortaya çıkan ikili iktidar yapısı, Fransız devriminde meclis hükümetleri ve Jakoben Kulüpler biçiminde kendisini gösteriyor.

Hiçbir devlet, ikili iktidara tahammül edemez.

Devlet olmak, iktidarın tek merkezde toplanmasıyla mümkündür.

İki iktidar merkezi, ya iç savaş demektir, ya da iç savaşa çağrı olmaktadır.

Öyleyse ufukta daha ileri bir devrime açılan, çaresiz bir restorasyona karşı çaresi çoktan birikmiş bir revolüsyonu karşı karşıya getirecek bir iç savaş görünüyor ve baş aktörlerinin eninde sonunda Kürt ve Türk emekçileri olacağı öteden beri görülüyor!

Bu ders için kimseden teşekkür beklemiyorum, akıllarını kullanmak ve başkalarına ait düşüncelerden kurtulmak için en az bir kez eleştirel bir irdeleme ile okumaları ve eksik veya yanlış isem beni aydınlatmaları en büyük teşekkür olacaktır!

Olmadı mı, hiç fark etmez tarihe not düşmek de bir derstir ve bu ders dâhil, daha birçok dersin kaynağında tarihe düşülen ve hâlâ yol gösterici olan notlar vardır ki, bu derslerin en son kavgaya kadar tarihe ve hep not edileceğini kimse unutmamalıdır!

Hiçbir yeni gün geçmişinden ve geleceğinden bağımsız değildir; dolayısıyla bütün yenilerin ve/veya yeniye yönelmiş yeni günlerin geçmişi, eski ve geridir; geleceği ise yepyeni ve ileridir ki bu da, tarihe düşülen notlarla sabittir!

Ders bitmez ama   dersimiz burada bitmiştir!

Fikret Uzun







Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör AKP ve Ergenekon. melnur 0 2240 07.12.2018- 08:10
Konu Klasör Ergenekon ve düşündürdükleri melnur 2 5133 23.02.2019- 11:53
Konu Klasör Ergenekon dökümü melnur 0 3777 08.08.2013- 21:27
Konu Klasör Post-Ergenekon melnur 0 3359 15.08.2013- 10:29
Konu Klasör Ergenekon kararı dayanışma 2 4180 05.04.2014- 01:00
Etiketler   ERGENEKON,   DERSLERİ
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS