SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
İsyanın yıl dönümü söyleşileri           (gösterim sayısı: 3.365)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 26.05.2014- 19:31


Ferda Koç: Haziran bir iktidar eleştirisiydi, yeni isyan muhalefeti de eleştirecek (İsyanın yıl dönümü söyleşileri I)

Ferda Koç


Haziran İsyanı’nın üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl içinde yaşananlarla, özellikle 17 Aralık operasyonu ve 30 Mart yerel seçimler süreci ile İsyan’ın etkileri arasında nasıl bir bağlantı vardı? Sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? İsyan’a katılan kitlelerin seçimlerde büyük beklentiye girip 30 Mart’tan bir moral bozukluğu ile çıkmaları bir çelişki değil mi? İsyan’ın önümüzdeki sürece olası etkileri nelerdir? “İsyan’ın yıldönümü söyleşileri” başlığı altında yaptığımız söyleşilerde toplumsal muhalefet açısından kritik önem taşıyan bu sorulara yanıt arıyoruz. İlk söyleşimiz yazarımız Ferda Koç’la…

* * *

YIĞINLAR, SOKAKTAKİ “İKTİDARIN” DEVLET İKTİDARINI DEĞİŞTİRMEYE YETMEDİĞİNİ DENEYİMLEDİLER VE GERİ ÇEKİLDİLER

HAREKETİN BİLEŞENLERİ “HAZİRAN KAVŞAĞINDA” BULUŞTULAR VE İSYANIN SICAK GÜNLERİ GERİDE KALDIĞINDA KENDİ “KULVARLARINA” DÖNDÜLER

CHP VE HDP, SOKAKTA OLUŞAN HALK İNİSİYATİFİNİ SİYASİ ALANA BİR “KURUCU İRADE” OLARAK SOKMAKTAN KAÇINDI

17 ARALIK ALATURKA BİR “DEVRİM HIRSIZLIĞI” OLARAK GERÇEKLEŞTİ

AKP’NİN İSYANCILARA KURDUĞU TUZAK: CHP’NİN PEŞİNE TAKILMAK

“ÖZGÜRLÜK VE SAYGI” HAREKETİ OLARAK PATLAK VEREN HAZİRAN İSYANI, BERKİN’İN ÖLÜMÜYLE, BİR “VİCDAN HAREKETİ” NİTELİĞİNİ DE KAZANDI

İSYANI DAYANDIĞI SINIRLARIN ÖTESİNE TAŞIYACAK BİR HAZIRLIK İÇİNDE OLMALIYIZ

HAZİRAN BİR “İKTİDAR ELEŞTİRİSİ” OLARAK GERÇEKLEŞTİ, BİR SONRAKİ İSYAN AYNI ZAMANDA “MUHALEFET ELEŞTİRİSİ” OLARAK YAŞANACAK

* * *

Sendika.Org: Haziran İsyanı’nın yıldönümü yaklaşıyor. Sizin değerlendirmenize göre isyanın bir yıllık politik bilançosu ne ve 17 Aralık ve 30 Mart seçimlerini bu bilançodaki yeri ne oldu?

Ferda Koç: Haziran’da harekete geçen yığınlar, AKP iktidarını “sokaktan sınırlandırmayı” hedeflediler ve bunu başardılar. İsyan sırasında sokakları, meydanları dolduran, polisin vahşi şiddetinin karşısına dikilen yığınlar, sokaktaki “iktidarın” devlet iktidarını değiştirmeye yetmediğini deneyimlediler ve geri çekildiler. İsyanın polis şiddeti karşısındaki geri çekilişi, mutlak bir “yenilgi” olmadı. Haziran İsyanı, AKP iktidarına karşı gelişen halk muhalefetinin kendisinden sonraki biçimlerini belirleyen bir dönüm noktası olarak tarihsel nitelik kazandı. Halk, Haziran İsyanı ile birlikte, neoliberal saldırıların faşizme rağmen durdurulabileceği bilincini edindi. İsyan içerisinde oluşan kitlesel hareket biçimleri ve mücadele organları, yani yasaklı kent meydanlarını hedefleyen yürüyüşler, polis zorbalığına karşı militan direnişler, forumlar ve değişik temalarla oluşturulan “isyan ocakları” (Armutlu Direnişi, ODTÜ-Yüzüncü Yıl İnisiyatifi, Kuzey Ormanları Savunması) halk muhalefetinin bugününe damgasını vuruyor.

HAZİRAN KAVŞAĞINDA BULUŞANLAR KULVARLARINA DÖNDÜ

Ancak Haziran İsyanı’nda AKP iktidarının karşısına dikilen geniş yelpazenin politik çeşitliliğini kucaklayarak iktidar mücadelesinin temeli haline getirmeye yönelen bir ortak inisiyatif gelişmedi. Kaynağını Haziran İsyanı’ndan alan etkili bir politik inşa hareketi ortaya çıkmadı. Hareketin bileşenleri “Haziran Kavşağında” buluştular ve isyanın tüm ülkeyi kuşatan sıcak günleri geride kaldığında kendi “kulvarlarına” döndüler. Bu noktadan sonra istenir ve beklenir olan, dönülen “kulvarların” isyanın deneyimi ışığında elden geçirilmesine yönelik güçlü bir baskının oluşmasıydı, ancak böyle bir baskı da şimdiye kadar ortaya çıkmış değil.

Dolayısıyla Haziran İsyanı, demokratik halk muhalefetinin programına, eylem ve örgütlenme tarzına niteliksel katkılarda bulunmakla birlikte, politik yapılanmasında elle tutulur bir ilerleme yaratamadığını görmemiz gerekiyor.

AKP İKİNCİLLEŞTİRMEYE, CHP VE HDP İSTİFADE ETMEYE ÇALIŞTI

AKP iktidarı, halk muhalefetinin isyan biçimini kendisine yönelen asıl tehdit olarak algıladı ve bu tehdidi zayıflatmayı ve ortadan kaldırmayı hedefleyen bir denetim stratejisi ile hareket etti. Haziran İsyanı’nın ilk günlerinden itibaren AKP’nin sandığı iktidar meşruiyetinin tek kaynağı olarak sunması ve halk isyanını devlet ve kurumsal siyaset içi bir çatışmanın “sokağa yansıması” olarak ikincilleştirmeye çalışması bu stratejinin temel unsurlarını oluşturdu.

Başta CHP ve HDP olmak üzere “sol” muhalefetin temsil odakları, sokakta oluşan ve AKP iktidarını sınırlandıran halk inisiyatifini siyasi mücadele alanına bir “kurucu irade” olarak sokmaktan özel olarak kaçındılar, isyanın yarattığı iklimden sandıkta yararlanmayı temel alan bir çizgi izlediler.

17 ARALIK ALATURKA BİR “DEVRİM HIRSIZLIĞI” OLARAK GELİŞTİ

17 Aralık skandalı isyan dalgasının geri çekildiği bir ortamda devreye girdi ve AKP iktidarına karşı mücadeleyi “derin ilişkilere”, yüksek istihbarat teknolojisi ve yüksek bürokrasinin kapalı kapılarının ardına odaklayan alaturka bir “devrim hırsızlığı” olarak gerçekleşti. AKP iktidarını sokaktaki kahramanlıklarına karşın düşüremeyen yığınlar, iktidar içindeki bu çatışmanın üreteceği siyasi sonuçları “beklemeye” başladılar.   CHP-MHP-Cemaat arasında bir “esnek koalisyon” yaratılarak AKP’nin sandıkta yenilgiye uğratılması ve bu yolla AKP iktidarının çözülme sürecinde yeni bir mesafenin alınması Haziran İsyanı kitlesine “aklın yolu” olarak sunulabildi ve kabul ettirilebildi.

AKP’NİN KURDUĞU TUZAK: CHP’NİN PEŞİNE TAKILMAK

AKP Haziran İsyancılarına, “sokaktan çekil sandığa gel” demişti; büyük kitlesi itibariyle CHP’ye oy veren isyancı güçler, 17 Aralık skandalıyla belirlenen siyasi atmosfer içerisinde CHP’nin peşine takılmaktan kendilerini alamadılar ve pratik olarak AKP’nin kurduğu bu tuzağa düştüler.

Bu somut öykü ışığında bir yıllık politik pratiğin, kurumsal siyaset ile Haziran İsyanı’nın politik düzlemleri arasındaki “uzlaşmazlığı” ortaya koyduğunu düşünüyorum.

Hareketin çizgisini, “sınırlarını sosyalistlerin çizdiği AKP karşıtlığı” olarak tanımlamıştınız. İsyana katılan kitlelerin bir yıllık reflekslerini yine bu doğrultuda değerlendirebilir miyiz?

İsyanın sol muhalefetin içeriğine yeni bir “ortalama” kazandırdığını ve bu ortalamanın Türkiye sosyalist hareketinin tarihsel ortalaması ile örtüştüğünü halen söyleyebiliriz. Haziran İsyanı sol muhalefet güçleri içindeki devletçi, ırkçı, otoriter çarpılmaları marjinalize etti. “Ergenekon solu”nun AKP’nin yedeğine düşmesini bu marjinalizasyonun yarattığı bir sonuç olarak kavrıyorum. Haziran İsyanı’nın Türkiye’de sol siyasetin içeriğine verdiği bu ayarın orta vadede etkili olacağı kanısındayım.

ÖZGÜRLÜK, SAYGI, VİCDAN…

30 Mart ve 1 Mayıs’ta açığa çıkan manzaraya bakarak, hükümetin İsyan’ın rövanşını aldığı sonucuna varılabilir mi? Sizce toplumsal muhalefet açısından 31 Mayıs 2013’te başlayan süreç kapanmış mıdır?


30 Mart seçimlerinin Haziran İsyanı’nın kitlesi için bir “yenilmişlik” duygusu yarattığı açık. 1 Mayıs 2014 direnişinin AKP iktidarı tarafından bu kadar kolay yönetilebilmesinde bu yenilmişlik duygusunun ciddi bir rol oynadığını yadsıyamayız. Ancak, Haziran İsyanı’nın arkasında bir seçim başarısı değil, uzun yıllardır mayalanan bir direniş kültürü bulunuyordu. Bu direniş kültürü üzerinde açan çiçek bir seçim yenilgisiyle solmaz.

Aksine bugün, Haziran’da çiçek açan direniş kültürünün Haziran’da harekete geçmeyen toplumsal direniş zeminlerine de yansıdığını görüyoruz. Kazova, Greif, Yatağan, Seyitömer, Anteks gibi işçi direnişlerinde bu yeni direniş kültürünün etkisi belirgin bir biçimde gözlenebiliyor.

LİSELİLER ÖZEL BİR YER TUTUYOR

Haziran İsyanı devam eden, yeni nitelikler kazanan, yeni kitlelerle buluşma eğilimi gösteren   bir süreçtir. Bir “Özgürlük ve Saygı” hareketi olarak patlak veren Haziran İsyanı, Berkin Elvan’ın ölümüyle birlikte, aynı zamanda bir “vicdan hareketi” niteliğini de kazandı. Haziran İsyanı’nın Soma Katliamı’nın arkasından gelişen toplumsal tepkiyle bağını bir “vicdan hareketi” olarak kurmasına ve bu tepki dalgasında liselilerin tuttuğu özel yere dikkat etmeliyiz. Liseli gençler, isyan kitlesinin genişleyen “bir kanadı” olarak kendilerini gösterdiler. Hareket, liseli enerjisinin yoğun olarak hissedildiği bir tarzda Kürdistan coğrafyasına da nüfuz etmeye başladı. Üniversitelerde gelişen işgal hareketleriyle birlikte gençlik hareketinde de bir Haziran sonrası tarih trendinin yaşandığı görülüyor.

Haziran İsyanı’nın işçi sınıfı mücadelesine yeni bir bakış açısı, yeni hedefler ve yeni bir seferberlik duygusu kazandırabileceği Soma Katliamı’nın ardından gelişen süreçte görülmüştür. Bu olgu, İsyan’ın “eğitimli nüfus ve dışlanan kümeler”le sınırlanabileceği yönündeki kaygıların yersizliğini ortaya koymaktadır. Neoliberal barbarlık koşulları altında süregitmekte olan sınıflar mücadelesi, işçi sınıfının iç çelişkilerinin yarattığı kilitlenmelerin aşılabilmesinin imkanlarını da sürekli olarak yeniden üretmektedir.

İSYANI DAYANDIĞI SINIRLARIN ÖTESİNE TAŞIYACAK BİR HAZIRLIK İÇİNDE OLMALIYIZ

Kendisinden sonraki bütün toplumsal direniş hareketlerine rengini veren ve sürekli olarak yeni “değerler” kazanan Haziran İsyanı’nın “defterinin kapandığını” söylemek mümkün değildir. Geri çekilme ve ileri atılma momentleriyle halen sürmekte olan Haziran İsyanı’nın, yeni sıfatlar ve yeni kitlelerle kucaklaşarak sınıfsal içeriğini mantıki sınırlarına kadar ilerletmesi mümkündür. Bu nedenle içinde bulunduğumuz anın temel görevi “geçmişin muhasebesini” çıkarmak, “Haziran’ın mirasını” ne yapacağımızı düşünmek değil, Haziran İsyanı’nı dayandığı sınırların ötesine taşıyacak anları karşılayacak bir hazırlık içinde olmaktır.

Sizce sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? “Hareketin siyasi merkezi yok” demiştiniz. Hala da aynı sorun sürüyor. Sosyalistlerin bu konudaki girişim ve tartışmalarına ilişkin değerlendirmeniz nedir?

İlerici toplumsal ve politik muhalefetin örgüt ve kadrolarının Haziran İsyanı’nda harekete geçen yığınlara “değdiği” ancak bu yığınların ideolojik-politik-örgütsel evriminde etkili olamadığı ortada.   Ancak tren kaçmış değildir; neoliberalizme ve faşizme karşı gelişen bu çaptaki bir halk isyanının yığınların bilincinde köklü değişiklikler meydana getirmeden sönüp gitmesi beklenmemelidir. Bu çaptaki bir halk isyanı, içinde yer alan kuşağı olduğu kadar, kendisinden sonra gelen kuşakları da etkileyecek bir tarihsel esin kaynağıdır. Hareketin neoliberalizm ve faşizme karşı eşitlikçi, özgürlükçü, ekolojist, cinsiyet özgürlükçü karakteriyle yeni bir “ilerici kültür” zemini kurduğunu ve bu zeminin bugünün sosyalist   politik pozisyonu tanımladığını görmemiz gerekir. Sosyalistlerin Haziran İsyanı’nın açığa çıkardığı toplumsal dönüşüm dinamikleriyle kuracağı ilişkinin başlangıç noktalarından birisi buradadır.

SIÇRAMA, MEVCUT KONUMUN TERK EDİLMESİNİ GEREKTİRİYOR


Hareketin bir siyasi merkezi yoktu. Beklenir ve istenir olan hareketin kendisinin bir siyasi merkez oluşturmasıydı. Ancak Türkiye sol hareketinin temel bileşenleri bulundukları yeri terk etmelerini gerektirecek böyle bir sıçramanın objektif ve sübjektif imkanlarına sahip değildi. Böyle bir sıçramanın gerçekleşebilmesi için önemli sol güçlerin bulundukları konumdan rahatsız olmaları gerekiyordu. Ne yazık ki, “varlığını korumaya” odaklanmış olan Türkiye solu ile “konumunu korumaya” odaklanmış olan Kürt hareketi için böyle bir “rahatsızlık” yoktu. Ancak isyan günlerinde her iki tarafta da bu “rahatsızlık” hissi uyandı. Bu rahatsızlıklarımızı geleceğe ışık tutan bir başka hareket noktası haline getirebiliriz.

Kürt siyasi hareketinin ve CHP’nin isyanla kurduğu ilişkinin bir yıllık karnesi sizce nedir?

Haziran İsyanı’nın yaygın kitlesinin seçimi olan CHP, kendi içine ve siyasi mücadele alanına ilişkin olarak yakaladığı muazzam bir tarihsel fırsatı Cemaat ve MHP ile koalisyona yönelerek hovardaca harcadı. Kürt siyasi hareketinin isyanla ilişkisi ise monolitik bir tablo oluşturmuyor. Hareketin değişik sektörleri, isyan süreciyle birbirinden farklı ilişkiler kurdu. Toplamdan baktığımızda Kürt hareketinde ciddiye alınması gereken bir “yakınsama çabası” olduğunu düşünüyorum. Bunu, Haziran İsyanı sırasında DTK’nın en sıcak gündeminin Diyarbakır Ticaret Odası Seçimleri olduğunu, yasal Kürt siyasetinde söz sahibi olan kadroların ciddi bir bölümünün hareket hakkında “resmi görüş”ün aksine bir “tehdit” algısıyla davrandıklarını bilerek söylüyorum. Kalekol inşaatlarına karşı geliştirilen direnişlerden, Hevsel Direnişi’ne kadar birçok örnekte Haziran havasını soluyoruz. Aynı isyan havası her iki tarafta da solunduğu sürece, iki süreci birbiriyle kaynaştıracak dip akıntılarının güçleneceğini düşünüyorum.

LİSELİ KÜRT YURTSEVER GENÇLİĞİN ESTİRDİĞİ RÜZGAR

Bu olumlu beklentinin bir karşılığının olduğunu da aslında Berkin Elvan’ın ölümünden bu yana yaşıyoruz. Berkin Elvan protestolarında, Haziran İsyanı havasının Kürdistan coğrafyasına yayıldığını gördük. Özellikle liseli Kürt yurtsever gençliğinin estirdiği bu rüzgarın gelip geçici olmadığı, Kürdistan’daki Soma Katliamı protestolarında da görüldü.

Önümüzdeki dönemde yeni “Haziran”lar bekliyor musunuz? Yeni seçim süreçlerinin belirleyiciliğinde şekillenen siyasal alanda, İsyan’ın yeri ve etkisi nedir?

AKP faşizmine karşı direnişi bir varlık yokluk sorunu olarak hisseden çok geniş halk kesimleri var. Eğitimli güvencesiz “ücretliler”, kadınlar, Aleviler, üniversite öğrencileri, LGBT’ler… AKP iktidarı “sandıksal” ve “bürokratik” yöntemlerle pekiştikçe “isyanla ayakta kalma” seçeneği daha da geniş bir kesim için tek geçerli yöntem haline gelecek. Halk muhalefeti şu anda yeniden küçük mevzi çarpışmalar planına geçmiş görünüyor. Ancak bu mevzi çarpışmaların Haziran öncesiyle kıyas kabul etmez bir kitlesel militanlık, politizasyon, örgütsel derinlik ve teknik kapasiteyle gelişme eğiliminde olduğunu saptamalıyız. 1 Mayıs direnişleri bunu gösterdi. Bu nedenle şimdiki direnişlerin bir öncekinin tekrarı olmayan yeni bir isyan dalgasını biriktirdiğini düşünüyorum.   Haziran İsyanı bir “iktidar eleştirisi” olarak gerçekleşti, isyanın şimdiki birikim sürecinin bir sonraki isyanın   aynı zamanda “muhalefet eleştirisi” olarak yaşanmasına yol açacağı kanısındayım.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 26.05.2014- 19:34


Metin Özuğurlu: AKP momentumu kırıldı ama ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında (İsyanın yıldönümü söyleşileri II)

Haziran İsyanı’nın üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl içinde yaşananlarla, özellikle 17 Aralık operasyonu ve 30 Mart yerel seçimler süreci ile İsyan’ın etkileri arasında nasıl bir bağlantı vardı? Sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? İsyan’a katılan kitlelerin seçimlerde büyük beklentiye girip 30 Mart’tan bir moral bozukluğu ile çıkmaları bir çelişki değil mi? İsyan’ın önümüzdeki sürece olası etkileri nelerdir? “İsyan’ın yıldönümü söyleşileri” başlığı altında yaptığımız söyleşilerde toplumsal muhalefet açısından kritik önem taşıyan bu sorulara yanıt arıyoruz. İkinci söyleşimiz Prof Dr Metin Özuğurlu’yla…

* * *

“AKP, LİDERİNİN ŞAHSİLEŞMİŞ GÜÇ KULLANIMI KONUSUNDAKİ İHTİRASLI TUTUMLARININ DA ETKİSİYLE KENDİSİNDEN BEKLENEN NORMALLEŞMEYİ GERÇEKLEŞTİRMEDİ”

“GEZİ İSYANI, SİYASAL REJİM VE SİYASAL SİSTEMİN BELİRSİZLİĞİNDE PATLAK VERMİŞTİR”

“30 MART’TA, SİYASAL REJİM TEMELİNDEKİ SAFLAŞMA, ADETA BİR REFERANDUM MOTİFİ İLE YEREL SEÇİMLERİ BELİRLEMİŞTİR”

“YA TÜRKİYE LÜBNANLAŞACAKTIR YA DA GEZİ’Yİ NORM ALAN BİR TOPLUMSAL KURULUŞ GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİR”

“SANDIĞIN MANTIĞI ORTALAMALARA/ORANLARA, SOKAĞINKİ İSE ORTAKLIKLARA/KOLEKTİFLERE YASLANIR VE DE TARİHİ, ORTALAMALAR DEĞİL ORTAKLIKLAR YAPAR”

“SOMA MADENCİ KATLİAMI, ERDOĞAN’IN ŞAHSINDAKİ SÜNNİ MEZHEP TEMSİLİNİN EMEĞİN VAHŞİ SÖMÜRÜSÜNÜ DOLAYSIZ BİR BİÇİMDE TAHKİM ETTİĞİNİ GÖZLER ÖNÜNE SERMİŞTİR”

* * *

Haziran İsyanı’nın yıldönümü yaklaşıyor. Sizce geçtiğimiz bir yıl içinde yaşananlar üzerinde, özellikle 17 Aralık ve 30 Mart seçimleri süreci ile İsyan’ın etkileri arasında nasıl bir bağlantı vardı?

Metin Özuğurlu: Aralarında doğrudan bir bağlantı olduğu açık. Haziran ya da Gezi Parkı İsyanı (aynı olgu ilkinde zamana ikincisinde mekana referansla adlandırılmış oluyor) Başbakan Tayyip Erdoğan’ı odağa alarak AKP Hükümeti’ni hedef tahtasına yatırmış bir halk isyanıydı.

Bu görüngüyle yetinirsek, Erdoğan’ın kurmuş olduğu bağlantıdan esasta farklı bir analiz yapmamış oluruz. Erdoğan için “dış destekli bir darbe girişimi” olarak Gezi İsyanı ve 17 Aralık bir ve aynı şeydir; 30 Mart ise %43 oy oranı ile Erdoğan’ın “zaferini” temsil eden bir karşı yanıt. Bu iktidar cenahının görüşü, lakin parlamenter muhalefet, farklı anlamlar yüklüyor olsa da, Gezi ve 17 Aralık’ı aynı torbaya koyan bir tutuma sahiptir.

Sosyalist solda daha dikkatli değerlendirmeler mevcut; yaygın değerlendirmeyi şöyle özetlersem, umarım fazla yanlış yapmamış olurum: Gezi, egemenlere karşı halkın; 17 Aralık ise egemenlerin kendi iç çekişmelerinin ürünüdür. 30 Mart ise “sağcılaşan CHP için hezimet iken AKP’nin sandıkta değil sokakta geriletileceğinin kanıtıdır.”

AKP, LİDERİNİN ŞAHSİLEŞMİŞ GÜÇ KULLANIMI KONUSUNDAKİ İHTİRASLI TUTUMLARININ DA ETKİSİYLE NORMALLEŞMEYİ GERÇEKLEŞTİRMEDİ

Bence bu analizler, Türkiye’nin emperyalist-kapitalist sisteme yeniden ve derin entegrasyonunu ifade eden politik süreçleri ve bu süreçte AKP’nin yerini yeteri kadar kavramayan analizler. Soru kapsamında burada sadece şunu belirtmek isterim: AKP, iktidar bloğu tarafından mevcut siyasi rejimi neoliberal gündem doğrultusunda revize etmekle yetkilendirilen, bu anlamda ANAP’ın başladığı işi tamamlaması beklenen bir koalisyon partisi idi. Rejim revizyonunu gerçekleştirdiği zaman zarfında adeta kurucu bir parti suretine bürünen AKP, liderinin şahsileşmiş güç kullanımı konusundaki ihtiraslı tutumlarının da etkisiyle kendisinden beklenen normalleşmeyi gerçekleştirmedi ve adeta yeni bir rejimin kurucu partisi gibi davranmaya başladı.

GEZİ İSYANI, SİYASAL REJİM VE SİYASAL SİSTEMİN BELİRSİZLİĞİNDE PATLAK VERMİŞTİR

İşte Gezi İsyanı’nın hedef tahtasına yatırdığı şey tam da bu olmuştur: Türkiye halkı Erdoğan ve arkadaşlarının temsil ettiği siyasal geleneğin kurucusu olacağı bir Türkiye’yi şiddetle reddettiğini dünya âleme ilan etmiştir. Gezi’nin reddettiği Türkiye, piyasa despotizminin siyasal gericilikle sentezlenip şahsileşmiş güç kullanımına yazgılı ellerde cisimleştiği ve cisimleşeceği bir Türkiye’dir! Gezi isyanı, siyasal rejim ve siyasal sistemin belirsizliğinde patlak vermiştir. Yukarıda özetlediğim görüşlerin göremediği de işte bu olgudur. Erdoğan ve arkadaşlarının Gezi İsyanından neden bu kadar korktukları ve şiddetle bastırmaya yöneldikleri de bu noktayla ilgilidir. Kendisini milletin asli değerlerinin temsilcisi olarak gören bir akıma, bu İsyan, “sizin bu topraklarla rabıtanız bir kabuk olmaktan ibarettir” demiştir.

30 MART’TA, SİYASAL REJİM TEMELİNDEKİ SAFLAŞMA, ADETA BİR REFERANDUM MOTİFİ İLE YEREL SEÇİMLERİ BELİRLEMİŞTİR

17 Aralık sürecine gelince… Bu süreç, revize edilmiş ve fakat yerleşiklik kazanamamış rejim adına, Gezi İsyanı’ndan telaşa kapılan ve iktidar bloğu içinde yer alan egemenlerin “Erdoğansız AKP” hedefiyle harekete geçme sürecidir. Bu noktada şunu saptamalıyız: son 3-4 yıldır Türkiye’deki bütün siyasal hamleler; ister sokakta, ister ses kayıtlarında, isterse de sandıkta vuku bulsun, siyasal rejim zeminindeki bir saflaşma ve hesaplaşma hamleleridir.   30 Mart’ta da aynısı olmuş, siyasal rejim temelindeki saflaşma, adeta bir referandum motifi ile yerel seçimleri belirlemiştir.

30 Mart ve 1 Mayıs’ta açığa çıkan manzaraya bakarak, hükümetin İsyan’ın rövanşını aldığı sonucuna varılabilir mi? Sizce toplumsal muhalefet açısından 31 Mayıs 2013’te başlayan süreç kapanmış mıdır?

30 Mart yerel seçimlerinin, siyasal rejim temelindeki bir saflaşma tarafından belirlendiği unutulmamalıdır. Bu bakımdan 2009 yerel ve 2011 genel seçimlerinden de farklılaşan bir seçim yaşadığımız açıktır. 30 Mart’ta 2010 Referandumunu andıran bir politik atmosfer söz konusu olmuştur. Gezi İsyanı öncesinde AKP koalisyonunun referandum saflaşmasındaki oyu %55-60 bandındaydı. Gezi İsyanı ile birlikte AKP koalisyonu çözüldü ve referandum saflaşmasındaki oy oranı 30 Mart’ta %40-45 bandına kadar geriledi. Bunun anlamı nettir: AKP’nin sandıktaki momentumu ilk kez kırılabilmiştir.

YA TÜRKİYE LÜBNANLAŞACAKTIR YA DA GEZİ’Yİ NORM ALAN BİR TOPLUMSAL KURULUŞ GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİR

Lakin vaziyet Gülhane Parkındaki ceviz ağacı gibidir; bunun “ne sen farkındasın ne de polis farkında”dır. Haziran İsyanı’ndan rövanş, ancak gerici-piyasacı bir rejim kuruluşu ile alınabilir. Gezi İsyanı Türkiye’nin bir başka seçeneği daha olduğunu dünya aleme ilan etmiştir: Ya neoliberal sermaye programının otoriter dinci bulamaçla sıvandığı bir rejim altında Türkiye Lübnanlaşacaktır ya da Gezi’yi norm alan bir toplumsal kuruluş gerçekleştirilecektir. Gezi İsyanı tam da bu nedenle günceldir. Gezi barikatlarında insanlar yeniden halklaşmaya başladılar. Gezi’deki o muazzam nicelik, birey yada grupların aritmetik toplamının değil, eylem için oluşan halk varlığının ürünüdür. Eşitlikçi ve özgürlükçü kaideler çerçevesinde halk oluşumu 31 Mayıs 2013’de başlamıştır, mücadele devam etmektedir.

İsyan, hükümete olduğu kadar parlamenter siyasete karşı da bir itirazdı, sokağı temel alan bir başka siyaset yapma yolunun ortaya konmasıydı. Öte yandan İsyan’a katılan kitlelerin seçimlerden büyük beklentiye girdiklerini ve 30 Mart’ta belli ölçüde hayal kırıklığına sürüklendiklerini gördük. Sizce sokak siyaseti ve parlamenterizm arasındaki bu çelişkili ilişkiyi nasıl değerlendirmeli?

Parlamenter demokrasiler neoliberal dönem boyunca dünyanın her yerinde ciddi meşruiyet kayıplarıyla karşılaştılar. Parlamentoların yasama gücü önemli ölçüde bypass edildi ve adına yönetişim denen yeni yönetim biçimleri yaygınlık kazandı. Bu ne demek? Bu, halk egemenliğinin artık temsili yolla dahi tecellisinin gerçekleşmiyor olması demek. Üstelik bu hangi dönemde oluyor? Toplumsal ilişkilerin en küçük hücrelerine kadar sermayenin nüfuz ettiği ve bu suretle sermayenin emek/insan üzerinde doğrudan tahakküm kurduğu bir dönemde oluyor.

SANDIĞIN MANTIĞI ORTALAMALARA/ORANLARA, SOKAĞINKİ İSE ORTAKLIKLARA/KOLEKTİFLERE YASLANIR VE DE TARİHİ, ORTALAMALAR DEĞİL ORTAKLIKLAR YAPAR

Bu bağlamda Gezi İsyanı’nda sokağın ve barikatların taşıdığı anlamı doğru tespit etmek gerekir: Barikatlarda halk egemenliğinin dolaylı/temsili değil doğrudan ve kolektif biçimleri yükselmiştir. Yakalanması gereken halka budur. Nitekim 30 Mart seçimlerine bu zaviyeden bakan Gezi isyancıları, tercihlerini çoğunlukla bir referandum saflaşması biçimine büründürmüşlerdir. Dikkat edilirse sandıkla sokak arasındaki yapısal anlam farkına hiç değinmiyorum bile. Malum sandığın mantığı ortalamalara/oranlara, sokağınki ise ortaklıklara/kolektiflere yaslanır ve de tarihi, ortalamalar değil ortaklıklar yapar. 30 Mart’ta izlenen çizgiye bakıldığında sol/sosyalist çevrelerde bu hususların ne yazık ki pek tartışılmadığı anlaşılıyor.

Haziran’da sosyalist sola “Kitlesini arayan pozisyonundan sıyrılıp siyasetini arayan halk sınıflarının arayışına cevap üretmesi” şeklinde bir tavsiyeniz vardı. Sizce sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? Bu yanıta, Soma Madenci Katliamı ve Okmeydanı’nı da dahil edebilir misiniz?

Sosyalist siyaset konusu, bu ülkede çok katmanlı ve çetin bir konu. Maddi yaşamın soğuk çelişkilerinden kaynaklanan ahlaki öfkesini belli kod ve sembollerle ve belli mekanizmalarla ifade eden emekçi halk sınıflarıyla, doğrudan maddi yaşamın içinde işçi sınıfının bütünsel çıkarlarını esas alan bir tutumla buluşan, üstelik bir politik hareket olarak mevcudiyetini bu buluşma içinde yeniden tanımlayan bir siyasal çizginin kesintisiz varlığından söz edebilmemiz herhalde mümkün değil.

Belli ki bu mesele öyle söylendiği kadar kolay da değil. Üstelik son 5-10 yıldır, siyasal zemin de köklü bir şekilde farklılaşmış durumda. Bugün artık Cumhuriyet rejiminin parlamenter sistemi içinde şekillenmiş bir modern siyasal yelpazeden söz edilebilir mi? Son 35-40 yıl içinde en az iki kırılma söz konusu. İlki politik toplumda sınıfsal temsiliyetlerin belinin kırılması şeklindeki genel neoliberal gündemle ilgilidir ve Türkiye’nin 1970’lerin sonlarından günümüze siyasi tarihinin arka plan motifini oluşturur. İkinci kırılma doğrudan doğruya siyasal rejim sütunlarındaki belirsizleşme ile ilgilidir ve fazlasıyla önemlidir.

Örneğin %40-45 oy desteği ile AKP mevcut siyasal yelpazenin neresinde yer alan bir partidir? Hiçbir yerinde; karşımızda adeta yeni bir rejim kurmak için hükümet eden bir kadro mevcut değil midir? AKP’nin seçmen tabanından söz ederken artık sıklıkla “Sünni Muhafazakar” terimini kullanmıyor muyuz? BDP Kürtlerin, MHP Türklerin, CHP Alevilerin partisi şeklinde tasnifler yapıldığını biliyoruz. Sorun birtakım çevrelerce bu tanımlamaların yapılıyor olması değildir; sorun, Türkiye’de kıyı ve İç Ege bölgeleri dışında kalan yerler bakımından, seçmen oy davranışının belirgin bir şekilde bu sınıflamaya uygun olarak gerçekleşmeye başlamış olmasıdır.

KRİTİK HUSUS, EZİLEN MEZHEBİN KENDİ KİMLİK OLUŞUMUNU, EZENİN MEZHEBİNE KARŞITLIK İÇİNDE ŞEKİLLENDİRİP ŞEKİLLENDİRMEYECEĞİDİR

Erdoğan’ı “hep başkan” yapacak bu oy davranışının yaygınlık kazanarak konsolide olabilmesi mümkün müdür? Eğer karşıtını ya da ‘ötekisini’ Sünni Muhafazakarlık olarak kuran bir Alevi radikalizmi bu topraklarda gelişirse, bu soruya “evet” yanıtı vermek gerekecektir. Devletin uzunca bir süredir, türlü araçlarla bu yönde mesai sarf ettiğine şüphe yok, ama başaramayacaklar! Aleviler kentlileşmiş bir nüfus yapısına sahip; inançları ile çoğulcu ve seküler kent havası arasında güçlü bağlar mevcut; dinde değil insanlıkta yarışırlar; siyasallaşma deneyimleri ise neredeyse tamamıyla sosyalizm akımıyla gerçekleşmiştir. Bu listeyi uzatmak da mümkün.

Ezilen kimlikler tabii ki kavga verecek; ama burada kritik olan husus, ezilen etnik grup ya da mezhebin kendi kimlik oluşumunu, ezenin etni ya da mezhebine karşıtlık içinde şekillendirip şekillendirmeyeceğidir. Zira günümüzde ezme-ezilme ilişkisine biçim veren sömürü ilişkisinin bizatihi kendisidir. Ezilen kimlik oluşumu sömürü ilişkisini tahkim etmeyip gerilettiği ölçüde, özgürleştirici olmaktadır. SOMA madenci katliamı, Erdoğan’ın şahsındaki Sünni mezhep temsilinin emeğin vahşi sömürüsünü dolaysız bir biçimde tahkim ettiğini gözler önüne sermiştir. Sonuç olarak Türkiye’nin önündeki siyasi soru, bu topraklarda yaşayan insanların egemen bir halk olarak vücut bulup bulamayacaklarıyla ilgilidir. Erdoğan’ın dayatması, sermayenin doğrudan tahakkümü altında “Lübnanlaşmış” bir Türkiye olacaktır. Eşitlik ve özgürlük ideallerinin iç içe geçtiği bir ülke olarak mevcudiyetimizin kodları, Gezi İsyanı Türkiye’sinde kâfi miktarda mevcuttur.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Ataol Behramoğlu: İsyanım yaşam düşmanlığına.. melnur 0 555 14.05.2022- 10:23
Konu Klasör İsmail Bilen'in 36. ölüm yıl dönümü... melnur 1 2638 20.11.2019- 19:08
Konu Klasör İzmir'in kurtuluşunun 100. yıl dönümü kutlamalarına yüz binlerce kişi katıldı... melnur 3 808 11.09.2022- 04:14
Etiketler   İsyanın,   yıl,   dönümü,   söyleşileri
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS