SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Ezilenlerin milliyetçiliği           (gösterim sayısı: 3.224)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: solcu
Konu Tarihi: 24.07.2014- 10:53



Ezilenlerin milliyetçiliği

Ezilen sınıflar içinde görülen milliyetçi yükselişi düzgün tahlil etmek gerekir. Bu milliyetçi yükselişin temelinde, küreselleşmenin getirdiği yoksullaşmaya ve emperyalist yıkıma karşı kendiliğinden gelen bir isyan var; yoksa kimi burjuva kesimlerde görüldüğü biçimde sınıfsal çıkarlar değil. Emekçi kitlelerin milliyetçilikte bir sınıfsal çıkarları yok. Bu çok haklı isyanın kendini "ilkel milliyetçilik" veya "radikal dincilik" biçiminde dışa vurması, gerçek hedeflere yönelecek bir emekçi politikası alternatifinin zayıf olmasından kaynaklanıyor. Bunu saptamayan bir milliyetçilik eleştirisi, insanı rahatlıkla emekçi ve yoksul düşmanlığına, yeni orta sınıfın çıkarlarının kuyrukçuluğuna, dahası emperyalizmin ve küresel saldırının safına yöneltebilir.

Ender Helvacıoğlu


Geçtiğimiz ay bu köşede Hrant Dink'in katledilmesiyle ilgili yazdığım "Bu bir gladyo cinayetidir" başlıklı makale farklı tepkiler aldı. Destekleyenler olduğu gibi eleştirenler de oldu. Aradan bir ay geçti ve hala tartışılan bu konu hakkında şimdi daha serinkanlı biçimde düşünebiliriz.

Yazıya getirilen eleştirilerden bir bölümü, yükselen milliyetçi-ırkçı tehlikeyi es geçtiğim, hatta prim verdiğim yönündeydi. Cinayetin sorumlusu olarak gladyoyu (kontrgerillayı) işaret etmek ve olayın ABD planları çerçevesinde irdelenmesi gerektiğini söylemek, nedense, bazı arkadaşlar tarafından "milliyetçi yükselişi" perdelemek olarak yorumlandı. Bazı arkadaşlar da, Dink'in cenazesinde "Hepimiz Ermeniyiz" pankartı altında yürüyen on binlerce kişiye fazlaca soğuk yaşlaştığımı, milliyetçiliğe tepkilerini gösteren ve büyük olasılıkla dergimizin çoğu okurunu da kapsayan bu kitleden kopulmaması gerektiğini vurguladılar. Anlaşılabileceği üzere, iki eleştiri de benzer kaygılarla yola çıkmaktaydı.
O halde bu yazıyı da milliyetçiliğe ve "halktan kopukluk" konusuna ayıralım, tabii sınıf analizi yöntemini kullanarak. Milliyetçilik meselesini teorik bağlamda bu köşede çok yazdık çizdik; bir ideoloji olarak milliyetçiliğe karşı olduğumuz biliniyor. Bu yazıda konuyu daha somut ve politik düzlemde ele almaya çalışacağız.

Dipteki çoğunluk
Türkiye, dünya emperyalist/kapitalist sisteminin ezilen kutbunda yer alan bir ülke. Özellikle son 15 yıldır ağır bir emperyalist saldırı altında. Gelir dağılımı, tarihinde hiç olmadığı kadar bozuk ve ülke halkı giderek yoksullaşıyor. Çarpıcı bir örnek verelim: 2004 verilerine göre, Türkiye'de gelir dağılımı piramidinin en tepesinde oturan sadece ve sadece 100 kişinin toplam gelirden aldıkları pay, piramidin tabanında yer alan 2,5 milyon ailenin (ülkedeki toplam hanelerin yüzde 15'i) aldığı paya eşit (K. Boratav, Sol internet gazetesi, 31 Aralık 2006). Bir aileyi ortalama 4 kişi olarak düşünürsek, tepedeki 100 kişinin geliri tabandaki 10 milyon kişinin gelirine eşit. İşte böyle bir ülkede yaşıyoruz.
Türkiye'de, sınıf atlama umudunu yitirmiş, gelecekten beklentisi kalmamış, yoksulluk ve çaresizlik denizinde yüzen, cahilliğin pençesine terk edilmiş, büyük kentlerin kenarlarına doluşmuş, sistemin hiçbir umut ışığı veremediği milyonlarca işsiz genç var. Nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlar, ama sistemin yapısı içinde marjinaller. Sistemin sunabildiği olanaklar, bu kesime teğet bile geçmiyor. Bu tablo küreselleşmenin tipik bir sonucudur.
Bu gençler, sabah akşam TV'lerden, ülkemizin büyük burjuvazisinin "tatlı hayatı"nı (daha doğrusu iğrenç ve yoz hayatını) seyrediyorlar. Önce gıpta ile, ulaşamayacaklarını anladıklarında da nefret ile! Yanına dahi yaklaşamayacakları mekanlar, hiçbir zaman sahip olamayacakları biçimli bedenler, ömürleri boyu tadamayacakları yiyecek ve içecekler, giyemeyecekleri giysiler, binemeyecekleri otomobiller, oturamayacakları villalar, vb., elektromanyetik dalga olup, doluştukları odalarda ve kahvehanelerde, internet kafelerde gözlerine her an sokuluyor. Sistem onlara, bu sanallığı gerçeğe dönüştürebilmek için tek bir yol bırakmış: Kapkaç, gasp, tecavüz, cinayet! Evet, küreselleşmenin, ABD'nin ve AB'nin anlamı, bu geniş kesimler için böyledir: Yoksulluk, umutsuzluk, geleceksizlik, mafya ve fuhuş!

Sistem tarafından dışlandıkları için her türlü "radikalliğe" açıklar. Kaybedecekleri fazla bir şeyleri yok. Ne mülkleri, ne işleri, ne aileleri! Muazzam bir lümpen proletarya!
Tepkisel bir biçimde zenginliğe ve zenginleri gözeten bu sisteme düşmanlar. Yine tepkisel biçimde dünya zenginliğine ve dünyadaki hakim sisteme de düşmanlar; yani emperyalistlerin, ABD ve AB'nin temsil ettiği dünya sistemine. Kısacası, bilinçli olarak değil ama potansiyel olarak anti-emperyalistler, hatta anti-kapitalistler.

Daha sonra dönmek üzere şimdilik bu bölüme nokta koyalım. Ama şu saptamayı da yaparak: Sınıfsal kutuplaşmanın en keskin biçimde yaşandığı bu geniş kesimleri es geçen bir politik analizin ve stratejinin hiçbir anlamı yoktur. Ülkemizin çırılçıplak gerçeğidir bu; görmek istemeyen gözlere, duymak istemeyen kulaklara, kendisini ilkel zor yoluyla gösteren ve duyuran bir gerçek!

Orta sınıflar içindeki yarılma ve yeni orta sınıf
Küreselleşme sadece geniş bir lümpen proletarya yaratmadı, yeni bir orta sınıf da yarattı. Bilişim, iletişim, medya, reklam, eğlence, pazarlama vb. sektörlerinin genişleyerek Türkiye kapitalizmine dahil olmasıyla, bu sektörlerin irili ufaklı girişimcilerinden, çeşitli düzeylerde çalışanlarından ve bağımsız iş yapanlardan oluşan kentli ve modern bir orta sınıf oluştu. Bu da, dünya kapitalizminin son 25 yılda geçirdiği dönüşümlerin Türkiye'deki yansıması olan yeni bir olgudur. Türkiye'nin geleneksel orta sınıfı (küçük ve orta tarım üreticileri, esnaf ve zanaatkarlar, küçük ve orta sanayi kuruluşları, mühendis, doktor, öğretmen, subay gibi temel meslek sahipleri vb.) küreselleşmenin etkisiyle gerilerken ve giderek emekçileşirken (sınıf düşerken), bu yeni orta sınıf alanını hırsla genişletti ve sistem içindeki yerini aldı.

Son 15 yılda belirginleşen orta sınıflar içindeki bu yarılmayı analiz etmek, ülkenin politik tablosunu (örneğin ulusalcı-liberal çatışmasını) anlayabilmek için hayati önemdedir. Çıkarları birbirine zıt iki orta sınıfı vardır bugün Türkiye'nin.

Esas olarak iç pazara üretim yapan ve o piyasada çalışan geleneksel orta sınıfın çıkarları küreselleşmeyle çelişirken, bizzat küreselleşmenin ürünü olan yeni orta sınıfın çıkarları dünya kapitalizmiyle daha da fazla bütünleşmekten yanadır. Geleneksel orta sınıf "sınıf düşme" tehlikesi içindedir; yeni orta sınıfın ise "sınıf atlama" umudu vardır.

İdeolojik/politik düzlemde, geleneksel orta sınıf milliyetçi, ulusalcı ve anti-emperyalist tepkiler verirken, yeni orta sınıf tam tersine emperyalizmle her düzeyde işbirliğini, ulusal sınırların aşılmasını, kısacası neo-liberalizmi savunur. Hatta sisteme yeni giren ve kendine alan açmaya, palazlanmaya çalışan yeni orta sınıfın, dünya kapitalizmiyle bütünleşme noktasında geleneksel büyük burjuvaziden bile daha arzulu olduğu gözlenebilir. Mevzilerini giderek kaybeden geleneksel orta sınıf, statükocu ve tutucu bir tavır sergilerken; yeni orta sınıf, sistemin dünya kapitalizmiyle birleşme yönünde daha hızlı değişmesini, eskiden kalan engellerin hızla aşılmasını arzulamaktadır, bu anlamda çok "devrimci"dir.

Geleneksel orta sınıfın ana ideolojisi Türk milliyetçiliğidir. Yeni orta sınıf ise milliyetçiliğe değil, Türk milliyetçiliğine karşıdır; Türk milliyetçiliğini zayıflatan başka tür milliyetçilikleri, hatta etnikçilikleri rahatlıkla destekleyebilir. Geleneksel orta sınıf, devrimci özü dondurulmuş bir Kemalizm'den yanadır; yeni orta sınıf ise Kemalizm'in köhnemiş bir ideoloji olduğunu, miadını doldurduğunu, günümüz gerçeklerine yanıt veremediğini savunur.

Geleneksel orta sınıf, kendi idam fermanı olduğunu sezdiği için AB'ye karşıdır; yeni orta sınıf ise, yeni olanaklar elde edebileceği düşüncesiyle AB ile entegrasyonun en büyük destekçisidir.

Yeni orta sınıf demokrasiden, özgürlükten ve insan haklarından yanadır. Ama sistem içinde daha etkili bir yer edinme anlamında burjuva demokrasisinden, sermayesini büyütme özgürlüğünden ve mülkiyet edinme hakkından yana; diptekilerin ve emekçilerin özgürlüğünden ve haklarından değil. Bu, emperyalistlerin ezilen dünyaya "turuncu devrimler"le, olmadı açık işgallerle getirmeye çalıştığı "demokrasi" ile çakışır. Geleneksel orta sınıf ise demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi kavramlara mesafeli durmaktadır; çünkü bu kavramlara yapılan vurgunun -mevcut koşullarda- kendisini zayıflattığının farkındadır. Devrimci ve emekçi karakterli bir demokrasi ise ikisinin de gündeminde değildir.

Yukarıdaki hava durumu
Türkiye'nin büyük burjuvazisi içinde ise sınıfsal bir yarılma yaşanmıyor. Böyle olsaydı devrimci durum işten bile değildi, ama böyle bir durum yok. Yukarı katlardaki tartışma, orta sınıflar içindeki hareketliliğin nasıl ve hangi hızda yönetileceği üzerinedir.
Türkiye büyük burjuvazisi, dünya (Batı) kapitalizmiyle tam bir işbirliği içindedir ve denetim altındadır. Henüz büyük çaplı özelleştirmelerin yaşanmadığı 1999 verilerine göre, toplam sermaye içinde yabancı sermayenin oranı yüzde 60,81'dir (Sektörlere göre: tarımda yüzde 94,65, madencilikte yüzde 80,08, imalat sanayinde yüzde 58,82, enerji sanayinde yüzde 93,56, hizmet sektöründe yüzde 58,82). Son yıllardaki büyük çaplı özelleştirmelerle bu oranın çok daha arttığı tahmin edilebilir. En büyük ilk 100 ve ilk 250 firma incelendiğinde ise bu oranın tepelere vurduğu görülebilir. Yani ulusal sermaye diyebileceğimiz (99 verilerine göre) yüzde 40'lık bölüm büyük burjuvazi değil, yukarıda sözünü ettiğimiz geleneksel orta burjuvazidir ve giderek erimektedir. Kısacası Türkiye büyük burjuvazisi ulusal değil, işbirlikçi (hatta komprador/taşeron) bir burjuvazidir.
Yukarı katlarda bir ulusalcı-işbirlikçi tartışması yok, o konu çoktan halledilmiş. Tartışma, aşağı kattaki yarılmanın, sistemi fazla zaafa uğratmadan nasıl yönetileceği ve belli bir istikrarın nasıl sağlanabileceği üzerine. Hızlı ve riskli bir biçimde mi, yoksa daha dengeli bir biçimde mi, tartışma bu. Tabii balans ayarları işbirliği edilen güçler (dünya kapitalizmi, ABD ve AB) tarafından -çeşitli yol ve araçlarla- yapılıyor.

"Milliyetçi yükseliş" denilen şey!
Orta sınıflar içindeki yarılma (politik düzlemde ulusalcı-liberal çatışması) alt sınıflara ve dibe de yansıyor. Aslında bu yansımanın sınıfsal bir karşılığı yok; alt sınıfların bir kalkanının ve süzgecinin (onları temsil eden bir politik hareketin) bulunmamasından kaynaklanan ideolojik ve kültürel bir yansıma. Gerçekte alt sınıfların milliyetçi veya liberal olmakta bir sınıf çıkarları bulunmuyor. Trabzon'da internet kafelerde sürten işsiz genç ile Şırnak'tan büyük kente göçmüş Kürt hamal arasında bir sınıf karşıtlığı yok. İkisi de küreselleşmenin dibe ittiği ve yoksulluğa mahkum ettiği ortak çıkarlara sahip sınıf kardeşleri.

Ezilen sınıflar içinde görülen milliyetçi yükselişi düzgün tahlil etmek gerekir. Bu milliyetçi yükselişin temelinde, küreselleşmenin getirdiği yoksullaşmaya ve emperyalist yıkıma karşı kendiliğinden gelen bir isyan var; yoksa kimi burjuva kesimlerde görüldüğü biçimde sınıfsal çıkarlar değil. Ezilen kitlelerin milliyetçilikte bir sınıfsal çıkarları yok. Bu çok haklı isyanın kendini "ilkel milliyetçilik" veya "radikal dincilik" biçiminde dışa vurması, gerçek hedeflere yönelecek bir emekçi politikası alternatifinin zayıf olmasından kaynaklanıyor. Bunu saptamayan bir milliyetçilik eleştirisi, insanı rahatlıkla emekçi ve yoksul düşmanlığına, yeni orta sınıfın çıkarlarının kuyrukçuluğuna, dahası emperyalizmin ve küresel saldırının safına yöneltebilir.

Dipteki sınıflar içinde yükselen milliyetçilik, her şeye karşın, kendini salt bir Kürt/Ermeni düşmanlığı biçiminde göstermiyor. Yoksa 25 yıldır yaşadıklarımızla, bu ülke on kere Yugoslavya olmuştu ve özellikle büyük kentlerde kan gövdeyi götürmüştü. Bu tür büyük acıların tüm kışkırtmalara rağmen yaşanmamış olmasını, yoksul emekçi halkın duyarlılığına, tarihsel bilgeliğine ve birlikte kardeşçe yaşama geleneğine borçluyuz, başka hiçbir şeye değil. Burjuva sınıflar içi sürtüşmeler esas belirleyen olsaydı, deyim yerindeyse tam anlamıyla duman olmuştuk! Bu gerçek de, yoksul çoğunluğa atfedilen ve "yükselen milliyetçilik" denen eğilimin temelindeki esas güdünün Kürt veya Ermeni düşmanlığı değil, küreselleşmeye, yoksulluğa, dibe itilmeye, çürümüşlüğe, vatansızlığa ve onursuzluğa karşı isyan olduğunu gösteriyor. Ve bu isyanın da temelde etnik bir rengi yok, sapına kadar sınıfsal bir güdü. Bu isyanın henüz doğru kanallara akmamasının suçunu yoksul kitlelere yüklemek, en hafif deyimiyle bohem aydın tavrı olmuyor mu? Emekçi kitleler bütün doğruları kendiliklerinden bulacak olsalardı, aydınlara, politikacılara, bilime, sosyalist kurama ne gerek vardı?

Yeri gelmişken belirtmeden geçmeyelim: "Hepimiz Ermeniyiz" türünden etnik temellere vurgu yapan sloganlar, kimilerince ne kadar iyi niyetlerle atılmış olursa olsun, karşıt etnikçiliği harekete geçirir. Milliyetçilikler, karşıt milliyetçilikleri bahane ede ede yükselir. "Hepimiz Ermeniyiz" sloganı, bu coğrafyada ister istemez "Hepimiz Türküz" sloganını geliştirecektir ve sonuç olarak emekçi kesimlerin milliyetçilik kıskacı altında tutulmasına ve yapay olarak bölünmesine hizmet edecektir. Bu eleştiriden Dink'in cenazesinde yürüyen kitlelerden kopulmaması gerekçesiyle rahatsız olan arkadaşlar, büyük kentlerin varoşlarında yaşayan ve anti-emperyalizmin/sosyalizmin asıl tabanını oluşturan işli-işsiz milyonlarca emekçiden kopmama duyarlılığını neden göstermiyorlar? Yoksa biz de mi onları ilkel milliyetçiliğin, dinciliğin, cahilliğin dipsiz kuyularına terk ettik?

Ana eksen
Sonuç olarak, Türkiye'deki sınıf hareketlerini ve bunun yansıması olarak politik çatışmaları belirleyen esas etken, son 15-20 yıldır yaşanan emperyalist küreselleşme saldırısıdır. Henüz tam belirginleşmiş değil ama, Türkiye'yi bölen ana eksen küreselleşmeye (emperyalizme) karşı tavırdır; yoksa Türk-Kürt veya laik-dinci çatışması değil. Geleneksel işçi sınıfımız, büyük kentlerin varoşlarını dolduran lümpen proletarya, yoksul köylülük, kent ve kırdaki çok çeşitli kanatlarıyla geleneksel orta sınıf, küreselleşmeye ve emperyalist saldırıya karşıdır. Bunlar ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturuyorlar. Bu bloğun karşısında ise küreselleşmeden ve dünya kapitalizmiyle bütünleşmeden yana olan işbirlikçi büyük burjuvazi ve yeni orta sınıf bulunuyor. Henüz sınıf atlama umudunu koruyan yeni orta sınıf da hızla kutuplaşacak, bir bölümü büyük burjuvaziye dahil olurken, sınıf atlama umudunu kaybedecek olan geniş bir bölümü yeni sektörlerin emekçileri olarak karşı bloktaki yerlerini alacaklar; bu ayrışmayı da yaşıyoruz.
Kritik nokta, bu anti-emperyalist blok içinde emekçi sınıfların ağırlıklarını koyup koyamayacaklarıdır. Hem küresel saldırıyı göğüslemenin hem de milliyetçi boğazlaşmaları engellemenin tek yolu, emekçi sınıfların politik hareketleri aracılığıyla başı çekmeleridir. Bu becerilebilecek mi veya nasıl becerilebilir, ülkenin anti-emperyalist ve emekçi sınıflarının çok çeşitli kanatları arasındaki koordinasyon nasıl sağlanabilir, Türkiye sosyalistleri bu görevin neresindedir, bu çok önemli nokta da başka bir yazının konusu olsun.




Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör TKP'den: Sosyalizm ezilenlerin bayramıdır melnur 0 2633 21.03.2014- 15:16
Konu Klasör Ezilenlerin Sosyalist Partisi'ne silahlı saldırı melnur 0 8408 07.08.2013- 22:57
Konu Klasör Anti-emperyalizm ve milliyetçilik melnur 1 1996 17.05.2021- 00:41
Konu Klasör Yeniden, ulusalcılık ve milliyetçilik konusu... melnur 2 2885 06.05.2019- 18:14
Konu Klasör Milliyetçiliğe önyargılardan uzak bir yaklaşım. melnur 10 7175 01.10.2020- 08:32
Etiketler   Ezilenlerin,   milliyetçiliği
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS