SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Bugün dersimiz CHP...           (gösterim sayısı: 6.463)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: solcu
Konu Tarihi: 05.09.2014- 18:36


Bugün dersimiz CHP...


Bu siyasi partinin evvel emirde yöneticileri, daha sonra mensupları bu mottoyu bir kenara not etmelidirler. CHP,Türk devletinin , 19 ve 20. yüzyıllarda bütün Türk kültürü coğrafyasının tamamında yaşanan çöküş neticesinde devleti ve milleti   düştüğü girdaptan çıkaran   yepyeni ve çağdaş , bağımsız bir cumhuriyeti kuran Türk ve İslam dünyasının yegane bağımsız ülkesini emperyalizmi yenilgiye uğratarak teşkilatlandıran iradenin adıdır. Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki ile devam eden sürecin son halkasıdır.Türk dünyasında bunun karşılığı Cedit ve Sultan Galiyev’in önderliğindeki Türkçü Sosyalizmdir. İkinci hat maalesef başarılı olamadı ve Türk dünyası uzun bir esarete sürüklendi.

İstiklal savaşının ardından büyük bir zaferle Türk milletini, ümmetten millete, tebadan vatandaşlığa, kulluktan şahsiyete dönüştüren büyük devrimin adıdır Cumhuriyet. Ardında Namık Kemal'lerle başlayan 150 yıllık bir süreç ve birikim vardır. Zannedildiği gibi bir gecelik değildir...

Büyük Fransız devriminin insanlığa armağan ettiği adalet, eşitlik, hürriyet prensipleri bu geleneğin ana eksenini oluşturur. Hak, hukuk ,adalet, eşitlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, İngiliz Devrimi ardından Fransız devrimi neticesinde kurulan ''millet egemenliğine bağlı millî devletin'' insanlığa armağanlarıdır. Bunları ne çabuk unutuyoruz veya çarpıtıyoruz.

Demokratik , hukuk devletinin, yurttaş hukukunun , özgürlüklerin en geniş anlamda   işlerlik   kazanabilmesi için   bireylerin özel talep ve isteklerinin uyumlaştırılmasına, böylesi bir alanın güvenliğinin sağlanmasına, anlaşmazlık ve ihlaller durumunda hukuka uygun kararın ve uygulamanın yapılabilmesi için bir kuruma ihtiyaç vardır.Bunun adı devlet olarak belirir.Siyaset felsefesi açısından en iyi ya da ortak siyasal iyinin ne olduğu torik tartışmalarını bir süreliğine paranteze alıyorum.

Nitekim bu ilkeler büyük ölçüde CHP altı okunda ifadesini bulmuştur.

CHP'nin tarihsel doğrultusu halkçılık ekseni üzerinden yükselen, milli, demokratik, hukuk devletini esas alır. Ekonomipolitik olarak ''insanı ve toplumu değiştirip dönüştüren'' bir güç ve araç olarak ekonominin denetlenmesini esas alır.

Özellikle altmışlı yıllardan sonra dünyadan yükselen sosyalist, sol, sosyal demokrat rüzgârların etkisinde kalmakla beraber ana yörüngesi mihveri budur. Zira arkasında yurttaş iradesinden, kongreler geleneğinden, müdafa-i hukuktan gelen devasa bir ''asli kurucu iktidar'' olma misyonu vardır.

CHP'nin güncel durumunu konuşurken bu tarihsel arka planı hatırlamakta fayda vardır.

Türkiye'de hakim sağ siyasal söylem özellikle CHP'nin Atatürk sonrası [Bazen Atatürk dönemi de dahil] dönemlerin demokratik olmadığını, otoriter olduğunu vb. savları öne sürerler ve CHP'de sürekli bir ''pişmanlık ve nedamet'', tövbekârlık, bir edilgenlik hali olmasını dilerler. Bu siyaset önemli ölçüde başarılı olmuştur.

AYDIN VİCDANI BUNA RAZI OLMAZ

Bir siyasal geleneğin politik ve siyasal özeleştirisini yapması ve çağın ihtiyaçlarına uygun önerileri getirmesi elbette en doğru olan yoldur. Bunu yapmaksızın sürekli bir boynu bükük tövbekârlık halini CHP geleneği uzun süre sağla barışmak adına makul ve makbul bir siyaset olarak gördüler.

Günümüzde aynı talepleri küresel sermaye ve yerel uzantıları ''sol ve liberalizm'' adına talep ediyorlar. Hem de uyanıkça.

Bütün bu taleplerin özünde sağ liberal talepler olduğunu, insana, yaşama, özgürlüğe ilişkin hiçbir kaygısı olmadığını ustaca örtüyorlar.

Buna bir aydın vicdanı razı olamaz. Hepimizde olduğu gibi, Dedem CHP geleneğinin büyük bir savunucusuydu. [Ben, Türk milliyetçisiyim. CHP'nin müdafa-i hukuk ve dip kökleri İttihat ve Terakki çizgisinde kendimi bulabiliyorum] Burada ''yanlış bilinci'' göstermek ödevimiz vardır.

SONER YALÇIN İLE BİNNAZ TOPRAK'IN MARKSİZM TARTIŞMASI

Bir süre önce Soner Yalçın ve Binnaz toprak arasındaki tartışmada Binnaz Hanım Soner Bey'e ''akademizm'' kokan bir üslupla Marksizmin evrensel bir doğrultuyu öngördüğünü, milli veya ulusal devlet geleneğine buradan çıkılamayacağını'' ifade ettiler.

Binnaz Hanım'ın tezine bakalım:

''Aydınlık çizgisinin ulusalcılığının Marksist teorinin enternasyonalizmiyle uyuşamayacağını yazmayı ihmal etmiş! Türkiye'de Aydınlık etrafındaki çizgisi ve diğer ülkelerde solun pratikte ulusalcılığa kaymış olması, sol düşünce ile ulusalcılığın bağdaşmadığı gerçeğini değiştirmez. Bahsettiği 'Kemalist devrime ihanet'in 1848, 1870 devrimleriyle ilgisi yoktur.''[B.Toprak]

''Türkiye'de bugün solun bir kesiminin konumu da değişti. Sol siyasette pek de yeri olmayan ulusalcı çizgiye kayanlar oldu. CHP sadece bu kesime hitap ettiği sürece muhalefette kalmaya mahkûm. Oysa CHP bir kitle partisi. Tüm kitle partileri gibi toplumun değişik kesimlerini kucaklayabilmesi gerek. Bu, CHP'nin laiklik vurgusundan vazgeçtiği ya da vazgeçeceği anlamına gelmez''[B.Toprak]

Binnaz Hanım'ın ağzının şeklinden esas söylemek istediği şeyin ''Türkiye'de bugün solun bir kesiminin konumu da değişti. Sol siyasette pek de yeri olmayan ulusalcı çizgiye kayanlar oldu.'' Tespiti olduğu besbelli.

Okuyunca çok üzüldüm. Oysa bırakın Avrupa ve dünyayı bu soru ve sorunların cevabı Türkiye sol geleneğinin tartışma metinleri içerisinde   dipdiridir. Onlara bakmak yeter.

Eğer meseleyi bilimsel zeminde ele alacaksak, ''Marksizm , Leninizm bir doğma değil bir eylem kılavuzudur'' düsturundan hareket etmemiz lazım.

Marks, Engels, ve Lenin'in doğu dünyasına ilişkin tezleri ve tespitleri büyük ölçüde Oryantalist bakış açısının ürettiği metinler üzerindendir. Nedir bu tespitler. Şarkta toprak mülkiyeti yoktur dolayısıyla buralarda despotluk vardır, özgürlük ve birey bu iklimde gelişmez... Bu görüşte paradoks gibi görülecek ama yalnız değildirler Weber'de onlarla aynı fikirdedir. Oysa tarihe baktığımızda İngiltere ve Almanya yokken Diyarbakır, Tebriz, Erzurum çarşısında kadim bir ticaret burjuvazisinin ve geleneğinin olduğunu görürüz.

ÇOK YANLIŞ BİR YÖNTEM TAKİP EDİYORSUNUZ BİNNAZ HOCAM

Şimdi bu bilimsel tespit elimizdeyken Marksist ilahiyattan mı devam edeceğiz hala.

Binnaz Hoca öyle yapıyor. Marksist siyasal ilahiyattan yola çıkarak müdafa-i hukuk CHP'sini tahlil etmeye çalışıyor. Çok yanlış bir yöntem takip ediyorsunuz hocam.

Ben, Binnaz Hanım'ın CHP'yi Marksist perspektif içerisinden mi, liberal perspektif içerisinden mi görmek istediğini tam anlayamadım. Cevaplarında yeterli ipucu yok. İkisine göre ayrı cevaplar vermek gerekir zira. Lakin serde Karadenizlilik var, Temel gibi her ihtimale karşı ''vuralım''! yani cevabımızı verelim. Liberal pencereden bakarak, Türkiye'ye yeni bir özgürlükçü, insan merkezli, üretimi ve bölüşümü esas alan çevre ve insan hakları duyarlıklı bir siyasal proje çizmek ''Polyanna'' hayalciliğidir ve açık bir yalandır.

Marksist sol gelenek içerisinden milli devleti anlamsız ve gereksiz, hatalı görüyorsanız yine yanılgı içerisindesiniz... Bir sosyalbilimci olarak sosyal ve kültürel olguların ve durumların bir dogmatik ilkeye yaslanarak açıklanamayacağını bilmeniz lazım. Bu haliyle MARKSİZMİN DOGMATİK BİR VERSİYONUNU ELE ALIYORSUNUZ. Mesela Marksist tarih filozofu Croce'nin penceresinden baktığımızda tarih bizlere bambaşka bir pencereden görünür. Marks her ne kadar Hegel'in eleştirisi üzerinden kendini kursa da bazı kök kavramları ondan alır. Marks'ı anlamak için Hegel'in tarih felsefesini ve kültür üzerine görüşlerini bilmek gerekir. Bireyi, cemiyeti, demokratik, halkçı, milli devleti kurmadan evrensel insanlık ideallerine yürümek ne kadar anlamlıdır. Son 70 yıllık Marksist pratiği yaşanmamış mı sayıyorsunuz.

Liberalizm adına millî yapılara taarruz eden cephenin ideolojisi monolitik bir bütündür ve özünde pazar ve kâr kaygısı vardır, tuzu kapıp peşine düşmeye gerek yok. İçerisinde   insan, vatan, yurtseverlik, milliyetçilik yoktur. Vatan bizim için sadece bir örgütlenmiş pazar değildir. CHP geleneği ve aydınları kendi 150 yıllık geleneğini   ve mirası güncelleyerek popüler politik sürece tercüme ederlerse kitleyle gerçekçi bir zeminde buluşabilirler. Kimse hayal görmesin siyasallaştırılmış etnik taleplere karşı ''yurttaş hukuku, evrensel insan hakları'' dışında bir çözüm ve teklif Türkiye zemininde mümkün değildir. Bunun dışındaki bir pozisyon CHP geleneği için etik bir meseledir. Aksi emperyalizmin amaçlarına hizmet etmektir. Bunu İŞİD'in Londra aksanlı liberal ağaları kadar biliyoruz.

SOL VE LİBERAL YAN YANA HER ZAMAN SORUNLU DURUR

Yapılması gereken yaslandığınız ideolojik geleneğin metinlerini, çağdaş dünyanın düşüncel birikimi ile diyalojik eleştirel bir tarzda harmanlayarak, ihtiyaçlarımız, özgün yapımıza ilişkin soru ve sorunları çözümleyerek bu çağa ilişkin bir yorumu ortaya koymaktır. Metinlerin tek ve donmuş bir anlamı yoktur .Bunları dinler için bile pekala söyleyebilirken, ideolojiler için yeni bir okumadan sarfınazar etmek düpedüz dogmatizm ve gericiliktir.

Yeni CHP bu anlamda liberal kaygılı bir ''solumsu'' görüntü veriyor. Zaten solla liberal yan yana her zaman sorunludur. Türkiye zemininde siyasal karşılığı ve açıklayıcılığı yoktur. Olmadığı görüldü.

CHP için yapılması gereken bilimsel temelli bir yeni arayıştır. Lakin taşralı bir vasat kollarını açmış, kapıları kapamış vaziyette.

Çalışmaktan, metin ve proje üretmekten herkes kaçıyor.

Çünkü zor ve zahmetli, küçük açıklama, boş sloganlara burada yer yok.Yormak, Yorulmak, yorumlamak lazım.

Teknik bir dille bu ilkelere yaslanarak, eğitim, ekonomi, sağlık, sosyal devlet, Türk dünyası, çevre, kalkınma, işsizlik, enerji, dış politika, kamu yönetimini konuşmak burada biriken devasa sorunlara açık anlaşılabilir, bilimsel çözümler önermek lazım. Zihni sinir proceleri ile toplumda karşılık bulamazsınız.

Henüz hiç kimse bunları konuşmuyor.

BU KRİZ KÖŞE YAZARLARI İLE RAKI İÇEREK AŞILAMAZ

Bu birikim CHP geleneğinde var. Ben tanıyorum, siz particiler tanımıyor musunuz? İsterseniz bir liste sayarım. Ama onlarla nostaljik yetmişli yılların boğazlı kazaklı, köy öğretmeni solculuğu ile konuşamayacağınız için çabuk bıkarsınız.

Teorik düşünce krizleri, yeni teorik açıklamalarla aşılırlar. Türkiye düşünce dünyası ve CHP böylesi bir teorik krizin içerisindedir. Bu teorik kriz, anket sosyolojisi ile, gedikli köşe yazarları ile rakı içerek   aşılamaz. Felsefecilere, aydınlara alan açılmalıdır.Türk siyaseti ve CHP bundan ısrarla kaçıyor. Teorik sorunları politikacılar, gazeteciler tartışabilir ama çözemez. Felsefecilerinizi, düşünürlerinizi davet etmelisiniz. Aynı tıkanıklık MHP geleneği için de söz konusu.

Particiler kendi aralarında ''kedi kaçtı köpek kovaladı, dedim, dedi'' tarzında malayani [boş] sözlerle bir gündem! yaratıyorlar. Hiç kimseye bir faydası yok. Zaman kaybı.

HANGİ ENTELEKTÜEL GÜNDEMİ KONUŞABİLİRSİNİZ

Şu CHP başkanlık divanı ile hangi entelektüel gündemi konuşabilirsiniz. Allah aşkına. Kendi siyasal geleneklerinin metinlerine hakim değiller. Analiz değeri olmayan küçük konuşmalar, olgular değil olaylar ve kişiler üzerinden yürüyen Türk siyaseti Türkiye'nin herhangi bir sorununa çözüm üretemiyor. Çağın sorunları, ülke ve bölge sorunları karşısında yeterli siyasi refleksi ve çözümü üretemeyen siyasi yapılar CHP öncü kadroları problemi kendi dışınızda aradığınız müddetçe kendinizle beraber ülkenin de umutlarını gömüyorsunuz. (İslamcıların mason ve dış güç repliği bile daha sevimli). Buradan esasen sizin "çok sevme" söyleminizin biçimsel bir şey olduğu sonucuna varıyoruz...

Prof. Dr. Kemal Üçüncü

Odatv.com




Bu ileti en son melnur tarafından 11.10.2021- 07:17 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 07.09.2014- 00:05


Nafile Kurultay  

CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası parti içinde baş gösteren hoşnutsuzluğa Kurultay toplayarak yanıt verdi. Bölünmüş salonlarda gerçekleşen kurultay son yıllarda takip ettiğimiz heyecan dozajı en düşük kurultaylardan biri oldu. Kurultay’da ne tartışıldı, ne önerildi sorularına ise somut bir yanıt vermek pek mümkün değil.

Salonda Sol Var, Ya Yönetimde?
Hem Kılıçdaroğlu’nun hem de İnce’nin konuşmalarında en çok alkışı sol değerlerin, devrimci önderlerin, Gezi Direnişi ile ilgili bölümlerin anlatıldığı kısımlar aldı. Belli ki salonun kalbi solda atmaya devam ediyor. Öyle ki yaklaşık 55 dakika konuşan Kemal Kılıçdaroğlu salondaki en büyük coşkuyu “Ben Dersimli Kemal’im, ben devrimci Kemal’im” dediğinde yaratabildi.

İki başkan adayının sol vurgusuna rağmen sola dair ne koşuldu derseniz ortada bir şey yok. Ne programda ne de tüzükte ileriye dönük bir yenilenme yapılmadı. Bunca sol söyleme rağmen kimin solcu kimin sağcı olduğunu anlamadan kurultay tamamlandı.  

Partide Ne Değişecek?
Kurultay’da çizgi tartışması yapılmasına rağmen esas kavga yönetimlerde ve PM listelerinde yaşanıyor. Aslında kurultayın tek somut sonucu değişen parti meclisi tablosu olacak.

Partinin 2015 seçimlerini de yürütecek olan parti meclisine son yılların en büyük adaylık başvurusu yapıldı. Kılıçdaroğlu çarşaf listeye kendi anahtar listesini hazırladı ve bir anlamda Mehmet Bekaroğlu gibi seçtirmek istedikleri isimleri koruması altına aldı.

Parti içinde sol muhalefeti ile bilinen İlhan Cihaner, Ercan Karakaş gibi isimler ise geçen kurultay da olduğu gibi genel merkezin oluşturduğu listeyi delmeye çalışacaklar.

Sonuç ne olursa olsun kurultaydan kısa vadede en kârlı çıkacak isim Kemal Kılıçdaroğlu olacak. Kılıçdaroğlu kurultayla birlikte hem genel merkezde hem de meclis grubunda kendine yakın isimlerle çalışma fırsatı bulacak.

Ulusalcılar Daha Da Daralacak
Kılıçdaroğlu’nun ilk dönemi dahil partinin sahibi gibi olan ulusalcı kanat kurultay salonunda neredeyse yok gibiydi. Hem parti kadrolarında hem de örgüt içerisinde ciddi kan kaybına uğradıkları açıkça görülüyor. PM’den sonra meclis grubunda da etkilerini her geçen gün yitiriyorlar.

Bir başka daralmayı da tabanda ve salondaki tüm sol sevgisine rağmen sol-sosyalist kesimlerden gelen CHP’liler yaşayacak. Kılıçdaroğlu’nun parti içi tartışmalara verdiği sert mesajlardan bir bölümünün de sol kanada olduğu herkesin malumu. PM içinde yer bulmaları bir önceki dönemden bile zor olacak.

Uzun lafın kısası bu kurultay gösterdi ki üç seçimdir CHP’de devam eden tercih ve yönelim –ister sağa açılım ister toplumu kucaklama densin- bundan sonra da en azından 2015 seçimlerinde de devam edecek. Bu yönelim aynı zamanda CHP’nin siyasal yelpazedeki pozisyonunu tartıştırmaya devam edecek.
 
CHP'de Genel Başkanlık Kılıçdaroğlu'nun

İnce: Sokağa Bakın
İlk konuşmayı yapılan kura çekimiyle Muharrem İnce yaptı. İnce konuşmasında CHP’nin sağa kaydığına vurgu yaptı. İnce, Kılıçdaroğlu’nu hedef alan eleştirilerinin dozunu artırınca salonda bir süre gerginlik yaşandı. Sözünü ıslıklarla ve “Başbakan Kılıçdaroğlu” sloganlarıyla kesenlere “Bir itirazım yok. Bana ‘Başbakan Kılıçdaroğlu’ propogandası yapmanıza gerek yok. Sokaktaki insanlar da bu sloganı atıyor mu ona bakın siz” diye tepki gösteren İnce konuşmasını sürdürürken Divan Başkanı Altay da partilileri uyardı.

Kılıçdaroğlu: Sağa Kaymadık
Konuşması sırasında ağırlıklı olarak ‘partinin sağa kaydığı’ iddialarına karşı savunma yapan Kılıçdaroğlu ise bundan sonra partide aykırı seslere izin vermeyeceği mesajıyla parti içi muhalefeti uyardı. Kılıçdaroğlu ‘Kurultay sonrası tasfiye’ söylentilerini yalanlarken, “Tasfiyeden değil birlikten yanayım ancak bundan sonra hiç kimsenin alınan kararların aleyhinde konuşmasına izin vermeyeceğim. CHP bir düşünce kuruluşu değil” dedi. Partiyi “Elitistlerden temizleyeceğini” belirten CHP lideri, “Elit olmak ayrı elitist olmak ayrı. Elitlere saygım var ama bir de elitistler var, rakı sofralarında ülkeyi kurtaranlar... Bunlardan partiyi temizleyeceğim. Bana çalışan adam lazım rakı sofralarında konuşan değil” diye konuştu. Kılıçdaroğlu’nun rakı sofrasına dair sözleri sosyal medyadan tepki aldı.
Adayların yaptığı konuşmalar özetle şöyle:
***
Kılıçdaroğlu: Partiyi Elitistlerden Temizleyeceğim
CHP Sağa kaydı, elitist parti, devleti yönetemez diyorlar. Bunu söyleyenlere diyorum ki CHP çağdaş büyük bir partidir ve genlerinde Kuvvayı milliye vardır. 12 Eylül darbe hukukuna açıkça karşı çıkan parti CHP’dir, yüzde 10 seçim barajının kaldırılması, siyasi partilerde lider sultasına son verilmesi için mücadele eden parti CHP’dir. Şimdi bunları savunarak biz sağa mı kaymış oluyoruz. Doğu’da başka Batı’da başka konuşuyorsun diyenlere yanıtım nereye gittiysem aynı şeyi söyledim. Nasıl Hakkari’de Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nı mutlaka getireceğimizi söylediysem şimdi burada da aynı şeyi söylüyorum. ‘CHP sağa kayıyor’ diyenlere sormak isterim şimdiye kadar hangi CHP Genel Başkanı Deniz Gezmiş’in mezarını ziyaret etti.

İşsizlik ve Kürt Sorunu
Ülkenin en önemli sorunu işsizlik ve Kürt sorunu. Birileri arkadaşlarıyla keyifli yılbaşını kutlarken bu kardeşiniz Soma’da yer altında madencilerle, Van’da depremzelerle yılbaşını geçirdi.

Rakı Sofrasındaki Elitistler
‘CHP elitist bir parti’ diyorlar. Elitlere saygım var ama bir de elitistler var. Bunlardan partiyi temizleyeceğim. Bana çalışan adam lazım rakı sofralarında konuşan değil.

Demokratlık Dersi Vermeyin

‘Seçildiğinde çok demokrattı şimdi baskıcı olmaya başladı’ diyenler var. Demokrasinin ne olduğunu biliyorum. Ama kimse kusura bakmasın bundan sonra mikrofonu görünce koşa koşa gidip CHP’i eleştirmelerine izin vermeyeceğim. Bir siyasi partiye üye olduktan sonra o partinin kuralları sizi bağlar. Ya o kurallara bağlı olursunuz ya ayrılırsınız. Kavgaya izin vermem herkes bunu böyle bilsin.

Gezmiş, Bayar, Menderes
Ben Deniz Gezmiş’in mezarına da gittim, Adnan Menderes’in Celal Bayar’ın mezarına da. Kamplaşmayı değil yeni bir anlayışı kurmak durumundayız. Biz masa başına oturup Atatürkçülük edebiyatı yapanlardan değiliz. Sol kimsenin tekelinde değil. Yoksulluk edebiyatı ile solculuk olmaz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.990
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 11.10.2021- 06:20


Epeydir CHP konusunda yorum yapmıyorduk, bu sabah SOL'da Turgay Develi'nin yazısını okuyunca farkettim bunu. Millet ittifakı gibi bir oluşumun mucidi sayılabilecek bir Genel Başkanı ve onun yönetimindeki bir CHP'yi kadrja almamak yanlış demeyeyim de siyaset açısından eksik bırakılmış bir durumdur bence. Çünkü ne olursa, neyi savunursa savunsun CHP bu ülkenin çok önemli bir parçası, kurucusu ve kitlesi açısından da büyük ölçüde aydınlık yüzüdür. Yaşanan süreçte CHP'nin tutumunun eksi ve artılarıyla değerlendime dışı bırakmak Türkiye'ye bir bütün oarak bakışımızda bence sorunlu bir yaklaşım olacaktır. Bu yüzden turgay Develi'nin yazısını buraya alıyorum, sonrasında düşüncelerimizi belitiriz.

 
Kılıçdaroğlu'nun yeni hedefi - TURGAY DEVELİ

CHP'nin iktidar perspektifi değişmemekle beraber, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun kendisi için hedef güncellemesi yaptığını; amacının artık Millet İttifakı projesindeki partileri bir arada tutmak ve Türkiye'nin parlamenter sisteme dönüşüne önderlik eden siyasetçi olarak anılmak, tarihe bu şekilde geçmek olduğunu söyleyebiliriz.

Bu kanaati kuvvetlendiren son veri de KONDA'nın anketinden geldi. Buna göre CHP oy kaybediyor. Bu cümleyi öyle bir çırpıda yazarak ya da söyleyerek geçmemek lazım. Cumhuriyet tarihinin en derin bunalımının ortasında, ülkenin her karışından her türlü insanın cümleten iktidardan yaka silktiği bir ortamda ana muhalefet partisi hala oy kaybediyor.

Rakamlara bakıldığında İyi Parti'nin, CHP'yi oy fidanlığı gibi kullandığı ve ana muhalefet olma sınırına çok yaklaştığı da görülebiliyor. Bunu kamuoyuna açıklanan anketlerden çok daha önce gördüğü kesin olan Kılıçdaroğlu ise partisine oy kaybettiren ve iktidar hedefinden uzaklaştıran siyasi anlayıştan vazgeçecek politik refleksi göstermiyor.

Böyle düşünmesi ve davranmasının temelinde, ülkemizin bir numaralı sorununun Tayyip Erdoğan'ın tüm yetkileri tekelinde topladığı Cumhurbaşkanlığı, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı sistemi olduğu tespiti yatıyor pek tabii. Kılıçdaroğlu ve günümüz CHP'sinin sadece bu hedefe odaklanması ise, 40 yıldan bu yana uygulanan ve son 19 yılını Erdoğan'ın uyguladığı ekonomi politikalarına partide esastan bir karşı duruşun olmadığı, yalnızca bunun Erdoğan tarafından uygulanan biçimine karşı olunmasından kaynaklanıyor olmalı.

Gelişmiş ülkelerin tamamı, artık işlemediği kabul edilen bu ekonomik politikalardan uzaklaşırken, Türkiye'nin iktidara talip en büyük partisinin aynı eski masallarda ısrar etmesinin sebebi; siyaseti sadece Ak Parti'nin başarı ya da başarısızlıkları üzerinden değerlendiren, hedef politikalarını ittifakların belirleyiciliğinde oluşturan, medyaya, akademiye, sivil topluma nüfuz eden hegemonyanın dışında bir tercih üretemeyen bir fikri kuraklık ortamından kaynaklanıyor olabilir.

Tek liste olarak 'seçtirilen' parti meclisi ve bu meclisin içinden seçilen MYK üyeleri ile danışman kadrosunun bu fikri ortama ne gibi bir katkıları var, itiraz eden ya da edenler var mıdır bilemiyorum ama, açıktan bir kabul ile itirazın seslendirilmeyerek zımnen kabullenme arasında pek bir fark yok.  

Kendi içerisinde zengin bir düşünce iklimi yaratarak bu iklimin meyveleriyle Türkiye'yi ileriye taşıyacak bir lokomotif olması gereken Cumhuriyet Halk Partisi'nin anlı şanlı tüm parti kurullarının, siyaseti gündelik olaylar ve bunların etrafında gelişen etki-tepki döngüsü üzerinden okudukları, politikayı tüm iktisadi ilişkilerden soyutladıkları; olayları ve olguları makro düzeyde analiz edemedikleri ya da ediyorlarsa da bunu yeterli düzeyde ifade edemiyor oldukları çok açık ortada.

Bir diğer seçenek ise, tüm bu saydıklarımın parti içinde küçük bir grup içerisinde yapılıyor olmakla birlikte dışarıdan herhangi bir görüşün veya genel olarak vatandaşın oy verme dışında yönetime katılması istenmiyor. Her halükarda partinin, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve hak arayışlı bir politik hattan uzak olduğu ortada.

CHP sözcülerinin buldukları her fırsatta vatandaşın yoksulluğundan söz etmesi, ne kadar işsiz olduğunu, ne kadar ihtiyaç kredisi ve ticari borcu bulunduğunu sayılarla/tablolarla ortaya döküyor olması, buna neden olan anlayışa ve bu sonuçların ortaya çıkmasına neden olan politikalara karşı oldukları anlamına gelmiyor.

Öyle olsa, sadece sonuçlara itiraz etmek, bunu 'tek adam rejimine' bağlamak yerine buna yol açan ekonomi politikalarını savunmaktan vazgeçerlerdi.  

Bununla ilgili çarpıcı bir örnek vermek istiyorum;

CHP'nin ekonomistleri, Merkez Bankası ve yine IMF direktifleriyle yaratılan kurumların Erdoğan tarafından işlevsizleştirilmesini örnek göstererek, yaşadığımız bütün sorunları maliye ve finans politikalarına bağlıyor, tek çarenin de Merkez Bankası'nın bağımsızlığı olduğuna vurgu yapıyorlar.

Oysa bu mantık, aşağıdaki olaylar zincirini açıklamakta yetersiz kalıyor;

Türkiye, bugün Millet İttifakı tarafından kesin etkili tek çözüm olarak sunulan parlamenter sistemle yönetilirken ve bağımsız bir Merkez Bankası varken, daha 24 Ocak kararlarının yarattığı yıkımın dumanı tüterken 1988-1989 yıllarında iki yıl ortalama yüzde 1,5’luk düşük büyüme, 1991 krizinde yaşanan yüzde -0,3’lük durgunluk, 1999 Rusya kriziyle yüzde -3,5'luk daralma ve nihayet 2001 kriziyle yaşanan yüzde 5,7’lik daralmalar yaşadı.

Bunlar ve daha niceleri, sorunun Erdoğan'ın 'tek adam rejimi' uygulamasından daha derinlerde olduğunu ortaya koyan veriler.  

Ekonomik krizlerin ardında sadece Erdoğanvari bir popülizm olduğu ve o giderse her şeyin güzel olacağı varsayımı, sorunun en hafif tabiriyle, esas nedeni olan yanlış kontrolsüz liberal politikalar olduğunu perdelemeye yarar. Yaşadığımız sorunları üreten aslında sistemin ta kendisi.

Bunu örtüp suçu uygulayıcıya yıkmak, eğer kolaya kaçmak değilse, o sistemi korumanın başka bir şeklinden fazlası değildir. Bu ülke bu ateş çemberinin içinden yeni bir 2003 yılı AKP'sini başa geçirmek için mi geçiyor sahi?

https://haber.sol.org.tr/yazar/kilicdaroglunun-yeni-hedefi-315594



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.990
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 18.10.2021- 07:27


Turgay Dereli'nin yazısına şöyle bir göz gezdirdim. İlk etapta bazı noktalardaitirazım var.

1- Tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşayan ülkemizde ana muhalefet partisinin oy oranında artış yerine azalış olduğunu söylemesi ne kadar doğru? Kimi anketlerde böyle bir sonuçla karşılaşıyoruz ama kimi anketlerde de tersine yüzde otuza yakın bir oy alabileceği sonucu da çıkıyor. Yazarın yazısına uygun bir sonucu alıp onun üzerinden devam etmesi bana çok doğru bir yaklaşım gibi gelmiyor. Hiç kuşkum yok, böyle bir ortamda, ekonomik krizin siyasi krizlerle hemhal olduğu koşullarda bir sosyal demokrat parinin   sandıkları patlatacak bir oy artışı sağlaması ileri sürülebilirdi ve olmuyorsa ve böyle bir gerçekliğin bir hayli de uzağındaysak bunu sadece Kılıçdaroğlu ve CHP'nin yetersizlilerine bağlamak da pek mümkün değil. Sosyal demokrat bir parti olduğunu iddia eden CHP'nin yeterinde ilgi görmemesini haklı olarak eleştirirken ve bu durumu doğru analizlerin ve doğru siyasi tercihlerin olmamasına bağlarken, proletaryanın sosyalist partilere yönelmemesini nasıl açıklayacağız? Benzer bir yetersizliği onlar için de ileri sürebilir miyiz?

2- Anketlerde bir sorun var gibime geliyor. Anketlerde bir akıl dışılık var. Gerçi ülkemizdeki toplumsal hayatın çok da akıl-mantık ve hayatın olağan akışına uygun bir şekilde aktığını söylemek neredeyse olanaksız ama ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın anketlerdeki AKP olumlamasının her şeye rağmen yüzde otuzlarda, yüzde otuz beşlerde çıkmasının mantıksal bir temeli olabilir mi? Toplum olarak bu denli bir yabancılaşma yaşanabilir mi? Akşamları pazar tezgahlarından yere saçılan sebze ve meyvelerle karnını doyurmaya çalışan hatırı sayılı bir kitle oluşmuş, ama hala ''şahlanış'' döneminden söz edilebiliyor!İnanılır gibi değil. Distopik bir gerçeklik değil de, nedir bu yaşananlar?

3-CHP'nin, Kılıçdaroğlu'nun yetersizliklerini saymakla bitirmek pek mümkün değil. İçinde bulunulan koşullarda bir muhalefet partisi liderini ''acaba şimdi ne söyleyecek'' meraklanması içinde bekleyen biri var mıdır bu ülkede. Sanmıyorum. Ben çoğu kez,Kılıçdaroğlu çikınca tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan'da olduğu gibi kanal değiştirmeye çalışıyorum. Siyasi tarihimizde siyasetin bu kadar yerlerde dolaştığı ve   yetersiz/kifayetsiz bu liderler elinde bu kadar anlamsız bir hale getirildiği dönem olmamıştır. Ve bu koşullarda ve bu iklimde güncele bir de sınıfsal referanslar ekleyerek bir yorum ve perspektif getrebilmek, ve bu yönde çaba harcamak o kadar gerçek dışı/üstü bir hamleymiş gibi geliyor ki...

( Dün TKP'li bir arkadaşla bir ''Semt Evi''nde konuşuyorduk. Emperyalizm karşıtlığı, sermayenin istekleri, ittifakların yetersizliği konusundaki açıklamaları sanki yaşanan gerçekliğin dışında bir başka gerçeklik gibi gelmişti... Kitabı okuyanlar bilir, bir taşra kasabasına görevli olarak atanan resim öğretmeninin Selim İleri'nin Yaşarken ve Ölürken romanında yaşadığı çaresizlik ve yabancılaşma duygusu sanki katmerleşmiş de bu ülkenin bir yazgısı haline gelmiş gibi...)

4- Bu böyle gitmeyecek kuşkusuz. Eninde sonunda aydınlık bir güne de uyanacağız. Bunun yolunun öncelikle AKP'yi iktidardan edecek somut tepkilerin bir sol-sosyalist perspektifle buluşmasından geçiyor gibi...Erkan Baş'ın bir TV.kanalında söylediği gibi ''bir günlük ittifak''ı dillendirmeyi asla ihmal etmeden halkın bu yöndeki heyecanlarının dışında kalmamalıyız. Çok sıradan bir talep bu ama bence içinden geçtiğimiz karanlığı aydınlatacak tek umut ışığı da burada yatıyor gibi...




Bu ileti en son melnur tarafından 18.10.2021- 07:29 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.990
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.10.2021- 16:01


Parlamenter sistemde, özellikle sistemin son seçimlerinde kendini solda gören, sosyalist olduğunu deklare eden ve çoğunlukla CHP ile hareket eden kesimlerin TKP'ye dönüş yapmaları gerektiğini söyler, yazardım. Bunu söyler ve yazarken söylense de söylenmese de özelde TKP'ye, genelde diğer sosyalist partilere oy vermenin   faşizm ve gericilik karşısında oyların boşa gitmesi ve hata bu nedenle gericiliğin ve faşizmin ekmeğine yağ sürmek anlamına geleceği şeklinde eleştirilerle karşı karşıya kalınırdı...

Böyleydi, biliyordum, çünkü yıllardır ben de aynı gerekçelerle CHP'ye oy vermiştim, sosyalistlere oy vermek yerine CHP'yi seçmeyi bu gerekçelere dayandırmaya çalışmıştım. SOLpaylaşım öncesinde yazıyazforum'da hemen her seçim öncesinde ''ne yapmalı'' başlığında bir konu açar aşağı yukarı düşüncelerimi de çerçevede şekillendirmeye çalışırdım. Pek karşı çıkan olmazdı, diye hatırlıyorum; pek de destekleyen olmadığı gibi. Yine o forumda sosyalizmi savunmaya çalışırken, gelen eleştiriler, özellikle reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte halkın sosyalizmi desteklemeyeceğinden söz edilirdi.

Görünür olan da bu değil miydi?
Halk sosyalizmi desteklemiyor, ilgi göstermiyordu.
Ama nasıl olsun ki?


Solcular, sosyalistler ya CHP'de ya da HDP'deyken, onlar bile sosyalizmin kurumsal yapılarına ilgi göstermiyorken kalabalık olmayan, olamayan sosyalistlere kalabalıklar neden dönüp baksın ki? demeye başlamıştım. Böyle sorduğumda da, CHP'ye yanaşırken ileri sürdüğüm gerekçeyi bertaraf edecek bir gerçeği de ortaya koyabilmeliydik; şunu söylemeye başlamıştım. Solu, sosyalizmi güçlendirmek adına CHP ve HDP yanaşmacılığını terk etmemiz gerekiyor. Aslımıza dönmeliyiz. Aslımıza döndüğümüzde, CHP ve ülke bundan zarar görmeyecektir. Üç beş yüz bin oy, CHP'den TKP'ye yöneldiğinde CHP'nin gericilik ve faşizm karşısında çok fazla kayıp olmayacaktır. Ülke çapında bu oy en fazla CHP'ye bir iki vekil kaybettirecektir. Bu da çok önemli olmayacaktır ama böyle bir oy girişi TKP'ye ( ve dğer sosyalist partilere) çok şey katacaktır. CHP'yi de HDP'yi de daha sola çekecek, sosyalistlere de sınıfsal mücadelelerinde daha güçlü olmalarını getirecektir.

Ama bu dönem farklı.



Tek adam diktatörlüğü, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için benzer bir söylemin   haklı gerekçesi yok. Bu dönemin seçimleri böyle bir seçim değil. Bir oy'un bile farklı anlamı var. Bir oy bile bıçak sırtı bir seçimde çok belirleyici özelliğe sahip. Çünkü bu dönemin seçimleri bir referandum niteliğine sahip. Ya o ya bu... İkiside aynı, hepsi bir demek doğru bir tavır değil bu yüzden.

Örnek verilecekse, İstanbul Belediye seçimlerini göstermek mümkün. 31 Mart seçimi CHP'nin lehine 13 bin oyla kapandı. TKP ve TKH'nin aldıı toplam oy da aşağı yukarı bu kadar (sanırım 12 bin civarındaydı.) Düşünebiliyor musunuz, AKP'nin bu bıçak sırtı seçimde 10 bin oyla seçimi alabilmesi mümkündü. O zaman TKP ve TKH'ye giden oylar için neler söylenirdi?

( Olsun, AKP İstanbul Belediyesinde Başkanlığı sürdürse İmamoğlu'nun yönetiminden farklı bir işleyiş olmazdı diyen varsa, ciddiye almak gerekmiyor.)

Şuraya gelmek istiyorum; saray rejiminin ülkeye verdiği zarar diyerek sürdürmek bile garip geliyor bana. Böyle bir cümle başlangıcı bile yşanan zulmu, keyfiliği, kurumsal ve katmerli sömürüyü, yoksulluk ve yoksulluğu anlatmaya yeterli gelmiyor çünkü. Erdoğan AKP'sinin iktidarını sürdürdüğü her gün ülke geleceğini daha da karanlık bir gelecek bekliyor ve karanlıktan neler çıkıp geleceği, nelerle karşılacağımız da bir başka karanlık...

Bu yüzden önümüzdeki seçim çok önemli bir referandumdur.
''Hepsi bir'' demek, seçim siyasetini bu yaklaşım üzerine kurmak   kadar büyük br hata olamaz.


Bu yönde tavır alan bir solcu, halkın gerisine savrulmayı kabul etmiş, demektir.
Çünkü böyle bir tavır halkın gerisine düşmekten başka bir anlama gelmeyecektir.

Başlığı CHP'yle ilişkilendireceksem, Kılıçdaroğlu belki de ilk kez bir yengi tadacaktır. CHP yönetimini, Kılıçdaroğlu'nu pek çok noktada eleştirmek mümkün, eleştiriyoruz da ama Saray Rejimi'ni iktidardan edecek bir beş benzemezi tek bir noktaya yöneltip Erdoğan ve rejim karşıtlığında bir araya getirme becerisi de az şey değil. Bu sayede büyük şehirler Erdoğan AKP'sinin elinden alındı ve bu sayede Erdoğan AKP'sine iktidardan uzaklaştırabilmenin yolu açıldı. Bu durum bir başarı değil de nedir.



( Bence somut gerçek bu, isteyen emperyalizmin Erdoğan'sız bir Erdoğan hükümeti kurmaya çalıştığından söz ederek yaşanan süreci önemsizleştirmeye çalışsın, bu tavrın toplumda bir karşılık bulacağını hiç sanmıyorum, bilmiyorum ama bu tavır bana bir taktiksel yaklaşım gibi geliyor, ''nasıl olsa Erdoğan gidiyor, biz bu kaotik yapıdan sosyalizmi güçlendirerek çıkmaya çalışalım, siyasetimizi bu yönde kuralım'' gibi...Riski epey büyük bir taktiksel yaklaşım gibi...)










Bu ileti en son melnur tarafından 25.10.2021- 16:12 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.990
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 26.10.2021- 19:43


Bugün dersimiz CHP ise , parlamentodaki Irak-Suriye teskeresine beklenmedik bir ''hayır'' tepkisi verilmesinin altını çizelim. Önemli. Bugüne kadar olduğu gibi ''yine eleştirecekler ve sonra saçmasapan bir evet kararıyla desteklerini verecekler'' diye geçiriyordum içimden. Akşam eve geldiğimde Halktv. altyazı geçiyordu. CHP, HDP ve TİP ve Saadet hayır oyu kullanmışlar. Teskerenin geçeceği belliydi, AKP ve MHP'nin oyları yetiyordu, sonra buna İYİP katıldı. (Ha, bir de Muharrem İnce'nin Memleket Partisi... CHP'de alternatif başkan adayı durumundan nerelere savruldu; yazık!)

CHP'nin ve özellikle Klıçdaroğlu'nun eksiği vardır, gediği, yanlışı vardır, pek çok eleştirilecek siyasi yanları da vardır ama, kabul edelim bugünlerde çok önemli bir işlev yüklenmiştir. Üstte söylemiştim, Türkiye gibi milliyetçi muhafazakar kodlarının çok etkin ve yaygın olduğu bir ülkede beş benzemez partileri bir araya getirmek, bir arada tutmak becerisi göstermek ve tek bir hedefe kilitlemek yabana atılır bir şey değil. Saray Rejimi bir parantez olarak bir an önce kapatılmalı ve ülke ''iyileştirilmiş, güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme'' yönelerek tek adam diktatörlüğünü sandık yoluyla başından atmalıdır. Dinci faşizm yerine demokratik bir yapı kurulmalıdır. Olabilirse yeni bir anayasa yapılabilmeli, olmuyorsa anayasada demokratik iyileştirmeler gerçekleştirilmeli ve devletin kurumları, özellikle hukuk, yeniden tesis edilmelidir. Sonrasında her siyasi parti kendi ideolojisiyle iktdara talip olabilir, sosyalistler de bu yeni koşullar altında kendi mücadelelerini daha uygun koşullarda yürütebilecek olanaklara kavuşabilir.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş'ın belki üzerinde çok da uzun uzadıya düşünmeden irticalen söylediği ''bir günlük ittifak'' konusunu bu yüzden çok ama çok önemsiyorum. Sosyalistler ve özellikle TKP   cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin sürüp sürmemesi konusunda bir referanduma dönüşecek seçimde   gereken duyarlığı ve demokrasiye ve sosyalist mücadeleye alan açabilecek bir siyasal tavrı gösterecektir.

Umarım.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.990
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.11.2021- 05:27


Bu günlerde CHP ve Kılıçdaroğlu ''helalleşme'' başlığında gündeme geliyor. Doğru muydu, yanlış mı, yoksa zamansız mı? İLERİhaber'de Güray Öz de CHP'nin bu helalleşme açıklamasını yorumlamış. Ve yorumlarken de handiyse bir CHP analizi de yapmış. Hem helalleşme konusu ve hem de CHP'Ye yönelik saptama ve yorumları bana ilginç geldi. Üzerinde durmaya değe. Yazıyı buraya alalım, sonra yorumlamaya çalışırız.

***

Helalleşme üzerine aykırı düşünceler - Güray Öz

CHP lideri Kılıçdaroğlu Cumhur İttifakı’na karşı son “Helalleşme” çıkışı ile önemli bir atak gerçekleştirdi. Artık iktidar blokuyla köprülerin atıldığını söyleyebiliriz. Ama bu helalleşme adımı kimi kuşkuları da yeniden canlandırdı. Bu yazı bu nedenle pişmiş aşa su katmak gibi yorumlanabilir ama olsun, Kuşkular dile getirilmek içindir.

İnsan ister istemez kuşkulanıyor; mavi karanlıktaki yıldızlarımdan birisi olan İdris Küçükömer Hocanın “Doğucu İslamcı Halk Cephesi” bizim kuşağın 68’lilerin bir kesimini epeyce etkilemiş, kafaların karışmasında küçümsenmeyecek bir paya sahip olmuştu. Kemal Kılıçdaroğlu da bizim kuşağın sosyal demokratları arasında sayılır. Son yıllarda sık sık gündeme gelen “halkın değerlerine sahip çıkma” stratejisi bunu da ileriye doğru değil geriye doğru giderek gerçekleştirme stratejisi biraz İdris Hocanın değişen niyetlere göre yanlış anlaşılabilen tezlerine yakın düşüyor.

Biraz daha eskilere gidelim.

Cumhuriyet Halk Partisi kuruluş yıllarının inişli çıkışlı, daha çok Sovyetlerden uzaklaşma, Batıya NATO’ya yakınlaşma eğiliminin ağır bastığı yıllardan sonra iktidarı kaybetmiş, fakat eski alışkanlıklarını bırakamamıştı. Bu alışkanlıkların içinde aklın egemenliğini değil de devlet- din ilişkisine hapsedilmiş “devletçi laikliği” en dar anlamıyla savunmak önemli bir yer tutuyordu. Türkiye’de sosyalistlerin yasakları büyük ölçüde etkisizleştirdiği “yükseliş” yıllarında zorunlu olarak kendini solda tarif etme derdine düşmüş, o tarihe kadar solu ezme politikasından hiç taviz vermemiş devletçi partide asıl amacı sola sınır çizmek, solun partiyi etkilemesini önlemek olan “ortanın solu” açılımıyla sosyal demokrat bir parti olma çabası ağır basmaya başlamıştı. Bu çok kolay olmadı kuşkusuz. Parti içindeki sağ kanat tasfiye edildi ya da yolunu ayırdı.

Peki bu tarihten sonra partiye sol mu hakim oldu, CHP sosyal demokrat bir partiye mi dönüştü? Görüntünün yanıltıcı olduğunu söyleyelim ama dağlara taşlara “toprak işleyenin su kullananın” yazıldığı “halkçı Karaoğlan” efsanesinin soldan sağa yükselen coşkunun lideri Bülent Ecevit oyu çok vekili az bir tabloyla iktidar ortağı oldu. Usta ama alışılagelen politikacı tipine pek benzemeyen naif bir politikacı olarak romantik bir imaj çizen Ecevit’in iki önemli ve Türkiye tarihini değiştiren adımı romantizmin de bir yere kadar olduğunu gösterdi. Birincisi CHP’nin kadim “devletçi laik” çizgisini değiştiren “tarihi uzlaşma” tezini uygulamaya koyması, İslamcı bir parti ile koalisyonu Türkiye’nin geleceğini belirleyen bir adım olarak uygulamakla yetinmeyip pratiğe dökmesi, kuramsallaştırmasıdır. İkincisi Kıbrıs’ta savaşa barış adını taksa da bir savaşı göze alabileceğini göstermesidir. İki adım da devletçi CHP’nin geleneksel “devletçi laik” ve “savaştan uzak durma” çizgisine aykırıdır. Bu nedenle de Ecevit daha sonra CHP ile yolunu ayırmış kendi yolunda ilerlemeyi seçmiştir.

TARİHSEL UZLAŞMA TEORİSİ

CHP uzun, çalkantılı baraj altına düşmek gibi sarsıcı gelişmelerden sonra Baykal liderliği dönemini de geride bırakmış, Kılıçdaroğlu liderliğindeki dönem başlamıştır. Bu yeni döneme ikinci Ecevit dönemi diyebilir miyiz? Belki birebir bir benzetme doğru olmayacaktır, ama bu kez yukarıyla değil alttakilerle bir “tarihi uzlaşma” gerçekleştirme eğilimi, politikası Kılıçdaroğlu’nun tezlerine uygun düşüyor. İslamcı iktidar partisi ile yukarıda özellikle ekonomi temelli sert bir kapışma, aşağıda ise İslamcı dindar kitle ile eski devletçi politikaları bir yana bırakarak barışma ya da güncel ifadesiyle ve dini literatüre başvurarak “helalleşmeden” söz ediliyor artık.

CHP liderinin iktidar partisi ile bir uzlaşmayı, helalleşmeyi kastetmediği açıktır. Kuşkusuz bu da bir olasılıktır ama şimdi değil; “devri sabık” yaratmamak belki seçimlerin hemen öncesinin stratejisi olabilir. Bu arada genel olarak ve iktidar partisi ile laiklik konusunda bir tartışmadan mümkün olduğunca kaçınmaya özel bir dikkat ve özen gösterildiğini söyleyelim. Peki bu helalleşme nasıl tanımlanıyor, hangi yanlışlardan dönmeyi içeriyor? Gerçekten de geçmiş dönemlerin eleştirisi kaçınılmazdır ama bu eleştirinin hangi açılardan yapıldığı yapılacağı da önemlidir. Örneğin Türkiye tarihinin neoliberal tezlerle gözden geçirilmesi ve neredeyse olumlu olumsuz tüm ögeleriyle tarihin inkarına yönelmesi de mümkündür ya da hataların, yanlışların eleştirilmesi, yeni bir rota çizilmesini amaçlıyor olabilir.

Helalleşme çağrısı öyle anlaşılıyor ki siyasi iktidara yapılmış bir çağrı olmadığına göre “halkın yüzde 99’u Müslüman” şablonunu tartışmadan kabule dayanarak İslamcılara yapılmış bir çağrıdan mı söz ediliyor? Ama bu yüzde 99 sanıldığı gibi İslam şeriatına sıkı sıkıya uyan bir kitle değildir. Yüzde 99’un içinde Alevileri, dindar olmakla birlikte yaşam tarzı ile “deizme” daha yakın olan kesimleri de görmek gerekmez mi? CHP daha fırka olduğu zamanlarda ya da sonrasında dindar kesimleri dışlayan bir parti olmadı. Modernliğin ve Kemalist devrimin savunucusu bir parti olarak İslam’a savaş açmış falan da değildir. Batılılığı savunan bir parti olarak baştan bugüne kadroları ve seçmen kitlesi dindarlardan oluşan bir partidir.

Mustafa Kemal’in şeyhlere, şıhlara, tarikatlara açtığı savaş batılılaşmaya karşı çıkan şeriatçıları tasfiye etmeyi amaçlayan güçlü bir adımdı; “harf devrimi” “Tevhidi tedrisat” yasası ile devlet bürokrasisinin güçlü bir denetleme organı olarak Diyanet İşleri’nin kurulması da “devletçi laikliğin” gereği olarak kurgulandı ve uygulandı.

CHP”NİN HASIMLARI KİMLERDİ?

Devletin fırkası ve sonra partisinin sürekliliği sağlama almak için kendisine üç “tehlike” seçtiği söylenebilir: Sol potansiyel, şeriatçılık ve Kürtler ise yakın   tehlike olarak görülüyordu. Sınıf gerçeğini inkar eden “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” tezi uzun ömürlü olmadı, işçi sınıfı giderek artan ölçüde ve güçle kendini gösterdi. Sola karşı sürek avı devletin temel bir görevi haline geldi. Komünistlere, Nazım Hikmet’e Sabahattin Ali’ye daha nicelerine yönelik saldırılar CHP iktidardayken başladı ve sürdü. Azınlıklara saldırılar, Varlık Vergisi uygulaması CHP dönemindedir, 6-7 Eylül DP zamanında. Şeriatçılar ise yeraltına çekildiler ve siyasi alanda güçlenebilmek için çabalarını yoğunlaştırdılar. Demokrat Parti’de, Adalet Partisi’nde güçlendiler ama bu partilerde bile “devletçi laiklik” anlayışını geriletemediler. AKP iktidarı ile yeraltından çıkan tarikatlar şeriat savunusunu açıkça yapmaya başlasalar da kitlesel olmayı başaramadılar. Kazandığı büyük siyasi desteğe güvenerek darbeciliğe soyunan Fethullah hareketi de kitlesel değil sızmaya dayalı darbeci bir kadro hareketi olarak kaldı. Dindarları Müslümanları temsil edecek bir güce erişemediler, kitleselleşemediler. Kısacası CHP’nin helalleşme kapsamına aldığı kesimler içinde siyasi iktidar ve giderek azalan destekçiler arasında pervasızlaşarak kendini gösteren şeriatçılar tarikatlar yer alıyor mu sorusu ortada kaldı. Peki kimlerle helalleşecek CHP lideri. Kılıçdaroğlu kimlerle helalleşeceğini açıkladı aslında. Şöyle dedi:

“Geçmişte kırdığımız, korkuttuğumuz topluluklarla, (abç) bireylerle, farklı hayat tarzlarının temsilcileriyle buluşmalarıma başlayacağım. Ben ömrümde, bu ülkede nefreti ve sevgiyi bolca gördüm. Ve sevgi hep daha güçlü oldu. Artık sevgiye bu savaşı kazandırma zamanı. Affetmeyi ve affedilmeyi kucaklayarak, helallik istemeyi ve vermeyi başarmalıyız. Hep birlikte umuda, barışa ve sevince yürümek ancak birbirimizin yaralarını sararak mümkün olacak. Biraz uzun sürdü konuşmam, biliyorum. Kusuruma bakmayın lütfen. Mevlana’nın bir sözüyle bitireyim bari: Dünle beraber gitti cancağızım düne ait ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Güzel sözler, güzel dilekler…

Ama kuşku gerçeğin kazıcısıdır. Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği kimi kesimlerle helalleşmesi aslında fazladan bir şeydir; CHP onlarla kanlı bıçaklı düşman değil zaten. “Korkuttukları toplulukları” ise merak ediyorum. Bugünün “sosyal demokrat” partisi solu korkutmuyor, Kürtleri korkutmuyor, dahası geçmişteki unutulmaz hataları, yanlışları, suçları konuşmaktan kaçınmadığına göre artık iyice azalmış azınlıkları da korkutmuyor. Peki hangi toplulukları korkutmuş olabilir ki? Eğer geçmişte korkutmasa bile açıkça mücadele etmeyi hiç unutmadığı siyasal İslamcıları, tarikat ehlini, cehennem için yanmayan terlik pazarlayanları, badecileri, her gün şeriat istediklerini yüksek perdeden ilan edenleri kastediyorsa helalleşeceğini söylediği öteki kesimler bu helalleşme merasiminden uzak duracaklardır.

Ekonomik krize sermaye örgütlerini ziyaret ederek ya da krizin nedeni olarak yalnızca beşli çeteyi göstererek çare bulunacağına inanmayan, ama “halkın değerlerine sahip çıkıyoruz” söylemiyle her gün biraz daha sağa kayan CHP’ye yalnızca demokratikleşme kapısının açılması ihtimali nedeniyle umut bağlayanlar da hayal kırıklığına uğrarlar. Akıllarına hemen Ecevit’in “tarihsel uzlaşması”, İdris Hoca’nın “doğucu İslamcı halk cephesi” gelir.

Yoğurdu üfleyerek yemek her zaman iyidir kısacası…

https://ilerihaber.org/yazar/helallesme-uzerine-aykiri-dusunceler-133152.html





Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.990
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.11.2021- 03:58


''Türkiye’de sosyalistlerin yasakları büyük ölçüde etkisizleştirdiği “yükseliş” yıllarında zorunlu olarak kendini solda tarif etme derdine düşmüş, o tarihe kadar solu ezme politikasından hiç taviz vermemiş devletçi partide asıl amacı sola sınır çizmek, solun partiyi etkilemesini önlemek olan “ortanın solu” açılımıyla sosyal demokrat bir parti olma çabası ağır basmaya başlamıştı. Bu çok kolay olmadı kuşkusuz. Parti içindeki sağ kanat tasfiye edildi ya da yolunu ayırdı.

Peki bu tarihten sonra partiye sol mu hakim oldu, CHP sosyal demokrat bir partiye mi dönüştü? Görüntünün yanıltıcı olduğunu söyleyelim ama dağlara taşlara “toprak işleyenin su kullananın” yazıldığı “halkçı Karaoğlan” efsanesinin soldan sağa yükselen coşkunun lideri Bülent Ecevit...''


Sosyalist solun yükselişe geçtiği yıllarda CHP İnönü'nün kararıyla ''ortanın solu''nu seçmişti. Sonradan bu slogan Ecevit'le ''demokratik sol''a dönüştü. Yakın tarihimizde Ecevit CHP'sinin solun kitlesellik kazanmasında çok büyük bir payı olduğunu ve bu konuda Ecevit'in hakkının yenildiğini düşünürüm. Özellikle 80 ihtilalinden sonra Ecevit'in çok büyük yanlışları oldu ve (bence) o da sağa savrularak tipik bir sağcı parti liderine dönüştü. Dahası inatçılığı yüzünden solda da bir bölünmüşlüğe yol aarak Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarının Erbakan'ın Refah ya da MSP'sinin eline geçmesine de yol açtı. Çok eleştirildi. Ülke bugün dinci gericiliğin basıncı altındaysa bunda Ecevit'in DSP'sinin çok büyük payı da vardır. Ama...

Ama, yineleyeyim, solun kitlesellik kazanmasında 80 öncesi Ecevit'in çok büyük bir katkısı vardır. İnönü'nün ''ortanın solu''yla tanımlamaya çalıştığı CHP'yi İnönü'den sonra sol-sosyal demokrat bir çizgiye çekmeye çalışmıştır. Bunu yaparken de özellikle hitabet gücü, karizmatik yanı, sadeliği, dürüstlüğüyle geniş kitleleri etkileyebilmiştir. Komando kamplarının kurulduğu, solcu öğrencilere saldırıların başladığı süreçte yani, faşizmin adım adım şiddetini arttırdığı dönemde kitlesiyle birlikte solun yanında olmuş, parti binalarını sola açmıştır. Hiç kuşku yok, dönemin özelliklerinin de solun kitle kazanmasında payı vardır, o süreçte dünya koşullarının belirleyiciliği de vardır. Ama ne olursa olsun Ecevit'in katkısı yadsınamaz.

80 sonrası Ecevit'in yanlışları, söylemleri 80 öncesinin Ecevit'ini ve CHP'yi yanlışlamaz. Aydemir Güler bir konuşmasında Ecevit'in bir sözüne göndermede bulunarak ''ülkeye komünizmin gelmesini önlemek'' misyonunu Ecevit'e yükler. 80 sonrasında Ecevit böyle bir cümle kurdu mu, hatırlamıyorum, 80 sonrasını düşündüğümde söyleyebilir de; tipik bir sağcı siuasetçiye dönüşmüştü. Ama söylese bile, Ecevit'in doğrudan böyle bir amacının olduğu bana çok inandırıcı gelmiyor. Bir haksızlık, o dönemi yorumlama konusunda bir hatalı tavır gibi geliyor. Ya da bugünlere gönderme, CHP tabanına bir ses yöneltme, oradaki solcu-sosyalistleri olması gereken yerde olmadıklarını hatırlatma çabası gibi...

CHP konusunda özellikle kürt hareketinin yükselişe geçtiği süreçte liberallerin de etki alanlarını arttırmasıyla birlikte bir önyargı, bir gerçeklikten kopma ve süreç ve olguları Kürt ulusalcılığının perspektifiyle değerlendirme gibi bir anlayış oluştu, yaygınlık kazandı. Sadece CHP değil, o dönemde Kürt hareketine biat etmeyen, kuyrukçuluk yapmayan ve özellikle neo-liberal siyasetlere karşı duran kesimlere ve partilere karşı açıktan bir düşmanlık egemen olmaya başladı. Sözde demokrasi, özgürlük ve insan hakları başlıkları altında AKP'nin de dümen suyuna girilerek, bu kesimler yani CHP'si, TKP'si, ÖDP'si, HKP'si, hatta Halk Cephe'si bile buralarda ötekileştirildi, düşmanlaştırıldı. Gerçeklik yitirildi. Ya doğrudan liberal safsatalar benimsendi, karşılığı kerameti kendinden menkul soldu, ya da dolaylı yoldan bir liberal savrulma yaşanarak ''enternasyonalist komünizm'' başlığı altında bir başka ezberci ve ne olduğunu kendilerinin bile tanımlayamadıkları bir sol(!) kesim oluştu. Bugün TKP'ye ve özellikle CHP'ye gerçeklikten kopuk bir itiraz ve bir karşı çıkış koyuluyorsa nedeni de buralarda aramak gerek.

Tekrar Ecevit CHP'sine dönersek, ''Bu partinin o dönemlerde komünizmin ülkede egemenlik kurmasını önlemek için bir yol tutturduğunu söylemek gerçekten haksızlık. Böyle bir tanım, CHP'yi o dönemin MHP'sine eşitlemekten başka bir kapıya çımaz. Doğru değil. Hemen hemen tüm sosyalist fraksiyonların CHP parti binalarında sosyalizm propagandası yaptıklarını biliyorum. CHP kitlesiyle birlikte eylemden eyleme koştuğumuz da bir gerçek. Başımız sıkıştığında, devletle sorun yaşadığımda yardıma koşanlar yine CHP yöneticileri olurdu. Bugünkü gibi ortalıkta sosyalist partiler yoktu, birer sosyalist olarak, kendimizi böyle tanımlayarak zaman zaman kendi lokallerimizde ama çoğu kez CHP içinde faşizme karşı mücadelemizi yapardık. Böyle bir geçmiş ortadayken 70'li yılların CHP'sinin ötekileştirilmeye ve handiyse faşizmle ilişkilendirilmeye çalışılması gerçekten üzücü oluyor. Gerçeklikle hiç ilgisi de yok.



Şunu da ekleyeyim; bu satırların amacının sosyalist görev ve sorumlulukların CHP'ye devredilmesi anlamına gelmiyor. Hiç ilgisi yok. Sadece ve özellikle saray rejiminin egemenliği altında hala CHP ile uğraşmanın yaşanan gerçekliğin farkında olunmaması anlamı taşıdığı için önemli. CHP bir sosyalist parti değildir; ne kadar sosyal demokrat bir parti olarak nitelenebilir, o da tartışılır. Ama CHP'nin aydınlanmacı, laik ve cumhuriyetten yana bir parti olduğu ve dahası kitlesinin sola yakın bir kitle olduğu da tartışmasız bir gerçektir. Kitle kazanımı, toplumsal alanda sosyalizmin etkisinin artırması gerçekleştirilecekse, yüzü sola dönük olarak bu parti ve kitlesini ötekileştirme ve   düşmanlaştırma çabasından arınmak gerektiğini düşünüyorum.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.990
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.11.2021- 02:20


CHP üzerinden bir konuyu da tartşmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Şöyle ki, uzunca bir zamandır zaman zaman da olsa CHP'ye yöneltilen bir eleştiri var. İlk bakışta haklı bir eleştiri olduğu da söylenebilir. Ama geçen gün SOLparti Başkanlar Kurulu üyesi Önder İşleyen hem CHP ve hem de HDP'den adaylık önerilerinin geldiği ama kendilerinin kabul etmediklerini söylemişti. Yani CHP'nin kendi sağındaki partilere değil, aynı zamanda solundaki partilere de tıpkı HDP gibi öneri götürüyormuş. Ve bu konuda CHP'ye yapılan eleştirilerin pek de doğruluğu yokmuş.

Söylemek istediğim başka bir şey var. Önder İşleyen söyledi, teklifi kabul etmemşler. Gerekçesi düzen partleriyle ilişkili olmanın sakıncaları mı, neymiş. Gerekçesi tam olarak aklımda değil ama, gerekirse bulunur. Ve Önder İşleyen arkadaşımız, bir sol ittfaktan yanayken TİP Genel Başkanı Erkan Baş'ı HDP'li bir ittifaktan yana olması nedeniye milletvekili pazarlığı yapmakla eleştiriyor. Benim de asıl değinmek istediğim konu tam da.

Sosyalist partilerimiz ne yazık ki, tek başlarına meclise girebilme olanağına sahip değiller. CHP veya HDP saflarından meclise girme ve sonradan kendi partilerine dönme koşuluyla sürdürülen bir dayanışmanın sola sosyalizme alan açma ve toplumsal alanda daha etkin bir konuma yükselebilme açısından yararı olduğunu düşünüyorum. Bence böyle bir olanak elinin tersiyle itilmemeli.   Erkan Baş örneği çok tipik br örnek. HDP'den vekil oldu, kendi partisine geçti, hemen her gün televizyonlarda boy gösteriyor ve bence hiç de kötü olmadı. Ne Erkan Baş solculuğundan bir şey yitirdi ve ne de böyle bir süreçle görünür hale gelmesinin partisine bir zararı oldu. Tam tersine, TİP'in toplumsal alanda bir güç kazandığı da görülüyor. Daha görünür hale geldi. Düşüncelerine daha çok değer verilir ve daha dinlenir oldu.

Sosyalizmin toplumsal alanda bir güç olmasına ihtiyaç var. Nasıl olursa olsun, sosyalizm toplumsal alanda etkisini arttıracaksa CHP ve HDP ile bu yönde bir dayanışma içine girmek bence gereklidir. Öncelik elbette sosyalist mücadele ; kurumsal yapımızı bir kuyrukçu anlayışa dönüştürmeden sosyal demokrasi ve devrimci demokrasiyle ilişkiler belli bir mesafeye de dikkat edilerek   sürdürülebilir, diye düşünüyorum. Dolayısıyla Erkan Baş'ın özellikle bu referandum niteliği taşıyan seçimdeki girişimlerini ''bir milletvekilliği pazarlığı'' olarak yorumlamanın çok da gerçekçi bir değerlendirme olmadığına inanıyorum.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Dersimiz: Alevilere hakaret solcu 0 3051 30.06.2014- 23:07
Konu Klasör Liderler bugün buluşuyor... melnur 4 1228 28.03.2022- 01:53
Konu Klasör İstanbul'da ilk TKP İşçi Evi bugün Tuzla Aydınlı'da açıldı... melnur 1 2359 03.10.2020- 10:03
Konu Klasör Bugün 10 Kasım, Sevgi ve Saygıyla... melnur 8 1942 10.11.2023- 06:20
Konu Klasör 100 yıl önce bugün: Lenin’in önderliğinde Sovyetler Birliği kuruldu... melnur 0 467 31.12.2022- 01:59
Etiketler   Bugün,   dersimiz,   CHP.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS