SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 18 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   15   16   17   [18] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 05.02.2015- 16:12


Haziran: Önce savunma; sonra galibiyet golü-Deniz Yıldırım  

Son bir haftanın gelişmelerine bakalım önce:

Bir, metal işçilerinin grevi “milli” güvenlik gerekçesiyle Bakanlar Kurulu tarafından türlü ayak oyunlarıyla ertelendi.

İki, Milli Eğitim Bakanlığı okullarda “Genç Bilaller” başlıklı bir projeyle yeni bir gericileştirme kampanyası başlattı ve önümüzdeki yıldan itibaren imam-hatiplerde okuyan öğrenci sayısını bir milyonun üzerine taşıyacak kampanya da stratejik plan kapsamına alındı.

Üç, ancak sıkıyönetim/diktatörlük dönemlerinde eşine rastlanabilecek ve “İç Güvenlik Paketi” adı verilen, AKP Rejimi’nin güvence altına alınmasına, itiraz edecek her sesin, toplumsal muhalefetin her veçhesinin susturulmasına dönük tasarı Meclis gündemine getirildi.

Birinci saldırı talan ekonomisinin, ikincisi gericiliğin; üçüncüsü sultanlık heveslisi bir diktatörlüğün dışavurumu. Her hafta başka örneklerle saldırıyorlar. Fakat saldırının bu üçlü karakteri hiç değişmiyor. Birini geriletemediğimiz için, savunmayı zayıf tuttuğumuz için bir sonraki saldırıyı daha kolay yapıyorlar.

“Başkanlık” planları ise bu üçlü saldırının tüm ayaklarını içine alan, kendinde toplayan ve hatta güvence altına alan kuşatmanın genel adı.

Saray Rejimi

Daha önce de yazdık. Türkiye’de devlet aygıtları arasındaki ilişkiler ve devlet-toplum ilişkileri, siyasal-toplumsal sahadaki örgütlenmelerin tümü Saray merkezli olarak yeniden yapılandırılıyor.

Saray Rejimi ise gökten zembille inmedi, inmiyor. AKP, 12 Eylül darbesinin yarattığı imkanları sonuna kadar kullanıyor. Bunu yaparken Türk-İslam Sentezi’nin İslamcı dozu açıkça öne çıkan yeni bir sürümünü sahneye koyuyor. Yaşayan işçinin hak mücadelesini, grevini yasaklarken “milli”liğe; madende, inşaatta, sanayide işçilerin katledilmesini aklarken kadere, fıtrata, “din”e sığınıyor. AKP için “milli”, işçinin yaşarken hak mücadelesini önlemenin; “dini”, işçi katledilince ölümleri aklamanın aracı. Sınıfıyla, sınıfı için konuşmayı sürdürüyor.

Bu ideolojik-siyasal yapılanma kendisini güvence altına alacak hamlelerle, mevzi kazana kazana geldi ve şimdi ilerliyor. Son bir haftada gerçekleşen üçlü saldırının karakterine bakınca da değişmeyen gerçeği yeniden görüyoruz:

AKP iktidarı emeğe, halka ve haklara saldıran bir yağma ekonomisinin üzerinde yükseliyor, yağmacılığın garantisidir. AKP bu düzeni sürdürürken itirazsız, hak talep etmeyen “dindar” kuşaklar yetiştirmek istiyor; gericiliğin garantisidir. Bu manevi tedbirin öncesinde, hak taleplerini bitiren, hiyerarşik bir “hayırseverlik” kampanyasını genelleştirerek neoliberalizme abdest aldırıyor. AKP tüm bu tedbirleri alsa da kendisine dönük muhalif/direngen tutumu bitiremeyeceğini biliyor; bunun için de dikta yasalarını gündeme getiriyor; diktatörlüğün AKP için zorunlu seçenek olduğunun garantisidir.

Bir yanda yağma, bir yanda gericilik, diğer yanda diktatörlük düzenlemeleri. Hepsinin şemsiyesi ise sultan merkezli Saray Rejimi.

Somut Mücadele Gündemi


Ne yapmalı? Halkın somut mücadele gündemini somut saldırılar ve bu saldırılardan doğan somut ihtiyaçlar belirler. Görelim, ihtiyaçlar bellidir. Bugünkü saldırılar karşısında aşağıdan, yan yana inşa edilecek birleşik mücadelenin üç temel ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ekseni var; bu üçlü saldırı karşısında yapılması gereken şey, saldırılardan birini diğerinin önünde görmeden üçlü savunma hattı çekmek. Önce saldırıları geriletmek; AKP’nin durdurulabilir, saldırıların geriletilebilir olduğunu saldırı nereden yükleniyorsa oradan göstermek. Bu kazanım, AKP’nin cilalı kuvvetinin üstündeki yaldızları dökmenin öncelikli yoludur.

Yağma/talan ekonomisini, gericiliği ve dikta yapılanmasını geriletme gündemi ile karşı karşıyayız. Acil, hayatın içinde yan yana gelişler, dayanışma ve mücadele birleşmelerinin nerede ve ne üzerinden kurulacağını tartışmak (eğer hala yapılıyorsa) abesle iştigaldir. Saldırılar bu kadar berrakken çıkış yolu ve somut ortaklaşma ihtiyacı, teorik tartışmalara hapsedilemez. Program bellidir, asgaridir; yan yana gelişlerin temel mevzilenmesi emekçinin yaşam hakkına saldıran; çocukların geleceğine ipotek koyan; demokratik hak ve özgürlüklerin kalan kırıntılarına göz diken “hayasızca akın”a karşı pratik, somut duruş olacak.

Evet; biz yeni bir cumhuriyet inşa edeceğiz. Bu cumhuriyet laik, halkçı, demokratik olacak.

Bunlar bizim çıkış programımızın üçlü ayağı. Buna karşın çıkışı örgütlemenin yolu; öncelikle üçlü saldırı karşısında birliği, birliktelikleri ve direnerek kazanım elde edilebileceğini her alanda göstermekten geçiyor.

Savunma Hattı

Tamam saldırı ağır, kabul ediyoruz saldıran kuvvetli; fakat yenilmez değil. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın, katıldığı Din Şurası’nda gericileşme saldırısında yeni aşamayı anlatmak için “artık defanstan ofansa geçme zamanı; sonuna kadar arkanızdayım” dediğini hatırlarsınız. Yıllara yayılan mevzi örgütlenmesi, şimdi tasfiyeyi inşa ile taçlandırmak; defanstan ofansa geçmek istiyor.

Bu üçlü saldırıyı nasıl durdururuz? Ofansa geçen bir takımı nasıl yeneriz?

O zaman biz de futboldan bir örnekle bitirelim. Biliyorsunuz, kuvvet bakımından denk olmayan iki takım karşı karşıya geldiğinde, “zayıf” görülen takım önce özgüven kazanmak; rakibini durdurabildiğini ve hatta yenebileceğini görmek ister. Maçı kazanmanın yolu, özgüven kazanmak ve takım gibi davranmaktan, takım olmaktan geçer. Bu yüzden “ilk yarı rakibi durdurup özgüven kazanmak; ikinci yarıda ise rakibin paniklemesiyle doğacak boşluklardan galibiyet golünü aramak” genel taktiktir. Her zaman tutmaz, ama ilk yarının gol yemeden kapatılması, savunmanın sağlam kurulması; savunmadan orta sahaya ve forvet hattına, bütün takıma, ama en çok da taraftarlara güven aşılar. “Olacak galiba” hissi, maçı döndüren duygudur.

Erdoğan ilan ediyor, “ofansa geçiyorlar”. Saldıran bir takıma karşı savunma hattını güçlü tutarsak; özgüven kazanırsak biliriz ki ofans yapan takım hata da yapar ve savunmasında gedikler, açıklar çoğalır. Güçlü savunma; rakibi yenmenin, rakibin savunmasında gedikler açmanın da ilk koşuludur.

Şimdi yağmaya, gericiliğe ve Cumhuriyet düşmanı diktatörlük heveslisi Saray Rejimi’ne karşı savunmayı güçlendirmenin zamanı. Bu netlikte olan; bu saptamada kafasında gram şüphe olmayan kim varsa, Gezi’nin dayanışma ruhuyla birbirine seslenecek: “Allahını seven defansa gelsin”. Yağma nerede saldırıyorsa orada; gericilik hangi okulda, hangi mahallede çocuklarımızın geleceğine ipotek koyuyorsa orada; dikta hangi yasayla saldırıyorsa ona karşı demokratik muhalefet ve dayanışma hareketini, birleşik savunmayı güçlendirmenin zamanı.

Somut öneri: yağma ekonomisini, işçinin hakkını gaspeden otoriterliği, okulları gericileştiren ideolojik saldırıyı, her türlü demokratik hak ve özgürlüğü hedefine oturtan İç Güvenlik Paketi’ni durdurarak başlayabiliriz. Birlikse buyurun birliğe; ittifaksa buyurun buradan başlayalım; sandıksa buradan da sandığa yansıtalım. Savunmayı güçlü tutalım; mevzilerimizi güçlendirelim. Eksik olan bu toplumsal muhalefet ve direnç hattıdır. Haziranca birleşme fikri, bu ihtiyacın ürünüdür.

Tam da bu nedenle 8 Şubat Kadıköy Mitingi’nde ve 13 Şubat okul boykotunda saldırılara karşı savunmayı güçlendirme imkanımız var; zaman az, el verelim, güç verelim. Başlayalım; bitiririz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 12.02.2015- 19:07


Olasılıklar
Kemal Okuyan


Kritik bir bölgede, küçük sayılmayacak bir ekonomi, insan kaynakları ve silahlı güce sahip bir ülkeyi, daha fazla ayarsız birine terk etmektense, başka riskleri göze alabilir ve henüz bir seçenek yeterince olgunlaşmadan diktatöre karşı etkili bir hamle yaparak, şu meşhur kontrollü kaos stratejisini devreye sokabilirler. Tekeller düzeninde yerli ve yabancı egemenlerin buna güçleri olmadığını düşünmek aptallıktır.

Ekonomideki bir teklemede hayat kurtaracak damarlardaki bir kesinti, iktidarın köşe taşlarından birinin yerinden oynatılması, yolsuzluk ya da savaş suçlarıyla ilgili bir uluslararası mahkeme böylesi bir kaotik dönemi başlatabilir. Dahası, yıllardır freni patlayarak ilerleyen bu kamyon bir kez daha duvara tosladığında, ek bir çaba çok da gerekmeyebilir, yalnızlaşma yeterli olabilir.

Bu ne olursa olsun, kaotik ama yumuşak bir geçiş denemesidir.

Daha sert varyantları vardır. Bunlara girmek istemiyorum ama asla bir kenara atılmamalıdır. Çok alametler belirmiştir.

Diğer seçeneklere bakalım.

Bugünkü siyasi ve ideolojik dengelerde, etnik açıdan Türk-Kürt olarak ayrışmış bir ülkede “çözüm süreci”nin ilerlemesi ya da başarıya ulaşması mümkün değildir. Bu süreçten kimin ne murad ettiğine ilişkin belirsizliklere rağmen, Kürt unsurunu ikna edecek bir çözümün AKP’nin büyük seçmen desteğine rağmen, Türk unsurunu kapsaması, tekrar ediyorum bugünkü siyasi ve ideolojik dengeler hesaba katıldığında olacak iş değildir. Milliyetçiliklerin karşı karşıya geleceği bir konjonktürden söz ediyoruz. Kimse liberalizme güvenmesin. Liberalizmin milliyetçiliğe ilaç olduğu nerede görülmüş?

Kırıcı ve yıkıcı bir süreç açılır Türkiye’nin önünde. Türkiye’nin geleceğini, Kürt sorunu merkezli bir taraflaşmayla çözme girişiminin bu olasılığı bertaraf etmesi söz konusu değildir. Giderek yeni eksenlerin ekleneceği bir iç savaş, sancılı bir ayrışma ya da kopuş, gerçek bir olasılıktır. Türkiye’nin iç dinamikleri böyle bir gidişata zaten yeterli zemin sunmaktadır. Bir de üstüne, emperyalist ülkeler bu coğrafyada Türkiye biriminden kurtulma zamanının geldiğini düşünebilir ve süreci tetikleyebililer.

Çözüm sürecinin tıkanması ise daha güçlü bir seçenektir ve bu durumda yine yukarıdakine benzer bir gidişatın önü açılabilir. Bunun yumuşak varyantı ise, örgütlü ve siyasallaşmış Kürt unsurunun Türkiye’de siyaset alanının yeniden yapılanması için kullanılmaya kalkılmasıdır. Bölgesel tasarımları da içine alacak biçimde yeni ve uyarlanmış bir sosyal demokrasinin yaratılması için sürdürülen çabalara aylardır işaret ediyoruz. AKP karşıtlığının ezilen bir halkın meşru enerjisinin rüzgarından faydalanarak liberal, batıcı bir eksene yerleştirilmesi ve İkinci Cumhuriyet’in bir de buradan konsolide edilmeye çalışılması zor ama mümkündür.

Dünya savaşmakta ve de Türkiye’nin burnu dibinde savaşlar sürmektedir. AKP Türkiyesi bütün bu savaşların örtülü de olsa içindedir. Emperyalist dünyanın regülatörü NATO, örtüyü kaldırmaya karar verebilir ve silahlı çatışmaları nereye varacağı belli olmayan bir şiddette tırmandırabilir. Türkiye bundan kaçınamaz. Bir olasılık Erdoğan bunu bir fırsat olarak görüp, savaşçı bir tutumla ömrünü uzatmayı deneyebilir. Tersi zayıf olasılıktır ama yine mümkündür. Diktatör nazlanır, manevra yapacağını sanır, Rusya kartını oynamak da değil, sadece elinde tuttuğunu göstermeye kalkar ve bedelini öder. İktidarını borçlu olduğu sınıfsal güçler, bazı kesitlerde hiç ama hiç affedici değildirler.

Devam etmeyeceğim, yeterli gözüküyor.

Sıralananlara “bunlar deli saçması” diyebilen var mıdır?

Seçim çok çok önemli deniyor şimdilerde bir kez daha, şimdi soruyorum Haziran seçimlerinin, bugünkü dengeler hesaba katıldığında bütün bu olasılıklar üzerinde bir etkisi olabilir mi? Seçim öncesinde radikal bir gelişmenin yaşanması ve seçimlere tamamen farklı dengelerle girilmesi de ihtimal dahilindedir ve bir kenara not edilmelidir ama burada da seçim belirleyen değil belirlenendir.

Peki ne yapmalı?

Örgütlenmeli ve hazırlanmalı. Haziran Direnişi Türkiye’de hem iktidarı hem de mükemmel tasarım heveslerini açığa düşüren bir koordinat ve kapsamda gelişti, yeni ufuklar açtı. Bu enerjinin yönünü değiştirmek istiyorlar, zamana karşı yarış bu. Toplumda biriken öfkenin ne zaman ve hangi biçimlerde

patlayacağı bugünden kestirilemez. Ancak kıpırdanma belirtileri gösteren işçi sınıfının, sınıfın Haziran’da kendini gösteren “yeni” bileşenlerinin içinde örgütlü siyasi mücadeleye bağımsız bir ideolojik çerçeveyle katılanların sayısındaki her artış, örgütlü mücadele açısından elde edilen her toplumsal mevzi Türkiye’nin geleceğindeki karanlık tabloda açılan bir deliktir. Zahmetlidir ama kesinlikle mümkündür.

Diğeri ise mutlak yenilgidir.

Sandık, bugünkü Türkiye’nin gerilimlerinde zavallı bir kutudur. Önemsenmelidir ama içinden tavşan çıkacağı asla sanılmamalıdır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 15.02.2015- 12:34


HAZİRAN ve sınıf!- Barbaros Tantan  

Resim Ekleme  
 
AKP’nin dayatmaları topluma yeterince gerdi. Bu yüzden, toplumun hemen her kesiminden tepki sesleri yükselmeye başladı.

AKP karşıtlı tepkilerin daha örgütlü biçimde yaşama müdahil olması ve hedef göstermesi açısından önemsenmesi gereken bir yapılanma Birleşik Haziran Hareketi (HAZİRAN) ile ortaya çıktı denilebilir. Kocaeli’nde de, HAZİRAN meclislerinin örgütlenmeye başlanması ile birlikte yaşanan hareketliliğin en ve ilk ciddi sınavı 13 Şubat boykotu oldu. Eğitimde gericileştirme operasyonuna karşı duran HAZİRAN’ın çağrısına kulak verenlerce örgütlenen okul boykotu, her türlü ve baskıya rağmen başarılı olmuştur.

Boykota, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) ve üyeleri aktif destek vermiş hatta alanlardaki eylemlerde öne çıkmak için gereğini bile yapmışlardır. Alevi dernekleri ve vakıflarının katkıları da yadsınamaz. Ve, milyonlarca veli, HAZİRAN’ın çağrısına katılıp bilimsel ve laik eğitim talebini içeren boykotun aktif öznesi olmuş, çocuklarını okula göndermemiş, alternatif eğitim faaliyetlerine katmıştır.

Kent ölçeğinde bakıldığında, boykotun (her ne kadar resmi rakamlar küçültmeye çalışsa da) önemli oranda başarıyla gerçekleştiği görülür.

‘’Laik ve bilimsel eğitim için AYAKTAYIZ’’ çağrısına önemli oranda destek veren öğrenci ve öğretmenler derslere girmedi. Boykota, velilerden de destek geldi.

Az değil, Eğitim-Sen üyesi yaklaşık 2 bin öğretmen okullara gitmedi ve bu yüzden öğrenciler de okullardan ayrılınca dershaneler boş kaldı. Kent açısından, eğitimin içeriği ve düzeyi değerlendirildiğinde önemsenecek okullar olan Hızırreis, TBMM ve Ulugazi İlköğretim Okulu, İzmit Endüstri Meslek Lisesi, İzmit Lisesi, Gazi Lisesi, Namık Kemal Lisesi, 24 Kasım Anadolu Lisesi, Atılım Anadolu Lisesi ve İzmit Kız Meslek Lisesi’nin yanı sıra Şirintepe ve Derince’deki bazı okullardaki boykot eyleminin amacına ulaştığı söylenebilir.

Öte yandan, ders bırakan öğretmenler, öğrenciler, Birleşik Haziran Hareketi ve Alevi örgütleri öğle saatlerinde Merkez Bankası önünde toplanıp Sabri Yalım Parkı’na kadar yürüdü. Yürüyüşe, Edirne’den Ankara’ya giden TMMOB üyeleri, DİSK Genel Sekreteri de katıldı.

HAZİRAN sokağa çağırmış ve çağrı karşılık bulmuştu…

HAZİRAN’ın kentteki Geçici Yürütme Kurulu üyesi Ceren Kılıç, taleplerini sıralarken ‘’Boykotumuz, AKP’ye uyarımızdır’’ diyerek, aslında kent ölçeğinde yüzbinlerin, ülke genelinde ise milyonların düşüncesini dillendiriyordu.

HAZİRAN’ın ‘’19. Eğitim Şurası’nın tüm kararları yok sayılsın. Zorunlu din dersleri kaldırılsın. Okulların imam hatipleştirilmesi durdurulsun. Eğitim müfredatı bilimsel temelde yenilensin. Öğrencilere yönelik her türlü dini ayırıcılık ve baskıya son verilsin’’ türü talepleri, artık herkesçe iyi bilinen talepler haline gelmiştir.

Bu durumu, Eğitim-Sen Şube Başkanı Suca Omurca da, onaylayan ifadeler kullanıp, eğitimcilerin bilimsel, laik ve anadilinde eğitim meselesi üzerindeki kararlılığını vurgulayıp, kesintisiz mücadele çağrısı yapıyordu ki, bu çok önemlidir.

Evet, boykot tek kelime ile başarılı olmuştur. İktidarın saldırılarına rağmen gündeme gelmekle kalmamış, okulları boşaltmayı başarmıştır.

Evet, laiklik konusunun Türkiye’nin önümüzdeki dönemin en önemli tartışma ve mücadele başlığı olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.

Evet, solun kimseden talimat almadan yaptığı analiz ve mücadele kararlılığı ilerleme ve başarıyı getirmiştir. Bu, çok açık biçimde görülmüştür.

Evet, laiklik mücadelesini inanç özgürlüğüne indirgeme arayışı çuvallamıştır.

Evet, alevilerin de alevicilik yapılmasını değil, Türkiye’nin bütününe ilişkin bir mücadeleye katılmayı önemsediği bir kez daha görülmüştür.

Evet, AKP’nin laiklik kavgasını İzmir’e sıkıştırma denemesi ters tepmiştir. Laiklik tüm Türkiye’nin kavgasıdır.

Evet, AKP gericileştirmek ve yobazlığı beslemek zorunda. Karşıtlığın buradan kurulması iktidarın manevra kabiliyetini ortadan kaldırıyor.

Evet, karşıtlık aynı zamanda örgütleyici de olmak zorunda. Okulların boşalması ama eylemlere katılım yerine evlere kapanılması önemsenmeli.

Evet, örgütleyici bir tarz yalnızca HAZİRAN hareketini büyütmekle kalmayacak, aynı zamanda eylemlerin güven vermesi daha güçlü olması anlamına gelecektir.

Evet, iktidar her koldan kuşatılmalı, saldırılara yanıt olan slogan bugün olduğu gibi gerçeğe dönüştürülmeli. Sonuç olarak, “Hukuk bittiyse HAZİRAN başlar” diye bilinmeli…

‘Sınıf’ın çıkışı

Bu yazının ana temalarından biri de, ülkede siyasetin sıkıştığı ve baskıların arttığı dönemde işçi sınıfı adına yapılan çıkışların yarattığı yeni alanlardır. Çünkü, söz konusu yeni alanlar,, sınıfın kazanım mücadelesine önemli girdiler sağlamaktadır.

Sınıf ve kitle sendikacılığı diyerek işçi dünyasında yerini 48 yıl önce alan DİSK, kesintisiz mücadelesini sürdürüyor. Faşist askeri darbelere ve yöneticilerinin cezaevlerinde hapsedilmesine rağmen yoluna devam eden DİSK, sınıf hareketlenmesinin başladığı öncü illerden olan Kocaeli’nde, yeni dönemin de işaret fişeğini yakmış bulunuyor.

Öte yandan, bir işaret fişeği de, kentteki yerel medya kuruluşlarında örgütlenip sözleşme yapma yetkisi alan Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndan (TGS) geldi.

Örgütlenme çalışmasını 1 ay kadar önce tamamlayan ve Manşet Kocaeli Gazetesi’nin 30 çalışandan 16’sının üye yaparak masaya oturan TGS, imzaladığı toplusözleşme ile ortalama 1300 TL civarında olan aylık ücretlere ilk yıl 125, ikinci yıl 250 lira olmak üzere toplam 375 lira zam aldı.

Sözleşme ile maaşlara seyyanen yıllık 300 lira ikramiye, 500 lira ölüm, 500 lira doğum, 500 lira evlilik, 250 lira kreş yardımı alınacak. Gazetecilerin fotoğraf makineleri ile bilgisayarlarının bakım-onarımları da işveren tarafından yaptırılacak. Çalıştıkları süre boyunca yol ve yemek harcamaları karşılanacak olan gazetecilere akşam haberleri için de yemek ücreti ödenecek. Öte yandan, sendika üyesi gazetecilere iş güvencesi sağlanması da sözleşme metnine giren madde oldu.

İşte, sınıfın önündeki en önemli mesele bu, örgütlülük. Herkes bilmektedir ki, örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 23.02.2015- 19:28


İki ileri bir geri-Emrah Akansu  

İşler istedikleri gibi gitmiyor. Kontrol altına almak istiyorlar. Tek kelime ile ihtiyaç bu ama olmuyor. Laik ve bilimsel eğitim talebiyle okullar boşalıyor, milyonlar Özgecan’ın katledilmesinin hesabını iktidarın kadın düşmanı politikalarına bağlıyor. Evlerine kapansın istenen kadınlar meydanları dolduruyor.

Meclis'te iç güvenlik paketi görüşmelerinde skandal üstüne skandala imza atıyorlar. Milletvekilleri tartaklanıyor, hastanelik oluyor. Meclis'te ve sokakta tasarıya karşı ortaya çıkan direnç, tasarı daha yasalaşmadan yürütmesinin mümkün olamayacağına dair kanaati güçlendiriyor.

Dış politikada fetihçilik üzerine bina edilmek istenen ataklık arayışı, IŞİD karşısında çaresizliğe, YGP karşısında utangaçlığa, Süleyman Şah Türbesi'nin yerinden alınıp Türkiye sınırına yakın bir yere taşınmasıyla mütevazı bir pozisyona dönüşüveriyor. Ne Eşmeler Köyü'nden mehter marşıyla çıkıp Suriye sınırını geçmek, ne de operasyondan sonra yapılan “Yeni topraklarımız oldu” açıklaması, durumu kurtarmaya yetmiyor.

Ellerinde kala kala, kontrol altına alamıyorlarsa en azından yapmış gibi olma, görüntüyü kurtarma, seçeneği kalıyor.

Çünkü Türkiye’de artık gerici dönüşümün kabullenilmesi ve hazmedilmesi, AKP eliyle kurulmak istenen rejimin kurumsallaşması mümkün değil. Türkiye’de, ne kadar süreceği sadece AKP’nin hamlelerine bağlı olmayan, toplumsal siyasi aktörlerin de müdahalelerinin sürecin gidişatında belirleyici olabileceği bir ara rejim oluştu.

Bu nedenle önümüzdeki dönem AKP açısından çok zor geçecek.

Hükümet bir taraftan muktedir olduğunu göstermek için gerektiğinde çılgınlık yapabileceği bir eşiği sürekli hissettirecek ve kapsayamadığı toplumsal kesimlerin üzerinde baskıyı eksik etmeyecek diğer taraftan da sürecin seyrinde yapısal kırılmalara neden olmayacak bir çizgiyi, kendi toplumsal tabanının algısında “makulü” temsil etmeye çalışacak.

Bu pozisyon, karşıtları için “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek”, yandaşlarına, müttefiklerine ve dış siyasi aktörlere “süreci kontrol ediyormuş” görüntüsü vermek olarak özetlenebilir.

Zorluk el nihai bu politikanın sürdürülemeyecek oluşu ile ilgilidir.

AKP bugün bu zorluğu görmekte ve “İki ileri bir geri” de olsa ilerlemeye çalışmaktadır.

AKP’nin ilerlemesini durdurmak, ara rejimin ne kadar süreceğini de belirleyecektir.

Solun alacağı pozisyon bu açıdan önemlidir ve yapılması gereken bellidir.

AKP’nin geri basması için gerekli siyasi cüreti göstermek, ileri çıkmasını engellemek için gerekli toplumsal direnci örgütlemek.

Koşar adım gerici bir rejim kurmaya girişenlerin, bugün “iki ileri bir geri” görüntü vermeleri önemsenmelidir. Hızı kesen HAZİRAN'dır. Gericiliğe karşı toplumsal dirençtir.

HAZİRAN şimdi her toplumsal siyasi gündemde hükümete “geri bas” diyen bir mücadele odağı haline gelmeli, AKP’nin gidişine damga vuracak bir halk örgütlenmesinin hakkını vermelidir.

HAZİRAN, Türkiye’nin geleceğidir. Türkiye’nin geleceğinin aydınlık olacağından şüphe edilmemelidir.  



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 07.03.2015- 21:05


Madde ve inşaat filizi
Asaf Güven Aksel



Politikada da diyalektiğin anlamlı karşılığı, materyalizmle mümkündür. Olguların oldukları gibi algılanmasının üzerine çıkan zihin jimnastikleri, ne felsefenin ne diyalektiğin devreye girişi, ne “derinlik, ezber bozma, yeni yollar arama” gibi gösterilebilir. Önce madde kavranmalıdır.

Maddeyi kavramaktan yoksunsanız, ya da maddenin kendiliğini zihninizdekiyle değiştirmeye eğilimliyseniz, olguyu eğip bükücü laf cambazı olursunuz, diyalektikçi değil. Diyalektiği maddenin görülmese de olacağını varsaydığınız yönlerine örtü yaparsanız, bu yolla tasavvurlar geliştirir, ama maddeyi değiştiremezsiniz. Palavradır o.

Çok da dert mi bunlar peki? Değil. Dert olsaydı, ortalığı bunca “teorisyen, taktisyen, stratejist, analist” kaplar mıydı?

Misal, HDP, çok bilinmeyenli denklem midir, CHP ne yapacağı belli olmaz bir meçhul müdür, yoksa somut bir olgu mudur?

Bunların özgül duruşları, programları, önerdiği alternatifler yok mudur? İki dudak arasına bakarak mı tahlil edilirler? Madde nedir madde?

Oradan bakınca böyle, buradan bakınca şöyle görülmesi, olgunun kavranılamazlığıyla değil, bakış açılarının değişkenliğiyle ilgilidir.

Maddenin, kendisini çevreleyen maddi koşullarla birlikte doğru değerlendirilmesi, diyalektik bağın doğru kurulmasıyla mümkündür. Yoksa, maddenin kendi hareketi içinde değişkenliğinin kavranması, jonglör lobutu değildir.

* * *

Son zamanlarda, müthiş bir yetenek geliştirdi kimi siyasi yapı ve kişiler. Buna, teoride ve stratejide “filiz bırakma” diyelim.

Filizi bilirsiniz, hani imar mevzuatına göre, ya da doğrudan kaçak yapı olan inşaatlarda, üst kat kolonlarından çıkmış demir uçları vardır. Bakmayın siz, kimyasal ankraj denilmesine, sonradan gerekecek “bina güçlendirmesi” için “ekildiği”ne. O filizdir, mevzuat değişir, araziye af gelir filan beklentisiyle, her an bir kat daha çıkıp yapının biçimini, yüksekliğini ayarlamaya hazır oluştur. Bunu yapmanın amacı da, eski beton ile üzerine dökülecek yeni betonu kaynaştırabilmektir.

İşte öyle filizler var siyaset adına konuşanlarda bu ara.

Tamam mı senin yapı? Tamam sayılır, ama filiz de bıraktım her ihtimale karşı!

Faydalıdır, “eskimiş bina”ların “yeni”lenmesi için de, çaktırmadan kaçak kat çıkmak için de.

Bu şöyle işliyor:

Bir makale bile demeyelim, bir cümlede, virgüller arasına muğlak, çelişik ifadeler yerleştiriyorsunuz. Öyle ki, değindiğiniz konuya farklı açılardan bakanlar, kendilerine göre bir şey bulabiliyorlar. Herkese hitap etmiş oluyorsunuz. Ama ne dediğiniz, cümlenin toplamından çıkmıyor. Sonra, imar affı hangi bölgeye çıkarsa, oradan devam edebiliyorsunuz filize yeni beton dökmeye.

Ya da, öyle bir yuvarlama yeteneği geliştiriyorsunuz ki, sürekli bir “neden olmasın”lar silsilesiyle, alttan alta diyelim HDP ile, CHP ile ittifaka kapılar aralıyor, Meclis’te olsak fena mı olur havucuyla “cesaret” veriyor, kalıpları kırma (“kurulurken dökülmüş beton” olarak da okuyabilirsiniz bu “kalıp”ı) diskurları çekip, Haziran’dan sonra değişen şeyler listesi döktürüp, ilaveten zaten cirmimiz ne ki, ne kaybederiz diye yemliyor, ataklıktan, riskten korkmamaktan bahsediyor, ama kattiyen bunu açık ifade etmiyorsunuz. Lafın somut karşılığı, aranıyor bulunamıyor. Oldu da, mesaj yerini bulup destek görmedi, “örgütlülük fetişizmi”ni aşamadınız, sınıfları eğilimlerle, sosyalist hattı kitlecilikle değiştirmenize karşı “mahalle baskısı”ndan kurtulamadınız, kolayca, zaten onları tartışmaya sunduğunuzu ama “esas fikriniz”in ağır basan neyse o olduğunu söyleyiveriyorsunuz. Filiz size, “ağır basanı belirleyen ben oldum” diyebilme kıvraklığı da sunuyor, yutturuyorsunuz eşe dosta.

Demirtaş’ın bir sözüyle müttefik, bir başka sözüyle karşıt; Kılıçdaroğlu’nun bir teklifiyle acaba’cı, bir açılımıyla yok canım’cı oluyorsunuz.

Buna da siyasetin olanaklarını değerlendirme, “kalıp”lardan arınma diyorsunuz. Savrulup dururken, filizlere güveniyorsunuz.   Kıvrakça bir ittifakçı, bir “bağımsız hat”çı oluveriyorsunuz.

Biz de bunları beceremeyen eski kafalı, kurulurken betonlaşmış zihinli kalıyoruz.

Geçtik taktikleri anlamayı, SYRİZA’dan umut devşirmeyi bile beceremiyoruz, halktan öylesine de kopuğuz! Filizlerimiz yok, KKE’nin eleştirileri tamam da, gene de sol yükseliştir gibi, çevir kazı yanmasın ortalamacılığını, günümüz siyaseti olarak tanımlayamıyoruz. Ne oldu şu rüzgâr, neden estirmez oldunuz da demiyoruz, sadece bakıyoruz.

Çünkü SYRİZA da bir madde. Ne olduğunu bilmek için, Çipras’ın dini yemin edip etmediğine bakmıyoruz.

* * *

HDP’yi destekleyin, CHP’ye oy verin, bu ikisine katalizör olun çağrıları, Birleşik Haziran Hareketi tavrını açıkladığı halde durulmadı.

HDP’yi desteklemiyorsunuz, demek ki CHP’cisiniz, kemalistsiniz, milliyetçisiniz cayırdamaları volüm yükseltti.

Öyle ya, sosyalistlerin ayrı bir siyasi çizgisi, kendi önermeleri, sınıfsal farklılıkları olamazdı. Ya o desteklenecekti ya bu, başka rolleri yoktu şu küsuratın! Hem, Haziran’ı anlamamışlar mıydı bunlar ya! Olmamış gibi mi yapacaklardı?

Haydi bu mantığı biz de işletelim ve soralım:

Haziran, bağımsızlıkçıydı, ABD’sine, NATO’suna, AB’sine meydan okumaydı. Önerdiğiniz parti böyle değilse, emperyalist senaryoların yardakçısı olmaya mı çağırıyorsunuz bizi?

Haziran, laikti. Ülkenin dinsel referanslara boğulmasına, sosyal hayatın dine adaptasyonuna itiraz ediyordu.   Önerdiğiniz parti böyle değilse, gericiliği desteklemeye mi çağırıyorsunuz bizi?

Haziran, emekçinin safındaydı. Kapitalizmin bütün arazlarına, insan sömürüsüne karşı ayağa kalkmıştı, kimliklere, inançlara değil, emek ve sermayeye bakıyor, çelişmeyi o ana eksene oturtuyordu. Önerdiğiniz parti böyle değilse, ehlileşmiş kapitalizme, sermayeyle uzlaşmaya razı olmaya mı çağırıyorsunuz bizi?

Haziran, kamucuydu. Halkın değerlerinin, fabrikadan dereye, halka verilmesini istiyor, kamu mallarının haraç mezat satılmasını, sermayeye sunulmasını önlemeyi talep ediyordu. Önerdiğiniz parti böyle değilse, özelleştirmeciliğin daha “mantıklı” yapılmasına mı çağırıyorsunuz bizi?

Haziran, aydınlanmacıydı. Eğitim kurumlarından başlayarak, bilimsel, dogmalardan arınmış, hurafelerle beyinlerin yıkandığı bir sisteme son vermeyi, dini bireysel vicdanlarda kalacak şekilde toplum ve siyaset hayatından çıkarmayı talep ediyordu. Önerdiğiniz parti böyle değilse, dinsel eğitimin her dilde verilmesine mi çağırıyorsunuz bizi?

Haziran, cumhuriyet yurttaşlığı bilinciydi. Cumhuriyet’in kuruluş dönemi kazanımlarını, daha ileriye sıçrayacağı mevziler olarak görüyordu. Binbir gerekçeyle, gericiliğin rövanş alma hamlelerini boşa çıkarıyor, karşısına dikiliyordu. Önerdiğiniz parti böyle değilse, cumhuriyet yıkıcılığının komplolarına, sözde daha fazla demokrasi masallarına inanmaya mı çağırıyorsunuz bizi?

Haziran, kardeşlik istiyordu. Özgür ve eşit yurttaşlar olarak, bu topraklar üzerinde birlikte yaşamak, halkı sömürenlerin iktidarını el ele alaşağı etmek, milliyetçi önyargılarla aralarına örülen duvarı yıkmak özlemindeydi. Önerdiğiniz parti böyle değilse, özgürlüğü Pax Americana’yla eşitlemeye mi çağırıyorsunuz bizi?

* * *

Gerisi kalsın. Biz maddeye bakıyoruz, saçılan mavi boncuklara değil. Neyse programı, neyse adayları, neyse pratiği, onunla çıkar bizim kantarımıza siyaset. AKP umacısıyla korku salınmasıyla değil.

Birleşik Haziran Hareketi, Haziran kitlesinin özlem ve taleplerini hayata geçirme doğrultusunda oluşturuldu. Sadece ‘AKP gitsin’cilik üzerine inşa edilmedi, ne istediğini de gösterdi.

Haziran’ı yaratırken kim vardıysa, Haziran’ı yaşatırken de onlar olacaktır. Haziran, kendisinde içkin nitelikleri taşımayanlara devredilecek, her bir parçası tutanın elinde kalacak, kapışılmasına göz yumulacak bir ortada kalmışlık değildir. Vekaleten temsil edilemez.

Laiklik. Aydınlanmacılık. Kamuculuk. Antiemperyalizm. Emek safındalık. Eşitlik. Kardeşlik. Cumhuriyet yurttaşlığı. Adalet.

Bunlar, Meclis cenderesini aşan taleplerdir. Düzen partilerinin ufkunun ötesinde bir doğrultudur.

“Seçim taktiği” geliştirip duranlar, Meclis çatısında önlenemeyeceğini bildikleri halde AKP’yi oyla göndermek savını yüzde hesaplarıyla desteklemeye, böylece Haziran’ı bir kuyruğa dönüştürmeye biraz ara vermeli, “müttefik”lerini bir de bu kriterler karşısında sınamalıdır.

Yeni bir dünya, yeni bir cumhuriyet talebi, mugalatayla “sevk ve idare” edilemez. Neyse, odur. Haziran da maddedir. Anlayan, gelsin...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 30.05.2015- 10:08


Haziran köprüsü
Can Soyer  


Haziran Direnişi ile ilgili yapılmamış değerlendirme kalmadı neredeyse. Hele de Direniş’in övgüsü, Türkiye’de yarattığı umut, daha uzun erimli bir mücadele için açtığı olanaklar gibi konularda artık koca bir literatürümüz bile olmuş sayılabilir.

Tüm bu başlıklarda dile getirilenlerin üzerinde ortaklaştığı nokta ise, Haziran’dan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı.

Evet, Haziran Türkiye tarihinde eşsiz bir direniş ve mücadele örneğidir.

Haziran’la beraber AKP iktidarının sınırı çizilmiş, sonu gelmiştir.

Haziran’ın yarattığı enerji ve arayış tüm çabalara karşın yok edilememiştir.

Haziran, yıkılış ve yeniden kuruluş uğraklarının arasına yerleşen, ülkemizin geçmişi ile geleceğini ayıran bir eşik taşı olmuştur.

Ve kuşku yok ki, Haziran Direnişi, Türkiye’de sosyalist hareketin de dönüm noktası olarak görülmelidir.

Yaklaşık 30 yıl boyunca sosyalist harekette baskın olan korunma ve tecrit eğilimi nedeniyle kitle bağlarını tümüyle yitirmiş, bu açıdan giderek siyasetin ve toplumsal mücadelelerin kenarında kalmış, söz söylemenin ötesinde etkili bir pratik sergileyememiş mücadele tarzı, Haziran’la birlikte kendi iç duvarlarına dayanmıştır.

Bu ve bundan öncesi, esasen bir eleştiri ya da serzeniş değildir. Sosyalistlerin 12 Eylül sonrasındaki uzun bir dönemi bu biçimde geçirmesinin hayli anlaşılır nedenleri vardır çünkü.

Bugün ya da Haziran’dan sonra yıkıcı ve acımasız bir karakter kazanması gereken eleştiri ise, bu eşiği, bu dönüm noktasını, bu dönüşüm ihtiyacını göremeyenlere yöneliktir. Zaten, tarihin tekerleğini geriye çevirmeye çalışanlar, ilerleyenlerin paçasına yapışıp durduranlar, her türlü arayış karşısında ezberlenmiş vasatlıklara sığınanlar, marksizmin “özünde eleştirici ve devrimci” müdahalesine konu olmaktan kaçamazlar.

Demek ki, Türkiye ve özel olarak da sosyalist hareketimiz açısından, Haziran Sonrası Türkiye geniş kapsamlı ve cesur bir bakışla ele alınmalı; yeni dönemin siyasal ve toplumsal niteliklerine uygun, sosyalizmi iktidara taşıyacak somut kaynaklara ulaşabilen, ülkemizin kurtuluşunu gerçek bir mücadele sürecinin başarısı olarak örgütleyen bir tarz hayata geçirilmelidir.

O halde, işe nereden başlayacağız?

Haziran’ın Türkiye’de sosyalistlerin çok uzunca bir zaman aradığı, gerçekleştirmek için büyük çabalar harcadığı, ama yine de çok başarılı olamadığı bir şeyi başardığını, bir köprü kurduğunu görerek başlamak en iyisi.

Gözümüzün önüne o meşhur ve hepimizi ağlatan Boğaz Köprüsü sahnesinin gelmesinde bir sakınca yok elbette. Ama bundan ötesi var. Haziran’ın köprüsü, iki kıtayı birleştirmekten daha fazlasını yaptı çünkü.

Haziran, ülkemizin kurtuluşu için yan yana gelmesi gereken, kaderi ve geleceği ortak olan, el ele verdiklerinde kimsenin karşı duramayacağı bir güç oluşturan damarları bir araya getirmiştir.

Türkiye’nin ilerici damarları, bir bedende birbirine dolana dolana buluşmuş, tarihimizin en görkemli destanına hayat vermişlerdir.

Bu destan bir kere yazıldıktan sonra ise, cumhuriyet talebini milliyetçilikle, laiklik talebini baskıcılıkla, özgürlük talebini liberallikle, kardeşlik talebini bölücülükle suçlamanın imkanı kalmamıştır.

Haziran, tam da burada kesmiştir ipi ve köprüsünü de yine buraya kurmuştur.

Laiklik tektipçi bir baskı politikası... Geçiniz.

Özgürlük liberal saldırının Truva atı... Geçiniz.

Cumhuriyetçilik asimilasyoncu uluslaşma... Geçiniz.

Hepsini geçiniz. Bunlar doğru olmadığı için değil, Haziran’la birlikte artık bir hükmü kalmadığı için. Haziran, bambaşka bir laikliğin, özgürlükçülüğün, cumhuriyetçiliğin güzergahını çizdiği için.

Bugün ülkemizin AKP karanlığından ve sermaye vahşetinden kurtuluşu için ihtiyaç duyulan damarlar, kendisini laiklik talebinin, özgürlük talebinin, cumhuriyet talebinin, kardeşlik talebinin içinde seslendirmektedir. Üstelik bu ses, sonuna kadar halkçı ve de ilericidir.

İşte Haziran, Türkiye’nin emekçileri, ilericileri, ezilenleri arasında kurduğu bu köprü sayesinde her şeyi değiştirmiştir.

Bugün kendisine CHP ve HDP’de temsiliyet bulan, muhtemelen seçim günü de bu iki partiden birini tercih edecek olan geniş toplumsallık, sosyalist hareket açısından seçimin ötesinde böyle bir anlam taşımaktadır. Halihazırda seçim yarışında anlamlı bir alternatif oluşturamamış olması, sosyalist hareketin söz konusu dinamiklerin dolaysız muhatabı olduğu gerçeğini değiştirmez.

Türkiye’nin cumhuriyetçi ve özgürlükçü damarları, bu seçimde olmasa da, hızlıca sosyalist hareketin oluşturacağı siyasal hatla buluşturulmalıdır.

2015 Haziran’ına ve ardından gelecek günlere bakarken bir an olsun dikkatimizden kaçırmamamız gereken halka budur.

Bu halkaya uzanan, korkmadan ve endişe etmeden bu halkayı yakalayan bir sosyalist hareket, eşik atlayacak, toplumsallaşıp ülkenin kaderini tayin edecektir.

Sözün özü, Haziran’la birlikte uzun zamandır ayrılmış bulunan yollar kavuşmuştur.

Haziran, kıtaları olduğu gibi, yolları da buluşturmuştur.

Cumhuriyetçilik ve özgürlükçülük Haziran’da yekvücut olmuştur.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 31.05.2015- 19:20


Haziran Huydur Bizde / Mehmet Yeşiltepe

Resim Ekleme

Berkin’e rastlanmalı içimizdeki çocuğun düşlerinde.

Ethem, yoldaş yoldaş titreşmeli kalplerimizin ritminde.

El ele yürüdük mü Ali’nin yaraları iyileşmeli avuçlarımızın içinde.

Gülümsedik mi halk derinleşmeli mimiklerimizde.

Ancak o zaman empati kurmuş oluruz,

Haziranca ölümsüzleşenlerimizin anneleriyle.


Edip Cansever’den el alarak söylersek, Haziran huydur bizde. Üstelik “can çıkar ama huy çıkmaz” denen cinsten. 2013’ten önce de “Haziran’da ölmek zor”du. Haziran’ın 15-16’sı o büyük direnişle, 3’ü Nazımla, 2’si Orhan kemal’le anılırdı. Ama 100 binlerin tek vücut olduğu, tek yumruk halinde dövüştüğü 2013’ün o muhteşem 31 Mayıs gecesinden sonra Haziran, daha bir anlamlı, daha derinliklidir dilimizde ve eylem halindeki benliğimizde. Artık bir ay değil, bir duruş ve anlayış tarzıdır; bu nedenle bütün ayların adıdır; ama en çok da halkların baharıdır Haziran.

Empati kurup geçmişe uzandığımızda, Şamanlar çıkar karşımıza. Sonra Komünal yanlarıyla tanıdığımız Zerdüştler, Maniler, Mazdekler gelir. 150 yıl ayakta duran ve sınıflı toplumlara karşı sınıfsızlığın bayrağını dalgalandıran Karmatilerle karşılaşırız. “Bana bak onu gör hep aynı şeyiz” diyen Hallac-ı Mansur’u anmadan geçmek olmaz. İleride Anadolu Aleviliğinde göreceğimiz komünal niteliklerdir bunlar; Bedreddin’de, Pir Sultan’da, “Ne ararsan kendinde ara, Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir” diyen Hacı Bektaş-ı Veli’de ifadesini bulan.

Tüm değerler Berkin’leşti

Sonra an geldi, tüm bu değerler Berkin’leşti. 13 yaşındaki çocuk devleşti; halkların yüreğinin en Haziran yerine yerleşti; umut, onu sahiplenen mecrada kolektifleşti. “Dünyada ne kadar fazla kötülük varsa, güzellik yaratmak için de o kadar sebebimiz var demektir,” (Tarkovski) gerçekliğinden hareketle; halk saflarındaki tüm birikimleri ama en çok da Gezi pratiğini referans alarak, kolektif bir hareketin kuruluşu ilan edildi ve adına Birleşik Haziran dendi.

Birleşik Haziran Hareketi, yapabilirse eğer, bugüne kadarki birlik pratiklerinden farklı olarak her şeyi doğrudan demokrasiye en yakın zeminlerde, gerçekçi ve uygulanabilir platformlarda üretmeyi ve aynı katılımcılıkla uygulamayı amaçlıyor. Bu, Haziran Hareketi’ne binlerce yıllık mülkiyet ilişkilerinin, sol dahil her zeminde varlık sürdüren yansımalarıyla her an mücadele halinde olmak gibi bir sorumluluk yüklüyor. Bu mücadeleyi zorlu kılan etmenlerden biri de mücadele edecek öznelerin bizzat kendisinin (kişi ve yapıların) mülkiyet ilişkilerini her gün yeniden üreten etkileşimin dışında olmamasıdır. Tüm “ben”lerin “biz”e dahil edildiği ve her şeyin biz eksenli üretilip yapıldığı (en azından böyle iddia edildiği) Birleşik Haziran zemininde, kimilerinin “örgütsel ben”de kimilerinin “kişisel ben”de ısrar ediyor olmasını, belki Haziran’ın başarısızlığı olarak ilan etmek için henüz erken; ama bu örnekler, işimizin ne kadar zor olduğunu, söz ile pratik arasındaki açının ne denli büyük olduğunu görmek açısından önemli verilerdir.

Haziran, nicelikten çok niteliktir

Haziran, her ne kadar azami değil asgari ve uygulanabilir bir program etrafında bir araya gelişi ifade ediyorsa da ortaya konan amaçlar, tanımlanan ilkler ve işleyiş kuralları, başlı başına bir ufka, bir yaşam biçimine işaret ediyor. Bu, aynı zamanda geleceğe dair yapılan özgürlükçü tanımların güne izdüşürülmesi, an’ın sosyalizminin gerçek kılınmasıdır. Bu nedenle, üretilen pratikler, somutlanan örgütsel formlar, bir çeşit ayna işlevi görüyor olması itibariyle büyük önem taşıyor. İnsanlar, söylemimizden çok, sisteme dair kurum ve yapıların karşısında alternatif iddialarla geliştirdiğimiz ilişkilere bakarak bizleri tanımakta, değerlendirmektedir.

Gezi’nin niteliği, Taksim’in orta yerine kurulan komünde ifadesini bulmuştur. Kavga zemini dahil, o sürece katılımı yüksek kılan olgulardan biri de her katılımcının kendini ifade edebilme hissiyle yer almış olmasıdır. Bu bağlamda Gezi, aynı zamanda sistemin buyurgan ve tekelci siyaset anlayışına karşı bir başkaldırıdır; “Üreten biziz yöneten de biz olacağız” sloganının yüz binlerin eyleminde ve sözünde somutlanmasıdır.

Birleşik Haziran Hareketi’nde ifadesini bulan Gezi pratiğinin örgütsel bir biçime kavuşturularak kalıcılaştırılması, her an her yerin Gezi olabileceği iddiası çok önemlidir ve başlı başına heyecan vericidir. Ancak aynı iddia Gezi’deki niteliği hem doğru anlamayı hem de içselleştirmeyi gerektiriyor.

Gezi’de bütün düşenler Berkin’di, Ethem veya Ali’ydi; isimlerinden çok niteliği önemliydi; anneleri de onlar gibi aynılaştı; birbiriyle empatiden öte kucaklaşıp dayanıştı. Fikirde ve duyguda böyle bir rezonans kurulabildiğinde nicelik yüz binleri geçti, nitelik sınıfsızlaştı.  

Madem yüz binler halinde, bedellerle ve güzelliklerle örülmüş bir pratiği örnek alıyoruz; Haziran huy olabilmeli bizde, mavi ile derinlik gibi içerikle biçim birbirini tamamlamalı; farklı yapılardan oluştuğumuz bile anlaşılmamalı. Çünkü derme-çatma bir birlik veya aritmetik bir toplam değil bu; imkansızı başarabilmektir gerçekte bu yürüyüşün uzun menzilli ufku. Gerçi Haziran yoldaşlığıdır sözünü ettiğimiz; temennilere sığmaz ama pozitif bir niyet kabulü olarak ele alalım ve “yapmalıyım”, “etmeliyim” diyerek Haziranlaşmanın gereklerini kendimizden başlatalım.




Bu ileti en son solcu tarafından 31.05.2015- 19:20 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 18 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   15   16   17   [18] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Birleşik Haziran Hareketi’nin geleceği denizcan 5 3766 24.12.2014- 12:14
Konu Klasör Haziran Hareketi kuruluyor, ya sonra? denizcan 2 3415 22.12.2014- 13:56
Konu Klasör 15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi proleter 1 4010 15.06.2015- 15:53
Konu Klasör Birleşik Haziran Hareketi Toplanıyor denizcan 1 4046 26.12.2014- 20:02
Konu Klasör 'Haziran Hareketi kurucu bir iradedir' dayanışma 0 2552 17.02.2015- 14:40
Etiketler   Birleşik,   Haziran,   Hareketi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS