SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   >   son» 
Sosyalizm geri bir ülkede de kurulabilir           (gösterim sayısı: 13.479)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: spartakus
Konu Tarihi: 27.01.2015- 13:35


Sosyalizm geri bir ülkede de kurulabilir

Kapitalizmin üretici güçlerinin gelişmesi feodal üretim ilişkileri ve buna denk düşen feodal iktidarı parçalayarak burjuvaziyi iktidara getirdi. Burjuvazinin iktidara gelmesi ve kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi arasında ilişki ekonominin siyaset üzerinde belirleyiciliğinin göstergelerindendir. Tarihsel materyalizm; üretici güçlerin üretim ilişkileri, ekonominin siyaset, altyapının üstyapı üzerinde belirleyiciliğine dayanır. Ancak bu belirleyicilik üretim ilişkileri, siyaset ve üstyapının edilgen ve etkisiz olduğu anlamına gelmez. Siyasetin, üretici güçler ve ekonominin çizdiği sınırlar içerisinde etkin, yönlendirici ve ilerletici/geriletici bir etkisi vardır.  

Kapitalizmin gelişmesi burjuvazinin iktidara gelmesini zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk (her zorunluluk gibi) kendisini ‘raslantılar’ içerisinde göstermiştir. Kapitalizmin hangi gelişme düzeyinde burjuvazinin iktidara geleceği, hangisinde feodal sınıflarla iktidarın paylaşılacağı, devrim veya reformcu bir yöntem izlenip izlenmeyeceği üretici güçler ile doğrudan açıklanamaz. Burada siyasetin etkin rolü sahneye çıkar. Sınıflar arasındaki güç ilişkileri ve mücadele bütün bu sürecinin belirleyici faktörü olarak ortaya çıkar. Gerici-feodal sınıflar iktidarı vermemek için tarihin ilerleyişine karşı koymaya çalışırlar, hatta belli bir dönem için başarılı olabilirler.  

Üretici güçlerin belirleyiciliği genel bir eğilimdir. Bu eğilim tarihsel zorunluluk olarak ifade edilebilir. Sosyalizm tarihsel bir zorunluluktur. Ancak bu zorunluluk bize sosyalist devriminin 2 yıl sonra mı yoksa 20 yıl sonra mı gerçekleşeceğini ifade edemez. Devrimde iç savaşın kaç gün süreceğini, sosyalizmin inşasının öncelikle hangi ülkede zafere ulaşacağını da ifade edemez. Üretici güçlerin belirleyiciliğinden yola çıkarak sosyalist devrimin veya sosyalist inşanın zaferinin ilk önce en gelişmiş ülkede gerçekleşeceğini söylemek doğru bir tezden yola çıkarak yanlış bir sonuca varmaktır. Siyasetsin rolünü, ekonomik gelişme üzerindeki etkisini göz ardı etmek, determinist ve metafizik bir anlayışa düşmek demektir. Burada belirleyici olan sınıf mücadelesinin mevcut durumu ve özgünlükleridir.  

Kaba materyalizm veya metafizik materyalizm olarak bilinen, aslında idealizmin birçok etkisini de içeren tarih anlayışı ekonominin, üretici güçlerin belirleyiciliğini savunurken siyasetin, sınıf mücadelesinin etkin rolünü inkar eder. Böylece tarihte iradenin ve ‘rastlantı’nın etkin rolünü görmeyen determinist ve basitleştirilmiş bir sosyalizm şeması ortaya çıkar. Bu şemaya göre sosyalist devrim öncelikle üretici güçlerin en ileri derecede geliştiği ülkelerde gerçekleşecektir. Ekonomi ve siyaset arasındaki diyalektik ilişkinin yerine kaba belirleyicilik ve basit determinist anlayışının konulması revizyonistlerin sosyalist devrime karşı çıkarken kullandıkları felsefi cephaneliktir.  

Rusya’da devrimci işçi hareketinin yükseldiği dönemlerde dahi Menşevikler, geri bir ülkede sosyalist devrimin çok uzak bir geleceğin sorunu olduğunu iddia ettiler. Devrimin burjuva karakterinden hareketle sosyalist bir devrimin kapitalizm uzun yıllar gelişmeden mümkün olmadığını söylediler. Bu tutumları Menşevikleri sosyalist devrime karşı çıkan bir parti haline getirdi ve Menşevik partisi karşı devrimin merkezlerinden biri oldu.

Bugün özellikle Büyük Ekim Devrimi sonrasında bu tür determinist/metafizik görüş aşıldı. Üretici güçlerin henüz ileri düzeyde gelişmediği ülkelerde de sosyalist devrimin gerçekleşebileceği kanıtlandı. Bu metafizik görüşün başka bir versiyonu daha -Trockizm- var. Buna göre sosyalizm ancak üretici güçlerin ileri düzeyde gelişmiş olduğu bir ülkede inşa edilebilir ve zafere ulaşabilir. Sosyalist devrim geri bir ülkede gerçekleşse bile sosyalizmin zaferi sağlanamaz.  

Sınıf mücadelesinin belli bir aşamasında geri bir kapitalist ülkede proletarya iktidarı ele geçirebilir. İktidarı ele geçiren proletarya, diktatörlüğü aracılığıyla üretimi toplumsallaştırıp, halk yığınlarının ekonomik ve kültürel seviyesini yükselterek sosyalist ekonomiyi inşa edebilir. Sosyalizmin kalıcı başarısı için gerekli olan geniş ölçekli ağır sanayi ve ileri teknik temele, özgürleşmiş bilim ve halk yığınlarının sosyalist inşa çalışması ile sahip olunabilir. Geri bir kapitalist ülkenin, büyük zorluklar sebep gösterilerek teknik temelini ve sanayisini geliştiremeyeceğini söylemek yanlıştır. Geri bir ülkede, sosyalizmin gücü ülkenin geriliğini büyük zorluklara rağmen azaltır ve hatta yenebilir.  

SSCB yaklaşık 20 sene içerisinde dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden biri haline gelmiştir. Teknolojisini hızla yenilemiş ve geliştirmiş; sonuçta en ileri teknolojiye sahip ülkelerden birisi olmuştur. Teknik temelin kullanılması ve geliştirilmesi için gerekli eğitimli kadro konusunda büyük adımlar atılmıştır. Yani sosyalizm geri bir ülkede, üretici güçlerin sosyalizmde hızla gelişmesi sayesinde kurulmuştur. En azından geri bir ülke olmaktan çıkabileceğini göstermiştir.

Üretici güçlerin seviyesinin sosyalizmin kurulmasını imkansız kıldığını söyleyen Trockist anlayış yukarda tartıştığımız determinist-menşevik anlayışının türevidir. Üretici güçlerin seviyesi sosyalist devrimi imkansız kılar diyen görüş zaten geri bir ülkede sosyalizmin kurulmasının imkansızlığını dayanak edinir. Sadece bir adım daha çamura batarak sosyalizm imkansız ise proleter devrimde imkansızdır der. Sosyalist devrimin gerçekleştiği koşullarda sosyalizmin inşasının imkânsız olduğu iddia edenlere Lenin şu cevabı vermişti:

“Burjuva, sosyalist-devrimci ve Menşevik basındaki bu her zamanki, şu ya da bu biçim altında alışılmış itiraz, geri kalmış bir kapitalizmi savunmaya yönelik, gerici bir kanıt, Struve’nin uşak elbisesini taşıyan bir kanıt oluşturuyor.  

“Sosyalizm için henüz olgun olmadığımız söyleniyor; sosyalizmi kurmak için çok erkendir; devrimimiz bir burjuva devrimdir; bu nedenle burjuvazinin uşakları olmak gerekiyor.

“Burjuvazinin uşakları kesilen ve böyle düşünen ve sosyalist-devrimcilerin de kendilerine katıldıkalrı sözde Marksistler (eğer düşüncelerinin teorik temelleri incelenirse) emperyalizmin ne olduğunu, kapitalist tekellerin ne olduğunu, devletin ne olduğunu, devrimci demokrasinin ne olduğunu anlamıyorlar. Çünkü, eğer bunu anlasalardı; sosyalizme gitmeden öncülük edilemeyeceğini kabul etmek zorunda kalırlardı.” (Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, Sf. 404)

Trockizm bu anlamda çamura batmıştır ama Menşevizmden bir adım daha az. Bu ‘bir adım’ Trocki’nin Ekim Devriminin hemen öncesinde Bolşeviklere katılmasına sebep olmuştur. Trockizm geri bir ülkede sosyalist devrimin gerçekleşebileceğini ancak sosyalizmin inşa edilemeyeceğini savunur. Böylece Marksizm’in revizyonundan ibaret olan metafizik-determinist materyalizmi savunur. Bu materyalizmdir ancak Marksist materyalizm değil metafizik dolayısıyla idealist yönler taşıyan ekletik bir anlayıştır; oportünizmdir.

gençliğin sesi



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:36


Marks’ın sosyalist devrim öngörüsü üzerine

Kapitalizm sanayi devrimiyle birlikte üretici güçleri olağanüstü bir hızda geliştirmiş, özellikle Batı Avrupa ülkelerinde ileri derecede gelişmiş kapitalist ülkeler yaratmıştır. İngiltere başta olmak üzere Fransa, Almanya gibi ülkelerde kapitalizm gelişmiş, dolayısıyla diğer sınıflarla ilişkilerini (görece olarak) koparmış, topraktan ve küçük üretimden özgürleşmesi bakımından güçlü bir işçi sınıfı yaratmışlardır. İngiltere’de 1830’lu yıllarda işçilerin oy hakkı için başlattıkları Çartist hareket, Fransa’da 1830 Lyon işçilerinin ayaklanması, tüm Avrupa’yı sarsan 1848-49 devrimleri işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışının göstergeleriydi.  

Kapitalizmin ileri derecede geliştiği Avrupa ülkeleri dışında işçi sınıfı ya yeterince ya da hiç gelişmemişti. İşçi sınıfının iktidarı yoluyla kurulabilecek bir toplumsal örgütlenme olan sosyalizm için güçlü bir proletaryanın varlığı önemli bir etkendi. Marks birinci olarak bu etkene dikkat çekiyordu. 19. yüzyılın başında siyasal ve toplumsal etkinlik bakımından güçlü bir proletarya aynı zamanda proletaryanın sayısal olarak toplumun büyük çoğunluğunu oluşturduğu ülkelerde mevcuttu. Kapitalizmin gelişme derecesiyle orantılı olarak proletaryanın toplum içindeki ağırlığı, onun siyasal gelişmişliğiyle denk düşüyordu (her zaman geçerli olmayan bir durum). Bu açıdan sayısal ve siyasal olarak güçlü bir proletaryaya sahip olan gelişmiş kapitalist ülkeler Marks’a göre sosyalizmin ilk zafer kazanacağı ülkeler olmalıydı.

Marks’ın öncelikle gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyalizmin zafer kazanacağını belirtirken dayandığı ve dikkat çektiği ikinci etken de bu ülkelerde sosyalizmin inşasının daha ‘kolay’ olmasıydı. Güçlü bir proletarya yalnızca sosyalist devrim için değil sosyalizmin kuruluşu için de önemli bir öğeydi. Bu kapitalizmin ve üretici güçlerin yüksek bir düzeyini öngörüyordu. İleri derecede gelişmiş sanayi ve teknik temele sahip olan bir ülkede sosyalizmin inşası daha kolay olacaktı.

Marks başlangıçta bu düşünceye sıkıca bağlı kalarak sosyalizmin öncelikle İngiltere’de zafer kazanacağını savundu. 19. yüzyılın başında kapitalizmin en ileri düzeyde gelişmiş olduğu ülke İngiltere idi. Güçlü bir proletaryaya ve nispeten bağımsız bir sınıf hareketine sahipti.  

Genellikle Marks’ın öngörüsünde yanıldığına dair bir kanı mevcuttur. Marks’ın ekonomik gelişme derecesiyle siyasal gelişme derecesinin denk düştüğünü, sosyalizmin öncelikle üretici güçlerin en ileri derecede geliştiği ülkede zafer kazanacağını söyleyerek kaba bir materyalizme düştüğü, siyasal üstyapının etkisini küçümseyip ekonomist bir anlayışa sahip olduğu iddia edilir. Bu kanı baştan sona yanlıştır. Bu, Marks’ın daha sonraki tahlilleri incelendiğinde çok daha iyi görülebilir.  

Marks devrimin başlangıç yerinin İngiltere olacağını söylemişti. Bu öngörüde İngiltere’de yükselen Çartist hareket ile kapitalizmin ileri düzeyde gelişmiş olmasının etkisi inkar edilemez. Bu anlamda devrim üretici güçlerin en gelişmiş olduğu ülkeden başlayacaktı. Ancak Marks’ta devrimin zaferi ile üretici güçlerin seviyesi arasındaki doğrudan bir eşitlik kurulması fikri geçici bir süre etkili olmuş ve Marksizm’e egemen olmamıştır. 1948-49 devrimleriyle Marks Avrupa devriminin merkezinin İngiltere’den Fransa’ya kaydığını söylemişti. 1870 Alman-Fransız savaşıyla birlikte Almanya’da güçlü bir Sosyal Demokrat Parti varlığı ve işçi sınıfının küçümsenmeyecek oranda kazanılması Marks’ın devrimin merkezinin Fransa’dan Almanya’ya kaydığı sonucunu çıkarmasına neden oluyordu:  

“Alman işçi sınıfı, hakkı olan tarihsel rolü o zaman oynamazsa, bu kendi hatası olacaktır. Bu savaş, kıta Avrupasındaki işçi sınıfı hareketinin çekim merkezini Fransa’dan Almanya’ya kaydırmıştır. Bu durum, Alman işçi sınıfına daha büyük sorumluluklar yüklüyor…” (Marks-Engels, Seçme Yazışmalar, Sf. 27)

Marks devrimin merkezinin Almanya’ya kaydığından bahsederken Fransa ve Almanya’nın üretici güçlerini karşılaştırmayıp proleter hareketinin durumunu temel alıyor. Marks’ın tahlilleri ‘öncelikle en ileri ülkede sosyalizmin kurulabileceği’ anlayışının aşılmış olduğunu gösterir. Çünkü ne Almanya ne de Fransa kapitalizmin en ileri derece geliştiği ülkeler değillerdi. Almanya ve Fransa bir bakıma küçük burjuva ülkesiydi denilebilir. Ancak şurası kesindir ki en ileri kapitalist ülkeler değildi.

Buraya kadar yapılan tahlillerden Marks’ın en ileri ülkede olmasa bile öncelikle gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyalizmin zafer kazanacağı anlayışını savunduğu ve kısmen ekonomizme düştüğü ileri sürülebilir. Marks’ın savunduğu görüş yanlış olmayıp 19. yy kapitalizminin özgünlüğünün sonucudur. Yukarıda açıkladığımız gibi kapitalizmin geliştiği ülkelerde güçlü bir proletarya ve nispeten bağımsız bir sınıf hareketi söz konusuydu. Kapitalizmin gelişmemiş olduğu ülkelerde ise bir proleter hareketten bahsedilemezdi. Marks bu yüzden (tam da bu yüzden) sosyalizmin öncelikle gelişmiş kapitalist ülkelerde zafere ulaşabileceği görüşünü savundu. Proleter hareket hangi ülkede yükselirse ve az da olsa örgütlü bir niteliğe bürünürse Marks sınıflar arasındaki güç ilişkilerinin ve somut koşulların tahlili üzerinden o ülkede sosyalizmin diğerlerinden daha yakın bir gelecekte gerçekleşebileceğini söyledi. Bu yüzden Marks’ın tahlilleri doğruydu. Ekonomik gelişme düzeyine körü körüne bağlı kalmıyor, siyasal gelişmişlik düzeyini de hesaba katıyordu.

Marks yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelerdeki değil henüz feodal ilişkilerin egemen olduğu Rusya gibi ülkelerdeki devrimci hareketlerle de yakından ilgilendi. Bu ülkelerde siyasal gelişmişliğin sonucu olarak üretici güçlerin geri düzeyine rağmen kapitalizm aşaması atlanarak sosyalizme geçilebilme ihtimalinden bahsetti.  

Buna göre köy komünleri üzerinden sosyalizm kurulabilir ve sosyalizm altında üretici güçler geliştirilebilirdi. Yani Marks sadece gelişmiş kapitalist ülkelerde değil devrimci hareketin yükselişi söz konusu olduğunda geri ülkelerde de sosyalizmin kurulabileceğini öngörüyordu.  

***

“Marks hiçbir zaman geri bir ülkede bir proleter devrimini öngörmedi.” (Trocki, İHD, Sf. 75)

Trocki bu noktadan yola çıkarak sosyalizm anlayışını Marks’a dayandırdığını iddia eder. Böylece Stalin’in, açıktan kabul etmese de Lenin’in Marks’ın sosyalizm anlayışından uzaklaştığını söyler. Trocki’ye göre Marks, sosyalizmin öncelikle en ileri ülkede zafer kazanacağını söylemiştir. Ve devrimin tek ülkede zaferi imkansızdır demiştir. İkinci tezi daha sonraki bölümlerde inceleyeceğiz. Yukarıda belirttiğimiz gibi Marks’ın bilimsel-felsefi düşüncesinin gelişmesinin başlangıç aşamasında kaba ekonomist bir yaklaşımdan bahsedilebilir. İngiltere üretici güçlerin en ileri düzeyde geliştiği ülke olduğu için sosyalist devrim öncelikle bu ülkede patlak verecekti. Bu öngörü gerçekleşmedi. Zaten Marks bu öngörüyü hayatı boyunca savunmuş da değildir. Marks kısa süreli kaba-ekonomist yaklaşımı aştı ve Engels’le beraber Marksizm’i inşa etti.  

Marks ve Engels’in bir süre için savundukları üretici güçlerin en çok geliştiği ülkede -İngiltere- ilk sosyalist devrimin gerçekleşeceği öngörüsü ekonomi ile siyaset arasında kurulan bu kaba-determinist ilişki revizyonistler tarafından mutlak olarak ilan edildi. Marks ve Engels’in 1840’lı yıllarda yükselen Çartist hareketinden etkilenerek savundukları bu görüş kutsal ilan edildi ve Marksizm dogmatikleştirildi. II. Entarnasyonal sosyalist devrimin geri kalmış ülkelerde gerçekleşemeyeceğini, geri doğu halklarının uygar Avrupa işçi sınıfının görevlerine yaklaşamayacağını resmi strateji olarak belirledi. Gelişmiş Avrupa ülkeleri dışında hiçbir ülkede sosyalist devrim gündeme gelemezdi; buna göre geri ve sömürge ülkelerde komünist partiler sosyalist devrimi hedeflememeli, dahası sosyalist devrim gerçekleşemeyeceği için bu ülkelerde komünist partilerin kurulması için çaba harcanmamalıydı. Marks’ın görüşlerinin donuklaştırılması komünist partileri geri ülkelerdeki işçi hareketlerini küçümseyen bir anlayışa yok açmakla kalmamış, iktidar perspektifinden uzaklaştırmış reformist bir çizgiye sürüklemiştir.

Üretici güçlerin gelişme düzeyi açısından geri bir ülke olan Rusya’da işçi hareketi içinde ‘sosyalist’ etiketli partilerden biri olan Menşevikler tam da bu anlayıştan (Marks’ın görüşlerinin donuklaştırılmasından) yola çıkarak sosyalist devrimin geri bir ülkede gerçekleşemeyeceğini, ancak Avrupa ülkelerinde sosyalist bir devrimin gerçekleşebileceğini savundular. Bu yüzden Rusya’nın görevi sosyalizme geçişi hedeflemeyen onlarca yıllık kapitalist birikim dönemini öngören bir burjuva devrimdir. Kapitalizmin uşağı olmak ve Marks’ın görüşlerini donuklaştırmak; sınıf savaşımı içerisinde aynı anlama gelmiştir.

II: Enternasyonal oportünistleri, Menşevikler, devrim ve sosyalizmden ödü kopan reformistler Rusya’da sosyalist devrimin gerçekleşemeyeceği düşüncesini daha temel bir noktaya dayandırıyorlar. Bu da sosyalizmin geri bir ülkede inşa edilemeyeceği tezi, yani Trockizm’in temel tezidir. Menşeviklere göre sosyalizm geri bir ülkede inşa edilemeyecekse sosyalist devrim için zamansızca bir çabaya girmek boşunadır. Menşevikler Ekim devriminden sonra da Bolşeviklerin ütopik bir çaba içerisinde olduklarını, sosyalizmi inşa edemeyeceklerini dahası demokrasiyi de yok ettiklerini tekrarlayıp durdular.  

Trocki de bu tezden yola çıkar ancak farklı bir yorumla farklı bir sonuca ulaşır: Evet, geri bir ülkede sosyalizm inşa edilemez ancak yine de geri bir ülkede sosyalist devrim için mücadele etmeliyiz. Sonrasında sosyalist inşayı gerçekleştirmeyeceğiz ama dünya devrimi için tüm gücümüzü kullanacağız.  

Sosyalizmi kurmadan dünya devrimini desteklemek ise olsa olsa hayaldir. Trocki Marksizm’in diyalektik özünü atıp donuklaştırdığı diye SSCB’de sosyalizm inşa edilmeyecek değildi. Dünya devrimi sosyalizmin inşası ile çok daha büyük bir ivme kazandı.  

Kapitalizmin birinci aşaması ve 19. yüzyıl sınıf mücadelesinin özgüllüğünde doğru olan Marksist tez (sosyalizmin öncelikle ileri ülkelerde zafer kazanabileceği tezi) kapitalizmin emperyalist aşamaya geçişi ile geçerliliğini yitirdi. Artık 19. yy’daki gibi proletarya yalnızca ileri kapitalist ülkelerde değil geri ülkelerde de ciddi bir güç haline gelmişti. Avrupa’da büyük ilerleme kaydeden kapitalizm tüm dünyaya yayılarak bir dünya sistemi haline gelmiş ve emperyalizm çağı başlamıştı. Proleter devrim yalnızca Avrupa ülkelerinde değil geri ve sömürge ülkelerde de öncelikle gerçekleşebilirdi.  

Bu kadarla da kalmıyordu. Üretici güçlerin kapitalizm tarafından engellenen, emperyalist sömürü nedeniyle kısıtlanan gelişmesi sosyalist devrimle birlikte büyük bir hız kazanıp geri teknik temel yerine ileri bir teknik temel ve güçlü bir sanayi yaratılabilir. Proletarya diktatörlüğü teknik temelin geriliğinin yarattığı zorluklara teslim olmak yerine üretici güçleri geliştirerek sosyalizmi kurabilir. Sosyalizmin inşası için üretici güçlerin düşük düzeyi kesin bir engel olmaktan çıkmış, Marksizm kılavuzluğunda aşılabilir bir zorluk haline gelmiştir. Bu, SSCB’nin geri teknik temelden dünyanın en ileri teknik temele sahip ülkelerden birisi haline gelmesi ile kanıtlanmıştır. Artık geri ve sömürge ülkeler için de sosyalizm somut bir hedef haline gelmişti. Bu yüzden Lenin kapitalizmin ikinci aşamasına emperyalizm ve proleter devrimler çağı adını verdi.

Trocki ve Trockistlerin dediği gibi Marks ve Engels sosyalist devrimin öncelikle gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşme ve dolayısıyla sosyalizmin zafer kazanma olasılığını savundular. Ancak Trocki’nin savunduğu biçimde değil.  

Trocki’nin sosyalizmin en gelişmiş kapitalist ülkelerde öncelikle zafer kazanacağını söylerken, siyaset ve üstyapıyı tamamen işlevsiz ve edilgen bir hale getiriyor. Sosyalizmin zafer kazanmasının önceliği konusunda belirleyici tek etkenin üretici güçlerin gelişme düzeyi olduğunu söyleyerek kaba, metafizik-determinist materyalizme düşüyor. Siyaset ve üstyapının ekonomi üzerindeki hızlandırıcı etkisini dikkate almıyor.

Marks görüşünde haklıydı, Trocki görünüşte Marks ile aynı düşünceyi savunduğunu söylerken haksızdır. Çünkü Trocki ekonomik gelişme düzeyini temel alırken üstyapı ve siyasetin (belirleyici olmayan) ama etkin rolünü küçümsüyor. Marks ekonomik gelişme düzeyini temel alırken üstyapı ve siyasetin rolünü küçümsemek bir yana her zaman vurguladı. Marks gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyalizmin öncelikle zafer kazanacağı öngörüsünü yalnızca üretici güçlerin gelişme düzeyine dayandırmıyordu. 19. yy’da gelişmiş ülkeler aynı zamanda güçlü işçi hareketlerinin mevcut olduğu ülkelerdi. Proleter devrimin ve sosyalist inşanın zaferinin öncelikle gelişmiş ülkelerde olacağı öngörüsü siyasal gelişmişlikle de bağlantılıydı. Bu yönüyle Marks siyasetin ekonomi üzerindeki etkisini hesaba katıyor ve diyalektikten ayrılmıyordu.  

Marks’ın tahlili 19. yy kapitalizminin doğru bir genellemesini veriyordu. Çünkü diğer ülkelerde bırakın işçi sınıfı hareketini, işçi sınıfından söz etmek dahi detaylı araştırmaları gerektiriyordu. Bu yüzden sosyalizmin zaferinin öncelikle gelişmiş Avrupa ülkelerinde gerçekleşeceği tezi kapitalizmin birinci evresi için doğru bir tahlildi. Trocki’nin düştüğü metafizik materyalizm Marks için çocukçaydı.

19. yy’da işçi sınıfının gücü, proletaryanın iktidara gelmesine yetmedi. Ancak kapitalizm birinci evresinde de beklemedi. İkinci evreye, emperyalizm ve proleter devrimler çağına ilerledi. Marks’ın görüşleri gerekli teorik temeli sağlıyordu. Marksist tahliller ve sonuçları doğruydu. Ancak kapitalizmin ikinci evresi Marksizm’in ilkeleri temelinde yeni teorik açılımlar gerektiriyordu. Bu işi Lenin üstlendi. Emperyalizmi, kapitalizmin değişen yüzünü, devleti, sosyalizmi, devrime giden yolun strateji ve taktiğini Marksist temelde ortaya koydu. Emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizm’i olarak Leninizm ortaya çıktı ve dünyanın altıda birinde zafer kazandı.

Emperyalizm çağında, kapitalizmin birinci evresinde varolan üretici güçlerin gelişme düzeyi ile siyasal bilinç arasındaki yaklaşık çakışma artık bulunmuyordu. (bu çakışma determinist bir sonuç değil tarihsel koşulların özgün bileşiminin sonucuydu) Emperyalizme ilerleyen kapitalizm dünyanın büyük bölümünde proletaryayı yaratmıştı. Marksizm’in proleter hareket içindeki itibarı artmıştı. Sosyalist devrim yalnızca ileri ülkelerin meselesi olmaktan çıkıp tüm ülkeler için sınıf mücadelesinin gelişme derecesine bağlı olarak olasılık haline gelmişti. Proleter hareket geri ülkelerde de güç kazanabiliyordu. Kapitalizmin birinci evresindeki çakışma artık geçersizdi ve üretici güçleri düşük gelişme seviyesinde bulunan ülkelerde proletarya ezilenlere önderlik ederek sosyalist devrime doğru yürüyebiliyordu. Emperyalistler arasındaki çatışma ve rekabet, devrimin merkezini Avrupa’dan emperyalist zincirin en zayıf halkası olarak beliren ülkelere kaydırıyordu.

Artık sosyalist devrim öncelikle Avrupa gerçekleşecek tezi mutlak olarak ele alınamazdı. Geri ülkelerde (Rusya’da olduğu gibi) sosyalist devrim daha erken zafer kazanabilirdi ve kazandı. Bu devrimin öncelikle Avrupa ülkelerinde gerçekleşemeyeceği anlamına gelmiyordu. Ancak belirleyici olan devrimci bunalım ve ülkelerdeki sınıflar arasındaki güç ilişkileriydi. Bu yüzden devrim eğer koşullar olgunlaşmışsa Rusya’da patlak verebileceği gibi Almanya’da da gerçekleşebilirdi.  

Sosyalist devrimi gerçekleştiren geri bir ülke, üretim araçlarını burjuvazinin elinden alarak gelişmesinin önündeki en büyük engeli kaldırır. Sömürgeci bağlar rafa kaldırılır. Geri bir ülke sosyalist devrimden sonra da geri kalacaktır, üretici güçlerini geliştiremeyecektir diye bir toplumsal yasa yoktur. Trocki ne kadar arasa da böyle bir yasa bulamamıştır, yaşam ve SSCB pratiği böyle bir saçmalığa izin vermemiştir. Ama gözler kapatılınca, ideolojik temeller oportünizm olunca yeni ‘toplumsal yasalar’ da yaratılabilir!

Sosyalist devrimin zaferi ile üretici güçlerin hızla gelişmesi, sosyalist inşanın ilerlemesi ülkeden ülkeye değişik süreler alır. İngiltere’de bu süreç (ekonomik inşa anlamında) daha kolay olacakken Rusya gibi geri bir ülkede daha büyük zorluklar mevcuttur. Ancak sosyalizm ve proleter iktidar bu zorlukların üstesinden gelip kapitalizmin üretici güçleri seviyesine yaklaşabilir hatta geçebilir. Üretici güçler düşük seviyesinden yüksek bir gelişme seviyesine çıkarılabilir. Bu proleter siyasetin (yığınların koşullarını iyileştirme temelinde) ekonomik gelişme konusunda burjuva siyaset karşısındaki ilerici niteliğini gösterir. Aynı zamanda siyaset ve üstyapının ekonomi ve üretici güçler üzerindeki etkin rolünü.  

Bu etkin rol Trocki’nin metafizik materyalist anlayışında önemsiz bir ayrıntıdır. ‘İlke’ olarak sözde kabul edilir ama uygulamada yok sayılır. Trocki’ye göre geri bir ülkede sosyalist devrim üretici güçleri yeteri kadar geliştiremez, bu sebeple de sosyalist inşa gerçekleşemez. Proletarya iktidarı üretici güçleri geliştirip sosyalist bir sanayi yaratamaz. Bu yüzden SSCB sanayi ülkesi olmak bir yana dünya ‘sosyalizmi’ gerçekleşmediği sürece bir tarım ülkesi olarak kalmaya mahkumdur:

“Bugünkü durumda bu, İngiliz proletaryasının, iktidara geldikten ve burjuvaziyi tahtından indirdikten sonra, bizim sosyalist inşa çalışmalarımızı hızlandıracağımız anlamına gelir, bu hızlandırma, örgütleme, teknik ve her türlü yardım yoluyla olacaktır. Bu yardım, salt insanlık sevgisinden gelen bir yardım elbette değildir, çünkü İngiltere’deki sosyalist kuruluşu biz buğdayımızla, tomruk ve başkaca hammadde ile destekleyeceğiz.” (Trocki, Gündelik Hayatın Sorunları, Sf. 179)

SSCB’nin sosyalizme yapacağı katkı bir sanayi ülkesi haline gelmek, üretici güçleri geliştirmek değil sosyalist İngiltere’ye “buğdayımızla, tomruk ve başkaca hammadde ile” desteklemektir. Trocki’nin perspektifinde üretici güçleri geliştirmek bir sanayi ülkesi olmak değil geri bir ülkede sosyalizmin imkansızlığından yola çıkarak bir tarım ülkesi olarak kalmak vardır. Ülke sanayisi ve tarımının henüz yeterince gelişmediği bir dönemde (1927) Trocki şöyle diyordu:

“Amerikan teknolojisinin en modern başarılarının aşılanması temelinde Sovyet mülkiyet biçimleri - işte bu gerçekten sosyalizmin ilk aşaması olurdu.” (İhanete Uğrayan Devrim, Sf. 79)

‘Toplumsal yasa’ SSCB’nin ileri kapitalist ülkelerin teknik temelini yakalayamayacağını ve bu yüzden sosyalizmi kuramayacağını söylüyor sanki! ABD teknolojisi aşılansa sorun çözülecek; en ileri teknik temel sağlanacak ve sosyalizm kurulacak. Yalnızca en ileri teknik temelde.

Peki en ileri teknik temelden biraz geri olsa? Trocki’nin hesabı göreceli bir nicelik üzerinden yapılan bir proje gibi. Bir market açmak için belli bir sermayeyi biriktirmeye çalışan tüccar edası. Oysa sosyalizmin inşası için önce en ileri teknik temel sağlanacak sonra inşa başlayacak denilemez. Zaten sosyalizmin inşası teknik temelin gelişimini hızlandırır ve ileri teknik temeli yaratır; ileri teknik temel de sosyalizmin inşasını hızlandırır. Teknik temel sosyalizmin başarısı için kesinlikle önemlidir; ama geri bir teknik temel sosyalizmin inşası sürecinde ilerletilebilir. Trocki bu gerçeği atladığında ‘teknik temel geri, sosyalizm de imkansız’ sonucuna ulaşıyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:37


"Kapitalizmden Çıkan Yeni Toplum": Sosyalizm

Trocki sosyalizmin en ileri teknik temel üzerinde inşa edilebileceğini düşünüyordu. Sosyalizmin maddi temeli geniş ölçekli makineli üretimdir. Ancak sosyalizmin inşası için sosyalist devrimden önce bu teknik temelin bulunması olmazsa olmaz değildir. Teknik temel sosyalizmin inşası sürecinde geliştirilebilir; geniş ölçekli makineli üretim hayata geçirilebilir. Böylece sosyalizmin inşası kendi temelini sağlamlaştırarak görevini yerine getirmiş olur.

Sosyalizmin maddi temelinin geniş ölçekli üretim olması olgusunun yanlış anlaşılması Trocki’de baştan sona yanlış bir görüşün ortaya çıkmasına sebep oldu. Trocki, bu noktadan yola çıkarak sosyalizmi bir idealler dünyası düzeyine yükseltti. Sosyalizmi sınıfsız, sınırsız ve devletsiz bir toplum olarak tasarlayarak komünizmin ikinci aşaması ile karıştırdı.  

Proletarya kapitalizmden devraldığı miras üzerine (sanayi, tarım, insanların kültürü vb.) komünizmi kurmaya başlar. Kapitalizmden devralınan miras üzerine kurulan komünizmin ilk aşaması sosyalizmdir. Marks sosyalizmden bahsederken şöyle der:  

“Burada (işçi partisi programının incelenmesinde) ulaştığımız şey, kendine özgü temeller üzerinde gelişmiş bulunduğu biçimiyle değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkmış bulunduğu biçimiyle bir komünist toplumdur; o halde, ekonomik, törel, entelektüel bütün bakımlardan henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşıyan bir toplum.” (Marks, Gotha Programının Eleştirisi)

Marks’ın “ekonomik, törel, entelektüel bütün bakımlardan henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşıyan bir toplum” ile ifade ettiği Trocki’ye göre sınıflar, devlet ve ulusların ortadan kalkmış olduğu bir toplumdur. Eski toplumun izlerini taşımakla kastedilen bu değildir. Eski toplumun izleri başta sınıflar olmak üzere devlet aygıtıdır. Sadece bu giriş paragrafında bile Marks’ın sınıfların, ulusların ortadan kalktığı, devletin söndüğü yüzlerce yıl sonraki bir ütopyayı değil kapitalizmin yıkılmasından hemen sonraki toplumu ifade ettiği anlaşılabilir. Lenin de Marks’ın öngörüsünü onaylayarak; sosyalizmin, kapitalizmden yeni çıkan komünizm olduğunu belirtir:

“Sosyalizm ile komünizm arasındaki bilimsel ayrım, kısacası birinci terimin kapitalizmden çıkan yeni toplumun birinci evresi anlamına, ikinci terimin de bu toplumun daha sonraki, daha yüksek evresi anlamına gelmesine dayanıyor.” (Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, Komünist Cumartesiler Konusunda, Sf. 530)

Marks, sosyalizmin kapitalist toplumun mirası üzerine kurulmasından bahsediyor. Yani sosyalizm, ‘kapitalist toplumdan çıkmış bulunduğu biçimiyle bir komünist toplumdur’. Lenin, ‘Devlet ve Devrim’inde Marks’tan yukarıdaki alıntıyı yaptıktan hemen sonra şunu ekliyor: “İşte kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bulunan ve bütün alanlarda eski toplumun izlerini taşıyan bu komünist toplumu, Marks, komünist toplumun ‘birinci’, ya da alt evresi olarak adlandırır." (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 102, Alt çizgi bizim)

Evet, Lenin Marksist devlet kuramını incelediği ‘Devlet ve Devrim’ eserinin ‘Komünist Toplumun Birinci Evresi’ adlı bölümüne böyle giriş yapıyor. Girişinde komünizmin birinci evresi olan sosyalizmin, kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bulunan bir toplum biçimi olduğundan bahsediyor. Kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bir sosyalist toplumun özellikleri nelerdir? Proletarya, öncelikle burjuvaziyi mülksüzleştirme amacıyla iktidarı ele geçirmiş ve proletarya diktatörlüğünü kurmuştur. Bu diktatörlük vasıtasıyla karşı-devrim üzerinde bir zafer kazanılmıştır. Proletarya diktatörlüğü, sosyalizmi bir yandan kapitalizmin mirası üzerinde inşa ederken diğer yandan kapitalizmin mirasına karşı savaşır. İktidardaki proletaryanın seçim şansı yoktur; sosyalizm Marks ve Lenin’in belirttiği gibi kapitalizmden kalan miras üzerinde inşa edilecektir. Bu miras; üretici güçlerin kapitalizm tarafından engellenen gelişmesi sonucu varlığını sürdüren kır-kent karşıtlığı, işçi ve köylü sınıflarının varlığı, kafa ve kol emeği arasındaki karşıtlık, eski burjuva ve küçük burjuva alışkanlıklar, gelenek ve görenekler ve hala işleyen ‘burjuva hukuku’dur.  

Trocki ise Marks ve Lenin’in tarifleriyle çelişen bir sosyalizm tanımı yapar:

“ilk doğuş aşamasında bile komünist toplum (yani sosyalizm, yazar) burjuva toplumdan daha yüksek bir gelişim düzeyinde olmalıdır.” (Trocki, İhanete Uğrayan Devrim, Sf. 67)

“…bütün bakımlardan henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşıyan bir toplum” olan sosyalizmin daha başlangıç aşamasında kapitalizmden daha yüksek bir gelişim düzeyinde olması imkansızdır. İç savaş ve ekonomik zorluklar üzerinden gerçekleşen sosyalist devrim sonrasında en ileri teknik temel hemen yakalanamaz. Marks, sosyalizmi kapitalist toplumdan henüz çıkan ve onun izlerini taşıyan bir toplum olarak ifade ederken Trocki eski toplumdan çıktığı biçimiyle değil gelecekte ve ancak çok yüksek üretici güçler düzeyinde kurulabilecek bir toplum olarak görüyor. Sosyalizmi böyle tanımlayınca elbette geri bir ülkede sosyalizm kurulamaz fikrinin temeli hazırlanmış olur. Trocki üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve üretim ilişkilerinin sosyalist bir nitelik kazanması ile sosyalizmin kurulamayacağını bir de kapitalist ülkelerle yapılan istatistik değerlendirmelerinde en önde olmanın gerektiğini söylüyor. İkinci sıra? Olmaz. En önde. Trocki sosyalizmi komünizme geçişte ilerleyen bir süreç değil belli bir eşik değerinin atlanması ile gerçekleşecek bir proje olarak görüyor!  

Komünizmin, kapitalizmin mirası üzerinde kurulması ‘bütün alanlarda eski toplumun izlerini taşıyan bu komünist toplum’u yani sosyalizmi zorunlu kılar. Kapitalizmin en önemli mirası sınıfların varlığıdır. İktidardaki proletarya, devlet aygıtının yardımıyla sosyalist inşayı gerçekleştirir. “Sosyalizm yalnızca proletarya diktatörlüğü eliyle yürütülebilir.” (Lenin, Kyevski’ye yanıt)

Kapitalizmin bağrından henüz çıkmış olan komünizm olarak sosyalizmde devletin varlığı zorunludur. Sosyalizmde, eski burjuva alışkanlıklar, restorasyon çabasındaki burjuvazinin kalıntıları, proletaryayla ittifak halindeki köylülük, ‘herkesten yeteneğine göre, herkese emeği kadar’ ilkesi ile ifade edilen ‘burjuva hukuk’ vardır. Proletarya diktatörlüğü sosyalizm koşullarında, proletaryanın, kapitalizmi restore etmek isteyen burjuvazi üzerindeki egemenlik ve baskı, köylülük ile ittifak aracıdır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:39


"Burjuva Hukuk"

Trockistler Marks, Engels ve Lenin’in sosyalizmi sınıfsız, devletsiz bir toplum olarak tanımladığını söyler. Ancak bunu söylerken derin tahlillere girmekten kaçınırlar. Bol laf kalabalığıyla görüşlerinin doğru olduğunu kabul ettirmeye çalışırlar. ‘Marks ve Lenin yazılarında açıkça belirtmişlerdir’ derler ama bu yazıları tahlil edemezler. Bazı genel alıntıları gösterip, konu üzerine temel yazıları göz ardı ederler.  

“Kapitalizmden çıkan yeni toplum” olan sosyalizmde; kapitalizmin kaçılamayacak kalıntıları vardır. Bunlara bir önceki bölümde değindik.  

Üretici güçlerin gelişme düzeyi, toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde üretimi henüz sağlayamaz. Bu yüzden ürünlerin paylaşımı insanların ihtiyaçlarına göre değil, ürünlerin üretiminde harcadıkları emeğe göre belirlenir. Diğer yandan sosyalist bir kültür edinen ancak henüz kapitalist kültürün etkisinden tam olarak kurtulamamış insanların varolduğu bir toplumda ‘emeğe göre paylaşım’ zorunludur. ‘Herkesten yeteneği kadar herkese ihtiyacına göre’ ilkesi üretici güçlerin yüksek bir gelişme düzeyine eriştiği ve toplumun kapitalizmin kültürel mirasından kurtulduğu, çalışmanın dışsal bir ‘zorunluluk’ olmaktan çıktığı komünist toplumda mümkündür. Sosyalizmde geçerli olan ‘herkesten yeteneği kadar herkese emeğine göre’ ilkesi bir ölçüde kapitalizmde geçerli olan ‘burjuva hukuk’un devamı anlamına gelir. Marks sosyalizmde burjuva hukukun zorunluluğunu şöyle açıklar:

“Burjuva hukuku … komünist toplumun, uzun doğum sancılarından sonra kapitalist toplumun içinden çıktığı biçimiyle ilk aşamasında kaçınılmazdır. Hukuk hiçbir zaman, toplumun ekonomik yapısından ve bu yapının koşullandırdığı kültürel düzeyden üstün olamaz.” (Marks, Gotha Programının Eleştirisi)

Lenin bu durumu şöyle ifade eder:

"Demek ki, komünist toplumun (genellikle sosyalizm adı verilen) birinci evresinde, ‘burjuva hukuk’ tamamen değil, ancak kısmen, ancak ekonomik devrimin yapılmış bulunduğu ölçüde, yani ancak üretim araçlarıyla ilgili olarak yürürlükten kaldırılmıştır. ‘Burjuva hukuk’, bireylerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetini tanıyordu. Sosyalizm üretim araçlarını ortaklaşa mülkiyet haline getirir. İşte bu ölçüde ama ancak bu ölçüde burjuva hukuk yürürlükten kaldırılmış olur.” (…) “Bununla birlikte bu henüz komünizm değildir, ve henüz, eşit olmayan insanlara eşit olmayan (gerçekte eşit olmayan) bir emek tutarı için, eşit bir nicelikte ürün veren ‘burjuva hukuku’nu ortadan kaldırmaz.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 104)

Sosyalizmde, Lenin’in belirttiği gibi ‘burjuva hukuk’ tam anlamıyla ortadan kaldırılmaz. Trockistlerimiz de bu konuda fazla direnmezler zaten:

“Sınıfların ortadan kalkmasıyla, herkesin özgür üretici konumuna geldiği bu evrede, emek hala ortak ölçü birimidir, yani ‘burjuva hak’ kavramı bir bakıma geçerliliğini korumaktadır." (Zeynep Güneş, Tek Ülkede Sosyalizm ve Merkezcilik, Sf. 7)

“Herkesin ihtiyacı kadarını rahatlıkla alabileceği bir bolluğa henüz ulaşılmadığı ve eşit değerlerin değişimi ilkesinin geçerli olduğu ilk aşamada ‘eşit hak burada - ilke olarak - hala burjuva haktır’ der Marx.” (Mehmet Sinan, Marksizm ve Merkezcilik)

Trockistlerimiz, eşit değerlerin değişimi (eşit değerlerden bahseder ama sosyalizmde değer yasası geçerli değildir derler) ilkesi olan burjuva hukukun sosyalizmde geçerli olduğunu söyler. Sosyalizmde burjuva hukukun zorunluluğu kabul etmek Trockistleri derin bir çelişkiye düşürür.  

Üretici güçlerin görece geriliğini yansıtan ve sosyalist üretim ilişkileri üzerinde yükselen bölüşüm ilişkilerinin ifadesidir ‘herkese emeğine göre’ ilkesi. Bu ilke herkesin harcadığı emeğin bir ölçüsünü ve bu ölçü oranında toplumsal üretimden alınacak payın örgütlenmesini ve denetlenmesini gerektirir. Böylece bölüşüm ilişkileri aynı zamanda hukuksal olarak kendini ifade eder.

Gelenek ve görenekten farklı olarak hukuk bir iktidar olgusudur. Her egemen sınıf kendi iktidarını korumak için kendi hukukunu kurar ve korur. Burjuva toplumun hukuku üretim araçları üzerindeki burjuva özel mülkiyetin korunması üzerine kurulmuştur. Proletarya ve ezilenlerin devrimci mücadelesi de burjuva iktidarı ve onun hukuk sistemine yönelik bir saldırıdır. Proletarya iktidarı ele geçirdikten sonra kendi iktidarını korumak üzere proleter hukuk sistemini kurar. Proleter hukuk burjuva hukukun tersine üretim araçları üzerindeki toplumsal mülkiyete dayanır. Ancak hukuk ‘toplumun ekonomik yapısından’ üstün olamaz. Sosyalizmde üretici güçler, toplumsal üretimin ‘herkese ihtiyacına göre’ kuralıyla paylaşılmasını sağlayacak güce erişmediği için “herkese emeğine göre” ilkesi geçerlidir.  

Bu ilke bireylerin toplumsal üretim için harcadıkları emek miktarına göre toplumsal üretimden pay almalarına dayanır. Her birey harcadığı emek oranında toplumsal zenginlikten faydalanır. Bu Lenin’in belirttiği gibi bir ölçüde burjuva hukukun devam etmesidir. Ama bir ölçüde.  

Burjuva toplumda işçi sınıfı ve emekçiler ihtiyaçlarına göre toplumsal üretimden pay almak bir yana asgari geçim koşullarını sağlayacak kadar pay alırlar. Genel olarak vasıflı emek vasıfsız emekten daha fazla ücret alır. Fabrikada işçiler mesaiye kalırlarsa yani daha fazla emek harcarlarsa ücretlerinin üzerine bir miktar da mesai ücreti eklerler. Parça başı ücretlendirme sisteminin olduğu işyerlerinde işçiler ne kadar çok üretirler ve emek harcarlarsa o kadar fazla ücret alırlar. Bu burjuva toplumda ‘herkese emeği kadar’ ilkesinin geçerli olduğu anlamına gelmez. Toplumsal üretime hiçbir katkısı olmayan burjuvazi, işçileri denetlemek için yüksek ücretlerle çalıştırılan şefler, egemen sınıfın temsilcileri bürokratlar, hatta aynı fabrika içinde çalışan işçiler harcadıkları emeğe göre değil kendilerine verilen görevi başarmaları ölçüsünde toplumsal üretimden pay alırlar. Bu şekilde pay almalarını sağlayan harcanan emek değil üretim araçları üzerindeki burjuva mülkiyettir.

Sosyalist toplumda burjuva hukukun bir ölçüde devam etmesiyle kastedilen burjuvazinin toplumsal üretimden pay alması değil, emekçilerin ‘ihtiyaçlarına göre’ değil de harcadıkları emeğe göre toplumsal üretiminden pay almalarıdır. Bu emekçiler açısından burjuva üretim ilişkilerinin ve onun ifadesi olan burjuva hukukun parçalanması yeni üretim ilişkilerinin ve onun ifadesi yeni bir hukukun ama ‘herkese ihtiyacına göre’ ilkesine geçilmediği sürece bir ölçüde burjuva olarak nitelenebilecek proleter hukukun kurulması ve korunması anlamına gelir. Üretici güçlerin, bilim ve teknolojinin gelişmesi, tüm dünyada sosyalizmin hâkimiyeti ve komünizme geçiş bir ölçüde burjuva hukukun yerine ‘herkese ihtiyacına göre’ ilkesine dayanan bölüşüm ilişkilerinin geçmesi demektir.

Hukuk olgusunun ve kavramının ortaya çıktığı köleci devletlerden bugüne hukuk, mevcut üretim ilişkileri temelinde bir iktidar olgusudur. Onun üzerinde değil ona tabidir. Bir yöneten ve yönetileni öngörür. Trockistlerimizin sosyalizmde burjuva hukukun varlığını kabul etmekle düştükleri çelişki bu noktadadır. Hukukun devam etmesi, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenliğinin ve iktidarının devam etmesi anlamına gelir. Ve her hukuk, ruhani güçler tarafından değil bir aygıt tarafından uygulanır ve korunur. Hukukun iktidar olgusu olması onun aynı zamanda bir güç ve baskı mekanizması olan devlet aygıtı ile uygulanmasını gerektirir. Sosyalizmde burjuva hukukun devamı, sosyalizmde hala sınıflar, proletaryanın iktidarı ve devlet aygıtının varlığını gösterir. Trockistler burjuva hukukun varlığını kabul ederken onun zorunlu sonucu olan devletin varlığını kabul etmiyorlar. Hiçbir güç tarafından uygulanmayan sınıflar üstü bir hukuk icat ediyorlar. Ya da sivil toplumculardan çalıyorlar!

Lenin, ‘burjuva hukuk’un zaten devletin varlığı anlamına geldiğini, ‘burjuva hukuk’un kendi kendine değil, devlet tarafından uygulanmak zorunda olduğunu şöyle belirtir:

"Ama, fiili eşitsizliği onaylayan ‘burjuva hukuk’ korunmaya devam edildiğine göre, devlet henüz büsbütün yok olmamıştır. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleşmesi gerekir." (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 105)

Lenin çok açık olarak “‘burjuva hukuk’ korunmaya devam edildiği" sürece devletin zorunluluğunu belirtiyor. Komünizmin birinci aşamasında ‘burjuva hukuk’ zorunludur diyor, ‘burjuva hukuk’ korunduğu sürece de devlet (proletarya diktatörlüğü) vardır diyor. Daha açık olabilir mi? Lenin devlet ve devrimi, sosyalizmi tahlil ettiği eserinde açık açık “fiili eşitsizliği onaylayan ‘burjuva hukuk’ korunmaya devam edildiğine göre, devlet henüz büsbütün yok olmamıştır" diyor. İşte Trocki’nin ve Trockistlerin sosyalizm üzerindeki açıktan çarpıtmalarının bir örneği.  

Bu durumu gören Trockistlerimiz durumu kurtarmak için şöyle derler:

"Fakat öte yandan şunu da belirtmek gerekir ki, Lenin’in ‘kısmen burjuva hukuk’ derken buna bir de ‘kısmen burjuva devlet’ ibaresini eklemesi konuyu daha açık hale getirmemiş, tersine karıştırmıştır.” (Zeynep Güneş, Marksizmin Işığında)

Lenin’in ‘kısmen burjuva devlet’ demesi Trockistlerimize göre konuyu netleştirmemiş, daha da karıştırmış. Trocki ve Trockistlerin sosyalizm anlayışı o kadar doğru ki, Lenin sosyalizmde devletten bahsedince konuyu karıştırmış oluyor. Kendilerine Bolşevik-Leninistler diyen Trockistlerimiz düştükleri zor durumdan “Lenin konuyu karıştırdı” diyerek çıkmaya çalışıyorlar.

Trocki ve Trockistlerin temel yöntemi çarpıtma ve çarpıtmayı tekrar tekrar sunmaktır. Lenin’in sosyalizmde devlet olmadığını düşündüğünü onlarca kez tekrarlarlar. Onlarca kez ‘Lenin’e göre sosyalizmde sınıflar ve devlet yoktur’ derler. Ama iş bilimsel tahlile gelince laf kalabalığıyla kaçmaya çalışırlar. Lenin az ilerde sosyalizmde ‘burjuva hukuk’un devletin varlığını zorunlu kıldığını tekrar ifade eder:

“Bir yandan üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eşitliğini ve ürünlerin bölüşümündeki eşitliği korumakla görevli bir devletin zorunluluğu bu nedenle sürer.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 105)  

‘Burjuva hukuk’ yani ‘emek eşitliği ve ürünlerin bölüşümündeki eşitlik’ (sosyalizmin bayrağındaki temel ilke) komünizme kadar var olacaktır. Lenin, sosyalizmin bayrağında yazan ve temel bölüşüm ilkesi olan bu hukuk (‘burjuva hukuk’) devam ettiği sürece (komünizme kadar) devletin zorunluluğundan böyle bahseder. Gayet açık; ‘burjuva hukuk’ varolduğu sürece ‘burjuva hukuk’u "korumakla görevli bir devletin zorunluluğu bu nedenle sürer". ‘Burjuva hukuk’ sosyalizm aşamasında ve ‘burjuva hukuku’ korumakla görevli devletle birlikte zorunlu olarak var olur.  

Zaten Lenin ‘Devlet ve Devrim’ eserinin ‘Komünist Toplumun Birinci Evresi’ başlıklı bölümünün büyük kısmını ‘burjuva hukuk’un ve dolayısıyla devletin zorunluluğuna ayırıyor. Trockistler sosyalizmde ‘burjuva hukuk’un devam ettiğini söylüyor. Ama bu kabulün zorunlu sonucu olan devletin varlığını kabul etmek istemiyor. Sosyalizmin bir kısmı hoşa gidiyor, diğer kısmı hoşa gitmediği için kabul edilmiyor. Lenin, tersine kapitalizmin mirası üzerine kurulan komünist toplumda ‘burjuva hukuk’un bulunduğunu ifade ederken, ‘burjuva hukuk’un varlığının devleti zorunlu kıldığını görüyor.  

***

Trocki sosyalizm ve burjuva hukuk konusunda daha karmaşık düşüncelere sahiptir. Karmaşası olgudan değil Trocki’den kaynaklı. Trocki bir yandan sosyalizmde hala burjuva hukuk zorunludur derken ve ilgili alıntılar yaparken diğer yandan Sovyetler Birliği’ni ‘burjuva hukuku’ uyguladığı için ‘yerden yere’ vurur. Bazen sosyalizmde burjuva hukukun devam edeceğini söylerken bazen yalnızca proletarya diktatörlüğünde burjuva hukuk zorunludur der. Trocki’nin yaptığı alıntılarda sosyalizmde burjuva hukuk devam eder denilirken Trocki zaman yalnızca işçi devletinde burjuva hukuk devam eder olarak yansıtmaya çalışır.

Trocki işçi devletinde henüz “herkese ihtiyacına göre” bölüşüm ilkesi uygulanamayacağını bu yüzden emeğe göre bölüşümün zorunlu olduğunu söyler:

“İşçi devleti henüz ilk adımlarını atarken herkesin yeteneklerine göre – yani çalışabileceği ve çalışmak istediği kadar – çalışmasını sağlayamayacağı gibi herkesi, yaptığı işten bağımsız olarak ‘ihtiyaçlarına göre’ ödüllendiremez. Üretici güçleri geliştirmek için alışılmış işçi ücreti normlarına, yani tüketim mallarının bireysel emeğin niceliğine ve niteliğine göre bölüşümüne başvurmak gerekir.” (Trocki, İHD, Sf. 66)

İşçi devletinde burjuva hukuk devam eder diyor. Konu ile ilgili Lenin’den yaptığı alıntı ise burjuva hukukun yalnızca Trocki’nin anladığı biçimde ‘proletarya diktatörlüğü’nde değil sosyalizmde de devam ettiğini ifade ediyor:

“Tüketim mallarının bölüşümüne ilişkin olarak burjuva hukuku doğal ve kaçınılmaz olarak bir burjuva devletini varsayar, çünkü kurallarının uygulanmasını zorlama kapasitesine sahip bir aygıt olmaksızın hukuk hiçbir işe yaramaz. Bundan dolayı komünizm altında sadece burjuva hukuk değil burjuvazisiz bir burjuva devleti bile bir süre varlığını sürdürecektir.” (Leninden aktaran Trocki, İHD, Sf. 72)

Trocki’nin yaptığı alıntıda Lenin ‘komünizm altında sadece burjuva hukuk değil burjuvazisiz bir burjuva devleti bile bir süre varlığını sürdürecektir’ diyor. Lenin iki olgunun üzerinde duruyor. Bir; sosyalizmde burjuva hukukun zorunluluğu, iki; hukukunun devlet aygıtını zorunlu kılması.

Trocki sosyalizmde burjuva hukukun devam etmek zorunda olduğunu, toplumun ‘herkese ihtiyacına göre’ ilkesini sosyalizm aşamasında henüz uygulayacak durumda olmadığını görüyor. Trocki sosyalizmde burjuva hukukun varlığını kabul ederken anlayışı iki noktada yanlıştır. Birincisi tutarlı olmayıp bazen yalnızca işçi devletinde (Trocki’ye göre bu sosyalizmden ayrıdır) kabul ederken bazen de sosyalizmde kabul eder; bütünsel bir tutarlılık yoktur. İkincisi Lenin’den yaptığı alıntılarda dahi burjuva hukuk devleti zorunlu kılar dense de burjuva hukukun devleti gerektirdiğini kabul etmez. Sosyalizmde devletin zorunluluğuna yukarıda bir ölçüde değindik, ileride de değineceğiz.  

Trocki’nin sosyalizmde burjuva hukuk konusundaki tutarsızlığına bir örnek verelim. Trocki SSCB anayasasını incelerken bölüşüm ilişkilerine dair şöyle diyor:

“‘… Herkesten yeteneğine göre, herkese işine göre’. İster inanın ister inanmayın bu, haydi anlamsız demeyelim, kendi içinde çelişkili formül, söylev ve gazete makalelerinden, temel devlet yasasının titizlikle hazırlanmış metnine geçirilmiştir. Yalnızca yasa yapanların düşük teorik düzeylerini değil, aynı zamanda iktidar tabakasının bir aynası olan yeni anayasanın içine işlemiş yalana da tanıklık eder bu ifade.” (Trocki, İhanete Uğrayan Devrim, Sf. 358)

İster inanın ister inanmayın bu formül Trocki’ye göre tamamen uydurma ve kendi içinde çelişkilidir. Stalinciler bu formüle Marks’ın ünlü ‘herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre’ formülüne revize ederek ulaşmışlardır:

“Komünist toplumun karakterine ilişkin olarak Marks şu formülü kullanmıştı: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre’. Bu formülün iki parçası birbirinden ayrılamaz. … anayasanın yazarları, bir bütün olan bu komünist ilkeyi ikiye bölmüş, ikinci yarısını belirsiz bir geleceğe ertelemiş, birinci yarısının zaten gerçekleşmiş olduğunu ilan etmiş … hepsine birden ‘Sosyalizm ilkesi’ adını vermiş ve bu tahrifat üzerine anayasalarının yapısını dikmişlerdir!” (Trocki, İhanete Uğrayan Devrim, Sf. 359)

Trocki Marks’ın en önemli eserlerinden haberi olmasa gerek. Sosyalizmin zorunlu ilkesini üretici güçlerin düzeyine sıkı sıkıya bağlı olan bölüşüm ilişkilerinden çıkaramasa dahi Marks’ın birçok yazısında görebilirdi. Ancak o da mümkün olmamış.  

Trocki bu formülü Sovyet ‘yasa yapıcıları’nın düşük düzeyine bağlarken Marks bu formülü söyle ifade eder:

Gotha programı Sf. 28, 3. ve 4. prf.

Görüldüğü gibi belli bir emek harcaması üzerinden belli bir oranla bir miktar emeği geri almak Stalincilerin icadı değil sosyalizmin bölüşüm ilkesidir. Trocki sosyalizmde burjuva hukuku kabul ederken tutarlı değildir ve bunun ne anlama geldiğini anlayamamıştır.

Bu kadarı Trocki ve Trockistlerimiz için yeterli değildir, devam edelim.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:41


Sosyalizmde Çalışmanın Düzenlenmesi

Sosyalizm proletaryanın iktidarı ile baskı ve sömürüden kurtuluş anlamına gelse de kapitalizmin tüm pisilik ve kalıntılarının tamamen yok edildiği anlamına gelmez. Ezilen yığınlar baskı ve sömürüden kurtulmuşlardır; ancak üretici güçlerin düzeyinin ve ekonomik altyapının dayattığı sorunlardan ve kapitalizmin bazı kalıntılarından kurtulamamışlardır. Çünkü sosyalizm bir geçiş toplumudur ve geçiş toplumu ‘geçişsel’ kalıntıları barındırır.  

Proletaryanın iktidara gelmesi insanların bir anda burjuva kültürün etkisinden ‘arınmasını’ sağlamaz. Binlerce yıldır şekillenen, gelişen ve yerleşen sömürü sınıfların kültürü ve etkisinin kısa bir süre içerisinde yok olması beklenemez.

Sorun yalnızca kültür, burjuva alışkanlık ve yaşam tarzı sorunu değildir. Böyle olsaydı geçmiş toplumdan kalan ve yalnızca üstyapıya ilişkin bir sorun olarak tanımlanabilirdi. Oysa geçmiş toplumun kalıntıları ifade edilen kapitalist kültürel mirasla birlikte ekonomik mirastır. Üretici güçlerin gelişme düzeyinden kaynaklanan ve kendisini sınıfların varlığında ve ‘burjuva hukukunda’ gösteren altyapısal bir sorundur.  

Bu nedenle sosyalizmde üretici güçlerin düzeyi henüz sınıfların henüz ortadan kalkması, burjuva hukukun yok olması ve bunun doğrudan sonucu (bir yönüyle de nedeni) olan kapitalizmin kültürel mirasından tamamen ‘arınmış’ yeni insanın yaratılması için yeterli değildir. Üstyapı kurumlarından biri olan kültür altyapının kısıtlamalarından kurtulamamaktadır.

Kapitalizmin kültürel mirasından ‘tamamen’ kurtulması, yeni insanın yeşermesi için gerekli koşulları komünizmin ikinci aşaması sağlar. Bu, sosyalizmde, insanlar hiçbir değişim geçirmeyecek, kapitalist toplum insanı aynen yaşayacak anlamına gelmez. Bu diyalektik ve bilime aykırıdır. Değişen toplum, yıkılan kapitalizm yerine kurulan sosyalizm yeni bir sosyalizm modeli yaratacaktır. Ancak sosyalizmin geçişsel özelliği gibi bu insan modeli de kapitalizmin kültürel etkisinden ‘tamamen’ kurtulamamıştır. Dikkat etmek gerekir, birçok yönüyle kurtulmuştur; ancak ‘tamamen’ kurtulamamıştır. ‘Tamamen’ kurtuluş ve gerçek anlamda özgürlük maddi koşulların olgunlaşması yani komünizm ile mümkündür.

Sosyalizmde üretim henüz tüm toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde değildir. Bu koşulların sonucu olarak sosyalizmde insanlar çalışmayı henüz içsel bir zorunluluk haline getiremez. Toplumsal sınıflar ve eşitsizlikler, kültürel kalıntılar varlığını devam ettirmektedir.

Üretici güçlerin yüksek düzeyde gelişmesi toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere daha az emek harcamasını sağlar. Bilim ve teknolojinin gelişmesi, üretim tekniğinin ilerlemesi daha düşük emek miktarı ile daha yüksek bir emek miktarı ile ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, çalışma süresinin azalması anlamına gelir. Böylece insanlar çalışmaya daha az, kültürel ve entelektüel çalışmalara daha fazla zaman ayırabilirler. Üretim tekniğinin gelişmesi ile işbölümüne olan kölece bağımlılık ortadan kalkar ve insanın çok yönlü eğitim ve gelişimi sağlanır.

Bu durum çalışmayı yük olmaktan çıkartarak insanın gelişiminin bir parçası ve bir zevk haline getirilir. Çalışma içselleşir, dışsal bir zorunluluk olmaktan çıkar.  

Ama; üretici güçlerin yüksek bir gelişme seviyesinde yani komünizmin ikinci evresinde. Sosyalizmde ise üretici güçlerin seviyesi, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkması ve çalışmanın içsel bir ihtiyaç haline gelmesi için yeterli değildir. Bu yüzden çalışma bir aygıt tarafından denetlenmeli ve uygulanmalıdır. Bir yönüyle dışsal bir zorunluluk olmaya devam etmektedir.

Lenin’in ‘burjuva hukuk’ ile kastettiği ‘herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre’ ilkesidir. Bu ilkeye göre çalışmayan, emek harcamayan toplumsal üretimden pay alamaz ve herkes toplumsal emekteki payı oranında toplam üründen pay alır. Yani herkes ne kadar emek harcamışsa o oranda toplumsal üründen pay alınır. Sosyalizmde bu ‘hukuk’ bir kuraldır ve insanların çalışması için bir zorunluluktur. Lenin, sosyalizmde çalışmanın devlet tarafından uygulanan kurallar ile denetlenmesi gerektiğini belirtir. Sebep olarak şöyle söyler:  

“Çünkü, kapitalizm yıkıldıktan hemen sonra, insanların hiçbir tür hukuk kuralı olmaksızın toplum için çalışmayı hemen öğrenecekleri, ütopyaya düşmeden düşünülemez” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 105)

Lenin sosyalizmde ‘insanların hiçbir tür hukuk kuralı olmaksızın toplum için çalışmayı’ öğrenemeyeceklerini belirtirken aynı zamanda bu hukuku uygulayan devletin zorunluluğunu da ortaya koymuş oluyor. Trockistlerimiz de sosyalizmde çalışmanın bir ihtiyaç haline gelmediğini, bir zorunluluk olmaya devam ettiğini söylüyor:

“Çalışmanın zorunluluğunu koruduğu bu evrede, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki henüz tamamen ortadan kalkmamıştır.” (Zeynep Güneş, Tek Ülkede Sosyalizm ve Merkezcilik, Sf. 7)  

Mademki, sosyalizmde, çalışma insanlar için ihtiyaç haline gelmemiş, insanların çalışması nasıl güvenceye alınacak, çalışmayan insanlar ne olacak? Trockistler bu soruya cevap veremez. Oysaki bu sorular çalışmanın içsel bir ihtiyaç haline gelmediği koşullarda ortaya çıkan sorulardır. Çalışmanın zorunluluğunu koruduğu ama çalışmanın bir ihtiyaç ve bir zevk haline gelmediği bu evrede insanların çalışmalarını denetleyecek, yönlendirecek ve hatta çalışmamakta direnenleri cezalandıracak bir devlet aygıtı zorunluluğunu devam ettirir.  

Sosyalizmde çalışmak zorunludur ve çalışmayan yemez. Ama hukuk toplumun ekonomik ve kültürel yapısının üzerinde olmaz. Yani çalışmanın içselleştirilmesi için kültürel ve maddi düzey yeterli değildir. Bu yetersizlik, bu kuralın (‘burjuva hukuk’un) uygulanmasını sağlayacak devlet aygıtını zorunlu kılar. Çalışmanın zorunluluğu (bir nevi ‘burjuva hukuk’un zorunluluğu) devletin (proletarya diktatörlüğünün) varlığını zorunlu kılar. Trockistlerin sosyalizm ve devlet konusunda çelişkilerinden biri de budur. Çalışma bir zorunluluk iken devletin varlığını inkar ederler.

Görüldüğü gibi, sosyalizmde ‘burjuva hukuk’ ve çalışmanın zorunlu olmasından dolayı devletin zorunlu olduğunu bizzat Lenin belirtmiştir. Devlet komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde değil komünizme (komünizmin ikinci aşamasına) geçiş ile sönecektir. Trockistler, bugün için yakın bir geleceği ifade etmeyen komünizmin üst aşamasını çarpıtmaya ihtiyaç duymamışlardır. Trocki ve Trockistler öncelikli olarak sosyalizme, sosyalizm koşullarındaki proletarya diktatörlüğüne karşı bir ideolojik, anti-komünist savaş başlatmışlardır. Hem de proletaryanın büyük önderi Lenin’in adını kullanmaya çalışarak. (Trocki’nin öncesinde ‘düzenbaz’ dediği Lenin. İlerde değineceğiz.) Bu savaş soyut bir ideolojik savaş değil, aynı zamanda dünya burjuvazisinin sosyalizme saldırısının bir parçası olarak şekillenmiştir. Ülke içinde ve dışında sosyalizmi, halkaların gözünde karalama, onun yenilgisinin zorunluluğunu vaaz etmeye dönüşmüştür.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:42


Sosyalizmde Kafa ve Kol Emeği Arasındaki Çelişki

Lenin ‘Devlet ve Devrim’ kitabının bir sonraki (Komünist Toplumun Birinci Evresinden sonraki) bölümü olan ‘Komünist Toplumun Üst Evresi’ başlıklı bölümde sosyalizmde devletin zorunlu olduğunu, ancak komünizme geçişle birlikte devletin sönmesinin ön koşullarının oluştuğunu netlikte ortaya koymaktadır. Lenin bu bölüme Marks’tan bir alıntıyla başlıyor:

"Komünist toplumun yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne köleleştirici bağımlılığı ve onunla birlikte, kol ve kafa emeği arasında karşıtlık yok olacağı zaman, çalışmanın yalnızca bir yaşama aracı olmaktan çıkıp, bir ilk dirimsel gereksinim durumuna geleceği zaman; bireylerin çok yönlü gelişmesiyle birlikte, üretim güçlerinin de artacağı ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının bollukla fışkıracağı zaman; ancak o zaman burjuva hukukun sınırlı ufku kesin olarak aşılabilecek ve toplum, bayrakları üstüne ‘herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre!’ diye yazabilecektir.” (Marks, Gotha Programının Eleştirisi)

Marks yukarıdaki paragrafta komünizmin ikinci evresini tarif ediyor. Kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlığın ancak komünizmin ikinci evresinde yok olacağını, dolayısıyla sosyalizm koşullarında bu karşıtlığın mevcut olduğunu belirtiyor. Sosyalizmde, kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlığın devam ettiğini Trockistlerimiz de kabul eder:

“Çalışmanın zorunluluğunu koruduğu bu evrede, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki henüz tamamen ortadan kalkmamıştır.” (Zeynep Güneş, Tek Ülkede Sosyalizm ve Merkezcilik, Sf. 7)  

Trockistlerimiz bu olguyu kabul ederler. Lenin, Marks’tan yukarıdaki alıntıyı yaptıktan hemen sonra:

“Devletin büsbütün sönmesinin ekonomik temeli, kafa emeği ile kol emeği arasındaki tüm karşıtlık yok olacak ve dolayısıyla, çağdaş toplumsal eşitsizliğin, yalnız toplumsal eşitsizliğin, yalnız üretim araçlarının toplumsallaşmasının, yalnız kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinin hiçbir şekilde kökünü hemen kurutamayacağı başlıca kaynaklardan biri yok olacak kadar yüksek bir gelişme derecesine erişmiş komünizmdir.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 106)

Devlet ancak kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlığın ortadan kalktığı (Marks’tan alıntıya bakınız) komünizmin ikinci evresinde, ‘yüksek bir gelişme derecesine erişmiş’ komünizmde sönebilir. “Devletin büsbütün sönmesinin ekonomik temeli, kafa emeği ile kol emeği arasındaki tüm karşıtlık yok olacak” olmasıdır. Çok net: devletin sönmesinin koşullarından birisi kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlığın yok olmasıdır. Daha açık nasıl ifade edilebilir? Sosyalizmde ise kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlık devam etmektedir, dolayısıyla sosyalizmde devlet (proletarya diktatörlüğü) varlığını devam ettirmektedir. Trocki sosyalizmde kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin devam ettiğini söylemiyor mu? Lenin bu çelişki devam ettiği sürece devlet sönemez, varlığını devam ettirir demiyor mu?  

Proletaryanın iktidara gelmesi, üretim araçlarına tüm halk adına el koyması, tarımı kolektifleştirmesi henüz sınıfların ortadan kalkması için yeterli değildir. Üretim ilişkileri kökten değişmiş, burjuvazi toplumsal bir sınıf olarak ortadan kaldırılmıştır. Ancak proletarya ve köylülük varlığını devam ettirmektedir. Üretici güçlerin gelişme düzeyinden kaynaklanan ve sosyalizmin komünizme geçiş için zorunlu bir aşama olmasının sebebi bu temel gerçektir.

Üretici güçlerin yüksek bir gelişme düzeyi köylerin gelişimini ve teknik temelini arttıracak; kent-kır arasındaki çelişkiyi çözecek ve sosyalizmdeki proletarya ve köylülük ayrışmasını/çelişkisini ortadan kaldıracaktır. Kır ile kent arasındaki çelişkinin çözülmesine yok açan üretici güçlerin yüksek gelişme düzeyi kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin çözümünün zeminini hazırlar. Artık toplumun her üyesi yalnızca kol işçisi veya kafa emekçisi olarak ayrılmayacak; her çalışan aynı zamanda (çalışmanın içselleşmesiyle ve harcanan emek gücünün minimuma inmesiyle birlikte) kültür, sanat ve entelektüel olarak çok yönlü gelişmiş bireyler olacaktır. Kafa emeği ile kol emeği birleşecek, çelişki ortadan kalkacaktır.

Proletarya ve köylülük dahil sınıfların ortadan kalkması ile toplumun kafa emekçisi-kol emekçisi; devletin ortadan kalkmasıyla da yöneten-yönetilen bölünmesi/çelişkisi (sömürücü toplumlardaki çelişkiyle bir değildir) ortadan kalkmıştır. Ancak sosyalizmde kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki varlığını devam ettirir.

Devletin ortaya çıkışı toplumun sınıflara ayrılmasının sonucu olduğu gibi; aynı zamanda toplumsal işbölümünün artması; kafa emeği ile kol emeğinin ayrışmasının da sonucudur. Bu olgular birbirine bağlıdır:

“En büyük maddi ve zihinsel işbölümü, kent ile kırın ayrılmasıdır. Kent ile kır arasındaki karşıtlık, barbarlıktan uygarlığa, aşiret düzeninden devlete, bölgesellikten ulusa geçişle birlikte ortaya çıkar, ve zamanımıza kadar bütün uygarlık tarihi boyunca sürüp gider.” (Engels)

Üretici güçlerin gelişmesinin düşük bir düzeyinde tarımdan zanaat ve ticaretin ayrılması ile ortaya çıkan toplumsal işbölümü ilkel komünal toplumun dağılmasına neden olmuştur. Üretici güçlerin gelişmesi, üretim araçlarının ortaklaşa kullanımın (tarihsel olarak) gerici bir olgu haline gelmesi ile özel mülkiyet ortaya çıkmış; toplumsal işbölümü daha da gelişmiştir. Sınıfların ortaya çıkışı; toplumun bir yanda üretim araçlarına sahip olanlar diğer yanda üretim araçlarına sahip olmayanlar olarak bölünmesi mülk sahibi sınıfların egemenliğini korumak için devlet aygıtını ve toplumdan ayrı bir silahlı gücü gerektirdi. Böylece ilk toplumsal işbölümü ile temelleri atılan kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki sınıfların ve devletin ortaya çıkışı ile daha da keskinleşti.

İki yönüyle: Kültür, sanat, felsefe, bilimsel uğraşılar hayatlarını çalışarak geçirmek zorunda olan emekçilerden ayrı bir alan haline gelerek; mülk sahibi, çalışmak zorunda olmayan sınıfların ve temsilcilerinin egemenlik alanı haline gelmiştir. Bu yönüyle zihinsel emek, bedensel emekten ayrılmış ve ona karşıt bir hale gelmiştir. Devletin ortaya çıkışı ile toplum bir tarafta yöneten, yönetme ‘zanaatı’nı görev edinenler ile diğer tarafta yönetilenler olarak bölünmüştür. Toplum işlerinin düzenlenmesi emekçilerden ayrı bir alan haline gelerek egemen sınıf temsilcilerinin düzenleme ve yönetme alanı haline gelmiştir. Bu yönüyle de zihinsel emek ile bedensel emek birbirinden ayrılmıştır.  

Trocki devletin ortadan kalkması için sınıfların ortadan kalktığı ancak kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin çözülmediği bir sosyalizm projesi üretiyor. Devletin ortadan kalkması için kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki ortadan kalkmalıdır; ki bu da sınıfların ortadan kalkmasından sonra değil onunla birlikte işleyen bir süreçtir. Trocki’nin sandığının aksine sınıflar sosyalizmde değil komünizmde ortadan kalkar ve devlet komünizmde söner.  

Trocki kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin sosyalizmde henüz varlığını koruduğu kabul ederken devletin sönmüş olduğunu iddia ediyor. Oysa devletin yok olması için emekçilerin kültür, sanat, teknik ve entelektüel bilgi birikimine sahip olması (sosyalizmde bu giderek gerçekleşir), toplumsal işlerin örgütlenmesini anlamında yönetme alışkanlığını kazanması için kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkması gerekir. Böyle bir maddi temel olmadan, toplumsal işlerin –komünist parti önderliği olmadan- halk tarafından yönetimi sağlanacak durumda değildir.  

Sosyalizmde kafa emeği ile kol emeği arasındaki uzlaşmaz çelişki ortadan kalkmıştır. çelişki uzlaşmaz niteliğini kaybetmesine rağmen varlığını sürdürmektedir. Artık halkın egemenlik altına alınmasına hizmet edememekte, toplumsal mülkiyet temelinde; sosyalizm koşullarında varlığını sürdürmektedir. Üretici güçlerin gelişmesi, halkın kültür, sanat, teknik vb. eğitimi ve yaratıcılığının gelişmesiyle, halkın devlet yönetimine katılımıyla giderek azalmaktadır. Komünizme yaklaşıldıkça ortadan kalkma yolundadır.

Sosyalizmde devletin halk üzerinde baskı aracı olmaktan çıkması; proletaryanın devleti olması yöneten-yönetilen çelişkisinin (kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin görünümlerinden birisi) ortadan kalktığı anlamına gelmez.  

Proletarya devleti ile halk yığınların bin yıllardır ezilen ve yönetilen olmaktan çıkmış bizzat yöneten hale gelmiştir. Proletarya ve halkın demokratik mekanizmalarla, Sovyetlerle devlet yönetimine katılması çelişkinin ortadan kalktığını değil azaldığını gösterir. Kapitalizmin kalıntılarının varlığını devam ettirdiği sosyalizm koşullarında yığınların devlet yönetimini sosyalizmin inşasının bilgi birikimine sahip bir önderlik –parti- olmadan gerçekleştirilmesi düşünülemez. Bu nedenle sosyalizmde yöneten-yönetilen çelişkisi (kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki gibi) uzlaşmaz değil yok olmakta olan bir çelişkidir. Tersinden düşünürsek (Trockistlerin mantığından) zihinsel emek ile bedensel emek arasında çelişki mevcutken yönete-yönetilen, parti-yığın ilişkisi ve devletin olmaması Trockistlerin çelişkisi ve ‘projeci’liğinin göstergesidir.  

Partinin varlığı dahi kendi başına önder-yığın ve kafa-kol emeği arasındaki çelişkinin devam ettiğinin göstergesidir. Yığınların devlet yönetimine katılması, bürokrasiye karşı savasım yöneten-yönetilen çelişkisine karşı mücadeledir. Devletin ortadan kalkması için bir devlet biçimi olan demokrasinin aşılması, halkın kamusal işleri önderlere gereksinme duymadan yani bilimsel bilgi birikimine kendisi sahip olarak yapması gerekir. Bu da kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin yok olduğu komünist toplumu gerektirir.

Bu komünist toplumun alt aşaması (sosyalizm) ile üst aşaması arasındaki temel ayrımdır. Lenin üst aşama ile ilgili üç nokta üzerinde durur:  

“‘Yukarı’ aşama: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre’. Bu ne zaman olanaklıdır? 1- zihinsel emek ile bedensel emek arasındaki çelişki ortadan kalktığı zaman; 2- çalışma, birincil yaşamsal gereksinim haline geldiği zaman (Önemli not: Çalışma alışkanlığı herhangi bir zorlanma gerektirmeden kural halini alıyor!); 3- üretici güçler büyük bir büyüme gösterdikleri zaman, vb. Açıktır ki, devletin tam olarak yok olmaya yüz tutuşu ancak bu yüksek aşamada olanaklıdır. Bu, önemli.” (Lenin, Gotha Programının Eleştirisi Üzerine Notlar)

Lenin dediği gibi kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkması (1. madde) ve buna bağlı olarak devletim tam olarak sönmeye yüz tutuşu (3. madde) sosyalizmin değil komünizmin özellikleridir.

Trocki, sosyalizm koşullarında kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmadığını kabul ediyor. Bu çelişki ortadan kalkmamıştır diyor ama bu kabulün zorunlu sonucu olan devletin varlığını kabul etmek istemiyor. Lenin, üzerine basa basa söylüyor: ‘Devletin büsbütün sönmesinin ekonomik temeli, kafa emeği ile kol emeği arasındaki tüm karşıtlık yok olacak’. Kafa emeği ile kol emeği arasında karşıtlığın hala mevcut olduğu sosyalizmde ‘devletin sönmesinin’ ekonomik temeli mevcut değildir. Trockizm ile Leninizm kökten farklıdır.  

Lenin bir hata mı yaptı da Trockistlerin tersini söyledi. Belki de bir paragrafa mahsus bir dil sürçmesidir! O zaman bir iki paragraf sonrasına bakalım Lenin ne demiş:

"Bundan ötürü bu sürecin süresini, komünizmin üst evresinin gelişme hızına bağlılığını belirterek ve bu sönmesinin mühlet ya da somut biçimleri sorununu tamamen askıda bırakarak, devletin kaçınılmaz sönmesinden başka bir şeyden söz etme hakkına sahip bulunmuyoruz.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 106)

Lenin burada iki noktaya dikkat çekiyor. Birincisi devletin sönmesi hakkında kesin bir süre verilemez. İkincisi ve konumuz açısından önemli olanı ise bu sönmenin ‘komünizmin üst evresinin gelişme hızına bağlılığı’dır. Yani devletin sönmesi sosyalizmde değil, komünizmin üst evresinde mümkündür ve bu sönmenin süresi de ‘komünizmin üst evresinin gelişme hızına’ bağlıdır. Lenin belki de yine bir dil sürçmesi yapmıştır. Lenin, bu kadar açık konuşmasına rağmen Trockistler hala anlamamaktadır (çarpıtmaktadır). Bu yüzden Lenin daha da açık konuşur:

"Komünizmin ‘üst’ evresinin gelmesini beklerken, sosyalistler toplumdan ve devletten, çalışma ve tüketim ölçüsü üzerinde en sıkı denetimi uygulamasını isterler; bu denetim kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinden, işçilerin kapitalistler üzerinde denetiminden başlamalı ve memurlar devleti tarafından değil silahlı işçiler devleti tarafından uygulanmalıdır.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 106)

Lenin, burada da, komünizmin üst evresi ‘beklenirken’ yani komünizmin alt evresinde devletin en sıkı denetimi uygulamasından bahsediyor. Evet, Trockistler şaşırmış olabilir ama Lenin sosyalist devletin görevlerinden birisinden bahsediyor. Trockistler hala ‘Lenin komünizmin ilk evresinden değil, sosyalizmden önceki proletarya diktatörlüğünden bahsediyor’ diyebilirler. Sabırla devam edelim. Lenin, komünist toplumun ilk evresinde (sosyalizmde) devletin denetim görevinden başka bir yerde şöyle bahsediyor:  

“Kayıt ve denetim: komünist toplumun, ilk evresinde, hem ‘yoluna konması’, hem de düzenli işlemesi için özsel olan, işte budur. Burada, bütün yurttaşlar, silahlı işçiler tarafından kurulmuş olan devletin ücretli köleleri durumuna dönüşürler. Bütün yurttaşlar bir tek devlet ‘kartel’inin, bir tek tüm halk ‘kartel’inin görevlileri ve işçileri olurlar. Önemli olan, herkesin eşit bir çaba göstermesini, çalışma kurallarına tastamam uymasını ve eşit bir ücret almasını sağlamaktır." (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 111)

Lenin bir önceki paragrafta denetlemenin işçi devleti tarafından yapılacağını belirtmişti. Bu paragrafta ise komünist toplumun ilk evresinde yani sosyalizmde denetimin devlet tarafından yapılacağı açıklıkla ortaya koyuluyor. Ayrıca sosyalizmde, bir benzetmeyle tüm yurttaşların "bir tek devlet ‘kartel’inin, bir tek tüm halk ‘kartel’inin görevlileri ve işçileri” haline geldiği belirtiyor. Ve artık son noktayı koymanın zamanı gelmiştir. Sosyalizmde devlet vardır ve ancak komünizme geçişle birlikte devletin sönmesine geçişi sağlayacak kapı ardına dek açılır:

"Komünist toplumun birinci evresinden üst evresine ve sonuç olarak, devletin tamamen sönmesine geçişi sağlayacak kapı, o zaman ardına dek açılacaktır." (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 113)

Lenin’in, Marksist devlet teorisini ortaya koyduğu ve geliştirdiği en önemli eserlerinden birisi ‘Devlet ve Devrim’ kitabıdır. Bu eser, Lenin’in bir işçi grubu karşısındaki herhangi bir konuşması veya dönemin görevlerini belirtmek için yazdığı bir ajitasyon belgesi de değildir. Lenin’in, devletin sınıfsal karakteri, sosyalizmde devletin değişmesi, komünizme geçişle birlikte devletin sönmesini incelediği, Marksist devlet ve komünizm teorisine yaptığı büyük bir katkıdır. Bu sebeple sosyalizmde devletin, sınıfların değişen konumları üzerine temel alınacak en önemli eserlerden birisidir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:43


Devlet mülkiyeti-toplumsal mülkiyet ayrımı

Kapitalist toplumun yıkılması, burjuvazinin üretim araçları üzerindeki mülkiyetinin kaldırılması ve toplumsallaştırılması ile sosyalizm genel anlamda kurulmuş olur. Mülkiyetinin proletaryanın ve sonunda tüm toplumun elinde toplanması süreci sosyalist inşanın temel amacıdır.

Üretim araçlarına proletarya tarafından el konulması ve üretim ilişkilerinin toplumsallaştırılması ile sosyalist üretim ilişkilerinin kurulması Marks’ın mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi olarak ifade ettiği süreçtir. Komünizme kadar ilerleyen bir süreç.

Üretim araçları üzerindeki burjuva mülkiyetin kaldırılması ile burjuvazinin ekonomi yani üretim ilişkilerindeki egemenliğine son verilir. Burjuvazi üretim ilişkilerindeki egemenliğini üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ile sağlarken burjuva devlet aygıtı ile korur. Burjuva devlet aygıtı üretim ilişkilerindeki egemenliğin yani üretim araçları üzerindeki burjuva mülkiyetin ifadesidir.  

Kapitalizm koşullarında devlet mülkiyetinin sosyalist mülkiyet olarak algılanması yeni değildir. 19. yy’ın sonlarında Bismark’ın devlet işletmeleri kurmasını devlet sosyalizmi olarak sevinçle karşılayanlara karşı Engels şu cevabı vermişti:

“Ama ne hisse senetli şirketler durumuna dönüşüm, ne de devlet mülkiyeti durumuna dönüşüm, üretici güçlerin sermaye niteliğini ortadan kaldırır. Hisse senetli şirketler bakımından bu durum açıktır. Ve modern devlet de, burjuva toplumunun, kapitalist üretim biçiminin genel dış koşullarını, işçilerden olduğu kadar tek tek kapitalistlerden de gelen saldırılara karşı korumak için kurduğu örgütten başka bir şey değildir. Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, esas olarak kapitalist bir makinedir: kapitalistlerin devleti, düşüncedeki kolektif kapitalist. Üretici güçleri ne kadar çok kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok gerçek kolektif kapitalist durumuna gelir, yurttaşları o kadar çok sömürür. Kapitalist ilişki ortadan kaldırılmamış, tersine doruğuna götürülmüştür. Ama bu doruğa vardıktan sonra, tersine döner. Üretici güçler üzerindeki devlet mülkiyeti, çatışmanın çözümü değildir, ama biçimsel çareyi, çözümü yakalama biçimini içinde saklar." (Engels, Anti-Dühring)

Kapitalizm koşullarında devlet aygıtı “kolektif kapitalist” olarak burjuvazinin çıkarlarını yansıtır. Kapitalizmde devlet mülkiyeti toplumsal veya sosyalist mülkiyet olarak adlandırılamaz. Burjuva devletin mülkiyeti; üretim araçları üzerindeki burjuva mülkiyetin biçimlerinden biridir.

Bu anlamda devlet mülkiyeti ile toplumsal mülkiyet denk düşmek bir yana karşıt içeriktedir. Devlet mülkiyeti ile kastedilen burjuva-kapitalist mülkiyet, toplumsal mülkiyet ile kastedilen sosyalist mülkiyettir.

Ancak sosyalizm koşullarında durum tamamen farklıdır. Üretim araçlarındaki burjuva mülkiyetin kaldırılması ile proletarya tüm halk adına üretim araçlarına el koyar. Proletarya burjuvaziyi mülksüzleştirme işlemini ‘çıplak elle’ veya sihirli bir değnekle değil zor aygıtı olan proletarya diktatörlüğü ile gerçekleştirir. Bu yüzden sosyalizmde üretim araçları üzerindeki mülkiyet toplumsal mülkiyettir. Burjuva özel mülkiyet kaldırılmıştır. Özel mülkiyetin kaldırılması ile toplumsal mülkiyet kurulmuştur. Toplumsal mülkiyetin koruyucusu devlet aygıtı olduğundan sosyalizm koşullarında toplumsal mülkiyet devlet mülkiyeti olarak da ifade edilir.

Devlet, toplumdan sınıflardan bağımsız bir olgu değildir. Bu Marksizm’in abecesidir. Sosyalist devlet de burjuvaziyi bastırma aygıtı olarak biçim yönünden proleter-köylü, özü itibarıyla proleter bir devlettir. Proletarya tüm toplum adına üretim araçlarına el koyarken toplumsal mülkiyet devlet mülkiyeti biçiminde hayata geçirilir. Sosyalizmde devlet mülkiyeti ile toplumsal mülkiyet aynı anlamdadır.

Trocki toplumsal mülkiyet ile devlet mülkiyetini birbirinden ayırmaya çalışır. Ona göre devlet mülkiyeti toplumsal-sosyalist mülkiyet anlamına gelmez:

“Başka bir deyişle devlet mülkiyeti, devlet mülkiyeti olmaktan çıktığı ölçüde sosyalist mülkiyete dönüşür.” (İHD, Sf. 332)

&#Devlet mülkiyeti varolduğu sürece toplumsal-sosyalist mülkiyet olamaz diyor Trocki. Trocki’ye göre devlet mülkiyeti toplumsal mülkiyet değil ancak toplumsal-sosyalist mülkiyete geçiş yolunda zorunlu bir aşamadır:

“Özel mülkiyet toplumsal mülkiyet haline gelmek için kaçınılmaz olarak devlet mülkiyeti aşamasından geçmek zorundadır, tıpkı bir tırtılın kelebek olmak için larva aşamasından geçmek zorunda oluşu gibi. Fakat larva kelebek değildir. Milyonlarca larva asla kelebek olamadan ölür gider. Devlet mülkiyeti ancak toplumsal ayrıcalık ve farklılaşmanın yok olduğu, dolayısıyla da devletin gerekliliğinin ortadan kalktığı noktada ‘tüm halkın’ mülkiyeti haline gelir.” (İHD, Sf. 332)

Demek ki proletarya devlet aracılığıyla üretim araçlarına tüm halk adına el koyamaz. Devlet mülkiyeti proletarya ve halkın mülkiyeti anlamına gelmez. Devlet mülkiyeti proletarya ve halkın mülkiyeti değilse kimin mülkiyetidir? Trocki cevap verir: Devlet mülkiyeti devletin mülkiyetidir. Oldukça açıklayıcı!

Trocki’ye göre devlet mülkiyeti tüm halkın mülkiyeti (toplumsal mülkiyet) anlamına gelmez. Bu noktada sivil toplumcu devlet öğretisi yine el üstünde tutulur. Devletin bir sınıfsal içeriği yokmuşçasına devlet mülkiyeti kavramı sınıfsal içeriğinden koparılır. Proletaryanın devleti tarafından korunan mülkiyetin proletarya ve tüm halkın mülkiyeti olduğu gerçeği kabul edilmez. Sivil toplumcuların dediği gibi; devlet mülkiyeti ne burjuvazinin ne de proletaryanın mülkiyetidir; o devletin mülkiyetidir.

Toplumsal mülkiyete geçişte bir aşama olarak algılanan devlet mülkiyeti biçim sorunu olarak değil öze dair bir sorun haline getirilir. Devlet mülkiyeti de geçiş dönemi olarak ifade edilen proletarya diktatörlüğüne denk düşer. Böylece proletarya diktatörlüğü rejiminin sosyalizm olmadığı kanıtlanmış olur! Kanıtlanmıştır, çünkü toplumsal mülkiyet mevcut olmadığından devlet mülkiyeti devam ettiği sürece sosyalist toplumdan bahsedilemez!

Trocki proletarya diktatörlüğü rejimini sosyalist toplumdan ayırırken devlet mülkiyeti ve toplumsal mülkiyeti ayırmak zorunda kalmıştır. Proletarya diktatörlüğünde devlet mülkiyeti, sosyalist toplumda ise toplumsal mülkiyet geçerlidir sonucunu çıkarmıştır. Bu sonucu çıkarmak için Marksist devlet teorisini bir süreliğine es geçmek gerekmiştir.

Trocki, yeni bir ayrım ortaya atmıştır. Yeni olduğunu kendisi de kabul eder:

“En başta Marks’ın kendisinin, sonra Marksistlerin, işçi devleti bağlamında devlet mülkiyeti ile ulusal ve sosyalist mülkiyetleri basitçe eş anlamlı kullandıkları doğrudur.” (İHD, Sf. 331)

Marks sosyalizmde toplumsal mülkiyet ile devlet mülkiyetini aynı anlamda kullanırken Trocki kendi sosyalizm anlayışına uydurmak için kavramların içeriğini çarpıtıyor. Lenin toplumsal mülkiyetin devlet mülkiyeti haline geldiğini ve SSCB’de toplumsal mülkiyetin egemen olduğunu şöyle ifade eder:

“Üretim araçları, daha şimdiden, artık bireylerin özel mülkiyetinde değildir. Tüm toplumun malıdır.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 102)

Trocki sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü arasındaki ilişkiyi anlamıyor; kendi ‘sosyalizm’ dünyasını yaratmaya çalışıyor. Bu çaba bilimsel sosyalizme karşı bir mücadele biçimini alıyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:44


Proletarya Diktatörlüğünün Ekonomik Temeli

Kapitalizmden komünizme geçişin bir süreklilik içerisinde olduğundan bahsetmiştik. Trocki, kapitalizmden komünizme geçişin anlam ve içeriğini çarpıtmış; ortaya Marksizm’in temel ilke ve önermelerini inkar eden bir şema çıkarmıştır. Proletarya diktatörlüğünü, onun ekonomik temelinden kopararak ayrı bir toplumsal formasyon (veya geçiş rejimi) haline getirmiştir.  

Her devlet iktidarı, egemen sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı ve egemenliğinin ifadesidir:  

“devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır.” (Lenin, Devlet ve Devrim, Sf. 15)

Bir sınıfın egemen sınıf olması, onun üretim ilişkilerinde egemen olma konumundan gelir. Devlet aygıtının yönetimi, üretim ilişkilerinde egemen olan yani üretim araçlarına sahip olan sınıfın elindedir. Reformistler, kapitalizm koşullarında iktidara gelmek veya hükümete bakan vermek ‘onuruna’ kavuştuklarında, devletin artık halkın devleti olduğunu ilan etmeye kalkarlar. Oysa kapitalizmin üretim ilişkileri korunduğu ve onun parçalanması için adımlar atılmadığı sürece hükümette hangi renkten ‘sosyalist’, sosyal demokrat burjuva parti bulunursa bulunsun; devlet aygıtını elinde bulunduran sınıf değişmez.

Devlet üzerine genel doğruları kabul eden Trocki, iş proletarya diktatörlüğüne gelince Marksizm’i inkar ediyor. Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın egemenlik aygıtı olarak proletaryanın egemen olduğu üretim ilişkileri temelinde yükselir. Bu da sosyalist üretim ilişkileridir. Proletarya diktatörlüğü başlangıçta kurulmakta olan sosyalist üretim ilişkileri üzerinde yükselirken sosyalist inşa süreci ile temeli olan sosyalist üretim ilişkilerini sağlamlaştırır.  

Trocki’ye göre sosyalizm devletsiz bir toplum olduğuna göre, proletarya diktatörlüğü sosyalist toplumda; sosyalist üretim ilişkilerinde egemen olan sınıfın egemenlik aracı olarak yer alamaz. Sorun burada başlıyor:   proletaryanın egemenliği, hangi üretim ilişkileri üzerinde yükselecektir?

Trocki’nin tespitinin mantıksal sonucu, proletarya diktatörlüğü sosyalist üretim ilişkileri üzerinde yükselmiyorsa; kapitalist üretim ilişkileri üzerinde yükselmesi gerektiğidir. Trocki bunu da kabul etmez. Trockistler proletarya diktatörlüğünün ekonomik temelinden bahsederken şöyle derler:

“işçi devleti, ‘yeni bir toplum biçiminin üst yapısını’ değil yeni bir topluma geçiş için zorunlu, geçici ve geçişsel bir siyasal biçimi oluşturur.” (İlker Aktügün, SSCB’den BDT’ye Nasıl Varıldı?, Sf. 111)

İşçi devletinin üzerinde yükseldiği temel yeni bir toplum değildir deniyor. Bir olgunun ne olmadığını söylemek olguyu tanımlamak için yeterli değildir. İşçi devleti “geçici ve geçişsel bir siyasal rejim” ise bu rejim hangi ekonomik ilişkiler üzerinde yükselir. Ekonominin ve üretim ilişkilerinin olmadığı bırakın bir siyasal rejim bir insan topluluğu dahi düşünülemez. Öyleyse nedir işçi devletinin üzerinde yükseldiği temel ekonomik ilişkiler?

Trockistler, proletarya diktatörlüğünün sosyalist üretim ilişkileri üzerinde yükseldiği gerçeğine karşı çıkıyor; kapitalist üretim ilişkileri üzerinde yükselmesini de kabul etmiyorlar. İki arada bir derede kalıyorlar. Zaten Trocki de bu noktada tıkanıyor. Trocki’ye göre proletarya diktatörlüğünün üzerinde yükseldiği üretim ilişkileri kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemini ifade eder. Yanlış anlaşılmasın. Geçiş döneminde sosyalist üretim ilişkileri ve kapitalist üretim ilişkileri bir arada bulunmaz. Devlet mülkiyetinde ifadesini bulan, kapitalizm olarak da sosyalizm olarak da nitelendirilemeyecek bir mülkiyet biçimi öne sürülür.

“Proletarya diktatörlüğü koşullarında “kapitalist üretim ilişkileriyle sosyalist üretim ilişkilerinin yan yana yaşadığından söz etmek mümkün değildir.” (İlker Aktügün, SSCB’den BDT’ye Nasıl Varıldı?, Sf. 111)  

Geçiş dönemi, ama sosyalizme geçişte ne kurulmakta olan sosyalist öğeler ne de geçmişten kalan kapitalist öğeler mevcuttur. “Ne kapitalist ne sosyalist”. Trocki geçiş dönemi olarak ifade edilen proletarya diktatörlüğünün üzerinde yükseldiği üretim ilişkilerini tahlil etmekten kaçınır. Tahlil yerine isim koyar: Geçiş dönemi. Geçiş döneminin ekonomik tahlilinden kaçınarak ona “geçici ve geçişsel bir siyasal rejim” demek aslında hiçbir şey söylememektir.

Lenin geçiş dönemi şöyle açıklar:

"Ama geçiş sözcüğü ne anlama geliyor? Ekonomiye uygulanınca, söz konusu yönetimde aynı zamanda hem kapitalizm hem de sosyalizm öğeleri, kırıntıları, parçacıkları bulunduğu anlamına gelmiyor mu? Bunu herkes kabul edecektir.” (Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, Sf. 474)

Trocki hariç. Trockistlere göre, geçiş dönemi, ulaşmaya çalıştığı sosyalist üretim ilişkilerini içinde barındırmıyor. Oysa bir üretim biçiminden başka bir üretim biçimine geçiş bir ara dönemi içerir. Bu dönem geçiş dönemidir. Feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş sırasında da, feodal üretim ilişkilerinin tasfiye edilip kapitalist üretim ilişkilerinin kurulduğu bir geçiş dönemi yaşanmıştır. Feodal üretim ilişkileri tasfiye edilirken kapitalist üretim ilişkileri yaygınlaşmıştır. İki farklı üretim biçiminin bir arada varolduğu geçiş döneminin sonunda kapitalist üretim ilişkileri egemen olmuştur.  

Trocki’nin öne sürdüğü kapitalizm ile sosyalizm öğelerinin bir arada bulunduğu geçiş dönemi değildir. Böyle olsaydı anlaşılır olurdu; ancak Trocki sosyalizmin inşasını kabul etmek zorunda kalırdı. Proletarya diktatörlüğü ne sosyalizm, ne kapitalizm, ne de hem sosyalizm hem de kapitalizmin öğelerinin bir arada bulunduğu geçiş dönemi üzerinde yükseliyordu. Trocki, Lenin’in geçiş dönemi tanımlamasından uzak durur; çünkü Lenin geçiş dönemi ile sosyalizmin inşasından bahseder. Sosyalizmin inşasının kabulü ise Trocki için imkansızıdr.

Trocki’ye göre, geçiş dönemi ile ifade edilen proletarya diktatörlüğü; geçiş dönemine ait olsa da farklı bir üretim biçimi üzerinde yükseliyordu. Devlet mülkiyeti olan ancak henüz proletaryanın (ve tüm emekçilerin) mülkiyeti durumuna gelmemiş bir üretim biçimi. Trocki, elbette bunu teori düzeyine çıkarıp kapitalizmle sosyalizm arasında gerçekleşecek; kapitalist ve sosyalist üretim ilişkilerinin dışında üretim ilişkileri barındıran bir üretim biçiminden açık açık bahsetmedi. Trocki ve Trockistler proletarya diktatörlüğünün ekonomik temeli konusunda içine düştükleri çelişkiden kurtulamazlar.

Trockistler, proletarya diktatörlüğünü, üzerine yükseldiği ekonomik temeli göz ardı etmeye çalışarak yalnızca “geçişsel bir siyasal biçim” olarak tanımlarlar:

“Bu niteliğiyle, geçiş dönemi ekonomik ve toplumsal örgütlenişiyle değil, ancak barındırdığı eğilimler ve siyasal örgütlenmesiyle tanımlanabilir. Farklı üretim tarzları arasında, tarihte görülen, daha önceki geçiş biçimleri esas olarak ekonomik ve nesnel bir sürecin sonucunda olmuştu.” (İlker Aktügün, SSCB’den BDT’ye Nasıl Varıldı?, Sf. 111)

Ama her siyasal biçim, üzerinde yükseldiği ekonomik temel üzerinde şekillenir. Trockistler öyle bir çelişkiye düşmüşlerdir ki; Marksizm’in en temel ilkelerini göz göre göre inkar ederler. Engels, devletin sınıfsal karakterini tahlil ederken, devletin üretim ilişkilerinde egemen olan sınıfın devleti olduğunu belirtir:

    "Devlet, sınıf karşıtlıklarını frenleme gereksinmesinden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortasında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir." (Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 177, Alt çizgi bizim)

Her devlet aygıtı; üzerinde bulunduğu üretim ilişkilerinin ifadesidir. Kapitalist üretim ilişkileri üzerinde şekillenen devlet aygıtı burjuvazinin egemenliğinin ifadesi, onun baskı ve zor aracıdır. Üretim ilişkileri ve devlet; alt yapı ile üst yapı arasındaki ilişkide belirleyici olan üretim ilişkileri ve alt yapıdır. Trockistler ise proletarya diktatörlüğü döneminde belirleyici olanın üretim ilişkileri değil siyaset olduğunu, proletarya diktatörlüğünün üretim ilişkileri temeli üzerinde yükselmediğini söyler:

“Bu geçiş sürecinde üretim ilişkileri siyaseti değil, tam tersine siyaset üretim ilişkilerini belirleyecektir. Başka bir değişle maddi koşullar öznel süreçleri değil, öznel müdahaleler maddi koşulları değişime uğratarak, bu koşulların sınıfsız toplumun maddi ön şartlarına dönüşmesini sağlayacaktır.” (İlker Aktügün, SSCB’den BDT’ye Nasıl Varıldı?, Sf. 112)

Demek maddi koşullar öznel süreçleri değil, öznel süreçler maddi koşulları belirliyor. Trocki ve Trockistlerin görüşleri zorunlu olarak idealizme teslim olmuştur. Elbette öznel süreçler maddi koşullar üzerinde etkilidir. Özellikle sosyalizmin inşası döneminde önemli bir etkiye sahiptir. Ancak proletarya diktatörlüğünün inşa edilmekte olan altyapısını inkar etmek için öznel süreçlere tamamen üretim ilişkilerinden bağımsız (ve belirleyici) bir rol vermek kabul edilemez. Böylece en temel ilke olan maddi olanın belirleyiciliği açıktan reddedilmiştir. Trockistlere göre, proletarya diktatörlüğü sosyalist üretim ilişkileri üzerinden yükselmiyorsa, kapitalist üretim ilişkileri üzerinde de yükselemeyeceğine göre; geçiş döneminde farklı bir üretim ilişkisi söz konusudur. Öyleyse karşımıza ayrı bir üretim ilişkisi çıkıyor. Hem de öyle bir üretim ilişkisi ki, devletin karakterini belirleme konusunda Marksist tezi “yalanlarcasına” etkisiz kalıyor. Belirleyici olan üretim ilişkileri değil siyaset oluyor.  

Trocki, proletarya diktatörlüğünü; onun ekonomik temeli olan sosyalist üretim ilişkilerinden ayırınca Marksizm tarafından öngörülemeyen; Trockizm’in yarattığı bir dönem ortaya çıkıyor. Bilinen üretim biçimleri, ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve komünist üretim biçimleriyken; Trockistler, içinde sosyalist üretim ilişkilerini de kapitalist üretim ilişkilerini de barındırmayan bir üretim ilişkisi ve buna denk düşen “siyasal geçiş rejimi” olduğunu söylüyorlar. Belirleyiciliği ise bu üretim ilişkilerine değil, siyasete veriyorlar. Trockistlerin proletarya diktatörlüğü anlayışları böyledir.

Proletarya diktatörlüğü, üretici güçler ve onun belli bir gelişme seviyesine denk düşen üretim ilişkilerinin siyasal alandaki ifadesidir. Üretim ilişkilerinden bağımsız değildir. Proletarya devlet aygıtını parçalayarak kendi diktatörlüğünü kurduğunda en önemli adımlarından birisi üretim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyetin kaldırılmasıdır. Kapitalist üretim ilişkileri adım adım tasfiye edilir. Bu rastgele değil planlı bir süreçtir. Kapitalist üretim ilişkilerinin tasfiyesi sosyalist üretim ilişkilerinin inşasıyla birlikte yürütülür. Bir dönem kapitalist üretim ilişkileri ve sosyalist üretim ilişkileri bir arada bulunur. Proletarya diktatörlüğü, kapitalist üretim ilişkilerinin tasfiyesini ve sosyalist üretim ilişkilerinin kurulmasını amaçlar. Proletarya diktatörlüğünün ilk dönemlerinde üzerinde yükseldiği temel; inşa edilen sosyalist (ve tasfiye edilen kapitalist) üretim ilişkileridir. Kapitalist üretim ilişkileri tasfiye edildikten ve sosyalist üretim ilişkileri egemen hale geldikten sonra proletarya diktatörlüğünün ekonomik temeli sağlamlaşmış; iktidardaki proletarya kendi egemenliğinin maddi koşullarını güçlendirmiştir. Proletarya üretim ilişkilerinde egemen olan sınıf haline gelmiş ve kendi iktidarını güvenceye almıştır.

Görüldüğü gibi proletarya diktatörlüğü, adı konulamayan bir üretim ilişkisinin sonucu ya da üretim ilişkilerinden bağımsız bir “siyasal geçiş rejimi” değil kurulmakta olan ve sonrasında da kurulan sosyalist üretim ilişkilerin siyasal alandaki ifadesidir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 27.01.2015- 13:45


Sosyalizm Üzerine Anarşistlerle Polemik

İlk insan toplumunda üretici güçlerin gelişmesi, işbölümünün ortaya çıkması ile toplumsal üretim giderek parçalanmış yerini bireysel üretime bırakmıştır. Üretici güçler toplumsal niteliğini kaybederek bireysel bir nitelik kazanmıştır. Üretici güçlerin gelişmesinin bu düşük aşamasında üretimin bireysel niteliği, bu niteliğe denk düşen üretim ilişkilerini yaratmıştır. Bu üretim ilişkilerinde belirleyici öğe üretim araçlarında giderek yaygınlaşan özel mülkiyettir. Toplumsal üretim ve mülkiyetin dağılması ile özel mülkiyetin egemen olması toplumun sınıflara bölünmesi anlamına geliyordu. Bir yanda üretim araçlarına sahip üreticiler, diğer yanda üretim araçlarına sahip olmayan hatta kendileri üretim aracı haline gelmiş köleler ve köle sahipleri. Toplumun sınıflara bölünmesi; sınıflar mücadelesini, baskı ve egemenlik aracı olarak devletin ortaya çıkışını sağlamıştır. Devlet sınıf çelişkilerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Engels bu süreci şöyle ifade ediyor:

"Son olarak, gentilice örgütlenme, içsel çelişkiler bulunmayan bir toplumdan doğmuştu ve yalnızca bu nitelikteki bir topluma uygundu. Bu toplum, kamuoyu hariç, hiçbir zorlama aracına sahip değildi. Ama işte, iktisadi varlık koşulları bütünü gereğince, özgür insanlar ve köleler, zengin sömürücüler ve yoksul sömürülenler biçiminde bölünmek zorunda kalan bir toplum doğmuştu; bir toplum ki, bu uzlaşmaz karşıtlıkları artık yeni baştan uzlaştıramamakla kalmıyor, tersine, onları sonuna kadar geliştirmek zorunda bulunuyordu. Böyle bir toplum, ancak, ya bu sınıfların kendi aralarındaki sürekli ve açık bir savaşımı içinde, ya da, görünüşte uzlaşmaz karşıt sınıfların üstünde yer alan, onların açık çatışmasını önleyen ve sınıflar savaşımına, olsa olsa, iktisadi alanda, yasal denilen bir biçim altında izin veren bir üçüncü gücün egemenliği altında varlığını sürdürebilirdi: gentilice örgütlenmenin ömrü dolmuştu. Gentilice örgütlenme, işbölümü ve bunun sonucu, toplumun sınıflara bölünmesi ile paramparça olmuştu. Yerine, devlet geçti." (Engel, Ailenin Özel Mülkiyetin ve devletin kökeni)

Sınıf çelişkilerinden doğan devlet, egemen sınıfın diğer sınıflar üzerinde baskı aracıdır. Sömürü düzenini koruma makinesidir.

"Devlet, sınıf karşıtlıklarını frenleme gereksinmesinden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortasında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir. İşte bundan ötürüdür ki, antik devlet, her şeyden önce, köleleri boyunduruk altında tutmak için, köle sahiplerinin devletiydi: tıpkı feodal devletin, serf ve angaryacı köylüleri boyunduruk altında tutmak için soyluların organı ve modern temsili devletin ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesi aleti olması gibi.” (Engels, Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni)

“gerçeklikte, devlet bir sınıfın bir başkası tarafından ezilmesi için bir makineden başka bir şey değildir, ve bu, krallıkta ne kadar böyle ise, demokratik cumhuriyette de o kadar böyledir; “ (Engels)

Devlet kutsal değil geçicidir. Proletaryanın iktidara gelmesi ile açılan komünizm yolu devletin yok olma sürecidir. Üretici güçlerin gelişmesi, işbölümünün genelleşmesi ile kır ile kent, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki ortadan kalkar, sınıflar ve sınıflar arası mücadelenin ürünü olan devlet de ortadan kalkar. Devlet toplumun başlangıcından beri varolan ve sonuna kadar da devam edecek bir aygıt değildir. Toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında ortaya çıkmış yine toplumsal gelişmenin ilerlemesi ve maddi koşulların olgunlaşmasıyla ortadan kalkacaktır. Devlet sınıf çelişkilerinin ürünü olduğu için sınıf çelişkilerinin ortadan kalkması ile sönecektir:

“Demek ki, devlet düşünülemeyecek bir zamandan beri varolan bir şey değildir. İşlerini onsuz gören, hiçbir devlet ve devlet gücü fikri bulunmayan toplumlar olmuştur. Toplumun sınıflara bölünmesine zorunlu olarak bağlı bulunan belirli bir iktisadi gelişme aşamasında, bu bölünme, devleti bir zorunluluk durumuna getirdi. Şimdi, üretimde, bu sınıfların varlığının yalnızca bir zorunluluk olmaktan çıkmakla kalmayıp, üretim için gerçek bir engel olduğu bir gelişme aşamasına hızlı adımlarla yaklaşıyoruz. Bu sınıflar, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte, devlet kaçınılmaz bir biçimde yok olur.” (Engels)

Trockizmle tartışma konusu devletin yok olup olmayacağı değildir. Devlet belirli maddi koşulların olgunlaşması ile yok olacaktır. Ancak bu koşullar nelerdir ve sosyalizmde devletin yok olması için koşullar yeterli midir? Trocki’nin iddia ettiği gibi Marks, Engels, Lenin sosyalizmde devlet olmadığını, proletarya diktatörlüğünün sosyalizmden ayrı bir aşama olduğunu mu söylüyorlardı?

Trockistlerle Leninistlerin tartışması Marks ve Engels’nin Anarşistlerle tartışmasıyla benzer özellikler taşıyor. Anarşistler devletin ortadan kalkması için belli maddi koşulların olgunlaşmasını gereğini inkar ediyor ve devletin devrimle birlikte derhal ortadan kaldırılmasını savunuyorlardı. Marks ve Engels devletin ortadan kalkması için insan iradesinin yeterli olmayacağını, sosyalizm –proletarya diktatörlüğü- aşamasının zorunlu olduğunu, proletarya iktidarı yolundan yürüyerek sınıfların ortadan kalkmasıyla devletin ortadan kalkacağını söylüyordu.  

Sınıfların ve devletin ortadan kalktığı bu aşama komünizmin ikinci aşamasıdır. Kapitalist üretim ilişkileri ortadan kaldırıldığında henüz sınıflar ortadan kalkmaz. Bu nedenle sosyalist devrimden sonra –Anarşistler istedi diye- devlet hemen ortadan kaldırılamaz. Marksistlerle Anarşistler arasındaki temel tartışma konusu buydu. Buradan yola çıkarak Anarşistler doğrudan devletsiz toplum olan komünizmin ikinci aşamasına geçilmesini savunurken Marksistler devletin sönme sürecine girdiği –sönmeye başladığı- ancak henüz varlığını devam ettirdiği sosyalist aşamanın zorunlu olduğunu söylüyorlardı. Anarşistler istedi diye devlet birden ortaya kalmadığı gibi Trockistler istedi diye sosyalizmde devlet ortadan kalkmaz.

Anarşizmin iradeci-idealist felsefi temelini göz ardı edersek anarşistlerle Marksistler arasındaki en önemli tartışma noktası sosyalizm (proletarya diktatörlüğü) aşamasıdır. Anarşistler devlet varlığını devam ettirdiği için sosyalizmi reddederler.  

Marks’ın Bakuninle tartışmasının en önemli maddesi de budur.  

Devletin sönmesi üzerine tartışmada Engels şöyle der:

"... Eğer özerkçiler, diye yazar,?? geleceğin toplumsal örgütlenmesinin, otoriteye ancak o zamanın üretim koşulları tarafından çizilen sınırlar içinde gözyumacağını söylemekle yetinselerdi, onlarla anlaşabilirdik; ama onlar otoriteyi zorunlu duruma sokan bütün gerçeklere gözlerini yumuyorlar ve otorite sözcüğüne karşı çılgınca bir savaşım yürütüyorlar.  

      "Anti-otoriterler neden siyasal otoriteyi, devleti kınamakla yetinmezler? Gelecekteki toplumsal devrimden sonra, devletin ve, onunla birlikte, siyasal otoritenin ortadan kalkacağını; yani kamu görevlerinin siyasal niteliklerini yitireceklerini, ve toplum çıkarlarını gözeten basit yönetsel görevler durumuna dönüşeceklerini kabul etmek için bütün (sayfa 84) sosyalistler birleşirler. Ama anti-otoriterler, siyasal devletin, hatta kendisini yaratmış olan toplumsal koşullar ortadan kalkmadan önce hemen ortadan kalkmasını isterler. Toplumsal devrimin ilk işinin, otoritenin ortadan kaldırılması olmasını isterler.  

      "Bu baylar hiç devrim görmüşler midir yaşamlarında? Devrim her halde, olanaklı olan en otoriter şeydir. Devrim, nüfusun bir kısmının, tüfek, süngü ve top gibi, söz uygun düşerse, otoriter araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki kısmına zorla kabul ettirdiği bir eylemdir. Yenen taraf, egemenliğini silahlarının gericilerde uyandırdığı korkuyla sürdürmek zorundadır. Eğer Paris Komünü, burjuvaziye karşı, silahlanmış bir halkın otoritesini kullanmasaydı, bir günden fazla tutunabilir miydi? Tersine, onu bu otoriteyi çok az kullanmış olmakla kınayamaz mıyız? Öyleyse, iki şeyden biri: ya anti-otoriterler ne dediklerini kendileri de bilmiyorlar, bu durumda, karışıklık yaratmaktan başka bir şey yapmıyorlar; ya da biliyorlar, bu durumda proletarya davasına ihanet ediyorlar. Böylece, bu her iki durumda da, yalnızca gericiliğin değirmenine su taşıyorlar." (Engels)

Proletarya diktatörlüğü proletaryanın iktidar savaşımında olmazsa olmaz bir araçtır. Bu olmaksızın sömürücülerin bastırılması ve sosyalizmin kurulması düşünülemez. “Kapitalist toplumdan çıkmış bulunduğu biçimiyle bir komünist toplum” olan sosyalizmde hala kapitalizmin mirasına karşı savaşım sürer. Eski toplumun mirası varolduğu sürece proletarya bir süre sonra yok olacak araçları kullanmaya devam eder. Marks proletaryanın sosyalizm döneminde de devlet ‘aracını’ kullanmaya devam edeceğini şöyle belirtir:

"Komünist Manifestoya yöneltilmiş bir saçmalık olan Liebknecht’in Halk Devletini ağızlarına sakız etmeye kalkışmaları vb. bir yana, bu yalnız şu anlama gelir: Proletarya, eski toplumu devirme uğruna savaşım dönemi boyunca gene eski toplum tabanı üzerinde hareket ettiğinden ve dolayısıyla, kendi hareketine azçok bu topluma özgü siyasal biçimler verdiğinden bu kavga dönemi boyunca henüz kendi kesin yapısına ulaşmamıştır ve kurtuluşu için, bu kurtuluştan sonra kullanımdan düşecek araçlar kullanır.” (Marks-Engels, Marks, Anarşizm Üzerine, Sf. 157)

Marks ve Engels proletaryanın eski egemen sınıfları bastırmak ve onların direnişini kırmak için bir devlete gereksinim duyacağını her zaman belirttiler. Devletin sönmesinin de irade işi değil belirli nesnel koşulların sonucu olduğu da açıktı. Eski sömürücü sınıfların direncinin bastırılmasıyla devlet artık devlet olmaktan çıkarak sönmeye başlayacaktır:

“Devlet, ancak savaşımda, devrimde, karşıtlarını zorla baskı altında tutmak için yararlanılması zorunlu geçici bir kurum olduğundan, bir ‘özgür halk devleti’nden söz etmek büsbütün saçmadır: proletaryanın devlete gereksinimi olduğu sürece, bu gereksinim özgürlük için değil, karşıtlarını bastırmak içindir. Ve özgürlükten söz etmek olanaklı olduğu gün, devlet devlet olarak varolmaktan çıkar.” (Marks-Engels, Engels, Anarşizm Üzerine, Sf. 159)

Burada bir muğlaklık varmış gibi görülebilir. Engels, proletaryanın devlete yalnızca karşıtlarını bastırdığı devrim ve iç savaş döneminde gereksinimi vardır sonucunu çıkarmıyor. Devlet sadece sömürücülerin askeri olarak bastırılmasını değil ekonomik olarak da bastırılmasını sağlar. Bu üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıdır. Ancak bu da devletin derhal ortadan kalkması için yeterli değildir. Devlet sömürücüleri bastırmak ve sömürü düzenin kalıntılarına karşı savaşmanın aracıdır. Bu kalıntılar olduğu sürece devlet varlığını koruyacaktır. Ancak bu kalıntılar ortadan kalktıkça devlet de ortadan kalmaya başlayacak – sönecektir.  

Engels genel olarak devletin sömürücülerin direnişinin bastırılmasından sonra sönmeye başlayacağını söyler. Ancak sömürücülerin direnişi yalnızca askeri değil kendini ekonomi, kültür ve tüm toplumsal alanlarda kapitalizmin kalıntıları olarak gösteren bir direniştir. Sömürücüler ve kapitalizmin kalıntıları ile ifade edilen ‘sömürücülerin kalıntıları’ yok edilene kadar devlet varlığını koruyacaktır. Bu başarıldıktan sonra Engels’in dediği gibi devlet devlet olmaktan çıkacak ve sönmeye başlayacaktır. Devletin sönmeye başlaması henüz yok olduğu anlamına gelmez. Sosyalizm aşamasında devlet sönmeye başlar ancak henüz yok olmamış, varlığını devam ettirmektedir. Devlet ancak tam komünizmde yok olmuştur.

Engels çokça kullanılan bir paragrafında şöyle der:

“Baskı altında tutulacak hiçbir toplumsal sınıf kalmayınca; sınıf egemenliği ve üretimdeki güncel anarşi üzerine kurulu yaşama mücadelesi ile birlikte, bunlardan doğan çatışma ve aşırılıklar da ortadan kalkınca, artık baskı altında tutulacak hiçbir şey yok demektir ve özel bir baskı iktidarı, bir devlet zorunlu olmaktan çıkar. Devletin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak görüldüğü ilk eylem, yani üretim araçlarına toplum adına el konması, aynı zamanda onun devlette özgü son eylemidir de. Devlet iktidarının toplumsal ilişkilere müdahalesi, bir alandan sonra bir başkasında gereksiz duruma gelir ve sonra kendiliğinden uykuya dalar. Kişilerin hükümeti, yerini şeylerin idaresi ve üretim sürecinin yönetimine bırakır.” (Engels, Anti-Dühring)

Devletin ilk eylemi olan üretim araçlarına el konması onun son eylemidir ve bundan sonra devlet aygıtı sönmeye başlayacaktır. Bu tez ancak belli koşullar ve genel bir soyutlama çerçevesinde doğrudur. Engels sosyalist devrimden sonra yaşanacak sürecin zorluklarını tek tek incelemiyor, onun en genel yönlerini ortaya koyuyor. Zaten tartışma sosyalizmin pratiği üzerinden değil henüz kurulmamış ancak Marksizm –bilim- tarafından tarihsel bir zorunluluk olarak öngörülen bir toplum üzerinde yürütülüyor. Bu yüzden Engels sosyalist devrimden sonra iç savaş, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasındaki aşamalar, geçiş biçimleri, planlı ekonominin araçları, halkın yönetime katılış biçimlerini vs. gündeme getirmiyor. Engels belli bir soyutlama içerisinde devletin sosyalist devrimden sonra sönme sürecine gireceğini söylüyor.

Engels’in soyutlamasında genel anlamda bir sosyalist devrim ve sosyalizmden bahsediliyor. Çünkü Engels’in yaşadığı dönemde sosyalist devrimin tüm Avrupa kıtasında gerçekleştiği varsayılsa dahi (düşünülen buydu) hala feodalizmin egemen olduğu, gericiliğin kalesi konumundaki Rusya ve Osmanlı devleti gibi büyük feodal askeri devlet mekanizmaları varlığını koruyacaktı. Burjuva devrimlerine karşı bile bütün askeri ve siyasi mekanizmasını seferber ederek gericiliğin kalesi sıfatını olan bu devletlerin sosyalist bir devrime sempatiyle bakması beklenemez. Askeri, siyasi ve daha birçok yol ve yöntem kullanarak sosyalist devletlere karşı mücadele edeceklerdir.  

Bu yüzden sosyalist devrimden sonra üretim araçlarının toplumsallaştırılması devletin ilk eylemi olabilir ama son eylemi olamaz. Gericilik mevcut olduğu sürece devletin, ordunun ve giderek sönmesi demek gericilik karşısında silahların indirilmesi ve teslim olunması demektir. Tersine gericiliğe karşı devletin daha da güçlendirilmesi, pekiştirilmesi gerekir. Ancak bu tehlike yok edildikten sonra devletin sönme süreci başlayabilir. Engels bunu göremeyecek kadar kör değildir. Yazısında sosyalist devrimin pratik sorunlarından değil uluslararası alan göz ardı edilerek devletin sönme sürecinden bahsediliyor. Engels’in tezi bu anlamda tamamıyla doğrudur.

Ancak Trocki bu tezi dogmatik bir şekilde kullanıyor. Kapitalizm yıkıldıktan sonra içteki tüm karşı devrimci faaliyetlere, ekonomik zorluklara ve kapitalist kuşatmaya rağmen proletarya diktatörlüğü ilk günden itibaren sönmelidir:

“devlet proletarya diktatörlüğünün ilk gününden sönümlenmeye başlar.” (Trocki, İhanete Uğrayan Devrim, Sf. 70)

Trocki devletin sönmesini sınıfların ve sınıf mücadelesinin ortadan kalkmasına bağlamıyor. Tersine sınıf mücadelesinin şiddetlendiği, kapitalist kuşatmanın işgal tehditiyle her gün saldırdığı bir dönemde devletin sönümlenmesini istiyor. Ama iyi niyetinden. Trocki bürokrasiye karşı olduğu için profesyonel ordunun, sosyalizmi koruyan kamu güçlerinin ve devletin derhal sönmeye başlamasını ve ortadan kaldırılmasını istiyor! Sosyalizmin proletarya diktatörlüğü ve parti aracılığıyla değil kendiliğinden, siyasal bir aygıt olmadan inşa edileceğini düşünüyor!

Eski toplumun kalıntıları ve devletin zorunluluğunu önceki bölümlerde yeterince tartıştık. Özetlemek gerekirse proletarya diktatörlüğü eski toplumun –sömürücü sınıflar dahil- kalıntılarına karşı savaş aygıtıdır. Burjuvazinin tasfiyesinden sonra sınıfların –proletarya ve köylülük- varlığı, kır ile kent, kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrım devam eder. Bu yüzden herkese emeğine göre ilkesi uygulanır, çalışma bir zorunluluk olmaya devam eder. devlet bu zorunluluğun uygulanmasının aracıdır:  

“Bir yandan üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eşitliğini ve ürünlerin bölüşümündeki eşitliği korumakla yükümlü bir devletin zorunluluğu, bu nedenle sürer." (Lenin, Devlet ve Devrim)

"Ama, edimsel eşitsizliği onaylayan "burjuva hukuku" korunmaya devam edildiğine göre, devlet henüz büsbütün yokolmamıştır. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleşmesi gerekir.” (Lenin, Devlet ve Devrim)

Sosyalizmde tüm bunların yanında kapitalizmin kültürel etkisi henüz insanlar üzerinden silinmemiştir. Yalnızca bu neden bile kapitalizmin restorasyonu tehlikesi içinde barındırır. Devlet sosyalizmi inşa etmenin ve korumanın aygıtı olarak varlığını devam ettirir.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Kapitalizm yaşanmadan sosyalizm kurulabilir mi? dreyfus 8 4507 10.12.2013- 00:45
Konu Klasör Bu ülkede şarlatanlık bitmez. melnur 0 2258 27.09.2019- 08:51
Konu Klasör İnanılmaz şeyler oluyor, bu ülkede... melnur 0 1890 06.10.2019- 08:36
Konu Klasör sosyalizm ile reel sosyalizm arasında ne fark var yura 5 14119 23.03.2014- 12:22
Konu Klasör TKP geri dönüyor melnur 6 5818 13.11.2016- 02:36
Etiketler   Sosyalizm,   geri,   bir,   ülkede,   kurulabilir
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS