SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2]   3   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 31.08.2020- 09:17


Üstteki yazının bulunduğu linki eklememize rağmen yazarın adını eklemeyi unutmuşuz. İzge GÜNAL. ve yazar Mustafa Suphi'nin öldürülmesi olayında ANKARA'yı işaret etmektedir. Bu başlık konusunu daha önce yazıyazforum'da da tartıştığımızı hatırlıyorum. Ben de İzge Günal gibi Mustafa Suphi konusunda emrin doğrudan Mustafa Kemal tarafından verilmiş olabileceğini düşünüyordum. Dönemin en güçlü öznesinin dahli olmadan böyle bir olayın gerçekleşme şansının olmadığı bana akla yatkın geliyordu. Hatta bu konuda yazıyazforum'da bir arkadaşımızla da uzunca tartışmalar gerçekleştirmiştik. Adını şimdilerde hatırlayamadığım o arkadaş Mete Tuncay'ın kitaplarını referans göstererek Atatürk'ün konuyla bir ilgisinin bulunmadığını iddia etmişti. Bir sonuca ulaşamadan tartışma noktalanmıştı. Sonrasında M.Kemal'in konuyla doğrudan ilgisinin bulunduğu bir metin veya kanıtın hiç bulunmadığını da fark etmiştim. İzge Günal'ı olayda Ankara'nın doğrudan sorumluluğu ve emri olduğu çıkarsamasına yönelten olaylar zincirinin doğrudan Atatürk'le ilişkilendirilmesini gerektirmeyeceği şeklinde de yorumlanabilir. Çünkü dönem kaotik bir dönem ve Enver Paşa ve Kazım Karabekir de dahil pek çok öznenin işin içinde olması da pekala mümkündür. Sanırım önceki açıklamalarda değinilmiştir; M.Suphi'nin Enver Paşa ile arasında sürekli bir husumet olduğu gerçeği var ve Enver Paşa Suphi ile M.Kemal arasında bir yakınlaşma olmasını istemiyor. Bir çıkarım yapılacaksa böyle bir çıkarımla da bu katliam ilişkilendirilebilir. Sonra M.Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz'de öldürülmesi için mutlaka dönemin en güçlü öznesi olan M.Kemal'in emri olması mı gerekiyor? Hiç sanmıyorum. Dönemin kaotik yapısı birilerinin durumdan vazife çıkarması sonucuna da yol açmış olabilir. Yazıyazforum'da tartıştığım ve adını şu an hatırlayamadığım arkadaşıma daha sonra hak vermiştim.

Geçenlerde elime Yalçın Küçük'ün SIRLAR kitabı geçti. ( İthaki yayınları ) Orada Suphi başlığında bu konuya   değinilmiş. Yalçın Küçük her zamanki titizliği ile ulaşabildiği kadar dönemsel kaynaklara da ulaşarak Mustafa Suphi olayını irdelemeye çalışmış. Öncelikle Kurtuluş Savaşı'nın Anadolu'da başarıya ulaşmasının yolunun Bolşevik politikalarla karşı karşıya gelmemek olduğunun altını çiziyor. Atatürk'ğn düşüncesi bu. Ve bu yüzden Enver Paşa ile sürekli ters düşüyor. Enver Paşa'nın SSCB'yi rahatsız edecek siyasi hedeflerini doğru bulmadığını sürekli yineliyor. Hatta Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa'nın Sovyetlere karşı siyasetinden de rahatsız olarak Kazım Karabekir'e telgraf çekerek Nuri Paşa'nın tutuklanmasını istiyor. Bu konularda kitapta geçen bölüm şöyle:

Kemal Paşa ile Enver Paşa arasındaki mektuplaşmalardan; ''...mektupta Kemal Paşa'yı önemle anlatan ve bu açıdan son derece önemli bulduğum bir ...paragraf yer alıyor: burada Paşa ''Dikkatlerden uzak tutulmaması diğer önemli nokta kalır ki'' demekte ve bunu ''Türkistan, Afganistan ve Acemistan gibi ülkeierde görünen milli hareketlerin birleştirilmesi, düzenlenmesi ve büyük Hind'e varacak çalışma ve uygulamaların ve bunlara rehber alınacak emel ve amaçların, Rusları kuşku ve kaygılara sevk etmesi için pan-islamizm şekil ve esaslarından ve bunların açıklanmasından kesinlikle kaçınılması'' olarak tarif etmektedir. Bunun Azerbaycan'da Sovyet düzenini yıkmak isteyen güçlerle birlikte hareket ve isyanlar düzenleyen Enver'in kardeşi Nuri Paşa'nın derdest edilmesi emriyle tam bir tutarlılık içinde olduğunu görmemek imkansızdır.''( Sayfa 1409

Yalçın Küçük'ün kitabında konuyla ilgili pek çok kaynak ve dolayısıyla çıkarım/yaklaşım var. Konuyla ilgilenenler için yararlı bir kaynak olduğunu söyleyebilirim. Azerbeycan kaynaklarına da başvuruyoru Yalçın Küçük.   Azerbeycan Büyükelçisi Abilov'un açıklamalarında Atatürk'ün Sovyetler ile dostluğu çok önemsediğinin altı çiziliyor. Yine bu Azerbeycan diplomatik kaynaklarına göre bizzat M.Kemal' dayandırılarak Ankara'da gücün üçe ayrıldığı belirtiliyor. Kitapta konu şöyle geçiyor:

''Önce bir din adamları grubu var. Paşa, bunlar içinde hem savaşçıların ve hem de barışçıların bulunduğunu kaydediyordu. İkinci güç batıcılardır; paşalar ve Sovyet karşıtları bu grubu oluşturmaktadır. Üçüncüsü, Kemal'in üçüncü grup dediğidir. Batı devletleriyle anlaşma yollarını aramakla birlikte ''Sovyet cumhuriyetleriyle dostluk ve kardeşliğe hiçbir şekilde zarar'' vermek istemediğini, yine Kemal Abilov'a ,fade ediyordu. Bu grup mecliste yönetici durumunda bulunmaktadır ve başında da ben bulunuyorum.''

Yalçın Küçük kitabında farklı şekilde yorumlanacak değerlendirmeler de var. Onlara daha sonra gelebiliriz. Şunu söylemek istiyorum. M.Kemal Anadoluda Milli Mücadelenin güçlü paşasıdır ama bu konuda ''kollektif'' bir gücün lideri değildir. Hem Ankara ve hem de Anadolu'nun çeşitli yerlerinde farklı güç odakları da mevcuttur. M.Kemal'in o dönemdeki genel tavrının Suphi olayındaki sonuçla pek bağdaşır yanı bulunmamaktadır. M.Suphi ve 14 yoldaşımızın Karadeniz'de boğdurulmalarının riski çok büyüktür ve Anadolu'daki Kurtuluş Savaşı'nı tehlikeye atacak bir potansiyel taşımaktadır. Bu koşullarda Ankara'nın ( Mustafa Kemal'in) böyle bir risk alarak kurtuluşu   tehlikeye atması çok akılcı bir karar gözükmemektedir.





Bu ileti en son melnur tarafından 11.09.2020- 21:05 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 11.09.2020- 22:39


Yalçın Küçük Hoca'nın SIRLAR kitabında ve SUPHİ başlığına devam edildiğinde Hoca'nın başka bir yaklaşımına da rastlıyoruz. Yalçın Küçük burada Mustafa Kemal'in Anadolu'da ''komünist ve komünizan güçleri tasfiyeye'' yöneldiğinden söz ediyor. Batıda İsmet Paşa'nın Ethem kuvvetlerini, Doğu'da da Kazım Karabekir'in Suphi ve Yoldaşlarını tasfiyesini Anadolu'daki kurtuluş sürecinde tek otorite olma isteği ile ilişkilendiriyor. Bu yorumuyla da Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesi olayının doğrudan Ankara hükümetinin parmağı olduğu konusuna kapı aralıyor.

Benzer yorum, yazarının belli olmadığı Sosyalist Yayınlar tarafından yayınlanmış ''Mustafa Suphi, Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları'' kitabında da var. Kitapta önce genel bir değerlendirme yapılmış; şöyle:

''15'ler katliamını yapan çetenin elebaşının Trabzon'da kayıkçılar kahyası Yahya olduğu biliniyor. Ancak kimin öldürttüğü konusu üzerinde hala birbirine zıt yargı ve yorumlar ileri sürülmeye devam ediliyor. Kimisi Lenin öldürttü derken, kimisi de   Stalin öldürttü iddiasını ileri sürüyor. Bazıları Enver Paşa derken bazıları da Kazım Karabekir Paşa'dır, diyor. İddia ve imalarda bulunuyor. Bazı yayınlarda da katilleri Türkiye Burjuvazisi'dir, genellemesi yapılıyor. Bazı yazarlar da öldürme emrinin Ankara Hükümeti'nden ve bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından verildiğini yazıyorlar. Kimilerine göre Mustafa Kemal Paşa öldürme emrini Kazım Karabekir Paşa'ya verdi ve işi takip edip, Yahya Kahya'ya infaz emri veren Kazım Karabekir'di. Kimilerine göre ise Yahya Kahya'ya öldürme emri bizzat Mustafa Kemal tarafından verilmiştir.'' ( Sah.20)

Kitap bu konuda bana ön yargılı geliyor. Bu kadar yorumdan sonra Yalçın Küçük'ün tasfiye gerekçesine sığınıp emrin Atatürk tarafından verilmiş olabileceğini söylemesi çok inandırıcı değil. Hakkını yemeyelim, kitapta ayrıca Mete Tuncay'ın görüşlerine de yer verilmiş. Şöyle deniliyor:

''Yıllardır bu konularda araştırmalarda bulunan Mete Tuncay ise son yazılarından birinde kanaatini   şöyle özetliyor. 'Birçoklarının tersine, Mustafa Suphi'ler cinayetinin Atatürk'ün bilgisi dışında işlendiği kanısındayım. Konuyla ilgilenmeye başladığımdan beri böyle bir sezgim var ve şimdiye kadar da kanaatimi değiştirecek bir kanıt bulamadım.'' ( Bilim ve Sanat, S.8. Ağustos 1981, sy.26)

Mete Tuncay'ın bu konuda oldukça kapsamlı bir araştırma yaptığı biliniyor. Öldürme emrini kim verirse versin bu konuda en küçük bir kanıta rastlamadığını söylüyor. Kendi kanaati, ''...cinayet planını Kazım Karabekir, Vali Hamit Bey ve Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti'nin hazırladıkları'' yönünde.

Kazım Karabekir'e emrin Mustafa Kemal tarafından verilmiş olabileceği iddiası da bana çok doğru gelmiyor. Kazım Karabekir'in anılarında bir bölüm var ve o bölümde Kazım Karabekir Paşa Mustafa Kemal'in Bolşevizme yakınlık duyduğunu ve Bolşevizmin Anadolu'da uygulanabilir olduğunu söylediğini ve kendisinin de bundan çok üzüntü duyduğunu anlatır. Sanırım öldürme emri Mustafa Kemal'den gelse, Karabekir Paşa böyle bir yorumda bulunmazdı.

Mete Tuncay'ın Alan Yayıncılık'tan çıkan ''bilineceği bilmek'' adlı kitabında Mustafa Suphi ile ilgili bir bölüm var. Yazar orada Kemal Tahir'in bu konudaki iddiasına yer veriyor önce; Kemal Tahir Mustafa Suphi'nin öldürülmesini yakın arkadaşlarına şöyle anlatıyor:

''Lenin ve Stalin, Asya Üretim Biçimi kuramının savunucusu, Türk ve Müslüman topluluklarının özgürlüğü yanlısı ve Moskova Üniversitesi Rektörü Sultan Galiyev'in özel sekreteri Mustafa Suphi'yi, para yardımı karşılığında Mustafa Kemal Paşa'ya boğdurtmuştur.'' (sah.72)

Saçma!

Mete Tuncay bu yorum için ''Kemal Tahir'in tarihi romanlarında olduğu gibi, bu söyleşilerinde   de Marksist tarih görüşü değil, komplocu polis hafiyesi mantığı egemendir.'' diye kestirip atıyor. (sah.76)
( Kemal Tahir'in   yorumu zamanın Milliyet gazetesinde 'Kemal Tahir'in söyleşileri'' adıyla yayınlanan bir yazı dizisinde geçiyor.-melnur)

Evet, Suphi'yi kimin öldürdüğü belli ama, emrin kimin tarafından verildiği konusu hala belirsiz. Bu yüzden emri kimin verdiği konusunda kesinlikli tavırlardan kaçınmak gerektiğini düşünüyorum.










Bu ileti en son melnur tarafından 12.09.2020- 06:31 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 30.01.2021- 09:07



Ölümlerinden yüz yıl sonra Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kimlik kartı, üstüne gelenin geçenin çiziktireceği boş bir yaprak değildir.

Ölümünden yüz yıl sonra… - AYDEMİR GÜLER

Ölümünün üstünden yüz yıl geçtikten sonra, o kişiyle ilgili rivayetlerin tükenmiş, tüketilmiş olması beklenir. Mustafa Suphi çekiştirilmeye devam ediliyorsa, bunu tartışmaların yararına ve verimine falan bağlamayalım.  

Kimseyi suçlamıyorum; varsa bir sorumluluk, Mustafa Suphi’nin mirasını sürdürenlerdedir. Demek ki boşluk bırakmışız…

Bırakmışız ki, birileri geçen yıl yayınlanan bir kitaptan hareketle gerçekleştirilecek bir televizyon programı için abuk sabuk bir duyuru yazabiliyor: “… kitabında cinayetin çok yönlü (Bolşevik partisi-Türk yönetimi-yerel yetkililerin) ortak sorumluluğu altında yapılan bir katliam olduğu bir kez daha kanıtlanıyor.” Bu saçmalıkla “ilgilenenler” ilgili TV programını izlesinlermiş…

Yüz yıl sonra nasıl bir belge çıkmış, hangi gerçek keşfedilmiş olabilir? Bahsi geçen ama konumuz olmadığı için adını vermediğim kitapta da yok zaten. TKP’nin “genel başkanı” Mustafa Suphi’nin başında bulunduğu ve Merkez Komite üyeleriyle parti görevlilerini içeren heyet Trabzon’da Sovyet Rusya’ya geri gönderilecekleri söylenerek tekneye bindirildiler ve peşlerinden hareket eden bir diğer teknedekilerin saldırısı sonucu katledildiler.

O sıra Türkiye’deki merkezi iktidarın başında, TKP heyetinin Ankara’ya gelmesini olumsuz karşıladığı ve yol boyu yaşanan organize taciz ve ortalama şiddetli linç girişimlerinden haberdar olduğu bilinen Mustafa Kemal vardır. Trabzon’da ise yerel iktidarda yoğun bir İttihatçı, somut olarak Enver Paşa gölgesi vardır. Enver Paşa siyasetin solmakta, Kemal Paşa ise yükselmekte olan yıldızıdır. Trabzon katliamında uzantıları günümüze doğru salınan, dönemin yeni yetme burjuvaları hazır ve nazırdır. Tetikçiler bunların tümüyle bağlantılıdır. Ve bütün bunlar bilinmektedir. Yüz yıldır biliyoruz!

Bilinmeyen, ama belirli periyotlarla uydurulan Bolşevik Partisinin suç ortaklığıdır. Bütünüyle uydurmadır. Mustafa Suphi aynı zamanda Rus Bolşevik Partisi’nin üyesiydi. Suphi’nin kurulmasına ön ayak olduğu geleneğin zenginliğini hiç hissetmeyen birileri, aynı aileden olan bizimkilerle Rusya Bolşeviklerinin Anadolu’ya ilişkin politika, taktik ve beklentilerde farklılaştıklarını görünce mal bulduklarını zannederler.

Bolşevik Parti liderliği Ekim Devriminin yalıtılmasına ve kuşatılmasına karşı kurmak zorunda olduğu dostluklara komünistlik şartı ekleyecek kadar şaşkın değildi. Türkiyeli komünistler ise ülkelerindeki siyasal krize devrim ve iktidar perspektifiyle yaklaşıyor, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelede zaferin kendilerinden, işçilerden ve yoksul köylülerden geçtiğine inanıyorlardı. Bu iki yönelim arasında elbette çelişki vardır. Çelişkiyi yaşayan taraflar aynı ailedendi. Yoldaştılar.

Ailenin küçük kardeşi TKP kendi ülkesinde ne yapacağı kararını başkasına bırakmayacak kadar kişilikli bir liderliğe sahipti. Benimsediği taktik büyük kardeş tarafından eleştirilmiş, tartışılmış, düzeltilmek istenmiş, ama sonuç olarak TKP kendi tercihini yapıp bedelini de ödemiştir.

TKP enternasyonalist olarak doğdu; Ekim Devriminin çocuğuydu bizimkiler. Ve TKP yurtsever olarak doğdu; daha o günden burjuva bir önderliğin getireceği kurtuluşun eksik gedik kalacağını biliyorlar ve yerlerinde duramıyorlardı. Burada anlaşılmayacak bir şey yoktur, çekiştirilecek çok şey vardır.

Sovyet Rusya Partisi katliama, “bizimkilerin” tercih ve hak ettiği dozajda tepki vermemiştir. Buradan tek sonuç çıkar: Moskova katliamı düzenleyen veya sonuçlarını cebine koyan Ankara’dan vazgeçebilecek durumda değildir. Buradan başka sonuçlar çıkartmaya kalkan çekiştirmeciler verimli bir tartışma falan yürütmüyorlar. Yapmaya çalıştıkları Türkiye komünizminin 1917 Ekim Devrimi ve Komintern ile, buradan hareketle reel sosyalizm geleneği ile bağlarını topa tutmak.

O bağlar kopartılırsa boş kâğıda istediklerini yazabilecekler mi? Örneğin Mustafa Suphilerin ölümüyle Türkiye komünistleri “İslamla dostluk seçeneğini yitirmiş” midir gerçekten? Sırf Suphi Bolşeviklerin Müslüman halklara yönelik örgütlenmesinde çalıştı diye böyle şey uydurulur mu? Denemesi bedava sanıyorlar…

Türkiye komünizmini yıkmak için bu yüz yıl içinde çok uğraşıldı. Bu uğraşların en alçakçası ve en ağır sonuçlar üreteni Bolşeviklerin yerini kapanlarla ortaklaşa icra edilen olmuştur. Sovyet sosyalizmini yıkan glasnostçu karşıdevrimcilerle Türkiye’de komünist hareketi, adı dahil silmeye karar veren tasfiyeciler arasında gerçek bir suç ortaklığı vardı.

Şimdi o operasyonun başını çekenlerden biri kalkmış ve yüzüncü yıl çekiştirmesine cüret etmiş. Bu kez isim vereceğim; Nabi Yağcı “yeni tartışmalarla yeni bir düşünce ufkuna açılma umuduyla” Mustafa Suphi’nin “Doğulu ve enternasyonalist bir komünist” olduğunu, ama bu gerçeğin “utanılası biçimde farkında olamadığımızı” yazmış…

Ne var bunda demeyin, konumuz Mustafa Suphi’nin Komintern’in Doğuya açılan penceresinden süzülmüş olması değildir. Mesele şudur ki, Türkiye komünizmi bu gerçeği bir kader olarak yaşadığı durumda Batı tipi bir işçi sınıfı devrimi ve sosyalist iktidardan uzaklaşır, uzaklaşmıştır da. Ama Türkiye komünizmi hamle yapmaya ne zaman kalkışsa, bu ister 1940’larda aydın hareketi, ister 1970’lerde işçi hareketi yaratmak, isterse 1990’larda kendisini yeniden kurmak olsun, az gelişmişliğin ezikliğinden uzak durmuştur. Bundan öte bir Doğululuk yoktur komünist hareketimizde. Ama ne yazık ki aramızdan Şark kurnazlarının çıktığına çok tanık olmuşluğumuz vardır.

Bu akılsız kurnazlar enternasyonalistliğin “Sovyetiklik” olduğunu unutturmak isterler. Belki de sosyalizmin ağırlık oluşturmadığı bir dünyada enternasyonalistliği kendi toprağına yabancılaşmış bir kozmopolitizm olarak sunmanın mümkün olduğunu düşünüyorlardır.

Ölümlerinden yüz yıl sonra Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kimlik kartı, üstüne gelenin geçenin çiziktireceği boş bir yaprak değildir. Kurdukları Parti, kurucuları kadar enternasyonalist ve yurtseverdir. Devrim ve sosyalist iktidar o gün olmadığı kadar gerçek çıkış yolumuzdur. Onların, ulusal kurtuluş ve ilerlemeye, Sosyalizmle taçlanmazsa yıkılır diye bakmakta haklı çıktıkları bugün, TKP dinci gericiliği sermaye düzeniyle birlikte topyekûn yok etmeye kararlıysa kimlerden esinlendiğimiz açıktır.

Yüz yıl sonra çekiştirilip duruyorsa Suphi ve yoldaşları, bunun nedeni, Partilerinin devrime en az onlar kadar inanarak yola devam ediyor olması değil midir?

https://sol.org.tr/yazar/olumunden-yuz-yil-sonra-25005



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 31.01.2021- 03:36


Aydemir Güler'in bir üstteki değerlendirmesi güzel. Deyim yerindeyse sindire sindire okunmasında yarar var. Sadece içeriğiyle değil ve aynı zamanda yazış tekniğiyle de öyle. Keyif veriyor, kendini okutuyor.

Mustafa Suphi konusu elbette önemli. Kendini sosyalist olarak tanımlayanlar veya tanımlamaya çalışanlar, kendini sol saflarda görenler için çok daha önemli. Ve ne yazık ki, aradan yüzyıl geçmiş olmasına rağmen öldürme emrini kimlerin verdiği konusunda tek bir kanıt ortaya çıkmadı. O günün koşulları etraflıca düşünüldüğünde -üstte değinmeye çalıştım- kanıtın olmaması bir yana, kolay kolay ''şu yaptı'' diyebilmek de o kadar kolay değil. Bu durumda ''kesinlikle Atatürk yaptı'' diyebilen şarlatanları bir yana bırakırsak, Murat Bardakçı'nın ENVER kitabında ortaya çıkardığı belgelerin katliamın emrini kimin verdiği konusunda göz ardı edilemeyecek ip uçları içerdiği de bir gerçek. Oda tv.de Kerem Çalışkan bu konuyu da içeren toparlayıcı bir çalışmayı yayınlamış. Olduğu gibi buraya alıyorum. Uzunca bir yazı ama okumakta yarar var.

"Suphi’yi benim için öldürdüler!" - Kerem Çalışkan

95 yıl önceki katliam aydınlanıyor mu?
 
Resim Ekleme

Bundan 95 sene önce, 1921 yılının 28/29 Ocak gecesi, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu ve başkanı Mustafa Suphi, parti genel sekreteri Ethem Nejat ve 13 yoldaşı Trabzon’da bindirildikleri bir teknede katledildiler… Bedenleri Karadeniz’in soğuk ve karanlık sularına atıldı… Bir daha hiç birinden haber alınamadı…

Türkiye Komünist Partisi (TKP) geleneğinin takipçileri, her yıl ocak ayında bu geleneğin kurucu önderi Mustafa Suphi’yi saygı ve acıyla anarlar... Düzenlenen tören ve gecelerde Mustafa Suphi ve ilk TKP’lilere ait bilgiler paylaşılır, şiirler, marşlar, şarkılar okunur… Örneğin ‘Anadolu Şuraları Hükümeti varolsun...’ diye başlayan marş o günlerden kalmadır… Eski tüfekler arasında mutlaka hala hatırlayanlar vardır…

Nazım Hikmet’in Karadeniz’de katleden 15 yoldaşa dair ‘15’lere’ diye bilinen ünlü şiirleri bu anma törenlerinin vazgeçilmezleri arasındadır…

Nazım’ın bu komünist katliamın şehitleri için yazdığı şiirin ‘Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak’ dizeleri her genç komünistin kalbine onları katleden Burjuvazi’ye karşı derin bir mücadele azmiyle kazınır…  

TKP geleneği ve Nazım’ın şiirleri bu katliamdan dönemin Ankara yönetimini, yani Mustafa Kemal’i sorumlu tutarlar… Genel kanı, Mustafa Kemal’in o dönemde hayli karışık olan Ankara’da siyasi gücü elinden kaçırmamak için hem sahte bir Komünist Partisi kurdurttuğu, hem de Kazım Karabekir aracılığı ile yolladığı talimatlar ile Rusya’dan gelen Mustafa Suphi ve TKP heyetini, Trabzon’dan bir tekne ile Rusya’ya geri yollattığı ve yolda da öldürttüğü şeklindedir…

‘ENVER’ KİTABINDA YENİ İDDİA BELGESİ

Ancak, gazeteci-tarihçi Murat Bardakçı’nın İş Bankası Yayınları tarafından Kasım 2015’te satışa sunulan ‘Enver’ isimli 780 sayfalık dev belgesel-kitabında ilk kez yayınlanan bazı mektuplara göre, Enver Paşa, Mustafa Suphi cinayetini kendi taraftarlarının, kendisi adına işlediğini öne sürmektedir…

Bu yazıda, daha önce çeşitli yazarlar tarafından benzer iddialar öne sürülmüş olsa da, Türkiye kamuoyunun gündemine ilk kez bu mektuplarla eşliğinde, belgesiyle gelen bu ‘Suphi’yi Enverciler öldürdü’ iddiasını, mercek altına almaya çalışacağız…

Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürten Trabzon’daki Kayıkçılar Kahyası (i) Yahya Kahya’dır. Yahya Kahya o dönemde Enver’in adamı olarak bilinir. Hatta 1921’de bir süre Trabzon’a gelerek kalan (Enver’in amcası) Halil Paşa’nın Yahya Kahya’nın adamları ile Enver’i Anadolu’ya geçirmek istediği söylentisi yayılır. Halil Paşa Ankara’nın baskısı ile 1921 yazında iki ay kadar kaldığı Trabzon’u terk eder, Batum’a gider ve orada Enver Paşa ile buluşur. Enverci Yahya Kahya aynı dönemde, Ankara’nın (Mustafa Kemal’in) yolladığı istihbarat müdürü Feridun Kandemir’i de tehdit ve zorbalıkla Trabzon’dan uzaklaştırmaya çalışır… Yani Yahya Kahya, Ankara’dan çok Enver’e bağlıdır…

Enver Paşa Sakarya Savaşı boyunca (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Mustafa Kemal’in yenilgisi halinde, Sovyet desteği ile Anadolu’ya geçmek için Batum’da bir tren içinde bekler. Mustafa Kemal Sakarya savaşından galibiyetle çıkınca, Enver Paşa Anadolu’ya geçme umudunu yitirerek, Orta Asya’ya yönelir. Enver Paşa bir yıl sonra 4 Ağustos 1922’de Buhara’da Bolşevikler’le giriştiği bir çatışmada öldürülecektir.

Şimdi dönelim Mustafa Suphi katliamına…

Yahya Kahya da bu katliam nedeniyle Karabekir’in emriyle 1921’de tutuklanıp, Sivas’ta yargılanır ve beraat eder. Daha sonra Yahya Kahya’nın ‘Sanki ben bu işi tek başıma mı yaptım, çok üstüme varırlarsa her şeyi açıklarım’ demeye başlar…

Yahya Kahya bir yıl kadar sonra 3 Temmuz 1922’de faili meçhul bir cinayete kurban gider. Cinayeti Topal Osman’ın adamları ile birlikte Mustafa Kemal’in Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’nin işlediğini, yıllar sonra Tekçe, verdiği bir röportajda kendisi açıklamıştır. Enver Paşa da Yahya Kahya’nın öldürülmesinden tam bir ay sonra (4 Ağustos 1922) Orta Asya’da çatışmada can verecektir…

ENVER NE DİYOR?

Peki Mustafa Suphi’yi Yahya Kahya aracılığı ile kim öldürtmüştür?

Şimdi gelelim Murat Bardakçı’nın yeni kitabındaki yeni Enver Paşa-Mustafa Suphi iddiasına…

‘Enver’ kitabının 241. Sayfasında şu satırlar yer alıyor:

‘’(Enver) Mustafa Suphi’den ilk defa 20 Şubat 1921’deki mektubunda ‘…Bu sırada burada komünist olmuş ve Rusların hemen oyuncağı olan Suphi ve rüfekasının Trabzon’dan kaçmaya mecbur olduklarını ve galiba bir tarafta öldüklerini söylediler’ diye bahseder. Dört gün sonra Mustafa Suphi’nin ‘kendisinin aleyhinde bulunduğu için öldürüldüğünü’ iddia eder ve ‘bunun kendisi için yapılmış olmasından memnun olduğunu’ yazar.

  ‘…Komünist Partisi i Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanına yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare yazılan çekilirmiş.’ (Enver Paşa’nın 24 Nisan 1921 tarihli mektubundan)’’

(Bak: Enver-Murat Bardakçı-İş Bankası Yayınları-Kasım 2015-Sayfa 241)

Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden dolayı Bolşeviklerin üzgün olduklarını, hadiseden Türkiye’yi sorumlu tuttuklarını, ancak cinayetin Ankara’ya verdikleri desteği etkilemeyeceğini söylediklerini anlatır.

Enver Paşa 9 Eylül 1921 tarihli bir mektubunda da şunları yazar:

‘’…Hatta Orjenidçe ‘Biz arkadaşlarınızdan Yahya Kahya’nın Suphi ve rüfekasını öldürttüğünü bilmekle beraber yine bunu düşünmeyerek, yalnız kuvvetli bir Türkiye’nin ne suretle meydana çıkması kabil ise ona çalışıyoruz’ dedi.   Böylece bizim partiye her suretle yardım edebileceğini söyledi. Mamafih bu yardımın şimdiye kadar olandan fazla bir şey olacağını zannetmiyorum. ‘’ (Bak: Enver-Sayfa 241)

Stalin’in istihbarat şefi olarak bilinen Orjenidçe’nin Enver Paşa’ya Suphi’yi öldürten Yahya Kahya için ‘arkadaşlarınızdan’ ifadesini kullanması kuşkusuz anlamlıdır. Bolşeviklerin bu katliamın içinde Enver Paşa’nın ve adamlarının parmağı olduğunu bildiklerini göstermektedir. Buna rağmen Enver Paşa’ya desteklerinin sürmesi, tam da o tarihte (Eylül 1921) Anadolu’daki savaşın kaderinin henüz belli olmaması (Sakarya Savaşı) ve sallantıda olmasıdır.

Bolşevikler, Mustafa Kemal ve milli kuvvetlerin yenilgisi halinde Enver Paşa önderliğinde Sovyetler’e bağlı İslami-Bolşevik askeri kuvvetleri, Anadolu’ya gönderme opsiyonunu ellerinde tutmak istemektedirler.

İŞİN ARKA PLANI

Mustafa Suphi (TKP) ve Enverciler arasındaki çekişmenin asıl ortaya çıktığı yer ise 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanan ünlü Şark Milletleri Kurultayı’dır.

Komünist Enternasyonal tarafından düzenlenen bu kurultaya 29 milletten 2000 kadar delege katılır. Kurultay’ın başkanlığını Zinovyev yapar.

Türkler 235 delege ile Kurultay’ın en kalabalık grubunu oluştururlar. Türkler arasında ise birbiri ile çekişen üç grup vardır: Mustafa Kemal’e bağlı Ankara Hükümeti temsilcileri, Türk komünistleri (Mustafa Suphi ve arkadaşları) ve İttihatçılar (Kurultay’a katılan Enver Paşa ve arkadaşları).      

Kurultay’da Enver Paşa’nın konuşmasına izin verilmez, ancak Enver Paşa bir locada oturarak kurultayı izler. Dördüncü gün Enver Paşa’nın bir bildirisi kurultayda okunur. Komünistler (Mustafa Suphi ve ekibi) bu sırada salonda şiddetle Enver Paşa aleyhine tezahürat ve protestoda bulunurlar. ‘Kurultay’a değil, halk mahkemesine!...’ diye bağırırlar… Enver Paşa ve taraftarları bunu unutmayacaktır! Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden sonra yazdığı (yukarda verdiğimiz) mektupta, kendisine karşı bu protestoyu cinayet nedeni olarak gösterecektir…

TKP BAKÜ’DE KURULUR

Mustafa Suphi önderliğindeki ilk Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Eylül 1920’de Bakü’de kurulur. Partinin kurucuları Mustafa Suphi ile birlikte Bakü’de Doğu Milletleri Kurultayı’na (1-7 Eylül 1920) katılan Moskova’ya bağlı Türk komünistleridir. TKP’ye Mustafa Suphi başkan, Ethem Nejat ise genel sekreter seçilirler. Trabzon’daki katliamda 15’ler içinde Suphi ve Nejat ile birlikte bu ilk kuruculardan bazı isimler de vardır.

Mustafa Kemal ise Moskova’ya bağlı bu TKP’ye karşı Ankara’da bir ay sonra 18 Ekim 1920’de kendi TKP’sini kurdurtur. Kurucular arasında Yunus Nadi, Celal Bayar, Refik Koraltan gibi Mustafa Kemal’e bağlı eski İttihatçılar vardır.

YEŞİL ORDU VE ÇERKES ETHEM

Aynı dönemde Ankara’da ve Anadolu’da bir de gizli ‘Yeşil Ordu’ teşkilat kurulmuştur. Mustafa Kemal Nutuk’ta Yeşil Ordu’dan etraflıca bahseder. Yeşil Ordu yandaşları, Enver Paşa önderliğinde Bolşevik-İslam Ordusu’nun Rusya’dan gelip Türkiye’yi kurtaracağı propagandasını yaparlar. Yeşil Ordu’nun Türkiye’deki bayraktarlığını ise bir süre sonra Çerkes Ethem ve çetesi üstlenir. Teşkilatı Mahsusa’nın ünlü lerinden Kuşçubaşı Eşref bu tarihlerde Çerkez Ethem ile beraber ve onun yanındadır.

ENVER’E GAZ VEREN KUŞÇUBAŞI’NIN KARDEŞİ HACI SAMİ

Kuşçubaşı’nın kardeşi Hacı Sami Bey ise Moskova’da Enver Paşa’nın yanındadır ve onu sürekli olarak Anadolu’ya geçip, idareyi eline alması için teşvik etmektedir. Bu Hacı Sami daha sonra Enver Paşa’yı Buhara’da Basmacılar’a katılarak girişeceği maceraya kışkırtan ve bir yıl sonra ölümüne neden olan aynı kişidir.

Hacı Sami çeşitli maceralardan sonra 1927’de Sisam adasından Yunanlıların emriyle Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek için Anadolu’ya geçecek ve Ayvalık civarındaki Madran’da jandarma ile girdiği çatışmada öldürülecektir.  

RUSYA’DA SUPHİ-ENVER ÇEKİŞMESİ

Buraya kadar anlatılan tabloda ortaya çıkan gerçekler şöyle özetlenebilir:

1920 yılı Eylül ayından 1921 yılı Eylül ayına kadar geçen sürede, Mustafa Kemal ve arkadaşları Ankara’da milli mücadeleyi Meclis üzerinden yürütmek ve TBMM Hükümeti’ne bağlı düzenli bir ordu kurmak ve işgalci Yunan ordusunu ülkeden atmak için uğraşmaktadırlar. Bu sürede Mustafa Kemal Sovyetler’den destek ve yardım almaya çalışmakta ve buna çok önem vermektedir.

Sovyetler’de ise yüzünü Anadolu'ya dönmüş, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başarısızlığı halinde Anadolu’da milli mücadelenin liderliğini almaya aday iki grup vardır: Enverci İttihatçılar ve Komünistler. Bunlar da kendi aralarında çekişmektedirler. Moskova, Mustafa Suphi ve TKP’yi desteklemektedir. Ancak Enver’e ve arkadaşlarına da İslam İhtilalciler’i Cemiyeti üzerinden yardım yapmaktadır.

ENVERCİ-KOMÜNİST ÇEKİŞMESİNİN ANA NEDENİ

Enverciler ve Mustafa Suphi (Türk komünistleri) arasındaki bu çekişme, arkasına Sovyet desteğini alarak Anadolu’da (Türkiye) kimin hakim olacağı üzerinedir. Bu hakimiyet için Müslüman esir ve askerlerle, Bolşevik İslamcılardan 1500-5000 kişilik bir askeri güç oluşturulması düşünülür. Ama bu güce kimin önderlik edeceği henüz belirsizdir. Enver mi, Mustafa Suphi (TKP) mi? Sovyetler’deki Türkler arasında Enverciler-Komünistler (Suphi yandaşları) kavgası bunun üstünedir. Yani Sovyet desteği ile Anadolu’da kimin hakim olacağı kavgasıdır...  

Enver, ‘İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’ isimli teşkilatı 1920 yazında Moskova’da kurar. Bu örgütü 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanacak Doğu Milletleri Kurultayı’na yetiştirmek için kurar. Bu örgüt adına Kurultay’a bildiri sunar. Aslında Doğu Halkları Kurultayı ve İslam-Bolşevik İhtilalleri fikri Sultan Galiyev’indir. Ancak Galiyev’in Bakü’deki bu kurultaya katılması Stalin-Galiyev çekişmesi nedeniyle Stalin tarafından engellenir.

Enver Paşa, Bakü’den Moskova’ya dönünce, 1920 yılında Eylül’ün ikinci haftası (Yani Bakü’de TKP’nin kurulduğu aynı tarihte) İslam İhtilalleri Cemiyeti’nin ilk kongresini toplar. Kendisi başkanlığa seçilir. Halil Paşa ve Hacı Sami de üyeler arasındadır. Bir süre sonra 28 maddelik Halk Şuralar Fırkası program yayınlayıp, Anadolu’ya da yollarlar. Karabekir bu program eline geçince, buna ve Enver’e karşı sert tedbir alınması gereğini Ankara’ya, Mustafa Kemal’e bildirecektir.

Enver Paşa Moskova’da hazırlık yaparken Mustafa Suphi ve arkadaşları daha hızlı davranıp TKP’nin 10 Eylül 1920’de kuruluşundan 3 ay sonra, 28 Aralık 1920’de eşi ve 17 arkadaşı ile birlikte Kars’a gelirler. Onları Kazım Karabekir karşılar. Mustafa Kemal heyetin Ankara’ya gelmesini istemez. Heyet önce Erzurum’a, oradan organize halk protestoları ile Trabzon’a yollanacaktır.

6-11 Ocak 1921 Anadolu’da I. İnönü Savaşı’nın yaşandığı karışık dönemdir.

Aynı tarihlerde (Ocak 1921) Çerkes Ethem’in Ankara’ya karşı ayaklanması başlar. İsmet Paşa kuvvetleri Çerkes Ethem’e karşı harekete geçer. Çerkes Ethem Yunanlılara sığınır. Kuşçubaşı Eşref de onunla birlikte Yunanistan’a sığınır. Mustafa Suphi tam bu kargaşa ortamında çıkar gelir...  

28 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon’a gelirler, yine protestolar arasında bir motora bindirilip Batum’a yollanırlar. Yahya Kahya’nın adamları ikinci bir motor ile onlara ulaşıp hepsini katlederler. Suphi’nin eşi çete tarafından Trabzon’a getirilir, bir süre sonra o da öldürülür.

Enver Paşa, Mustafa Suphi’nin katlinden iki ay sonra, Mart 1921’de Moskova’da Halk Şuralar Fırkası adlı partiyi kurar. Bu Envercilerin Partisi’dir. 1921 Eylül ayında, Enver Paşa Batum’da Anadolu’ya geçmeyi beklerken 5 kişi ile bu partinin kongresini toplar ve parti yeniden İttihat ve Terakki Partisi adını alır.

Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’ndan başarıyla çıkması Enver Paşa’nın hayallerini bozacak ve Paşa yönünü Orta Asya’ya çevirecektir...

KIZIL ORDU KAFKASYA’YA DAYANIR

Ankara Hükümeti açısından olayın bir de Kafkasya’da hakimiyet mücadelesi yönü vardır. Sovyet yetkili Çiçerin’in 1920 yazında Ermenistan adına Türkiye’den bazı bölgeleri istemesi üzerine, Ankara Hükümeti’nin kararıyla Kazım Karabekir Paşa 15. Kolordu ile Doğu’da ileri harekata başlar.

Karabekir 1920 Ekim-Kasım aylarında süren askeri harekatta, Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır’ı alıp Gümrü’ye kadar ilerler. 22 Kasım 1920’de Gümrü Antlaşması için görüşmeler başlar. 3 Aralık 1920’de Ermenistan Hükümeti ile Gümrü Antlaşması imzalanır. Ancak 4 Aralık 1920’de Kızıl Ordu Ermenistan’ı işgal eder ve Anadolu’nun kapısına, Türkiye sınırına dayanır.

İşte Mustafa Suphi ve arkadaşları Bolşevik Kızıl Ordu’nun Kafkasya’yı işgal ettiği bu 1920 Aralık ayının sonunda Kafkasya’dan Kars’a gelirler. Mustafa Suphi’nin beraberinde 1500 kişilik bir Müslüman esir-kızıl askerlerden oluşan bir askeri kuvvetle Anadolu’ya ve Ankara’ya geleceği söylentisi ise, o günlerde Ankara’yı, Mustafa Kemal’i ve Batı Cephesi Kumandanı İnönü’yü çok tedirgin etmektedir. Bu kuvvetin derhal birliklere dağıtılması için yazışmalar yapılır. Ancak böyle bir kuvvet gelmez…

BAYAR: BU KIŞ KOMÜNİZM GELECEK

O tarihte Ankara’da kurulan (yapay) Türkiye Komünist Partisi içinde yer alan Celal Bayar’ın yarım yüzyıl sonra söylediği (70’li, 80’li yıllar) ve Türkiye siyaset tarihine geçen ‘Bu kış komünizm gelebilir’ sözü muhtemelen 1920’lerin Ankarası’nda o kış yaşanan derin korkunun izlerini taşımaktaydı…

Dönemin öyküleri çok boyutludur ve iç içe geçmiştir... Yazdıkça uzayıp gider...

Özetlenecek olursa, Ankara ve Mustafa Kemal 1920-1921 arası Batı’da Yunan ordusu ile savaşmakta, Doğu’da ise Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönme tehdidi ve Bolşevik Kızıl Ordu’nun TKP öncülüğünde Türkiye’ye girme ihtimaline karşı önlem almaya çalışmaktadır...

Sovyetler Mustafa Kemal’i desteklerken, TKP veya Enver Paşa aracılığı ile Anadolu’da doğrudan hakimiyet ihtimalini de düşünmekte ve bu opsiyonu gelişmelere göre değerlendirmektedirler...

Enver Paşa, muhtemel rakip olarak gördüğü Mustafa Suphi ve TKP’lillerden nefret etmektedir. Anadolu’da Enverciler (Yahya Kahya), Ankara’nın da istememesi üzerine, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına katliamı ve 120 bin altın gibi o günler için büyük bir parayı gasp etmeyi nispeten kolay bir şekilde gerçekleştirirler…

Mustafa Kemal ve Enverciler de, Mustafa Suphi ve TKP’lilerin Ankara’ya gelmesini istemezler… Ankara, Kazım Karabekir aracılığı ile onları Trabzon’dan Batum’a geri gönderir… Ancak belli ki katliamda Envercilerin rolü ve parmağı vardır… Enverci Yahya Kahya, TKP’lileri katlettirir… Enver’in yeni yayınlanan ‘Benim için öldürdüler’ mektubu bunu doğrulayan önemli bir belgedir…

Mustafa Suphi ve TKP’lilerin tasfiyesinden 7 ay sonra (1921 Temmuz-Ağustos) Enver Paşa Anadolu’ya geçmek için bu kez ciddi olarak uğraşır… Ancak Mustafa Kemal’in 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşından zaferle çıkması Enver Paşa’nın dönüş hayallerini sona erdirir…

Enver Paşa, taraftarlarının Mustafa Suphi’yi katletmesinden 1 yıl 6 ay sonra Buhara’da Bolşevikler’le çatışırken can verecektir…

Mustafa Kemal, Sovyet desteği ile Anadolu’da hakimiyet kurma hesapları yapan iki gücü de tasfiye eder… Türkiye’de TBMM ile kurduğu milletin hakimiyetini kimseye kaptırmaz...

Türkiye’nin siyasi tarihi her biri ayrı bir macera ve aksiyon filmi olabilecek öykülerle doludur…

https://odatv4.com/suphiyi-benim-icin-oldurduler-0501161200.html





Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.02.2021- 09:08


Kim neyi savunuyor... Mustafa Suphi'yi kim öldürdü
Hikmet Çiçek yazdı...

 
Resim Ekleme
 
Değerli dostumuz Cazim Gürbüz’ün yeni kitabı “Mustafa Suphi Olayı ve Edebiyata Yansımaları”, Berfin Yayınları’ndan çıktı.

Bundan tam yüzyıl önce, 1921 yılının 28/29 Ocak gecesi, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu ve başkanı Mustafa Suphi, parti genel sekreteri Ethem Nejat ve 13 yoldaşı Trabzon’da bindirildikleri bir teknede katledildiler… Bedenleri Karadeniz’in soğuk ve karanlık sularına atıldı… Bir daha hiç birinden haber alınamadı…

Türkiyeli devrimciler her yıl ocak ayında Mustafa Suphi ve yoldaşlarını saygıyla anarlar. Nâzım Hikmet’in Karadeniz’de katleden 15 yoldaşa dair "15’lere" diye bilinen ünlü şiirleri bu anma törenlerinin vazgeçilmezleri arasındadır.

KİM KATLETTİ

Mustafa Suphi ve yoldaşlarını kim katletti? Kemalist rejim mi, yoksa İttihatçılar mı? Tarihçi Murat Bardakçı ise İş Bankası Yayınları tarafından Kasım 2015’te yayımlanan ‘Enver’ adlı kitabında ilk kez yayınlanan bazı mektuplara göre, Enver Paşa, Mustafa Suphi cinayetini kendi taraftarlarının, kendisi adına işlediğini öne sürmektedir.

Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürten Trabzon’daki Kayıkçılar Kahyası Yahya Kahya’dır. Yahya Kahya o dönemde Enver’in adamı olarak bilinir. Yahya Kahya’nın, Ankara’dan çok Enver’e bağlı olduğu söylenir.

TKP’NİN KURUCU ÖNDERİ

Mustafa Suphi önderliğindeki Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Eylül 1920’de Bakü’de kurulur. Partinin kurucuları Mustafa Suphi ile birlikte Bakü’de Doğu Milletleri Kurultayı’na (1-7 Eylül 1920) katılan Türk komünistleridir. TKP’ye Mustafa Suphi başkan, Ethem Nejat ise genel sekreter seçilirler.

Mustafa Kemal ise Moskova’ya bağlı bu TKP’ye karşı Ankara’da bir ay sonra 18 Ekim 1920’de kendi TKP’sini kurdurtur. Kurucular arasında Yunus Nadi, Celal Bayar, Refik Koraltan gibi Mustafa Kemal’e bağlı eski İttihatçılar vardır.

ÖLDÜRÜLDÜĞÜNDE 37 YAŞINDAYDI


Cazim Gürbüz’ün kitabına dönelim.

Mustafa Suphi’nin 1883’de Giresun’da başlayan yaşamı, 21 Ocak 1921’de Karadeniz’in azgın sularında sona erecektir. Katledildiğinde 37 yaşındadır.

Mustafa Suphi’nin 1912 yılında İttihatçılardan ayrıldığını,   Ahmet Ferit Tek, Cami Baykurt, Yusuf Akçura gibi isimlerin öncülük ettiği Milli Meşrutiyet Fırkası’na katıldığını, Fırkanın yayın organı olan İfham Gazetesi’ndeki etkili yazıların İttihatçıların hoşuna gitmediğini biliyoruz. Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikast bahane edilerek tüm muhalif kalemlere karşı girişilen operasyondan Suphi de payını alır ve 1913 yılında 15 yıllık bir mahkûmiyetle Sinop Cezaevi’ne gönderilir.

FİRAR

1914’te Ahmet Bedevi Kuran ve bir grup arkadaşıyla birlikte, Sinop Cezaevi’nden kaçarlar. Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi’den farklı bir yol izler. 12 arkadaşı ile birlikte tekneyle Karadeniz’i aşarak Rusya’ya yönelir. Ruslar onları gözaltına alıp bir süre sonra bırakırlar.

Mustafa Suphi, 1915 yılında Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin Bolşevik kanadına üye oldu. Büyük Ekim Devrimi, Türk savaş tutsaklarının ve tutuklularının, bu arada Mustafa Suphi’nin de durumunu kökünden değiştirdi. Suphi, devrimin ilk gününden itibaren Ekim’in zaferini savunmaya fiilen katıldı.

“YENİ DÜNYA”

Mustafa Suphi 1918 yılı Mart ayında Moskova’ya geldi. Müslüman Komiserliği’ne gidip Mollanur Vahidov ile tanıştı ve ondan görev istedi. Vahidov, Doğuda devrim stratejisine önem veriyordu. Vahidov bu amaçla Mustafa Suphi’yi Dış Propaganda Bürosu’nun başına getirdi. Suphi, Rusya’da kalmış Türk esirlere ve Türkiye’deki devrimcilere yönelik “Yeni Dünya” isimli haftalık bir gazete çıkarmaya başladı. Türk dilinde ilk kez sir komünist gazete böylece Moskova’da ortaya çıktı.

Stalin, Suphi’yi tanıyor, ona güveniyordu. Bundan dolayı Türk şubesi ve Yeni Dünya hep Suphi’nin şahsına güvenden dolayı vücuda gelmişti ve onun şahsı ile özdeşti. Kendisinin bilimsel, güçlü hitabeti ve kalemi pek yüksek olduğu gibi; faaliyeti, azmi, ciddiyeti, ve devrimciliği ile diğer arkadaşlardan seçiliyordu.

Türk sosyalistlerinin eylemleri, Sultan Hükümeti’ni son derece tedirgin ediyordu. Bu hükümet, Sovyet Rusya’ya protesto üstüne protesto gönderip Suphi ve eylem arkadaşlarının Türkiye’ye geri verilmesini istiyordu. (s. 13)

ŞURALARI KURDU

Suphi’nin Kırım’daki çalışmaları büyük yararlar sağladı. Örneğin Sovyet Gazetesi ‘Ulusların Hayatı’nın 25 Mayıs 1919 tarihli sayısında şu haber veriliyordu:

‘İstanbul’dan Yalta’ya gelen 100 denizci, Bolşeviklerin temsilcisi olarak Suphi’nin söylevini büyük coşkuyla dinlediler. Denizciler, Türk halkı arasında Bolşevizm’in büyük popülarizm kazandığını belirttiler.’ Mustafa Suphi, Kırım’da yerli halkın yanı sıra Türk, Romen ve Bulgarların katıldığı Doğu Enternasyonal Birliği’ni örgütledi. Bu birlik, Beyaz Orducu General Slaşçev’in kuvvetleri karşısında başarıyla savaştı. (s. 15)

“ÖLDÜ” DEDİLER


Bu sıralarda İngiliz İstihbaratı servisleri Mustafa Suphi’yi yakalamak ve ortadan kaldırmak için her çareye başvuruyorlardı. Bunu başaramayan İngiliz ajanları, Türk devrimcisinin öldüğü haberini yaydılar. Suphi, 12. Ordu’nun kuşatmayı yarışından sonra Moskova’ya geldi ve Komintern’deki çalışmalarını sürdürdü.

1919 yılında Moskova’da kurulan TKP, faaliyetlerini daha sonra Bakû’da yürütme kararı aldı. Mustafa Suphi 12 Haziran 1920 tarihinde Merkezi Büro’ya yazdığı raporda bu kararın gerekçesini şöyle açıklıyordu: “Türkiye’de tezlikle şuralar hükümeti vücuda getirmek amacıyla Bakû’ya gelinmiştir.”

Suphi’nin mücadele arkadaşlarından İttihatçı-komünist Salih Zeki (Kuşarkov) o günlere ilişkin şu özel bilgileri verir:

“Suphi, Bakû’ya geldiği vakit orada dahi küçük bir komünist grubu (Türkiye Komünist Seksiyonu) organı olan Türkçe ‘Yeni Yol Gazetesi’ ve gelecek Türkiye Kızılordusu’nun nüvesi olmak ümidi ile teşkil edilmiş Türkiyeli esirlerden ve harp kaçaklarından mürekkep bir Türkiye kızıl bölüğü vardı. Suphi’ye vapur iskelesinde, bu bölüğün iki yüz kadar askeri istikbal etti (karşıladı). Bakû’ya gelir gelmez o vakitler mahalli Türk seksiyonunda bulunan Yakup ve taraftarlarının Suphi’ye karşı cephe tutmak istemelerine ve muhalefetlerine rağmen, Suphi, III. Enternasyonal’in yetkili vekili sıfatıyla derhal teşkilata başladı. Bütün işleri eline aldı, kızıl bölüğü alay haline çevirdi.” (s. 17)

MOSKOVA’NIN HOŞUNA GİTMEDİ

O günlerde Moskova’nın gözdeleri konumunda olan Enver Paşa ve İttihatçılarla mücadele etti, aleyhlerine gösteriler ve konuşmalar yaptı. Bu da Moskova’nın hoşuna gitmedi. TKP içinde Müsavatçı ve Milliyetçiler olduğu yalanını attılar ortaya, örgütün hesap ve harcamalarının gözden geçirilmesini istediler.

“Sosyal devrim karşısında Türkiye Komünist Partisi’ne düşen görevi, yağmacı emperyalizmin bütün baskılarına rağmen ayaklanıp varlıklarını ispat eden Anadolu isyancılarına ve isyancıları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne içtenlikle yardım etmek ve Anadolu’daki bu hareketi, Doğu’nun diğer ezilen ve uygar ulus ve hükümetlerine bir örnek olarak özetleyebiliriz” diye yazan Mustafa Suphi için Bakû artık durulmaz bir konuma gelmişti.

MUSTAFA KEMAL BİZİ BEKLİYOR

Mustafa Suphi başka bir toplantıda, Mustafa Kemal’in onları Meclisteki sol koltukların bundan ziyade çiftçi ve köylü halkın haklarını savunması için beklediğini söyleyen yazısını okudu. Partinin tüm üyelerinin katıldığı bu toplantıda, gitmek gerektiği görüşü ağırlık kazandı. Böylece Mustafa Suphi, Moskova ve kendisi için en uygun yolun, Anadolu’ya geçmek olduğunu gördü ve Rus Elçisi Budu Midivani’nin kaşesiyle birlikte 28 Aralık 1920’de Kars’a geldi. (s. 18) Mustafa Suphi ve heyeti, Kars’ta 3 hafta kaldı.

Mustafa Suphi ve TKP Heyeti 18 Ocak 1921 günü, Erzurum’a gitmek üzere Kars’tan trenle yola çıktı. Heyet dört günlük bir tren yolculuğunun ardından 22 Ocak’ta Erzurum’a vardığında kendilerini Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nin örgütlediği eylemler bekliyordu.

Bu kışkırtmalar sonucunda heyet istasyonda protesto edildi, Erzurum’a sokulmadı. (s. 22)

Kop Dağı’nı aşarak Bayburt’a varan Suphi ve arkadaşlarına burada istirahat ve konaklama olanağı verilmediği gibi, yiyecek de verilmedi, kızaklara bindirilerek Gümüşhane’ye hareket ettirildiler. Bu arada, “Bu yolculuğun diğer bir üyesi ve Suphi’nin yakın arkadaşı İsmail Hakkı’ya Türk ordusundan tanıdığı eski subaylar tarafından yol arkadaşlarını terk etmesi teklif olundu. Bu grubu ölümün beklediği ima edilerek kendisini kurtarmasını önerdiler. Ancak Hakkı, böyle bir şeyi kesinlikle reddetti ve şöyle dedi: Yoldaşlarımdan ayrılmayacağım. Eğer onlar öleceklerse, ben de kendileriyle birlikte ölürüm.” (s. 25)

Erzurum-Trabzon güzergâhında bulunan Gümüşhane ve Torul’da da protestolar sürdü. Gümüşhane’de de yiyecek almalarına izin verilmedi, Torul’da konaklamaları engellendi. Heyet, Maçka’ya vardığında durduruldu, Karadeniz’deki fırtınanın dinmesi için Maçka’da Yorgaki Otel’de bekletildi.

ÖZEL OTOMOBİLİNİN OLMADIĞI YILLARDA

1922 yılında Trabzon Valisi olan Ebubekir Hazım Tepeyran (yazar Oktay Akbal’ın dedesi), “Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları (Çağdaş Yayınları)” adlı kitabında… Kâhya Yahya’nın edindiği haraçların tutarını anlatırken, Trabzon Valiliği’nin bile özel otomobilinin olmadığı yıllarda bu Kâhya’nın altında kırmızı son model bir otomobil olduğunu söyler. Vali Tepeyran, Kâhya Yahya’nın kayıkçılardan yüksek keyfi ücretler aldığını, Trabzon’da dışsatımı yapılan mallardan haraç kestiğini ve ticari faaliyetlerden “Müdafaa-i Hukuk payı” adı altında ödemeler topladığını anlatımlarına ekler.

“BİNERİZ ANCAK…”

İttihat ve Terakki’nin gizli örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa için çalışan bir çete başı. Trabzon iskelesi kayıkçılar kâhyası Yahya ve adamları, Suphilerin hazır bekleyen motora binmelerini istediler. Mustafa Suphi, “Bineriz, ancak İnebolu’ya gitmek istiyoruz, oradan Ankara’ya geçeceğiz” dedi. Kâhya Yahya “Olur” diye yanıtladı. İnebolu niyetiyle yola çıkıldı, ancak bir süre sonra rotanın tam tersine, doğuya doğru olduğu anlaşıldı, Suphi ve arkadaşları ile motorcular tartışmaya başladılar. Tam o sırada bindirildikleri tekneye Sürmene açıklarında bir başka tekne yanaştı. Yahya Kâhya’nın adamları, Suphi’nin eşi Mariya dışında hepsini (14 kişi) öldürüp denize attılar.

Uğur Üçüncü, Cemal Kutay’ın Tarih Sohbetlerinden de yararlanarak Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesiyle ilgili şu ayrıntıları veriyor:

“Kâhya Yahya, iskeleye getirdiği Mustafa Suphi heyetini, kaptanlığını Palabıyık İbrahim’in yaptığı motora zorla bindirip 28-29 Ocak gecesi yola çıkarmıştı. Bu sırada Mustafa Suphi’nin motoruna saldıracak diğer motor bir gün önce Trabzon limanından gece vakti ayrılmıştı. Bu motora Kâhya Yahya’nın adamlarından Hoca’nın Hasan Kaptan, Bastonoğlu Servet , kardeşi Hüsnü ve Seymen oğluşevki bindirilmişlerdi.

“Plana göre, saldırı ekibini taşıyan motor, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını taşıyan motorun gidiş yolu üzerinde seyredecekti. İbrahim ’in motoruna bir gece sonra, fener kullanmadan mümkün olduğunca yaklaşacaktı. Buna imkân bulamazsa motorunun arızalandığı gerekçesiyle İbrahim ’in motorundan yardım isteyecekti.

“Saldırganları taşıyan motor, 28/29 Ocak gecesi Mustafa Suphi ve arkadaşlarını taşıyan motora yanaşmış ve güvertesine çıkmışlardı. Zaten kuşku içinde olan Mustafa Suphi dışarı fırlamış ve elinde silah olan Servet ’in üstüne atlamış aynı zamanda kendi tabancasını da çekmişti. Ne var ki, Suphi, Dalt Yusuf tarafından vurulmuştu. Mücadele kısa sürmüş, deniz üzerinden gelen tabanca sesleri kısa süre sonra nihayetlenmişti. Öldürülenler Karadeniz’in azgın dalgalarına atılmıştı.” (s. 28)

“TALİHSİZ BİR KAZA”

Sovyet Konsolosu Bagirov’un, kulağına gelen söylentileri teyit ettirmek istemesi ile Ankara ile Moskova arasında diplomatik trafik işlemeye başladı ve Moskova, TKP heyetinin akıbetini sordu. Ankara’nın resmi ilk cevabı ‘Can güvenliği nedeniyle Batum üzerinden Sovyetler Birliği’ne geri döndüler’ şeklindeydi. Ancak Moskova bu cevabı kabul etmedi ve heyetin geri dönmediğinde ısrarcı oldu. Sonraki yazışmaların ardından yaklaşık bir ay sonra Ankara ‘Heyetin geri dönüş yolunda yaşanan talihsiz bir deniz kazasıyla hayatını kaybettiğini’ açıklayarak 15’lerin ölümünü resmen kabul etti ama sorumluluğu üstlenmedi. (s. 33)

ÖLÜM EMRİNİ KİM YA DA KİMLER VERDİ

Cazim Gürbüz bu soruya üç olasılıklı yanıtı şöyle açıklıyor:

1-Atatürk’ün buyruğu ve bilgisiyle yapıldı.

2-İttihatçılar yaptılar.

3-Sovyet Yönetimi kendi kontrolleri dışına çıkan, Enver Paşa ile mücadele eden ve Sultan Galiyev’le birlikte hareket eden Mustafa Suphi’yi gözden çıkarmıştı. Onlar yönlendirip yaptırttılar.
(s. 34- 35)

Olayın arkasında Ankara olduğunu savunan sol ve İslamcı çevreler çoktur. Ancak İsmet İnönü’nün damadı gazeteci Metin Toker’in de bunu savunması son derece ilginçtir: “…Tabii o konjonktür içinde böyle bir temizleme harekâtı, Sovyetler’in göstereceği tepki bakımından cüretli bir teşebbüstü ama, demek Sovyetler’e iyi teşhis konulmuştu…” (Metin Toker- Sağda ve Solda Vuruşanlar/Milliyet, 11 Mayıs 1971)

Tek bir sosyalist asmayan, Nâzım Hikmet’in devlet tertibiile öldürülmesine engel olan Atatürk’ü Mustafa Suphi olayında sorumlu görme ısrarı:

“– Mustafa Suphi’nin boğulması işi?

– İttihatçıların marifetidir bu.

Sevim Belli araya giriyor:

– Mihri Belli, kesin bilmiyoruz ki, neden İttihatçılar diyorsun?

– Trabzon’da o zaman İttihatçılar egemendir. Aralarındaki niza, ta Kafkasya’da başlamıştı. İttihatçılar, başta Enver Paşa, Bolşeviklere yanaşmaya uğraşmışlardır. Mustafa Suphi buna engel olmuştur. Gün geliyor, İttihatçılar Mustafa Kemal’e de suikast düzenliyorlar. Sonra da tasfiye ediliyorlar.” (Yeni Akit gazetesiyle söyleşi)

“Katliamdaki İttihatçı bağı bize göre de açık seçik belli iken, Mihri Belli gibi Türk solunun en önemli isimlerinden biri bile bu kanıda iken, birileri hâlâ Atatürk’ü suçlamaya yeltenmektedirler” diyor, Cazim Gürbüz.

KEMAL PAŞA’YLA İŞBİRLİĞİ İÇİN

Mete Tunçay, Birikim Dergisinde 1980 yılında yazdığı bir yazının bir bölümünde şöyle der:

“M. Suphiler Ankara’ya temelli kalmaya geliyorlardı ama darbe yapmaya değil, Mustafa Kemal Paşa’yla işbirliği etmeye. Sosyalist olmasına sosyalisttiler ama Rusçu değillerdi, Türk Milliyetçisiydiler. Gelip bazıları Meclis’e girselerdi, aralarından iyi icra vekilleri çıkardı; Türkiye Cumhuriyeti’nin yine bağımsız ama daha sosyal içerikli bir gelişme çizgisi olurdu. Mustafa Kemal Paşa’nın da bunu istediğini sanıyorum. Fakat son anda darbecilik-fesatçılık suçlamalarıyla kulağını doldurmuş olmalılar ki, geriye gönderilmelerini söylemiştir. Eğer günün birinde, M. Suphilerin öldürülmesini onun emrettiği kanıtlanırsa, çok şaşacağım!” (Birikim Dergisi, Mart 1980, S. 61) (s. 75)

Andrew Mango ise “Atatürk Modern Türkiye’nin Kurucusu” kitabında şöyle diyor:

“Türk komünistlerinin öldürülmesini, çoğu Enver Paşa’nın Teşkilat-ı Mahsusa’sında çalışmış olan sağ kanat İttihatçılar gerçekleştirmişti. Daha sonra Mustafa Kemal, Enver’in tekrar Trabzon yoluyla Türkiye’ye dönme isteğini reddetti. Ve bu adamlar da ortadan silindi. 3 Temmuz 1922’de Yahya, Trabzon kışlası önünde vuruldu. Tıpkı Topal Osman’ın Giresun’da terör estirmesi gibi, Yahya’nın da silahlı adamlarıyla adeta bir ‘Liman Hükümeti’ kurmuş olmasından bıkan askeri yetkililer tarafından öldürtüldüğü kuşkusuzdur. Yahya susturulunca, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını ortadan kaldırmak için Ankara’dan emir alıp almadığını öğrenmek olanaksız olmuştur. Açıktır ki, Mustafa Kemal, nasıl Çerkez Ethem ve kardeşlerinin komuta noktasından ayrılmasını istediyse, bu adamların da Türkiye’den uzaklaştırılmasını istiyordu. Mustafa Kemal’in sicili, muhaliflerini kan dökmeden etkisiz hale getirmek için elinden geleni yaptığını gösteriyor, ama eğer karşısındakiler boyun eğmezse, onun ne istediğini tahmin ederek yerine getirmek için her zaman harekete geçmeye hazır olanlar vardı. (s. 71)

ARALOV’UN YAZMADIKLARI

1921 Kasım’ında Türkiye’ye büyükelçi olarak gelip 2 yıl kalan S.İ. Aralov, anılarında hem kendi dönemini anlatıyor, hem de Türk Sovyet ilişkileri bağlamında 1920 ve 1921’deki olayları, sürtüşmeleri, görüşmeleri, anlaşmaları… hemen her şeyi anlatıyor ama Mustafa Suphi ve yoldaşları için tek satır yok, adlarını bile anmıyor. “Manidar değil mi?” diye soruyor, Cazim Gürbüz. (s. 96)

Suphi ve yoldaşlarının Türkiye’ye gelişlerine yönelik eleştiri bağlamında Dr. Hikmet Kıvılcımlı şöyle der:

“Mustafa Suphi ve yoldaşları, Marx’ın Paris komünarları için dediği gibi ‘göklere sıçrayan kahramanlık’ timsalidirler. Tıpkı gene Paris komünarlarını kasıp kavuran sınırsız ‘saf çocukluk’ niteliklerine kurban olup gittiler. Paris Komünü’nde 1. Enternasyonal’in en ateşli yandaşları büyük etki göstermişlerdi.

“Fakat bu yandaşlar azınlıktaydılar. Çoğunluk hep ütopist (Blankici, Proudhoncu) küçük-burjuva sosyalistlerindeydi. Mustafa Suphi ve yoldaşları da en büyük hızlarını, 1. Enternasyonal’in bütün devrimci geleneklerini yaşatan 3. Enternasyonal’den alıyorlardı. Ne yazık ki hareketlerine egemen olan taktik ve strateji ilkelerinde hem öznel, hem de nesnel koşullar yeterli derecede değildi. Leninist yöntemi ve taktiği uygulamadılar. Leninizm üslubundan yalnız ‘uçkun devrimcilik’ (devrimci kanatlanış) aldılar, ‘yapkın devrimciliği’ (Amerikanvari işçiliği) unuttular.

“Onbeşlerde yeteri kadar devrimci hazırlık yoktu. Onbeşler içinde devrim yaratmaya giriştikleri çevreyi devrimci mücadeleyle işlemiş değillerdi. Bu yüzden düşünceleri ne kadar enternasyonalci ve devrimci olursa olsun, yaptıkları nesnel olarak ve fatalman Blankici ya da Bakuninci bir hareket şeklinde kaldı. Yani anarşik hareketten ileriye geçemedi. Ve Türkiye’de Paris Komünü’nün bir minyatürü oldu.

“Onbeşler hareketine neden anarşik diyorum ve Bakunin’le Mustafa Suphi arasında bir benzerlik görüyorum? Akıllardadır (…)

“Mustafa Suphi bir anarşist miydi? Bu noktada henüz elimizde yeterli belge yok. İleride bu nokta da işlenirse açıklaşır. Fakat her hareketi dediğiyle değil, ettiğiyle ölçmek kaçınılmazsa, Mustafa Suphi hareketini ütopik sosyalizmden ve Bakuninizm’den ayırdetmek oldukça güçleşir. Doğrusu, Rusya’da Bolşevik devrimin tarihçesini, yani salt siyasal Bolşevik devrimin akışını izlerken tam Mustafa Suphi hareketi gibi değil, fakat ona şöyle böyle benzer öyküler işitmiş olanlarımız çoktur. Fakat o zamanki siyasal Bolşevik devriminin bu kısmi ve ender görülen özelliklerini Onbeşler hareketine benzetmek, Bolşevizm’in karacahili olmak ve deva bulmaz bir körlükle batağa saplanmak demektir. Bolşevikler de, bazı yerlerde karşı-devrimi kızıl kuvvetlerle ezdikten sonra siyasal devrimi başardılar. (s. 98)

Kitapta Mustafa Suphi ve yoldaşllarının ölüm emrini kim ya da kimler verdi?   Atatürk’ün buyruğu ve bilgisiyle mi yapıldı, yoksa İttihat ve Terakki tarafından mı? Enver Paşla’nın Suphi ile zoru neydi?   Sovyet Raporu: cinayetin organizatörü olarak kimi işaret ediyordu? Nâzım Hikmet’ten Mustafa Suphi ve yoldaşlarına şiirler, Sultan Galiyev’in Mustafa Suphi yazısı, Cumhuriyet’in ilk ‘Faili Meçhul’ kadın cinayeti Mustafa Suphi’nin Maria’sı, Selim İleri’nin Mustafa Suphi öyküsü ve sırıtan yanlışlar, Mustafa Suphi’nin kadın yoldaşlarından Naciye Hanım, Bakû’daki Mustafa Suphi Sokağı’nın adı neden değiştirildi?, Mustafa Suphi’nin öldürülmeden iki gün önce yayımlanan son yazısı, TBMM Gizli Oturumunda Mustafa Suphi’ye ilişkin kuyruklu yalanlar, Mustafa Suphi’nin Bakû’daki Yeni Dünyası’nda yayımlanan Sevr karşıtı şiiri, Türkiye Türkçülüğü ve Ülkücülüğünün Mustafa Suphi’ye bakışı, Che Guevara mı daha büyüktür, Mustafa Suphi mi? gibi birbirinden ilginç yazılar yer alıyor.

Resim Ekleme
https://odatv4.com/mustafa-suphiyi-kim-oldurdu-13022121.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.01.2022- 03:22


Mustafa Suphi'nin öldürülmesi konusunda kesin kanıya varmak mümkün değildir. Çünkü ortada emrin kimin tarafından verildiğine ilişkin bir kanıt olmadığı gibi, katliamı gerçekleştiren Kahya Yahya'nın da bu katliamı bir emirle yerine getirip getirmediği ve o emrin de kim tarafından verildiği konusunda bir kanıt yotur. Olayı etraflıca araştırmaya çalışanların ulaştığı bilgi ve belgeler ışığında akılcı, tutarlı yorumlarda bulunarak gerçeğe yakın kestirimlerde bulunulmaktadır. Öyle ''valla billa M. Kemal öldürttü'' diyerek bari bu konularda saçma sapan bir tavır içine girmeyelim derim, ve en önemlisi içimzdeki şu Atatürk, devrimci cumhuriyet, ve en başta laklik olmak üzere cumhuryet kazanımlarına, yurtseverliğe, bayrağa, vatana   vb. düşmanlığı da üzerimizden atalım. Böyle devrimcilik de solculuk da olmaz. Okumadan, bilgiye ulaşmayı amaçlamadan ve sağlıklı bir sorgulama becerisi edinmeden ve tekrar tekrar yineleme gereği de duyuyoruz, Atatürk, cumhuriyet ve yurt düşmanlığı yaparak solcu, sosyalist olmak mümkün değildir; sadece lale devrinden beri sürdürülen bir gericileşme sürecinin cumhuriyet dönemine yansıyan damarının bir parçası olur ve kendini ''enternasyonalist komünist'' sanarsın, o kadar!

Soru şu; Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülme emrini Mustafa Kemal vermiş olabilir mi? Kanıtı yok ama, çok düşük bir olasılık da olsa olabilir. Peki neden, Mustafa Suphi'nin ülkede bir otorite olarak güçlenmesini istemez. Makul bir neden, ama çok da akla yatkın değil. Böyle düşünüyor olsa da, neden öldürterek SSCB'yle olan ilişkilerini zora soksun. SSCB olmadan, onların desteğini almadan, para ve silah yardımı elde edemeden Kurtuluş savaşı'nın kazanılması mümkün değil. Ayrıca öldüreceği ve kurtuluşu zora sokacağı kararları neden alsın, mektuplaşmalarında Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Anadoluya gelmesine onay vermezdi. Onay vermeme mi, öldürme kararı verme mi, SSCB'yle ilişkilerin bozulmamasına yol açardı?

Mustafa Kemal'in Kazım Karabekir'e bir mektubu var, o mektupta M.Suphilerin öldürülmesi değil, Ankara'ya ulaşmaması ve geri gönderilmesine ilişkin sözleri var. Anadoluda kışkırtmalar nedeniyle Suphilere tepki de var. Ayrıca hem Samsun valisinin, hem Enver Paşa'nın ve hem de Kazım Karabekir'in M.Suphi ve yoldaşlarına karşı düşmanca bir tavır içinde olduğu da biliniyor. O ortamda Suphilerin öldürülmesi için Mustafa Kemal'den emir gelmesine gerek de yok. Sınıf düşmanlarıyla çepeçevre sarılılar, koşullar uygun, katliamı gerçekleştirecek her türlü özne de var, neden M.Kemal dışındaki koşullar böyle bir katliama yol açmasın?

Sonuç, Suphilerin burjuvazi tarafından öldürüldüğü gerçeğini değiştirmez. Bu başka bir şey; Nazım'a atfen ''iki sandal vardı, birinde birinde proletarya diğerinde burjuvazi vardı'' derken altını kalınca çizdiği gerçek budur. O ünlü şiirinde 'M.Kemal'in adının geçmesi, Nazım'ın bir kanıta sahip olduğu, bir kanıtla karşılaştığı anlamına gelmez. Bir daha söyleyelim, bu konuda hiçbir kanıt yok. Nazım bir şair duyarlığıyla içindeki üzüntüyü dizelere dökmektedir.

Bir konu daha var, bu katliam ve Atatürk, cumhuriyet ve kazanımlarına düşmanlıkla ilgili.

Türkiye'de tarihsel bir gerici damar olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki, bu damarın, bu gericiliğin   bir de sol kanadı var. Ya gerçekten bu tarihsel gericiliğin ülke nesnelliğine yansıyan koşullarına doğmuşlar ya da ne yaptıklarını, ne söylediklerini, neyi savunduklarını gerçekten bilmiyorlar. Bu tipler marazi bir biçimde Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı yaparken ''neden liberaller ve islamcılar gibi devrimci dönüşümü anlayamıyor ve düşmanlık yapıyorsun'' sorularına ''çünkü Suphileri öldürdü-öldürttü'' yanıtını veriyorlar. Oysa bu da bir socuya yakışır ve uygun bir yanıt olamaz. Suphinin öldürülmüş olması 1923 devrimin, devrimci cumhuriyetin sosyalizm için önemini azaltmaz. Sürece nesnel bir perspektifle yaklaşımasını önlemez. Sürecin önemini de azaltmaz. Ama işte, ortada ya bir bilgisizlik, yetersizlik var ya da bilinçli bir gericiliğe kaynak olma hali. Başka bir açıklaması olamaz bu marazi tavrın.

Sonuçta, Mustafa Suphi kurduğu ve genel başkanlığını yaptığı partiyle bugün de yaşıyor.
Parti Mustafa Suphi'yi de, üstlendiği misyonu da sahipleniyor.
Anıları ve mücadeleleri önünde saygıyla eğiliyoruz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 30.01.2022- 04:44


Bir kez daha yinelemeye gerek var mı, bilmiyorum ama, Mustafa Suphi'nin öldürülmesinin üzerinden 101 yıl geçmişken, bugün ve hala hiçbir kanıt olmadan birlerini suçlamak, bu konularda araştırma yapanların yorumlarını dikkate almamak bir solcunun benimsemesi gereken yöntem değildir. Yöntem aynı zamanda bir niyet beyanını da içerir. Bir insanın sürekli olarak ve hiçbir bilimsel araştırmaya ve kaynağa dayanmadan bir konu üzerindeki ısrarı önyargıların ötesinde sanırım gizli bir ajandası nedeniyle olur. Başka ne olabilir ki, cehaletin dibi olmanın ötesinde. Bu durumlarda cehaletin dibi yaklaşımını kullanamayacağımız anlar da karşımıza çıkıyor, çünkü gerçekten bir insan için cehaletin dibinin de bir sınırı var. Olmalı.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katliamı sürecinde Anadolu'da kaotik bir siyasal ortamın olduğu göz ardı edilemez. Bütün kararlılığına rağmen Mustafa Kemal'in tek bir otorite olduğunu 1921 koşullarında iddia etmek mümkün değildir. Mücadelenin nasıl sonuçlanacağı konusunda da kesin yargılara varabilmek kolay değildir. Mustafa Kemal'in herhangi bir başarısızlığında öne çıkmayı bekleyen, umut eden lider Enver Paşa'dır. SSCB yönetiminin de böyle bir planı olduğu kimi kayıt/kaynaklarda dile getirilmektedir. Enver Paşa'yı bir kenarda tutmalarının nedeni de budur. Hiç kuşku yok, Mustafa Suphi'nin varlığı Enver Paşa için de bir risktir. Murat Bardakçı'nın (kitabında) ortaya koyduğu kanıtlar da bu durumu, süreci ve katliamı açıklayıcı izler taşımaktadır.

Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz'deki katliamı pek çok yazar ve tarihçinin de ilgisini çenmiş ve araştırmaya yöneltmiştir. Bu konuda epey kaynak da var ve sonuçta bu araştırmaların hiçbirinde emrin kimin tarafından verildiğini gösteren bir kanıt oraya çıkmamıştır. Yapılan araştırmalarda ortaya çıkan bulgular, notlar, açıklamalar araştırmaları yapanları bir nesnel bir yorum yapmaya, bir sonuca bağlamaya yöneltmektedir ki, bilimsel araştırma yöntemi de   budur.

Suphi'nin katli konusunda (bence) önemli bir yazıya net'te rastlamıştım. Yazı kopyalanamadığı için buraya alamıyorum, sadece linki veriyorum ( https://ozhanozturk.com/2017/11/19/mustafa-suphinin-katli-yahya-kahya-olayi/ ), bu konularda bilgi sahibi olmak isteyenler için yararlanabilecekleri bir çalışma sayılabilir. Yazarın konumuzla ilgili tespiti şu:

'' Mustafa Suphi'nin neden öldürüldüğü konusu tartışma konusu olmuş, Kazım Karabekir, İttihatçıları suçlarken, Şevket Süreyya Aydemir ve Mete Tunçay ölüm emrinin Kazm Karabekir'den çıkmış olableceğini, Murat Goloğlu, Hikmet Bayur, George Harris, Ahmet Kemal Varınca, ve Sabahhattin Özel Bolşeviklerce desteklenen Mustafa suphi ile Enver paşa arasındaki rekabetten kaynaklanan bir ittihatçı komplosu olabileceğini, Kemal Tahir ise Marksizmin pratiği konusunda Lenin ile arasında ihtilaf çıkan Sultan Galiyev'in ortadan kaldırılmasının ardından en yakın adamı Mustafa Suphi ve ekibinin katledilmesinde Sovyet parmağı olabileceğini ileri sürmüştür. Mustafa Suphi cinayeti ister istemez Ankara hükümetinin Avrupa devletlerine Milli hükümetin Bolşevik bir çizgiyi benimsenmeyeceği konusunda güçlü bir mesaj verirken   Yahya Kahya ve Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Enver Paşa, enver Paşa'nın da Ruslarla olan sıkı ilişkileri olayın kurgusunu açıklar görülmektedir. Buna karşın adı bir şeklde cinayete karışanların İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmaması olayın Ankara'nın bilgisi altında gerçekleştiğine dair şüpheler de doğurmuştur.''




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.01.2023- 02:24





Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2]   3   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Mustafa Suphi ve 15’ler… proleter 2 4973 28.01.2015- 19:51
Konu Klasör Mustafa Kemal bir devrimcidir. kemalist 34 23711 13.12.2014- 18:49
Konu Klasör Mustafa Kemal mi, Atatürk mü? melnur 2 1997 20.09.2020- 09:44
Konu Klasör Mustafa Kemal'e selam... melnur 5 6199 19.05.2019- 13:45
Konu Klasör 100. yılda Mustafa Suphilere mektup... melnur 0 1761 10.09.2020- 00:55
Etiketler   Mustafa,   Suphiyi,   kim,   öldürdü
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS