SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Din, devlet, özgürlük           (gösterim sayısı: 3.790)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: spartakus
Konu Tarihi: 31.01.2015- 16:44


Din, devlet, özgürlük (1) – Ferda Koç


Dinsel düşünüşün eleştirisine ilişkin daha zengin bir kaynakçanın bulunmasına[1] karşın, Sosyalistlerin din ve devlet arasındaki ilişkilere bakışına dair teorik yazın oldukça sınırlıdır. En çok başvurulan eserler, Marks’ın 1844’de yayınlanan “Yahudi Sorunu” başlıklı broşüründe toplanan iki makalesi ve Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisine Katkı (HHFEK) – Giriş bölümü ile Lenin’in “Din Üzerine” başlıklı broşüründe toplanan 1905 ve 1909 tarihli iki makalesidir. Devrimci mücadele ile din ve dinsellik arasındaki ilişkiye dair daha sonraki dikkat çekici katkılar arasında, Lukacs’ın dinsel düşünceyi sınıf çatışmasının bir yansıma alanı olarak ele alan yaklaşımı[2] ile Gramsci’nin dini ideoloji ve politika olarak ele alan ve hegemonyanın üretimindeki rolünü analiz eden yaklaşımı[3] bulunur.

Genç Marks HHFEK- Giriş’te dini şöyle tanımlar: “Dinsel çile, tek başına ve aynı anda hem gerçek çilenin bir ifadesi ve hem de gerçek çileye karşı bir başkaldırıdır. Baskı altındaki yaradılanın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.” Yani Marks için din ezilen insanın tersine dönmüş bilincidir. Bu nedenle Marks, hemen ardından şunları söyler: “Halkın yanılsamalı mutluluğu olan dinin ortadan kaldırılması, halkın gerçek mutluluğuna olan taleptir. Halkı, kendi koşullarına ilişkin yanılsamalarından vazgeçmeye çağırmak, onu, yanılsamalara yol açan koşullardan vazgeçmeye çağırmak demektir. Dolayısıyla, dinin eleştirisi, dinin halesi olduğu gözyaşı vadisinin ruşeym halindeki (embriyonik) eleştirisidir.”

Marks Yahudi Sorunu‘nda dini (daha sonra meta fetişizmi kavramıyla aştığı) “yabancılaşma/özgürlük” “sivil toplum/devlet” diyalektiği içinde ele alır.

Marks bu makalelerinde dinin devletten uzaklaştırılmasını, burjuva devletinin “tamamlanmasının” bir göstergesi olarak değerlendirir. “Demokratik devlet, (…) kendi politik tamamlanışı için dine gereksinim duymaz. Tersine, bu devlet dinden soyutlanabilir, çünkü, onda, dinin insani dayanağı (yani sınıf egemenliği ilişkileri – FK) dünyasal bir tarzda gerçekleştirilir.” Ancak “devletin dinden özgürleşmesi, gerçek insanın dinden özgürleşmesi değildir.” Çünkü en tam haliyle burjuva devlette “İnsanın kamusal ve özel insan olarak bölünüşü, dinin devletten sivil topluma kayışı, insanın gerçek dinselliğini kaldırmadığı gibi, kaldırma girişiminde de (bulunmaz-FK)”.

Burjuva devlet, insanı “yurttaş” (citoyen) ve “insan” (l’homme) olarak ikiye böler. Yurttaş,   “insanın insana bağlılığına değil, insanın insandan ayrılışına (dayanan – FK) … kendi içinde sınırlanmış birey” olarak insanın, devletin tanıdığı varlığıdır. Politik özgürlük, insanın tüm diğer (sınıfsal, mesleksel vb) bağlılıklarından olduğu gibi dinsel kimliğinden de soyutlandığı bu “yurttaşlık” ilişkisine dayandırılır.

“Politik devlet üyeleri, bireysel yaşam ile cinsil-yaşam, sivil toplum yaşamı ile politik yaşam arasındaki ikicilik yoluyla dinsel olurlar; insanın gerçek bireyselliğinin ötesindeki devlet yaşamını, asıl yaşamıymış gibi görmesiyle dinsel olurlar; dinin burada, sivil toplumun tini (abç) ve insanın insandan kopuşunun ve uzaklaşmasının ifadesi olduğu noktada dinseldirler.”

“Politik devrim (burjuva devrimi – FK) sivil toplumu bileşenlerine ayırarak, bu bileşenlerin kendilerini devrimcileştirmeksizin ve eleştiriye tabi tutmaksızın çözer. O, sivil toplumu, gereksinimlerin, çalışmanın, özel çıkarların, özel hukukun dünyasını, varoluşunun temeli olarak, varlık nedeni kendi içinde olan bir önvarsayım olarak, ve bu yüzden de doğal temeli olarak görür.”

Bununla birlikte Marks devletin dinden arındırılmasında somutlaşan politik özgürleşmeyi küçümsemez. “Politik özgürleşme” der, “başlı başına büyük bir ilerlemedir, genel olarak insani özgürleşmenin son biçimi olmasa da, bugüne kadarki dünya düzeni içinde (yani sınıflı topum içinde – FK) insani özgürleşmenin son biçimidir.”

Marks burjuva devriminin insanı ancak ve sadece politik olarak, kısmen özgürleştirdiğini belirledikten sonra, yazısını; “İnsan özgürlüğü yalnızca, gerçek bireysel insan kendisini soyut yurttaşa soğurduğu; bireysel bir insan olarak, gündelik yaşamında, işinde ve ilişkilerinde cinsil varlığa sahip olduğu; ve kendi öz güçlerini (forces propres), toplumsal güçler olarak tanıyıp ve örgütlediğinde, böylece artık bu toplumsal gücü kendisinden politik iktidar olarak ayrıştırmadığında tamamlanacaktır.” sözleriyle bitirir.

Marks bu son sözde politik (kısmi) özgürleşmenin insanı ikiye ayıran maliyetini ortadan kaldıracak bir “bütünsel insan özgürlüğü/kurtuluşu” reçetesi vermez. Sadece, tamamlanmış bir insan özgürlüğünün insan için ne anlama geleceğini tasvir eder. Genç Marks insanlığın, tasvirini verdiği bu noktaya nasıl bir yol izleyerek ulaşabileceğini henüz söyleyebilecek durumda değildir. Bu tasvirden çıkarsanacak en yanlış şey;   “devrimci iktidarın burjuva devleti aşmak için onun üzerine kurulu olduğu “yurttaş” kavramına bireyin dinsel, ailesel, mesleksel, etnik özelliklerinin de katılması” olduğunu düşünmektir. Çünkü bizzat “yurttaş” kategorisinin kendisi burjuva toplumundaki “yabancılaşma”nın kaynağı olan meta fetişizminin politik ifadesidir. Gerçek hayatta meta fetişizmini yıkan bir hareket yaratmadan, insanın politik varlığı ile toplumsal varlığını bütünleştiren bir özgürleşmeye varılamaz. Bu ise insanların kendilerini kuşatan koşullara ilişkin tersine bilinçlerini, yani dinsel düşünüşü zorunlu olmaktan çıkaran bir toplumsal devrimin zorunlu olduğu anlamına gelir.

[1]     Ör. F. Engels, Doğanın Diyalektiği, Anti-Dühring; G. Plekhanov, Militan Materyalizm; V.I. Lenin, Materyalizm ve Ampriokritisizm; K. Kautsky,   Foundations of Christianity

[2]     György Lukasc, Tarih ve Sınıf Bilinci

[3]     Antonio Granmsci, Hapishane Defterleri



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 31.01.2015- 16:46


Din, devlet, özgürlük (2): Burjuva ve proleter devriminin “din karşıtlığı” – Ferda Koç

Sermayeye dayalı üretimin ortadan kaldırılması için mücadelenin sermayeleşen dine ve sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadeleyi de temel bir bileşen olarak içereceği açıktır

Burjuva devrimi bir “politik devrim”dir; “toplumsal devrim” değildir. Laiklik, yani devletin dinden, arındırılması politik alanla sınırlı bu devrimin vazgeçilmez bileşenlerinden biridir.

Burjuva devrimlerinde devletin dinden ve dinin devletten arındırılmasının ölçeği, sınıf mücadelesinin somut koşullarına bağlı olmakla birlikte belirli bir sınırın gerisine gidemez. Bu sınır, burjuvazinin egemen sınıf olarak örgütlenmesinin asgari şartlarına kadar gerileyebilir. Burjuvazinin “halk tehdidi” karşısında aristokrasi ve din adamları (ruhban/ilmiye) sınıfıyla (ya da bunların elverişli fraksiyonlarıyla) ittifaka girmek zorunda kalması halinde ortaya çıkan bu durum, burjuvazinin politik sınıf egemenliğini kalıcı olarak ortadan kaldıracak bir “restorasyon”a kadar gitmez.

Burjuva devrimlerinde devletin dinden ve dinin devletten arındırılmasının ölçeği belirli bir sınırın ilerisine de gidemez. Bu en ileri sınır ise burjuva devriminin burjuva siyasi egemenliğini inşa edebilmek için bizzat burjuvazinin kendisiyle karşı karşıya geldiği ve devrimin sürekliliğini ilan ederek burjuva egemenliğinin toplumsal temellerini zedelemeye başladığı uç noktada çizilir. Burjuva politik devrimi, Jakoben iktidarında olduğu gibi, bir bütün olarak dinin toplumsal varlığını ortadan kaldırmaya kalkıştığında bunu ancak burjuvazinin somut varlığını tehdit ederek yürütebilir ve işte bu anda da kendi sonunu ilan etmiş olur.

Burjuva devrimi en ileriye gittiği noktada, dinin, dinsel kurumların ve din adamları katmanının sivil toplum içinde kendi varlık koşullarını yeniden oluşturmaya zorlar. Ve sermayeye dayalı üretim düzeni, yöneten/yönetilen ayrımını zorunlu kılan siyasi egemenlik tarzı ve sömürüyü/yabancılaşmayı zorunlu kılan üretim tarzı ile dine sağlam bir varoluş temeli sunar. (Bu aynı zamanda, yöneten/yönetilen ayrımını sönümlenmeye götürmeyen, üretim sürecini bir “özgür üreticiler birliği” olarak örgütlemeyi başaramayan 20.yy sosyalizmlerinin toplumlarındaki dinsellik ögesinin gücünün de kaynağını aldığı temeldir.) Kapitalizmin zaferi, dini, dinsel örgütlenmeyi ve din adamları katmanını kapitalistleşmeye yönlendirir. Dinin burjuvazinin bir politik ideolojisi, dinsel kurumların sermayeye dayalı üretimin bir örgütlenme mecraı ve din adamları katmanının burjuvazinin ve burjuva toplumunun organik aydınlarının özel bir grubu haline gelmesiyle birlikte, politik devrimle devletten uzaklaştırılan din, yeniden burjuva politik toplumuna “kazanılır”.

Burjuvazinin toplumun kaderini eline almasıyla birlikte, “laiklik” ilkesi de “devrimci idealini”, insanın kendi kaderini kendi eline alması iddiasını kaybeder. Dinsellik alanı burjuva devletinin, hukukunun, ahlakının ve sağduyusunun bir kaynağı olarak yeniden örgütlenir. Burjuva toplumuyla uyumlu hale gelen yeni bir dinsellik tarzı oluşur (Türkiye’de bu olgunun en rafine temsilcisi Saidi Nursidir). Bu yeni dinsellik tarzı, sömürülen sınıflara dayatılan egemen sınıf boyunduruğunun en ilkel motiflerinin kapitalist toplumda yeniden üretilmesine aracılık eder.

Marks’ın, “belirli bir tarihsel döneme egemen olan fikirler, egemen sınıfın fikirleridir” önermesi dinsellik alanı için de geçerlidir. Dinin burjuva egemenliğiyle kaynaşan özel biçimleri, burjuvazinin egemenliği boyunca dinin egemen biçimi olma eğilimindedir. Sermayeleşen din ve sermaye güdümlü dindarlık, sermayeye dayalı üretimin genelleşmesinin ve sermayenin mutlak siyasi egemenliğinin ilanının ayrılmaz parçaları olmuşlardır.

Sermayeye dayalı üretimin küresel çaptaki genelleşmesi ve sermayenin küresel siyasal egemenliği ile tanımlanan neoliberal kapitalizm çağında hem dinin sermayeleşmesinin ve hem de sermaye güdümlü dindarlığın küresel boyutlar kazanması tesadüf değildir.

Sermayeleşen din ve sermaye güdümlü dindarlık, sermaye egemenliğinin “Batı” toplumlarındaki zaferi döneminde olduğu gibi, neoliberal kapitalizm döneminde de, toplumun ezilen sınıflarının sermayeye tabii kılınmasının yani burjuvazinin hegemonik sınıf olarak örgütlenmesinde stratejik bir rol oynamaktadır.

İşte bu noktada, sermayeye dayalı üretimin ortadan kaldırılması için mücadelenin sermayeleşen dine ve (politik terminolojide “muhafazakarlık”, “yobazlık”, “gericilik” terimleriyle karşılanan) sermaye güdümlü dindarlığa   karşı mücadeleyi de temel bir bileşen olarak içereceği açıktır.

Sonuç olarak bugün kapitalizmi yıkan gerçek hareketin, genel olarak dine, dinin siyasallaşmasına, dindarlığa karşı bir hareket olarak değil, somut olarak sermayeleşen dine, sermaye egemenliğine dinsel kılıf geçirilmesine, sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadelenin ön plana çıktığı bir hareket olarak gelişeceğini söyleyebiliriz. Dinin sermayeleşmesine karşı mücadelenin “dine karşı mücadele”, sermaye egemenliğine dinsel kılıf geçirilmesine karşı mücadelenin “dini değerlere karşı mücadele”, sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadelenin “dindar halka karşı mücadele” olarak tanımlanması kaçınmamız gereken bir egemen sınıf tuzağıdır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 31.01.2015- 16:47


Din, devlet, özgürlük (3): Sosyalistler laik midir? – Ferda Koç

Laiklik ilkesi proletaryanın elinde “siyasal” bir ilke olmanın ötesine geçer, toplumsal devrimin genel ilkesi haline gelir

Sosyalistlerin politik bir ilke olarak laiklik karşısındaki tutumları nedir?

“Politik devrim” karşısındaki tutumları neyse odur.

Marx bunu daha 25 yaşındayken görmüş ve “politik özgürleşmenin dinle ilişkisi sorunu, bizim için politik özgürleşmenin insani özgürleşmeyle ilişkisi sorunu(dur)” demiş.

Tek başına politika alanıyla sınırlı bir özgürlüğün insanı özgürleştirmeye yetmeyeceğini; yalnızca burjuvaziye politik özgürlük getireceğini; toplumun emekçi çoğunluğunu politik alanda burjuvazinin, ekonomik alanda ise sermayenin egemenliği altına sokacağını biliyoruz.

Genç Marx’ın “insani özgürleşme” dediği şeye daha sonra “toplumsal devrim” dediğini ve politik devrimi toplumsal devrimin bir momenti olarak ele aldığını da biliyoruz.

Elbette politik devrim toplumsal devrimin “kilit” sorunu ve ilk adımını belirleyen temel süreçtir.

Ancak, proletaryanın politik devrimi, burjuva politik devriminden farklıdır.

Bu devrim egemen üretim ilişkileri temeli üzerinde yükselmez.

Proletaryanın politik devrimi, işçi sınıfının ideolojik-politik-fiili önderliği altında bir araya gelmiş halkın, egemen üretim ilişkilerini yıkarken yeni üretim ilişkilerini kuran toplumsal eylemini örgütler.

Yani proletaryanın “politik devrimi”, toplumsal devrimin ihtiyaçlarına karşılık verir.

Bu nedenle proletarya devriminin din karşısındaki tutumu da, temellerini toplumsal devrim süreci içerisinde oluşturur.

Dinsel kurumların kapitalizmle barışı

Burjuva devletin laiklik ilkesi, feodal bir sınıf olarak din adamları sınıfını iktidardan uzaklaştırır ama din adamlarının birer burjuva olarak, burjuvazinin (çoğunlukla da büyük burjuvazinin) politikacıları, bakanları, diplomatları, rektörleri, filozofları olarak burjuva toplumuna eklemlenmelerine, dinsel kurumların proletaryayı, yoksulları, kadınları ve ikincilleştirilen tüm nüfus gruplarını kapitalizme tabii kılan kurumlar olarak yeniden örgütlenmesine kapıları kapatmaz.

Din adamlarının ve dinsel kurumların kapitalizmle bu “barış”ı sermayenin dinsellik alanına egemen olmasını getirir.

Din adamlarının ve dinsel kurumların kapitalizme bu eklemlenmesi, (meta fetişizminin en çaresiz kurbanları olarak dünyayı dinsel biçimde kavrama eğilimi en yüksek sınıflar olan) emekçi sınıfların burjuvazinin en gerici tarihsel bloğuna katılmalarında stratejik bir rol oynar.

Burjuva egemenliğinin tarihsel bloğunun parçalanması, burjuva hegemonyasının dağıtılması ve burjuvazinin organik aydınlarının eklemlenme kapasitesinin daraltılması proletarya devriminin gelişiminin niteliksel momentleridir.

İşçi sınıfının, toplumsal eşitlik ve siyasi özgürlük mücadelesi; dinin, kapitalizme eklemlenen din adamları ve dinsel kurumlar aracılığıyla ezilen sınıfları burjuva egemenliğinin en gerici biçimlerine bağımlı hale getirmesine karşı mücadeleyi de içine alır.

Sermayenin dinden arındırılması

Proletarya devrimi kategorik olarak dine karşı bir devrim biçiminde değil, dinin kapitalist egemenliğe eklemlenmesine karşı bir devrim biçiminde gelişir.

Neoliberalizm, dinin kapitalizme siyasal ve ekonomik düzeyde eklemlenmesinin en gerici en sömürücü biçimlerinin gelişmesini teşvik eder.

Dinsel soslu “sosyal yardım ağları”, yoksullaştırılmış yığınları sermayeye bağımlılaştırmanın etkili kanalları olarak devlet tarafından himaye altına alınır, sermaye tarafından beslenir.

Din kurallarını referans alan bankalar, korporasyonlar, muhafazakâr işadamları ile el ele verirken, emek pazarı işçi simsarlığı yapan “cemaatler”, cemaat referanslı sendikalar aracılığıyla denetim altına alınır.

Kamusal alanın dinsel referanslarla yeniden örgütlenmesi, kamusal alanın neoliberal yıkımının koçbaşı haline getirilir.

Eğitimin özelleştirilmesiyle eğitim kurumlarının dinselleştirilmesinin iç içe geçişi; sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin piyasalaştırılmasında, dindarları hedefleyen sağlık kuruluşlarının, dini rengi ön planda tutan yardım kuruluşlarının koçbaşı olarak kullanılması tesadüf değildir.

Her dinde bulunan otoriter, militarist, fetihçi temalar, saldırgan emperyalist-yıkıcı politikaların kaynağı olarak sunulmak suretiyle, emperyalizm ve faşizmin egemenlik stratejileri/oyunları dinsel kurtuluşla özdeşleştirilerek geniş yoksul yığınlara mal edilir.

Neoliberalizmi yıkacak olan devrim, yalnızca dinin devletten ve devletin dinden arındırılmasıyla yetinemez; dinin sermayeden ve sermayenin dinden arındırılmasını da hedeflemek zorundadır.

Böylece laiklik ilkesi proletaryanın elinde “siyasal” bir ilke olmanın ötesine geçer, toplumsal devrimin genel ilkesi haline gelir.

İşçi sınıfı devrimi, laikliği reddetmez, onu kendi iflasına sürükleyen politika alanının ötesine halkın neoliberalizme isyanı üzerinde yeniden inşa edilen kamu hayatına ve üretim araçlarının kamusallaştırılmasına kadar genişletir.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Ulus devlet-kapitalist devlet farkı üzerine... melnur 4 3049 14.12.2019- 08:39
Konu Klasör A’dan Z’ye Emek ve Özgürlük İttifakı ... melnur 25 2700 29.04.2023- 00:04
Konu Klasör Karl Marx özgürlük için savaştı... melnur 0 1512 26.06.2020- 03:53
Konu Klasör Erkan Baş ve TİP'in özgürlük yürüyüşü... melnur 27 1119 28.10.2023- 05:17
Konu Klasör Dünya devrim müzikleri ve özgürlük şarkıları... deniz 0 1371 06.04.2020- 03:01
Etiketler   Din,   devlet,   özgürlük
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS