SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Devrimci bilinç ve irade yaratmak           (gösterim sayısı: 3.361)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 04.04.2015- 15:37


Devrimci bilinç ve irade yaratmak-B. Sadık Albayrak  


İleri’deki arkadaşlarımın yazılarını okuyorum. Çoğu ülkenin ve dünyanın siyasi durumunu analiz ediyor. Solun, sosyalistlerin yaptıkları, yapamadıkları, önündeki görevler ortaya konuyor. Çok şey öğreniyorum, coşkulanıyorum. Özeniyorum onlara. Shakespeare, Yaşar Kemal şundan bundan söz etmek kesmedi beni. Büyük siyasete el atmalıyım dedim ve dayanamadım, bu özentiyle ben de bu yazıyı yazdım.

Ama nereden başlamalı. Ustalardan bir alıntı her zaman iyi gider.

Engels Anti Dühring’de şöyle der: “1848 burjuva demokrasisinin burjuva olduğu ve proleter olmadığı için gerçekleştiremediği şeyi –çalışan yığınlara içeriği kendi sınıf durumlarına karşılık düşen bir istenç verme işini-, sosyalizm kuşkusuz başaracaktır.” (Friedrich Engels, Anti Dühring, çeviren Kenan Somer, Sol Yayınları, 1977, Ankara, s. 283) Bence bugün sosyalizmin en büyük sorunu, tam da budur; milyonlarca çalışanı bir sınıf olduğunun bilincine vardıracak ve sömürücülerin iradesi altında, kölelik koşullarında sürüp giden yaşamını dönüştürecek devrimci bir irade kazandırmak. Bu devrimci istenç yeterince gelişip güçlendiğinde iktidarı alması ve toplumu emekçi sınıfların çıkarları doğrultusunda dönüştürmesi mümkün olacaktır.

Alıntı tamam da, bu çok genel bir şey oldu. O kadar genel ki, yüz elli yıl öncesi için söylenen bir şeyi aldım, “tam da budur” diye yazdım. Bu iş, siyasi yazı yazmak, göründüğü kadar kolay değilmiş. Ama başladık bir kere… Bugüne gelelim en iyisi.

2013 Haziran’ı bu sınıfsal devrimci bilinç ve istencin yokluğunda bile halkımızın ne kadar yaratıcı mücadele gizilgücü taşıdığını göstermiştir.

Engels, 1848 Devriminin verileriyle, burjuva demokrasisinin çalışanlara, kendi sınıfsal konumlarına uygun bir bilinç ve iradeyi kazandırmayacağı gerçeğinden yola çıkarak, bu işi sosyalizmin yapacağını yazıyor. Devrimci durumda, sınıfsal çıkarlar kitleleri eyleme geçirmede ne kadar belirleyici olsa da, politik bilinci ve örgütlülüğü gelişmiş olanlar yönetimi ele geçiriyorlar. 1848 devrimlerinde de işçi sınıfı ayaklanmış ama iktidarı burjuva sınıfının adamları ele geçirmiştir.

Hükümetin meşruiyeti yoktur

Bugün Türkiye’deki hükümet bütün meşruiyetini kaybetmiştir. İktidarın öteki adı hırsızlık ve yolsuzluk olmuştur. Emekçi sınıfların en küçük hak arayışına karşı acımasızca saldırı ve şiddet uygulayan bu iktidarın tek meşruiyet kaynağı pervasızca kullandığı polis ve ordudur. Adliyelerde, üniversitelerde, fabrikalarda, subaşlarında faşizmin tipik görüntülerinin sahneye çıkarıldığı bu günlerde bu gerçek bütün çıplaklığıyla ortadadır.

İktidarda bulunmasını hiçbir toplumsal çıkara ve onaya dayandırma çabası bile göstermeyen, devletin zor aygıtlarıyla yerinde tutunan bu hükümetin, burjuva düzeni çerçevesinde de meşruiyeti kalmamıştır.

Siyasi yazım sarpa sardı. Olmuyor. Gazetelerde her gün yazılan şeyleri makale yapıyorum. Yeni bir şey söylemek gerekmiyor mu?

İki ay sonra yapılacak seçimlerin hiçbir toplumsal heyecan ve çözüm beklentisi yaratmaması da bu durumun göstergelerinden biridir. İktidarda bütünüyle emekçi ve halk düşmanı bir hükümet vardır ve bunun yol açtığı milyonlarca insanı saran derin bir öfke ve hoşnutsuzluk dalgasına rağmen ufukta köklü bir değişim belirtisi yoktur. Haziran kalkışmasında meydanlara çıkan milyonlarca insan, örgütsüz ve partisiz, bu gayrimeşru hükümetten kurtulamamanın sancısını duymaktadır.

Umut ve öfkeyi örgütlemek

Haziran’ın sokağa döktüğü bu yığınlara, Akp iktidarı karşısındaki toplumsal durumlarına uygun düşen bilinç ve irade kazandırma ve onları eyleme geçirerek bu iktidarı alaşağı etme görevi, Engels’in yüz elli yıl önce yazdığı gibi, sosyalizmin ve onun Türkiye’deki taşıyıcılarının omuzlarındadır.

Yığınların kendiliğinden, bu iradeyi ortaya koyması ve sonuç almasının mümkün olmadığı, en azından milyonların polis terörüne karşı ülkenin her yerinde ayaklandığı Haziran’dan beri anlaşılmış olmalıdır. Haziran, iktidar karşısında bilenen öfkenin milyonları muazzam bir politik güce dönüştürdüğünün, iktidarı sallayan bir istenç yarattığının örneğini sunmuştur. Ama bu istencin toplumsal bir içerikle, devrimci bir program ve bilinçle, bunun temsilcisi güçlü bir örgütle donatılmadığında sonuç alamadığını da ortaya koymuştur. Sosyalistler, umut ve öfkeyi örgütlemekle yükümlüdürler.

Türkiye’de sosyalizmin taşıyıcılarının Haziran’dan beri yaptıkları, bu eksiklikleri giderme konusunda, ne yazık ki yeterli olmamıştır. İktidarın bütünüyle meşruiyetini kaybettiği koşullarda, halkın toplumsal uyanışının, Akp’nin 13 yıldır sokmaya çalıştığı dinci gömleği birçok alanda parçalamaya başladığı görülürken, bunu örgütlemede ve politik iradeye dönüştürmedeki eksiklerimiz yaşamsaldır.

2013 Haziranı ile 15-16 Haziran

Türkiye sosyalizmi, geçmişin derslerini iyi çalışmalı, güzel geleceğin kurucusu iradeyi, emekçi sınıfların bağrında örgütlemelidir. O zamanın DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker’in kitabının adıyla, “Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün”, 15-16 Haziran kalkışması, 2013 Haziran kalkışmasıyla birlikte incelenmelidir. 2013’te eksikliğini duyduğumuz sınıf, işçi sınıfı, 1970’te İstanbul-İzmit hattında iki gün iktidarı ele almıştı. 12 Mart generallerine, “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” vecizesini söyleten ve darbeyi yaptıran bu hareketti.

İşçi sınıfına 15-16 Haziran’ı yaptıran istenç, 1960’lar boyunca örgütlenen sendikalar aracılığıyla ortaya çıkartıldı. TİP, öteki sol örgütler ve bunları işçi sınıfıyla iç içe geçiren güçlü sendikal örgütlenme, kapitalist sınıfı korkudan ülkeden kaçırtacak bu büyük hareketi doğurdu.

Bugün de, sosyalist hareketin en büyük eksiği buradadır. İşçi sınıfını yaşamı içinde, fabrikada, patronla çatışma arenasında kucaklayacak sendikal örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Sosyalizme örgütleme ile sendikaya örgütleme iç içe geçirilmelidir. Çalışan sınıfları, toplumsal durumlarına uygun bilinç ve iradeyle donatmak ancak bu örgütlenme ile başarılabilir.

Sosyalist hareketin, bu sendikal örgütlenmenin yeterli olmadığı koşullarda üreteceği en harika siyasal açılımlar bile pek işe yaramayacaktır. Engels’in dediği gibi, sosyalistler, çalışan yığınlarda, sınıfsal durumlarına uygun bir bilinç ve istenç yaratamazsa, sosyalist istemlerin hayata geçirilmesini sağlayacak yığınları örgütleyemezse, havanda su dövmekten başka bir şey yapmayacaktır.

Türkiye sosyalizminin gündeminde sendikal örgütlenme vardır. Bunu söylerken mevcut sendikaları aşacak, günümüz koşullarına uygun yaratıcı çözümlerle örgütlenmeyi sağlayacak bir sendikal mücadeleden söz ediyorum. Sosyalizmin bilinç ve irade yaratması ancak işçi sınıfının örgütlenmesiyle mümkündür.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 07.04.2015- 10:34


Tarih bilinci ve siyaset
Haluk Yurtsever  


Tarih bilinci,   günceli ve geleceğe uzanan yolları geçmişin ışıklarıyla aydınlattığı için devrimci siyasetin vaz geçilmez öğesidir.

Devrimci siyaset, var olan durumu, güç ilişkilerini amaç doğrultusunda değiştirme etkinliğidir.

“Somut durumun somut çözümlemesi”, verili tarih uğrağında ne yapmalı sorusuna pratik yanıtlar üretmek içindir.

Dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçmekte olduğumuz bu kaotik döneminde, devrimci siyaseti pratik, dönüştürücü, yaptırımcı bir güç olarak yeniden üretmenin çeşitli zorlukları var. Eskisi gibi devam etmek, yalnız yönetenler için değil,   devrimciler için de olanaklı değil. Zamanın ruhu, teorik, siyasal, pratik-örgütsel cephelerde yaratıcılık, diyalektiğin diliyle konuşursak inkârın inkârını   gerektiriyor.

***

Çokça yazıldı. Ben de, düşünme ve hareket noktası olarak emperyalist, düzen içi senaryoları, bu senaryoların yaşama geçirilme olasılıklarını değil, kaos/kriz ortamının yol açtığı tehlike ve olanakları esas almanın daha doğru olacağını düşünüyorum.

Sermaye düzeni kriz üretmeden yapamıyor.   Seçim sonuçları ve olası iktidar almaşıkları nasıl biçimlenirse biçimlensin,   yakın geleceğin, bundan önceki 12-13 yılla kıyaslanmayacak ölçülerde çatışmalı, istikrarsız, sert bir dönem olacağı şimdiden belli.

Korkut Boratav’ın deyişiyle “lale devri” bitti. Büyüme hızı, yatırım oranları düştü. AKP hükümetinin, nimet, sus payı, kırıntı dağıtma olanakları azalıyor. Ekonominin motoru inşaat sektörü tekliyor. Dış kaynak girişleri azalıyor. Gıda fiyatları başta gelmek üzere enflasyon, işsizlik tırmanıyor. vb.

Osmanlı-Türk geleneğinde “devletin bekası” esastır. AKP’nin devletleşme, devleti kendi amaç ve   felsefesine göre yeniden yapılandırma yönünde attığı adımlar   gerçektir ve küçümsenemez. Öte yandan, Erdoğan’ın elinde birikmiş kontrolsüz gücü, kendisinin tek adam olarak merkezinde durduğu, giderek daralan bir azınlığın çıkarları ve geleceği için, kadim devletin ve düzenin uzun erimli geleceğini tehlikeye atacak biçimde kullanması bir “devlet krizi”ne ebelik ediyor. AKP içindeki çatlaklar , bu krizin dışa vurumudur.

Erdoğan’ın düzenin toplumsal rıza ve onay, meşruiyet düzeneklerini, hukuk-yasa kural ve normlarını havaya uçurdu. Kriz koşullarında dünyada ve Türkiye’de tüm sermaye fraksiyonlarında otoriter-faşizan eğilimler baskındır. Türkiye’nin farkı, baskı, şiddet ve hukuksuzluğun devlet ve düzenin bekasından çok Erdoğan hanedanının geleceğini korumak ve kollamak üzere kullanılmasıdır. Bu durumun kendisi, düzen ve devlet için bir sorun, toplumsal muhalefet için ise her türlü devrimci eylem ve mücadelenin toplumsal meşruiyet kaynağını güçlendiren bir olanaktır. Hukuksal ve yasal örtüleri bir kenara iten,   sınıf diktatörlüğünün demir yumruğunu çırılçıplak dayatan bir rejim karşısında her türlü devrimci eylem tek meşru yol haline geliyor. Bu bilinç, içten içe toplumsal muhalefetin bütün hücrelerine, dokularına işliyor.   Devrimci durum mayalanıyor.   Birikmiş enerjiyi dün başlayan Raşit Tükel işgalleri mi, bir işçi direnişi mi, açık hukuk ihlallerine karşı girişilecek herhangi bir toplu itiraz mı tetikler, bilinmez. Biriktiği ise kesindir.  

***

7 Haziran seçimi, var olan güç ilişkilerini, emekçi halk çoğunluğunun ekonomik –siyasal hak ve koşullarını esaslı biçimde değiştirmeyecek, emekçiler için eşitlikçi, özgür bir yaşamın yolunu açmayacak, ama düzenin yola hangi yöntemlerle devam edeceği sorusunun yanıtını verecektir. Bu yanıt önemsiz değildir.

Totaliter “demokrasi”de   seçimlerin rolünü doğru saptayabilmek için 2013 Gezi/Haziran isyanı ile 30 Mart 2014 seçimleri arasındaki süreci bugünden bir bakışla irdelemek, derslerini bilince çıkarmak gerekiyor.   İsyan, AKP iktidarına karşı biriken öfke ve itirazın eylemli anlatımıydı. İktidarı sarstı. Sarsıntının zincirleme etkileri oldu. Bunlardan çıkarak, sağda solda birçok kişi ve çevre, Erdoğan iktidarının sonunun geldiğini ilan etti.   Belki biraz da bu gelişmelerin sonucu olarak, 30 Mart seçimlerinde, yakın tarihin en yüksek seçime katılma oranı gerçekleşti. Tayyip Erdoğan, yıpranan, sarsılan, meşruiyet yitimine uğrayan iktidarını bu seçimlerde sağladığı oy desteğiyle onarmayı, cumhurbaşkanlığı şansını artıran bir hamleye dönüştürmeyi başardı.

AKP rejiminin gücü, iktidara yerleşmesi 12 yıldır seçim sandığına dayanıyor.

Erdoğan 7 Haziran seçimlerine her alanda saldırgan bir siyasetle giriyor. Güç yitirdiğini, içindeki çatlakların büyüdüğünü, toplumun yarısının iktidarından nefret ettiğini, iktidarının ve geleceğinin   tehlikede olduğunu görüyor ve bu tehlikenin gerçekliğe dönüşmesini önlemek için elindeki tüm gücü kullanarak saldırıyor.   Seçimi bir başkanlık rejimi referandumuna çevirmek için her cephede savaşıyor.

Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğünü yerleştirmek için giriştiği hamlenin, onu anayasayı değiştirecek/referanduma götürecek bir çoğunluktan, daha iyisi iktidar çoğunluğundan yoksun bırakacak bir seçim sonucuyla püskürtülmesi, yalnızca AKP despotluğunun sonu olacağı için değil, AKP sonrası döneme soldan müdahalenin, devrimci duruma daha elverişli koşullarda hazır olmanın   siyasal ve toplumsal psikolojik koşullarını olgunlaştıracağı için önemlidir.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör ‘Dışarıdan bilinç’ meselesi - Ender Helvacıoğlu melnur 0 2 26.01.2022- 11:21
Konu Klasör Baykal'dan açıklama: Duyarlılık yaratmak istedim denizcan 2 3266 17.02.2016- 23:08
Konu Klasör Devrimci ahlak devrimci ideoloji umut 3 4971 01.02.2016- 13:24
Konu Klasör Devrimci Yol’un hâl-i pür melâli solcu 1 8053 30.06.2014- 23:29
Konu Klasör Yeni bir devrimci özne... melnur 0 815 02.05.2021- 05:39
Etiketler   Devrimci,   bilinç,   irade,   yaratmak
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS