SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
“Tekhne”si olmayan devrim           (gösterim sayısı: 3.611)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 23.05.2015- 09:28


“Tekhne”si olmayan devrim
Can Soyer  


Başta Aristoteles olmak üzere birçok Yunan felsefecisinin kullandığı bir kavramdır “tekhne”. En genel anlamıyla belirli bir bilgiden hareketle somut bir üretimde bulunmayı anlatır. Diğer bir deyişle, kuramsal bilgiyi pratiğe dökmek, saf bilgiyi gerçek hayatta işler hale getirmek için başvurulan yol, yordam anlamına gelir. Bizim dilimizdeki teknik, teknolojik gibi sözcüklerin kökeni de buradadır.

Ancak bilginin saf haliyle, yani yine Yunan dilindeki “episteme” ile yetinmemenin, bunu gerçekliğe dönüştürecek bir yordam olarak “tekhne”ye ihtiyaç duymanın bir gerekçesi de var.

Çünkü kuramsal bilgi ya da “episteme”, gerçek yaşama dolaysız biçimde etki edemez. Saf ve soyut haliyle kaldığı sürece hiçbir bilgi gerçek dünya, gerçek toplumsal ilişkiler, gerçek insanlar üzerinde etki yaratamaz. Bilginin gerçek yaşama etki edebilmesi için bir taşıyıcı halkaya, bilgiyi somutlaştırıp pratik haline getirecek bir kanala ihtiyaç var. Bu yüzden Marx, “teorinin yığınları sarması” ve “maddi bir güç haline gelmesi” gerektiğinden söz ediyor ve yığınlarla buluşmayan teoriye de pek kıymet vermiyor.

Bir parantez açıp şunu da belirtelim. Siyasette kuramsal bilgiyi gerçek dünyaya ve somut koşullara dolaysız biçimde yansıtmak, adıyla sanıyla “teorik sapma” anlamına gelir. Sapmanın ise iki şaşmaz sonucu vardır: Bir tarafta keşişvari bir sekterlik, diğer tarafta da radikal ütopyacılık.

Demek ki, her “episteme” bir “tekhne”ye, yani her kuramsal bilgi kendisini gerçekliğe taşıyacak ve somutlayacak bir pratik tarzına ihtiyaç duyuyor.

Konu sosyalist siyaset ve devrim mücadelesi olunca, bu “tekhne”nin adı strateji oluyor. Sosyalizmin, devrimin, sınıf mücadelesinin kuramsal bilgisi, ancak bir strateji sayesinde gerçek toplumsal koşullara etki edip dönüştürücülük niteliği kazanabiliyor. Sosyalizmi kavramanın, benimsemenin ya da özümsemenin ötesinde, onun nasıl hayata geçirileceğini de dert ediyorsak, aradığımız yanıtlar oluşturduğumuz stratejide bulunuyor.

Stratejiden kastımız, bu anlamda, belirli bir kuramsal modelin, yani bir bilgi olarak kavranmış soyut ilkenin, özüne sadık kalmak koşuluyla, özgül bir bağlam içindeki hangi güçler, kaynaklar ve yönelimlerle gerçeğe dönüştürüleceğini saptayan somut bütünlüktür.

Yaygın kanının aksine, örneğin “işçi sınıfı öncülüğünde iktidarın ele geçirilmesini takip eden sosyalist kuruluş” düşüncesi, bir stratejiden çok, kuramsal bir modeldir. Bu model değersiz ya da işe yaramaz değildir, aksine elde bu tür bir model bulunmadığı sürece hiçbir yaratıcı stratejinin sonuç alması beklenmemelidir. Ancak kuramsal modelin değeri, ancak hayata geçirildiği ölçüde gerçek karşılığını bulur.

Diğer bir deyişle, işçi sınıfının öncülük misyonunu yerine getirmesi için ne tür araçların ve yöntemlerin kullanılacağı, sınıf mücadelesinin ülkedeki hangi siyasal ve toplumsal gündemler üzerinden keskinleşeceği, iktidarın ele geçirilmesi sürecinde devreye sokulacak aygıtların neye benzeyeceği, sosyalizmin kuruluş sürecinde faydalanılacak kaynakların neler olduğu gibi somut sorulara somut yanıtlar bulunmadığı sürece, eldeki modelin dönüştürücü bir pratik üretmesi imkansızdır.

Yine yaygın kanının aksine, Lenin’in ve bolşeviklerin Rusya’daki pratiği, bizim açımızdan strateji değil, tarihsel (ve başarılı) bir örnektir. Lenin’in sosyalist devrim mücadelesini başarıya ulaştıran stratejisi, doğası gereği, döneminin ve Rusya’nın somut koşullarına yanıt verecek biçimde üretilmiştir. Lenin’in bu “özgül bağlam”ı kavranmadığı sürece, bir kitabını diğerinin karşısına çıkarmak, 1905’teki Lenin ile 1917’deki Lenin’i tokuşturmak, dolayısıyla leninizmi eklektik bir yaklaşımla yorumlamak kaçınılmazdır.

Oysa Lenin’in stratejisini başarıya ulaştıran ve aynı zamanda birbirini çeler gibi görünen yönlerini bir bütünlüğe kavuşturan, bizzat Lenin tarafından zenginleştirilmiş kuramsal modeldir. Bizim leninizmden anladığımız ise, tarihsel örneğin kendisi değil, (Lenin’in de yaptığı gibi) bir strateji inşa ederken kuramsal modele gösterdiği sadakattir.

Türkiye’de ise strateji tartışmaları, çok uzun yıllardır, özetlediğimiz uçlarda gezinerek yapılıyor. Strateji söz konusu olduğunda, ya eldeki kuramsal modelle yetinen ya da çeşitli tarihsel örnekleri yinelemeyi tercih eden yaklaşımlar dile getiriliyor. Ancak, baştan bu yana vurguladığımız gibi, gerçek bir strateji, kuramsal modele ya da tarihsel örneğe indirgenmemiş, özgül bağlamlı bir yeniden üretimle inşa edilebilir.

Burada ise bir başka soru karşımıza çıkıyor: bir strateji nasıl inşa edilir? Eğer Lenin’e bir “deha” atfediliyorsa, aranan şey en çok bu soruya verdiği yanıtta gizlidir. Yanıt ise, somut durumun somut çözümlemesidir.

Somut durumun somut çözümlemesi dendiğinde, genellikle mevcut koşullarda ne yapılıp yapılamayacağını gösteren bir envanter anlaşılır. Bir tür “durumdan vazife çıkarma” olarak kavranır. Oysa, somut durumun somut çözümlemesi, başlı başına kuramsal bir işlemdir. Bilimin ve tarih bilincinin özgül ve somut bir bağlamla buluşturulması ve yeniden üretilmesidir kast ettiğimiz.

Bu anlamda, kuramsal bir işlem olarak somut durumun somut çözümlemesi, marksist epistemolojinin, yani “bilme yöntemi”nin kurallarına bağlıdır. Marksizm açısından ele alırsak, somut durumun somut çözümlemesinin yöntemsel olarak iki unsuru gerektirdiğini söyleyebiliriz. Birincisi, bilgi üretimi saf ve soyut kavramlar dünyasında gerçekleşmez, mutlaka özgül bir bağlama ve somut ilişkilenme kanallarına ihtiyaç duyar. İkincisi ise, bilgi üretimi salt düşünsel bir faaliyet değil, bizzat pratiğin içerisinde gerçekleşen bir süreçtir. Hatta pratiğin kendisi, aynı zamanda bilginin edinilmesidir.

O halde, eğer bir strateji oluşturmak amacıyla somut durumun somut çözümlemesine girişeceksek, bu girişimi hem özgül ve somut bir bağlamın, hem de belirgin bir pratiğin, etkinliğin, ilişkilenmenin içinde yapacağız.

Her iki özelliğin de bizi siyasete taşıdığı açık olsa gerek. Çünkü özgül bağlamın ve somut pratiğin kuramsal düzeyde tanımı yapılamaz. Diğer bir deyişle, somut durumun somut çözümlemesi gibi kuramsal bir işlem için gereken koşullar, ancak siyaset alanında, siyasal düzeyde tanımlanabilir.

Yani strateji inşası ya da somut durumun somut çözümlenmesi, ancak siyasal mücadelenin etkin bir bileşeni, öznesi, parçası olunarak gerçekleştirilebilir.

Siyasal pratik, somut çözümleme ya da strateji yoksa, eldeki kuramsal model ne kadar sağlam olursa olsun, ya sekterlik ya da ütopyacılık olarak “teorik sapma” kaçınılmaz olacaktır.

Kendisini hayata geçiremediğimiz bilgi, bir bilgi olarak saflığını koruyacaktır elbet, ancak bu bilgiye sahip olduğunu düşünenlerin silikleşmesini önlemeyecektir.

“Tekhne”si olmayan bir devrim, bir düş ya da umut olarak çok insanı cezbedecektir tabi, ama bu cazibenin dünyayı dönüştürmesi mümkün değildir.

Stratejisi olmayan, onun yerine modellere ya da örneklere gömülen, böylelikle gerçek ve somut bir iktidar yolu kurmayı erteleyen bir devrim mücadelesi, olsa olsa tarihin dipnotlarında rastladığımız romantik (ama başarısız) devrimcilerin öyküsünü andıracaktır.

Bu öykü de içli, esinli ya da öğretici olacaktır elbette.

Ama devrimcilik, öykülerin değil, tarihin kahramanı olmayı gerektirir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 27.05.2015- 10:24


Sosyalizme yol açmak
Can Soyer
 

Marx Grundrisse adlı çalışmasının bir yerinde “genel anlamda” üretimin olmadığını, her üretim etkinliğinin belirli koşullar altında gerçekleştirildiğini söyler. Yani “genel anlamda” üretim, sadece bir soyutlamadır ve yöntemsel düzlemde vazgeçilmez bir terminolojik fayda sunar. Ancak gerçek yaşamda, toplumsal alanda üretim, mutlaka içinde gerçekleştirildiği koşulların biçimlendirdiği bir etkinliktir.

Marx’ın “üretim” kavramı için önerdiği, kuşkusuz, siyaset için de geçerlidir. Diğer bir deyişle, tıpkı üretim gibi, “genel anlamda” siyaset de sadece bir soyutlamadır. Bunun ötesinde ise siyaset, mevcut koşulların ve toplumsal zeminin somut özellikleriyle bağlantılı olarak tanımlanabilir.

Demek ki her soyutlamanın gerçek yaşamdaki somut koşullarla ilişkiye sokulması, yani özgülleştirilmesi gerekiyor.

Bu yüzden, siyaset yapma niyeti olan özne de kendi konumunu ve hedeflerini sürekli ve yeniden özgülleştirmelidir.

Bu noktada, söz konusu özgülleştirmenin hangi parametreler üzerinden yapılacağı sorusu çıkıyor karşımıza. Eğer konumuz siyaset ve toplumsal yapının dönüştürülmesi ise, sorunun yanıtı da toplumsal ilişkilerin içerisinde aranmalıdır. Yani, siyaseti somutlaştırıp özgülleştirmek için bakılacak yer, o dönemin konjonktürü ve toplumsal dinamiklerin hareketlilik derecesidir.

Daha da açık olarak söylersek, “genel anlamda” siyasetin ötesine geçip verili konjonktüre müdahale edebilecek ve toplumsal dinamikleri yönlendirebilecek bir somut siyaset biçiminin oluşturulması için, söz konusu toplumdaki tarihsel ve güncel mücadele başlıklarını, sınıflar arasındaki güç ilişkilerini, iktidar ile devlet aygıtının meşruiyet durumunu, farklı toplumsal kesim ve grupların talep ve beklentilerini, bu beklentilerin sistem tarafından karşılanıp karşılanamayacağını hesaba katmak, bunların her birine yönelik pratik ve gerçekçi yaklaşımlar geliştirmek gereklidir.

Bu iş burada söylendiği kadar kolay mı peki? Görünen o ki, siyasete bakışı belirleyen kimi alışkanlıklar nedeniyle, hiç de kolay değil.

Tam bu noktada ise Lenin’in iki uyarısını hatırlamak gerekiyor.

İlk uyarı şöyle: “Komünistlerin düştükleri en büyük ve en tehlikeli yanılgılardan biri, bir devrimin yalnızca devrimciler tarafından yapılabileceği fikridir”.

Kuşkusuz bu uyarı devrimin devrimci olmayanlar tarafından yapılacağı anlamına gelmiyor. Lenin’in vurgusu, sadece, komünistlerin ve devrimcilerin ancak geniş kitlelerle ve toplumsal hareketliliklerle ilişkilenerek devrimi başarıya ulaştıracağına yönelik. Zira, bu uyarının işaret ettiği en büyük tehlike, yine Lenin’e göre, devrimcilerin kitlelerden kopup tecrit olmasıdır.

İkinci uyarı ise şu sözlerle ifade ediliyor: “Proletarya diğer sınıf ve partilere asla ‘bir tek gerici kitle’ gibi bakmamalıdır: tersine bütün politik ve sosyal yaşama katılmalı, ilerici sınıf ve partileri gericilere karşı desteklemeli, mevcut sisteme karşı her türlü devrimci hareketi desteklemeli, her türlü ezilen ulusun veya ırkın, her türlü ezilen mezhebin, haklardan yoksun cinsiyetin vs. savunucusu olmalıdır”.

Üstelik Lenin bu uyarısını, proletaryanın bağımsız siyasal partisinin kurulması çağrısı ile aynı paragrafta dile getiriyor. Hem de birini diğerinin karşısına koymadan veya aralarında kronolojik bir sıralama yapmadan.

Devam edelim.

Marksizmin hem bilimsel hem de siyasal açıdan en üstün yanlarından birisi, kapitalist toplumun yasalarını ve temel çelişkisini açıklıkla tanımlamış olmasıdır. Emek-sermaye çelişkisi, hem kapitalist toplumun anlaşılması, hem kapitalizme karşı mücadelenin oluşturulması hem de kapitalizmden kurtuluşun sağlanması için merkezi ve belirleyici halkayı göstermektedir.

Öte yandan kapitalizmin temel çelişkisi olarak emek-sermaye çelişkisi, kapitalizmin tek çelişkisi değildir. Temeldeki eşitsizlik üreten yapı, beraberinde toplumsal yaşamın bütün alanlarında çok çeşitli eşitsizlikler ve çelişkiler de üretir. Marksizmin bilimsel ve evrensel tezi, bu çeşitli çelişkilerin temeldeki emek-sermaye çelişkisi tarafından belirlendiği; emek-sermaye çelişkisi ortadan kaldırılmadığı sürece diğer çelişkilerin de yeniden ve yeniden üreyeceği; dolayısıyla köklü ve tayin edici bir çözüm için siyasal mücadelenin nihai hedefinin emek-sermaye çelişkisini ortadan kaldırmak olması gerektiğidir.

Ama bu önermede, sürekli gözden kaçan bir ince çizgi var.

Çünkü marksizmin yukarıdaki tezi, emek-sermaye çelişkisi dışındaki çelişkileri, bir tür gereksiz mesai, angarya ya da temel çelişkinin fark edilmesini önleyen “çapak”lar olarak görmek ve bunlara burun kıvırmak anlamına gelmemektedir.

Emek-sermaye çelişkisi dışındaki hiçbir karşıtlıkla ilgilenmemek, buralarda ilerici veya dönüştürücü bir enerji görmemek, bu tür mücadele başlıklarına “düzen içi” diye kıymet vermemek, kof bir radikalizm taklidi olmanın yanı sıra, bizzat Lenin’in ekonomizm olarak adlandırdığı sapmayı da ifade eder.

Öyleyse, şimdi daha somut kimi sonuçlara gelebiliriz.

Eğer “genel olarak” siyaset diye bir şey yoksa, siyaset mutlaka verili konjonktür ve dinamikler ışığında özgülleştirilmeliyse, sabah akşam sosyalizmin lafzını sayıklamaktan ibaret bir pratiğe siyaset denemez.

Toplumsal yapının dönüşümüne bağlı olarak, farklı dinamikler farklı dönemlerde hareketlilik kazanırlar ve yine farklı ölçülerde ilerici/muhalif özellikler edinirler, edinebilirler. Bir dönem gündemde bile olmayan bir toplumsal dinamik, hareket niteliği kazanarak son derece önemli bir mücadele başlığı haline gelebilir.

Hangi dinamiklerin veya taleplerin ilerici karakter taşıdığını ise, verili koşullarda o talebin düzen sınırları içerisinde karşılanıp karşılanamayacağı belirler. Normal koşullarda düzenin ortalama kapsayıcılığı sayesinde bile pekala karşılanabilecek kimi talepler, özel kırılma anlarında ya da kriz uğraklarında düzen tarafından karşılanamaz hale gelebilir. Böyle anlarda, karşılanamayan taleplerin biriktirdiği enerji, tutarlı bir siyasal hatla buluşup yıkıcı bir güç kazanabilir.

Bu tür farklı dinamikler ve hareketlilikler, son tahlilde temel çelişkinin belirlenimi altında olsalar da, asla temel çelişkinin sahte veya yapay görünümleri değildir. O yüzden, örneğin kadın sorunu, en genel anlamda kapitalizmin eşitsizlik üreten yapısıyla ve temel çelişkiyle belirlenmiş olmasına rağmen, gereksiz bir meşguliyet, bizi temel çelişkiye yönelmekten alıkoyan bir angarya olarak görülemez.

Kadın sorunu için geçerli olan, laiklik, özgürlük, yurttaşlık hakları, iş güvenliği ya da sosyal politikalar gibi başlıklarda da aynı derece de geçerlidir.

Buradaki görev ise, tarihsel sabitimiz olan sınıf dinamiğini, o dönemin ilerici/yıkıcı dinamikleriyle ve hareketleriyle buluşturacak stratejinin ve yolun oluşturulmasıdır.

Velhasıl, sosyalizmin neredeyse bir “kimliği” ifade eder hale geldiği eski mücadele tarzı, etkin ve sonuç alıcı siyaset yapma fırsatlarının ortaya çıktığı günümüzde tümüyle geride bırakılmalıdır.

Sosyalistler kendi varlıklarına methiyeler düzüp bir gün önlerine serilecek kırmızı halıyı beklemek yerine, içinde yaşadıkları toplumda hangi güçlerin ilerlemeye yatkın olduğunu, hangi siyasal dinamiklerin rejimin varlığını sarsabileceğini, hangi hareketliliklerle ilişkilenebileceğini, hatta ittifaklar kurabileceğini somut olarak ortaya koymaya başlamalıdır.

Elinizde onu nasıl hayata geçireceğinize dair bir stratejiniz yoksa, sosyalizmi günde kaç kere telaffuz ettiğinizin veya içinde “işçi sınıfı” geçen kaç sosyal medya paylaşımı yaptığınızın falan hiçbir önemi yoktur çünkü.

Bugün laiklik mücadelesini devrimci bulmayanların, özgürlük mücadelesini liberallere bırakmayı savunanların, sosyal politikalar alanındaki kazanımları reformizm sayanların ya da çevre sorunlarına küçümseyici bir bilgiçlikle yaklaşanların sahip olmadıkları şey, bu somut ve pratik mücadele yoludur.

Bu yolu bulmak, muazzam bir aranışçılığı gerektirdiği için, kuşkusuz, biraz yorucudur.

Ama içinden geçtiğimiz dönemin ruhu, “aut viam inveniam aut faciam”* diyen Kartacalı Hannibal’in ruhudur.

*”Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız”




Bu ileti en son umut tarafından 27.05.2015- 10:24 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Çıkışı olmayan kriz melnur 0 3749 24.08.2016- 10:57
Konu Klasör Kazananı olmayan seçim şibusa 2 3483 07.04.2014- 19:29
Konu Klasör Olmayan kararla Boyun Eğme'ye engelleme umut 0 2484 27.12.2015- 09:34
Konu Klasör Devrimci olmayan durumda toplumsal siyaset... melnur 3 1882 13.11.2020- 03:31
Konu Klasör Geri dönüşü olmayan yol/Aydemir Güler melnur 0 3185 02.12.2013- 12:15
Etiketler   “Tekhne”si,   olmayan,   devrim
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS