SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Belge ve İnsel okuduktan sonra AKP'li oldum           (gösterim sayısı: 4.619)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 27.05.2015- 15:16


Kızılkaya: Belge ve İnsel okuduktan sonra AKP'li oldum

AKP'li Muhsin Kızılkaya, eskiden sosyalist olduğunu ancak Ahmet İnsel ve Murat belge okuduktan sonra muhafazakarlara yakınlaştığını ifade etti.

Resim Ekleme

AKP Mersin milletvekili adayı Muhsin Kızılkaya, eskiden sosyalist olduğunu ancak Ahmet İnsel ve Murat belge okuduktan sonra muhafazakarlara yakınlaştığını söyledi.

Habertürk gazetesinden Kürşad Oğuz’a konuşan AKP’li Muhsin Kızılkaya, "AK Parti 2002’de kurulduğunda İslami hareketlere acayip önyargılı bir bakış vardı. Ben o zamanlar rijid bir solcu, sosyalist bir Kürt’tüm. İslami hareketlere, muhafazakarlara hoşgörüyle yaklaşıp onların memleketi dönüştürebileceğine, vesayetçi rejimi kırabileceğine dair bir inanç gelişmişse bende, tek müsebbibi Birikim Dergisi; Laçiner, İnsel ve Belge’dir" dedi.

AKP’li Muhsin Kızılkaya'nın açıklamalarının bir bölümü şöyle:

-Yıllar önce AKP’ye karşı çıkışların vardı. Sonra neden AKP’de yer almak istedin?

AK Parti 2002’de kurulduğunda İslami hareketlere acayip önyargılı bir bakış vardı. Ben o zamanlar rijid bir solcu, sosyalist bir Kürt’tüm. Ama sosyalistlerin yöntemlerini de benimsemiyordum. “Bir hata var, neden bu hareket büyümüyor” diyordum. 90’larda bütün hak ihlallerinin göbeğinde yer aldım, DGM’de aydınların mahkemesini kaçırmazdım. İmza kampanyaları, Kürtlere destek... Ama 28 Şubat’ta düzgün bir sınav vermedim. İnsanların ne kadar mağdur olduğuyla ilgilenmedim.

-Bir nedamet mi bu?

Evet. Kürtlere yapılan zulümler gibi, Müslümanlara yapılanlara da karşı durmalıydım. “Herkese türban taktıracaklar, şeriat getirecekler” diyenlerin içinde yer aldığın için ister istemez sen de inanıyordun.

-Solcu olduğun için mi?


Hayata sadece kendi penceremizden baktığım için... 2002’de annem İstanbul’a geldi, Tayyip Erdoğan partiyi yeni kurmuştu. Anneme kime oy vereceğini sordum. “Hapishaneden yeni çıkmış biri var, ona” dedi. “Sen onu nereden biliyorsun?” dedim. Annem tek kelime Türkçe bilmez, televizyon izlemez ama Erdoğan’ı, ona oy vermesi gerektiğini biliyordu. Şaşırmıştım. Ben gazeteciyken Erdoğan belediye başkanıydı. Yılmaz’ın (Erdoğan) tiyatrolarına gelirdi ailesiyle. Karizmatikti. Ama ona “dinci, İslamcı” diyorlardı ve ben de kibirli bir sosyalist, devrimciydim. Sonra Birikim Dergisi’nde Ömer Laçiner, Murat Belge’lerin yazdıkları beni çok etkiledi. İslami hareketlere, muhafazakârlara hoşgörüyle yaklaşıp onların memleketi dönüştürebileceğine, vesayetçi rejimi kırabileceğine dair bir inanç gelişmişse bende, tek müsebbibi Birikim Dergisi; Laçiner, İnsel ve Belge’dir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yura
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.02.2014
İleti Sayısı: 816
Konum: Bolu
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: yura
Cevap Tarihi: 27.05.2015- 18:00


bu nasıl sosyalistmiş böyle, kendi bilgisi yokmuymuş, sosyalist isen akp'de ne işin var?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.05.2015- 11:14


Öfke ile inanç
Mesut Odman


Hiç öfkesi kalmamış insanın, bırakalım başka şeyleri, yaşaması bile mucize yaratmak kadar güçtür. Herhangi bir inancın insanı ayakta tutabilmesi, öfkeden arınmışsa, mümkün değildir. Zaten, hiçbir öfkesi olmayan bir inanç, ancak dinlere inananlarda, onların da küçük bir bölümünde görülebilir. Hatta orada bile, dinler kendilerini yaygınlaştırmak, kimileyin de korumak   amacıyla şu ya da bu biçim ve şiddette mücadeleyi öngördükleri için, öfke olmadan olmaz. Uzatmadan bir sonuca ulaşmaya çalışırsak, öfkelenmeyenin mücadele etmesi beklenemez, diye noktalayabiliriz.

Bu cümleleri iki nedenle erteleyemeyeceğimi düşündüğüm bir tanıtım yazısına giriş olmak üzere sıraladım. Artık iyice unuttuğum çok eski yıllarda, bize yol gösteren büyüklerimizden işittiğim ve okuduğum bir söz vardı. Yazı yazmayı öğrenmenin ve öğretmenin en iyi yollarından biri, kitap tanıtım yazısı yazmak ve yazdırmaktır, derlerdi. Doğrudur. Lâkin, benim şimdi yazacağım tam bu tür bir tanıtım yazısı olmayacak. Bir değinme belki.

Önce, neden erteleyemeyeceğimi düşündüğümü belirtmeliyim.

Birincisi, Ankara’da kitabı edinmem epey uzun sürdü; dolayısıyla, zaten yazmakta gecikmiştim ve 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde ve hemen sonrasında oluşacak gündemin aşırı zorlayıcı baskısı altında daha da gecikebilirdim.

İkincisi, iki gün önce, soL.haber’de ve başka yerlerde, AKP’nin bir Kürt milletvekili adayının söylediklerini okudum. Bu aday, adı geçen parti kurulduğu sıralarda “rijid bir solcu, sosyalist bir Kürt” olduğunu söylüyordu. Anlaşılan, sosyalistliğinin ne kadar “rijid” olduğunu açıklamak için de şu kanıtları getiriyordu: “90’larda bütün hak ihlallerinin (herhalde, o ihlallere karşı çıkışların, demek istiyor) göbeğinde yer aldım, DGM’de aydınların mahkemesini kaçırmazdım.” Derken, gazetecilikle uğraşan ve kendi deyişiyle “kibirli bir sosyalist” olan bu genç, Birikim dergisini okumaya başlamış ve “Ömer Laçiner, Murat Belge’lerin yazdıkları” kendisini çok etkilemiş. Böylece şu hakikate ulaşmış: “İslami hareketlere, muhafazakârlara hoşgörüyle yaklaşıp onların memleketi dönüştürebileceğine, vesayetçi rejimi kırabileceğine dair bir inanç gelişmişse bende, tek müsebbibi Birikim Dergisi; Laçiner, İnsel ve Belge’dir.”

Bu haberi okur okumaz, herhalde övgü niyetine söylüyor bunları çocuk, dedim kendi kendime; ama şimdi burada övülenlerin en az ikisi, Belge ile İnsel, bu övgüden hoşlanmış olamazlar, çünkü şu sıralar yine solculuk yapma peşine düştüler.

İşte bir de bu nedenle, “Belge’li Birikim gericiliği” tamlamasını dilimize kazandırmış ve bu gericiliği kovalamayı hiç savsaklamamış olan Osman Çutsay’ın kitabına bir değinmede olsun bulunmamanın, hem de haklılığının bir kez daha kanıtlandığı günlerde, bağışlanmaz bir ihmal olacağını düşündüm. Değinme deyip duruyorum; çünkü, bu kitabın üzerinde uzun uzadıya durmak bir yana, bir tanıtma yazısı yazmak bile benim şu anda ayırabildiğimden çok daha fazla bir emek zamanını gerektiriyor. Hem kendi okuma alışkanlıklarım hem de böyle bir yazı yazma niyetim yüzünden elime kurşun kalemi alıp masa başına oturduğumda, altını çizmeden   ya da yanına işaret koymadan geçebildiğim cümle kalmamaya başlayınca, o tür bir okumadan da yazıdan da vazgeçmek zorunda kaldım.

“Öfke” başlığı ile “Türk Çürümesinde Sanatın Rolü” alt başlığını taşıyan bu kitap, Beyaz Baykuş yayınları tarafından, Nisan 2015’te İstanbul’da basılmış. Çok titizlenildiği belli, temiz bir baskı olduğunu hemen söyleyebilirim.

Başka mecralar bir yana bizim soL okurlarının tümüne yakını, yazarın adını sanını, nasıl bir yazar olduğunu bilirler. Yine de benim birkaç bilgi eklememde sakınca olmasa gerektir. Osman Çutsay, kendisi bu tür kuşak yakıştırmalarına benim kadar kızmıyordur umuduyla söylersem, bir “78 Kuşağı” mensubudur; demek, onar yıllık dönemlerle yapılan bu kuşak yakıştırmaları bakımından, benden bir sonraki kuşaktan. Bu, anılan yıllarda devrimci üniversite öğrencisi olmak, anlamını taşıyor. Peki, devrimci olmasa olmaz mı? Benim tanımıma göre, olmaz; pek hoşlanmadığımı az önce belirttiğim bu kuşak sınıflandırması, ancak devrimcilerle ilgili olduğunda benim açımdan kullanılabilirdir. Çutsay, o yıllarda, Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin bir öğrencisidir ve, aynı zamanda, yine Ankara’da yayımlanmakta olan Sosyalist İktidar dergisi çevresinde çalışan bir devrimci öğrencidir; daha önemlisi, bizim sosyalist iktidar yürüyüşümüz içinde yetişmeye başlamış, daha sonra ve özellikle yaklaşık çeyrek yüzyıldır yaşayıp çalıştığı Almanya’da kendini geliştirmiş ve aradan otuz beş yılı aşkın bir süre geçtikten sonra da o yürüyüşün içinde olan bir mücadelecidir. Çok okuyan, çok düşünen, çok çalışan, bütün bunları sosyalist iktidar için gerekli olduğunu gözeterek yapan, yaparken de sözünü sakınmayan, başka bir anlatımla, hocasından, hepimizin hocası Yalçın Küçük’ten ödünç aldığı deyişle “entelektüel şiddet” uygularken gözünü kırpmayan, benzerleri hâlâ pek az sayıda olan bir devrimci işte. Sayıları biraz olsun çoğaldığında, pek çok sorunumuzu çözmüş olacağız.

Osman, bu kitaba yazdığı “ilksöz”de ve içindeki bazıları çok yeni, bazıları biraz daha eski incelemelerle değinmelerde, toplumumuzun ve asıl onun nesnel anlamda bir parçası olan solumuzun son otuz beş yıldaki çürümesinde sanatın önemli bir işlev gördüğünü ileri sürüyor; buna ilişkin yaşantılarını, gözlemlerini, saptamalarını sergiliyor; bütün bunlarla birlikte ve bunların bir ürünü olarak, son derece sarsıcı, birçoğumuz için irkiltici vargılara yahut önerilere ulaşıyor. Daha doğrusu, bu vargılarla önerileri tek bir başlıkta toplamak mümkün: Bugünkü yapılışı, üreticileri ve ürünleriyle sanat, vazgeçilebilirdir. Bu benim özetlemem oldu. Kendi kendisiyle bir konuşma olarak tasarlayıp yazdığı ve bu yılın başlarının ürünü olduğunu sandığım bir incelemesindeki kendi satırlarıyla aktarırsak, şöyle: “Sanat, tek başına çürütüyor. Sanat, somut bir çözülme ve çürümedir. Solsuz ve siyasetsiz sanat, piyasanın kutsanmasından başka bir anlam taşımaz. Çaresizlik, piyasa dediğimiz mezbahanın öpüp başına koyduğu bir ekmektir ve sanat en çok çaresizlik, yalıtılmışlık üretir.” (s. 289)

Mart 2015’te yazıldığı belirtilen “ilksöz”de söylenenlerin bazılarını da vurgulamakta yarar görüyorum: “Sonuçta, istisnalar 40 yıldır kaidenin altında kalmıştır: Türkiye’deki sanat erbabının, bir eğilim olarak, ne denli satılık, satıcı ve uşak olduğunu, en iyi 1980 sonrası Türkiye’deki toplumsal pratik göstermiş sayılmalıdır. Direnenler elbette vardı, ama onlar sanatçılık adına falan değil, devrimci oldukları için direndiler. Direnç kaynakları hakkındaki bilgileri yanlıştır. Ama dürüsttürler. Zaten de yenildiler. Yenildik. Sanatı cansiparene savunanlar ise zaman içinde en büyük ve en ahlaksız satıcılar olduklarını ilan etmek zorunda kaldılar. Her yerdeler.” (s. 11)

“Yerleşik kabullerin dışına çıkmayı arayan ve hep ters köşeden yanıtlar bulmaya çalışan metinlerden” oluştuğu belirtilen kitabın önerisi ise şöyle özetleniyor: “Bir başka araştırma alanı: Sanat ürünlerinin siyasal anlamları, toplumdaki siyasal yapılar ve insanların siyasallaşmasındaki rollerini irdelemek ve aynı şekilde toplumdaki siyasallaşmanın, siyasallaşmış insanın sanat ürünlerinin üretim sürecine doğrudan ve dolaylı etkisini araştırmak, siyasetin aşırı belirlendiği yeni ortaçağımızda, özel bir gereksinim olarak öne çıkıyor: Sanat politolojisi. (…) Modern zamanlar toplumu, burjuva toplumu veya demokratik toplumlar, isteyen ‘demokrasi’ olarak da okuyabilir, her şeyin yalana dönüştürüldüğü ve insanın da sürü hayvanına benzetildiği bir siyasal pratiğin adıdır. Dolayısıyla, böyle bir pratiğin ürünü ve böyle bir pratiğin yaratıcısı sanatı araştırırken, ayrıcalıklı bir siyaset vurgusuna ihtiyaç duymamız anlaşılabilir. (…) Sanat politolojisi, romanlarda, şiirlerde, öykülerde, enstalasyonlarda, ışık üzerinden türetilen görselliklerde, alışılmış tablolarda, radikal kopuş denemelerinde, şarkılarda ve yeni müzik arayışlarında, sinemada, tiyatroda, mimaride, aklımıza gelen her yerde, sanatın siyaset, siyasetin de sanat olarak gözlenme gereksinimine verilmiş bir yanıttır.” (s. 15-16)

Bu yazının başlığına ve ilk satırlarına dönerek bitirecek olursam, öfke ile inancın bütünleşmesine değinmem gerekecek. Onu da, kitabın pek çok yerinde bulmak mümkün olmakla birlikte, en sondaki iki paragrafı buraya aktararak yapmak en iyisi:

“Bugünkü çöküşümüzü hazırlayanlar, sanatçıydılar, önce onlar teslim oldular ve aydın kaynaklarımızdan başlayarak tüm toplumu çürütmeyi başardılar. Slogan dedikleri şey kendilerine hep sosyalizmi ve sosyalist deneyimleri hatırlattığı için, ki haksız sayılmazlar, bunun sanat pratiklerinden uzak tutulması yolunda büyük çaba harcadılar. Başarılı oldular.

“Her şeyi altüst edeceğimiz, toprağı metrelerce havalandıracağımız bir dönemin içindeyiz. Toprağın bağrını yarmadan olmuyor bu işler. Ekmeden biçilemiyor. Hafriyat yoksa yeni bina da yok. İsteyen buna içsavaş diyebilir. Bir içsavaş ilan etmek zorundayız. Son çaremizdir.”



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.05.2015- 11:18


'Kullanışlı şeyler'
Mustafa Kemal Erdemol


Muhsin Kızılkaya'ya sosyalistler olarak bir teşekkür borcumuz var.   Çünkü batının “sınıfsal içeriği boşaltılmış” aydınlanmacılığını “tercümeler” yoluyla memleket topraklarına, sol içinde görünerek aktaran Murat Belge - Ahmet İnsel gibilerin içinde yer aldıkları Birikim Okulu'nun (BO) aslında bir muhafazakar üretim atölyesi olduğunu onun kadar açıkça kimse anlatamazdı.

Kızılkaya, düzenin kabul ettiği bir “makbul Kürt” olarak bir zamanlar içinde yer aldığı Sol'dan kopmasında bu okulun büyük etkisi olduğunu “İslami hareketlere, muhafazakârlara hoşgörüyle yaklaşıp onların memleketi dönüştürebileceğine, vesayetçi rejimi kırabileceğine dair bir inanç gelişmişse bende, tek müsebbibi Birikim Dergisi; Laçiner, İnsel ve Belge’dir" cümleleriyle ifade ediyor. Öncesinde yine kendi deyimiyle, - BO'nun özenti Türkçe'siyle elbette- , “rijid bir solcu, sosyalist bir Kürt'tü ama sosyalistlerin yöntemini de benimsemiyor”du. Zorlamayla biçim değiştirmeyen anlamına gelen Rijid sözcüğüne ters düşer bir biçimde bugün gayet biçim değiştirmiş bir örnek olarak karşımızda duruyor.

Solun yükselme döneminde, “atmosferin dışında kalmamayı” Rijid'lik olarak anlatması yanıltıcı olmasın. Bu bildiğin “yükselen değer” kuyrukçuluğudur tabii ki. Atmosfer uygun olsaydı BO'nun başından beri muhafazakar/sağ fikirleriyle buluşabilirdi rahatlıkla, Rijidliği de (!) engel olmazdı buna. Bu “atmosferi” şimdi milletvekili adayı olduğu AKP iktidarında bulmuştur. Faydacılığının teorik temellerini aramasına da gerek kalmamıştır, çünkü BO her an elinin altındaydı.

“İslami hareketlerin memleketi dönüştürebileceği” inancı sadece BO liberallerinin pompaladığı bir anlayış. Ülkede devrimci, dönüştürücü olanın aslında sağ olduğunu ileri süren İdris Küçükömer gericiliği de bu ülkede liberallik sanıldı. BO'nun beslendiği batılı liberal anlayışta “dönüştürücü olmanın” yolu, sivil toplum kurumlarına dönüşmemis, devletdışı dinsel yapılara karşı olmaktan geçti hep. BO'nun liberalliği batı liberalliği yanında (da) bir hayli “gerici”dir bu yüzden. “Türk liberali”nin “yerel” kalmasının nedeni budur. Kızılkaya'nın buluştuğu gericilik bu tür bir gericilik işte. Batı Liberalliği'nin sınıfsal mücadeleyi engelleyen her maddesini benimseyip, dine itirazını almamak “tercüme entelektüelliği”nin ülkedeki macerasının özeti. BO'nun dergisi Birikim'de, İslamcı Ali Bulaç eliyle, İslamın başka yapılardan hoşgörü beklediği güçsüz döneminde ortaya atılan Medine Vesikası'nın “başka düşüncelere hoşgörüyle yaklaştığı” yalanı çokça yer aldı. Muhsin Kızılkaya, milletvekili olmaya soyunduğu AKP'de bu yalanın “gerçek” olduğunu anlayacak “hidayete” ermiş görünüyor.

Kürt hareketindeki durgunluğun AKP sayesinde giderilebileceğine inanmış bir Kürt olarak, Kürtler açısından vesayetten kurtulmanın yolunun İslamcılıktan geçtiğini ona anlatacak bir başka okul bulabilecek mi acaba Kızılkaya? Bizzat içinde yer almış Kürtlerin koptuğu AKP'nin vesayetten kurtardığı (!) Türkiye, başka hiç bir düşünceye tahammülü olmayan gerici/İslamcı vesayet ülkesidir bugün. Kızılkaya, ne tesadüf, bu ortamda muhafazakar/islami hareketlerin dönüştürücü(!) olduğunu keşfetmiştir. Liberalliğin gericileştirdiği onlarca figürden biri olarak Kızılkaya çarpıcı bir örnektir.

Sol'dan(!) gelip, solun ceberrutluğu yüzünden “iyi insan” olma şansını yitiren, şimdilerde bu şansı yakalamış görünenlerden biri de Mahmut Övür'dür. “Dev-Sol'dan geldiğini farklı sol fraksiyonların içinde yer aldığını söyleyen” Övür, 1978'den sonra kişisel hayatını sorgulamaya başladığını vurguluyor. Bu “sorgulama”nın bunca yıl sürmesi, nihayet 2015'de AKP'den milletvekili adayı olunca sona ermesi, düşünce faaliyeti açısından içinde bulunduğu sefilliği de gösteriyor elbette. İnsanın herhangi bir düşünce'den bu kadar geride kalması tuhaf. Yoksa, sorgulamayı sona erdirecek ikbal kapısını ararken “yanlış kapı”ya giderim korkusu mudur bu kadar gecikmesinin nedeni?

Oysa solu kastederek ifade ettiği “mahalle baskısı”nı 90'lı yıllardan beri hissediyormuş. Ama buna rağmen “hizmet veren başörtülü olmasın” demeye de devam etmiş. İnandıklarını her ne pahasına olursa olsun savunamamanın, tek başına karşı çıkma iradesinden yoksun olmanın itirafıdır bu cümleler. İtiraz, eğer çoğunluğun itirazına dönüşürse, hele de iktidar olursa o zaman “sorgulamaları” bitiyor bu türlerin.

Kızılkaya da Övür de bu itirafları için yıllarca neden beklediler acaba? Moris Farhi'nin Yabanda Yolculuk adlı kitabında bir karakterden şöyle söz edilir: “Bugüne kadar hiç kıç yalamadı. Dürüstlüğünden değil, yanlış kıçı yalarım korkusundan”.

Bunlar “doğrusu”nu bulmuşlar.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yorum2006
[ yorumcu ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.08.2013
İleti Sayısı: 772
Konum: Gizli
Durum: Gizli
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

2 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: yorum2006
Cevap Tarihi: 05.06.2015- 18:09


Sol kesim içindekiler de toplumun içinde yaşayan, çelişkilerle yüklü insanlar çoğunlukla. Özellikle de sempatizan kesimi genelde böyle. Zamanında ülkede sol rüzgarı esiyordu. O dönem sola yakın duranların bir bölümünün şimdi başka yere   savrulması da pek öyle beklenmedik birşey değil. Bu Kızılkaya denilen bey de, rüzgarla başka tarafa savrulmuş. Neyse, adamda az biraz utanma kalmış olmalı ki, bir yandan Belge, İnsel v.b. yi suçunu örtbas etmek için kullanırken, öte yandan ezilen Müslüman kesim, 28 Şubat gibi boş laflarla kendisini halkı çıkarmaya çalışıyor. Aslında içindeki utancı gizliyor, gizlemeye çalışıyor. Boşverin bu adamları. BUnlar zamanı gelir faşist militan da olur, ona da gerekçe bulur. Faşizmin kitle tabanını da halk kesiminden insanlar oluşturuyor gibi felsefeler de atar ortaya. Bu adamları konuşmaya bile değmez.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Nasıl ateist oldum? dayanışma 1 3790 29.09.2014- 13:12
Konu Klasör Jack London: Nasıl sosyalist oldum? melnur 0 1151 23.11.2020- 08:51
Konu Klasör Belge’li pişmanlık! denizcan 0 2130 03.12.2015- 19:08
Konu Klasör Murat Belge:CHP ile yan yana duracağız yura 3 4919 16.02.2015- 12:24
Konu Klasör Yolsuzluk komisyonuna twitterden belge yağıyor denizcan 6 3189 28.01.2015- 23:28
Etiketler   Belge,   İnsel,   okuduktan,   sonra,   AKPli,   oldum
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS