SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
1848 Şubat Devrimi: Cumhuriyet, Demokrasi, Devrim           (gösterim sayısı: 6.526)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: spartakus
Konu Tarihi: 05.07.2015- 19:22


1848 Şubat Devrimi: Cumhuriyet, Demokrasi, Devrim

Bundan 162 sene önce 1848 Şubatında, Fransız proletaryası seçim reformu tartışmaları arasında cumhuriyet ve demokrasi taleplerini yükseltmiş ve Avrupa’da o güne kadarki en büyük devrim dalgasının ateşini yakmıştı. 1848 devriminde Cumhuriyet talebinin en ateşli savunucusu olan Fransız emekçileri yenilgiye uğradı uğramasına, ancak aynı işçi sınıfına ve onun öncüsü komünist devrimcilere eşi bulunmaz dersler bıraktı. 1848 devrimleri, işçi sınıfının demokrasi talebinin devrim mücadelesindeki kilit rolünü, burjuvazinin özgürlük ve demokrasi mücadelesini sadece kendi çıkarlarına hizmet edecek kadar savunabileceğini, özünde bu mücadelenin asıl savunucusu olan emekçilere ve onların örgütlenmelerine karşı gözünü kırpmadan saldıran ve karşı devrimci cephede koşulsuz bir şekilde yer alan bir sınıf olduğunu komünistlere açık bir şekilde göstermiştir.

1848 Devrimlerinin Fitili: Fransız Proletaryasının Demokrasi Mücadelesi ve Şubat Devrimi
İşçi sınıfının demokrasi mücadelesinde 1848 devrimleri bir dönüm noktası olmuştur. Fransa’da başlayan devrimci ayaklanış bir aydan daha kısa bir sürede Avusturya, Macaristan, İtalya, Almanya ve İsviçre’ye sıçramış, İspanya, Danimarka ve Romanya dâhil olmak üzere Avrupa’nın büyük bir kısmını sarmıştır. 1848 devrimleri Avrupa ve dünya tarihi için o kadar önemlidir ki bazı burjuva tarihçileri “dünya hiç bir zaman bir dünya devrimine bu kadar yakın olmamıştır” demişlerdir.

Tüm Avrupa’yı saran bu devrim dalgasının fitilini yakan olay ise Fransa’daki Şubat devrimidir. Şubat devrimi cumhuriyet ve demokrasi mücadelesinin gerçek savunucusunun emekçiler olduğunun, özellikle burjuvazinin artık tümüyle karşı devrimci kampta yer aldığının, monarşiyi yani kralı karşısına alma niyetinin ve cesaretinin hiç bir şekilde bulunmadığının, ilk fırsatta tüm silahlı güçleriyle beraber cumhuriyetin gerçek savunucusu olan proleter devrimcilere ve sınıf düşmanlarına yani işçi sınıfına saldıracağının en açık kanıtı olmuştur.

1789 Fransız Devrimi’nde de kendisini göstermeye başlayan bu gerçekler, 1848’de kör gözün bile göreceği kadar aşikardır. Arkasında cumhuriyet talebiyle hareketlenen kitlesel bir proleter ayaklanması varken gerçek yüzünü gösteremeyen burjuvazi, 1848’de proleter devrimcileri ve ayaklanan işçi sınıfını ezer ezmez, karşı devrimci monarşiyle masaya oturmuş, meşruti bir monarşi için pazarlık etmeye çalışmış ve monarşinin ve burjuvazinin farklı akımları arasındaki it dalaşının sonunda da layığını bulmuştur.

1848 devrimlerinin yenilgisinin derslerini dikkatle çıkaran Bolşevikler, Ekim devrimine bu derslerin deneyimini kuşanarak hazırlanmışlardır.

1848 Şubat Devrimi’ne Uzanan Süreç

Fransa’da, 1830 Temmuz devriminden sonra burjuvazinin tefecilikle zenginleşen kanadı siyasi iktidarı ele geçirmiş, 10. Charles’i tahtan indirerek, Orleans dükü Louis Philippe’i Fransız kralı ilan ettirmişti. Mali sermayeye bağımlı Louis Philippe’in hanedanlığı döneminde burjuvazinin bu kanadı iyice palazlandı. İktidarın baş muhalefetiyse, sermayenin diğer kanadı, yani iktidardan yalnızca ufacık bir pay alabilen sanayi burjuvazisiydi. İşçi sınıfı, küçük burjuvazi ve köylülük ise tamamen iktidar dışıydı.
Mali sermayeye ve onun güdümündeki iktidar karşısında zaten varolan hoşnutsuzluğa yaşanan hasat bereketsizlikleri ve ekonomik kriz tuz biber ekti. İktidar karşıtı hoşnutsuzluk yer yer başkaldırılara sebep oldu.

1830’dan 1848’e kadar geçen sürede işçi sınıfı Louis Philip iktidarına karşı olan tepkisini daha şiddetli ve örgütlü bir şekilde dile getirmeye başlamıştı. 1831 ve 1834 yıllarında Lyon’lu işçiler “ya çalışarak yaşarız ya da dövüşerek ölürüz” sloganı altında, patronların önceden anlaştıkları ücretlere uymadıklarını söyleyerek ayaklanmışlardı. Bu ayaklanmalar şiddetli bir şekilde bastırıldı ancak işçiler yardımlaşma derneklerinde örgütlenmeye devam ettiler. 1848’e uzanan süreçte işçi hareketleri bir yükseliş dönemindeydi. Bu dönemde, Fransa’da pek çok devrimci örgüt de kurulmuş ve Louis Philip monarşisine karşı bir mücadeleye girişmişti. Hakikatin Dostları, Halkın Dostları, İnsan Hakları Derneği, Aileler Derneği, Mevsimler Derneği gibi dernekler – pek çoğunun kuruluşunda Blanqui asli bir rol oynamıştır- 1831-1834 Lyon ayaklanmasında, 1834 ve 1839’daki Paris ayaklanmalarında temel bir rol oynadılar, halkı barikatlara taşıdılar.

Keskinleşen Anayasa Tartışmaları ve Seçim Reformu Kampanyası

1848’e gelindiğinde düzen içi siyasi tartışmalar seçim reformu ve hükümdarın rolü gibi anayasa ilkelerinin gündemleri etrafında gelişen daha genel bir tartışma halini aldı. Burjuvazinin siyasi iktidardan pay almayan kanadında da Louis Phillippe monarşisine karşı muhalefet gitgide artıyordu. Bu grubun büyük çoğunluğunu, sözcülüğünü La National gazetesinin yaptığı cumhuriyetçi burjuvazi oluşturuyordu. Bu grubun taleplerinin merkezinde genel oya dayalı seçimlerin yapılması ve meclise karşı sorumlu bakanların olmasıydı. Bunun yanı sıra basın ve dernek özgürlüğü gibi toplumsal özgürlükler ve gelir vergisi konulması gibi talepleri de bulunuyordu.

İşçi sınıfı arasında da emekçilerin örgütlü mücadelesinin önüne setler çeken Louis Philippe iktidarına karşı muhalefet artıyordu. Sansürlerin artması ve işçilerin eylemlerinin kanlı bir şekilde bastırılması da işçi sınıfının kendisinin de yönetimde yer alacağı bir yönetim düzenine olan ihtiyacını daha açık seçik bir şekilde ortaya çıkarıyordu. 1848’e uzanan süreçte işçi sınıfı seçim reformu yapılması, sansürün kaldırılması, örgütlenme özgürlüğü, iş güvencesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi, yeni iş alanları yaratılması, ve eğitim hakkı gibi talepleri daha net bir şekilde savunmaya başlamıştı.

1847’den başlayarak burjuvazi, küçük burjuvazi ve işçilerin de içinde bulunduğu muhalefet grupları “seçim reformu” sloganı etrafında birleşmişlerdi. Tefecilikle zenginleşen mali burjuvazi tarafından tahta geçirilen Louis Philippe döneminde sadece burjuvazinin en zengin kesimi ve soylular oy kullanabiliyordu. Burjuvazinin orta halli kesiminin, esnafların, işçilerin oy hakkı yoktu. Bu da mali burjuvaziye karşı bir muhalefet başlatan burjuvazinin diğer kesimleri için önemli bir sorundu. Louis Philippe döneminde Fransa’da erkek vatandaşların nüfusu (kadınların ve Fransız vatandaşı olmayanların oy kullanması o dönemde düşünülemiyordu bile) 9 milyondu. Bu kesim içerisinden sadece 100 bin zengin oy kullanma hakkına sahipti. İşte iktidara karşı farklı muhalefet gruplarını birleştiren seçim reformu kampanyası oy hakkının genişlemesini öngörüyordu.

Muhalefet Yasağına Karşı Örgütlenen “Akşam Ziyafetleri” ve Devrimin Patlak Verişi

Ancak dönemin yasak ve sansür koşullarında böyle bir siyasi kampanyayı yürütmek kolay değildi. Zira 1835 yılında kabul edilen bir yasa ile tüm halk toplantıları zaten yasaklanmıştı. Artan muhalefet dalgası karşısında 1847 yılında Louise Phillippe cumhuriyetçi ve demokrat bütün muhalefete toplantı yasağı getirdi. Muhalifler de halk toplantılarının, mitinglerin, ve eylemlerin yasak olduğu bir siyasi ortamda seçim reformu talebi etrafında kitleleri mobilize etmek için campagnes de banquets denilen akşam ziyafeti kampanyası düzenlendi. 1847 Temmuzundan 1848 Şubatına kadar tüm Fransa’da 17 bin kişinin katıldığı 70 akşam yemeği düzenlendi. Muhalif milletvekillerinin de katıldığı bu akşam yemeklerinde, Blankistlerin de içinde olduğu tüm muhalif gruplar bulunuyordu. Bu yemekler demokrasi talebinin dile geldiği kitlesel politik toplantılara dönüşüyordu.

19 Şubat 1848 günü düzenlenmesi planlanan ziyafet ve öncesinde yapılan yürüyüş hükümet tarafından yasaklandı. Bu yasağa karşın yemeğin 22 Şubat’ta düzenlenmesine karar verildi. Bu iktidara karşı alınmış fiili bir ayaklanma kararıydı. Yemek öncesi yürüyüş için meydanda toplanan kalabalığa ateş açılması sonucu yaşlı bir kadın ve bir işçi öldü. O gece halk silah satan dükkanları yağmaladı, devrimci örgütler halka silah dağıttı. Ertesi sabah istasyon, postane, Emniyet Müdürlüğü ele geçirilmişti, barikatlar kurulmuştu. Ulusal muhafızların çoğu halkın yanında yer aldı. Louis-Philippe hükümet değişikliği ile halkı oyalamaya çalışırken sokaktan Cumhuriyetin ilanı talepleri yükseliyordu. Louis-Philippe sonunda kaçtı. Saraya giren halk tahtı yaktı ve belediye meclisini ele geçirdi.

Devrimin Ardından Burjuvazinin Cumhuriyeti İlan Etmekteki İsteksizliği ve İşçi Sınıfının Duruma El Koyması

Halkın tahtı yakması ve meclisin işgalinin ardından muhalefet geçici bir hükümet kurmak için tartışmaya başladı. Muhalefetin ılımlı cumhuriyetçi kesimi ile içinde radikal cumhuriyetçi burjuvazi ve sosyalistlerin de bulunduğu ikinci kesiminin pazarlığı sonucunda, her iki grubun da temsilcilerinden oluşan bir geçici hükümet kuruldu. Belediye sarayına gelen hükümet temsilcileri büyük bir kalabalıkla karşılaştı: emekçi halk kitleleri sayesinde dört sosyalist ve işçi temsilcisi de hükümete girdi.

Devrimle kralı deviren toplumun farklı kesimleri bir uzlaşı sonucu geçici hükümeti kurmuştu. Ancak bu uzlaşının altındaki sınıf çelişkilerinin açığa çıkması çok zaman almadı. Bu çelişkilerin ilk örneği Cumhuriyetin ilanı konusundaydı. Geçici hükümette Cumhuriyetin ilanı konusunda yapılan tartışmalar sonucu şöyle muğlak bir karar verildi: “Geçici hükümet en kısa sürede halkın onayını almak koşuluyla Cumhuriyeti kabul eder.” Ayaklanan ve cumhuriyet isteyen Paris proletaryasının gücünden çekinen burjuvazi Cumhuriyet kararını ertelemek istiyordu, ve bahane olarak da bunu “tüm Fransa”nın oyuna sunmak gerektiğini öne sürüyordu. Sanki halk Cumhuriyet talebiyle kralın tahtını yakmamış gibi Cumhuriyet ilanı erteleniyordu. Ancak işçi sınıfı Cumhuriyet talebinin arkasında durmakta gecikmedi.

İşçi sınıfı Temmuz 1830’da yine Cumhuriyet talebiyle ayaklanmıştı ancak burjuvazi Louis Philippe’i kral ilan etmişti. 1848’de ise, Marx’ın deyimiyle bir “dalavereye” tekrar göz yumulmadı. Burjuvazinin cumhuriyet ilanını geciktirmesi üzerine işçi önderi Raspail, Paris proletaryası adına Belediyeye gitti ve Cumhuriyet’in derhal ilan edilmesini, aksi durumda gidip 200 bin işçinin başında geri geleceğini söyledi. Raspail’in geçici hükümete tanıdığı 2 saatlik süre dolmadan 25 Şubat günü Cumhuriyet ilan edildi.

Cumhuriyet işçilerin talebi ile ilan edilmişti. Ancak cumhuriyetin niteliği konusunda halen burjuvazi ve işçiler arasındaki anlaşmazlık devam ediyordu. Burjuvazi bir yandan işçi sınıfının kitlesel gücünden korkuyordu. Bu süreçte işçiler birçok ekonomik kazanım elde etti: 28 Şubat’ta işçilerin gösterileri sonucu herkese iş ve örgütlenme hakkı verildi. Çalışan sınıfların iş koşullarını araştırmak ve iyileştirmekle görevli olan Luxembourg Komisyon kuruldu. Günde on bin kişinin istihdam edildiği, işsizlik sorununa müdahale edilen ulusal atölyeler kuruldu. Çalışma saatleri Paris’te 10, taşrada 11 saate indirildi.

Genel Seçimler ve Kurucu Meclis

İktidarını sağlamlaştırma peşinde olan burjuvazi hemen genel oya dayalı bir seçime gidilmesini istedi. Burjuvazinin geçici hükümetteki temsilcileri proletaryanın gücünün sadece Paris’te olduğunu düşünüyor, bu nedenle de genel oya dayanan seçimlerin hemen yapılmasını ve kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak istiyordu. Ancak işçi yanlıları özellikle de işçi haklarının düzenlenmesi için kurulan Lüksemburg komisyonu geçici hükümette kalma ve seçimleri erteleme yanlısıydı. Nitekim seçimler iki ay ertelendi.

Şubat devriminin patlak vermesinden ilk seçimlerin yapılacağı döneme kadar geçen süre bir atalet, gereksiz bir bekleme dönemidir. Ne burjuvazinin cumhuriyetçi kanadı ne de işçi sınıfı bu dönemde iktidarını sağlamlaştıramamış ve kralın kaçışından sonra oluşacak olan cumhuriyetin niteliğini kendi kararlı eylemiyle belirleyememiştir. Bu sürede iktidarı ellerinden alınan aristokrasi ve mali burjuvazi ise Şubat devrimine bizzat katılmamış kitleler içerisinde, özellikle de köylüler içerisinde yoğun bir çalışmaya girişmişlerdi. Köylülere içerisinde bulundukları ekonomik sıkıntıların temelinin bu kargaşa ve işçi sınıfının bitmek bilmez talepleri olduğunu anlatıyorlardı. Yani seçimler yaklaşırken ezilen sınıfların ezici çoğunluğunu barından Fransız köylüleri ise, aristokrasinin ve mali burjuvazinin kuyruğuna takılıp karşı-devrim saflarına çekiliyordu.

Seçimler 23 Nisan’da yapılacaktı. 23 Nisan seçimlerine de hazırlık amacıyla 16 Nisan’da işçiler “emeğin örgütlenmesi” talebini yani “insanın insan tarafından sömürülmesinin kaldırılmasını” talep eden barışçıl bir miting düzenlediler ve taleplerini içeren bir dilekçeyi de hükümete sunmak istediler. Ancak ulusal muhafızlar bu gösteriye izin vermediler, gösteriyi şiddetli bir şekilde dağıttılar. Buna burjuvazinin diğer kanatları da ciddi bir tepki göstermediler. Seçimlerin yapılmasına bir hafta kala, seçimlere damga vuracak atmosfer görünmeye başlamıştı.

İşte, 23 Nisan’da gerçekleşen seçimler işçi yanlıları için tam bir yenilgi oldu. 900 temsilcilikten ancak 100’ünü işçi temsilcileri kazandı. Seçimler sonucu kurulan Kurucu Meclis’te 100 işçi temsilcisi vardı. Cumhuriyetçi burjuvazi 500, monarşi yanlıları ise 300 kişi ile temsil ediliyordu. Her ne kadar seçim sistemi nedeniyle Fransa’daki 200 bin işçinin sadece onda biri yani 20 bini seçim sandığına gidebilmiş olsa da, seçim mağlubiyetinin asıl sebebi bu değildi. Bunda en önemli pay köylülerin oylarının alınamamasıydı.

Şubat devrimi sonrası cumhuriyetin kurulmasını sağlayan Paris proletaryasıydı. Ancak cumhuriyetin geleceğine yön verecek olan, niteliğini belirleyecek olan ise Kurucu Meclis’ti ve meclisin büyük çoğunluğunu burjuvazinin temsilcileri oluşturuyordu. Kurucu meclis, Marx’ın da ifade ettiği gibi Şubat Devrimi’ne bir protesto süreciydi ve devrim sonrasında oluşan cumhuriyetin niteliğini tamamen burjuva ölçütlerine çekme gibi bir çabayı içeriyordu. Kurucu meclisin ilanıyla başlayan süreç işçi sınıfının devrim sonrası kazandığı hakların teker teker alındığı bir süreçti.

Kurucu Meclis yeni anayasa hazırlanıncaya kadar iktidarı elinde bulunduracak beş kişilik bir yürütme komisyonu seçti. İşçi sınıfı yürütme gücünden tamamen dışlanmıştı. Bu yürütme komitesi de ilk iş olarak mali krizi bahane ederek, işçilerin bulunduğu ulusal atölyelerin kapatılması talebini gündemine aldı ve bunu duyurdu.

Blanqui ve yoldaşları, Kurucu Meclis’in niteliğini açıkça gördükleri için hemen bir ayaklanma gerçekleştirdiler. 15 Mayıs’ta bu meclisin temsil ettiği cumhuriyetin proleteryanın özlemini çektiği bir cumhuriyet olmadığını ifade ederek barikatlara gittiler ve ayaklandılar. Ancak silahlanamamış işçi sınıfının silahlanmış düzen güçlerine karşı bu ayaklanması kanlı bir şekilde bastırıldı. Blankistler güç kaybetti ama bu tarihten sonra cumhuriyet taleplerinin ardına ulusal muhafızların dağıtılmasını ve işçi sınıfının silahlanmasını koymayı unutmadılar.

“Haziran Günleri” ve Burjuvazinin karşı devrimci cephede yer alışı

Burjuvazi, işçi sınıfına son darbeyi vurmak için düzenlediği oyunun bir parçası olarak kışkırtmalarına devam etti ve 22 Mayıs’ta ulusal atölyeri resmen kapattı. Aynı gün, başka seçeneği kalmayan işçiler, öndersiz ve plansız da olsa burjuvaziye karşı “ya ekmek ya iş” diyerek savaşın ilk silahını sıktı. 23 Haziran’da Paris’te barikatlar kuruldu.

İşçi sınıfından korkan burjuvazi işçi sınıfına karşı nihai saldırının gerçekleşmesi için iktidarı general Cavaignac’a verdi. Böylece Şubat devriminin son kalıntısı olan yürütme komitesinin tüm yetkileri de burjuvazi tarafından askerlere devredilmiş oluyordu. Cumhuriyete sırtını çeviren burjuvazi, devrimi beraber yaptığı proletaryayla bağlarını kopartmış, karşı devrimci yüzünü göstermişti.

Haziran günlerinde Blankistlerin önderliğinde işçiler ayaklandı. Toplam 50 bin asker ayaklanan işçilere saldırdı. 4 ila 15 bin arasında işçi öldürüldü, barikatlardan sağ kalanlar da kılıçtan geçirildi. Binlerce kişi hapse ve sürgüne gönderildi. 25 Şubat’ta yankılanmaya başlayan Paris proletaryasının Cumhuriyet çığlıkları ve devrim sona eriyordu.

Haziran ayaklanmasının bastırılmasıyla birlikte, işçi sınıfı siyaset sahnesinden çekilmiş oldu. Burjuvazi ise kendi içerisinde bir iktidar mücadelesine girişti, birbirini tasfiye etmeye başladı. Bu mücadele sırasında işçilere tanınan haklar teker teker ellerinden alındı. Öyle ki sonunda önce genel oy sistemi kaldırıldı, sonra da cumhuriyet tasfiye edildi. 10 Aralık’ta seçilen Louis-Napolyon Bonaparte, 1851’de gerçekleştirdiği darbe ile Cumhuriyetin yerine 2. İmparatorluğu ilan etti. Burjuvazinin bu gelişmeler karşısında kayda değer herhangi bir eylemli tepkisi olmadı. 1848 devrimleri, devrimcilerin ve işçi sınıfının devrim mücadelesinden uzaklaştırılmasıyla birlikte, söndü, kendi altını oyarak Napolyon’un imparatorluğuna teslim oldu.

http://www.kozonline.org/arsiv/KK50/KK50_20_1.htm



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 05.07.2015- 19:31


Manifesto: Kazanacağımız bir dünya var

Resim Ekleme

Tarihin tekerinin hızlı dönmeye başladığı 1848 Devrimleri’nin şafağında yayınlanan Manifesto, büyük toplumsal alt-üst oluşlar içinde sosyalizmin politik bir umuda dönüşmeye başladığı dönemin muhteşem eseridir.   Sosyalizmin ilk ifadesi 16. Yüzyılın başlarında yazılan Thomas More’nin Ütopyası bir toplumsal hareketin değil kişisel bir dehanın eseriydi. On dokuzuncu yüzyılda Avrupa ülkelerinin politik hayatında etkili olmaya başlayan sosyalizmin doğuş yıllarında Ütopyacı Sosyalistler ve İngitere’de Çartist hareket, fabrika işçilerinin politik etkinliği güçlü bir potansiyelin varlığını gösterdi. Manifesto, bu toplumsal harekete dayanarak ve sezgilerin yön verdiği, düşsel çıkarımların belirleyici olduğu, umutlarla ve inançlarla yol alan sosyalizmi bilimsel bir temelde geliştirme görevini yerine getirdi. Proletaryayı devrimci konumuyla özneleştiren, sınıf mücadelesini tarihin orta yerine yerleştirenManifesto yazıldığı dönemi aşarak kendisinden sonraki dünyayı etkileyebilen yegâne siyasi metin oldu.

Burjuvazinin boş söz üreticisi entelektüelleri tarihin her döneminde Marksizmin ‘yanlışlığını’ ispat etmeye çalışan karşı bildiriler, sayısız kitaplar yazdı. Hepsinin yeri tarihin çöp sepeti olurken, Marx her ‘ölüm ilanının’ ardan alaycı bir gülümsemeyle geri döndü. Reel sosyalizm deneyimlerinin ardından kapitalizmin zafer sarhoşluğunda sosyalizme şehvetle saldırırken Marx’ın ‘Kapital’ hakkındaki analizleri piyasa için paha biçilmez bulunuyor, ‘Wall Street’te ne kadar zaman geçirsem Marx’ın haklı olduğuna o kadar inanıyorum’ sözleriyle keyif çatılıyordu. Manifesto’nun işaretlerinin proletaryanın, sınıf mücadelesinin ve devrimin tarihe karıştığı varsayıldığından, Manifestosuz Marx’ın haklılığı teslim ediliyordu! Bu şarlatanların Wall Street de ve her yerde keyifli zamanları sona ererken, bugünlerdeManifesto ve Marx ile bir kez daha karşılaşmanın öfkeli bir tedirginliği içine olsalar gerek!

Manifesto’yu sözde çürütmeye yönelen tüm itirazlar onun kısa dönemli öngörülerinin ne denli doğrulup doğrulanmadığının ispatlamaya çalışır. Eğer Manifesto, o günün tarihsel koşuları içindeki kimi çıkarsamalardan ibaret olsa kuşkusuz 165 yıl sonra bugün üzerine konuşulacak bir şey olmazdı. Marx ve Engels de, 1872 tarihli Önsöz’de Manifesto’nun ‘her zaman yürürlükteki tarihsel koşullara bağlı olacağını’ ifade ederek, ‘Paris Komünü’nün kazandırdığı eylem deneyimleri karşısında bu izlence bugün yer yer eskimiştir’ notunu düşüyordu. Manifesto’ndan bugüne bakmayı mümkün kılan ise Marx’ın da ‘genel ilkeler’ olarak ifade ettiği temelleridir. O yüzden Manifesto’nun bugün için de birManifesto’su var…

Manifesto I

‘Sürekli genişleyen arz ihtiyacını karşılamak için burjuvazi, yeryüzünün bütününe el atıyor. Her yerde yerleşmesi, her yerde yuvalanması, her yerde bağlantılar kurması gerekiyor.(…) Tüm üretim araçlarını hızla geliştirerek ve ulaşımı, iletişimi sonsuz kolaylaştırarak burjuvazi, en ücra ülkeleri de kendi uygarlığına çekiyor. Ürettiği mallara koyduğu ucuz fiyatlar, tüm Çin Seddi’ni temelden yıkacak, en inatçı yabancı düşmanlıklarını teslime zorlayacak ağır toplardır.’

Çağımızda teknolojideki yeni gelişmelerle birlikte aşılmayan sınır, yıkılmayan Çin Seddi kalmadı. Reel sosyalizm deneyimleri ile dünyanın üçte birinin kapitalist sömürünün dışına çıktığı dönemin sona ermesinin ardından, kapitalizm ‘her yere yerleşme, her yere yuvalanma’ üzere büyük bir taarruz başlattı. Hareket yetisinin artması ile zaman ve mekanı ortadan kaldıran burjuvazi yer yüzünün her yanını bir üretim zinciri içinde birbirine bağladı.

Manifesto II

‘Burjuvazi tüm ulusları, eğer yerle bir olmak istemiyorlarsa, burjuva üretim tarzına uymaya zorluyor, uygarlık diye kendi uygarlığını ithal etmeye, yani burjuva olmaya zorluyor onları. Tek kelimeyle kendi imgesinde bir dünya yaratıyor’

Sermayenin sınırsız sömürü alanı dışında kalan, burjuva uygarlığı ile çelişkisi olan tüm ülkeler ve halklar ‘şeytanlaştırılıyor’.   Sermaye haritasına dahil olmayan her yeri yerle bir ederek bu haritanın parçası haline getiriyor. Marx ve Engels’in Manifesto’da işaret ettikleri burjuvazinin yayılma eğilimleri, Lenin’in belirttiği gibi, kapitalizmin bir avuç ‘ileri ülkenin’ dünyanın büyük çoğunluğunu sömürge zulmü ve mali baskı altına tuttuğu, emperyalist bir dünya sistemini ortaya çıkardı. Bu dünya sisteminde mali baskı yetmediğinde işgal ve müdahaleler en ilkel biçimleriyle ilerliyor.

Manifesto III

‘Burjuvazi üretim ve değişim koşulları, burjuva mülkiyet ilişkileri, öylesine büyük üretim ve değişim araçlarını oluşturma büyüsünü başarmış o burjuva toplumu, yer altından kendi çağırdığı güçlere hükmedemeyen büyücüye benziyor. Dönemsel tekerrürüyle tüm burjuva toplumunun varlığını sürekli artarak tehdit eden ve sorgulayan ticaret krizlerini anlamak yeter.’

Üretim güçlerindeki muazzam gelişme, doğanın ve emeğin üzerinde kurulan büyük tahakküm, sermayenin her alana yerleşmesini başarabilmiş ‘büyü’ bu büyük gelişmenin yarattığı karmaşayı kontrol etmekte zorlanıyor. Dönemsel krizlerini kimi yeni gelişmelerle aşabilmeyi başarmakla birlikte, 70’li yıllarla birlikte derinleşen krizi neoliberal soygunculuk ve yeni sömürü alanlarına yönelme imkânına kavuşmuş olması ile ertelenirken 2008’deki büyük kırılma ile birlikte bir bunalıma doğru hızla derinleşiyor. Krizleri önlemek için başvurulan emeğin daha fazla sömürme, yeni pazarlar fethetme ve var olan pazarların dibine kadar sömürülmesi yeni ve daha büyük krizlerin de dinamiği oluyor.

Manifesto IV

‘Burjuvazi, kendi ölümünü getirecek silahları yapmakla kalmayıp o silahları kullanacak insanları da yaratmıştır, modern işçileri, proleterleri!’

Büyük fabrikalar yerine artık küçük ve parçalı üretimin hakim olduğu, teknolojideki gelişmelerle birlikte emeğe olan ihtiyacının azaltıldığı bir çağdayız. Bu değişim kimilerince sınıfın sonu olarak da yorumlandı. İşçi sınıfının bildik manadaki konumunun değiştiği muhakkak. Ancak, üretim ilişkilerindeki değişimle emekçi sınıflar içinde meydana gelen parçalanma hizmet alanına doğru genişleyen birikme ve nüfusun kentlerde toplanması ile yaşanan büyük proleterleşme dalgası sınıf mücadelesinin yeni dinamiklerini de ortaya çıkarıyor. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanların ancak canlarını ortaya koyarak zincirlere erişebildikleri, makinenin uzantısı dahi var oluşlarını kuramadıkları 19. Yüzyılın vahşi sömürü biçimlerine geri dönüş içindeki işçilerin ve işsizlerin sayısı her geçen gün daha da büyüyor. Emeğini dahi satamayan, düzenle kurabilecekleri bütün bağları ellerinden alınarak dışlanmış yoksulların öfke patlamaları şehrin kenarlarına örülen duvarlara sığmıyor. Burjuvazi yeni sömürü biçimleri altında –tam da bu postmodern çağa yakışacak- hızlı ve öfkeli ölümünü hazırlıyor.

Manifesto V

Manifesto’nun derslerinden bazılarını saydık. Asıl olan bugün yeni bir devrimci zamana doğru ilerleyen toplumsal-sosyal hareketliliğe dayanarak yeni bir yol haritası yani Manifesto’nun eskiyen yanlarının güncellenmesi… Manifesto’nun yazıldığı koşullar da bir anlamda bugünküne benzer eskinin tamamen ölmediği yeninin ise henüz doğmadığı bir dönemdi. O yüzden Marx, 1848 Devrim’lerinin ardından Lois Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’inde, ‘proleter devrimleri, sürekli özeleştiri yapar, koşarken hep ara verir, halledilmiş görünene geri dönüp yeniden başlar, ilk denemelerinin yarım yamalaklığını, zaaflarını, zavallılıklarını gaddarca ve esaslı biçimde alaya almaktan geri kalmazlar… Geri dönüşü imkansız kılan durum yaratılana ve bizzat koşullar ‘işte gül, haydi dans et’ diye seslenene dek’ der.

Devrimin Manifesto’su şimdi de, yeni direniş ve deneyimlerin içinde koşmakla, koşarken geri dönüp bakmakla, dalgaların içinde kurulacak bir iradenin arayışı içindeki bir inatla yazılacaktır… 165. YılındaManifesto, her şeyden çok ‘bir dünya var kazanacağımız’ sözüyle sesleniyor bize…

ÖNDER İŞLEYEN

http://www.telgrafhane.org/manifesto-kazanacagimiz-bir-dunya-var/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 24.02.2018- 09:28


22 Şubat 1848: 1848 Devrimleri Paris'teki işçi ayaklanmasıyla başladı

Resim Ekleme


19. yüzyılın ortalarında Sanayi Devrimi büyük ölçüde tamamlanmıştı. İşçiler günde 13-15 saat çalışıyorlar, sağlıksız ve kirli konutlarda zor koşullarda yaşamaya devam ediyorlardı. Köylerde artan nüfus işsizliğe ve toprak yetersizliğine yol açmış, alt yapının yetersiz kalmasına neden olmuştu.

22 Şubat 1848’de, kitlesel hareketlerin başını çeken devrimci militanların çoğu zanaatkardı, özellikle Paris’te metal işçileri ve Berlin’de dokumacılardı.

Marx ve Engels’in Komünist Parti Manifestosu’nu tam da bu tarihte kaleme alması bu durum açısından bir rastlantı değildir. Avrupa’da işçilerin yaşadığı problemlerin bir mücadele hattına oturtulması zorunluluğu doğmuştur. Ancak erken atılan adım, henüz yerleşememiş bir bilinç, çizilmemiş bir rota ve örgütsüzlük ile birleştiğinde istenilen sonuç elde edilememiştir.

Marksizm açısından çok önemli gelişmelere ışık tutacak bu başlangıç için Engels, Marx’ın kaleme aldığı Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850 adlı çalışmasının 1895 tarihli giriş metninde 1848 için “kıta üzerindeki ekonomik gelişme durumunun kapitalist üretimi ortadan kaldırmak için yeterince olgun olmadığını” yazacaktır.

22 Şubat 1848, Avrupa’ya yayılan 1848 Devrimleri’nin ilk adımı oldu…

http://gazetemanifesto.com/2018/02/22/hafiza-i-beser-22-subat-1848-1848-devrimleri-paristeki-isci-ayaklanmasiyla-basladi/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 02.01.2019- 18:27


1848 İHTİLALLERİ

-19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa'da Sanayi Devrimi büyük ölçüde tamamlanmış, sanayicilerin ve şirketlerin gelirlerinde büyük bir artış görülmesine karşılık köylerde ve kentlerde yaşayan fakir halk bu zenginlikten nasibini almamıştı.
-İşçiler günde 13-15 saat çalışıyorlar, sağlıksız ve kirli konutlarda zor koşullarda yaşamaya devam ediyorlardı. Köylerde artan nüfus işsizliğe ve toprak yetersizliğine yol açmış, alt yapının yetersiz kalmasına neden olmuştu.
-1848 devrimleri, 19.yy'ın en yaygın kitlesel huzursuzluklarının bir sonucuydu.

Fransa'da 1848 İhtilalleri:
-1830 İhtilali sonucunda Fransa'da, daha liberal bir anayasaya dayalı meşruti krallık kurulmuş ve liberal düşüncelerinden dolayı da Louis Philippe tahta çıkarılmış idi. Ancak yeni kraldan her sınıf halk memnun değildi.
-Bir defa, 10. Charles'i tutanlar ilk andan itibaren Louis Philippe'e karşı idiler. 1830 Temmuz ihtilalinde önemli rol oynayan Cumhuriyetçiler ve Bonapartçılar da krala düşman idiler.
-Bunlara karşı Louis Philippe, iktidarını özellikle zengin burjuvaziye dayandırdı. Onlarla yakın ilişkiler kurdu.
-Ancak burjuvaziyi toplumun egemen sınıfı yapan ekonomik yapı değişikliği, bir işçi sınıfı ortaya çıkarmıştı. Bu sınıfın ise çözümlenmesini istediği bir çok sorunları vardı. Kral, bunları çözümleyeceği yerde, şiddet hareketlerine başvurdu. Fransa'da siyasi rejim gittikçe sertleşmeye başladı.
Özgürlüklerinin kısıtlanması ise liberallerin tepkisine ve liberaller ile soyalistlerin birleşmesine yol açtı.
-Bu ise, Krala ve rejime karşı muhalefeti güçlendirdi. Bunlar <<Reform Ziyafetleri>> denilen toplantılar yaparak propagandalarını geliştirmeye çalıştılar.
-Louis Philippe ve rejiminin meydana getirdiği hoşnutsuzluk, buna karşılık çeşitli düşünce akımlarından doğan muhalefet ve istekler, Fransa'yı bir defa daha ihtilal ortamına getirmişti.
-En büyük muhalefet, yeni uyanan bir hareketten, sosyalizmden ve cumhuriyetçilerden geliyordu. Bunlara, amaçları eski kral ailesi olan Bourbon'ları tekrar iş başına geçirmek isteyen meşrutiyetçiler ile, Bonapartçılar da eklenmekte idi.
-İşte bu ortam içerisinde, hükümetin 22 Şubat 1848'de muhalifler tarafından yapılacak << Reform Ziyafeti>> yani, toplantıyı yasaklaması, olayların başlamasına ve ihtilalin patlamasına yol açtı. Önce halk <<Yaşasın reformlar>> diye bağırarak nümayişe başladı.
-Ancak bunların üzerine hükümet kuvvetlerinin ateş açması ile slogan << Yaşasın Cumhuriyet >> e dönüştü. Paris'te üç gün çok kanlı çarpışmalar oldu. Gelişen olaylar karşısında Kral Louis Philippe ülkeden kaçtı. Bunun üzerine 24 Şubat günü geçici bir hükümet kuruldu ve Fransa'da 2.Cumhuriyet ilan edildi.
-Ancak Louis Philippe ve rejimine karşı işbirliği yapan ve krallık rejimini ortadan kaldıran Liberaller ve Sosyalistler, bu noktadan itibaren ayrılmaya başladılar, Bundan dolayı geçici hükümet içerisinde ikilik çıktı. Cumhuriyetçiler sadece siyasi ihtilal istiyorlardı.
-Diğerleri ise cumhuriyeti sosyalist ihtilal için araç olarak kabul ediyordu. Bunlardan, önce Sosyalistler hükümete egemen oldu ve ülkede düşünceleri doğrultusunda birçok önlemler aldılar. Ancak alınan bu önlemler, kısa süre sonra, Fransız halkında hoşnutsuzluk yarattı ve hükümetin aleyhindeki havanın güçlenmesine yol açtı.
-Nitekim, 1848 Mart ayında yapılan Kurucu Meclis seçimlerinde, 900 üyelik meclisin ancak 100 üyeliğini sosyalistler kazanabildi. Geri kalan üyeliklerden 300'ü kralcı, 500'ü cumhuriyetçi idi.
-Cumhuriyetçilerin egemen olduğu Kurucu Meclis 4 Mayıs'ta toplandı. İlk iş olarak, sosyalist hükümetin aldığı önlemleri kaldırdı ve cumhuriyeti resmen kurdu.
-Bu da, 24 Haziran 1848'de Sosyalistlerin yeniden ayaklanmasına yol açtı. Böylece Fransa'da <<Haziran İhtilali>> patlak vermiş oldu. Ancak olay, hükümet tarafından bastırıldı. Bu suretle <<Şubat İhtilali>> sırasında krala karşı birlikte hareket etmiş olan cumhuriyetçiler ile sosyalistler, bu defa kesin olarak birbirinden ayrılarakkarşılıklı durum almış oldular.
-Bundan sonra Kurucu Meclis, 12 Kasım 1848'de 2. Cumhuriyetin yeni anayasasını kabul etti. Buna göre, yasama ve yürütme güçleri ayırılıyordu. Yasama, üç yılda bir yapılacak tek dereceli seçimle seçilmiş bir meclise; yürütme ise, bir defaya mahsus olmak üzere, halk tarafından dört yıl içindoğrudan seçilecek cumhurbaşkanına veriliyordu. Bakanları da cumhurbaşkanı seçecekti.
-Bu anayasaya göre, Kurucu Meclis, 10 Aralık 1848'de Cumhurbaşkanlığına, Napolyon Bonapart'ın kardeşi Louis'in oğlu, Louis Napolyon'u büyük bir çoğunlukla seçti. Bunun seçilmesinde Liberal ve Katolik partiler önemli rol oynadılar.
Böylece, 1848 İhtilali sonucunda bir Bonapart, cumhurbaşkanı sıfatı ile de olsa, Fransa'nın başına geçmiş oldu.
-Louis Napolyon, Cumhurbaşkanı olduktan hemen sonra amcasının izinde yürümeye ve Fransa'da yeniden imparatorluğu kurmak için çalışmalara başladı. Nitekim, anayasaya göre ikinci defa seçilemeyeceği cumhurbaşkanlığının sonlarına doğru, anayasada değişiklik yapılması için harekete geçti.
-14 Aralık 1851'de yaptığı halk oylaması ile cumhurbaşkanlığı süresini 10 yıla çıkarttı. Arkasından da kendi isteğine göre hazırlanan ve 14 Ocak 1852'de ilan edilen anayasa ile yetkilerini çoğalttı. Bununla, yasama ve yürütme organları üzerinde otoritesini güçlendirdi. Bundan sonraki aşamada ise, halka imparatorluk düşüncesini yerleştirmeye çalıştı. Sonuçta, bunun ve uyguladığı sıkı rejimin de etkisi ile, 21 Kasım 1852'de yapılan ikinci bir plebistle, imparator olması halk tarafından büyük bir çoğunlukla kabul edildi.
-Böylece,Louis Napolyon, bir geçiş dönemi olarak gördüğü cumhurbaşkanlığından sonra, asıl amacı olan imparatorluğa kavuştu. 2 Aralık 1852'de- yani amcasının imparatorluğunun ve Austerlitz zaferinin yıldönümü günü, 3. Napolyon unvanı ile Fransız imparatoru ilan edildi.
-Bu suretle Fransa'da daha çok özgürlük elde edebilmek için çıkmış olan 1848 İhtilali sonucunda, kurulmuş bulunan 2. Cumhuriyet, dört yıllık bir uygulamadan sonra sona ermiş ve yerine 2. İmparatorluk, daha başka bir deyimle 3. Napolyon dönemi (1852-1870) başlamış oldu.

Avusturya - Macaristan İmparatorluğunda:
-Bilindiği gibi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çok çeşitli ırk ve mezhepten meydana gelen toplumsal bir yapıya sahipti. 1815 yılından beri de Metternich'in koyu mutlakiyetçi yönetimi altında bulunuyordu. Avusturya başbakanının en büyük (korkusu,ihtilal fikirlerinin bu toplumlar tarafından benimsenmesi ve bunların Avusturya yönetimine karşı harekete geçmeleri idi. Metternich'in bu korkusunun yersiz olmadığını da, 1848 Fransız İhtilali'nin etkisi ile meydana gelen olaylar göstermiştir.
-Bundan sonra İmparator 1. Ferdinand (1835-1848), halkın isteklerini yerine getireceğini, bir anayasa kabul edeceğini ilan etti ve hemen bunu uygulama alanına koydu. Diğer taraftan Macarlar'ın, kendisine bağlı kalmak kaydıyla, ayrı bir hükümet kurmalarını kabul etti. Bu ise Avusturya'yı daha çok karıştırdı. İmparator ülkeden kaçmak zorunda kaldı.
- Bu arada, 22 Temmuz 1848'de Kurucu Meclis Viyana'da toplandı. Meclis'te Macarlar'ın dışında İmparatorluğa bağlı bütün azınlıklar temsil ediyordu. Meclis ilk iş olarak, derebeylik vergilerini kaldırdı ve sosyal eşitliği ilan etti.İmparatoru da geri çağırdı. Ancak o, Viyana'yı işgal ettirerek, Meclis'i dağıttı.
-Başlangıçta olaylar, bu şekilde mutlakiyeti ortadan kaldırmaya demokrasiyi kurmaya yönelik şekilde gelişirken; bu noktadan itibaren şekil değiştirerek, Avusturya egemenliğinde bulunan ulusların bağımsızlıklarını istemeleri şekline döndü. Bunlardan en önemlisi ise Macar bağımsızlık hareketi idi.
-Macarlar, 1848 yılından önce de Avusturya egemenliğinden kurtulup, bağımsızlıklarını kazanmak istiyorlardı. Ancak Metternich buna fırsat vermemişti. Fakat, Viyana'da 1848 olayları çıkınca Macarlar bunu fırsat bilerek harekete geçtiler. Bunun üzerine İmparator, Macarların ayrı bir hükümet kurmalarını kabul etti. Avusturya ile Macaristan arasındaki tek bağ, İmparator'un şahsı idi.
-Ne var ki, Macaristan'da da Hırvat, Sırp, Slovak, Romen gibi azınlıklar vardı. Bunlar da   Macaristan'dan ayrılmak istiyorlardı. Avusturya da bunları kışkırtıyordu. Bunun üzerine Macarlar tam bağımsızlıklarını ve cumhuriyet ilan ettiler.
-Avusturya, Macarların bu hareketine tepki gösteren Rusya ile işbirliğine gitti. Bunun sonucu olarak 1849 yılında büyük bir Rus ve Avusturya ordusu Macaristan'a girerek, Macar bağımsızlık hareketini kanlı şekilde bastırdı. Macaristan yeniden Avusturya'ya bağlandı. Bunun üzerine, Macalar'ın bir kısmı ile bunlara yardım eden bazı Polonyalılar, Osmanlı İmparatorluğu'na sığındılar.

Macaristan'da:

-Macaristan'da bağımsızlık hareketleri bir bağımsızlık savaşına dönüştü. Budapeşte'de Lajos Kossuth'un başkanlığı altında kurulan hükümet Avusturya'dan bağımsızlığını ilan etti.
-Avusturya Kralı 1.Franz Joseph Rus Çarı 1.Nikolay'dan bu ayaklanmaya bastırmak için yardım istedi. Lajos Kossuth Macaristan'dana kaçarak Osmanlı Devleti'ne sığındı, 1 yıl kadar Vidin, Şumnu ve Kütahya'da yaşadı.
-1848 yılında Polonya'da Prusya işgaline karşı büyük ayaklanmalar yaşandı. Romanya'da Rusya'Nın yönetimine karşı ayaklanmalar ortaya çıktı.
-Bu ayaklanmaların bastırılmasında Osmanlı ordusu da rol oynadı.   Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa Osmanlı ordusunun başında 25 Eylül 1848 tarihinde Bükreş'e girerek Rusya'nın Romanya'yı etkisi altına almasını önlemeye çalıştılar.

İtalya'da:
-Kuzey İtalya doğrudan doğruya, Orta İtalya ise dolaylı olarak Avusturya'nın egemenliği altında idi. 1848 ihtilali, bu bakımdan, İtalya'da daha çok Avusturya egemenliğinden kurtulmak ve ulusal birliği kurmak şeklinde ortaya çıkmıştır.
-Aslında, bir süreden beri İtalya'da ulusal birlik için çalışmalar yapılıyordu ve bunu sağlamak için, bazı girişimler de yapılmıştı. Metternich'in iktidardan uzaklaşmasından sonra, Piyemonte Krallığı liderliğinde bütün İtalya'da Avusturya'ya karşı hareket başladı.
-1848 ve 1849 Mart aylarında Piyemonte Orduları Lambardiya'ya girdi. Fakat her ikisinde de Avusturya'ya geçildi. İtalya'da eski Viyana statüsü tekrar kuruldu. Bu da İtalya birliğinin kurulması için, Avusturya'nın karşısına diğer büyük devletlerin yardımına gerek olduğunu birlikçilere gösterdi.
-İtalyanlar daha büyük bir siyasal birim yaratma çabalarında daha başarılı olamazlardı. Güneyde Sicilya, Napoli anakarasından ayrılmanın yollarını ararken, Piemonteli Charles Albesrt sadece Savoy Hanedanlığı'nın topraklarını genişetmek istiyordu; doğuda ise Venedik şehri Venedik anakarasının talihiyle baş başa bıraktı.

Almanya'da:
-Berlin'de yapılan miting ve gösterilerden korkan Prusya kralı 4. Friedrich Wilhelm göstericilerin taleplerini kabul ederek parlamento seçimlerinin yapılmasını, bir anayasa hazırlanması ve basın özgürlüğünü kabul etmek zorunda kaldı
-Saksonya'nın Dresden kentinde 3-9 Mayıs 1849 tarihlerinde ortaya çıkan ayaklanmada ünlü Klasik Müzik bestecisi Richard Wagner'de rol oynadı. Halkın baskısı sonucu Bavyera'da Kral 1. Ludwig tahttan inmek zorunda kaldı.
-Frankfurt Parlamentosu, Avrupa'nın Almanca konuşulan bütün bölgelerini yeni kuracak ulus devletin çatısı altında birleştirmeyi hedefleyen Pan-Germanizm ve kendisini Prusya ile Alman Konfederasyonu'nun küçük devletleri formülüyle sınırlandıran Kleindeutschland hareketi arasında ikiye bölünmüştü.

-Parlamento, yeni devletin sınırlarını belirleme işi üzerinde o kadar uzun bir süre çabaladı ki, liderlik Prusya kralına verildiğinde devrimci etki çoktan ortadan kalkmıştı. Her halükarda, bu son olay tüm planı bozdu. Otoritesinin, dost hükümdarlardan ziyade insanlardan kaynaklandığının farkına varan kral, Almanya tacını ''hendekten''çekip çıkarmayı açıkça reddetti.

http://tarihcirabiayurdakok.blogspot.com/2018/01/1830-ve-1848-ihtilalleri.html



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Kırılma: Stalin’in Başarısız Demokrasi Devrimi... melnur 1 981 06.10.2022- 00:31
Konu Klasör Cumhuriyet Devrimi ve onun Türkiye soluna olan etkisi hakkındaki düşüncelerim. vito 8 2578 11.11.2019- 20:46
Konu Klasör Ekim Devrimi (Rus Devrimi - Bolşevik Devrim) spartakus 0 5147 22.08.2015- 13:51
Konu Klasör Sosyal demokrasi mi devrimci demokrasi mi? melnur 2 1026 29.08.2022- 08:41
Konu Klasör Yeni bir cumhuriyet: Sosyalist Cumhuriyet melnur 6 3136 30.10.2019- 09:29
Etiketler   1848,   Şubat,   Devrimi:,   Cumhuriyet,   Demokrasi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS