SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Rosa: Tok olanlara ceza talep ediyorum           (gösterim sayısı: 5.701)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 19.09.2013- 02:29


Rosa: Tok olanlara ceza talep ediyorum

Mücadele etmekten vazgeçmeyen bir devrimci: Rosa Luxemburg bugün tam 141 yaşında!

Rosa Luxemburg Polonya'nın Lublin eyaletinde 5 Mart 1871 tarihinde doğdu. Bugün 141. yaş gününü kutladığımız Rosa Luxemburg'un doğum tarihi ise hep bir tartışma konusu oldu. Rosa için doğumunun hangi gün kutlandığı ise bir önem arz etmiyordu. Rosa doğum gününü hep 5 Mart'ta kutlardı, başka gün kutlayana da itirazı yoktu. Yeter ki hediye olarak sadece çiçek ya da kitap getirsinlerdi...

"Tokların vicdanına yüklemek"
Yahudi ve alt orta sınıf bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelen Rosa, evin en küçüğü olarak kardeşleri tarafından hep şımartıldı. Daha 5 yaşındayken kalçasının alçıya alınması nedeniyle bir yıl boyunca yatmak zorunda kalan Rosa, annesinin yardımıyla okuma ve yazma öğrendi. 5 yaşında geçirdiği bu hastalık Rosa Luxemburg'un hayatı boyunca aksak yürümesine neden oldu. Okumayı yazmayı öğrendikten sonra o dönemde neredeyse hiçbiri okuma yazma bilmeyen hizmetçilere okuma öğretmeye kalkıştı. Çok zaman geçmeden Rusça'dan Lehçe'ye şiirler çevirmeye başlayan Rosa Luxemburg dokuz yaşına kadar evde eğitim gördü. 1880 yılında Varşova II. Kız Lisesi'ne başladı. Bu okulda Leh ve Yahudi ailelerin çocuklarına yönelik olarak özel ve katı bir sınırlama uygulanıyordu ve Lehçe konuşmak yasaktı. Fakat bu duruma rağmen, Rosa’nın Lehçe olarak yazdığı bir şiir kendi okulunda ve başka okullarda elden ele dolaştı ve tartışmalara neden oldu.

Rosa'nın lise çağında yazmış olduğu bu şiir kendisinin daha sonra ne için mücade edeceğini de özetliyordu:

Ceza talep ediyorum.
Bugün tok olanlara, sefa sürenlere,
Milyonların ekmeğini hangi acılarla kazandığını
Bilmeyenlere, hissetmeyenlere.
Neşeli bir yüz,
Neşeli bir gülüş görürsem
Acı çekiyorum
Zira yoksulluğa ve bilgisizliğe
Mahkum olanlar
Gülmeyi ve neşeyi bilmezler.
Bütün dertleri,
Bütün gizli ve acı göz yaşlarını
Tokların vicdanına yüklemek istiyorum,
Ve yaptıkları her şeyin intikamını almak.

İsviçre'ye gidiş
Kendilerine Alman sosyal demokrasisi gibi kitlesel bir örgütü örnek alan ve bireysel terörü reddeden grubun üyesi olan Rosa, öğrenciler arasında iki yıl boyunca ajitasyon çalışmaları yaptı. Bu nedenden ötürü tutuklanma riski ile karşı karşıya kalınca 18'inde İsviçre'ye iltica etti.

Daha sonra Zürih Üniversitesi'ne kayıt yaptıran Luxemburg, felsefe, tarih, politika, ekonomi ve matematik eğitimi aldı. Rosa burada hayatında büyük etki bırakan insanlarla, Georg Plehanov, Vera Zasuliç, Paul Axelrod gibi öncü Leh ve Rus Marksistler ile tanıştı ve arkadaş oldu.

Dergi çıkarır
20 Temmuz 1898'de doktora diplomasını alan Rosa, Julian Marchlewski ve Adolf Warski'yle birlikte Paris'te "Sparawa Robotnicza" (İşçilerin Meselesi) adlı Rusça ve Lehçe yasadışı bir dergi çıkartmaya başladı. Dergi, Polonya'ya Alman sosyalistler tarafından gizlice ulaştırılırken, derginin bir kısmı da Münih üzerinden gelirdi.

Kendi örgütünü kurar
1893'te Zürih' te toplanan II. Enternasyonal Sosyalistler Kongresi'nde delege olmak istemesine rağmen olamayan Rosa, Julian Marchlewski ve Adolf Warski'yle birlikte Polonya ve Litvanya Sosyal Demokrat Parti'yi kurdu. Daha sonra Rosa Alman vatandaşı olabilmek için sahte bir evlilik gerçekleştirdi. Vatandaşlığa kabul edilmesiyle birlikte Alman Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) üyesi oldu. Rosa Luxemburg'un yazmış olduğu makaleler büyük ilgi gördü, düşünceleri Avrupa'nın sosyalist çevrelerinde büyük yankı uyandırdı.

Tutuklamalar başlar
1904 ile 1906 yılları arasında görüşleri ve siyasi faaliyetleri nedeniyle üç kez hapse girdi. 25 Eylül 1913'te bir halk toplantısında söyledikleri yüzünden "yasalara ve hükümetin kararlarına karşı gelmek"   suçuyla hakkında dava açıldı ve 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1914 Haziran'ında ise bu sefer "orduya hakaretten" dava açıldı ve savcı kaçma tehlikesi nedeniyle tutuklanmasını istedi. Davalarla geçen bu dönemin ardından ise insanlık için büyük yıkım demek olan 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı başladı.

Rosa Luxemburg, savaşın başında SPD'nin milliyetçi eğilimler göstermesi nedeniyle partiden ayrıldı. Partiden ayrılmasının ardından hiç vakit kaybetmeyen Rosa, 5 Ağustos 1914'de Karl Liebknecht ile beraber Internationale grubunu kurdu. 1 Ocak 1916'da grubun adı Spartaküs Birliği (Spartakistler - Almanca Spartakusbund) olarak değiştirildi. Grubun devlete karşıt tutumu yüzünden 28 Haziran 1916'da Luxemburg tekrardan hapis cezasına çarptırıldı.

Alman Komünist Partisi Rosa ile birlikte kurulur
Hapiste kaldığı dönemde sayısız makale yazan Luxemburg'un sağlığı cezaevinde bozuldu. İki kez hapse giren çıkan Rosa, en son olarak 8 Kasım 1918'de hapisten kurtuldu ve 30 Aralık 1919'da Alman Komünist Partisi'ni (KPD) kurdu.

Bu arada 1917'de Ekim Devrimi gerçekleşmişti ve Rosa da Almanya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde de devrimin başlaması gerektiğine inanıyordu. 9 Kasım 1918'de, yani Rosa'dan bir gün sonra da Liebknecht hapisten çıktı ve Berlin'de Özgür Sosyalist Cumhuriyet'i ilan etti.

Rosa'nın katledilişi
Almanya'da büyük bir devrimci kalkışma yaşanıyordu. Ocak 1919'da ikinci bir dalga geldi. Sosyal demokrat hükümetin lideri Friedrich Ebert, orduya devrimi bastırmasını emretti. 15 Ocak'ta "Piyade Muhafız Kıtası'nın Berlin'in batısını işgal etmesiyle birlikte Eden Oteli'ni kurdu ve Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck, tutuklanıp Eden Oteli'ne götürüldü. Pieck kaçmayı başarsa da Luxemburg ile Liebknecht yedikleri darbelerle bilinçlerini kaybetti. Aynı gün Luxemburg ölene kadar dövülmüş ve ölü bedeni nehre atılmıştı. Liebknecht de başından yediği kurşun ile öldürüldü. Öldürülenler sadece liderler değildi: O dönemde binlerce KPD üyesi katledildi. Birinci Dünya Savaşı'nda emekçi halkların birliği yerine kendi devletinin çıkarlarından yana tavır alarak savaşı destekleyen ve işçi sınıfına ihanet eden Sosyal Demokrasi, Almanya'da işçi sınıfının militanlarını büyük bir kan banyosunda katlederek ihanetine noktayı koymuştu.

Rosa Luxemburg'un ceseti 1 Haziran 1919'da Berlin Landwehr kanalının Freiarchen mevkiidende bulundu ve 3 Haziran 1919'da Karl Liebknecht'in yanına gömüldü. Cenaze töreni tam bir mitinge dönüştü ve 1936'da Berlin'de bir anıt mezar yaptırıldı. 1935 yılında ise bu anıt mezar Naziler tarafından yıkıldı fakat 1951 yılında yeniden dikildi.

http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavg...m-haberi-52301




Bu ileti en son melnur tarafından 19.09.2013- 02:36 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 19.02.2015- 22:57


Tarihin En Güzel Nergislerinden Biri: Rosa Lüxemburg

Resim Ekleme

Uğur SENA

Rosa, bilindiği gibi dünyanın birçok dilinde gül anlamına gelir. Ve düşünce insanı, eylem insanı Rosa Lüxemburg’a bu isim; kırmızı, diri ve inatçı bir gül gerçekliğinde çok yakışır.
Fakat aynı zamanda o bir kadın olarak, kadınların çağlardır sürüp giden büyük kış mevsiminde açan çiçeklerden biri olduğundan dolayı, nergistir de… Nergisler kışın açar. Kışın soğuğuna ve ayazına inat, çok güzel görünümleri ve kokularıyla, kış ortasında bahar iklimi gibidirler.

Ve Rosa Luxemburg, hem kadın tarihinin hem de işçi sınıfı tarihinin en güzel nergislerinden biridir. Kavgacı, aykırı, yılmaz ve dinamik…

Mücadeleci kişiliğini, düşünsel alanda da bütün ödünsüzlüğüyle sergileyen Rosa, öngörü yeteneğiyle uluslararası sosyalist hareketin sorunlarına ve yanlışlarına karşı da, özenle incelenmesi gereken bir mücadele yürütmüştür. Dolayısıyla da, döneminin çeşitli sol çizgilerinin ve çevrelerinin şimşeklerini sürekli üzerine çekmiştir. Tezlerinin içinde yanlışlıkların da olması, onların sosyalist düşünce tarihi içindeki değerini azaltmıyor.
“Her şeye rağmen görev başında, bir sokak çatışmasında ya da bir darağacında ölmek isterim” diyen Rosa, istediği gibi de ölmüştür. Bir devrimci gibi, bir sosyalist gibi, kavganın tam ortasında…

Acı, coşku ve umut; onun yaşamının üç sacayağıydı. Ve dipçik darbeleriyle öldürülürken yine bu sacayağının üzerinde yükselmişti.

1871 yılında Polonya’da doğan Rosa’nın ailesi, Yahudi kökenlidir. Eğitimli, kültürlü, ilerici bir ailenin çocuğudur. Rosa’nın enternasyonalist kişiliğinin kökeninde, toprakları onun yaşadığı dönemde Avusturya, Almanya ve Rusya tarafından paylaşılmış olan Polanya’nın bütün bu kültürlerin etkisi altında bulunmasının rolü yatar.

Daha 15 yaşında devrimcilerle ilişki kurdu. Bir yandan eğitim aldı, bir yandan da öğrenci eylemlerine katıldı.

Ardından yurtdışına çıktı ve siyasi mültecilerin yoğun olduğu Zürih’e gitti. Orada, bilinçli ve aktif bir militan olan Leo Jogiches ile tanıştı. Aralarında, Leo’nun ona ihanet ettiğini öğreninceye kadar süren bir aşk ilişkisi ile, tüm yaşamları boyu bitmeyen yoldaşlık ilişkisi başladı.

1894 yılında, bu iki devrimcinin de önderleri arasında bulunduğu Polonya Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. Rosa, çeşitli ülkelerin bağımsızlıklarına ilişkin özgün düşünceler ortaya koydu. Sözgelimi, o koşullar altında Polonya’nın bağımsızlığını öne çıkaran mücadele programlarının, proletaryanın sınıf savaşımının hedeflerini daraltacağını söylüyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nu çözümleyişi de oldukça önemlidir. Rosa, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki iç dinamiklerin ne kapitalizmi ne de sosyalizmi kurabilecek özellikler taşımadığını belirlemişti. Bu imparatorluğun parçalanması, içinde yer alan ulusların kendi çıkış noktalarını yaratması gerekliliğini savunuyordu.

Öte yandan Balkan halklarının bağımsızlık için mücadeleyi öne çıkarmaları gerektiğini düşünüyordu.

İzleyen dönemde Almanya’ya geçerek Berlin’e yerleşen Rosa, K. Liebknecht ve A. Bebel ile Kautsky’nin liderliğini yaptığı SPD içinde propagandist olarak çalışmaya başladı. Süreç, Marksizmin önerdiği devrimci yöntemlere karşı sosyalizme parlamenter yoldan ulaşılabileceğini savunan revizyonistlerin bu tartışmalarının oldukça canlı olduğu bir süreçti. Rosa, herkesten önce ve şiddetle bu tezlere karşı çıktı. Bernstein’ın önderlik ettiği revizyonist akıma karşı sendikaların rolünü, kapitalizmin artı-değer sömürüsünü ortadan kaldırmanın olanaklarını sorguladı. Ve devrimin değişim olmadığını, başkalaşım olduğunu, revizyonistlerin “iyileştirme” tezlerinin burjuva politikası olduğunu ortaya koydu.
Polonya Sosyal Demokrat Partisi SDKP’ye Litvanyalı Sosyal Demokratların katılımıyla oluşan SDKPL’nin stratejisti olarak, Rus Sosyal Demokratları ile işbirliğine büyük önem veren Rosa, çeşitli konularda Rus Sosyal Demokratlarıyla ve Lenin’le tartıştı, onlara yönelik eleştiriler getirdi. Menşeviklerin önderlerinden Plehanov ve Akselrod’un Almanya’da daha fazla tanınan şahsiyetler olmaları nedeniyle, Menşevik Bolşevik ayrılığında önceleri Menşeviklere daha yakın durdu.

Rosa’nın en önemli tavırlarından biri de, yine bu yıllarda, karşıt tezlere rağmen, Almanya’da kitle grevlerinin politik amaçlarla da yapılabileceğini savunmasıdır. Bu görüşü nedeniyle SPD içinde bir kez daha ciddi tepkilerin hedefi haline gelmiştir.
Alman Sosyal Demokratların reformist görüşleri ve onlarla girdiği çatışmalardan bir sonuç alamaması, onu yeni arayışlara yöneltti. Varşova’ya geçti ve orada SDKPL’nin diğer liderleriyle buluştu. Yıl 1905… Rusya’da devrim günleri. Fakat 1906 yılına doğru Rusya’da ibre tekrar proletaryanın aleyhine dönmeye başladı. Devrimcilere ve halka verilen ödünlerin ardından gelen yeni terör rüzgarı, işçiler ve devrimciler üzerinde bütün acımasızlığıyla estirildi.

Rosa, Bolşevikleri daha iyi tanımaya başladıkça ve devrimdeki daha etkin, aktif tutumlarını izledikçe, Menşevikler’e ilişkin tercihini onlardan yana kullanmaya başladı. Artık Bolşeviklere daha yakın duruyordu. İkinci tutuklanışının ardından Finlandiya’ya gitti ve orada Lenin’le görüştü. Bu görüşmelerin, politik düşüncelerine ve tavırlarına yeni perspektifler kazandırdığı görülmektedir.

Dönüşünde, gelişen Rus Devrimi’nin Alman devrimciler üzerinde gereken etkileri yaratmamış olduğunu gözlemlemesi, onun için yeni bir hayal kırıklığı oldu. Almanya’da tekrar tutuklandı ve iki ay yattı. 1907 yılında parti üyelerinin eğitimi için kurulan okulda, Ekonomi Politik dersleri vermeye başladı.

Aynı yıl yapılan Enternasyonal Kongresi, başarı sağladığı bir toplantı oldu. Burada savaş karşıtlığının sınıf mücadelesi ile birlikte yükseltilmesi gerekliliğinin benimsenmesini sağladı. Rosa yine bu yıllarda, Kautsky ile çatışmasına yol açan önemli tezlerinden birini daha ortaya koymuştur: Kitle grevleri, kitle insiyatifi sonucunda gerçekleşmeli, demektedir. Onun bu tezi, dönem koşulları içinde ele alındığında ve partinin, kitleleri pasifize etmeye çalışan tutumu bilindiğinde, daha iyi anlaşılacaktır. Parti, Rosa’nın bu düşüncesini benimsememiştir.

Emperyalistler Arası Birinci Paylaşım Savaşı’nın ufukta görünmesi karşısında Karl Liebknecht’le birlikte etkin bir savaş aleyhtarı kampanya yürütmeye başladılar. Ve yine bütün tepkileri üzerlerine çektiler ama halkın sempatisini kazandılar. Onların bu çalışmalarına Clara Zetkin de katılmıştır. Fakat bilindiği gibi o dönem sosyal demokrat partiler (başta SPD olmak üzere), savaş karşısında çok kötü bir sınav vermişlerdir ve açıkça şovenist davranmışlardır. Rosa, bir kez daha yenilmiştir…

O dönem savaşa karşı sadece Rusya’da Bolşevikler doğru politikalar savunmuşlar ve bu politikalarının gerektirdiği gibi davranmışlardır.

Rosa ve Liebknecht, SPD’ye savaş aleyhtarı görüşlerini kabul etirememişler ve onların şovenizmlerini yenememişlerdir ama, bir süre sonra etkiledikleri insanlarla birlikte, parti içinde bağımsız bir grup kurmayı başarmışlardır: SPARTAKİSTLER BİRLİĞİ…

Spartakistler, proletarya enternasyonalizminin, savaşın ve milliyetçiliğinin panzehiri olduğunu savunuyorlardı ve kuşkusuz bu görüşlerinde sor derece haklıydılar. Fakat bu tavırlarından dolayı malum sonuçlar onları bekliyordu. 1916 yılının 1 Mayıs’ı, her zamanki gibi atak, kavgacı ve coşkulu militan SPD milletvekili Liebknecht’in “Kahrolsun Savaş” sloganıyla başladı. Ve ilk cümlesinden sonra da hemen orada, ikinci cümleyi söylemesine dahi fırsat verilmeden tutuklandı. SPD, onun dokunulmazlığının kaldırılmasına direnmedi, hatta o yönde oy kullandı.

Arkasından Temmuz ayı içinde de Rosa tutuklandı. Cezaevinde iken Rus vatandaşı olduğu için Rusya’ya gitmek istemesi halinde orada serbest kalması olanağı doğduğu halde, Rosa bu fikri reddetti ve Almanya’dan ayrılmak istemedi. Bir süre sonra Leo Jogiches’in de tutuklanması üzerine, Spartakistlerin başını artık genç militanlar çekmeye başladı.
Onlar cezaevindeyken Ekim Devrimi gerçekleşti. Rosa, Rus Devrimi’nin başarı kazanacağına inanmıyor, eleştirilerini tekrarlıyordu. Özellikle Bolşeviklerin Almanlarla barış anlaşması yapmalarını, Lenin’in bunu yapmaya zorunlu olduğunu söylemesine rağmen kabullenemedi. Ayrıca Rusya’da toprağın köylüye dağıtılmasının yanlış olduğunu, kamulaştırılması gerektiğini, basına ve partilere özgürlük verilmesi gerektiğini söylüyordu. Rusları, bunların aksini yaptıkları için şiddetle suçladı. Fakat o bütün eleştirilerine rağmen Bolşeviklerin yoldaşıydı. Bütün devrimler için yüreği titreyen bir ateş kadın, bir ateş kadınıydı.

1918… Almanya savaştan yenik çıkmıştı. Spartakistler, bozguna uğrayan orduya ve kitlelere yönelik etkin ve son derece militanca propaganda çalışmalarına başladılar. Siyasi tutsaklar için çıkarılan af dolayısıyla Rosa ve Liebknecht serbest kalmıştı. Ülkede çok büyük bir karmaşa ve hareketlilik yaşanıyordu. Bütün kesimler ayakta ve isyan halindeydi. İşçiler silahlanmış, askerlerle birlikte alanlara akmaya başlamıştı. Halk savaşın ve savaşın acılarının hesabını soruyor, tepkisini ve öfkesini dile getiriyordu. Hükümet, yönetimi SPD’ya devretmenin kendisi için de daha hayırlı olacağını düşündü ve SPD hükümete geldi, “Demokratik Cumhuriyet” kurulduğu açıklandı.

Spartakistler ise “Sosyalist Cumhuriyet” istiyorlardı ve aynı anda alanlarda Liebknecht bunu bağırıyordu. Spartakistler, bu “devrim” günlerinde ihtiyaç duydukları gazeteyi çıkarmak için gazete işgal edecek kadar radikal etkinlikler içinde kıyasıya mücadele ettiler. Fakat kurulan İşçi ve asker Konseylerine alınmamaları, onları yeni arayışlara yöneltti. Rosa, “Spartakistler Ne İstiyor?” isimli ünlü eserini bu sıcak günlerde yazmıştır. Yine bu günlerde Alman Komünist Partisi’ni kurdular.

Hiçbir şeyin yerli yerinde olmadığı bu olağanüstü hızlı ve karışık dönemde, yine bir SPD’li olan Noske tarafından anti-komünist askerlerden oluşan birlikler kuruldu ve bunlara “Freikorps” denildi. Bu birlikler, parti yönetiminin sağ kanadın eline geçmesinden ve olayların akışının aynı hızla ters yöne dönmesinden, gericileşmesinden cesaret alarak, tutuklamalara ve katliamlara başladılar.

“Gözyaşı ve kuşların olduğu her yer benim evimdir”

Böyle yazmıştı Rosa, cezaevinden bir dostuna gönderdiği mektubunda… Ve İsyan’ın ilk günlerinin hızla gelişen doğrultusunun yine aynı hızla tersine dönmesi sonucunda aranmaya başladılar, bir süre sonra da halkın ihbarı sonucu Freikorps’lar tarafından yakalandılar.

Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht… Önce dipçikle kafaları parçalandı. Ölmeyen Liebknecht’i götürüp kurşuna dizdiler. Rosa, ilk dipçik darbeleriyle ölmüştü. Kurşunlanmasına gerek kalmadı. Ve onun kanlar içindeki cesedini bir kanala attılar.

Tarih: 15 Ocak 1919…

İki gün sonra Jogishes durumu Lenin’e şöyle bildiriyordu:

“Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht, nihai devrimci görevlerini yerine getirdiler.”

Katledilmesinden bir gün önce yazdığı yazıda diyordu ki Rosa: “Yarından tezi yok. Kıyamet günü kopmuşcasına, tüm tantanasıyla, en ummadığınız yer ve anda devrim karşınıza yeniden çıkacaktır:’ ‘Vardım, varım, varolacağım’ diyecektir…”

O, arkasında kesintisiz mücadele dolu, ilkeli ve ödünsüz bir militan yaşamı bıraktığı gibi;
-Polanya’da Sanayinin Gelişimi.
-Sosyal Reform mu, Devrim mi?
-Rus Sosyal Demokrasisinin Örgütlenme Sorunları.
-Kitle Grevleri, Sendikalar, Partiler.
-Sermaye Birikiminin Tarihsel Koşulları.
-Sosyal Demokrasinin Bunalımı.
-Rus Devrimi Üzerine.
gibi eserleriyle, düşünce insanı yaşamı bırakmıştır.

Yani bir sosyalist devrimcinin yaşamını…

O NERGİS güzelliğindeki yaşamı, saygıyla anıyoruz. Dünyanın her tarafında “gözyaşları ve kuşlar” var Rosa. Ve bütün dünya senin evin. Bu yıl Berlin’de çok büyük ve coşkulu bir gösteriyle anıldın. Oradaydın değil mi? Alman, Rus, Türk, Kürt, Sri Lankalı, Polonyalı kızkardeşlerinle ve erkek kardeşlerinle birlikteydin…

Hep birlikteydik, seni andık, seni yaşadık… Yeni devrimlerin savaşçıları, yaşamınla donandılar, isyancılığından yeni isyanların kıvılcımını aldılar.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 16.04.2015- 22:19


Kartalların kan izleri
Mahir Ergun


Kan izlerini sürün. Rosa Luxemburg’un mezarından başlayıp Nazi SS’lerinin ellerine, Alman işadamlarının cebinden Kızıldere’ye, sonra bir Haziran günü Taksim’e varacaksınız. Bu kan soyları tükenmeyen kartalların kanıdır.

Resim Ekleme

Lenin’in şu cümleleri bilinir:

Rosa Luxemburg Polonya’nın bağımsızlığı konusunda yanıldı; 1903’te Menşevizmi değerlendirirken yanıldı; sermaye birikimi teorisinde yanıldı; Temmuz 1914’te Plehanov, Vandervelde, Kautsky vd. ile birlikte Bolşeviklerin Menşeviklerle birleşmesini savunurken yanıldı; 1918 cezaevi yazılarında yanıldı (cezaevinden çıkışında 1918 sonu ve 1919 başında hatalarını bizzat büyük ölçüde düzeltti). Fakat bütün bu hatalarına rağmen o bir kartaldı ve kartal olarak kalacaktır; ve anısı bütün dünya komünistleri için daima değerli olmakla kalmayacak aynı zamanda, biyografisi ve bütün eserlerinin yayınlanması (…) tüm dünyada pek çok komünist kuşağın eğitilmesinde son derece yararlı bir ders olacaktır. 1

Kavga içindeki şaşmaz iradesiydi, bir kartal yapan onu. Bu iradenin açtığı pençelerle karanlığın üzerine uçtu. Ölümünün ardından, katilleri kartal figürleri donandılar.

Luxemburg’un katledildiği topraklarda da eski söylenceler vardır. Ege kıyısındakilere sıcak rüzgârlar, zeytin ağaçları ve naif tepeler yönünden benzemezler belki, ama o söylencelerde de tanrıların amansız kudreti ve onların karşısında eğilmeyenlerin sözüm ona trajedisi anlatılır durur.

Kartal Thiassi söylencesi

Resim Ekleme

Kuzey illerinin bu eski söylencelerinden birinde, tanrılar Odin, Loki ve Hœnir, sarayları Asgard’dan tebdil-i kıyafet edip ayrılarak, duvarların ötesindeki diyarlarda gezintiye çıkmışlar. Bunlar çetin dağlarla çevrili çorak ve yoksul diyarlarmış. Yiyecek bulmak çok zormuş. Tanrıların soylu mideleriyse aşina değilmiş açlığa, bekleneceği gibi. Gezmeye çıktıklarına çıkacaklarına bin pişman dolaşıp dururlarken, yüksek bir uçurumun kenarında birkaç ineğe rast gelmişler. Hemen yakalayarak, yatırıp kesmişler ineklerden birini, bir ağacın dibinde de büyük bir ateş yakıp pişirmeye koyulmuşlar.

Gelgelelim saatler geçmesine rağmen, hayvanın eti bir türlü pişmiyormuş. “Neden pişmez ki bu?” diye düşünüp dururken tanrılar, yanı başlarındaki ağacın tepesinden “Kolay gelsin“, diye bir ses gelmiş. Başlarını kaldırıp bakmışlar, ağacın dallarından birine tünemiş dev bir kartalmış bu. “Bu topraklar efsunludur“, demiş kartal, “kapkara bir büyü vardır ki, aş pişmesin, aç doymasın. Yemeğinizi benimle paylaşmak isterseniz, yardım ederim pişirmenize“.

Hoşlanmamış tanrılar bu tekliften, lâkin yapacak bir şey de yokmuş. “Peki” demişler, “buyur gel.” Kartal bir sıçrayışta inmiş bulunduğu daldan aşağı ve yardım etmiş tanrılara eti pişirmelerinde. Et pişmiş, sıra yemeğe gelmiş. Oturmuşlar hep beraber, koymuşlar yemeği ortaya. Kartal, tanrıların öfkeli bakışlarını umursamadan, bir parça koparıp yemiş etin güzel yerinden. İkinci parçayı koparmak için uzandığında, tanrı Loki dayanamamış ve “Hey!” diye bağırmış, “Yeter ziftlendiğin, arsız mahluk!” Ardından, eline geçirdiği sağlam bir odunla vurmaya kalkmış kartala. Koca kartalsa sanki bu anı bekliyormuş. Çevik bir hamleyle atılmış ve Loki’yi elindeki odundan yakalayarak, o daha ne olduğunu dahi anlayamadan uçuruma doğru havalanmış. O zaman anlamışlar ki bu kartal, fırtınalar koparan Thiassi‘dir.

Loki, ölümcül kayalıklarıyla o koca dağları aşağıda küçücük görünce korkuya kapılmış ve Thiassi onu bıraksın diye başlamış ağlayıp yalvarmaya. Thiassi ise “Yeter“, demiş, “sizden çektiğimiz, doymak bilmez asalaklar! Tanrılar sefâhat içinde yaşasın diye tatmadığımız çile kalmadı! Bir tek koşulla bırakırım seni, Idun‘u serbest bırakacaksın. Onu bu topraklara getireceğim, bizim de yüzümüz gülecek biraz olsun!”

Idun, yetiştirdiği yemişlerle Asgard’a bolluk, tanrılara sonsuz gençlik ve sıhhat sağlayan bir tanrıçaymış. Onun serbest bırakılması demek, tanrıların yaşlanıp ölmesi demekmiş. Ama kendi canının derdine düşen Loki, kabul etmiş Thiassi’nin isteğini. “Peki“, demiş, serbest bırakmış Idun’u Asgard’dan. Thiassi de almış onu, götürmüş yoksul topraklara.

Gelgelelim, kartalın pençesine düştüklerinde süt dökmüş kediye dönen zalim tanrılar, istihkâmlarına dönünce yine aslan kesilmişler ve cesaretlerini de kendilerine yakışan biçimde göstererek, karşısına çıkmaktan korktukları Thiassi’ye hain bir düzen kurmuşlar. İşlettikleri düzenle Idun’u geri almışlar, ve tek başına Asgard’a saldıran kartal Thiassi’yi de düşürdükleri ateşte yakarak katletmişler.

Bu söylence takvimsiz çağlar boyu anlatılır. Kuşkusuz Asgard tanrılarının “yiğitlikleridir” pek çoklarınca anlatılan. Onlara göre Thiassi’nin düşüşü, kâşânelere saldıranların başına gelecekleri tarif eden acı bir örnektir.

Bizim kartallar: Luxemburg ve Liebknecht

Resim Ekleme
Rosa Luxemburg ve August Bebel (1904)

Fakat yeryüzünün yalçın yarları kartal beslemekten vazgeçmiyor. Çok değil, ancak 96 yıl oluyor Rosa Luxemburg düşeli. Kartalların geçmişi binlerce yıla dayandığına göre, 96 yıl kısacık bir süre olmalı ve bizler o alevli 919 Ocak‘ını gayet iyi hatırlıyor olmalıyız.

Berlin’in o geniş caddelerini kesen barikatları, mavzer tutan işçileri, kurukafa sembolleri taşıyan o ilk nesil tankları, yepyeni mitralyözleri ve toplarıyla barikatlara saldıran Freikorps2 birliklerini ve nihayet istif edilip sokaklara yatırılan teslim olmamış cesetleri, Münih’te duvar diplerinde, idam mangalarına dimdik bakan delikanlıları gayet iyi hatırlıyor olmalıyız.

Ve 15 Ocak sabahının ustura gibi keskin ayazını, Eden Oteli‘nin soğuk taşlarını, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht için verilen ölüm buyruklarını…

Luxemburg, Liebknecht ve Spartakist Ayaklanma’da döğüşen her bir komünist için söylenmiş çok sözler vardır, söylenmektedir ve söylenecektir kuşkusuz.

Anılacaktır onlar. Dostlar anılacaktır. Dost anısı ateş taşır çünkü kavgaya, yürekleri biler, inancı büyütür; fakat düşman unutulmadığı sürece. Düşmanını unutan, öfkesini de unutur. Peki öfkeyi bilmeyen bir yürek, sevgiyi nasıl bilecek?

Katillerini unutarak anmayacağız Spartakist kavgacıları. Kimlerdi Berlin’in soğuk sokaklarını ısıtan yürekleri kanatanlar? Barikatların bileklerini mitralyöz kurşunlarıyla kesenler kimlerdi? Luxemburg ve Liebknecht’i sorgulayıp öldürten, Freikorps komutanı Waldemar Pabst meselâ. Onları daha ilk gördüğü anda yok edilmeleri gerektiğine karar vermiş. Seneler sonra, 1962‘de itiraf ediyor bunu. O tarihe dek Luxemburg ve Liebknecht’i esnaf linç etti diyorlardı. Kimdir bu katil? Nedir bu Freikorps? Bileceğiz bunları. Süreceğiz dökülen her damla dost kanının izini.

Resimli düşman albümü


Düşman soyut bir heyula, kavgaysa salt bir kavram değildir. Gerçektir bunlar. Düşman her karanlık detayda; kavga dişte, tırnaktadır.

Luxemburg ve Liebknecht’in katili de sahici bir adamdı. “Kim olduğunun ne önemi var, olsa olsa basit bir tetikçidir. Küçük adamlar değil, sömürü düzeninin kendisidir bu katliamların sorumlusu“, diyebilirsiniz; doğrudur, ama işte sömürü çarkını da döndürenler vardır. İyi işleyen bir çark, resmi flulaştırır belki, ama ne kadar flu da olsa, resim yaşananı yansıtacaktır. Resme bakmalı.

Resim Ekleme
Rosa Luxemburg ve Karl Liebnecht’in katili Waldemar Pabst (1880-1970).

Luxemburg ve Liebknecht’in katili Waldemar Pabst, basit bir tetikçi olabilirdi ve öylesi bir düşmana karşı yapılacak en iyi şey belki de gerçekten unutmak olurdu. Ama şu Freikorps, basit tetikçilerden oluşan, basit bir gönüllü ordusu mudur yalnızca?

Basit bir gönüllü ordusu düşünün ki, işi komünist öldürmek olsun ve Heinrich Himmler‘den tutalım, daha sonra Auschwitz-Birkenau toplama kampının komutanı olacak olan Rudolf Höߑe, Birahane Darbesi’nde3 Hitler’in yanında yer alacak ve Nazi iktidarından sonra da SA generali olacak olan Bavyera kasaplarından Emil Ketterer‘e kadar, Nazizmin belkemiğini oluşturan bir sürü isim burada yer alsın.

Basit bir tetikçi düşünün ya da, adı Max Erwin von Scheubner-Richter olsun meselâ. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Erzurum’da, Ermeni halkına karşı yürütülen operasyonlarda Osmanlı Ordusu’na danışmanlık yapsın, daha sonra Rusya’ya geçerek karşı devrim hareketlerinin örgütlenmesinde yer alsın, ardından Almanya’ya dönsün ve Freikorps üniformasını sırtlayıp Spartakist avına çıksın, nihayet 1923’te Hitler’le birlikte Birahane Darbesi‘ne katılsın.

Resim Ekleme
Max Erwin von Scheubner-Richter (1884-1923)

Peki bu adamlar olmasaydı tarihin akışı farklı mı olacaktı? Sözgelimi Pabst, Spartakist Ayaklanma’nın ilk anlarında bir komünist işçinin dumanlı mavzerinden fırlayan kurşunla devrilseydi, Luxemburg daha mı fazla yaşayacaktı? Ya da ne olurdu yaşasaydı daha fazla? Bunların cevabını bilemem ben. Çünkü Luxemburg öldü, Pabst yaşadı. Hem de uzun süre. 1970 yılında Düsseldorf’taki evinde rahatça öldüğünde 89 yaşındaydı.

Üstelik ölürken yalnızca Luxemburg ve Liebknecht’in kanını taşımıyordu ellerinde.

Savaş’tan önce Avusturya’nın dağınık faşist çetelerini Heimwehr adı altında birleştirip yöneten oydu. Savaş boyunca, yöneticisi olduğu Rheinmetall silah şirketinde faşist Alman Ordusu’na silah geliştiren de; Reich’in savaşı yitirmesinden sonra, 1960’lar boyunca bir çok devrimci gencin ölümünden sorumlu olacak neo-nazi paramiliterleri eğitip, teşkilatlandıran da; “Beyaz Enternasyonal“, “Brüderschaft” gibi uluslararası faşist örgütleri kurup, yöneten de hep oydu.

Bununla beraber uzun yaşamı boyunca ne herhangi bir suçtan dolayı yargılandı, ne de birileri yaptıklarının hesabını sordu.

Aslında diğer Freikorpsçular için de durum pek farklı değildir. Himmler, Höß gibi çok göz önünde olan birkaç kişi dışındakiler savaş sonrasında kurulan uyduruk Amerikan mahkemelerinde sözümona yargılanıp, birkaç yıl hapis yattıktan sonra serbest kaldılar.

Resim Ekleme
Emil Ketterer (1883-1959). Tıp doktoru olarak Alman faşizminin ötenazi uygulamalarının ateşli bir savunucusuydu.

Örneğin Ötenazi Programı‘nın4 mimarlarından, General Dr. Emil Ketterer de, savaş bitiminde Amerikalılarca “yakalandıktan” kısa bir süre sonra serbest bırakıldı ve 1959 yılına dek yaşadı. Öldüğünde 76 yaşındaydı.

Ketterer, kendisi gibi bir Nazi olan kızı Waltrude’u, “parlak bir genç” olarak bilinen SS Teğmen Hanns Martin Schleyer‘le evlendirmişti. Schleyer de savaş sonunda Amerikalılarca “yakalandı” ve üç yıl içinde serbest bırakıldı.

Amerika bu adamları evlerinde oturup, Alman birası içerek patates yesinler, futbol maçı izlesinler diye serbest bırakmıyor kuşkusuz. Yükselen komünizm tehdidine karşı bu “küçük adamları” kullanıyor. Çünkü sömürü çarkını çevirmek birikim ve örgütlülük isteyen bir iştir. “Örgütlü azınlık” bunu bilir ve mecbur kalmadıkça yetişmiş elemanını harcamak istemez.

Hanns Martin Schleyer de, sırtından alınan SS üniforması yerine pahalı bir takım elbise giydi ve Daimler-Benz şirketinin yönetici koltuğuna kuruldu. Birkaç yıl içinde hem Alman İşveren Sendikası Konfederasyonu‘nun, hem de Alman Sanayiciler Federasyonu‘nun başkanı oldu, işçi hareketi karşısında uzlaşmaz tavır alınmasını ve ardı ardına patlayan grevlere lokavtlarla yanıt verilmesini savundu, Federal Almanya’nın Amerikancı politikalarına tam destek verdi.

Daimler-Benz şirketi de Schleyer’e çok şey borçludur. Şirket, tarihçesinde 1960’larla beraber özellikle ticari araç sektöründe dünya pazarında yaptığı atağı anlatırken şöyle der: “Burada esas rol Hanns Martin Schleyer’e aitti.”5

Daimler-Benz, bu ticari araç yatırımlarını Türkiye’de de yapmıştı. 1967 yılında Otomarsan Otobüs ve Motorlu Araçlar A.Ş. adıyla İstanbul’da kurulan şirkette iki de Türk ortak bulunuyordu.

Bunlardan biri, ototmotiv sektörüne girmeden önce, İncirlik Amerikan Hava Üssü’nde tattığı Coca Cola’nın Türkiye temsilcisi olmaya karar vererek, eski MAH reisi, ya da bugünkü deyişle MİT müsteşarı General Behçet Türkmen‘le birlikte Bakırköy’de bir Coca Cola fabrikası kuran ve böylece Coca Cola’yı Türkiye piyasasına ilk kez sokan Kadir Has‘tı.

Diğeriyse II. emperyalist Paylaşım Savaşı yılları boyunca, Nazi diplomatların Türkiye’deki turancı generallere yolladığı mektupları taşıyan kurye, Ahmet Veli Menger.6

Bugün, Otomarsan’ın kurulduğu tarihten bu yana yarım asra yakın zaman geçmiş, doğal olarak Hanns Martin Schleyer de, Ahmet Veli Menger de, Kadir Has da artık yaşamıyorlar.

Resim Ekleme
Hanns Martin Schleyer (1915-1977). Hanns Martin Schleyer, Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) tutsaklarının serbest bırakılması talebiyle RAF'a bağlı Siegfried Hausner Müfrezesi tarafından 5 Eylül 1977 kaçırılmış, tutsaklar Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan-Carl Raspe'nin bulundukları hapishanede katledilmesi üzerine, 18 Ekim 1977'de vurulmuştur.
Hanns Martin Schleyer (1915-1977). Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) tutsaklarının serbest bırakılması talebiyle RAF’a bağlı Siegfried Hausner Müfrezesi tarafından 5 Eylül 1977 kaçırıldı, tutsaklar Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan-Carl Raspe’nin bulundukları hapishanede katledilmesi üzerine, 18 Ekim 1977’de vurularak cezalandırıldı.

Hanns Martin Schleyer, ’77 Ekim’inde, tantanalı yaşamının mükafatı olarak elde ettiği RAF kurşunuyla bu dünyadan yol almıştı. Onu ’78 Kasım’ında eski dostu Menger, neredeyse Waldemar Pabst kadar uzunca sürdürdüğü ömrünü, yine onun kadar rahatça tamamlayarak takip etti. Son olarak Kadir Has 2007 yılındaki cenazesinde, Tayyip Erdoğan‘dan, Süleyman Demirel’e, Mehmet Ağar‘a, Necdet Menzir’e kadar pek çok “önemli” ismi bir araya getirerek, ne denli sevilen bir “işadamı” olduğunu bir kez daha herkese göstermiş oldu.

Merhum “işadamları”, giderlerken bu dünyadan neler götürdüler bilemiyoruz tabi, en azından beyninde bir kurşunla gittiği bilinen Schleyer dışındakiler için bir şey söylemek zor; fakat arkalarında bıraktıkları holdingler, şirketler, her gün karşımıza çıkıyorlar.

Daimler-Benz ve Türk ortakları, son günlerde Ankara ve İzmir belediyeleriyle, Türk Polis Teşkilatı‘na, otobüs satışları sırasında verdiği rüşvetlerle gündeme gelmişti örneğin. Yine Ahmet Veli Menger Holding’e bağlı Mengerler şirketi Beyoğlu polisine “hediye ettiği” Mercedes’leri, Taksim Anıtı önünde törenle teslim etmişti.

Zamanın Beyoğlu Emniyet Müdürü, bu araçların Taksim ve İstiklal Caddesi’nde görev yapacağını söylemiş, Mengerler genel müdürü de Beyoğlu’nun huzur ve güvenini sağlayan emniyet mensuplarının kalitesine katkıda bulunmaktan mutluluk duyduklarını belirtmişti.

Araçlar 2011 yılında “hediye edildiğine” göre, bu şirin “hediyelerle” Haziran‘da, Gezi dolaylarında karşılaşmış olmamız muhtemeldir.7

Çok uzattım biliyorum; ama Waldemar Pabst‘a da bir kez daha değineceğim. Hayattayken yöneticisi olduğu Rheinmetall şirketi, Türk Ordusu’nun önemli bir silah tedarikçisi durumundadır ve bizzat Pabst’ın yönetiminde geliştirilen MG3 makinalı tüfeği, bugün “terörle mücadele”de ordunun vazgeçilmez silahlarından biridir.

İşte “küçük adamların” mütevazı öykülerinden çok küçük bir parça. Düzen bir şekilde hep aynı eldivenleri giyiyor, pisliğe batırırken elini.

Kartalların kan izini sürmeli

Luxemburg ve Liebknecht öleli 96 yıl oluyor belki, ama aynı “küçük adamlar”, Taksim’de çıkıveriyor karşımıza. İyice baksak aynı adamların Thiassi‘nin katilleriyle de kol kola olduklarını görürüz. Çark böyle işliyor. Birbiri ardı sıra. Bir azınlık örgütleniyor gün be gün. Yığınlar beklerken.

Surlara saldıran kartallar düşürülüyor. Tek tek sayıyoruz onları, uzun zamandır.

Binlerce yıldır ölülerimizle korkutmaya çalışıyorlar bizi, binlerce yıldır onlardan ilham alıyoruz. Ve binlerce yıl daha sürebilir belki bu, ama kazanan kartallar olacak. Basit bir temenni değil bu, öyle; çünkü her bir kartalın düşüşünde bir halkası daha kırılıyor sömürü zincirinin ve kesinlikle her bir kartalın kavgası yetiştiriyor bir sonrakini.

Bu yüzden anmalıyız kartallarımızı. Ve sürmeliyiz kan izlerini. Bu izler ki parlar ay ışığında, puslu imgeyi aydınlatır, düşer kisvesi heyulanın.

Asgard kapılarında Thiassi’yi yakarak katlettikten sonra Odin’in oğlu Thor, gözlerini çıkarmış yiğit kartalın ve yıldız yerine gece göklerine asarak, “Bu gözler,” demiş, “Mutlak saltanatımızın nişânesi olsun ve tüm insanlar görsün bundan böyle; biz ki Ölvaldi’nin oğlu, iradesi şaşmaz Thiassi’yi öldürdük.”

Gece göklerine asılan bu gözlerden biri kutup yıldızı, biri zühre olmuş. O günden beri de gece vakti, sarp, dolambaçlı yollarda yürüyenlere yönlerini gösterirler.


1. Seçme Eserler: Cilt 10 Komünist Enternasyonal, Vİ. Lenin, çev. Süheyla Kaya – İsmail Yarkın, İnter Yayınları, s. 342-343 ↩
2. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Almanya’da kurulan karşı-devrimci gönüllü ordusu. ↩
3.Hitler’in 1923 yılında Münih’te tertiplediği, başarısızlıkla sonuçlanan darbe teşebbüsü. Aksiyon Bürgerbräukeller adlı birahanede gerçekleştiği için Birahane Darbesi olarak anılır. ↩
4. “Temiz bir ırk” yaratmak için, kalıtsal sakatlıkları bulunduğu düşünülen insanların itlafını öngören program. ↩
5. Bkz. www.daimler.com, Company History ↩
6. Uğur Mumcu 40’ların Cadı Kazanı adlı kitabında, Nazi Almanyası’nın Turancılık masası sorumlusu Werner Otto von Hentig’in ve Franz von Papen’in, “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal (en az) o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.” diyen, dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu başta olmak üzere, pek çok Türk devlet adamı ve subayla temas kurduklarını ve Sovyet topraklarında yaşayan Türkler üzerinden harekete geçmeleri için teşvik ettiklerini anlatır.
Mumcu, Von Hentig’in faşist general Hüseyin Hüsnü Erkilet’le mektuplaşmalarını anlatırken, mektupları taşıyan bir kuryeden söz eder: İşadamı Ahmet Veli Menger. Erkilet’in von Hentig’e yazdığı 27 Kasım 1941 tarihli mektubu şöyle başlar: “Veli Menger kanalıyla bana gönderdiğiniz 17 kasım tarihli dostça satırlar…” (Bkz. 40’ların Cadı Kazanı, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, s. 60-61) ↩

7. Bkz. Milliyet Gazetesi, Beyoğlu Emniyeti’ne Sıfır Kilometre Mercedes, 28.06.2011 ↩

http://siyasol.org/kartallarin-kan-izleri/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 15.01.2018- 22:01


Resim Ekleme

Saygıyla...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 16.01.2018- 01:13


Resim Ekleme



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 16.01.2018- 01:40


15 Ocak 1919- Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht öldürüldü


Resim Ekleme

Rosa Luxemburg, Alman Sosyal Demokrat Parti’nin savaş yıllarında milliyetçi ve savaş yanlısı tutumuna karşı çıkarak Lenin ile birlikte aynı safta yer almıştı. Ardından partiden ayrılarak, 5 Ağustos 1914’de Karl Liebknecht ile sonradan Spartaküs Birliği (Spartakistler) adını alacak olan Internationale grubunu kurdular.

Alman hükümeti faaliyetlerinden dolayı Luxemburg ve Liebknecht’i tutukladı. İkili cezaevinden çıktıktan sonra 30 Aralık 1918 tarihinde Alman Komünist Partisi’ni kurdu.

Ekim Devrimi’nin ardından Luxemburg ve Liebknecht Almanya devriminin başlaması için harekete geçti. Devrimin yükselmeye başladığı günlerde Sosyal Demokratlar orduya devrimi bastırmasını emretti. Bu anlaşma sonucu 15 Ocak 1919’da, Luxemburg, Liebknecht ve Wilhelm Pieck, Freikorps tarafından tutuklandı., Pieck kaçmayı başarırken Luxemburg ile Liebknecht yedikleri darbelerle bilinçlerini kaybetti. Aynı gün, Luxemburg ölene kadar dövülmüş ve ölü vücudu nehre atılmış, Liebknecht de başından yediği kurşunlarla öldürülmüştü.

Rosa Luxemburg’un cansız bedeni 1 Haziran 1919’ da Berlin Landwehr kanalının Freiarchen mevkiinde bulundu ve Karl Liebknecht’in yanına gömüldü.

Lenin, Luxemburg için: “O bir kartaldı, hala da bir kartaldır. Rosa Luxemburg bütün dünya devrimcilerinin hatırasında aziz olmakla kalmayacak, eserleri birçok devrimci kuşağın eğitimi için çok faydalı bir ders olacak.” ifadelerini kullanmıştı…

http://gazetemanifesto.com/2018/01/15/hafiza-i-beser-15-ocak-1919-rosa-luxemburg-ve-karl-liebknecht-oldurulduhafiza-i-beser-15-ocak-1919-rosa-luxemburg-ve-karl-liebknecht-olduruldu/



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Zor ama doğru olanlar… - Erkan Baş melnur 1 1812 25.08.2020- 08:50
Konu Klasör Laiklik devrimci bir talep mi?- Can Soyer denizcan 1 4756 05.10.2014- 15:11
Konu Klasör Gramsci: Kayıtsızlardan nefret ediyorum melnur 0 2877 27.01.2017- 11:34
Konu Klasör Gramsci: Kayıtsızlardan nefret ediyorum melnur 0 2339 03.02.2018- 16:16
Konu Klasör Sakık: Hakan Fidan'ı tebrik ediyorum solcu 37 22922 12.05.2014- 17:29
Etiketler   Rosa:,   Tok,   olanlara,   ceza,   talep,   ediyorum
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS