SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Bir Tartışma           (gösterim sayısı: 8.790)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: proletersosyalist
Konu Tarihi: 18.01.2016- 00:37


Hakkı arkadaş ile özel ileti üzerinden yaptığımız tartışmayı onun da isteği üzerine foruma aktarıyorum. Böylece genel bir tartışma olur ve soruları beraber cevaplandırabiliriz...

Ben şöyle demiştim; ''şunu sormak istiyorum; mesela Marks mı Lenin mi tartışmasında sizde emperyalizmin mevcut durumda üretim ilişkilerini ilerletemeyeceğini, geliştirimeyeceğini söylüyorsunuz. Ama Marx'ın döneminde Hindistan özelinde emperyalizm ilerici olabilirdi üretim ilişkilerini geliştirmede. Mesela bugün barajlarla ilgili yorumunuzu okudum. Baraj yapımının ilerici olabileceğinden üretim araçlarını ve devamında üretim ilişkilerini geliştirebileceğinden bahsetmişsiniz. Peki bu yaklaşım Marks'ın yaşadığı dönemde geride kalmamış mıydı? Lenin ile birlikte sömürgecilik hiçbir ileri üretim ilişkisi inşa edemez demedik mi? Ama bu noktada Türkiye sömürgeciliğinin Kürdistan özelinde üretim araçlarının ötesinde üretim ilişkilerini geliştirebileceğini söylüyorsunuz. Sizce bu çelişkili mi? Yoksa Kuzey Kürdistan'ı sömürge olarak kabul etmeyebileceğimiz için çelişki olarak göremez miyiz?''

Hakkı Arkadaş ise cevap olarak önce şunları söylemişti; ''barajlar konusunda Baraj yol gibi yatırımlar kapitalist gelişmenin önünü acar bu tür yatırımlar zaten onun için yapılır.
Emperyalist çağda üretim araçları gelişir Robotlar teknolojik yatırımlar bunun kanıtı.Ama kapitalizmin   gelişme çağını yaşadığı dönemler gibi toplumsal ilerleme sağlamaz.

Geçmişte kürdistan ve Kıbrıs gibi türkiyenin barçası olan topraklar için iç sömürge tahlilleri yaptık ama şimdi o tahlilleri doğru bulmuyorum.Her ülkenin farklı ekonomik yapısı var örneğin italyanın güneyi ile kuzeyi aynı oranda gelişmişlik sağlamıyor hatta bir dönem kuzey italya güneyden ayrılmak istemişti.
Zamanımızda sömürgecilik 18 .yüz yılda olduğu gibi değil finas sermayesi egemen sermaye konumunda onun için borç alacak insan gerekiyor borç alması içinse ödeme tahaütleri lazım.''

Daha sonra bir cevap daha vererek şöyle dedi; ''Bana göre türkiye kürdistan sömürge statüsüne uymuyor. Onun için bu konu belki farklı bir tartışma olabilir .

Ama diğer konular Emperyalizm bu çağda üretici güçleri top yekün geliştiremiyor çünkü sermaye birikimi ağırlıklı olarak ticaret ve faiz ranttan sağlanıyor artık değer dev sermaye birikiminde çok küçük bir alan teşkil ediyor.
Bu plan asya ve bazı afrika ülkelerinde farklı çalışıyor o bölgelerde sermaye birikimi artık değerden sağlanmakta ama egemen biçimi yansıtmıyor. Sistem ağırlıklı olarak robotlaşmaya doğru hızla ilerliyor.

Sermeyeler bütün toplumları içine alacak şekilde yatay büyüyemiyor dikey büyüyor onun için nüfusun çok büyük bir kesimi yardım ve sosyal desteklerle yaşam buluyor. Nufusun çok büyük kesimi de hizmet sektörü denilen üretgen emek olmayan bölümlerde çalışıyor.Hindistan döneminde emperyalizmden çok fazla söz edilemezdi Marxın bir kitabında fransa da Napolyon dönemi için emperyalist amaçtan öz eder.
Barajlar enerji üretimlerini karşılamak amaçlı yatırımlar doğayı tahrip etmeden doğadan faydalanmak marx ters bir anlayış değildir.
Evet Lenin öyle dedi ama gelişmeler Lenin,i doğrulamadı bir çok gelişme 1925 ten sonra oldu Türkiye bile o tarihten sonra gelişti
Bu gün farklı artık toplumsal gelişme sağlanamıyor çünkü dünya çok hızlı teknolojik çağa ayak uyduruyor.

Ama Çin e dikkat çekmek gerekiyor.Hem sermayeden faydalanıyorlar hem toplumsal gelişmeyi büyütüyorlar tabi eski sosyalist ülkelerde aynı vietnem gibi.
Elbette bunlar hep tartışılabilecek görüşler ben böyle düşünüyorum diye doğru budur demiyorum.''

Ben de ikinci cevabına yönelik şunları söyledim; ''Öncelikle Türkiye Kürdistan neden sömürge sürecine uymuyor size göre? Misal sömürgeciliği ben iki tipe ayırıyorum. Birincisi emperyalist sistemin eski döneminde var olan doğrudan sömürgeleştirme. İşte Fransa-Cezayir, Belçika-Kongo örnekleri gibi çoğaltılabilir. Bu tip sömürgecilik 20.yüzyılla birlikte bitti. İkinci tip sömürgecilikse yeni sömürgecilik dediğimiz ulusal kurtuluş hareketleri sonucu emperyalizmin o ülkelere bağımsızlığını vermesi ama kurtuluşu gerçekleştiren ülkelerin seçilen kapitalist yol üzerinden sosyo-ekonomik ilişkilerle emperyalist hegemonyaya dahil edilmesi. Yani doğrudan devletin başka devleti işgali yerine böyle bir süreç var. Bence Türkiye'nin yaşadığı da bu oldu. Görünürde bağımsızlaştı Kurtuluş Savaşıyla. Ama 1940'lardan itibaren ekonomik ilişkiler üzerinden emperyalizmin yeni sömürgesi oldu. Bu kapitalistleşmesini nispeten daha geç yaşayan her ülkenin kaderiydi. Çünkü bu ülkelerin iç burjuvazisinden çok daha önce gelişmiş bir uluslararası burjuvazi vardı ve bu ülkelerin burjuvazisi için gelişim dinamiği bunlarla olan ilişkiler üzerinden oldu, zaten böylede olmak zorundaydı. Böylece uluslararası sermaye ağına dahil olarak görev bölüşümü yapıldı. Bizim gibi ülkelerdelerin burjuvazisinde rol daha hafif sanayiye, tüketim mallarına odaklanmaktı. Buralardan Kürdistan'a dönüyorum şimdi. Birincisi bir Fransa-Cezayir ilişkisi sayılabilir mi Osmanlı-Kürdistan devamında TC-Kürdistan ilişkileri? Çünkü orada devletin kendine temel aldığı etnisiteden daha farklı bir halk var ve bunlar devletin yönetsel, kültürel dayatmalarını kabul etmiyorlar. Ancak şbenzerlik kurarken şuna dikkat etmek gerek; Fransa kapitalistleşmesini tamamlayan bir ülkeydi ve her ne kadar Fransız kapitalizmi sömürgeciliğe dayanarak geliştiyse de kapitalizmin gelişmesinden sonraki Fransız sömürgeciliğinin temelleri daha farklı noktalara dayanır. Yani kapitalizm öncesi-sonrası sömürgeciliği de ayırmak gerek. E Osmanlı kapitalist gelişmesini tamamlayan bu bağlamda bir sömürge politikası inşa eden bir ülke değil. Hala feodal anlayışta bir bakışı ve politikası var kendi sömürgesi diyeceğimiz Arap-Kürt-Balkan vilayetlerine karşı. Bunda değişikliklere gidiliyor 19.yüzyılda. Ama bu daha çok Fransanın kendi iç ulus devlet inşasına benzer bir şekilde kapsayıcı bir ulus devlet inşa etme temelli. TC üzerinden de şuradan kurdum; evet kurtuluş savaşı beraber verilip, bağımsızlık ortak elde ediliyor ama daha sonra cumhuriyet yönetiminde bir ortaklık yaşanmıyor. Türk-Kürt ortaklığından ziyade bir Türklük hegemonyası inşa ediliyor ve bunu kabul etmeyen Kürtlere karşı kabülü için baskılar, katliamlar uygulanıyor. Kabul eden Kürt ağalarına, aşiretlerine bir şey yapmıyorlar. Dolayısıyla burda Türk devletinin Kürt halkına bir baskısı var. Ama bu Fransa-Cezayire şurdan benzemiyor; bir anakara Fransa deniz aşırı Cezayir durumu yok ikincisi kapitalistleşme tamamlanıp kapitalist emperyal gelişim politikası temelinde bir sömürgeleştirmeden ziyade yine Osmanlıdaki gibi ulus devlet temelli bir baskılama var. Yani yine daha çok Fransızların 18. ve 19.yüzyılda ulus devleti inşa ederken Fransa-Bask bölgesi çelişkisinde yaşananlar gibi. Bunu nasıl adlandırmak gerek? Sömürge değilde ilhak altında olan bölge tanımlaması olabilir mi? Siz ne dersiniz? Nasıl bakıyorsunuz?

Kürdistanı başarılı bir ulusal kurtuluş savaşımı vermedikleri için yeni sömürgeciliğe kendi başına dahil etmem. Evet mesela Kuzey Kürdistan yeni sömürgedir ama Türkiye üzerinden yeni sömürgeleştirme süreçlerine dahil oldular. Yani Türkiyenin bütününden farkı yok bu konuda.

Birde Kürt halkının dört taraflı durumunu ne olarak değerlendirmek gerek?

Emperyalizmin üretici güçleri geliştirmediği noktasındaki tespitinize bende katılıyorum. Ancak şunları da sormak istiyorum size; birincisi robotları geliştirmek de bir noktasından üretici güçleri geliştirmek değil midir? İkincisi robotlar üzerinden artık değer elde edilir mi?

Birde robotlaşmadan bahsetmişsiniz evet var robotlaşma ama kapitalizm devam ettiği müddetçe robotlaşmanın çok fazla ilerleyip robotun işçinin yerini alacağını pek mümkün görmüyorum.

Kapitalizm sizin de değiniz gibi yapı değiştirdi. Post-sanayi toplumu diyebileceğimiz hizmet sektörünün, üretken olmayan emeğin hegemonik konuma geldiği bir yapıda. Ancak bu konudada tartışmalar var, buralarda çalışanlar üretken olarak sayılır mı sayılmaz mı diye?

Sermaye dediğiniz gibi yatay değil dikey büyüyor. Kapitalizmin bu sorununa karşı aslında 20.yüzyılda her toplum kendince çözümler üretmeye çalıştı. Almanyada Nazi hareketi, ABD'de New Deal gibiler düzen içi olanları, SSCB vesaire ise radikal, düzen dışı çıkışlardı. New Deal gibi ve Avrupa sosyal devletlerinin özelliği bir yandan olumlu gibi gözükse de aslında olumsuzdur. Birincisi aslında mali sermayenin hegemonik duruma gelmesini ifade eder. Çünkü sanayi burjuvazisinin kendi bu sosyal işleri yapmıyordu. Bu işi devlete devretti. Devlete devretmesi buna bağlı olarak birincisi devletin yani siyasetin ekonomi kontrolü dışına çıkıp, bağımsız alanda hareket etmesini kolaylaştırdı. İkincisi devletler bunu başarabilmek için mali oligarşiye borçlandı. Mali oligarşi bu süreçte sırf devletleri değil tüketime dayanan yapı üzerinden toplumları da kıskacına aldı. Birde bu süreçlerin en önemli özelliği devletin 'sosyalleşmesi' sonucu toplumlar üzerinden kendini meşrulaştırması, egemenlerin değil tüm halkın devleti algısı yaratması ve işsizlik maaşları, sosyal yardımlar vesaire üzerinden kendine bağımlı asalak bir sınıf yaratması. Neoliberal süreçle birlikte devletin bu sosyal yönü törpülenip tüketim kavramının bunun üzerinden bağımlılık ve yapay refah üretmenin öne çıkarıldığı bir süreç işlendi. Devlet-siyaset yine göreceli bağımsızlığını korudu. Çünkü bu sefer de örgütlü emekçiler üzerinde hakların zayıflatılması için uygulanacak baskı üzerinden alan açıldı. Birde bizde AKP'nin yaptığı gibi neoliberal politikaların yarattığı yoksulluğu sadaka niyetine bazı uygulamalar üzerinden fırsata çevirip kitleleri kendilerine bağladılar.

Evet Marx emperyalizmden çok söz etmez. Ama onun dönemiyle Lenin ve sonrası da farklı süreçler. Marks da aslında kapitalizmin tekelleşme eğilimini, doğu üzerinden gelişebilecek sömürgeciliği ve bunun sömürgeci ülkenin işçi sınıfı için yaratacağı göreli refah üzerinden yaratabileceği olumsuzluğa değiniyor(İngiltere-Hindistan sömürge ilişkileri ve bunun İngiliz işçi sınıfına etkisi üzerinde buna değinen bir yazı okuduğumu hatırlıyorum ama oldu bir süre). Lenin dönemindeyse tekelleşme, tekelci kapitalizmin yayılma arsuzuyla inşa ettiği sömürgeleştirme ve bunun sömürgeci ülke işçi sınıfında yarattığı göreceli refah ve mücadelede pasifleşme tam anlamıyla gerçekleşiyor. Leninden sonra ise devlete değil sosyo-ekonomik ilişkilere dayanan bir yapı öne çıkıyor. Lenin de de bu var ve Lenin de buna dikkat çekiyor. Ama bunun gerçekleşip, yapısallaşması Lenin sonrası. Bende güncelde geçerli olanın bu yeni sömürgeci ilişkiler olduğunu dünyada 'milli' alanın kalmadığını her parçanın emperyalizmin hegemonyasına dahil olup, bütünleştiği bir süreç içinde olduğumuzu düşünüyorum.

Birde şu sözlerinizi biraz daha açarmısınız; 'Bu gün farklı artık toplumsal gelişme sağlanamıyor çünkü dünya çok hızlı teknolojik çağa ayak uyduruyor.

Ama Çin e dikkat çekmek gerekiyor.Hem sermayeden faydalanıyorlar hem toplumsal gelişmeyi büyütüyorlar tabi eski sosyalist ülkelerde aynı vietnem gibi.'

Bu cevabımdan sonra Hakkı arkadaş forum üzerinden tartışmaya devam edip, herkesin katılabileceği bir ortam yaratılabileceğini belirtti. Evet buralardaki soruları, fikirleri forum genelinde tartışalım derim...






Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
hakkı
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: hakkı
Cevap Tarihi: 18.01.2016- 14:29


Sn Proletersosyalist.

Benim anladığıma göre tartışmalar 3 veya 4 konuda değerlendirmek gerekiyor
1 Barajlar Doğanın kullanımı.
2 Kuzey   Kürdistan ın konumu
3 Genel olarak emperyalizm.
4 Emperyalizm in günümüzdeki konumu Çin Hindistan Vietnam gibi ülkeledeki durumları.

Ben birinciden itibaren görüşlerimi ifade edeyim.
Barajlar (hes) konumu.
İnsanlık terihinden bu yana doğayı yönetmek istemiştir Bu konuda tarihte çok çatışmalı dönemler olmuştur Doğayı hiç bozmadan   ondan faydalanmak isteyen görüşler, doğayı tahrip ederek faydalanmak isteyen görüşler, doğa ile kardeşçe geçinerek doğadan faydalanmak isteyen görüşler. Komünistler genelde üçüncü seçeneği seçmiştir.
Her 3 görüşün ortak yanı doğadan yararlanmaktır.

Konu barajlar olduğundan dağlardan ve sudan faydalanmak akla geliyor. Barajlar suyun kullanımı olarak bilinir -suyun içindeki canlıların üretimi -suyun kendiliğinde (başıboş) akması yerine kontrol altında olması -sudan faydalanıp enerji üretilmesi..
Bu 3 unsur suyun insan yararına kullanılmasıdır, üçünü şekli ile   kullanmak suyu çok yönlü ve daha verimli kullanmaktır.
Buna itiraz edenler suyun satılabileceği bedava kullanımın engelleneceği   ve doğanın değişebileceği iddiasında bulunanlardır. Çevreciler, bazı solcular ve bazı milliyetçiler.

Benim düşüncem su bu üç unsur halinde kullanılmalı suyun gücünün yaratığı enejiden   faydalılmalı suyu yönetebilmeli ve suyun   içinde insana faydalı üretim yapılmalı.
Bence işin içinde kapitalist üretim biçimi olduğundan itirazlar geliyor yoksa bir sosyalist ülkede bu 3 yöntem izlense itiraz eden olacağını sanmıyorum.

Benim itirazım hiç bir şeyi tahrip etmeden doğadaki bazı değişimleri tamir ederek planlanarak doğanın kullanılmasıdır. Bence biz bütüne karşı çıkacağımıza ,işleyişe karşı çıkmalıyız.

Kapitalist anlayışa karşı çıkanlar haklı .Ama bu haklılık sanki suyun tutumuna karşı olmak gibi anlaşılıyor ve savundukları şey suyun ilkel yöntemlerle başı boş akmasıdır.

Kapitalizm dünyada en son sınıflı sistemdir faydaları da vardır. Komünizmin koşullarını yaratmıştır Üretici güçleri geliştirmiştir.
Bence zamanını tamamlamıştır
Ama yaptığı tahribatların yanı sıra bize bırakacağı bir çok şey vardır altyapı teknolojik gelişmeler ve doğanın kullanımı.

Diğer konularda tartışmalardan sonra ilerleyebiliriz.




Bu ileti en son hakkı tarafından 18.01.2016- 14:34 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
owert
[ İşçi ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 25.11.2013
İleti Sayısı: 246
Konum: Antalya
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: owert
Cevap Tarihi: 18.01.2016- 23:24


Uygarlık doğanın hakimeyet(insan iradesinin ) altına alınmasıdır.

Ancak anlaşılan sanırım doğanın insan iradesi altına girmesi ile doğanın yok edileceği olmakta . İşin tuhafı   yeni nesil doğacılar da bunu yaymakta.   Bu algılayış nereden gelmekte diye de sormak gerekir .   ''Doğaya   insan eli, iradesi girmesin ,o kendi kulvarında gitsin ve doğa insan iradesinden daha düzgünce gelişiyorsa   ki doğacıya göre böyle ,o zaman biz doğanın egemenliğini kabul edelim. ''O bize yol göstercektir . Hatta bu iş öyle bir hal alıyor ki bazen   doğacılarda şunu görüyorum, ''İnsan yok edicidir'' yargılamaları ile ve insanoğluna   düşmanlık düşünceleri ortaya çıkıyor.   Aynı durum dinlerde de var. İnsanı yok saymak ,onun şeytan olduğunu kanıtlamak ve gereğinde zavalı bir yaartık olarak göstermek. Bu algı .   İnsan doğayı egemenlik altına alırken , yani uygarlığı geliştirirken sürekli doğayı yok etmiş ve doğanın üzerinde tepinmiş .Doğayı sadece değer üretmek ve doğanın ürettiği değerleri gasp ederek ,verdiğinden daha fazlasını   isteyerek doğayı yok etmeye yönelmiş. Ancak garibim doğa tıpkı Türkiyede ki toplumlar gibi '' nereye bakarsan elde kalıyor, ama yıkılmıyor '' durum da olmakta.   Yine dine göre :insan toplumsal ilşkiler Allahın bizleri yarattığı şekilde gidecekken insan denilen bu ilişkileri bozmuştur.

İkiside İnsana olan güvensiliği ,onun bir şeytan ,oyun bozucu olduğu konusunda hem fikir gibi geliyor bana.

İnsan doğanın bir yaratığı ama aynı zaman da ona kafa ilk olan var. Çevreye uyumlu olmak ve hemen uymak .. Ancak insanda olan doğanın diğer varlıklarında olmayan doğayı değiştirebilme özelliği. Zaten bu olduğu için insanoğlu yaşamını daha kolay ,rahat yaşanabilir yapmaya çalışıyor .

Diğer taraftan birde şunu düşünüyorum .   Günümüz de tarihi (doğa ,toplum tarihini   ) sınıflar mücadelesi yapmaktadır diyoruz. (doğa pek karıştılmasada esasta doğada bu işin içinde)   Peki sınıflar mücadelesi bitince   tarih (doğa ve toplum ) mücadelesi de bitecekmidir. ? Çünkü sınıflar ortadan kakalbileceğini ,insanlığın sınıfsız bir toplumda yaşayacağını söylüyoruz. O zaman ne doğa nede toplum mücadelesi olmayacağını söylemiş oluyoruz.  

Bence o zaman gerçek anlamda insanoğlunun   doğa ile mücadelesi   başlayacaktır. Toplumsal(sınıf ) mücedelesi   insanoğlunun doğa ile gerçek anlamda yüzleşmesi onunla karşı karşıya gelmesini engelmektedir . İnsanı doğaya yabancılaştırmakta aynı zamanda kendine de kendine yabancılaştırmakta   Yani sınıflar mücadelesi uygarlığın(doğayı egemenlik altına almayı ,insanoğlunun iradesi altında ) gelişiminde engeleyen bir fonksiyon sağlamakta.

Şimdi yaptığımız ise sadece doğayı korumak . Çünkü gerçek anlamda doğa ile insanoğlunun mücadelesi yerine,doğyı yok etme ,onu sermayenin yoğunlaştırması aracısı olarak görmekten başka birşey değil. Bu aynı zamanda   doğanın vahşice sömürülmesi başka birşey değil.

Bu anlamda bugün doğanın insan iradesi altına alınması uygarlık değil   doğanın aynı zaman da İnsanının yok edilmesi olmakta. Çünkü insan doğanın içinde olan ,onun ürünü ama onun karşıtı da olabilen varlık.

Bu durumda barajların yapımlarına itirazmı edeceğiz evet ama bu barajlar yapılamaz biçimden öte doğayı koruma şeklinde olmalıdır diye düşünmekteyim. Nükler santralere ise tümden karşıyım . Bu sistemin bu işi yapacağına inanmıyorum .  
 




Bu ileti en son owert tarafından 18.01.2016- 23:39 tarihinde, toplamda 4 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
hakkı
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: hakkı
Cevap Tarihi: 19.01.2016- 20:04


2-Kuzey Kürdistanın konumu:

Türkiye sınırları içindeki kuzey (bakur) kürdistan denilen bölge Türkiyenin sömürgesimi .

Biz sömürge dediğimizde doğal kaynakları ve emek gücü ile elde edilen artık değerden pay alınması olarak anlarız.
Bu oralarda yatırılan sermeyelere ortak olmaktır bir de doğal kaynaklarına el konulması.
Kürdistana baktığımızda bunları göremiyoruz sivas ta ne görmüşsek Diyarbakır da aynı şeyi görüyoruz .
Türk iş adamı hangi haklara sahipse kürt iş adamıda aynı haklara sahip türk siyasetçi ne kadar yükselebiliyorsa kürt siyasetçi aynı oranda yükseliyor
Peki sömürülen kim ve ne şeklide sömürü elde ediliyor

Bu ülkede kürtçe yasak sa Türkçede yasak (ezan Türkçe okunmuyor)
sömürü ne şekilde oluyor

Geçmişte Sovyetlerinde etkisi ile kürdistan ve Kıbrıs için iç sömürge dedik bunu hiç bir ekonomik gerekçesi yokken sadece emperyalist bir pak ta olan Türkiye için bir siyasi gerekçe uyduruldu
Eğer bir ülkenin farklı bir noktası daha az gelişmişse orada yaşayan halkın sömürüldüğü için değildir bu tür farklar bir çok ülkede var
Bunun sebebi kapitalizmdeki eşitsiz gelişme siyasetidir. Pazara yakın olmaması halkın daha feodal olması ve yatırımcılar için cazip olmamasıdır.

Türkiye genel olarak kendine avrupayı yakın gördü ,ihracatını büyük bölümünü avrupaya yönlendirdi turizm Avrupa dan geldi
daha çok ülkenin batısı gelişti karadeniz doğu iç anadolunun bir bölümü gelişemedi
Kürdistanın sömürge statüsüne uyduğunu gösteren hiç emareye rastlanmadı.

Zaten sömürge diyenler sömürge özellikleri olan şeyleri açıklayamıyor gerekçeleri aşağılanmış bir halka ve dillerinin konuşamamasıdır
Bu konuda kürtler diğer halklardan daha az hakka sahip değil dillerini konuşulmaması bu ülkde bir çok etnik guruplar dillerini konuşamıyor
Bunu sebebi kürtler sömürüldüğü için değil türkiyede yeterli bir demokrasinin olmamasıdır. Bu ülke ne istenilen demokrasiye ulaştı ne gerçek bir laik oldu
Bu ülkenin burjuvası demokrasiyi cesaretle uygulayamadı bu ülkenin devleti demokrasiden hep korktu belkide islam kültürü bunlar için en büyük engeldi

Kürtlerin eksik demokrasi için devleti suçlaması doğru değil bu devlette burjuvada engel olan islam kültürü kürtlerde de var yani türkte eksik olan kürtte fazla değil Kürtte fazla olan Türkte eksik değil.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
owert
[ İşçi ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 25.11.2013
İleti Sayısı: 246
Konum: Antalya
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: owert
Cevap Tarihi: 20.01.2016- 22:38


Ben farklıyerden yakalşmaya çalışayım.

Türkiye neden Kürt sorununu çözmemiştir. ?!

Bilindiği gibi kürtler Osamanlı döneminde özerkliğini koruyan bir sisteme dahildi. Bu Osmanlının tek kürtlere değil   Müslüman toplumlara uyguladığı bir sistemdi.  

Kurtuluş savaşında Kürtler verilen mücadele yanında olmadı ama karşıda olmadı.Sadece Dersim bölgesinde 1920 de koçgiri ayaklanması var ki fırsat bu fırsattır yaklaşımı ile   ve kısa zamanda bastırılıyor.   Dersim bölgesi güneyinde ki kürtler ise   başta dersim ayaklanmasına sıcak baksalar da bastırma harekattı merkez ordusu kurulumasyaa başlayınca biz bu işin içinde yokuz tutmuna yöneliyorlar.

Koçgiriayaklanması Dersim bölgesi olunca alevi kürtler başı çektiği anlaşılıyor .

Yine Kurtuluş savaşı döneminde özellikle batıda ki İnönü,Kütahya eskişehi ve sakarya savaşlarında asker vermediklerini söyleyen tarihçiler var ki bunu seferberlik ilanlarında da görüyoruz. Savaşın içinde olanlar neden seferberlik ilanlarını doğu bölgesinde geçerli olmayacak tarzda ilan ettiler? Buda ilginç olmakta. Yani Kürtler bugün '' ilan ettilerde gitmedikmi '' diyebilirler .

Ancak Kürt toplumunu M.kemal ve arkadaşlarının mücadelesine sıcak bakmadığı ama karşıda çıkmadığı bir durmun varlığı ortaya çıkıyor. M.Kemale karşıydılar çünkü o Padişaha dolayısı ile Osmanlının Kürt toplumuna tanımış olduğu özerkliği vermeye bililirdi ve bu konuda güvenceyi M.Kemal ve arkadaşlarından alamadıkları . M.kemal ve arkadaşlarına karşı çıkamıyorlardı çünkü onlar sevr anlaşmasına karşıydılar çünkü sevr Ermenilerin geri dönmelerini içeriyordu . Ermenilerin geri dönmesi demek o güne kadar ermeni mal mülklerinin geri verilmesi demekti ki bu zaten mondros ateşkesinden sonra başlayan süreçte ermeniler geri dönmeye başlamış ve mallarını geri alabilmek için yetkili makamlara başvurmulardır . Yani teorik olarak değil bizzat hayat içinde böylesi sorunla karşı karşıyaydılar . Eminim ki Karabekirin anılarını okumadım ama Erzurmdaki ermenilere karşı verilen mücadelede Kürt aşiretleri de karabekirin emrinde güçlüce Ermenilere karşı mücadeleye katılmış olduğunu biliyorum.

Kürtler batıda ki mücedelede yoktular. Zaten şimdi bu mücadelenin Anti-Emperyalist olmadığını yunanlılara karşı yapılan savaş olduklarını söylemekteler.

Durum şu olmaktadır. Kürtler nasıl ki batıdaki ler yunanlılara karşı mücedele etmişlerse doğudakilerde Eremeniler karşı mücadele etmişlersonucunu ortaya koyup,bu toprakların kurtuluşu   için iki toplumda (sonradan   Türkler (Osmanlı değil) kimliği ile resmen ortaya çıkanlar)   ortak mücadele vermişlerdir.

Halbu ki batıdakiler yunalılara karşı değil emperyalistlere karşı mücadele verdik demektedirler. Ve bu emperyalistlere karşı mücadelede Kürtler yokturu gündeme getirmektedirler. Ve dolayısı ile : Bu ülkeyi emperyalistlerden kurtaran biziz o zaman kürtlerde emrimiz altında kalmaya mahkumdur yaklaşımı ortaya çıkmakta. Elbette bunlar Türk ulusculuğunu egemen   kılmak isteyenler olmakta.

Diğer taraftan M.kemal Kürtlere   (özerklik değil) ayelet sistemiyle Kürt ve başka yerel topluluların sorunlarını çözebilirize yönelik demeçleri vardır. Belkide gerçekten M.kemal ve arkadaşları osmanlıdan çıkan ve ulusal bilince erememiş,yerel temsiliyet sağlayanlarca idare edilen toplumlarla böylesi bir devlet yaratmayı düşünmüş olabilirler ..

Çünkü bu sorunların gelecekte de dün olduğu gibi   (ermeni, nasturi,Kürt,Arap,Alevi isyanları ) olacağını biliyorlardır. yada tahmin ediyorlardır . Ve böyle bir durum da bir kimlik üzerinden oluşturulan devlettin bu sorunları (hele yok olup giden tüm maddi manevi yaşamın üzerinde   )) haledemiyeceğini düşünmüş olabilirler .. Bundan dolayı tek kimlik üzerinden değil eyalet sistemi ile ortaklaştırılan devlettin ancak bu sorunları giderebileceğini düşünmüşte olabilirler. Olabilirler ki ,eyalet sistemini gerçekten düşünüyor olabilmişlerdir.  

Ancak daha sonra bu projeden vazgeçtiklerini görüyoruz.? O zaman sormaya hakkımız var neden? Toplumsal tarihte   olanlar, liderlerin canı böyle istedi veya istemiştir ondandır biçiminde açıklanamaz.

Konu ile ilgili. Kürtler Türklerin sömürgesi olmamıştır. Olmaları için önce Türk ulusu diye bir ulusun Maddi ve üst yapısal tarihsel birikimini ortaya koymak gerek . Türk ulusu diye olmayan Maddi ve üst yapısal   bir tarihten sonra, Türkler Kürtleri sömürgeleri altına aldılar demek boş bir laftır. Zaten Türk diye birşey ortada yokken ve 1923 ten sonra Türk kelimesinin yoğun biçimde kullanılmaya başlanmasına rağmen ,bu Türk kelimesi ile kürtler sömürge altında olduğunun kanıtı olamaz. Olmayan   bir Türklüğü burada görmeyen Max Weberci (ki   toplumların oluşması konusunda kürt siyasettinin   (Sınıflar değil ?!sınıfçı   karşıtlığı buradan gelmekte)   dayandığı   ) yaklaşımında ırzına geçiyor demektir.

Evet bugün Ben Türk ulusuyum diyenler ile Ben kürt ulusyum diyenler ortakça emperyalizmin maşaları tarafından sömürülmektedir. Bu maşaların kimliğinin ne önemi vardır bura da . Zaten kimlik sahibi olsalar kendi vatanımız dedikleri toparklarada ki halkları emperyalizme peşkeş çekmezler ..  

Eğer ila bunlara bir kimlik vereceksek vermeden olmaz diyorsak hep birlikte pezevekler kimliği diyelim olsun bitsin. Ama Kürt siyasalı bçöyle dememekte bu pezvenkler kimliğini Türkler olarak sunmakta. Sunmakta çünkü o zaman Kenisinin kürt olduğunun kanıtı-lamaya çalışmaktadır ..

Hrant Dink'in kelamıyla yazıyı bitireyim

Kendi kimIiğini ötekinin varIığına göre konumIamak hastaIıktır.

, (15 Eylül 1954 - 19 Ocak 2007)










Bu ileti en son owert tarafından 20.01.2016- 22:45 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ayhan
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 05.12.2013
İleti Sayısı: 1.076
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ayhan
Cevap Tarihi: 20.01.2016- 22:52


Kurtuluş savaşında kürtlerin olmadığını mı söylüyorsun?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
hakkı
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: hakkı
Cevap Tarihi: 22.01.2016- 00:28


Alıntı Çizelgesi: ayhan yazmış

Kurtuluş savaşında kürtlerin olmadığını mı söylüyorsun?




-----------------------------------------------
Kurtuluş savaşına Kürtlerin katılıp katılmaması hiç önemli değil bu savaşın sonrasına halklara   verilen değer ve tasfiye hareketleri önemlidr
Bu savaşa bütün gönlünle ve topyekün halk olarak   katılan Çerkesler savaş sonrası kurulan devlet tarafından tasfiye edilmiş ve bisikolojik olarak cezalandırılmıştır.
Çerkes topluluklar ve Çerkes ismi ihanetle anılmış Osmanlıda kullandıkları dilleri yasaklanmıştır.

Bu savaşa kendilerini veda eden çerkesler ne yazık ki yeterli vefayı görmemiştir.

Kurtuluş Savaşında Milli Mücadeleye destek vermiş Çerkes kökenlilerin ünlülerinden bazıları:

              Hamidiye Kaplanı Çerkes Rauf ORBAY, Ali Fuat CEBESOY, Yusuf İzzet PAŞA, Cemil Cahit TOYDEMİR, Eşref Sencer KUŞÇUBAŞI, Hakkı MÜNSE, Ali Sait AKBAYTOGAN, Deli Halit PAŞA, Bekir Sami KUNDUK, Hakkı BEHÇİ, Ömer Mümtaz TAMBİ   Kaynak: Nart Ajans Takvimi


Bu devlet çok vefasızdır. En büyük vefasızlığı çerkeslere yapmıştır

Kürtler halk olarak bu savaşın dışında kalmış zaten 1915 e kadar kürt halkı diye bir şey yoktur o topraklarda o bölgeler ermeni toprakları iken ermeni tehciri döneminden Ermenilerin terk etmek zorunda kaldığı o toprakları devlet tarafından Türkmenlere ve kürtlere verilmiştir.

Elbette kürt olan kimselerden bazı paşa ve askerler olmakta ama bunlar çok azdı halk olarak kürtler kurtuluş savaşına katılmamıştır



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
hakkı
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: hakkı
Cevap Tarihi: 22.01.2016- 00:31


              21 Mayıs 1864 tarihinde o zaman ki, Osmanlı Topraklarına büyük kitleler halinde göç etmeye başlayan Çerkesler (Adigeler, Abhazlar, Çeçenler, Osetler) Türkiye;yi kendilerinin yeni bir vatanı olarak kabul ettiler. Türk kurtuluş savaşı tarihinde Çerkesler daha çok Çerkes Ethem;in adıyla tanınmaktadır.

Çerkes Toplumuna yapılan en büyük haksızlıklardan biri, bu toplumun Anzavur Ahmet ve Çeres Ethem;le özdeşleştirilmesidir.

Kurtuluş savaşı sırasında bu iki insan dışındaki başka Çerkeslerin varsayılmamasıdır. Halbuki, Kurtuluş savaşında başlangıçtan sonuna kadar önemli görevler ifa eden yüzden fazla Çerkes kökenli üst görevlerde insan bulunmaktadır. Mustafa Kemal;in yakın silah arakadaşlarının gömülü bulunduğu ve tamamı 61 kişi olan Ankara Devlet Şeref Mezarlığında 9 Çerkes;in mezarının bulunması bunun en açık delilidir. Diğer bir örnekse;   Amasya Mülâkatı olarak tarihe geçen Ankara ve İstanbul Hükümetlerinin ilk uzlaşmasının yapıldığı toplantı, Çerkes General Cahit Toydemir;in evinde yapılır. İstanbul Hükümetini temsilen Bahriye Nazırı Çerkes Salih Karzeg Paşa, Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa, Çerkes Rauf Orbay ve Çerkes Bekir Sami Paşa katılır. Bu tarihi toplantıda M. Kemal Atatürk dışındaki kişiler, Çerkes kökenlidir. Ayrıca Amasya Valisi ve Emniyet Müdürü de Çerkes;tir.

Bütün bunlar, Milli Mücadeleye Çerkesler;in verdiği desteği göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Yine Sivas Kongresine katılan Heyet-i Temsiliyeden yedi kişiden dördünün (Rauf Orbay, BekirSami Kunduk, Hakkı Behçi, Ömer Mümtaz Tambi) Çerkes kökenli oldukları dikkate alındığında, Milli Mücadelenin başlangıcından itibaren Çerkesler;in Mustafa Kemal;e ne denli destek verdikleri ortaya çıkar.

                Bütün bunların dışında Çerkes Halkı da Milli Mücadeleye gönülden destek vermiş ve bu uğurda binlece şehit vermişlerdir. Öyle ki, Yunan Resmi kaynaklarında, işgal kuvvetleri komutanlığı, kendi Genel Kurmayına verdiği raporda; ; Hamidiye Kahramanı Rauf Bey gibi, Çerkes olan Ethem Bey;in çağrısıyla Türkiye;deki Çerkesler, dört bir yandan Batı Anadoluya gelmiş ve kuvvetli bir savunma hattı oluşturmuşlardır. Bu hat daha da kuvvetlenmeden takviye birlikler istioruz ; şeklinde raporda bulunmuşlardır

Kaynak: Nart Ajans Takvimi




Bu ileti en son hakkı tarafından 22.01.2016- 00:35 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 23.01.2016- 08:52


Milli mücadelede kürtlerin olmadığını hangi kaynaklara dayanarak açıklıyorsunuz? Bu kadar önemli bir konuda dayanaksız yorum yapmak yanlış düşüncelere yol açabilir. Benim bildiğim kurtuluş savaşının her iki halk tarafından ve M.Kemal'in önderliği altında yapıldığıdır. Bu konularda iki tarafın milliyetçilerinin yorumlarını dikkate almamak lazım. Çanakkale'de de kürtler vardı, milli mücadelede de varlardı. Kürt aşiret reisi Diyap ağa en önemli örneği.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Devrimci örgüt anlayışı üzerine tartışma Köroğlu 1 2115 23.03.2020- 20:13
Konu Klasör Yunanistan Komünist Partisi'nden TKP'ye dayanışma mesajı. melnur 0 1864 22.03.2019- 07:44
Konu Klasör ''Sokak'' tartışmaları üzerine... melnur 1 1401 10.01.2022- 02:52
Konu Klasör Sosyalizm tarihinin en çok tartışılan dönemi... melnur 3 1263 02.04.2022- 01:14
Konu Klasör Selahattin Demirtaş: HDP'li hükümet tartışılmalı... melnur 1 2708 17.02.2020- 22:07
Etiketler   Bir,   Tartışma
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS