SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
1.İslam ve Sol Çalıştayı...           (gösterim sayısı: 3.065)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 15.01.2019- 10:29


1.İslam ve Sol Çalıştay’ının ilk günü yoğun katılımla yapıldı

   
Balat’ta bulunan İnşa Kültür’inde iki gün sürecek olan 1.İslam ve Sol Çalıştayı’nın ilk günü sona erdi. Daha bir çok konunun konuşulması ve onlarca kişinin katılması düşünülüyor. Çalıştaya şaşırtıcı bir şekilde yoğun katılımın olması izdihama neden oldu. Konferans salonuna sığmayan konuklar çalıştayı Kültürevi’nin kafeteryasında bulunan televizyondan ekranından izlemek zorunda kaldı.

İki gün sürecek olan çalıştayın birinci gün ilk oturumda, ilahiyatçı yazar R.İhsan Eliaçık, Prof. Dr. Tayfun Atay, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Abdullatif Şener, ikinci oturuma, Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, Prof. Dr. Yüksel Taşkın, Prof. Dr. Zeki Kılıçarslan, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Hüda Kaya konuşmacı olarak katıldılar.

Müslümanlık da sol gibi toplumculuğu önceliyor
Çalıştayın açılış konuşmasını yazar, düşünür Lütfü Oflaz yaptı. Düşünceleri yaşam tarzları birbirinden farklı kesimleri bir araya getiren bu çalıştayın açılış konuşmasını yapma ve çalıştayı başlatma onurunun kendisine verilmesinden mutluluk duyduğunu belirten Oflaz, kamplaşmanın kutuplaşmanın hat safhaya vardığı günümüzde İslam ve sol konusunun içerdiği hassasiyeti göz önüne alarak, Müslüman bir toplumda solun yaygınlaşmasını isteyenlerin Müslümanları dışlanmaması gerektiğini ifade ederek, Müslümanlığın da sol gibi toplumculuğu öncelediğini söyledi.

Asıl mesele eşitlik meselesiydi, toplumun sınıflara ayrılarak zenginler, yoksullar, efendiler , köleler denmesiydi

Daha sonra konuşan ilahiyatçı yazar R.İhsan Eliaçık,   “İslam ve sol çalıştayı”nda bir araya gelip yüz yüze konuşmayı çok önemli gördüğünü ve bugün bu buluşmanın bile Türkiye’ye bir mesaj olduğunu ifade etti. Türkiye’de yaşayan insanlar olarak bir sükunet ortamı istediklerinin altını çizen Eliaçık, “Memleketin gerilmesini istemiyoruz. Çalışmalar yapıyoruz. Bir şeyler hakkında fikirler üretiyoruz ama ortam gerilince, silahlar konuşunca düşünceler göç ediyor. İnsanlar bir araya gelip konuşamaz hale geliyor. İnsanlar birbirlerine öfkeyle bakıyorlar.   O zamanda fikirlerin çatışmasından hakikat ortaya çıkmıyor” dedi.

“Çağımız da sol fikirler diye bilinen emek, eşitlik, özgürlük, ezilenlerin yoksulların alta kalanların korunması kollanması ve insanları eşitliği fikri İslamiyet’e sonradan yamanan bir fikir değildir” diyen Eliaçık, ”İslam’ın davası, namaz, hac, oruç, Kabe’yi tavaf etmek ve bugün yapılan diğer bütün ritüeller değildi. Bunlar o günkü Suudi Arabistan toplumunda zaten yapılıyordu. Asıl mesele eşitlik meselesiydi. Peygamber dedi ki; köleleri serbest bırakacaksınız, tarlaları, bağları, bahçeleri yoksullarla paylaşacaksınız, Kabe’ye getirilen hediyelere el koymayacaksınız, dilediğiniz kadar kadınla evlenmeyeceksiniz, kadınlarla eşit olacaksınız, onlarla aynı sofraya oturacaksınız, onları kendinizle bir bileceksiniz, efendilerinden kaçan köleleri cariye yapıp alıp satmayacaksınız. Hepiniz Adem’in çocuklarınız Adem’de topraktandır. Hepimiz Allah’ın önünde biriz ve eşitiz. Tevhid dediği buydu. Tevhid, Allah’ın birliği soyut bir dava değildi. Yeryüzünde o günkü toplumda politik, siyasal ve sosyal bir davaydı. Şirk toplumun sınıflara ayrılmasıydı, zenginler, yoksullar, efendiler , köleler denmesiydi.   Şimdi bunları biz Batı Avrupa’daki Markiszm’den, sosyalizmden öğrenmişizde İslam’a sokuşturuyor değiliz. Ben diyorum ki bunlar İslam’ın özünde vardır” diye konuştu.

Önü ve sonu boşaltılan ”Din halkın afyonudur” deyip geçmekle Marks’a en büyük haksızlığı biz yaptık

Kendinin ve kendi kuşağının 1970’lerin ikinci yarısından geçtiğini belirten Prof. Dr. Tayfun Atay, “O dönemde dine ilişkin sol ve sosyalist bağlam içerisinde olanlar dini Marks’ın ‘Din halkın afyonudur’ sözü üzerinden ele alıyordu. Bu dönem aynı zamanda bizim Marks’a çok haksızlık yaptığımız bir dönemdi. Çünkü biz Marks’ın ne dediğini yanlış anladık. O dönemde sosyalist literatürü ve sorunlu çevirileri çok anlamadan içselleştirme çabalarından uzak bir takım klişeler üzerinden arayışlarla sola yön vermeye çalışıyorduk. Böyle bir söylemin olduğu dönemde aynı zamanda çok çatışmalı ve kaosvari bir ortam vardı. Ve o çevrede din deyince ‘din halkın afyonudur’ deyip işin içinden çıkılıyordu. Aradan geçen yıllardan sonra dindarlığın görünürlük kazanması, din antropolojisi üzerine çalışmam ve Türkiye’yi anlama isteği içerisine girdiğimde ve kaynakları daha detaylı okuduğumda Marks’a yaptığımız haksızlığı fark ettim” diye belirtti.

Marks’ın bir din düşmanı olarak ortaya çıkmadığının altını çizen Atay, “Marks’ın afyon mecazı insanların gerçeği görmesini engelleyen bir şey değildi. Marks’ın afyondan kastı bir tür müsekkin yani bir anlamda aspirindi. Ama baş ağrısından çok ruhu iyileştirmek için kullanılan bir aspirindi. Marks için din hayatta insanların içinde bulunduğu koşuları değiştiremediği noktada onlara direnç katan bir ağrı kesicidir” dedi. Marks’ın bu şekilde dine önemli bir anlam yüklemeye çalıştığını belirten Atay, “Bu işlevle dini anlamaya çalışıyor. Dine empatiyel hatta eleştirel sempatiyel yaklaşmıştır” ifadesinde bulundu. Marks’ın aynı zamanda yöneticilerin kendi iktidarını var etmek için dini işlevsel yönde kullandığını ve dini bir kaynak olarak kullandığını da sözlerine ekleyen Atay, “Hem ezilenler hem de yönetenler açısından din işlevsel olarak ortaya çıkıyor” diye belirtti.

İslami kesimden, sola yakınlaşma ile ilgili tek ciddi çabayı İhsan Elaçık yapıyor

Birinci oturumun son konuşmasını CHP milletvekili Abdüllatif Şener yaptı. Konuşmasında ” İslam dediğimizde, sol dediğimizde sürekli olarak bu iki kesim arasında büyük uçurumlar olmuştur. Bir birlerini düşman olarak kabul etmişlerdir. Aralarında hep soğuk rüzgarlar esmiştir. Bizim öğrencilik yıllarınızda ve sonrasında da düşüncemiz şuydu: Sol hareketler dinlere iyi gözle bakmaz, sömürünün bir aracı olarak görür, bu sömürü düzenini sağlayan unsurlardan biridir din. O halde islam’da bir din olduğuna göre bu İslamcılarla veya İslami söyleme sahip olanlarla bizim aramızda bir yakınlaşma olamaz diye bakardım.” dedi.

İslami kesimden sola yakınlaşma adına ciddi bir girişim olmadığını vurgulayan Şener konuşmasına devamla ”Sol kesimden gelen Hikmet Kıvılcımlı, hem solun hem İslamın emeğe büyük önem verdiği üzerinde durmuştur. Konuşmalarına, İnsan için çalışmaktan, emeğinden başka her şey yalandır ayetini sloganlaştırarak başlamıştır.   Türkiye’de İslami kesimden sol kesime bir yakınlaşma var mıdır diye sorarsanız? Bununla ilgili aydın, ufak çaplı girişimler olduğunu görsek de bunların yetersiz kaldı. Biri fikir adamı olarak İslam ile solu yakınlaştırmaya çalışan ciddi anlamdaki çalışmayı sadece İhsan Eliaçık dan görüyoruz” dedi.

Dini kavramlar çarpıtıldı

İkinci orutumda söz alan HDP Milletvekili Hüda Kaya da, Türkiye gündeminde ilk defa böyle bir konunun tartışıldığını ve buna çok ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi. “Önce hangi din diye başlarsak” diyen Kaya, “Kuran-da geçen kavramlar yüzyıllar içerisinde çok ciddi anlamda tahrifata uğramıştır ve çarpıtılmıştır. Kuran’daki kavramlar bugün ‘Müslümanım, muhafazakarım’ diyen insanların dilinde, gündeminde yoğun bir şekilde kullanılır, istismar edilir. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil. Bu problemler son 16 yılda gelişen problemler de değil. Yüzyılların getirdiği virüslü bir zihniyetin bugün başımıza bela olmuş sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Örneğin; kafir, müşrik gibi kavramlar Kuran’da kullanıldığı şekliyle İslam dünyasında kullanılmıyor. Kafir deyince dinsiz, ateist zannediyorlar ama hayır değil. Bütün bu ithamların tamamı dine inanan, dini yaşayan insanlar için ‘bunlar bizden sorulur’ diyen egemenleri ve bu zihniyete tabi olanları ifade eder. Öyle dinsiz imansızlar değildir bunların muhatapları” diye konuştu.

Din inanç devrimidir

Şirk kavramının da bizzat dinden olan bir tanım olduğunu söyleyen Kaya, “Bunlar din dışı olan tanımlar değildir. Din eğitimleri verilirken, maalesef çarpıtılan en önemli kavramlar bunlar olduğu için insanlara bir mantalite çarpıtılması yaşatıldı. Her şey tersine dönüştürüldü. Bizatihi dini içinden kavramlardır bunlar. Bu bağlamda din toplumsal, doğal, kurumsallaşmamış, markalaşmamış, iktidarcılığa ve tahakküme karşı insanlığın değişmez ortak evrensel ahlaki değerlerinin adıdır. Din yani inanç devrimidir” dedi.

İslami sol ile kendim olarak yozlaşmadan yan yana geleceğim bir yapıdır.

İslami sol yapı ile yan yana gelebileceğim bir yapıdır diyen Prof. Dr. Yüksel Taşkın, eşitsizlik üreten sisteme karşı ancak,   ”devletin etrafındaki iktidarı talep etmeyen, onu belki de karşısına alan sivil alanda konumlanan, bu devlet mekanizmasının karşısında, oradan koparak, özerkleşerek, konumlanarak, inandığınız hayatı, sivil alanda elinizden geldiği kadar inşa etmeye çalışarak var olursanız ancak bu çözülebilecek bir şeydir.   İnandığınız hayatı sivil alanda kurmaya çalışıp ısrarla bunu savunmaktan vazgeçmediğimizde ve bizden farklı insanlarla da ortaklaşarak dayanışmayı öğrendiğimizde bu sistem bozulacaktır. Devletçi, milletçi sistem eşitsizlik üreten bir sistemdir. Buna karşı konumlanan İslami sol ile yozlaşmadan uzlaşabileceğim kendim olarak yan yana gelebileceğim bir yapıdır” dedi.
Bardağın dolu tarafını görebilirsek ve aramızda bir dostluk ve insan sıcaklığı doğabilir
Geçmiş tarihlerde İslam ve solu bir araya getirmek için konferanslara ve etkinliklere katıldığını söyleyen Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu’nun konuşmasından bazı satır başları şöyle:

Egemenler tarih boyunca daima dini kullanmıştır. Bu tespit çok çok önemli bir tespit. Çünkü dinin yeryüzüne insanlığa, adalet, eşitlik, özgürlük, mutluluk getirmesi gerekirken,   dinin yeryüzünde kan göz yaşı yıkım ve pek çok felakete yol açması aslında bu egemen sınıfların bunu araçsallaştırmasını ve iktidarlarını sürdürmek için gerekirse işi sömürgeciliğe, emperyalizme vardıracak kadar ilerletebilmesi sayesinde mümkün olmuştur. Tarih boyunca pek çok örnekleri vardır. Burada İslam ve sol iki kavram   bir araya geldi. Türkiye’de de Dünya’da da pek bir araya gelmiyor, ülkenin bulunduğu sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan bulunduğu bu ortamda tam zamanında bir araya gelmesi oldukça anlamlı.

Dindarlar için sağcı olmak hiç bir problem yaratmaz iken, solcu olmak daima bir problem olarak görülmüştür. Mantıken ve dinen bakıldığında bir Müslümanın sağcı olması caizse, solcu olması da caizdir, solcu olmak caiz değilse sağcı olmak da caiz değildir.

İslam ve sol konusu tamamen politik bir meseledir. Benim kanaatim sadece İslam ve sosyalist değil, diğer çeşitli gruplar arsında da kişisel alanda tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim kesinlikle size garanti veriyorum ortak paydalarımız yüzde atmış, yetmişten aşağı değil. Ancak çeşitli sebeple sürekli bize bardağın boş tarafı gösteriliyor. Eğer biz bardağın dolu tarafını görebilirsek ve aramızda bir dostluk ve insan sıcaklığı doğabilir.   Birbirimize dokuna bilirsek ben çok süratle ülkedeki siyasi kültüründe, Ortadoğudaki siyasi kültüründe ve daha büyük ölçekde üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere uluslararası düzeyde yepyeni bir dünya düzeni, yeni bir siyasi kavram, yeni bir ekonomi modeli yapabileceğimiz kanaatindeyim.

Bütün dinler, ortak değerler olan eşitliği, adaleti savunmak için var olmuşlardır

İkinci oturumun son konuşmasını yapan Prof.Dr. Zeki Kılıçarslan değerlendirmesinde,   ”Din büyük bir toplumsal kurumdur. Ölüm var oldukça din var olacaktır. Siyaset yapmak, bir yere egemen olmak, Ortadoğuyu yönetmek istiyorsunuz ama önce din algısını yönetmeden, dinin ekonomiye, politikaya ilişkin yönlerini yönetmeden, o algıyı anlamadan, düşünmeden Ortadoğuyu yönetemezsiniz. Çünkü insanların bir inancı var, yaşam kültürü var. Burada siz ancak o ortak kültür üzerinden bunu yönetebilirsiniz. Özellikle din bizim coğrafyamızda çok önemli. Peki nedir bu din? Dinin bir varoluşsal yönü vardır, nereden geldim, nereye gidiyorum. Dinin politikaya, ekonomiye olan etkileri tarihseldir ama ortak değerler değişmez.   Eğer din adaleti, özgürlüğü savunuyorsa ortak değerleri savunur.   İslam’da da bu var, diğer semavi dinlerde de bu var. Zaten başka türlü din nasıl yayılır. Ben kapitalizm getireceğim, yüzde bir insan dünyanın yarısına sahip olacak derseniz buna kim inanır, bunun peşinden kim gider. Ancak adaleti söyleyenin peşinden gidilir. Dolayısıyla bütün semavi dinler eşitliği, adaleti savunmak zorundalar yoksa var olamazlar. Ama bir düşünce, bir din toplumda egemen olunca, hakim zihniyet, hakim kültür olunca, tabi ki her politika yapmak isteyen bunu kendine göre yorumlayacaktır. Dolasıyla politika yapmak isteyenlerin, ezilenlerin yanında olmak istediğini söyleyenlerin buna ilgisiz kalması mümkün değildir” dedi.

adilmedya.com / mezopotamyaajansı

http://www.adilmedya.com/1-islam-ve-sol-calistayinin-ilk-gunu-yogun-katilimla-yapildi/




Bu ileti en son melnur tarafından 15.01.2019- 10:31 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 15.01.2019- 10:36


Alper Taş’ın İslam ve Sol Çalıştayı’na sunduğu metin


Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, hafta sonu gerçekleştirilen İslam ve Sol Çalıştayı’na bir metin sundu.

Alper Taş’ın sunduğu metin şöyle:


“Tek”, “gerçek”, bütün çağları kuşatan bir din-İslam anlayışı olmadığı gibi “tek” ve “gerçek” bir sol-sosyalizm anlayışı da olmamıştır. Buradan hareketle islam-sol çalıştayına kendi geldiğimiz anlayış ekseninde katkı sunmaya çalışacağım.

1- Solun dindar halkla hiçbir zaman barışık olmadığı efsanesi

Bir şehir efsanesi var bu tartışma başlığının etrafında. Yeni değil. Sol bu memleket topraklarında halktan hep kopuk oldu, halkın değerleriyle kavgalı oldu ve halkı “kazanamadı” iddiası. Bu yüzden solun halkla barışması için İslamla barışması lazım söylemi gelişti.
Oysa tarih sosyalist devrimci hareketin yükseldiği 1965-1980 arası bunun böyle olmadığını ortaya koyuyor. Bu tarihsel dönem içerisinde sol-sosyalist-devrimci hareketlerle dindar halk kesimlerinin iç içe faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı çok anlamlı mücadeleler geliştirdiğini görüyoruz.

80 öncesi Türkiye Devrimci Hareketinin, Anadolu’nun en ücra köşelerinde dindar halk kesimlerini bir toplumsal mücadele seferberliğinin içerisine soktuğunu görebiliriz.
Bir gelecek toplum anlayışını da içermeyi amaçlayan Ağustos 1980’de Devrimci Yol Hareketi tarafından yayınlanan “Devrimciler Ne İçin Savaşıyor?” broşürünün “Din” başlığında bakın ne diyor:

“Devrimciler, dinin kişilerin sadece kendilerini ilgilendiren bir özel sorunları olarak ele alınmasını savunurlar. Herkes istediği din ve mezhebe inanmakta tamamen serbest olmalı. Devlet, kişilere dini inancı sebebiyle hiçbir zorlamada bulunmamalıdır. Din-devlet işleri birbirinden kesinlikle ayrı olmalıdır. Nüfus cüzdanlarında ve her çeşit kayıtlarda kişilerin dinleri ve mezhepleriyle ilgili hiçbir kayıt bulunmamalıdır. Biz devrimciler, din konusunda kesinlikle özgürlükten yanayız ve halk arasında dini inançları ve mezhep ayrılıkları nedeniyle herhangi bir ayrım yapılmasına kesinlikle karşıyız. Sömürücü hakim sınıflar ise dini, halkı uyutma ve istismar konusu olarak görürler.”

Bu bakış açısı bugün için de geçerlidir. Devrimcilerin karşı çıktıkları ve mücadele ettikleri din işte bu sömürücü sınıfların dinidir. Özel olarak devrimciler hiçbir dine ve inanca karşı değil, dini siyasallaştıran, ticarileştiren istismarcılara karşı mücadele ederler. Aslında bu mücadele yoluyla, siyasallaştırılarak ve ticarileştirilerek tutsak alınmış dini de bu manada özgürleştirirler.

2- Emperyalizm eliyle geliştirilen siyasal İslamcılığa karşı mücadele kazanılmadan Türkiye’nin eşit-özgür geleceği kurulamaz.

İslam, bugün tüm hayatın dogmatik üç beş cümleyle açıklanmaya çalışıldığı ve bunun dışındaki her şeyin günah sayıldığı bir darlık içinde boğuluyor. Peki ne oldu da İslam toplumları bugünkü biçiminde aklı ve bilimi reddeden, gelişmeye kapalı ve giderek de kendisi gibi düşünmeyen tüm toplumsal kesimleri hedef alan mezhepsel savaşlarla parçalanmış bir darlığa hapsedildi?

Elbette bunun tarihsel sebepleri ve kaynakları var. Ama yakın geçmişte ve bugün en önemli neden İslamın emperyalizm ve küreselleşme süreciyle birlikte gelişen yeni dünya düzeninin bir parçası olarak egemen iktidarın ve her türlü muhalefetin bastırılmasının aracı kılınmasıdır. Soğuk savaş döneminden itibaren, yeşil kuşak ve ılımlı İslam projeleriyle hayata geçirilen bu politikalar aynı zamanda İslam coğrafyasında mevcut İslam anlayışına karşı eleştirel, özgürlükçü bütün İslami düşüncelerin de yok edilmesine yol açmıştır.

İşte solun geniş halk kesimleriyle yükselen toplumsal mücadelesi bu siyasal İslamcı anlayışla bastırıldı. Fethullah Gülenlere Komünizmle Mücadele Dernekleri bunun için kurduruldu. Kanlı Pazarlar, Maraş Katliamları bunun için gerçekleştirildi. 12 Eylül bunun için yapıldı. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi bunun için planlandı, AKP bunun için büyütüldü. Korkut Boratav hocanın deyimiyle “Siyasal İslam Türkiye toplumunun Müslüman kimliğini fethetmeyi hedefleyen, dıştan gelen bir saldırı olarak” örgütlendirildi. Bugün biz islami devlet kurma adına tüm toplumu büyük bir cendere içerisine sokmaya çalışan, dini, siyasi ve ticari bir sömürü ve baskı aracı haline getiren siyasal İslamcı faşist bir rejim inşa eden AKP’ye karşı mücadele ediyoruz. İki şeyi birbirinden ayırıyoruz. Biz bir siyasal hareketle mücadele ediyoruz, bir inanç hareketiyle değil. Biz siyasal İslamla mücadele ediyoruz, İslamla değil.

3- Devrimci siyaset, laikliği esas alır ve inanan / inanmayan herkesi, laikliği kazanma mücadelesine davet eder.

İslam, hem içinde yaşadığımız ülkenin hem de coğrafyanın sosyo-kültürel gerçekliğidir. Devrimciler politik bir mücadele yürütürken yaşadıkları ülkenin sosyo-kültürel gerçekliğini anlamadan mücadeleyi toplumsallaştıramazlar. Politik mücadelede kültürel-sosyal alanın yerini yok sayamazlar. Kültürel olarak çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin devrimcileriyiz. Sosyalizmi bu ülkede inşa edeceksek topluma bir “ateizm siyaseti” sunmayacağız. Kaldı ki sadece bu ülkede değil, hiçbir yerde sosyalistler için ateizm politik bir mücadelenin konusu değildir. Felsefi bir düzeyde ele alınabilecek bir konudur.

Bizim, dindarlık=gericilik , dinsizlik=ilericilik diye bir denklemimiz yoktur. Bu sol-sosyalist olmayı dindar olmayanlarla eşitler ki bu asla doğru değildir. “Müslüman olan, dindar olan solcu-sosyalist olamaz” anlayışı sağcı zihniyetin pompaladığı bir algıdır. İnsanların inançlarına değil, insanların ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, sermaye-emek ekseninde duruşuna bakarız. “Din farkı bilmeyiz, dil farkı bilmeyiz. Sanki doğduk bir anadan.” Bizim anlayışımızdır.
Toplumun ortak geleceği, laikliktir. Türkiye’de gerçek bir laiklik hiçbir zaman yaşanmadı. İddia edildiğinin aksine uygulanan laiklik anlayışı dinsizliği büyütmedi. Tam tersine yukarıdan aşağı devlet eliyle, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla bir mezhebi, o mezhebin de siyasal İslamcı kesimini büyüttü. AKP, bu devletçi laiklik anlayışının bir ürünüdür. Bu yüzden gerçek bir laiklik için mücadele ülkemiz için elzemdir.

Gerçek bir laiklik ne devletin dini ne de dinin devleti düzenlemesidir. İnanç özgürlüğü kadar inanmama özgürlüğünün de garanti altına alınmasıdır. Alevilerin eşit yurttaşlık haklarının tanınmasıdır.

4- Söylenenin, iddia edilenin tersine esasen sol maneviyatçı, sağ ise maddiyatçıdır.

Sağcı, gerici ve İslamcı zihniyetin sola-sosyalizme dair halk içerisinde dünden bugüne hep propagandaları “Devrimciler ahlaksızdır, maneviyat yoksunudur, değerleri yoktur” biçiminde olmuştur. “Sol=maddiyat, sağ=maneviyat” olarak kodlanmıştır. Devrimcilerin güçlü bir maneviyata sahip olduğunu görmek için onların mücadele pratiklerine bakmak yeterlidir. Kendisi gibi olmayanların hakları için de mücadele eden, başkalarının hakları için kendi varlıklarını ortaya koyan bir etik anlayış, solun geleneğidir. Ve soyut maneviyatı öbür dünyaya bağlayan zihniyete karşı gerçek maneviyatı şimdi, hemen bu dünyada gerçekleştirmeye gayret eder.

Aslında solun 80 öncesi dindar kesimler içerisinde de büyümesi onun bu güçlü maneviyatçı yönüydü, güçlü değerleriydi. Yeni bir ahlak ve kültür, onun yaşam açısından sunduğu somut-pratik duruştu. 12 Eylül ile birlikte solu ezdiler, devrimcileri ezdiler, her türlü sağ-gerici anlayışın önünü açtılar. Bugün “maneviyat maneviyat” diyen bir partinin 17 yıllık iktidarında Türkiye toplumunun maneviyatı büyük bir yıkım içinde. Sadece maddi yoksulluk değil, büyük bir manevi yoksullaşma da var. Bu manevi yoksullaşmanın sorumlusu siyasal İslamcı rejim ve onun dayandığı “yapısal günah” olan kapitalist düzendir. Maneviyat dediğimiz, iyiden, güzelden, haktan, doğrudan yana geliştirilen değerlerdir. Bu siyasal İslamcı rejim ve onun dayandığı kapitalist sistem, halkımızı büyük bir acı ve anlamsızlık içerisine sokmuştur. Ortada camiden bol bir şey yoktur. Her yerde “din, iman” lafları dolanıyor ama ortada bir maneviyat yoktur. Soyguncu inşaat işleri, iktidarın asıl maneviyatı olmuştur.

5- Sol-sosyalizm, kendi söylemini İslami söyleme indirgemez.

Solun-sosyalizmin kendisini ancak İslamla bütünleştirerek, onun dili ve argümanlarıyla konuşarak halkla buluşabileceğine ilişkin görüşler doğru değildir. Tarih boyunca, dünyanın her yanında, sol kendi eşitlikçi ve özgürlükçü dilini hayata geçirdikçe, dindarları da pratikte örgütleyebilmiştir. Çünkü insanlar “dindarlar ve dindar olmayanlar” diye ikiye ayrılmaz. İnsanlar “ezenler ve ezilenler” diye ikiye ayrılır. Biz ezilenlerin ortak sesini geliştirebildiğimiz ölçüde, inanan ve inanmayan herkesin derdine de çare üretebiliriz. Ancak böylesi bir eşitlik mücadelesi içinde, toplumdaki din ve vicdan özgürlüğü de siyasetin ve ticaretin boyunduruğundan kurtulabilecek ve ortak bir gelecek kurulabilecektir. Tıpkı Gezi Parkı’nda yaşadığımız gibi. Bunun dışındaki her çaba, ayrışmaları derinleştirecek, toplumu bölecek, geleceğimizi karartacaktır. Bu karanlığa karşı hep birlikte mücadele edelim.

https://www.birgun.net/haber-detay/alper-tasin-islam-ve-sol-calistayina-sundugu-metin.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 15.01.2019- 10:39


Gerici dalgaya karşı - Orhan Gökdemir


12-13 Ocak’ta İstanbul’da düzenlenen “İslam ve Sol Çalıştayı”nda ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş da bir konuşma yaptı. Solun dindar halkla hiçbir zaman barışık olmadığı iddiasının bir efsane olduğunu söyleyen Taş, geçmiş dönemlerde sol-sosyalist-devrimci hareketlerle dindar halk kesimlerinin iç içe faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı çok anlamlı mücadeleler geliştirdiğini belirtti.

Alper Taş solun imam hatipli simalarından. Eskiden böyleydi, solun sokağa hâkim olduğu zamanlarda pek çok imam hatipli kavganın ön safında yer alır, dövüşür, mücadele ederdi. Bize din anlatmaya kalktıklarını da, bizim din sormaya yeltendiğimizi de hatırlamıyorum. Neden soralım, neden anlatsınlar? Onlar da, biz de kavganın dinle değil, başka bir şeyle ilgili olduğunun bilincindeydik. Sınıf kavgası dinin de milliyetin de ötesindedir.

Ama uzun gericilik döneminin içinden geçiyoruz, düzen kavga etmeyi bilmeyen, sınıfına sırtını dönmüş imam hatipliler üretmeyi başardı. Çoğu gerici iktidarın değirmenine su taşıyan tiplere dönüştü. Ama biliyorum aralarında o tiplere aldırmayan arkadaşlarımız, yoldaşlarımız da var.
Bu koyu karanlıkta her türlü ilerici düşünce din kisveli saldırı karşısında savunma tutumu alıyor. “Biz de Müslümanız” demek zorunda kalan laikler de, “sol dine karşı değil, siyasallaşmasına karşı” demek zorunda kalan solcular da bu iklimin etkisindedir. Evet, onlar da Müslüman ama dinci buna ikna olmuyor. Ve tekrar tekrar söyleyip inandırmaya çalışıyoruz yobazı; devrimciler hiçbir dine ve inanca karşı mücadele etmezler. Alper Taş’ın deyimiyle, “Biz bir siyasal hareketle mücadele ediyoruz, bir inanç hareketiyle değil. Biz siyasal islamla mücadele ediyoruz, islamla değil.”

Güzel de, her türlü inanca, siyasal tutuma, muhalefete azgınca saldıran sol değil. Ama bir takım dindarlar sol karşıtlığının, komünizm düşmanlığının bayraktarlığını yapıyor on yıllardır. Komünizmle Mücadele Derneklerinde palazlanan “dindarlar”ın varlığından haberdarız ama “İslamla Mücadele Derneği”nde görev almış solcu duymadık hiç. Kaldı ki “solun dine karşı olduğu” yalanı da onların uydurmasıdır. Bu durumda çalıştaya katılan namuslu dindarlardan nedamet getirmelerini bekliyoruz tez zamanda!

***

Katılımcılardan biri, CHP Parti Meclisi üyesi Profesör Zeki Kılıçaslan. Çalıştaydan fırsat bulduğu boş bir zamanında “HDP ile ittifak yapmanın milli bir görev ve milli politika olduğunu” söyledi. Has Parti kurucusudur arkadaş. Numan Kurtulmuş ve Mehmet Bekaroğlu yoldaşları arasındaydı. Has Parti “dini bütün sol bir parti” olma niyetindeydi. Olmadı, kurucularından biri AKP’ye, diğeri CHP’ye yönetici oldu. Ayrı partilerde ama el birliği ederek laik cumhuriyetin son kalıntılarını kazımak için uğraşıyorlar. Bu iki “unsur”la solcu İslamcı parti kurma işi yatınca Zeki Bey de arkadaşlarını alıp CHP’ye katıldı. Dil çürük dişe kayarmış, dili kayıyor ve gözü seğirtiyor sürekli. “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”ndan “milli politika”ya yatay geçiş yaptı haliyle. Çalıştaydaki Şeyh Saitçi HDP’liler ne der bilemiyorum.

Bence “İslamcı Solcu” Has Parti’den yola çıkıp AKP ve CHP yöneticiliğine nasıl sıçranabildiğini açıklamadan tek bir cümle kurmamalı bundan sonra. Tabloda dincilik, sağcılık, madrabazlık vardır ama asla solculuk yoktur.

***

Zeki Kılıçaslan “Anti Kapitalist Müslümanlar”ın düzenlediği “İslam ve Sol Çalıştayı” sırasında söyledi bunları. Bizim işimiz vurgulara bakmaktır. Antikapitalisttirler ama esası Müslüman olmalarıdır. Çalıştaya falan gerek yok, çözüm çok basit: Antikapitalistsen çıkıp geleceksin, kol kola gireceğiz, kapitalizme, emperyalizme, bu iki ucubenin evliliğinin ürünü olan faşizme karşı mücadele edeceğiz. Arada mücadeleden fırsat bulursan Fatih Camisinde Cumaya gideceksin. Giderken de bize haber vermeyeceksin.

Aksi durumda tuhaf sentez girişimleri çıkıyor ortaya. Mesela çalıştayın katılımcılarından “solcu” Demir Küçükaydın, “Marksizm, Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısıdır” dedi. “Türk İslam Sentezi”ni biliyorduk ama “Aydınlanma İslam Sentezi” dağarcığımıza sayelerinde girmiştir. Sen onu önce Hıristiyan Kilisesi tarafından diri diri yakılan Bruno’ya anlatacaksın, sonra gidip yobaz katiller tarafından öldürülen Turan Dursun’a. Onlara anlattıktan sonra dönüp bir de benim külahıma anlatacaksın. Hadi diyelim “İlkel Hıristiyanlığın Tarihine Katkı”nın aşırı yorumundan feyz aldın, Ludwig Feuerbach’ın “Hıristiyanlığın Özü”nü ne yapacaksın? Bunu okuyan Marx ve Engels’in birdenbire Feuerbach’cı olmasını nasıl açıklayacaksın?   Aydınlanma, insanlığın hurafelerden, özellikle de dini hurafelerden kurtulmasının tarihidir. İslam’a değil Voltaire’e dayanır, Hıristiyanlıktan değil Diderot’dan yola çıkar.

Bu kadar eğilip bükülecek ne var? Marx “Yahudi Sorunu”nda dinin sınıf mücadelesinde egemen sınıfın elindeki en ürkütücü silahlardan biri olduğunu, hatta kapitalizmin “Yahudi yaşam biçimi”nden esinlendiğini, kapitalistin aslında “pratik Yahudi” olduğunu söylerken “dini hassasiyet” falan gözetmemiştir. Din ile Marksizm’in, din ile solun ancak bu tarihsel hesaplaşma bağlamında bir bağlantısı vardır. Gerisi zorlamadır ve zorlamadan hiçbir şey çıkmaz. Bu hesaplaşma, ezilenlerin günlük hayatını egemenler adına kontrol etmeye çalışan kurumsallaşmış dinle bir hesaplaşmadır. Bilimde, felsefede, bu ikisinin paltosundan çıkan Marksizm’de ve solda bu sınır silindi mi gericileşme kaçınılmazdır. Çalıştaydaki pek çok katılımcı bunun somut örneğidir.

“Analiz edilip yakından bakıldığında, İnsan veya Yurttaş Hakları Beyannamelerinin ve Kelime-i Şehadet’in aynı soruna, aynı özde ama farklı koşullarda ve biçimde verilmiş iki cevap veya bulunmuş iki çözüm olduğu görülür” gibi bir cümle ancak böyle bir gericileşmenin arka bahçesinde kurulabilir. Biliyoruz, Burjuvazi Aydınlanmaya sırtını dönmüş ve düşman olmuştur. Ama bu ihanete solu dâhil etmeye kalkışmak çok cüretli bir iştir. Rıza göstermemiz düşünülemez. “Neden Hıristiyan Değilim” diye kitap yazan Bertrand Russell’dan geriye gitmemizi beklemek abesle iştigaldir. Bizim, solun tek bir görevi var; Aydınlanmanın yarım bıraktığını tamamlamak. Tamamlayacağız.

***

Karanlığın felç edici etkisini anlamak için Boğaziçili “Antropolog” Nükhet Sirman’ın bir “vantrilok”a verdiği “mülakata” dönüp yeniden bakın. “Türkiye’de Cumhuriyet rejimi, başından itibaren akraba evliliğine karşı çıktı mesela. Fakat buna rağmen yapılan amca çocuklarının evliliği o yüzden bir sırra dönüştü. Kimsenin bahsetmediği ama herkesin bildiği bir sır bu. Yasakların olduğu yerde sır da olur.” Sır ne? Yobazlığın duvarını aşıp Marquis de Sade kurgusuna dönüşen “Palu Ailesi”nin hikâyesi. Devamındaki cümle şöyle: “Bakın, Cumhuriyet, neden başından itibaren akraba evliliğine şiddetle karşı çıktı? ‘Akrabayla evlenirsen çocukların sakat doğar’ denir. Oysa akraba evliliğinin illa sakat çocuğa sebebiyet vermediği açık.”
Vantrilok soruyor; “O halde neden bu tür evliliklere karşı çıkıldı, çıkılıyor?”

Cevap hazır: “Çünkü Cumhuriyet rejimi, bireyin sadece ve sadece kendisine tâbi olmasını istiyor. Akraba evliliği, aile cemaatinin genişleyip büyümesi sonucunu da getiriyor. Oysa Cumhuriyet, daha kolay kontrol edebileceği çekirdek aile istiyor. Cumhuriyet, bireyle kendisi arasındaki bütün ara mekanizmaları yok etmeye odaklanıyor. Tekke ve zaviyelerin bile din karşıtlığından ziyade, bu nedenle kapatıldığını söyleyebilirim. Çünkü tekke ve zaviyeler, geniş aileler, kabileler, aşiretler, cemaatler cumhuriyetle birey arasında birer bent oluşturuyordu.”
“Kemalistler, cumhuriyet rejiminin aile politikasıyla kadını da özgürleştirdiğini söylerken haksız mı?” Bu bir sorudur. “Bu görüşü savunuyorlar ama elbette bu doğru değil. Çünkü kadın yine önce babanın, evlenince de kocanın reis olduğu bir aile düzeninde yaşıyor. 1934’te kadınlara, “biz modern devletiz” denilerek seçme-seçilme hakkı veriliyor ama mesela 1924’te kurulmuş olan Kadınlar Birliği 1936’da kapatılıyor. Çünkü aslında devletle kadınlar arasında da ayrı bir mekanizma, bent olması istenmiyor.” Bu da bir cevaptır.

Bu kadar. Çocuklarının birinin ismi Recep Tayyip, diğeri Emine olan, muhafazakâr Palu Ailesinin bütün suçları bir antropolog ve bir vantrilok marifetiyle Cumhuriyet’in kapısına bırakılıp kaçılıyor.

***

“Sevgili meslektaşım Nükhet Sirman’ın ilginç gözlem ve analizlerinin yer aldığı bu röportajına gösterilen tepkilerin, söylediklerini anlamak için bir fırın ekmek yemesi gerekenlerden gelmiş olmasına mı, tartışma kültürünün fakirliğine mi, ideolojik saplantıların söylenenleri ne denli çarpıtabileceğine mi, ‘bu da mı profesör’, ‘Boğaziçi Üniversitesi kapatılsın’ gibi twitter kullanıcılarının bir kısmının fikir yoksunluğunu küstahlığa sığınarak kapatmaya çalışmalarına mı üzülelim bilemedim!” Uzun ama alıntılamak zorunda kaldım. Antropoloğumuzun, vantriloğumuza verdiği cevaplara tepki gösterenlere eleştiridir ve Binnaz Toprak’a aittir. Meslektaşı, Boğaziçi Sosyolojinin ve kendisi de bir dönem aynı üniversitenin Siyaset Bilimi kürsüsünün başındadır. Başka bir yazıda açarız, not etmiş olayım; “antropoloji” ve “siyaset bilimi” birer soğuk savaş imalatıdır.

Söylenecek ne var? Şu laflarda olumlu herhangi bir şey bulan ya liberal ya da yobazdır. Hacı hacıyı Mekke’de liberal liberali Boğaziçi’nde bulur. Marksizm Aydınlanmanın çocuğudur, din eleştirisi ile başladı ve devam ediyor. Biz ise bir fırın ekmeğimizi yedik bekliyoruz. Gerici tezleri olan buyursun!

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-gokdemir/gerici-dalgaya-karsi-254756



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.01.2019- 19:58


Kuram hokkabazlığı- Ender Helvacıoğlu


Bilimin, felsefenin, tarihin tamamen günlük politikanın hizmetine sokulduğu, politik hedef uğruna istenildiği gibi (kafaya göre) eğilip büküldüğü bir çağda yaşıyoruz. Politika, kuramı öyle bir yemiş durumda ki, çiğnenmekten hamur haline gelmiş kuram her şekle girebiliyor.

Mantıksal tutarlılık kaygısı, kanıt ihtiyacı, zaman ve mekân sınırlılığı, deney, gözlem, veri, ölçme, usa vurma vb. gibi bilim yapmanın en temel gereklerinden bağımsızlaşmış, zincirlerinden boşanmış bir sözde kuramlar cenneti içindeyiz. Ben dedim oldu kuramcılığı…
Örnek mi istiyorsunuz? Geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen İslam ve Sol Çalıştayı’ndan bir sunuş başlığı: “Marksizm, Aydınlanma ve İslam’ın sentezi ve mirasçısıdır”. Bu “muhteşem” tezi Demir Küçükaydın ortaya atmış; katılımcı Solcular ve İslamcılar da (çalıştayda Aydınlanmacılar da var mıydı, bilemiyorum) paşa paşa dinlemiş.

Bu tezde çifte beceriklilik var: Bir kere Aydınlanma ve İslam’ı aynı potada eritip bir sentez çıkarmayı becereceksiniz. Yetmedi; üstüne bir de bu sentezden Marksizm’e zıplayabileceksiniz. Duyanın aklını başından alacak bir kuram hokkabazlığı! Simyacılar, şapkadan tavşan çıkaranlar solda sıfır kalır…

Genlerle dans eden genetik bilimciler, domuz ile timsahı çiftleştirip insan doğurtmayı becerebilirler mi, bilmiyorum. Ancak günümüz toplumbilimcileri ve siyaset bilimcileri böyle şeyleri becerebiliyorlar.

Tezde bir büyük beceri daha var: 150 yıldır -kurucuları dahil- hiçbir Marksist kuramcının aklına gelmemiş bir tez bu. İslam ve Aydınlanma bu kadar iyi bilinmesine, bu kadar çalışılmasına, üzerlerinde muazzam bir külliyat bulunmasına karşın kimse böyle bir senteze ulaşamamış. Hadi Marksistler zayıf diyelim, İslamcılar ve Aydınlanmacılar da düşünememiş bu tezi. Bizim çalıştaya nasip olmuş!

Sunuşun içeriğini tartışmak gibi bir niyetim yok. Çünkü orada “İnsan veya Yurttaş Hakları Beyannameleri ile Kelime-i Şahadet’i” sentezleyen alt tezler var ki, gözlerimin daha fazla kamaşmasını istemiyorum.

Eskiden bir Erich von Daniken vardı. Uygarlığın uzaylılar tarafından başlatıldığını iddia ederdi. Bir şarlatandı elbette; ama o bile bu iddiası için “kanıtlar” sunma ihtiyacı hissederdi. Mısır piramitlerinin o dönemin teknolojisiyle yapılamayacağı falan gibi…

Günümüz kuram hokkabazlarının kanıt sunmak gibi bir dertleri de yok; zaten asıl sorun bu. Kanıttan azadeler. Kutu kutu oynayan çocuklar gibi, koskoca süreçleri, fikir akımlarını diledikleri gibi yan yana getirebiliyorlar. Zamandan ve mekândan bağımsız bir biçimde ayaklarını yerden kesip özgürce uçabiliyorlar. Matrix kuramcılığı… Orta Dünya kuramcılığı…
***
Bambaşka bir kesimden örnek verelim. Günlük politik tartışmalar içinde kaynadı gitti ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç gün önceki Kocaeli konuşmasında şöyle bir cümle vardı: “Cumhuriyet, Selçuklu ve Osmanlının devamıdır”. Küçükaydın’ınki kadar “çaplı” bir tez değil ama yine de dikkate değer.

Erdoğan bu işlerden anlamaz. Büyük olasılıkla göze girmeye çalışan cin fikirli bir danışman yumurtlamıştır bu tezi ve Reis’in de hoşuna gitmiştir. Nasıl olsa kimsenin sorduğu yok, Osmanlı Selçuklunun devamı mıdır ki, sen hepsini art arda ekleyip -saltanatı, hilafeti tarihe gömen- Cumhuriyet’e kadar geliyorsun?

O kadar çok örnek var ki… Palu ailesinin pratiğinden türeyen sosyolojik analizlere değinmeyecek misin diye soranları duyar gibiyim. O konu beni aşıyor…

***

Şaka bir yana, herhangi bir tarihsel olguyu, süreci veya düşünceyi değerlendirirken bazı süzgeçlere sahip olmalı insan. Yeni bir olgu veya fikirle karşılaştığında bu süzgeç mekanizmasını çalıştırıp onu yerli yerine koyabilmeli. Bu, dogmatizm değildir; fikir yürütürken bir omurgaya (yönteme) sahip olmaktır.

Örneğin, barbar topluluklarda şefin tıpkı diğer savaşçılar gibi (hatta en önde) çatışmaya katılmasına veya topluluk üyelerinin şefi rahatlıkla eleştirebilmesine, fikir söyleyebilmesine bakıp, “ne kadar demokratik bir toplum” diyemezsiniz; bilimsellikten uzak bir yaklaşım olur bu. Çünkü “demokrasi”, barbar topluluklara, o topluluklardaki şef-topluluk üyesi ilişkilerine ait bir kavram değildir; sınıflı, devletli toplumlara ait bir kavramdır. Uygarlık öncesi topluluklarda böyle bir tartışma yoktur.

Yine örneğin, Modernite öncesi toplumlarda yaşamış bazı düşünürlerin dine, peygamberlik kurumuna yönelik eleştirilerine bakıp “ne kadar laik, aydınlanmacı” diyemezsiniz. Çünkü “laiklik”, “aydınlanmacılık” gibi kavramlar Modernite ile doğmuşlardır. Modernite öncesi düşünürlerin böyle bir tartışmaları yoktur.

Tersi de doğrudur. Barbar toplulukların yaptıkları yağmalara, savaşıp yendiklerini tümden yok etmelerine bakıp “ne kadar gaddar, soykırımcı” diyemezsiniz. Ortaçağ düşünürlerini laik ve aydınlanmacı olmamakla, Spartaküs’ü veya Şeyh Bedreddin’i sosyalist olmamakla eleştiremezsiniz. Bunlar bilimsel yaklaşımlar olmaz.

Her tarihsel olgu veya süreç, her düşünsel akım, ortaya çıktığı toplumsal koşulların sınırlılıkları dikkate alınarak değerlendirilir. Toplumlar tarihine, düşünce tarihine bakarken tarihsel materyalist yöntemi kullanmazsak, her olgu, her fikir birbirine girer, kerteriz noktalarımız, kıstaslarımız yok olur.

Son bir örnek: Doğadaki olgulara ve süreçlere bakarken de benzer hatalar yapılabiliyor. Kedi-köpek gibi hayvanların bazı davranışlarını insanlarınkiyle karşılaştırıp, onların insanlardan çok daha “merhametli”, “hoşgörülü”, “vefalı”, “dost canlısı” vb. olduklarına dair sosyal medya paylaşımlarını görüyoruz. Bunlar hoş ama bilimsel anlamda boş paylaşımlar. İnsan davranışlarına ilişkin kavramları hayvan davranışlarına uygulayamazsınız. Tersi de yanlış olur: Kendi yavrularını öldüren, hatta yiyen bir aslanı, “vay hain, gaddar, yamyam” diye değerlendirmenin de bilimsel yaklaşım ile bir ilgisi yoktur.

Yine de iyimserim. Bu metodoloji yoksunluğunun, zaman ve mekân bağımsızlığının sonuna geliyoruz diye düşünüyorum. Çünkü cılkı çıktı.

https://www.abcgazetesi.com/ender-helvacioglu/kuram-hokkabazligi/haber-118867




Bu ileti en son melnur tarafından 17.01.2019- 19:58 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Proleter_Devrimci
[ Proleter_Devrimci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 19.01.2019
İleti Sayısı: 132
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

26 kere teşekkür edildi.
44 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: Proleter_Devrimci
Cevap Tarihi: 23.01.2019- 02:20


Sosyalizm-İslam sentezi gibi bir ideolojik birleşim mümkün değildir. İslamın içerisinden bir sosyalizmde çıkartılamaz. Fakat bu mütedeyyin insanların kafalarında sosyalizme ilişkin oluşmuş önyargıların, sermaye tarafından yaratılmış kasıtlı dezenformasyonların aşılabilmesi noktasında faaliyet yürütülemeyeceği, onlarla iletişim kurulmayacağı anlamına gelmez. Mesela sosyalizmin öngördüğü eşit bölüşüm ilkesi, dindar veya ateist olsun, vicdanlı her insanın kabul edeceği bir ilkedir. Bu noktadan hareketle insanlara sosyalizmi anlatmak, onları dönüştürebilme noktasında bir başlangıç noktası olabilir. Bu bakımdan kurultayı olumlu karşılıyorum. Sol dışı kesimlerle ideolojik çatışma kadar, onları dönüştürebilmekte bir devrimci mücadele yönetimidir çünkü.

Sayın Orhan Gökdemir ise meseleye bir hayli yüzeysel yaklaşmış yine. Marx, Aydınlanmayı yaratan burjuvazinin başlangıçta durduğu din karşıtı ekseni, yükselen işçi hareketi karşısında nasıl terk ettiğini, bir zamanlar kilise ve papaz düşmanı olan burjuvazinin, bir süre sonra Kilisedeki ön sıraların nasıl müdavimi olduğunu teşhir etmiştir. Yani dinin sınıf mücadelesi noktasındaki işlevini açıkca ortaya koymuştur. Fakat Marx'ta bugünkü imam hatipler kapatılsın, türbanlılar üniversiteden atılsın türü papaz okulları kapatılsın, rahibeler başlarını açsın türü yüzeysel bir din karşıtlığı olmamıştır. Marx ve Engels, tarihi sınıf savaşımı olarak ele alıyordu ve tarihteki dinsel olgularıda bu bağlamda açıklıyordu. Mesela 16. Yüzyılda mezhep savaşı olarak ortaya çıkan köylü ayaklanmalarının arkasındaki sınıfsal ve derimci niteliği ortaya koyuyordu. Din gericidir, bu köylü kitleleride dinci ve yobaz radikallerdir demiyordu. Yine aynı şekilde Marx dinin insanlık üzerindeki tahakkümünüde, insanın yabancılaşması ve onu eserat altında tutan güçlerin zihinsel sonuçları ile açıklıyordu. Dolayısı ile bu tahakkümün aşılmasıda sömürü düzenini yaratan üretim ilişkilerinin dönüştürülmesinde yatıyordu.

Bu sebeple bu tür keskin din karşıtlıkları ile, dindarlık eşittir gericililiktir şeklinde dar bir bakış açısı ile Türkiye'de hiç bir şey yapamazsınız. Çünkü, bugün Türkiye'de din, hala toplumun büyük çoğunluğu açısından büyük bir önem arz ediyor. Üstelik bunlar çoğunlukla da yoksul kitleler. Sol, ilk kez 70'lerde bu kısır dindar-seküler çatışmasından sıyrılıp, meseleyi ekonomi düzleminde, sömürü düzeninin teşhirinde ele almıştı. Sonuç ise 78 seçimlerinde CHP'nin, Komünistlerinde desteği ile Sivas, Konya, Trabzon, Erzurum, Yozgat gibi muhafazakar şehirlerden birinci parti olarak çıkması ile sonuçlanmıştı. Sözünü ettiğim şey, İhsan Eliaçık gibi İslam bir tür sosyalizmdir sonucuna varmak, bu tür çıkarımlar yapmak değil. Fakat yüzeysel bir din karşıtlığı üzerinden, dar bir dindar-seküler çatışmasına düşmemek.





Bu ileti en son Proleter_Devrimci tarafından 23.01.2019- 02:30 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 23.01.2019- 07:14


Din konusunun ilişkilendirilmediği bir sol-sosyalist ideoloji kalmıştı, bu tür çalıştaylarla onu da becermeye başladık. Herhangi bir din ile sol ideolojiyi bir araya getirme çabası veya solun haklılığının ve ''güzel bir şey'' olduğunun referansı din de olamaz. Sol düşüncenin yeşereceği ve yaygınlık kazanabileceği bir zemin/ilke olarak laiklik zaten yaşamımızdan el ayak çektirilmişken bir de bu tür çabalarla solu bulandırmanın ve dinle, dinsel yaklaşımlarla sulandırılması sola bir şey kazandırmadığı gibi, laikliğin dışlanmasının yarattığı gericiliğe katkı yapmaktan başka bir işe de yaramaz. Gökdemir'in yazısına bu bakımdan katılmamak mümkün değildir.

Dindarlık ile dincilik arasındaki farkın anlaşılması gerek. Sol dindarlara değil, dincilere karşıdır. Bunun anlamı da siyasal, toplumsal ve bilimsel   alana dinin girdi yapmasına karşı çıkarken, dindar insanın her türlü inancına saygı göstermektir. Dindarlarla ilişkiye geçmek onları sola yöneltmek de hiçbir zaman dinsel yorumların veya bizatihi dinin kendisinin bu söz konusu alanlara yerleşmesine karşı çıkmamak anlamında değildir. Kısaca sol laikliği savunur ve dinin ortadan kalkması sorununu da özel mülkiyetle ilişkilendirerek zamana bırakır. Anlaşılması gereken konu dinin siyasal ve toplumsal alana girdi yapmasına karşı çıkmanın dine karşı çıkmak olarak anlaşılmamasıdır. Solun toplumsallaşması   için dine, dinsel yaklaşımlara ihtiyacı yoktur. Bu tür yaklaşımlar çubuğun sol-sosyalizm yönünde değil, din ve hatta siyasallaşan ve toplumsallaşan gericilik yönünde bükülmesine yol açarlar.








Bu ileti en son melnur tarafından 23.01.2019- 07:15 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 23.01.2019- 07:22


Sayın Orhan Gökdemir ise meseleye bir hayli yüzeysel yaklaşmış yine. Marx, Aydınlanmayı yaratan burjuvazinin başlangıçta durduğu din karşıtı ekseni, yükselen işçi hareketi karşısında nasıl terk ettiğini, bir zamanlar kilise ve papaz düşmanı olan burjuvazinin, bir süre sonra Kilisedeki ön sıraların nasıl müdavimi olduğunu teşhir etmiştir. Yani dinin sınıf mücadelesi noktasındaki işlevini açıkca ortaya koymuştur. Fakat Marx'ta bugünkü imam hatipler kapatılsın, türbanlılar üniversiteden atılsın türü papaz okulları kapatılsın, rahibeler başlarını açsın türü yüzeysel bir din karşıtlığı olmamıştır. Marx ve Engels, tarihi sınıf savaşımı olarak ele alıyordu ve tarihteki dinsel olgularıda bu bağlamda açıklıyordu. Mesela 16. Yüzyılda mezhep savaşı olarak ortaya çıkan köylü ayaklanmalarının arkasındaki sınıfsal ve derimci niteliği ortaya koyuyordu. Din gericidir, bu köylü kitleleride dinci ve yobaz radikallerdir demiyordu. Yine aynı şekilde Marx dinin insanlık üzerindeki tahakkümünüde, insanın yabancılaşması ve onu eserat altında tutan güçlerin zihinsel sonuçları ile açıklıyordu. Dolayısı ile bu tahakkümün aşılmasıda sömürü düzenini yaratan üretim ilişkilerinin dönüştürülmesinde yatıyordu.

Sn.Proleter_Devrimci;

Bu tür yaklaşımların çok doğru yaklaşımlar olduğunu düşünmüyorum. Marks yorumunuzun da çok doğru olduğu söylenemez. Sanıyorum dindarlık ile dincilik arasındaki fark konusunda bir netleşmeye ihtiyaç var. Kaldı ki, özellikle şu cümleleriniz benze bu konuda bir karmaşa yaşandığının göstergesi:

''Fakat Marx'ta bugünkü imam hatipler kapatılsın, türbanlılar üniversiteden atılsın türü papaz okulları kapatılsın, rahibeler başlarını açsın türü yüzeysel bir din karşıtlığı olmamıştır.''

İHL kapatılması konusu olsun, türban konusuna yaklaşım olsun hiçbir şekilde sadece İHL ve türbanla sınırlandırılamaz. Bir üstteki yazı bir ölçüde bunun yanıtını da içeriyor.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör ‘Defne Biziz, Biz Defne’yiz’ Çalıştayı: ‘Acılarımızdan rant devşirenlere memleketi teslim etmeyeceğiz’ melnur 0 92 11.12.2023- 01:11
Konu Klasör Siyasal İslam- Batıcılık ortaklığı ve İdris Hoca’nın yanılgısı melnur 0 1809 21.05.2019- 08:47
Konu Klasör ANALİZ | Demirtaş’ın yeni çizgisi: Kürt-İslam sentezi... melnur 1 129 07.02.2024- 09:21
Konu Klasör İslam düşüncesi bir solcunun gözünden yazıldı: Çöküşün sebebi Gazali değil.. melnur 0 1135 02.12.2019- 18:20
Etiketler   1.İslam,   Sol,   Çalıştayı.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS