SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Marx'ın Temel Kavramları           (gösterim sayısı: 5.323)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
tiktaalik
[ tiktaalik ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 01.10.2019
İleti Sayısı: 5
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


3 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: tiktaalik
Konu Tarihi: 01.10.2019- 20:26


Marx'ın Temel Kavramları:

Günümüzde büyük ölçüde sınıf mücadelelerinden sapmalar yaşanmaktadır. Ama yine de kapitalizm var oldukça Marx'da olacaktır. Marx bir ilki başarır. Marx'a kadar dünya ikiye bölünerek gelmişti idealistler ve materyalistler şeklinde, ilk defa onunla birlikte tek bir hakikat meydana geliyor ve tek filozof oluyor diyebiliriz hem de uzunca bir süre. Tabi o zamanlar Hegel kendisinin yanı başındaydı denilebilir. Ama yine de Marx'ta, Celal Şengör'ün sandığı gibi tümdengelim ile tümevarım ayrı yöntemler değildir. Bu yüzden Hegel ile karıştıramayız. Örneğin Marx, Hegel gibi kapitalizm iyi mi kötü mü söylemez; o, mantıksal çelişkilerine değinir kapitalizmin. Marx anlaşılması zor bir düşünürdür elbette ama onun orjinal metinlerinde ne yazdığını bilmeden reddetmek bana ukalalık gibi geliyor o yüzden önce onu bilmek gerekir. Marx'ın iktisadi terimlerinin altındaki felsefi kavramları ortaya koyacağız. Kısa kısa temel kavramlarını açacağız burada Marx'ın. Ama bu konuların anlaşılabilmesi için biraz Marx'ı bilmek gerekmektedir.

Meta Nedir?

Aslında Marx "değer" kavramı ile başlar Kapital'e. Ama ben en popüler olan meta kavramı ile başlamak istedim. Meta, bizim dışımızdaki bir nesnedir ama basit ve özeldir; karışık (genel) ve herhangi, sıradan bir nesne değildir. (Bu yüzden nesnenin niteliklerini göstermesi bakımından isim, sıfat ayrımı önemlidir.) Marx, bu nedenle Hegel gibi tohumla (aile/devlet) başlamayıp, hücre (meta/devlet) ile değer konusuna girmiştir birisi özün karmaşık hali diğeri basit halidir. Fakat devlet burada "özel" bir makine gibidir dolayısıyla meta kavramı, aile gibi ilkel bir töze ve cevhere bağlı değildir. (Bu yüzden mantıkta, görünüş ve öz yerine genel olan varlık ile başlanır Hegel'de.) Meta ise sürekli değişiklik gösterir, farklılaşır, çoğalır; böylece ilerleme yaşar, gelişim gösterir ve aynı zamanda bütünsel olanda konumlanır. Örneğin öz bütünsel bir kavramdır; öz, çeşitli yanların birliğidir. Göreli (öznel) ve eş-değer/genel (nesnel) olarak birbirine çelişkili iki yapının birlikteliğiyle anlam kazanır. (Hegel'de öznel körlüğe saplanılması ve sınırsız fetih için göreliliğe önem verilirmiş gibi olur. Nesnel olan ise kategoriler adı altında özneye bağlanarak soyutlaşır.) Meta değerlerinin "özel" (görünüş/basit) anlamda bir özü vardır ve doğru savlar olasılıklar (görelilik) arasından elenerek tek bir gerçeğin seçilmesi süreci vardır. Dolayısıyla kapitalizm muazzam bir meta birikimi olduğu için, Marksizm'de meta tekil ve tümeldir. Çünkü iktidarın aşağısına inildikçe yukarıya da çıkılır Marx'ta yani evrimsel olarak işler. Mesela yayılmacı politika izleyen iktidarın bir yandan artan bir etkisi varken aynı oranda azalması gibidir. (Fetih olgusu burada Hegel gibi bir amaç ve onun gibi sınırsız yapıda değildir.) Diğer taraftan devlet (öz) değil egemenlik (varlık) daha önemlidir. Örneğin paranın meta ile ilişkisinde daha sonra para ile meta dolaşıma girdiği zaman, yani P-M-P ilişkisinde egemenlerin "zor" kullanımını, Platon düşüncesi gibi sabit görünümde duran birikim ilkesini aşar ve iradeyi getirir yani varlık burada egemenlik olarak kendisini gösterir. Fakat metaların Hegel felsefesinden ayrılması için kavramsal olandan çıkıp bir dile sahip olmaları gerekir. Kısacası ben burada öz ile görünüşün (değişimin) ayrı olarak değil birlikte ele alınması gerektiğini göstermek istedim. "Dış görünüş ile şeylerin özü, eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu." (Marx) Böylece iktidarın üstünde farklı, altında farklı şeyler düşünülmez. Hegel'de ise varlık ile özün ayrılmasıyla görünüşe ulaşılır. Benzer şekilde, zenginleşen bir ideye varmak değil; özün bir kaynak, köken olması, önemli parçalardan birisi değil en önemli şey olması gerekmektedir. Gerçeğe ulaşmanın sayısız eğilimlerden birisi değildir öz, "varlık" (soyut) temelini "öz"de (somut) bulmalıdır artık varlığın somut bir temeli olur. Zaten meta da bunu ifade eder.

Para Nedir?

Para ortak ölçüdür ve evrenseldir. Burada salt işlevsel olmasından ötürü para, dolaşımın ilk evresinde kendisinin ilkel hali olan altın gibi bir kaynak (cevher) değildir ve yereldir, fakat para tekil bir "varlık-bilimsel" olma değeri taşır. Bu yüzden iç-düşünseldir yani aklidir ve yasalara dayalıdır, varlık olarak cevherden (töz) genele çıkar yani evrensele ancak cevherinden hareketle ulaşır. Tinsellik ve estetiği içinde taşır aynı zamanda (fetih olgusundaki gibi) nicel ölçüleri içinde birikimi (cebir) sınırlar. Meta ilişkileri tıkandıkça kapitalizm yerini devrime bırakacaktır. Ama para, tam kapitalizm bitiyor dediğimizde tekrar kapitalist sistemi hakim kılacak etkene sahiptir. Çünkü paranın fetişist bir rolü vardır yani bireyselin yerine toplumsal (soyut) olandan gelen metafizik süslemeleri vardır. Hegel'de bireysel diyalektik çöker ve toplumsal olan zafer kazanır. Burjuva toplumu için kendi bireyselliğini feda etmek zorundasın Hegel'e göre. Marx'ta ise genel olarak toplumsal olan ile bireysel olanın diyalektiği söz konusudur. Çünkü hak kimseye verilemez, hak ancak alınabilir. Hegel'de ise hak, bir sözleşme değil sahip olduğundan feragat etmektir tıpkı alınıp satılan şeyler gibi, mukavele konusudur. Attila İlhan'ın söylediği gibi; "bana ait ne varsa seni korkutuyor, sana ait ne varsa hiç birisi benim değil. Belki ölmek hakkımı kullanıyorum!" Çünkü insan hayvandan farklı olarak kendi kendisini sakatlayabilir Hegel'e göre. Bunun için de hileli bir şekilde başkasına ait kötü ile sana ait iyinin yer değiştirmesi gerekir. Çünkü paranın fetişist yapısı aynı Hegel'deki gibi, kavramsal gelişim sürecinin sonunda kişinin kendisini tanıyıp bilmesi ama sürecin sonunda aslında en baştaki tözü haklı çıkarmış olmasına benzer ve tüm rastlantısal yapıları yok eder. Paranın fetişist yapısı metaların fetişizmine de kaynaklık etmektedir zaten. Bu fetişist yapıda, kullanım değerinin yani bireysel üretimin yerini toplumsal emeğe bıraktığında tarihsel gelişim kendisini doğa yasası gibi sabit, ezeli ve ebedi olarak gösterir. Yani metaları pazarda eşitlerken metaların sahip olduğu göreli, rastlantısal (değişim) yapısının belirlenememesi nedeniyle, pazardaki ürünlerin kontrolü altına girmek demektir. Bu yüzden parayı da soyut bir ilişki olmaktan ziyade somut bir maddeymiş gibi görmemeliyiz. (Örneğin toprak rantı topraktan değil toplumsal ilişkilerden gelir.) Bu hata Hegel'de olduğu gibi nesnenin güdümüne girmek demektir. Kısacası paranın eş-değer (mutlak) yapısı bizi doğa yasaları gibi tarihsel olmayan, değişmez bir olgu hatasına düşürmemeli. (Fetişizmi hukuk üzerinden incelersek, yasaları ilişki olarak değil de ezeli, ebedi yapan Platoncu yapıya kısmi benzerliği vardır.) Evrendeki bütün ve en son bilgiyi açıklamak görevini üstlenirsek Hegelci hileye düşeriz. Ama bu çelişkiler çözülür Kapital'de.

Emek Gücü Ve Artı-Değer:

Marx bu iki konuyu birbirinden ayırmamıştır. Çünkü özel emek gücü kapitalizmde sadece bir araç olabilir. Ama değeri anlatırken özel metaların temelindeki emek gücüne değinir elbette. Artı-değer "genel" bir özdür. (Göreliliği içinde taşısa bile...) Emeği de burada bu şekilde yani özel (görünüş) durumlarından ayrı olarak genel olan özsel yapısı içinde ele alır. Dolaysıyla emek üretimi burada artı-değer gibi "genel" olandır. Bu yüzden doğası gereği sabit ve ezeli gibi görünür fakat emek gücü hem kendi doğasını hem de ona yardım eden doğayı amacına göre değiştirebilir, üretim araçları ile temasa geçince zaman kavramı da yaratılır. Yani, emeğin bir amacı olmasından ötürü emek kavramı erekbilimsel bir yapıysa sahiptir. Emek bu yüzden eylem demektir sosyal bir şey değildir. Ama buradaki erekbilimsellik Hegel'deki gibi sağlam olmayan bir zemine sahip değildir. Çünkü eylem kavramsal gelişimin sonunda ahlaki olana evrilmez. (Ereksellik her zaman "genel öz"de yer alır ve devleti temsil eder.) Artı değer ise kapitalizme özgü bir kavramdır diyebiliriz. Eski toplumlarda kullanım-değeri amacıyla kişisel gereksinimlerini üretmek esas amaçtı. Ürün fazlasını satıyorlardı sadece. Bu da bir artı-değer ama bu çok ender oluyordu. Kapitalizmin ilk dönemlerinden itibaren zengin olmak için ticaret yapmak gerekiyordu bu nedenle artı değer en çok bu evrede yaygınlaşmıştır. Nispi artı-değerde ise tam gelişmiş kapitalist evreye ulaşılır. Yazının başında söylediğimiz gibi artı-değer emeğin genel halidir. Meta üretimindeki özel (basit) yapısı belirleyici değildir burada. Çünkü burada emeğin özgül özelliği değil miktarı daha önemlidir. Artı değer işte buradaki emek miktarıyla belirlenir. Metaların özel (görünüş) şeklinin artık bir araç olmasının sebebi ise bir değil birden fazla değer yaratmasıdır işçinin. Örneğin; iplik, iğ, pamuk gibi farklı iş alanlarının, artık tek bir fabrikada üretilip birden fazla işi tek bir işçinin yapması sağlanır. Artı-değerin emeğin "genel" bir özü olması da buradan gelir, yani bir işçinin birden fazla işi yapması, emek sürecinin birliği olarak uzatılmış olan üretim sürecidir. Farklı emek süreçlerinin birleşimiyle farklı fiyatları olması gerekirken emek burada tek bir fiyata sahiptir. Çünkü işçi sadece bir kere olarak emeğini satmıştır. Artı değer işte buradan meydana gelir. Genel emek olarak ilkel bir cevhere sahiptir çünkü metada da olduğu gibi burada da öz ve varlık birliktedir. (Dolayısıyla üzerinde çalışılan malzeme sürecin başında belirleniyor sürecin kendi içinde belirlenmiyor.) Örneğin 5 günlük emeğin 4 günü pamuk ve iğe giderken son gün iplikte yer bulur. Burada iğ ve pamuğa harcanan maliyet en son ipliğe harcanan emeği kapsamaz. Marx'ın meşhur formülünde de olan ve neden 6 saat değil de 12 saat çalıştırılır işçiler diye sormasının nedeni buradan gelir.

Değer Ne Demektir?

Değer, donmuş toplumsal emek miktarıdır ve belirlenmiş, en basit olan soyutlamadır. Değere geçmeden önce artı-değer ile metanın öz yapısını ele alabiliriz. Marx'ta "öz", değer ve onu yaratan emek miktarıyla birliktedir dolayısıyla tümel olan tikeli aşamaz. Meta analizinde özsel olanın görünüşün (özel) birlikteliği olduğunu görmüştük şimdi göreli (tikel) olanı da ekledik. Ama Marx'ta özel (rastlantısal) olan ve genel (zorunlu) olan olarak iki yan grupta "öz" vardır, birincisinde "meta-değer" olarak "özel" (görünüş/basit) anlamda, diğerinde ise "artı değer" olarak (veya metaların eş-değer biçimi olarak) "genel" (karışık) anlamda bir "öz" bulunur. Her ikisinde de görelilik vardır. (Metanın büyüklük derecelerine göre "özel görelilik" ve artı-değerin büyüklük derecesinde de "genel görelilik" olarak. İster özel isterse de genel "öz"de devlet varken bile görelilik olarak hep birey ve egemenlik hakimdir.) Fakat özsel olan bir de nedenselliğe sahiptir diyebiliriz. Ve görürüz ki Marx'ta özel yapı ile genel olan birbirinden kopuk değildirler; "bütün özel süreçlere, bir ve aynı sürecin farklı ve birbirini izleyen evreleri" (Marx) olarak bakabiliriz. Nedensel sıralama burada Hegel gibi taklitçi olmayan, yaratıcı bir nedensellik olarak görünür. (Hegel'de birinci arabanın peşinden hareket eden ikinci arabaya, birinci arabanın neden olup olmadığını bilemiyoruz. Sağlam olmayan bir zemine sahiptir.) Böylece özsel olan atomsal değil, bütünseldir. Yani tek tek parçalardan birleştirilen, görece özerk ve eklemlenmiş bir bütünlüğe sahip olur. Değer kavramı Marx'tan önce de kullanılıyordu ama onlar mübadele olarak ele alıp, salt nesnenin kendisinin pazarda (fiyat olarak) bir değere sahip olduğunu düşünüyorlardı. Bu yüzden nüfus vb. olarak nesneli somut bir şey olarak kavrıyorlardı. Marx ile birlikte değer kavramı ve para hileli (cebirli) bir mübadele ilişkisi olmaktan çıkar ve kullanım değerinden kopmuş olan metaların soyut değerleri gibi dolaşım ilişkisi haline geçer. Marx değer kavramını getirir ve onu da soyut olarak ele alır. Değer insanların birbiriyle ilişkiye girmesiyle oluşur. Değer aynı zamanda toplumsal bir ilişki olarak da doğrudan soyut bir kavramdır. Böylece nesnel olan soyutlaşır, para da bir nesne olarak soyuttur Marx'ta. Üretici somuttur artık. Somut emeklerin ortak yanı hepsinin soyut insan emeği oluşudur. "...farklı becerilerdeki somut emekleri, soyut emek olarak ortak bir öze indirger. Soyut emek, toplumsal emeğin meta üretimi koşullarında beliren bir biçimidir. Metaların içerdiği soyut-toplumsal emek, kendisini, metaların değeri olarak ortaya koyar." Mübadele ilişkilerinden dolaşıma geçerken eşitlik soyut olmak zorundadır, aksi olan ise eşitsizliktir. Somut mübadele ilişkileri eşit olmayacağı için hileye açıktır. Ama aksi durumda değer eğer soyut olursa pazarda düzenleyici bir kural halini alır.

Marx'ın Somutluk (Pratik) Tanımı:

Marx'tan önce felsefe nesnel olanı somut, öznel olanı ise soyut olarak ele alıyordu. Marx buna bir yenilik getirir. Marx'ta "masa" gibi nesnel şeyler soyut; "özgürlük" gibi öznel kavramlar ise somut olarak ele alınır. Yani bu iki kavram yer değiştirmiştir. Marx ilk defa öznelliği somut olarak ele alır. Ama bir şartla. Bu özne kavramsal somutluğa sahiptir. Şimdi bir de soyut ile somut olanın birleştiğini görüyoruz. Klasikler gibi somut olanı, soyuttan ayırmaz Marx. Özne kavramsal somutluğa sahiptir artık. "Düşünceyi, düşünen maddeden ayırmak olanaksızdır. Bütün değişikliklerin öznesi maddedir." (Kutsal Aile) Özne, düşünen maddedir. Duyusal olan veya pratik artık nesne değil insan faaliyetidir. Feuerbach Üzerine Tezler'de bunu anlatır özetle zaten. Yani nesnel olan artık özne ile etkileşim halinde olmak zorundadır. Böylece kendisinin de tezlerde söylediği gibi insan faaliyetinin bizzat kendisi nesnel, pratik bir olgu olacaktır. Marx, nesnelerin faaliyetini insan olmadan anlamaya çalışmanın mümkün olmadığını söylüyor. Bu aynı inorganik doğadan, organik doğayı yaratmak gibidir doğa üzerinde insan etkinliği olmalı, doğayı dönüştürmeli. Bu dünyayı kapsamak, değiştirmek gibidir. Ve doğa da yardım edecektir insana yani belirli bir etkileşim vardır. Bir de Marx somutu soyutun karşısına çıkarmaz onda bir iyi bir de kötü soyutlama vardır sadece. O, iyi soyutlamayı kullanır. Marx'a göre kapitalizm genel olarak soyut emek üzerine odaklanır bu yüzden para, değer, iş bölümü, çalışma gibi soyut kavramlarla başlar Kapital'e ama devlet, ulus, nüfus gibi somut kavramlarla başlamaz. Dikkat ederseniz nesne olanlar yani para, meta, değer hep soyuttur. Dolaysıyla bizim dışımızda nesnel bir kavram olan gerçeklik de soyut olmak zorundadır daha doğrusu kavramsal somutluktur. Pratik faaliyet dediği şey ise insanın nesne üzerindeki faaliyetidir. Gerçeklik kavramsal somutluk olarak pratiktir.

Yadsınmanın Yadsınması:

Yadsınmanın yadsınmasını ilk olarak Hegel üzerinden kısaca anlatırsak çiçeğin gelişip sonunda da ölmesiyle sonuçlanan süreçtir, çünkü ikinci yadsınma metafiziktir. Böylece Hegel'de devir yapar zaman. Çiçek ölür toprağa düşer sonra yine tohumdan çiçek olur ama bir şartla kendisini aşarak yani daha yüksek sayıda tohum olması şartıyla böylece yine çiçek açarak gerçekleşecektir ama sayısı çoğalarak. Bu metafizik yadsınmaya sebep olan ise yadsınmanın yadsınmasının küçük-burjuva bir kavram olmasından kaynaklanır. Bürokrasi Hegel'in zamanında aydınlanmanın önüne geçip statüko sağlayıcı olarak çalışmaktaydı. Fakat Marx'ın dönemiyle birlikte bürokrasinin rahat hareket edemeyeceği, kolay manevra yapamayacağı bir sisteme geçilmişti. Dolayısıyla bürokrasi hantallaştıkça, siyasi krizler üzerinden devrime gidilebilecekti. Burjuva devletinin yaşadığı iktisadi krizler bürokrasiyi zayıflatacaktır. Metaların ticaretinin tıkanması bu anlamda önemlidir, çünkü meta/devlet, egemenlik ağına bağımlıdır bu yüzden bürokrasi işçilerin üstünde değil onların çıkarlarına hizmet ederler. (Hegelci hileye aldanmazlarsa tabi.) Hegel'de nedensel sıralamanın sağlam bir zemine sahip olmadığını söylemiştik. Yani yasalar törel yapılara göre hazırlanıyordu çünkü sistem ilerledikçe aynı zamanda geriye dönüyordu, Marx'ta ise yasaların bilimsel bir zemini olmak sorundadır. Hegel'de törel yapıya ait ve geleneksel kurumları öne çıkaran bürokrasi Marx'ta ise devrimin bir aracıdır artık. Marx'ın yadsınmanın yadsınması işte böyle bir şeyden doğmuştur. İkinci yadsınmada Hegel gibi geriye değil daha ileriye gidilir. Marx'ta yadsınmanın yadsınması metafizik hatalara düşmeden gelişim gösterir ve hep daha ilerisini amaçlar.

Yabancılaşma:

Yabancılaşma Marx'ın erken dönem serlerinde daha çok yer alır. Yabancılaşma insanın emeğine olan yabancılaşmasıdır. Emek kendisinin bir üretim süreci olmaktan çıkıp başkasının, patronların hakimiyetinde üreticiye kendi karşısında bir "öteki" olarak geri dönen üretim mekanizmasını anlatır. Üretim artık kendisinin doyumunu değil kendisinin bir başkasında olan ulaşılmaz hedefinin bir sonucu olarak meydana gelmektedir. İnsan kendi emeğinin ürününe sahip olamadığı gibi kendi emeğine de yabancılaşmıştır. Kişinin kendi ürettiği nesnelerin, emek ürünlerinin boyunduruğu, egemenliği altına girerek kendi sorunlarına, üretim sürecindeki bulunduğu ortama, toplumsal veya insani olana yabancı durumuna gelmesi demektir.“Yabancılaşma, benim geçim araçlarımın bir başkasına ait olmasında, benim isteğim olan şeyin bir başkasının erişilmez mülkiyetinde olmasında olduğu kadar, her şeyin kendi kendinden başka olmasında, etkinliğimin başka şey olmasında, son olarak -ve bu kapitalizm için de doğrudur- egemenlik sürenin eninde sonunda insanlık dışı erklik olmasında da görünür” şeklinde anlatmaktadır Marx bizzat. Ama söylediğimiz üzere Marx geç dönem eserlerinde yabancılaşmayı kullanmamıştır. Benzer şekilde yadsınmanın yadsınmasını da Kapital'de sadece bir yerde kullanır. Kapital'de bu kavram yerini kısmen meta fetişizmine bırakmış gibi görünüyor. Meta fetişizminde de tek tek üreticiler arasındaki üretim ilişkileri yerini nesneler arasındaki ilişkilere bırakmıştır. Metanın fetişist yapısı aslında para ve altından gelir. Yani kısacası, kısmen yabancılaşma da olduğu gibi fetişizmde de kendi ürünü, üreticiyi kontrol edecek aşamaya gelmiştir. Bu yüzden bir ceket veya kumaş toplum içindeki kişiliğinizi oluşturacak biricik öğe oluyor. Bu maddeler sizi toplum içinde saygın hale getirebilir. Metaların fetişizmi mesela pazarda satışa çıkan yeni bir ürünün çok talep görmesi ama zamanla değerden düşmesi gibi de düşünülebilir.

Çelişki İçte Değil Dıştadır:

Marx'ta çelişki içte değil dıştadır. Diyalektik zaman, dışsal bir konumda ilerler. Çelişkinin içte olması için tarihin momentlerinin bir ilk nedenin devamı olarak artarak daha büyük bir bütüne doğru bir gelişme süreci geçirmesi gerekirdi. Burada özne bir töze bağlıdır. Bunun adı Hegel'de özne-töz ilişkisidir. Yani bir taş töz olarak düşünülürse bu taş başka bir şeye dönüştürülse bile özünü korumaya devam ediyor yani taş olmayı sürdürüyor. Ne kadar biçim değiştirmiş olsa bile (soyut anlak olarak) yine de kendi tözsel varlığını muhafaza ediyor. Tohumdan sonra çiçek açtı değil tohum çiçek açtı gibi zamanın ardarda giden bir sürekliliği vardır. (Marx'ta ise örneğin ilkel aile ve rant, vergi ile değil de modern burjuva toplumu ile başlanır böylece zamanda süreklilik ortadan kalkar.) Töz olarak bir zorunluluğa, özne olarak edimsel bir özgürlüğe sahiptir. Bu bir öz-bilinçtir, kendisi için varlık olarak vardır çünkü dışsal nesne ve başkalaşım yoktur. Marx'ta ise madde ilk halinden daha farklı bir görünüme doğru bölünüp, çoğalarak ilerletir maddeyi. Ve zorunluluk yoktur sadece özgürlük vardır. Özetlersek; çelişki Marx'ta içsel değil dışsal bir süreçtir. O yüzden ne kadar ilerlerseniz o kadar geçmişe, köklerinize dönemezsiniz. Artık süreç boyunca ilerledikçe olduğunuzdan daha başka bir boyut kazanırsınız.

Nicelik - Nitelik İlişkisi:

Hegel'de nicelikten niteliğe dönüşüm yaşanabilir ama nitelikten niceliğe bir dönüşüm yaşanamaz. Bu aynı bir ulusun genişlerken en parlak döneminde birden bire çökmesine benzetilebilir. Yani Hegel'de öngörü yapılamadığı için ani değişimlerin de önü açılmıştır. Büyük adamlar gelecek hakkında bir bilgiye sahip değillerdir. Sadece kehanetlere inanabilirler. Toplumsal gelişim sürüp giderken birden bire karşıt bir çizgiye geçilebilir böylece. Hegel'de nitelikten niceliğe geçilmediği için ani değişimler yaşanır hep bu şekilde. Ama Marx ise tam tersine nicelikten niteliğe dönüşebildiği gibi nitelikten de niceliğe dönüşebilir kılmaktadır felsefesini. Hegel daha niteliksel, Marx ise daha nicelikseldir. Ani değişimler şimdiki zamanı aşamaz, geleceği öngöremezler. Buna karşı olarak Marksist bütünlük ise aynı zamanda evrim ağacı gibi bütünsel olanın görece özerk olması gerekmektedir. Birbirine yakın oldukça uzak da olmalıdır parçalar, ancak bu şekilde bütün anlatılabilir. Marx kabaca işte burada Hegel'i düzeltiyor yani hareket soyut olmaktan somut olmaya geçiyor. Ve her pratik (parça) için ayrı bir teori ortaya konulması gerekiyor, çünkü her tarihsel dönemin kendi yasaları vardır. Değerin büyüklüğünde de mesela benzer şekilde niceliksel farklılıklar vardır. Özetlersek; ani değişimler olarak değil kademe kademe şekillenir ilerleme bu yüzden tarih nicelikseldir. Althusser'in söylediği gibi niteliksel olanlar soylu, niceliksel olanlar ise soysuz görünür insanlara genellikle.

Üretici Güçler ile Üretim İlişkileri:

Meta üretimi bir şekilde devlet üzerinden geçer ve egemenlik yerine devletin güçlenmesi ise siyasal krizlere neden olur. İşte üretici güçler burada anlam kazanıyor. Üretici güçler dönem dönem yeniden kurulur ve belirli bir süre için toplumun gelişimiyle uyumludur. Halkın refah seviyesinin artmasında örneğin önemli bir etkendir ancak zamanla üretim ilişkilerindeki gelişmeyle uyumsuz olur ve taşıyamaz. Böylece siyasi krizler oluşur. Bu kırılma Marx'ta devrimin de önünü açacaktır. Üretici güçlerin artması geçici bir refah toplumu yaratır. Bu yüzden kabuk kırılana kadar devrimin başarılması mümkün değildir. (Üretici güçlerin bir zaman kavramı yoktur) Devrimin bir zamanı vardır. Uzun bir zaman aralığından sonra üretici güçler yerini bir kereliğine o da son aşamada yerini üretim ilişkilerinin evrenselliğine bırakır. Her 10 yıl arayla üretici güçler krize girer fakat bunlar ütopik sosyalizm, anarşizm gibidirler. Devrim ise sistemin sonunda ortaya çıkar ve devrimin zamanı geldiğinde yapılacak olan tarihsel seçimler döneminde çok kısa bir süre prolaterya refaha ulaşabilir ama o güne kadar uzun bir yalnızlaştırılma süreci yaşar. Bu tarihsel seçimlerin süresi üretici güçlerin gelişimine nazaran çok kısadır. Üç farklı aşamadan geçerken bu klasik yöntemler uygulanır en son Marksizm ve devrim uygulanabilir olacaktır. Üretici güçlerin geçerliliğinde trajik bir mutluluk vardır başkasının acılarını yaşarsınız kendi eylemleriniz ancak üretici güçlerin etkisi son bulursa ortaya çıkacaktır. Eğer devrimi gerçekleştiremezseniz bu süreç devam edecektir kaldığı yerden.

"Filozoflar dünyayı farklı şekillerde yorumladırlar, oysa sorun onu değiştirmektir."

Marx'ta nesnel olan Feuerbach gibi sabitlenerek değil eylem içinde anlaşılmalıdır. Ereksellik Marx'ta pratiği etkin kılıyor ve böylece felsefenin görevi sona eriyor artık, pratik olan eylem içinde kendisini göstermelidir. Marks bu ünlü sözünü bu yüzden kullanır ama eylem verili olmamalıdır, yani eylemden ahlaki bir düzleme geçilmemelidir. Marx'ın bu sözü söylemesindeki en büyük etken şudur; ilkel toplumlardan, feodalizme oradan burjuvaziye geçişler hep yumuşak bir geçişle olmuştur. Bu sistemler kendiliğinden bir sonraki aşamaya geçmişlerdir elbette zor kullanılan yerler olmuştur ama her zaman önlerinde açık bir yol vardı. Marx ise çok zor bir süreci başarmak ister, daha kökten bir kopuş yaratmak ister diğer değişimlere nazaran. Bu sözün uyandırdığı etki kuşkusuz bu sebepten ötürüdür. Yoksa Örsan Öymen, Fransız İhtilali için de dünyayı değiştirdiler diyecektir ama oralarda daha basit ve kendiliğinden bir süreç yaşanmıştı. Marks imkansız bir şeyi amaç edinmişti ve eğer dünya değiştirilecekse bu ancak Marx'ın çizgisinde olabilirdi.

Dünyayı değiştirmek için her şeyden önce bilmek zorundasınız. Bilmeden dünya değiştirilemez. Bunun önüne geçilebilmesi için irtibatları koparırlar sen a'yı beklerken onlar b'yi getirirler. Aslında bilgi Althusser'de daha çoktur Marx ise Hegelci bilgi teorisini reddeder. Ama önüne hep bilgi teorisi getirilir Marx'ın. Tarihi oluşturan seçimlerimiz aslında gizli bir şekilde engellenir sanıldığı gibi serbestçe faaliyet gösteremezsiniz. Mesela bir cumhuriyette siyasi partilerin serbestçe faaliyet göstermesi gibi bir gerçek var ama böyle olamıyor işte bir türlü. Bu yüzden seçimlerimizi keyfi değil tarihten miras aldığımız koşullar altında ve olması gerekeni değil olanı kullanmamız ölçüsünde yapabiliriz. Ne kadar mümkünse tabi. Çünkü her hareketiniz bir tuzaktır. Ve sen hata yapmasan bile onlar senin adına yapabilirler çoğu zaman. Eğer hata yaparsanız hatta sebep bile olsalar, bu sizin senteziniz gibi görünür. Kimse üzerine almaz, ne kadar sebep olsalar bile. Sen aslında onların teorisini uyguluyorsundur ama yine de senin adın günahkar olur. Bu kader daha en başından birileri tarafından alnınıza yazılmıştır ama dediğimiz gibi günahkar olan sen olursun yine de.

Genel Anlamda Diyalektik Materyalizm Nedir?

Diyalektik en açık şekilde Marx'ta kullanılmıştır. Mesela Hegel'de bu daha yüzeyseldir. Hegel'de diyalektik dile getirilmiştir benimsenip geliştirilmemiştir. Hegel idealizme tarihselliği getirmek istemişti. Ama o hem sonlu (diyalektik) olarak ortaya koyarken felsefesini aynı zamanda da sonsuz olarak metafizik anlamda yeniden ele almıştır özdeşlik kanununu. Hegel'de sonlu ve sonsuz olarak birlikte kullanılır diyalektik bu yüzden gerçek bir gelişme değil, tarihsellik değil daha çok özdeşlik ilkesini benimsemiştir. Ayrışmaların tekrar birleşmesidir. Ama basit anlamda sentez değildir. Sentezi Fichte kullanmıştır daha çok. Hegel'de ise kendisini aşan (inkar eden) bir diyalektik formül kullanılmıştır. Bu yüzden bilinemezcidir Hegel. Dolaysıyla önündeki ağaç yüzünden ormanı göremez kişi çünkü kendisini aşarak ilerlerken evrensele ulaşır ama her defasında eksik bir şekilde yapar bunu. Diyalektiğin birinci aşaması tarihsel olurken ikinci aşaması yadsınmanın yadsınması özdeşlikle son buluyordu Hegel'de. Çünkü ikinci yadsınma gelişmeyi değil sabit, kalıcı bir özü kabul ediyordu.

Marx ise diyalektiği en açık ve gerçek anlamında kullanır. Marx diyalektik yöntemi amaç edinmiştir diyebiliriz. Dücane Cündioğlu'nun burada yeri yok fakat, o da bir yerde doğru söyler ve ona göre Hegel'in yöntemi felsefi, mantıksaldır ama diyalektik değildir. Kojeve'de Hegel'i daha çok fenomenoloji olarak gösterir. Marks klasik materyalizm ile klasik idealizm'den koparak çok daha farklı bir felsefeyi üretiyor. Klasik idealizm hareketi soyut olarak alırdı. İşte tanrı vardır ve evreni yoktan yaratmıştır sonra bu evren yok olacaktır şeklinde. Materyalizm ise evreni ezeli ve ebedi olarak anlatır. İşte bu iki yöntemi değiştirip maddeyi tarihsel yapıyor. Mesela Marx big bang'i hiçten evren yaratma olarak değil daha önceki bir sürecin başka bir evreye geçmesi şeklinde ele alır. Yine evrende kıyamet kopacak şeklinde değil de evrenin başka bir şeye evrileceğini kabul eder. Genel anlamda diyalektik materyalizm budur. Her şeyin başka bir şeye dönüşmesi kuralıdır ama onun Hegel'den farkı değişimi tinsel değil de madde için kullanmasıdır.

Ozan Gerçek (Denizli)




Bu ileti en son tiktaalik tarafından 08.11.2019- 17:43 tarihinde, toplamda 36 kez değiştirilmiştir.

Teşekkür edenler:   melnur [01.10.2019- 20:37],

Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 05.10.2019- 02:49


Sn.tiktaalik;

Hegel'de nitelikten niceliğe geçilmediği için ani değişimler yaşanır hep bu şekilde. Ama Marks ise tam tersine nicelikten niteliğe dönüşebildiği gibi nitelikten de niceliğe dönüşebilir kılmaktadır felsefesini. Hegel daha niteliksel, Marks ise daha nicelikseldir. Diyalektik materyalizmi açıklamaya çalışırken böyle bir tanımlama yapıyorsunuz; ben anlamadım, ne demek bu? Yani nitelikten niceliğe geçmek ne anlama geliyor? Sonra ''Hegel'in niteliksel, Marks'ın ise niceliksel olması''yla ne anlatmaya çalışıyorsunuz? Yazınızın özellikle diyalektik materyalizm bölümleri biraz aceleye mi gelmiş, yoksa yorumunuzu ben mi yanlış değerlendiriyorum?

Yazınızın bir yerinde de şöyle söylüyorsunuz: ''Marks ise diyalektiği en açık ve gerçek anlamında kullanır. Marks diyalektik yöntemi amaç edinmiştir diyebiliriz. Hegel'in yöntemi felsefi, mantıksaldır ama diyalektik değildir.'' Diyalektik zaten bir ''mantıksal biçim'' değil midir? Ve Hegel Kant'ta nispeten belirginleşen diyalektiği zirveye oturtmamış mıdır? Hegel'in yönteminin diyalektik olmadığını söylemek bir anlamda Hegel'i felsefe tarihinin önemsiz bir düşünürü haline getirmez mi?




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tiktaalik
[ tiktaalik ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 01.10.2019
İleti Sayısı: 5
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

3 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: tiktaalik
Cevap Tarihi: 05.10.2019- 13:08



Marks'ı olduğu gibi anlattım aslında. Marks daha nicelikseldir derken. Mesela kırmızı salt kırmızı değildir açık, koyu vs. de olabilir. O yüzden hem niteliksel hem nicelikseldir Marks. Bunu Attila İlhan seviyesinde bir toplumcu bile söylememiştir belki de. Ben ilk defa söylemiş olabilirim. O yüzden aceleye gelmiş olabilir belki.
Diğer sorunuzda da Hegel'de diyalektik yoktur demedim yöntem olarak yoktur dedim. Yöntem felsefedeki kullanımı gündelik dildeki gibi amaç edinen şey demek değildir. Yöntem, sistem vs bunlar da vardır felsefede. Ama şu da bir gerçek ki Hegel, Marks düzeyinde diyalektiği kullanmamıştır. Diyalektiği kendi değimiyle ayakları üstüne yeniden düzelten Marks olmuştur.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 05.10.2019- 20:01


''Materyalizm ise evreni ezeli ve ebedi olarak anlatır. İşte bu iki yöntemi değiştirip maddeyi tarihsel yapıyor. Mesela Marks big bang'i hiçten evren yaratma olarak değil daha önceki bir sürecin başka bir evreye geçmesi şeklinde ele alır.''

Hegel, nesnel idealizm, Feuerbach, Marks, Diyalektik ve tarihsel materyalizm konuları bence çok aceleye getirilmemeli. Sizin yazınız biraz aceleyle yazılmış gibi. Konu zaten zor, bir de işin içine acelecilik girdiğinde söylenmek istenmeyen şeyler yazıya yansıyabiliyor. Örnekse, üstteki yazı bana göre öyle bir hata. Yoksa eminim Marks'ın yaşadığı dönemde Big-Bang kuramının ortada olmadığını biliyorsunuzdur. Bir an önce yazıp bitirme çabası bu tür hatalar yaptırabiliyor insana...

Bir de şu çelişki konusunu tekrardan gözden geçirmekte yarar var gibi. Diyalektik bir anlamıyla çelişkinin şeylere içkin olduğu anlamına da gelir. Yani Hegel'in diyalektiğinin ''şeylerin içinde değil dışında'' oduğu yorumu bana çok da doğru bir tanımlama gelmiyor.

Ama yazıda önemli bir bilgi ve emek olduğu da yadsınmamalı.





Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tiktaalik
[ tiktaalik ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 01.10.2019
İleti Sayısı: 5
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

3 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: tiktaalik
Cevap Tarihi: 05.10.2019- 23:41


Yazıda problem yok ama siz yanlış okuyorsunuz. Hegel diyalektiği dışsaldır demedim, Marks'da çelişki içte değil dıştadır dedim. Big Bang konusuna gelirsek; Marks'ta big bang vardır da demedim. Mesela günümüzde kullanılan big bang tartışamsından gidecek olursak demek istedim. Konuyu basitleştirmek açısından söyledim. Ayrıca Marks nicelikseldir, yanlışınız var. Althusser bu yüzden niteliksel tarih soylu, niceliksel tarih soysuzdur insanlara göre demektedir.




Bu ileti en son tiktaalik tarafından 06.10.2019- 00:37 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.

Teşekkür edenler:   melnur [06.10.2019- 07:45],

Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Spinoza’nın gözlüklerinden Marx’a... melnur 0 473 16.05.2022- 02:08
Konu Klasör 'Kadınlar Karl Marx’a ne borçludur?' melnur 1 2590 10.03.2019- 04:59
Konu Klasör Güncellik ve iki temel çıkarım melnur 1 4101 12.11.2016- 23:00
Konu Klasör Temel ihtiyacımız: Örgütçülük... melnur 0 673 30.07.2022- 21:32
Konu Klasör TİP: Kurtuluş ve kuruluş için temel ilkeler... melnur 1 1431 22.10.2021- 00:02
Etiketler   Marxın,   Temel,   Kavramları
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS