SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
FETÖ’nün siyasi ayağı ve sözde enternasyonal forumlarımız...           (gösterim sayısı: 2.382)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 19.02.2020- 07:20


Hatırlamıyorum, FETÖ ile ilgili hiçbir başlığımız yok. Hazır CHP ve AKP birbirini   'Siyasi ayak'' olarak nitelemişken ve Fatih Yaşlı da konuya kronolojik bir temelde yaklaşmışken böyle bir başlık iyi olur, forumda bir eksikliği gidermiş oluruz.

FETÖ fetö olmadan önce ''Gülen Cemaati''ydi, HİZMETti. Birileri Fethullan Gülen adında bir eski müftü ve hayırseverein etrafında örgütlenmişti ve bir hizmet örgütü meydana getirmişler, onlar da hep birlikte ve hayrına devlete ve millete hayırlı işler yapıyorlar ve yardımlarda bulunuyorlardı. Fethullah Gülen de ABD'de yaşıyor, Amerikan devleti, Amerikan istihbaratı ve Amerikan emperyalizmiyle ilgisiz bir şekilde örgütünü yönetiyordu! Arada bir ''devleti ele geçirinceye kadar devlette yuvalanalım ve kendimizi hiç göstermeyelim'' mealinde bir şeyler söylemesine rağmen nedense hukuk sistemimiz tarafından bir sorun olarak görülmüyordu. Onlar da devletimiz ile el ele kol kola istedikleri gibi yaygınlaşıyorlar, içeride olsun, dışarıda olsun her türlü siyasi, ideolojik ve ekonomik destek görerek bir ''paralel devlet'' haline geliyorlardı.

Ne istiyorlardı, amaçları neydi, neyin peşindeydiler, oralara da değinmek gerek ama, bu, devletle, siyasilerle birlikte al gülüm, ver gülüm siyaseti yıllar yılı sürdü. Gerçekten de devlet içinde devlet haline gelmişlerdi. Bir ideolojik ve entellektüel donanımları eksik gibi görünüyordu. Memlekette öteden beri var olan gerici damarın günümüze yansıyanları ve günümüze taşıdıkları bu dinci-gerici-şeriatçı örgüte yetmezdi. Sağolsunlar, yardımlarına her dönem kullanışlı avanaklık olmayı kabul eden sağlı sollu liberaller yetişti. Onlar da AKP'yle bütünleşmiş yapıyı ''çevrenin merkeze yürüyüşü'' olarak niteliyor, hayırhah bakıyor, gazete ve televizyonlarında boy gösteriyorlardı. Yıllardır solun içinde kendini gösteremeyenler de bu furyaya katılmışlardı. Hep birlikte gün 24 saat odalarımıza dinci soslu bir varış rüzgarı esmeye başlamıştı. Ağızlarından bal damlıyordu. Askeri vesayet yıkılacak, Kemalizm süpürülecek, ulusalcılık tarih olacaktı! Zaman artık başka türlü akıyor, hangi taşı kaldırsan altından demokrasi, insan hakları ve özgürlük fışkırıyordu. Böyleydi ve Kürt hareketi de bu trene atlamakta hiç geç kalmadı. Forumlarımız da, hani şu anlı şanlı solcu, sosyalist ve enternasyonalist komünist forumlarımız da   bu sürecin dışında kalabilir miydi? O dönemin Kürt hareketi ne söylese, ne yapsa başka ve daha siyasi terimlerle teoride ve pratikte bu değirmene habire su taşıdı. Bu kutlu yürüyüşün karşısına dikilen her siyasi görüş bu sözde solcular, nam-ı diğer kuyrukçular tarafından ''ulusalcı'', ''sosyal şoven'' , ''neo-faşist'' olarak tanımlandı. Hiç unutmuyorum, hemen her gün aranıp taranıyor, bir Lenin alıntısı bulunuyor ve UKKTH gereğince Kürt hareketine biat etmenin solculuk-sosyalistlik gereği olduğu açık seçik söyleniyordu. Enternasyonalizmin gereğiydi bu kuyrukçu tavır, çünkü enternasyonalci olmak ne söylese, ne yapsa ''ezilen bir ulusa'' biat etmeyi gerektirirdi!!!

Kürt hareketine biat doğrudan Kürt hareketine biat da değildi sadece,   ve aynı zamanda dolaylı olarak bu AKP cemaat ortaklığına ve onlarla her türlü etkileşime giren sağlı sollu ''liboş takımına'' da destekti. Zaten sosyalist sol toplumsal alanda yokken, ve giderek soldan sağa çark eden Kürt hareketine destek de enternasyonalizm gereğiyken, ''oylar HDP'ye'' yönünde hareket etmek bizzat solculuk, sosyalistlik ve dahi enternasyonalist olmak değil miydi?! Hem sonra, sadece oy mu; Öcalan'ın Marksizm-Leninizm'e yönelttiği oklar da sıradan ''bir eleştiri'' olarak kabul edilebilirdi! Özetle, süreç hem bu sözde sol forumlarda ve hem de siyasi ve ideolojik hayatımızda böyle işledi; unutmayalım, tam bir tahribat dönemiydi.

Sonra, 17-25 Aralık süreci...
Ortaklığın bozulmasının kilometre taşı...
Kirli çamaşırların ortalığa saçılması...
Demokrasi, insan hakları..-bir başka bahar!
Ve HİZMETin Feto'ya dönüşmesi

Daha sonra ise bilinen darbe teşebbüsü...
AKP'nin süreci bütünüyle lehine çevirmesi, tek adam rejimi ve devletin AKP devletine dönüşmesi...

Feto denilince aklıma bunlar geliyor.
Kuşkusuz eksik...
Fatih Yaşlı'nın kronolojik yaklaşımından sonra bu sürecin forumlara ve sola yansıyış biçimini de detaylandırmak gerekmez mi?






Bu ileti en son melnur tarafından 19.02.2020- 07:31 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.02.2020- 07:21


FETÖ’nün siyasi ayağı - Fatih Yaşlı

Yıl 1979, yani 12 Eylül darbesinden bir yıl önce. Yer, işadamı Sabri Ülker’in Boğaz’daki evi. Ülker’in sofradaki misafirleri arasında dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal, Aydınlar Ocağı’nın ve Türk-İslam sentezinin önemli isimlerinden Nevzat Yalçıntaş ve 1948-1950 yılları arasında, yani CHP iktidarının son iki yılında Milli Eğitim Bakanlığı yapıp ilköğretim okullarına din dersinin konması, imam-hatiplerin açılması ve bir İlahiyat Fakültesi kurulması için yoğun çaba gösteren Tahsin Banguoğlu da var.

“Baş misafir” ise bir “vaiz” ve evet tahmin edebileceğiniz üzere Fethullah Gülen. Gülen yemek boyunca ev sahibine ve diğer misafirlere “Türkiye’nin nasıl kurtulacağını” anlatıyor; kurtuluş reçetesi ise belli: Cemaat’in eğitim faaliyetlerinin artması, bunun için de işadamlarının, zenginlerin kendilerine destek vermeleri. Yemekten sonra Özal ile Gülen baş başa bir saat daha görüşecekler ve Gülen sonradan “Özal daha o zaman işin temelini, büyüklüğünü, inkişaf edeceğini görmüştü” diyecek.

1966’dan 12 Mart’a

Şimdi 1979 yılındaki bu yemekten on üç sene öncesine, 1966 yılına gidelim. Bu yıl Fethullah Gülen, Edirne’deki görevinden tanıdığı Diyanet işleri Başkanvekili Yaşar Tunagör’ün isteğiyle İzmir’e vaiz ve Kestanepazarı Cami yurdu müdürü olarak atanır. 68 rüzgârının Türkiye’yi sarstığı, sola karşı ülkücü komando kamplarının kurulduğu yıllarda, daha önce Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum şubesi kuruculuğunu üstlenen Gülen, bu sefer İzmir Buca’da kendi yönetimindeki ilk gençlik kamplarını kuracak ve burada eğitim ve örgütlenme faaliyetlerine başlayacaktır. Bu yıllarda Erbakan Gülen’le görüşerek kendisini siyasete davet eder, ancak Gülen bu teklifi kabul etmez; Demirel ve Türkeş’in görüşme taleplerine ise olumsuz yanıt verir.  

Gülen 12 Mart 1971’e kadar İzmir’deki faaliyetlerini devam ettirir. Darbeyi destekler ve sonrasında yaptığı bir açıklamada, “servet sahiplerini harekete geçirebilsek, bunlar okullar açsa, buralarda okuyacak çocuklar iyi yetişip anarşiye yem olmasalar. Türkiye’nin geleceği böyle kurtulur” der. Ancak darbenin “dengeci” tutumu nedeniyle İslami kesimden de birilerinin de cezaevine girmesi gerekmektedir, ayrıca yargıdaki Kemalist isimler zaman zaman kendiliğinden inisiyatif almakta, kimi soruşturmalar başlatmaktadır. İşte o isimlerden biri olan, sonradan 12 Eylül’deki MHP davasının savcısı olarak tanınan ve 31 Mart seçimlerinde oğlu Tunç Soyer’in İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olması ile birlikte yeniden gündeme gelen bir askeri savcı, Nurettin Soyer, Gülen hakkında soruşturma başlatır ve soruşturma neticesinde Gülen tutuklanır. Ancak 24 Mayıs 1971’de tutuklanan Gülen, cezaevinde fazla kalmayacak ve 9 Kasım 1971’de tahliye olacak, mahkemenin 163. maddeden verdiği cezayı ise Askeri Yargıtay bozacaktır.

12 Mart’tan 12 Eylül’e

Tahliyesinin ardından Gülen 1972 yılında Edremit vaizliğine atanır ve burada cami vaazlarının dışındaki “sohbet”lerle birlikte giderek daha fazla kişiye ulaşmaya başlar. Özellikle 70’lerin sonlarına doğru farklı şehirlerde evrim karşıtlığı ve “bilimin Allah’ın varlığını ispatladığı” iddiası üzerine kurulu konferanslar verir. İzmir’deki kampların çok daha büyükleri ise önce Edremit’te açılır, sonrasında ise ülkenin farklı yerlerinde yurt kurma faaliyetlerine girişilir. Temeli 1972’de atılan 200 kişilik Bozyaka Yurdu 1976’da açılacak, bu yurt 1982’de ünlü Yamanlar Koleji’ne dönüşecektir. Bu okuldaki ilk müdürlük görevini ise daha önce İzmir İl Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı da yapan ve Sezen Aksu’nun babası olan Sami Yıldırım üstlenecektir.

Gülen yurt yapımı için gereken maddi desteği sağlamak için Akyazılı Vakfı’nı kurar ve bu esnada 1961-1965 yılları arasında CHP milletvekilliği yapan, sonrasında ise Vehbi Koç’la birlikte Türk Eğitim Vakfı’nı kuran Aydın Bolak’la tanışır. Bolak daha sonra Türk Petrol Vakfı diye bir vakıf daha kurarak burs verme faaliyetlerine devam edecek ve Devlet Bahçeli 1999 seçimleri sonrası yaptığı bir açıklamada “Şu anda Meclis’te ben de dâhil 61 milletvekili Aydın Bolak’ın bursuyla okuduk” diyecektir. Bolak, Gülen’i Vehbi Koç’la ve diğer büyük sermayedarla tanıştıran ve eğitim alanındaki faaliyetlerine destek veren isimdir ve Bolak öldüğünde Gülen cenazesine katılamadığı için çok üzgün olduğu iki isimden birinin Bolak olduğunu söyleyecektir, diğeri ise Ecevit’tir.

12 Eylül’den 90’lara

Gülen’in “eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkânı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım” dediği Ecevit’e geleceğiz ama önce tekrar Özal’a ve Özal’dan önce de Kenan Evren’e bakmamız gerekiyor. 2010’daki sözde “darbecilerin yargılanması” için yapılan anayasa değişikliği referandumunda “gerekirse ölüleri bile mezarından kaldırıp oy verdirin” diyecek olan Gülen, 12 Eylül darbesini büyük bir sevinçle karşılar, Sızıntı dergisinde “Son Karakol” adlı bir yazı yazarak darbeye övgüler düzer. Gülen’e göre eğer darbe olmasa Türk milleti kendisi silaha başvurarak “komünist ihtilal”e direnecektir. 12 Eylül Türkiye’nin komünistleşmesini engellemiş, dahası imam-hatiplerin sayısının artırılması ve din derslerinin Anayasa’ya konulmasıyla komünizmin önüne büyük bir set çekilmiştir. Tam da bu nedenle Gülen Kenan Evren’in “cennetlik” olduğunu söyler; çünkü bu, “tek başına bir insanı cennete götürecek kadar önemli bir olay”dır.

Gülen Evren’e övgüler düzer ama İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Gülen hakkında yakalama kararı çıkarmıştır, ancak bu karar “dostlar alışverişte görsün” kabilinden bir karar olacak ve altı yıl boyunca Gülen’in başına herhangi bir şey gelmeyecektir. Zaten Başbakan olmasının ardından Turgut Özal, bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Evren’e Gülen için “ben kendisini çoktandır tanırım. Hakkında söylenen şeylerin hiçbiri doğru değildir” diyecektir. Cemaat’in eğitim faaliyetlerinin hızlanması da Gülen’in “arandığı” bu döneme denk gelecek, bu dönemde ülkenin dört bir yanında Cemaat kolejleri ve yurtları ardı ardına açılmaya başlayacaktır.

Gülen 1986’da Burdur’a “asker ziyareti”ne giderken yakalanır. Kendisi de Cemaatçi olan ve halen yurtdışında firari olarak yaşayan Faruk Mercan’ın Doğan Kitap’tan 2008’de yayınlanan “Fethullah Gülen” adlı kitabında anlattığına göre Gülen “arandığı” dönemde sık sık kışlalara gidip asker ziyaretleri yapmakta, “yakından tanıdığı kişilerden askere gidenleri ziyaret etmeyi kesinlikle ihmal etmemekte”dir. Gülen’in gözaltına alınmasının ardından Özal duruma hemen el koyar ve ANAP Burdur İl Başkanı Sait Ekinci’yi görevlendirir, Necip Fazıl’ın da avukatlığını yapan Muhammed Emin Özkan ise İstanbul’dan Burdur’a giderek Gülen’in avukatlığını üstlenir. 48 saat içerisinde serbest bırakılan Gülen, Özal için “Turgut Bey’in o iyiliğini, o günkü centilmenliğini unutmam mümkün değil” diyecek, Özal’ın ölümünün ardından ise “babama ağladığım kadar ağladığım ikinci insan Özal oldu” şeklinde bir açıklama yapacaktır.

90’lar: Altın yıllar

Bundan sonra Cemaat’in “altın yılları” başlar ve Gülen’in popülaritesi 90’larda zirve noktasına ulaşır. Türkiye’de ve Orta Asya’da ardı ardına cemaat okulları açılır. Türkiye yönetici sınıfının Sovyetler sonrası kabaran emperyal iştahları ile ABD’nin Sovyetler sonrası Orta Asya ve Balkanlar’a nüfuz etme arayışı çakışmış, bunun sonucu da Cemaat okullarının Orta Asya ve Balkanlar’da pıtrak gibi çoğalması olmuştur. Bu süreçte Gülen’e önce Özal, ardından ise “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” sloganıyla Demirel destek verecektir; aynı destek daha geri planda olmakla birlikte, en başından beri Ruzi Nazar üzerinden Sovyet Coğrafyası ile ilgili olan Türkeş tarafından da verilecektir. (Geçerken not edelim, Nazar’ın öğrencisi ve bir zamanlar Türkeş’in sağ kolu olan Enver Altaylı bugün Cemaat üyeliğinden cezaevindedir.)

Cemaatin 90’ların ikinci yarısındaki esas hamisi ise elbette ki Bülent Ecevit olacaktır. Ecevit’le Gülen’in ilk görüşmesi 20 Mart 1995’te Ecevit’in Oran’daki evinde gerçekleşir. Ecevit, 1995 yılı itibariyle Türkiye’de 130’a, yurtdışında ise 185’e ulaşan Cemaat okullarından çok etkilenmiştir ve her yerde bunlardan övgüyle söz etmektedir. Ecevit’le Gülen ikinci kez 23 Mart 1997’de, üçüncü kez ise 4 Şubat 1998’de Ecevit Başbakan Yardımcısı iken görüşürler; konu Gülen’in Papa ziyaretidir ve Gülen ziyaret öncesi Ecevit’e bilgi vermek istemiştir. Gülen 9 Şubat 1998’de Papa 2. Jean Paul ile bir görüşme gerçekleştirir. Gülen’i Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Altan Güven kendi arabasıyla karşılar, Gülen ise Papa’ya Cumhurbaşkanı Demirel’in kendisini Türkiye’ye davet eden mektubunu verir. Gülen’e Vatikan’da adeta bir devlet görevlisi muamelesi yapılmakta, Gülen “özel yetkili bir görevli” misali devletin mesajlarını Vatikan’a iletmektedir.

Fethullah Gülen 90’lı yıllar boyunca Türkiye’de bir “pop yıldızı”na dönüşür, gazetelerde sayfa sayfa röportajları yayınlanır, gazeteciler kafileler halinde yurtdışındaki okulları ziyarete götürülür, Abant’ta siyasi yelpazenin farklı kanatlarından isimler buluşarak Gülen’e övgüler düzer, uluslararası arenada ise “dinler arası diyalog”un öncü ismi, “İslam ile demokrasiyi buluşturacak olan kişi” olarak lanse edilir.

Kemal Sunal’dan Cem Karaca’ya, Hasan Cemal’den Ahmet Altan’a, Oktay Ekşi’den Cenk Koray’a sayısız ünlünün Gülen’in misafiri olduğu, Gülen’in sermaye ve devlet katında el üstünde tutulduğu, uluslararası topluma bir kanaat önderi, sivil toplum lideri ve barış elçisi olarak sunulduğu bu “altın yıllar” 2000 yılında DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in Gülen hakkında başlattığı soruşturmayla birlikte sona erecek, Gülen 22 Mart 1999’da “tedavi” için gittiği ABD’den dönemeyecektir.

Kim bu siyasi ayak?

Şimdi, tam olarak bu noktada, yaklaşık 40 yıllık bu hikâyeye bir de 3 Kasım 2002’den 17-25 Aralık 2013’e kadar yaşananları eklediğimizi düşünelim: Bürokrasinin her noktasının Cemaate verilişini, uyduruk delillerle yürürlüğe sokulan Ergenekon-Balyoz kumpas davaları aracılığıyla yapılan tasfiyeleri ve “bu davanın savcısı” benim diyenleri, Taraf’ı, bavul gazeteciliğini, operasyonel manşetleri, “bazı kitaplar var ki bombadan daha tehlikeli” sözlerini, çalınan sınav sorularını protesto eden öğrenciler için yapılan “biz de sizin karşınıza bizim gençliği çıkarırız” açıklamasını, “ne istediler de vermedikler”i, Türkçe Olimpiyatları’nın sponsorlarını, o olimpiyatlara katılanları, Abant Platformu’nda tokuşturulan kadehleri, “darbeye karşı 70 milyon adım” atanları, “Genç Siviller”i, “Yetmez ama evet”leri, hepsini ekleyelim.

Ekleyelim ve o soruyu bir kere de biz soralım: FETÖ’nün siyasi ayağı kim?

Bu sorunun çok açık bir yanıtı var: FETÖ’nün siyasi ayağı, ne tek bir kişi ne de tek bir partidir; siyasi ayak, sola karşı devletin kapılarını İslamizasyona açan devlet ve sermaye sınıfıdır. İslamcı bir fraksiyon olan Cemaat o kapılardan içeri girmiş, devletleşmiş, başka bir İslamcı fraksiyonla önce devlet aygıtının ele geçirilmesi için ortaklık yapmış, sonra da o devlet aygıtının nasıl paylaşılacağı üzerine bir kavgaya tutuşmuştur. “FETÖ”nün tarihi, Türkiye’nin sermaye düzeninin, sol düşmanlığının, antikomünizmin ve Türk İslamcılığının tarihidir, bu yokmuş gibi yapan ya da bunun üzerini örtmeye çalışan herkes ise bir şekilde “siyasi ayak” olmaya devam etmektedir.

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/fetonun-siyasi-ayagi-280787



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.03.2020- 07:28


SF'nin durumu belirsizliğini koruyor. Bir dönem bu sözde sol,sosyalist ve dahi enternasyonalist forumların en ''kalabalık'' olanı. Aralarındaki farkın niceliksel olduğu, nitelik olarak ise büyük farklar içerdiği tam bir palavra. Nitelik olarak hepsi aynıydı. Sonra, hangi nitelikten söz ediyoruz? Hepsi Kürt hareketinin içinden veya çeperinden Kürt ulusalcılığı ile sağlı sollu liberallerin yaptığı ortaklığa su taşımaktan başka bir işlev yüklenmiyordu ki... Görüntüdeki farklılık   siyasi perspektif konusunda bir farklılık yaratmıyordu. Hepsinde de ''oylar HDP'ye'' idi ve hepsinde de Kürt ulusalcılığına biat etmemenin adı sosyal şovenizm, neo-faşizm ve ulusalcılıktı. Kendilerini enternasyonalist olarak tanımlıyorlar ve her gün anlamadıkları bir lenin alıntısıyla UKKTH'nin Kürt ulusalcılığına biat etmek anlamına geldiği çığırtkanlığında bulunuyorlardı. Bu kadar da değil, tipik bir şekilde aralarında sanki bir işbölümü vardı. Kimisi, ulusalcı bir şiddeti devrimci sosyalist bir mücadelenin sanki bir parçasıymış gibi, sanki Türkiye sol-sosyalist hareketine alan açıyormuş gibi açıkça savunmaktan geri durmuyor; kimisi bu her iki ''taraf''taki kesimlerde milliyetçiliği yükseltmekten başka işe yaramayan siyasete destek   vermeyen sola gün yirmi dört saat hakaret etmeyi ve sövüp saymayı bir marifetmiş gibi   sürdürüyor, kimisi de ne olup bittiğinden habersiz sağdan soldan tırtıkladığı cümlelerle aklınca komünistçe davranarak (!) enternasyonal bir tavır takındığı izlenimi vermeye çalışıyordu.Özetle yıllarca sol sempatizanlara ve yüzü sola dönük gençliğe enternasyonalizm adı altında burjuva kozmopolitizmini dayattılar ve solculuğun -hangi argümanlarla olursa olsun- bir ulusalcı harekete kuyrukçuluk yapmaktan geçtiği yolunda bir iklim yarattılar. Hiç kuşkusuz yanlıştı; sola düşmanlıktan başka bir anlamı da yoktu.

Bu forumlarda olan biten bu minvalde gerçekleşirken, ülkede neler oluyordu hiç akla geliyor muydu?
Sözgelimi sağlı sollu liberaller neyi savunuyordu; AKP cemaat ortaklığı neyin peşindeydi? Anlaşılıyor muydu; önemseniyor muydu?

Ve bence önemli bir soru; sosyalist-komünist-enternasyonalist kime denir ve sosyalist mücadele nasıl bir şeydir?










Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 05.03.2020- 05:58


Evet, bence doğru ve gerekli sorulardır bunlar,   sosyalist, komünist, enternasyonalist nedir-kimdir ve sosyalist mücadele dendiğinde ne anlaşılmalıdır soruları. Üzerinde düşünmek ve kafa yormak gerekir. Örnekse, bilimsel sosyalizmi bilmek ve onu savunmak ideolojinin ne olduğu konusunda sağdan soldan toplanan doğruları sürekli tekrarlamaktan mı geçmektedir? Veya komünist toplumun daha ileri aşamalarında devletin alacağı olası biçim hakkında bir fikir ileri sürmek,   böyle bir dünyayı ve dolayısıyla sosyalist bir mücadeleyi savunmak anlamına mı gelmektedir? Ya da bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir dünyada,   sağdan soldan toplanan ''Marksist tezleri'', ya da bilinen ''Marksist doğruları'' iyi-kötü bir ezbere bir dönüştürmekten mi geçmektedir, sosyalist, komünist ve dahi enternasyonalist olmak?

Bence bu sorular önemlidir ve bu konuların önemsenmesi gerekmektedir. Özellikle   bu sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumların yıllarca yaptığı gibi, sosyalist ve enternasyonalist olmayı ve sosyalist mücadelenin nasıl olması gerektiği konusunu bilinçli ya da bilinçsiz bir yığın manipulasyonla sürekli köpürtmesi bu konuları çok daha önemli hale getirmektedir. İnternetin kişiye sağladığı onca faydaların yanında böyle örnekler üzerinden bir yığın zararları da olduğu açıktır. Ve bu forumlar bu konularda gerçekten de çok önemli-adını koyalım- gerici hatta karşı devrimci bir rol oynadılar. Evet, aynen öyle, gerici ve karşı-devrimci bir rol oynadılar.

(Öyle bir iklim yaratıldı ve o iklim üzerinden öylesine bir algı oluşturdular ki, ''enternasyonalist komünist'' olmanın Kürt ulusalcı hareketine yedeklenmekten geçtiği ve   böyle bir kuyrukçu tavır göstermeyenlerin komünist olmadığı, sosyal şoven, neo-faşist ve   en hafifinden ulusalcı oldukları sürekli köpürtüldü. Tipik bir örnektir, bir gün kendini ''sosyalizm okulu'' diye tanımlayan gerçekte ise Kürt Ulusalcı Hareketini doğru-yanlış savunmaktan başka bir işlevi olmayan SF'de bir sol sempatizan, çok ilgisiz bir konuda söze başlarken, sanırım Kürt ulusalcılığına bir eleştiride bulunmak istiyordu, '' sakın yanlış anlamayın, TKP'li değilim'' diye söze başlamak zorunluluğu hissetmişti. Rahatsız ediciydi ama iklim buydu. TKP'nin veya TKP gibi bir yığın sol, sosyalist yapıların sadece kuyrukçu olmadıkları için buralarda ötekileştirilmesi, ötekileştirmek de değil, düşmanlaştırılmasının altını çizmek değil amacım. Konu bu değil. Bu yüzden parantez içine aldım. Bir şey daha ekleyerek geçeyim. O dönemde siyasi hayatımızda sağlı sollu liberaller belirleyicilik kazanmıştı. Hiç istisnası yok, bu sözde forumların tamamına da bu sağlı sollu liberal etki sinmişti. Sosyalist devrim perspektifi kendi teorik ve ideolojik bağlamından kopartılmış, kimilerine göre Marks, kimilerince Lenin ''çağdışı'' kalmıştı! Ve en az bunun kadar önemli, bu topraklar üzerinde en devrimci dönüşüm dönemi bile faşizm olarak nitelendiriliyor, böyle bir tavır alınıyor, ve liberal basıncın etkisiyle, cumhuriyet   kazanımları ve aydınlanma süreci sol-sosyalizm adına düşmanlaştırılıyordu. İbretliktir.)

Paranteze daha sonra geliriz sanıyorum, ama önce şu sol, sosyalizm, enternasyonalizm konusuna gelirsek, elbette teorik bilginin önemi yadsınamaz. Marksist   olabilmek Marksizmi tanımamakla olmaz. Sosyalist, komünist ve hatta ayrıca vurgulanmak ihtiyacı hissedilen enternasyonalist olabilmek de haliyle bu konularda bilgilenmeyi gerekli kılar. Ne varki, üzerinden asla atlanılmaması gereken şey bu gerekliliğin hiçbir zaman yeterlilik anlamına gelmediğidir. Yani bilgi gerekli şarttır ama yeterli şart değildir. Sosyalist, komünist ve dahi enternasyonalist olabilmek bu gerekli bilgilerle birlikte siyaset dışı kalmamaktan, siyasette ( güncel olanda) yer tutmaktan, konum almaktan da geçmektedir. İdeolojik ve teorik olanı (Lenin'in deyimiyle) bir gevezelik aracı haline getirmemek, (ekleyeyim) ego tatmin aracına dönüştürmemek hem sosyalist olmanın ve hem de sosyalist mücadele içinde bulunmanın bir başka ve önemli gerekliliğidir. Bu yüzden yanı başındaki faşizmin ayak seslerini duymamazlıktan gelmenin en genel tanımı içinde bile solcu olabilmekle, sosyalist kalabilmekle bir ilgisi olamaz.

Özetle, solcu, sosyalist ve dahi enternasyonalist olmak sosyalist ideolojinin ne kadar kavranıldığıyla, ne kadar içselleştirildiğiyle ve siyasetle ( güncel olanla) ne kadar ilişkilendirildiğiyle doğrudan ilintilidir. Marksist olmak Marksizmi bir ezbermiş gibi, bir ansiklopedıymiş gibi anlamak değildir. Yanı başından geçip gideni anlayamıyor ve doğru yorumlayamayıp, sol bir konumlanış alamıyorsan   yapılan ve savunulanlar bir lafazanlık olmaktan öteye geçmez. Dinci bir faşizm iktidara yürürken, burjuva demokrasisine bile rahmet okutulurken ve giderek devlet de bir parti ve hatta bir tek adam devletine dönüşürken komünist toplumda itfaiye teşkilatını savunma adı altında üç maymunu oynamanın solculukla ve   komünist olmakla bir ilgisi olamaz. Yine aynı nedenlerle ülkenin üstüne çöreklenmiş bir dinci faşizm varken bu gerçekliği görmemek ve buna karşı   ilkesel bir duruş almamak adına sözde ideolojik ve teorik konularda ilgileniyor görünmek ve bunu da burjuva siyasetinin dışına çıkmak gibi akıl dışı kavramlarla savunmaya çalışmak gericilikten başka bir şey değildir. Solda görünüp te gerici olmak ve hatta karşı devrimci bir çizgide yer tutmak tam da böyle bir şeydir.

( Çok uzadı, sonra devam eder ve söylenmek istenenlerin üzerinden biraz daha geçerek   sadeleştirmeye çalışırız.)



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 07.03.2020- 05:58


İnternetin ülkeye girip yaygınlık kazanmasının yaşam biçimimiz üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu gibi bilgiye ulaşma konusunda da çok büyük bir kolaylık sağladı. Bilgi klavye karşısında artık bir ''tık'' ötemizde. İyi tarafları da var kuşkusuz ama doğru bir yöntemle yapılmadığında zararları da oluyor. Bir kere internet, sosyal medya alışkanlığa dönüşüyor ve insanın çok büyük bir zamanını alma potansiyeline de sahip. Sosyal medya ile kurulan ilişkiler bir insanın toplumsallaşması olarak görülebilir mi, bilmiyorum; sosyologların konusuna giriyor. Ama siyaset klavye başında ve yalnız olarak yapılma alışkanlığına dönüştüğünde bence ve genellikle olumsuz sonuçlara yol açabiliyor. Sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumların uzunca yıllar sosyalizm adına uçuk kaçık siyasetlerin etkisinde kalması ve kuyrukçu bir tavrı benimsemesi bundandı. Çünkü bu forumların da (sosyal medya gibi) sürekli ''tüketen'' bir yapısı var(dı), ve bu yüzden buralara giren kişilere (sol sempatizanlara diyelim) en kestirmeden bilgilenmek zorunluluğu dayatırdı. Bilgilenilecek ve o bilgiler hemen (satılacak) sunulacak...Bu durum kısa zaman içinde uygun bir siyasi yelpaze altında uygun bir iklimi de beraberinde getirdi. Yarım yamalak ve çoğu yanlış yorumlanan bir ''ezber solculuğu'' ve adına enternasyonalizm denilen gerçekte burjuva kozmopolitizmi bağlamında kuyrukçu bir tavır. (O dönemde biraz olsun çizginin dışına çıkma veya var olan iklime aykırılık dışlanma ve   çoğu kez olduğu gibi forumdan uzaklaştırılma anlamına geliyordu. Sosyalist olmak, enternasyonal komünist olmak da böyle bir iklimde yeşerdi. Özetle sosyalist olmak enternasyonalist olmayı, enternasyoal komünist olmak da Kürt ulusalcılığına biat ve kuyrukçuluğu gerektirirdi...Olmayanlar, bu kuyrukçu tavra karşı çıkanlar ise ulusalcıydı. Ulusalcılık enternasyonal olmanın, enternasyonal olmak da ulusalcılığın karşıtı ve Kürt hareketine kayıtsız koşulsuz biattı.

Sözde sol, sosyalist, forumlardaki iklim en basitinden buydu ve oralardaki solculuk tanımı da böyle bir şeydi. İnternette basit aramalarla bulunabilecek uygun her türlü ''alıntı'' ve ''bilgi'' hemencecik cımbızlanabiliyor ve önü arkası düşünülmeden, çoğu kez anlaşılmadan hemen satılıyordu. Forum iklimine de uygunluk varsa hemen benimsenebiliyordu. Marks İrlanda konusunda bunu söylemiş, Lenin UKKTH başlığında bakın ne demiş; sanki Marks İrlanda konusunda ve Lenin de UKKTH başlığında başka şeyler söylememiş gibi... Engels'in kimi geri kalmış ülkeler, örnekse Cezayir için nerdeyse aşağılama anlamına gelen sözleri hiç görülmez ama işte biraz da kolaycılığından ve en çok da forumlardaki ve genişletirsek ülkedeki liberal basıncın etkisinden hep bu sözde enternasyonalist(!) yorumlar yapılırdı. İşin en trajik yanı ise, tam bu noktada ortaya çıkıyordu zaten. Bu kıskin komünist ve enternasyonalist oldukları izlenimi vermeye çalışanlar gerçekte ülkede solun üzerinde bir hegemonya kuran sağlı sollu liberallerin güdümüne girmişti; farklılıkları sadece biçimseldi.

Bu iklim çeşit çeşit kerameti kendinden menkul bir solculuk türetti.
Örnekse, kimileri Marksist değildi, Blankist ve Leninistti. Leninizmi ''omuzda tüfenk'' ''çekmecede silah'' olarak algılıyorlar, algılatmaya çalışıyorlardı. SAvunduklarının da, konumlandıkları siyasetin de ne Marksizm ve ne de Lenin'le bir ilgisi vardı. Var olan iklimi kendileri yaratmışlar ama sonra o iklimin önünde sürüklenip gidiyorlardı. Lenin'i Marks'dan ayırmanın mümkün olmadığını, Lenin'in örgüt ve öncülük kuramının Marksizm karşıtlığı değil, tamamlayıcı ve bütünleyici bir özellik taşıdığını...-bu kişilere anlatabilmek gerçekten zordu.

Kimileri ise,   Leninist değil, Marksistti. Döneme uygun ''Marks'a geri dönelim'' çığırtkanlığına uymuş, reel sosyalizmin çözülüşüyle de iyice havaya girmiş, özgün teoriler üretiyordu! Ekonomi küreselleşmiş de, üretim farklılaşmış da, proletarya başka bir şey olmuş da, mücadele edilmesi gereken şey bütün sınıfların birlikteliğiyle devletin kendisiymiş de...-Marksizmin savunulacak hiçbir yeri kalmamışken hala nasıl Marksist olunuyor, o da ayrı bir sorun!

Bir de,işin kolayını bulmuşlar var. İnternet kılavuzları, ezbercilik yöntemleri bunların. Bir iki makaleden bir iki cımbızlama ve sonra ortaya çıkan ezberi komünistçilik sanma kolaycılığı... Kolaycılık dediğim de lafın gelişi. Son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Gericilik, karşı devrimci sürece destek... Yapılan işin başka bir işe yaramadığını bir türlü anlayamama...

2002 yılından beri bir siyasetin güdümüne girdi Türkiye...Gericilik ve karşı devrim süreci. Amaç neo-osmanlıcı bir yapıya dönmek; cumhuriyet devriminin tüm kazanımlarını ortadan kaldırmak, ve olabilirse devleti bir parti devletine dönüştürmek, rejim değişikliğiyle birlikte tek adam totaliterliği altında bir yapı inşa etmek vb. Yapılmak istenen buydu ve gerçekleştirilen de budur. Liberallere neden kızıyoruz, neden ''ihanet''le suçluyoruz? İşte bu sürece ideolojik destek verdiği ve entellektüel tahkimatta bulunduğu için...Peki sadece onlar mı? Kürt hareketini geçtim, konu onlar değil. Ülkede böyle bir süreç yaşanırken, sadeleştirelin, AKP devleti ele geçirirken, devlet olmaya çalışırken,ve artık devlet haline gelmişken öteden beri ve hala devletin sınıfsal bir baskı aygıtı olduğunu öne çıkarıp öyle bırakmanın   ne anlama gelebileceği kestirilemiyorsa, gerici sürece destek anlamına gelmekten başka bir işe yaramıyacağı da kestirilemez. Sorun buradadır. Ezbercilik bu noktada bir gericilik halini alır, bir karşı devrimci çizgiye oturur. Aynı şekilde demokrasi kavramını da sadece yöneten yönetilen bağlamında sınıfsal bir öz'le sınırlandırır ve o şekilde tanımlar ve bir ezbere dönüştürseniz sonuçta yaşanan sürece doğrudan veya dolaylı yoldan destek anlamına geldiğini de anlayamazsınız.

Solculuk sosyalistlik ve enternasyonalist olmak böyle bir şey değil.
Solculuk, sosyalistlik ve enternasyonalist olma güncelle bağ kurmaktan da geçer. Günceli, AKP'yi, yaşanan süreci göz ardı ederek siyaset yapılamaz, ideolojik davranılamaz. Sosyalizmi bir ezberci alıntılar toplamı haline getirmemek gerek. Sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumların bu bağlamda sol siyasete bir katkı verdiklerini iddia edebilmek mümkün değildir. Sanırım sonraki yorumları bu noktadan devam ettiririz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 08.03.2020- 09:20


Solculuğun, sosyalistliğin, (proleter) enternasyonalistliğin güncelle bağ kurmaktan geçtiğini söylemisiz, bir üstte. Bu bağın öncelikle sola alan açıcı   nitelikte   olma özelliği taşıması gerektiğinin de altı çizilmeli. Bizim sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumlarımız bu ilkelerin birini, o da yanlış bir biçimde kurarken, sola alan açma konusunu ise hiç aklına getirmedi. Daha ileri gidip şunu söylemek gerekiyor: Bu forumlarda sol-sosyalizm gerçekte ne kadar etkin bir pozisyondaydı, sosyalizm bu sözde sol forumlarda gerçekten var mıydı? Abartmadığımı düşünüyorum; buralarda sol-sosyalizm falan yoktu. Sol sadece bir ulusalcı harekete biat etmek ve kuyrukçuluk yapmak olarak algılanıyordu.   Böyle yaparak da   Kürt ulusalcılığının AKP merkezli güncel siyasette yer tutuşu da bütünüyle bu yer tutuşa uygun bir pozisyondu. Yani tıpkı o zaman da şimdi de eleştirdiğimiz sağlı sollu liberallerin yaptıkları gibi AKP cemaat ortaklığına hiç toz kondurmamak, bu gerici ittifaka dahil olmak, doğrudan veya dolaylı yoldan bu gerici yürüyüşe alan açmak bu forumların siyasi doğrultusuydu. Dolayısıyla bu gerici ittifaka karşı çıkan her siyasi yapı da bu sözde forumların hedef tahtasıydı. AKP   cemaat ortaklığı gibi, sağlı sollu liberaller gibi...

Bu forumlar biçimsel olarak birbirlerinden farklıymış gibi görünmelerine rağmen gerçekte içinde cemaatin de bulunduğu bu gerici ittifakın destekleyicisi durumundaydılar. Ulusalcı, neo-faşist, sosyal şoven ezberleri içinde bulundukları savruluşun zorunlu olarak dayattıkları kavramlardan başka bir şey değildi. Başta CHP, HKP ve TKP olmak üzere ÖDP ve hatta Cephe de bu eleştirilerden ( siz hakaret ve küfür olarak alın) nasibini alıyordu. Yıllar böyle geçti. Her forum kendine özgü gerekçelerle bu havuza su taşıyordu. SF açık seçik bu ulusalcı hareketin legal ve illegal temsilcilerinin propagandasını yapmanın Leninistlik ve Blankistlik olduğu propaganadasını yapıyor; bir diğeri sabahtan akşama, gün 24 saat   Birgün ve Solhaber üzerinden sola düşmanlık ve nefret kusarken, bir başkası da sağdan soldan tırtıkladığı alıntılar üzerinden bu karşı devrimci konumlanışa aklınca enternasyonalist komünist bir destek veriyordu. Birbirlerinden farkları yoktu aslında. AKP cemaat ittifakının (iyi kötü) karşısına çıkanlara düşmandılar. AKP ve cemaat ortaklığı gibi, sağlı sollu liberaller gibi; azı yok, çoğu vardı.


Şu nokta bence hiç unutulmamalı; AKP cemaat ittifakı, ittifak olmanın ötesinde ortaklığı-iç içeliği, artık nasıl nitelenecekse öyle,   bugün muktedir hale geldiyse ve rejimi değiştirip tek adam diktatörlüğü kurma doğrultusunda bir hayli yol almışsa bu sözde sol-sosyalist forumların kendi çapındaki katkılarının   asla gözardı edilmemesi gerekir. Bu konu sürekli hatırlanmalı sol, sosyalizm ve enternasyonalizm adına yapılan şarlatanlıklar sürekli deşifre edilmelidir. AKP cemaat ortaklığına alan açılmakla kalmadılar, sola ve sol sempatizan gençliğe zarar verdiler...Yapılanların, söylenenlerin ve tutulan yolun sol-sosyalizm ve dahi proleter enternasyonalizmi ile hiçbir ilgisi yoktu...

SF kapalı şimdi, ya da başka bir domain üzerinden sürdürüyordur, bilmiyorum. Kapalıysa, umarım kendine bir çeki düzen vererek de açılır. Çünkü bu konuların konuşulması gerekir. Kürt halkının ulusal sorunlarının çözümünün milliyetçi ve etnik bir zeminde ve de bölüşerek, ayrışarak çözülemeyeceğinin anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bu ülke çok daha güzel bir geleceğe yürümelidir. Bu da birliktelike mümkün olacaktır; sol-sosyalist bir siyasetle...


Umarım bir an önce bu birliktelik kurulur ve bilimsel sosyalizmin aydınlatıcı ışığında yolların birleştirilmesi gerektiği bilince çıkartılır.




Bu ileti en son melnur tarafından 08.03.2020- 09:21 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 09.03.2020- 06:07


Başlığın bir yanı FETO ile ilgili, somutlaştırırsak, FETO tıpkı AKP ve tıpkı önüne siyasi hedefler koyan cemaatler/tarikatlar gibi bu ülkenin tarihsel geçmişi olan gerici damarının önemli bir öznesidir. ABD emperyalizminin maşası olduğu da ortaya çıkmıştır. Şaşırtıcı değil, bu ülkedeki din(c)i yapıların çok büyük bir kısmının emperyalizmle içli dışlı olduğu biliniyor. Örnekse, Kanlı Pazar olarak adlandırılan ve devrimci gençlerin ABD 6. filosunu protesto mitingine polis eşliğinde saldırmaları tarihe bir utanç vesikası olarak geçmemiş midir? Camilerden çıkarak devrimcilere saldıran güruhun başında olanların gazeteci veya yönetici olarak bugün ülkeyi yöneten kadrolar içinde oldukları da ibretlik değil midir? Oralardan buralara geldik, oralardan geçerek buralara geldik. Tarih bir bütündür, kökleri vardır. O kökleri, o süreçleri bilince çıkarmadan bugünleri kavrayabilmek mümkün değildir.

İşte FETO o gerici damarın en sinsi ve en emperyal amaçlar taşıyan örgütlenmesinin adıydı ve   Komünizmle Mücadele Derneği'nin kurucuları arasında yer alan Fethullah Gülen'in öncülüğünde kurulmuş,   ABD'nin taşeronluğuna soyunmuş ve ülkeyi emperyalizme göbekten bağlı dinci/gerici ve faşist bir yapıya dönüştürmenin aygıtı haline gelmişti. Seçimlerle yapamayacağını biliyor ve kendine verilen talimatlar doğrultusunda devleti içeriden ele geçirmenin planlarını yapıyordu. Hiç kuşkusuz tek başına da değildi. Son kertede AKP'yle iç içelik sağlamış, ortaklık kurmuş ve dış destekle birlikte amacına ulaşma konusunda her yolu denemiştir. Ergenekon'la başlayan davalar kendisine devlette yer açma operasyonlarıydı. Devletin içi boşaltıldıkça oralara yerleşenler kendileriydi. Devlet böyle ele geçirildi. Cemaat mensubu yargıçlar, savcılar, polisler ve sivil asker bürokratlarla yeni Türkiye'nin geleceğinin temelleri atılıyor, ön hazırlıkları yapılıyordu. Sonuçta bu sürecin nerelere vardığı biliniyor.

Soru şu;   sağlı sollu liberallerin ideolojik öncülüğünde ve Feto AKP ortaklığının yürütücülüğünde bu gerici süreç işlerken bizim anlı-şanlı sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumlarımız ne yapıyordu? Evet, ne yapıyorlardı? Bu sürece etkin bir şekilde karşı mı çıkıyorlardı, yoksa doğrudan veya dolaylı olarak destek mi veriyorlardı?

Dünü anlamak ve bugünü doğru değerlendirmek açısından sorgulamak gerekmez mi?





Bu ileti en son melnur tarafından 09.03.2020- 06:08 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 12.03.2020- 05:24


FETÖ'nün siyasi ayağının kim olduğu bence yanıtı apaçık olan bir soru. Ve sadece bu haliyle çok da önemli olduğu söylenemez. Türkiye gericiliğinde böyle bir tarihsel damar var ve bu damar 2000'li yıllarda AKP'de cisimleşmiştir. Nasılı, nedeni öyle bilinmeyen bir şey değil. Biraz tarih ve biraz da Cumhuriyet ve Aydınlanma karşıtlığı okumasıyla 12 Eylül faşizmiyle birlikte bugünlerin hazırlandığı ve plandığı gerçeği anlaşılabilirlik kazanabilir. Asıl soru, bu gerici damarın böylesine muktedir hale gelebilecek bir ideolojik ve entellektüel donanıma sahip olmamasına rağmen böyle bir olanağa nasıl sahip olduğu, nasıl devletleştiği ve nasıl bir tek adam rejimine dönüştüğü ve sonuçta, böyle bir karanlığa nasıl mahkum olduğumuz sorusudur.   Bu gerici damarda ve dolayısıyla AKP'de bulunmayan şey, yani bu boşluk, kim ve ne ile doldurularak yol alınmıştır?

Dünü anlayabilmek ve bugünleri kurabilmek bu ülkede nasıl bir yarın sorusunun yanıtı olacaktır.








Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör ''Solu ayağa kaldırmak'' gerek... melnur 0 138 09.12.2023- 09:57
Konu Klasör Enternasyonal melnur 0 3327 05.08.2013- 01:16
Konu Klasör İkinci Enternasyonal spartakus 1 4161 21.12.2014- 23:08
Konu Klasör Enternasyonal nedir? spartakus 1 5414 21.12.2014- 02:18
Konu Klasör Birinci Enternasyonal spartakus 2 3506 21.12.2014- 17:58
Etiketler   FETÖ’nün,   siyasi,   ayağı,   sözde,   enternasyonal,   forumlarımız.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS