SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Ermeni derneklerinden 24 Nisan açıklaması, Paylan'dan 'Soykırımı araştırma' önergesi           (gösterim sayısı: 2.204)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 25.04.2020- 03:16


Ermeni derneklerinden 24 Nisan açıklaması, Paylan'dan 'Soykırımı araştırma' önergesi

Nor Zartonk ve Arjantin Ermenileri Derneği'nin açıklamasında "Hayatta kalanların anayurtlarına dönüşlerinin engellenmesinin 'hadiseler', 'olaylar', 'kötü koşullar' gibi muğlak ve belirsiz ifadelerle ve bahanelerle geçiştirilmesini hiçbir zaman kabul etmeyeceğiz” ifadeleri kullanılırken, HDP'li Paylan tarafından da Meclis Araştırması istendi.
Resim Ekleme

Ermeni halkının Anadolu’da maruz kaldığı katliam ve tehcirin 105. yıl dönümünde çeşitli Ermeni derneklerinden açıklamalar yapılırken, HDP’li Garo Paylan da “Ermeni Soykırımı’nın araştırılması için” TBMM’ye önerge verdi.

Nor Zartonk ve Arjantin Ermenileri Derneği tarafından yapılan açıklamada, “105 yıl önce Osmanlı coğrafyasında yaşayan Ermenilerin sistematik ve planlı bir şekilde katledilmesinin, sürgün edilmesinin, mülkerinin gaspedilmesinin, kültürel birikimlerinin ortadan kaldırılmasının, mezarlıkları üzerine tuvaletler inşa edilmesinin, kiliselerinin talan edilmesinin, hayatta kalanların anayurtlarına dönüşlerinin engellenmesinin “hadiseler”, “olaylar”, “kötü koşullar” gibi muğlak ve belirsiz ifadelerle ve bahanelerle geçiştirilmesini hiçbir zaman kabul etmeyeceğiz” ifadeleri kullanıldı.

‘BÜYÜK FELAKETİN ADALETİNİN BULUNACAĞI TEK MECLİS, TÜRKİYE’NİN MECLİSİDİR’

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan da “1915 yılında Ermeni halkına yaşatılan büyük felaketin araştırılması, sorumluların ve faillerin tespit edilmesi, geçmişle yüzleşmenin ve geç de olsa adaletin sağlanması amacıyla Meclis Araştırması açılmasını" talep etti.

Paylan’ın önerge gerekçesinde ise "24 Nisan 1915 tarihinde, 250 Ermeni siyasetçi, aydın, gazeteci tutuklanarak Çankırı ve Ayaş’a sürülüp öldürüldü. Bu tarih, bütün dünyada Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin büyük oranda yok edilmesine neden olan Ermeni Soykırımı’nın başlangıç günü olarak kabul edilir. Ermeni halkının bu topraklarda yaşadığı büyük felaket, diğer pek çok devletin parlamentosunda görüşülmüş ve soykırım olarak kabul edilmiştir. Oysa Anadolu’nun kadim halklarından Ermenilerin maruz kaldığı soykırım, Türkiye’nin meclisinde bugüne kadar görüşülmemiştir. Büyük felaketin adaletinin bulunulabileceği tek Meclis, Türkiye’nin meclisidir” ifadeleri yer aldı.

https://ilerihaber.org/icerik/dunya-koronavirus-kiskacinda-ekvadorda-bir-gunde-11-bin-536-yeni-vaka-112141.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.04.2020- 13:44


Ermeni sorunu: Yalanlar ve gerçekler (1)

Büyük Felaket olarak adlandırılan Ermeni Sorunu’nu 24 Nisan tarihi vesilesiyle farklı bir gözle kaleme aldık. Milliyetçi, gerici ve liberal tarih tezleri dışında komünistlerin bakışını yansıtan “Ermeni sorunu: Yalanlar ve gerçekler”yazı dizimiz 3 bölüm halinde yayınlanacak.

DEMİR SİLAHTAR

Türk milliyetçi tarih yazımında emperyalist devletlerce Osmanlı Devleti’ne yapılan dış müdahaleler ve bu müdahalelerin biçimlerinden biri olarak görülen misyonerlik faaliyetleri, Ermeni Sorunu’nun ortaya çıkışı ve gelişmesinde neredeyse yegâne etken olarak gösterilmekte, Ermenilerin Osmanlı idaresi altında hiçbir sorun yaşamaksızın adeta bir “asr-ı saadet” içerisinde oldukları iddia edilmekte ve bu sorunun herhangi bir tarihi temele dayanmayan, dış güçler ve bilhassa da misyonerler tarafından ortaya çıkarılan “sunî bir sorun” olduğu görüşü yaygın biçimde savunulmaktadır.   Oysa Ermenilerin Osmanlı idaresinde herhangi bir sorun yaşamazken, salt dış güçlerin kışkırtmaları ve misyonerlik faaliyetleri neticesinde devlete isyan ettikleri yönündeki iddialar; emperyalist müdahalelerin Osmanlı Devleti’nin çözülüşünde etkili olmasına ve milliyetçi, bağımsızlıkçı akımların güçlenmesine imkân veren sınıfsal dinamikleri, Ermeni ulusal bilincinin oluşum sürecini, ardından da 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun ve bilhassa Ermenilerin yoğunlukta olduğu doğu vilayetlerinin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve sosyal koşulları neredeyse bütünüyle göz ardı etmektedir.

Tanzimat reformlarının yanı sıra Avrupa devletlerine tanınan kapitülasyonların şemsiyesinde yerli Hristiyanların da istifade ettiği korunaklı statü, ticaretin hızla geliştiği 1830-1860 yıllarında İmparatorluğun batı bölgelerinde Hristiyanlar arasında girişimci bir orta sınıf doğurmuş, imparatorluğun batı bölgelerinde yaşayan Ermeniler diğer Hristiyanlarla birlikte bir burjuvalaşma, iktisadi ve sosyal yükseliş dönemine girmişlerdir. Ancak 19. yüzyıla kadar Osmanlı devlet yönetiminin merkezî bir nitelik taşımadığı ve iktidarın babadan oğula geçen valilikler şeklinde Kürt aşiretlerine terkedilmiş durumda olduğu doğu vilayetlerindeki Ermenilerin içinde bulunduğu yaşam koşulları, çoğu yerde bununla tezat içerisindeydi. Yarı sömürgeleşme süreci içerisine giren Osmanlı devletinin mali ve askeri yönden çöküntü içerisinde olduğu bu dönemde, eşkıyalık, vergi sistemindeki bozukluk, kötü idare ve idareciler gibi dertlerden Müslüman tebaa gibi Ermeniler de mustarip durumdaydı. Askerlikten muafiyet ve yabancı konsoloslukların himayesini temin edebilmek gibi bazı yönlerden Müslümanlardan daha iyi durumda olsalar da doğu vilayetlerindeki Ermeniler, Müslüman tebaa ile ortak olanlara ilaveten, başka birtakım dertlerle de yüz yüzeydiler. Doğudaki Ermeni köyleri öteden beri esas olarak Kürt aşiret beyleri tarafından yönetilmekte ve bunlara vergi ödemekte iken, Avrupa kapitalizmiyle teması giderek artan Osmanlı Devleti’nin, II. Mahmut döneminden itibaren yerel feodal unsurlara karşı merkezi otoritenin gücünü arttırmaya yönelmesi, bu durumu değiştirmiştir. Devletin hem Ermeni köylülerini hem de Kürt aşiretlerini doğrudan doğruya, birbirinden ayrı olarak vergilendirmek istemesi, aşiretlerin kendi ödedikleri vergiyi Ermenilerden çıkarmasına, Kürt feodalleri tarafından dayatılan haraca itiraz etme gücünü göstermeyen Ermenilerin ise, haraca ilaveten bir de doğrudan doğruya devlete vergi ödemek zorunda kalmalarına yol açtı. Buna ek olarak, Avrupa kapitalizminin Avustralya ve Arjantin’de daha uygun ham yün ihraç kaynakları bulması neticesinde Osmanlı Devleti’nin yün ihracatında yaşanan çöküşe paralel olarak, Kürt aşiretlerinin esas geçim kaynağı konumundaki göçebe ekonomisinin de çöküntüye uğraması ve bunu izleyen zorunlu iskân politikaları, Kürt egemenlerinin Ermenilere karşı davranışlarını olumsuz yönde köklü biçimde değiştirmiştir.

Devlet idaresinin gitgide bozulduğu ve yozlaştığı bu dönemde Ermeni köylülerinin durumu da giderek kötüleşmiş, Osmanlı vergi toplayıcılarına eskiye nazaran ağırlaşan vergileri ödemeye ve vergiye ilaveten Kürt aşiret lerine haraç vermeye güçleri yetmemeye başlamıştır. Kürt feodallerine haraç vermeyi reddeden Ermeni köylüleri mal ve hayvanlarına el konulması, kadınların ırzına geçilmesi ve öldürme ile sonuçlanan acımasız saldırılarla karşı karşıya kalmışlar, Islahat ve Tanzimat fermanlarıyla getirilen reformlar, doğu vilayetlerinde yaşamakta olan Ermeni halkının içinde bulunduğu olumsuz koşullarda önemli bir müspet değişiklik yaratmamıştır. 1850-1870 yılları arasındaki dönemde taşrada görülen haraç alma, Müslümanlığa zorlama, yağma ve adam kaçırma olayları hakkında Ermeni din adamlarınca Osmanlı yönetimine 500’ü aşkın şikâyetname gönderilmiştir.   Dolayısıyla Türk-Ermeni ihtilafı, başlangıçta esas olarak bir Kürt-Ermeni ihtilafından ve Kürt feodallerinin eylemlerine devlet tarafından göz yumulmasından doğmuştur.   Ermeniler Kürt hâkimiyetinden kurtulmak için Hristiyan devletlerin ve bilhassa Rus Çarlığının müdahalelerine bel bağlarken, bu müdahalelerin gecikmesi olasılığı karşısında Osmanlı Devleti’nden yana bir tutum sergilemişler ve Osmanlıların bölgede çıbanbaşı olarak telakki ettikleri Kürt feodallerinin hâkimiyetine son vererek merkezî bir idare oluşturma çabalarını desteklemişlerdi. Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde, Kürtlerle bir arada yaşamanın olanaksızlığı fikri Ermenilerde giderek güçlenmiştir.

Kürt aşiretlerinin saldırılarına ilaveten, Rusya’nın Kafkasya’yı ele geçirmesi üzerine 1860’lı yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu topraklarına göç eden yüzbinlerce Çerkezin önemli bir kısmının Ermenilerin bulunduğu doğu illerine yerleştirilmesi, Ermeni köylülerinin durumunu daha da ağırlaştırmıştır. Korkunç bir yoksulluk içerisinde bulunan bu göçmenler, hayatta kalabilmek için gerek Müslüman gerekse Hristiyan köylerine saldırıp, talan ediyorlardı. Çerkezler kendilerini yersiz yurtsuz bırakanlar olarak gördükleri Kafkasyalı Hristiyanlara karşı duydukları güçlü kin ve nefreti, yeni iskân edildikleri topraklara da taşımışlar, doğal olarak da bundan en fazla zarar gören Ermeniler olmuştu.

Osmanlı Devleti’nin Ermenilerin içinde bulunduğu olumsuz ortamı yaratan koşulları ortadan kaldırma hususunda isteksizlik göstermesi veya bundan aciz olması karşısında, Ermeniler umutlarını her geçen gün daha fazla, aralarındaki mezhep farklarına rağmen dindaş olarak gördükleri Avrupalı emperyalist güçlere ve Rus Çarlığına bağlıyorlardı. Nitekim doğu vilayetlerinde bu şartların hüküm sürdüğü bir dönemde gerçekleşen 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı, yarattığı sonuçlarla Ermeni sorununu uluslararası alana taşıyarak, Türk-Ermeni ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturmuştur.

Ermenilerin savaşta Rus ordusuna verdikleri destek ve Avrupalıların müdahalesini temin etmek için gösterdikleri gayretler, onları Osmanlı Devleti’nin gözünde güvenilmez bir unsur haline getirirken, Kürtlerin Ermenilere olan kinlerini de körükledi. Rus birliklerinin geri çekilişi sırasında Kürtler ve Çerkezler Ermeni köylerinde yağma ve katliamlar gerçekleştirdiler. Osmanlı Rus Savaşının bitimine doğru, İstanbul’daki Ermeni Meclisinin Rus Çar’ına verilmek üzere kaleme aldığı muhtırada; Fırat’a kadar olan bölgenin Rusya egemenliğinde kalması, bunun mümkün olmaması durumunda Bulgaristan’a ve Bulgarlara verilen imtiyazların aynen Ermenilere de verilmesi ve işgal olunan arazi tahliye edilecek ise Osmanlı hükümeti tarafından gerekli reformlar yapılıncaya kadar Rus işgal kuvvetlerinin Osmanlı topraklarını terk etmemeleri talep olunuyordu. Ancak Ayastefanos Antlaşması ile Rusya’nın Kafkasya’da hâkimiyet sağlayarak Doğu Anadolu ile Bulgaristan’da nüfuz sahibi olması İngiltere’nin politikasına ters düştüğünden, İngiltere, Avusturya’nın da desteğini alarak Berlin’de yeni bir uluslararası konferans toplanmasını ve bu konferans sonunda Berlin Antlaşması’nın imzalanmasını sağlamıştır. Ayastefanos Antlaşması’nın Berlin’de kendi aleyhlerine revize edilmesi, büyük beklentilere kapılmış olan Ermenilerde hayal kırıklığı yarattı. Emperyalist ülkelerin kendileri lehine müdahalede bulunmasını sağlamak için yegâne yolun silahlı mücadeleye girişmek olduğu fikri gerek Osmanlı gerekse Rus çarlığı topraklarında yaşayan Ermeni aydınları içerisinde giderek ağırlık kazandı. Birbiri ardına kurulan sosyalist eğilimli Hınçak ve milliyetçi eğilimli Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaktsutyun) komiteleri Avrupa ve Rus kamuoyunun dikkatini Ermeni sorununa çekmek amaçlı silahlı-silahsız güç gösterileri, isyan ve suikastlar örgütlemeye başladılar.

Bu dönemde Ermeni tüccar, sarraf, sanayici ve zanaatkârlar Osmanlı ekonomisi içerisinde önemli bir yere sahiptiler. Ege, Marmara, Orta Anadolu ve Çukurova’da ipekböcekçiliği, dokumacılık, bakırcılık, tütüncülük, kuru meyvecilik, madencilik, lületaşı işlemeciliği ve benzeri pek çok üretim alanında Ermeniler ileri seviyedelerdi ve üretilenlerin önemli bir kısmı yine Ermeni tüccarlar aracılığıyla ihraç edilmekteydi. 18. yüzyılın sonlarında, Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlarla Avrupalı tacirlere tanıdıkları imtiyazlar, kendi tebaasından tacirlere tanıdıklarının ötesine geçerek, onları Avrupalılar ile rekabet edemez duruma getirmiş, bu da gayrimüslim tacirleri Avrupa devletlerinin himayesine girmeye itmişti, ancak Avrupalılar gayrimüslim tacirlerin sahip olduğu yerel ağları ellerine geçiremediklerinden ticaretten elde ettikleri kârları onlarla paylaşmaya mecbur kalmışlardı.   Ermeni tacirler, Avrupalıları, bilhassa da Doğu Akdeniz ticaretine hâkim olan İngilizleri, iç bölgelerle ticaret yapabilmek için kendilerini aracı olarak kullanmak zorunda bıraktıkları gibi, Avrupa şehirlerinde de kendi nam ve hesaplarına faaliyet gösteriyorlardı. Batı Anadolu’da gayrimüslim burjuvazinin güç kazanması, Müslüman tacirleri ve seçkinleri tali bir pozisyona iterek, dış ve iç ticarette sahip oldukları üstün konumu yitirmelerine, ithalat ve kredi konularında gayrimüslim tüccar ve finansörlere giderek daha fazla bağımlı hale gelmelerine yol açtı.   Müslüman ve gayrimüslim tüccar ve seçkinler arasındaki eşitsiz gelişimden kaynaklanan bu sınıfsal çıkar çatışması, daha sonraki tarihlerde meydana gelen siyasi ihtilaflar bakımından önemle dikkate alınması gereken bir faktördür.

https://gazetemanifesto.com/2018/mercek-ermeni-sorunu-yalanlar-ve-gercekler-1-172019/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.04.2020- 13:48


Ermeni sorunu: Yalanlar ve gerçekler (2)

DEMİR SİLAHTAR

Nitekim Abdülhamit istibdadına karşı İttihat ve Terakki’nin öncülüğünde gerçekleşen 1908 devrimi ve meşrutiyetin ilanı ile birlikte ortaya çıkan özgürlük ortamından siyasi, ekonomik ve kültürel örgütlenmeler yoluyla azami ölçüde istifade etmek isteyen, üstelik Avrupalı misyonerlerin ve konsolosların himayesi altında hızlı bir burjuvalaşma ve uluslaşma süreci içerisine girmiş olan Ermenilerin toplumsal statülerindeki değişme, bu değişimin kendileri aleyhine sonuçlar doğurmakta olduğu düşüncesini taşıyan Müslüman seçkinler arasında tepkilere yol açmaktaydı. Bilhassa, yoğun bir Ermeni nüfusunun bulunduğu Adana merkezli Çukurova veya tarihsel adıyla Kilikya bölgesinde giderek refah seviyeleri artmakta olan Ermenilere karşı, Müslüman toprak ve nüfuz sahiplerinin bütün bunların Meşrutiyet’ten kaynaklandığı, Müslüman-gayrimüslim eşitliğinin İslam hukukuna aykırı olduğu propagandasıyla körüklediği yaygın bir hoşnutsuzluk hali oluşmaya başlamıştı. Bu sınıfsal çatışmanın yol açtığı provokasyonlar sonucunda 1909 yılında 31 Mart isyanı ile eş zamanlı olarak Adana’da 20-30 bin civarı Ermeni’nin öldürüldüğü bir katliam yaşandı.

Öte yandan Ermenileri her daim Osmanlı Devleti’ne karşı silahlı isyan halindeki teröristler olarak resmeden Türk milliyetçi tarih yazımının iddialarının aksine, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile en örgütlü Ermeni partisi olan Taşnaktsutyun, Meşrutiyet’in ilanının hem öncesinde hem de sonrasında, hükümete karşı ortak silahlı eylemler gerçekleştirmekten seçimlere ortak listeyle girmeye kadar uzanan burjuva devrimci bir zeminde uzun süreli bir işbirliği içerisindeydi. Adana katliamı ile yaşanan geçici sarsıntıya rağmen sürdürülen bu işbirliği, 1912 yılına kadar inişli çıkışlı bir seyir halinde devam etmiş, Osmanlı ordusunun nevzuhur Balkan devletleri karşısında ağır bir yenilgiye uğramasının ardından çözülüş sürecine girdiği görülen Osmanlı devletinden ve İttihat Terakki’nin kendilerine verdiği reform sözlerini tutma yeteneğinden umudunu kesen Taşnaktsutyun, Ermeni Sorunu’nu emperyalist devletlerin müdahaleleri aracılığıyla çözme siyasetine geri dönmüştür.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen önce geçekleşen Taşnak kongresine katılan İttihat ve Terakki heyeti, Gürcü ve Ermenilerin, Kafkasya ve İran’ın kuzeyinde yaşayan Müslümanlar ile birlikte Rusya’ya isyan etmelerinin ve Rus ordusunu arkadan vurmalarının sağlanması halinde, savaşın bitiminde Erivan, Kars, Gence’nin bir bölümü, Van, Bitlis ve Erzurum vilâyetinin bir kısmını içine alacak özerk bir Ermenistan kurulmasını destekleme teklifinde bulundular. Bunu Ermeni askeri gücünden yararlanmak suretiyle Kafkasya’yı ele geçirmek için hazırlanmış bir tuzak olarak değerlendiren Taşnaklar teklifi geri çevirdiler. Çok geçmeden Taşnakların örgütlediği dört Ermeni taburu Çarlık ordularının yanına, Kafkasya cephesinde Osmanlı ordusuna karşı dövüşmeye başlayacaktı

19 Nisan 1915’te başlayan ve Taşnak gönüllü ordusunun bir ay sonra şehri işgal etmesiyle birlikte bambaşka bir görünüm alan Van İsyanı; İttihat ve Terakki hükümetinin 24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’da Taşnak ve Hınçak yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 250’ye yakın Ermeni’yi tutuklamasının başlıca gerekçesi oldu. Binlerce Müslümanın katledildiği Van İsyanı’nı ve Taşnakların Çarlık ordusuyla yaptığı işbirliğini bilhassa Sarıkamış bozgunu sonrasında Anadolu’da gerçek bir tehdit olarak algılayan Osmanlı hükümetince 1915 yılı Mayıs ayında, kısaca “Tehcir Kanunu” diye bilinen “Vakt-ı Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat” çıkarıldı. Ordu komutanlarına askeri gereklerden ötürü veya casusluk ve hiyanetlerini hissettikleri köy ve kasabaların ahalisini münferiden veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân etme yetkisini tanıyan bu kanunun uygulanması sonucunda Talat Paşa’nın özel arşivinde bulunan belgelere -yani referans alınabilecek en düşük rakama- göre, 972.246 Ermeni tehcir edildi.   Ancak Kanunun uygulanması sırasında çeteler ve Kürt aşiretlerince kafilelere yapılan saldırıların yanı sıra, kendi yaşayışlarına, alışık oldukları iklim ve doğa şartlarına zıt özelliklere sahip yerlere tehcir edilen Ermenilerin sevk edildikleri yerlerde toplam nüfusun belirli bir yüzdesini geçmemelerini sağlamaya dönük olarak hükümetçe izlenen etnisite mühendisliği politikası bir milyona yakın Osmanlı Ermenisinin Büyük Felâketine yol açtı. Bu Ermeni Kırımını, Taşnak gönüllü birliklerinin ve çetelerinin Doğu Anadolu’da ve daha sonra Çukurova’da on binlerce sivil Müslümana karşı gerçekleştirdiği intikam saldırıları takip etti.

YALAN VE ÇARPITMALAR

Türk milliyetçi tarih yazımının Ermeni sorunun herhangi bir objektif temele dayanmayan, dış güçler ve bilhassa da misyonerler tarafından ortaya çıkarılan “sunî bir sorun” olduğu yönündeki çarpıtmasına yukarıda değinildi. Bunun yanı sıra, tehcir edilen Ermenilerin sayısı konusunda yapılan yoğun tahrifat, Murat Bardakçı’nın Talat Paşa’nın “kara kaplı defteri”ndeki rakamları yayınlamasıyla bir ölçüde son bulmuşsa da tehcir edilenlerin büyük bölümünün kırıma uğratıldığı konusunda yalan ve çarpıtmalar halen sürdürülmektedir. Oysa gerçekleşen kırımı bizzat Talat Paşa’nın hatıratında “Esasen askeri bir tedbir şeklinde başlayan icraat, ahlaksız ve kötü tıynetlerin yüzünden feci bir şekil almıştır.” diyerek kabul ettiği, Mustafa Kemal Atatürk’ün de fazahat (alçaklık, rezillik) olarak nitelediği bilinmektedir.

Öte yandan Ermeni milliyetçi tarih yazımı ve onun her ettiği kelamı tartışmasız doğru kabul eden liberal tarih yazımı da benzer yalan ve çarpıtmalar üzerine kuruludur. Bilhassa Ermeni tarafında konunun duayeni sayılan Vahakn Dadrian’ın çalışmalarında Osmanlı Ermenilerinin 1915’te yaşadığı büyük felaket; homojen, monolitik ve ırkçı bir parti olarak resmedilerek Nazi partisine eşitlenen İttihat ve Terakki’nin, Anadolu’nun Türkleştirilmesi konusundaki gizli, zenofobik, şeytani planları doğrultusunda, SS Ölüm taburlarına eşitlenen Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıyla Ermenileri yok etmek üzere en ince ayrıntısına kadar tasarlanmış, ustaca organize edilmiş bir soykırım olarak Holocaust’a eşitlenir. Bu bakış açısına göre yaşanan kırım, ortada herhangi bir güvenlik sorunu olmamasına karşın savaş ortamının elverişli koşullarından istifade ederek Ermenileri yok etmek isteyen ırkçı İttihatçıların bütünüyle tek taraflı tasarruflarının eseridir, Ermeni milliyetçilerinin ortaya çıkan bu tabloda herhangi bir sorumlulukları yoktur. Örneğin Osmanlı Bankası baskınını organize eden grubun liderlerinden biri olan Armen Garo’nun (1908 Devrimi’nden sonra Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda milletvekili olan Karekin Pastırmacıyan) hatıratında bizzat “… girişim umduğumuz gibi başarılı olursa İstanbul Avrupalı silahlı güçlerce işgal edilir ve Ermeni Meselesi arzu ettiğimiz gibi çözülürdü.” şeklinde ifade ettiği Osmanlı ülkesinin emperyalist devletler tarafından işgal edilmesini sağlama stratejisi, Dadrian’ın kitaplarında -tıpkı günümüzde Irak işgalini meşrulaştırmak için emperyalistler tarafından yapıldığı gibi- “uygar dünyanın insani müdahalesini temin etmek” olarak resmedilmektedir.

Keza 1912 yılında patlak veren Balkan Savaşında Osmanlı ordusunun uğradığı hezimetin yarattığı travmanın ittihad-ı anasır ve Osmanlıcılık anlayışını İttihatçıların zihninden tamamen silerek Türkçülük ideolojisinin güç kazanmasına sebep olduğu, 1913 Babıali Baskınıyla iktidarı tamamen ele geçirerek kendi diktatörlüğünü tesis eden İttihat ve Terakki’nin, bundan sonra gayretlerini Osmanlı ülkesini Türkleştirme hedefine yoğunlaştırdığı ve Ermenilerle meskûn vilayetlerde ikinci bir Balkan sorununun ortaya çıkmasını engelleme stratejisini benimsediği sıkça ileri sürülür.   Bu değerlendirmede haklılık payı bulunmakla birlikte, Balkan Savaşı’ndan sonra İttihat ve Terakki’nin Ermenilere yönelik değerlendirmelerinin değişmesinde belirleyici olan yalnızca İttihatçıların tek taraflı ideolojik ve politik tasarrufları değildir. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda çok sayıda Ermeni askeri sadakatle görev yapmışsa da savaş başlar başlamaz Taşnaklar, Ermeni halkının yoğunluklu yaşadığı bölgelerin   dışındaki bu coğrafyada Bulgar ordusu saflarında Osmanlı’ya karşı savaşmak üzere bir Ermeni gönüllü birliği kurarak Osmanlı ordusuna karşı çok sayıda savaşa katılmışlar, bu birliğin komutanlığını yapan Taşnak liderleri hizmetlerinden ötürü Bulgar vatandaşlığı ve subaylık rütbesi ile ödüllendirilerek, maaşa bağlanmış ve nişanlarla taltif edilmişlerdi.

İttihat Terakki’nin ideolojik açıdan yeknesak bir ırkçı çizgide bütünleşmiş, homojen ve monolitik bir parti olduğu iddiası, partinin ve dönemin tarihi hakkında en yüzeysel bir okuma yapmış herkes için gülünç ötesi bir iddia olduğu gibi, Ermeni milliyetçi tarih yazımı İttihatçılar ile Taşnaklar arasında inişli çıkışlı bir seyir halinde uzun yıllar devam etmiş yakın işbirliği olgusunu hasır altı etmekte Türk milliyetçi tarih yazımı ile ortaklaşmaktadır. Ermeni milliyetçi tarih yazımının Türk milliyetçi tarih yazımı ile farklı bir cenahtan ortaklaştığı bir diğer husus da ilginç biçimde tehcir edilenlerin bir bölümünün akıbeti konusudur. Örneğin Radikal gazetesi’ne verdiği bir ropörtajda Hrant Dink, tehcirden sağ kurtularak geri dönen Ermenilerin sayısı ile ilgili tartışmaya dair şunları söylemekteydi: “Ermeniler gelmiş olabilir. Ama bunlar sonradan ne oldu? Evlatlık alınan çocuklar, genç kızlar ne oldu? Biz de öğrenmeye açığız. Çünkü bu konuda Ermeni dünyasının da çok namuslu davrandığını düşünmüyorum. Ermeni tarihçilere de kalanları sorduğumda, ‘Orasını karıştırma’ diyorlar. ‘Karıştırma’ dedikleri noktanın, ‘Bir buçuk milyon Ermeni öldürüldü’ tezine zarar vereceğini düşünüyorlar. ‘Öldüler’ demek işlerine geliyor. Ama her gün öğreniyoruz ki, onlar ölmemiş.”

https://gazetemanifesto.com/2018/mercek-ermeni-sorunu-yalanlar-ve-gercekler-2-172237/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.04.2020- 13:51


Ermeni Sorunu: Yalanlar ve gerçekler (3)

DEMİR SİLAHTAR


AKP iktidarının I. Cumhuriyet’i tasfiye çabalarının “darbecilerle hesaplaşma”, “sivilleşme”, “özgürleşme” ve “demokratikleşme” yalanlarıyla süslenen ilk dönemlerinde AKP-FETÖ-liberal ittifakının ve çözüm süreci ile birlikte bu ittifaka angaje olan Kürt Siyasi Hareketi’nin 1923 Cumhuriyeti’nin tüm paradigmalarını bir yapı sökümüne tabi tutmaya çabaladığı biliniyor. “Geçmişle yüzleşme” adı altında yürütülen bu çabanın hedefi emperyalizmin bölgesel tasarımları ve AKP’nin siyasi hedefleri ile uyumlu yeni Türkiye’nin yeni resmi tarih yazımını inşa etmekti.

“Türkiye’de sol sağdır, sağ da sol” şeklinde özetlenebilecek İdris Küçükömer sivil toplumculuğu, Şerif Mardin-Atilla Yayla-Murat Belge-Nuray Mert-Birikim liberalizmi, Bediüzzaman Said Nursi-Rıza Nur-Mustafa Armağan gericiliği bulamacıyla karılan bu hamurdan bugün gelinen noktada püsküllü deli Kadir Mısırlıoğlu tarihçiliğinin boy atması AKP’nin “demokratik devrimi (!)”ne çok umutlar bağlamış liberalleri ne kadar tatmin etmektedir bilinmez ama bu yollarda beraber yürünmüş, yağan yağmurda beraber ıslanılmıştı.

I. Cumhuriyet’in tarih tezlerine dönük bu yapı söküm çabasının Kürt sorunu ile birlikte en öne çıkan başlıklarından biri de hiç şüphesiz Ermeni meselesi ve 1915 olaylarıydı. O süreçte, Rusya ve İran’ı kuşatma stratejisine dönük olarak ABD emperyalizminin dikte ettiği bilinen Ermenistan ile yakınlaşma siyasetinin belirlediği daha makro politik bir zemine de oturtulan 1915 tartışması, AKP’nin ilk dönemine damga vuran konulardan biri olarak öne çıkıyordu. Ergenekon, Balyoz ve Kafes başta olmak üzere AKP-FETÖ ittifakının devlet aygıtını ve iç siyasi dengeleri yeniden dizayn edilmesine dönük hamlelerinin bir ürünü olan siyasi davalara toplumsal meşruiyet kazandırılması amacıyla esas olarak devlet içindeki FETÖcü unsurlar tarafından organize edildiği günümüzde ayan beyan ortaya çıkmış olan alçak bir suikast ile Hrant Dink’in katledilmesi de, Ermeni sorununu tarihsel ve akademik bir tartışma olmaktan çıkarıp Türkiye’nin bugününe ve siyasi geleceğine dair daha güncel boyutlara taşımıştı.

Yurtsever aydın Hrant Dink’in derin devlet işi olduğu besbelli kalleşçe bir suikast ile öldürtülmesinin ilerici-sol kesimlerde yarattığı infial ve adeta bu öfkeyi fırsat bilen Taraf Gazetesi’nde odaklanmış Baskın Oran, Halil Berktay, Taner Akçam gibi liberal kalemlerin estirdiği entelektüel sindirme rüzgârı, Ermeni Sorunu’nun ve 1915’in sol içerisinde gerek akademik gerekse politik bakımından sağlıklı ve tutarlı temellerde tartışılmasını engelleyen bir işlev gördü. Karşıt ucunda Halaçoğlu, Kerinçsiz, Perinçek gibilerin ve resmi ya da sivil her soydan faşistin durduğu bu tartışmada, Türkiye solunun geniş kesimleri çoğu kez isabet kaydedebilen “devlet ne diyorsa tam tersi doğrudur” şeklindeki geleneksel refleksle tutum belirlemeye çalışırken, meseleyi bir “vicdan” sorununa indirgeyip geri kalan her şeyi teferruat olarak göstermeye çalışan liberallerin tezleri, pek de derin bilgi sahibi olmadığı bir alanda sol üzerinde ideolojik tahakküm kurmayı başardı. Ermeni sorununun Marksist bir analize tabi tutulması bir yana, at izinin it izine karıştığı liberal tezlerdeki tutarsızlıkların eleştiri konusu edilmesi dahi inkarcılık, ulusalcılık ve benzeri yaftalamalar için yeterli görüldü.

Konunun bir tabu sayıldığı geçmişe kıyasla bugün artık sadece Türk milliyetçi tarih yazımının değil Ermeni tarafının belge ve tezlerine, tehciri bizzat yaşamış Ermenilerin yayınlanmış anılarına ve batılı araştırmacıların eserlerine erişmek kolay hale gelmiştir. Ancak bu külliyatın çok büyük bir kısmının gerek Türk gerekse Ermeni hâkim sınıflarının çıkarları ve güncel siyasal amaçları doğrultusunda yalanlar, çarpıtmalar, abartılı ve kutuplaştırıcı yaklaşımlarla malul olduğu, her iki tarafın da kendi tarafının tezlerini haklı çıkarmak için bilimle ve gerçeklerle bağdaşmayan bir eğip bükme, tarihsel hakikatin bazı parçalarını öne çıkarıp diğerlerinin üstünü örtme tutumu içerisinde olduğu ortadadır. Postmodernitenin modası olan alt kimlikleri öne çıkarma dalgasının üzerine binerek resmi tarih yazımına alternatif olma iddiası ile ortaya çıkan liberal tarih yazımı da, meseleyi neredeyse bütünüyle Türk milliyetçi tarih yazımı yerine Ermeni milliyetçi tarih yazımını ikame ederek ele almakta ve bu tutuma getirilen eleştirileri devlet muhipliği, inkarcılık ve şovenizm olarak damgalamaya çalışmaktadır.

I. Cumhuriyet’in tasfiyesinin büyük ölçüde tamamlandığı ancak yerine yenisinin inşasının sancılarının yaşandığı günümüzde, geçmişte AKP’nin “statükoyla hesaplaşma”, “sivilleşme”, “demokratikleşme” yalanları karşısında yönünü yitirmiş olan kesimlerin birçoğunun ayağı, özellikle gericilik, laiklik ve Kürt sorunu gibi başlıklarda nihayet suya ermektedir. Bütün bu başlıklarda olduğu gibi, AKP’nin yeni bir tarih yazımı çabalarının yoğunlaştığı Osmanlı tarihi, Abdülhamit devri, erken Cumhuriyet dönemi gibi tüm konularda da sosyalistlerin milliyetçi, gerici veya liberal tarih tezlerinden kendilerini ayrıştırarak, tarihsel olay ve olgulara biricik bilimsel dünya görüşü olan Marksizm-Leninizm zaviyesinden bakmadıkça egemen sınıfların şu veya bu kesiminin değirmenine su taşımaktan kurtulamayacakları açık olmalıdır. Dolayısıyla Ermeni sorunu ve 1915’e de “devletin bekası” ya da bir “vicdan” meselesi olarak yaklaşmak sosyalistler açısından kabul edilemez birer hatadır.

Komünistler, insanlık tarihini parçalarının özgünlükleriyle birlikte bir bütün olarak ele alan diyalektik-tarihsel materyalist ve halkların acılarını birbirinin karşısına koymayan, yarıştırmayan, bu acıları ortak acılar olarak gören enternasyonalist bir bakış açısına sahip olmak ve bu yaklaşımı, mevcut siyasal atmosferin tüm olumsuz etkilerine göğüs gererek sürdürmek zorundadırlar.

Proletarya enternasyonalizminin kızıl bayrağını yurdumuz semalarında onurla dalgalandıran TKP’mizin sıra neferleri Aram Pehlivanyan, Sarkis Çerkezyan, Vartan İhmalyan, Jak İhmalyan, Şahabettin Bakırcıyan, Hayk Açıkgöz, Anjel Açıkgöz yoldaşların aziz hatırasına sonsuz saygıyla…

“Mürettip Refik’le Sütçü Yorgi’nin
Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına
Parmakları birbirine dolanmış
Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış
Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
Fakat seviyor seni çünkü sen de
Affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına”

Nazım Hikmet

https://gazetemanifesto.com/2018/mercek-ermeni-sorunu-yalanlar-ve-gercekler-3-172579/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.04.2020- 13:58


24 Nisan’ın 105. yıldönümünde…

Resim Ekleme

Ermeni halkımızın kendi diliyle adlandırdığı haliyle Medz Yeğern’in, Büyük Felaket’in üstünden 105 yıl geçti. Acısı geçmemekle kalmadı. Yara kanatılmaya, canımızı yakmaya devam ediyor.

AYDEMİR GÜLER


Büyük acı üremeye devam ediyor
Ermeni halkımızın kendi diliyle adlandırdığı haliyle Medz Yeğern’in, Büyük Felaket’in üstünden 105 yıl geçti. Acısı geçmemekle kalmadı. Yara kanatılmaya, canımızı yakmaya devam ediyor.

Geçenlerde AKP’nin salgına karşı dünyaya yaptığı itibar yardımlarında da konu Ermenilere geldi. Dışişleri bakanı “kendi ihtiyacımız olmasına rağmen yapıyoruz” dediği yardımlar konusunda Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın kalktı, Ermenistan’ın da talepte bulunduğunu açıkladı. Sonra iki şey oldu. Sosyal medyada Ermenilere yardım yapılmamasını savunan ırkçı bir kampanya yükseldi. Ama zaten Ermenistan dışişleri böyle bir gündem olmadığını, herhangi bir destek isteğinde bulunmadıklarını dile getirdi!

Ne bu saçmalık diyeceksiniz… Olan şudur: Türkiye sağı ırkçı faşist köklerini geleneksel Ermeni düşmanlığıyla sulamış oldu.

Yaramız kanadı.

Türkiye ile ABD arasında gerginliğin yükseldiği son konjonktürdü. Geçtiğimiz Aralık ayının ortalarında ABD Senatosu Ermeni soykırımı hakkında yine bir karar aldı. Kendimizi bildik bileli emperyalist ülkelerin parlamentolarının parmağında bir oyuncaktır soykırım kavramı. O kanlı parmak döner gelir yüz yıllık yarayı kanırtır. Kimin aldığı kararın ne olduğunun bir önemi yoktur.

Zaten bu karar tasarılarının bir sonucu da olmamaktadır. Bunlar bir barometredir; Türkiye’nin uluslararası saygınlığını ölçer, belki yabancı yatırımcı güven endeksi türünden şeyleri etkiler.

Eee diyeceksiniz, ne ki bu? Karar gelir karar gider. Kararı alanlar, protesto edenler, itişip kakışanlar paraya bakarlar. Geriye Türklerin Ermenilere, Ermenilerin Türklere düşman edilmesi kalır. Yeniden ve yeniden kanatırlar bizi.

Acının sürekli yeniden üremesi topraklarımızın kaderi midir?

*     *     *

Sorunun yanıtı belli. Bunun kader olmasını kabul edemeyiz.

Ancak 105 yıl bir sonucun altını çizmek için yeterli süredir. Ermeni soykırımı tartışması bu düzenin standartları altında sağlıklı, insancıl, adil, hakkaniyetli bir çözüme bağlanamaz. Bugüne kadar bağlanmadı. Bağlanmamakla kalmadı, bir arpa boyu yol gidilmedi. Gidildiği zannedilen yolların imha edilmesi parmak şıklatmak kadar kolay oldu.

AKP’nin yirmi yıla yakın zaman önce iktidar olduğu sıralarda bir umut da bu konuda yayılmıştı. Türk-Ermeni ilişkileri normalleşecek, hatta sınır kapısı açılacak, belki ticaret sayesinde kardeşleşilecekti, dinler arası diyalog derinleşecekti. Ticaretten doğan kardeşler birbirlerinin kuyusunu kazar oysa. Din ise tarihte savaşların en büyük nedenlerinden biri olmuştur.

Ama zaten buralara gelemedik. Gördük ki, Türkiye’ye çalışmaya gelen Ermenistan Ermenilerine başka anlam yüklemiş AKP. “Geri gönderirsek görürler günlerini” sözleriyle özetlenen bir tehdit unsuruna dönüşmüş Türkiye’de ekmek parası için dökülen alınteri. Bu da bir şey değilmiş; AKP-Gülen koalisyonu Türkiye’de rejimi değiştirmek için bir ateşleyiciye ihtiyaç duyduğunda alçak bir tabanca bir Ermeni aydınımızın sırtına doğrultulacaktı. Hrant Dink’in katledilmesi, Türkiye’nin gericileşme sürecini suladı.

Azınlıklara rehine muamelesi yapmak Türk sağının genetik kodlarında gizlidir. Tuhaf olan sağdan demokratikleşme, kardeşleşme falan beklemekti.

Ancak sorun AKP ile başlayıp bitmemektedir. Düzenin siyasal ve ideolojik dengeleri içinden kafayı kaldırmadan en basit bir derde bile çözüm üretilemiyor. 1915 ise basit bir dert değil, ağır ve karmaşık bir tarihsel sorundur. Kapitalist Türkiye’de gerçek bir çözümün yanına bile yaklaşılamaz.

Gerçek bir çözüm için para hesabı olmaması gerekir. Milliyetçi ve dinci ayrımcılığın değil güçlü olmak, suç sayılması gerekir. Gerçek bir çözüm için emperyalist şantajlara pabuç bırakmamak gerekir. Gerçek bir çözüm için emperyalistlerden yarar ummamak gerekir.

*     *     *

Ama dahası var. Kökleri tarihte yatan herhangi bir toplumsal, siyasal sorun geçmişin yargılanması yoluyla halledilemez.

Bir bölümü iyi niyetli bile olsa, liberal önermeye göre Türkler soykırım gerçeğiyle yüzleşecek, Ermeniler de Türklere düşmanlığı terk edecek. Liberal önerme bunun neden bugüne kadar gerçekleşmediğini olsa olsa “milliyetçiler yüzünden” diye açıklamayı dener. Bu bir açıklama olmaktan uzaktır.

Türkiye devleti ise tartışmayı tarihçilere havale etmeyi çokça dile getirir. Sanki tarih objektif belgelerden ibaretmiş, tarihçinin ideolojisi yokmuş, bu mesleği güden bilim insanları Türkiye, Ermenistan, İngiltere ve ABD’de bir kurumdan maaş almıyorlarmış gibi.

Her neyse; yıllardır tarihsel gerçekler diyenler en sonunda ölü sayılarını yarıştırırken bulmadılar mı kendilerini?

Kuşkusuz tarihsel gerçeklere ulaşmak mümkündür. Ancak bunun için siyaset ve ideolojiden arınmak, bu anlamda objektif olmak değil, Türklerin ve Ermenilerin birlikte, eşit, özgür, adaletli, kardeşçe bir geleceklerinin olmasını temel alan bir ideoloji ve siyasete bağlanmak gerekir. Denklem tersinden kurulduğunda herhangi bir sonuç vermez.

Türkler ve Ermeniler olarak eşitlik temelinde kuracağımız ortak geleceğimiz, geçmişteki düşmanlaşmaları, Ermenilerin kitleler halinde yerinden edilip öldürülmelerini, süregiden çatışmaları aşacak kadar güçlü hissedilirse “sorun” çözülebilir. Kimsenin önemsemediği, dolayısıyla varlığı gölgeli bir ortak gelecek kavrayışı ile 1915 gibi ağır bir acının dindirilmesi imkansızdır.

105 yıl boyunca emperyalist sistemle bağlı kapitalist Türkiye Ermeni sorununu yaşamaya devam etti. Yara durmadı kanadı. Emperyalizme bağımlı kapitalist Türkiye’nin egemen güçlerinin ve onların belirlediği düzen siyasetinin, ideolojinin ve kültürün Ermeni sorununu açığa kavuşturmak ve aşmak yönünde herhangi bir enerjisinin olmadığı kanıtlanmıştır. 105 yıllık deney yeterlidir.

Şimdi komünistler olarak “Ermeni sorununun çözümü sosyalizmde” dersek acıların dinmesini belirsiz bir geleceğe havale etmiş mi oluruz? Bu acıyı önemsememiş sayılabilir miyiz? Bunu söylemek için 105 yıllık süreçte bir karış pozitif mesafe almış olmak gerekir. Tersine acının dinmesi insan insanı sömürürken imkansızdır, öte yandan sosyalizmle beraber bunun önünde ciddi herhangi bir engel kalmayacaktır.

*     *     *

Soyuttan somuta doğru konuşalım ve öylece de bitirelim:

Kapitalizme eşlik eden ulus devletlerde kural bir ulusun birlikte yaşadığı diğer etnik grupları, milliyetleri, azınlıkları çoğu zaman şiddete de başvurarak ezmesi olmuştur.

Bu acımasız deneyimin kazananı ulusun egemen sınıfıdır. Burjuvazi sermayesini geçmişten gelen servetlere el koyarak da oluşturur. Birilerinin “servetine el konmasını hak ettiği” düşünülmelidir. Bu uğurda milyonlar yerinden yurdundan edilir, katledilir.

El konulacak herhangi bir serveti olmayanların da başına aynı şey gelir.

Türkiye’de Ermeni sorunu önceki yüzyıl dönemecinde kılıç atan Müslüman Türk burjuvazinin “diğerlerinin” malına mülküne el koymasının müstear adlarından biridir.

Türkiye’de Ermeni sorunu emperyalizmin bizim coğrafyamızı parçalama politikasının bir parçasıdır. Halklar birbirine düşürülür ve emperyalizm egemenliğini tesis eder.

Bu tarihi değiştiremeyiz. Ama geleceği değiştirebiliriz. Ermeniler ve Türkler, Türkiye’nin bir parçası olan bizim Ermeni halkımız ve iki komşu ülke olarak geleceği bu milliyetçi tarihi aşmak üzere kurguladığımızda çözümün anahtarını da yakalamış olacağız.

https://sol.org.tr/haber/24-nisanin-105-yildonumunde-2552



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Nazım Hikmet'in tanıklığıyla Ermeni soykırımı Hillary 8 5739 26.04.2022- 10:28
Konu Klasör Bir araştırma sonucu ve düşündürdükleri... melnur 7 3059 13.02.2020- 22:55
Konu Klasör Avrasya Araştırma: AKP tarihinin en düşük oy oranında melnur 0 926 06.02.2022- 10:05
Konu Klasör TÜSTAV, Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı, Katkı Dergisi Arşivi Güncellendi melnur 0 496 23.08.2022- 07:29
Konu Klasör Ermeni Aydınlarının Son Yolculuğu dayanışma 0 3602 12.04.2014- 20:18
Etiketler   Ermeni,   derneklerinden,   Nisan,   açıklaması,   Paylandan,   Soykırımı,   araştırma,   önergesi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS