SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 9 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   [3]   4   5   6   7   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 09.11.2020- 09:18


Timur Selçuk'un ölümünden sonra yazılan yazılardan birinde ünlü besteci ve yorumcumuzun ''özgürlükçü sosyalizmden yana'' olduğuna değinilmişti. Reel sosyalizmin çözülüşünden sona bu tür kavramları kullanmak baya önemsenir olmuştu. Özgürlükçü sosyalizm veya demokratik sosyalizm gibi. Bunu kullananlar, bir de Timur Selçuk örneğinde olduğu gibi içeriğe girmeyince kaş yapayım derken göz çıkarıyorlar. Ya da belki amaçları gerçekten kaş yapmak değil de, göz çıkarmaktır!

Sosyalizm özgürlüğe karşı çıkmak mıdır, ya da reel sosyalizmde özgürlükler mi ortadan kaldırılmıştır? Sanmıyorum, bir ara, sanırım yazıyazforum'da sosyalizmin seyahat özgürlüğünü ortadan kaldırdığı eleştirileri yapılıyordu. Köylü Rusya'da kapitalizmin gerçekleştireceği pek çok sorunun siyasal devrimden sonra sosyalist kuruculuğun omuzlarında kaldığı bir gerçektir. Sosyalizm kuruculuk döneminde sadece kendi kuruluşuyla ilgili sorunlarla değil nesnelliğin dayattığı sorunlarla da boğuşmuştur bu yüzden. Kapitalizmin yeterince gelişmediği ve küçük burjuva-köylülük ilişkilerinin   öne çıktığı bir toplumda kamulaştırma konusunun pek çok farklı memnuniyetsizlikler yaratacağı açıktır. Bu ve benzeri durumlarda yanlış kararlar almak da mümkündür. Savunanların ''seyahat yasağı'' olarak adlandırdıkları şey sanırım sosyalizmi/ülkeyi terketme isteyenlere yönelik yasaklardır.. Ülke devrimden sonra dört yıllık bir iç savaş yaşamış, memnuniyetsizlik belli çevreler için had safhadayken ve ayrıca sosyalist kuruculuğa yönelik uygulamaların yine kimi çevrelerce olumlu karşılanmaması, bugün dışarıdan bakıldığında eleştirilebilecek uygulamalar şeklinde değerlendirilmesi bence çok kolaycı, yüzeysel ve biraz da önyargılı yaklaşımlardır. Bu tür yasaklar beğensek de beğenmesek de o koşulların bir ölçüde zorunlu dayatmasından başka bir şey değildir. Bir devrim gerçekleşiyor, derin bir alt-üst yaşanıyor ve her şey uyarında gidecek...-sanırım bu pek mümkün değil!

Ve üstelik o koşullarda?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 21.11.2020- 05:06


Çok da gerilerde kalmasını istemiyorum bu başlığın. Önemli bir konu ve demokrasinin Marksizm ile ilişkilendirilmesi konusunun da sorunlu bir konu olduğunu ve özellikle bugünün Türkiye gerçeğinde bu konunun tekrar tekrar ele alınmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Daha yüzeysel bir bakışla da olsa solun-sosyalizmin demokrasiye bir sıradanlık yüklemesini anlamsız ve rahatsız edici buluyorum. Evet, kapitalizmden sosyalizme geçişin salt bir demokrasi mücadelesiyle gerçekleşeceğini savunmak çok iddialı bir düşüncedir. Bu tür savunucuların eğer komünizm gibi bir idealleri de varsa aldıkları pozisyonun reformist olduğu da söylenebilir. Ama Rosa'nın da altını çizdiği gibi bu durumun yani demokrasi ve reformların bir ülke ve bir sosyalist için önemsiz olduğu anlamına gelmez. Sosyalistler reformları ve demokrasiyi dışlamazlar. Mücadelelerinin bir parçası olarak görmez değillerdir. Sanki bu konuda bir kafa karışıklığı yaşanıyor gibi geliyor bana.. Çok net değiliz. Ya demokrasiyi sihirli bir formül gibi benimsiyor, her şeyin çözümü gibi görüyor   ve neredeyse sosyalizmin yerine ikame ediyoruz ya da demokrasiyi sosyalizme dışsal bir kavram olarak niteliyor ve sınıfsal mücadelenin dışına çıkartıyoruz. İki tutum da yanlış değil mi? Sosyalist mücadele neden demokrasi dışta tutularak verilsin ki? Tam tersine demokrasinin işlerlik kazandığı bir toplumda sosyalist mücadelenin alanı genişlemez mi?

Kısaca ''önce demokrasi sonra sosyalizm'' demiyorum. Sosyalizm mücadelesinin demokrasiye sahip çıkarak verilmesini savunuyorum. Söylemeye çalıştığım bu.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 30.11.2020- 09:21


Sosyalizm açısından bir gerçeğin altı kalınca çizilecek olursa hemen hemen tüm sosyalist parti ve örgütlerin bir araya gelse bile herhangi bir seçimde alacakları oyun yüzde biri aşamayacakları sonucuyla karşılaşırız. Acı ama gerçek. Nedenleri şu ya da bu. Ama ne olursa olsun, gerçek de bu. Peki bunun anlamı Türkiye sol ve sosyalist hareketinin sadece bununla sınırlı olduğu mu? İlgisi yok. İçinden Denizleri, Mahirleri ve İbrahimleri çıkaran bir toplumda solun-sosyalizmin sadece bu sayılara sıkışmışlığı gerçeği açıklamaz. Türkiye solunun sosyalizminin asıl büyük gövdesi CHP'de, belli bir kesimi de HDP'de yer almaktadır. Durum böyleyken sosyalist partilerimizin CHP ve HDP'yi hedefe koymaları ve oralarda sıkışmış bulunan solu kendi patilerine çağırmaya dönük bir siyaset izlemeleri neden yadırgatıcı olsun? Böyle bir sorunun doğu bir soru olduğunu hiç düşünmüyorum; üstelik CHP ve HDP içinde sıkışmış veya kendine yer etmiş sol-sosyalizmin biran önce yüzlerini kendi partilerine, sosyalist partilere çevirmelerinden yana olduğumu düşünsem bile...

YazıyazForum'da anlatmaya çalışmıştım. 80 sonrasında da tıpkı 80 öncesinde olduğumuz gibi dilimizde sosyalizm pratiğimizde ise CHP vardı. Sosyalizmi savunurduk, dünya insanının kurtuluşunun sosyalizm olduğunu hemen her mekanda, dilimiz döndüğünce ve samimiyetle savunmaya çalışırdık. CHP'yi ise iktidardaki gericiliğin, sağcılığın ve hatta faşizmin karşısında görür, destekler, oy verirdik. CHP ne kadar güçlü olursa iktidardaki gericiliğin o ölçüde geriletilebileceğini düşünürdük. Seçimlerde CHP dışındaki sol partilere seçim barajını geçemeyeceğini bile bile oy vermek, oyları çöpe atmak demekti. Böyle bir durum da doğrudan sağ siyasetlerin işine gelir ve sağcı partilerin havuzuna su taşımak anlamındaydı.

Böyle düşünürdük ve sanırım önceleri CHP'ye ve sona da bir ölçüde HDP'ye yönelen solda bu tür   kaygılar ön plandaydı. Şimdi düşünüyorum da özellikle MC ( Milliyetçi Cephe) dönemlerinde hiç de haksız sayılmazdık. İktidardaki faşizme karşı sosyalist kesimler ne kadar mücadele ediyorsa CHP tabanı ve yönetimiyle o kadar mücadele ediyordu. Bir iç içelik olduğunu söyleyebilirim.   80 öncesinde anlaşılabilir olan bu durum, 80 sonrasında da sürmüştü. Bunun bir nedeni de sosyalist partilerin görünür olmaktan uzak oluşuydu. Uzunca bir zaman yine CHP'ye yöneldik. Bu arada sosyalizm gerilemiş ve Türkiye'de silahlı Kürt hareketi yükselişe geçmişti. Reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte savrulmalar yaşayan solun belli kesimleri de Kürt hareketinin legal partisine yönelmişti.

TKP'nin kuruluşu önemliydi; daha doğru bir tanımlamayla SİP'in TKP'ye dönüşümü, ve Komünist adının   legallik kazanması bir dönüm noktasıydı. TKP'nin yeniden kuruluşu ve legale taşınması düzen partileri içindeki solun partisine dönmesi anlamına geliyordu ama seçim, barajlar, iktidardaki gericiliği geriletme kaygıları ne olacaktı? İlk başlarda beni TKP'ye davet edenlere bu soruyla tepki veriyordum. Sadece bu değil. Hiç unutmuyorum,   bütün içtenliğiyle ''partimize gel'' çağrısında bulunan birkaç parti yetkilisine ( sanırım kadın kollarındandılar)   ''sosyalist devrimin barış içinde gerçekleşeceğini mi sanıyorsunuz'' çerçevesinde bir şeyler söylediğimi hatırladığımda hala utanır sıkılırım. İncelik göstermişler, üstelememişlerdi.

Sonradan parlamenter sistemde CHP veya HDP'ye verilen oylaın kendi patilerine dönmesi gerektiğini savunmaya başladığımda, Türkiye'de iktidarların zaten gericilik batağına battığı, ( İsteyen bunu sermaye sınıfıyla ilişkilendirerek anlatma yolunu seçebilir) gerici iktidarların ardı arkasının kesilmediği ve CHP ile HDP'ye verilen oyların sosyalist partilere dönmesiyle herhangi bir güç kaybının yaşanmayacağı, ayrıca sosyalizmin-komünizmin güçlenmesine katkı verileceğini savunmaya başlamıştım. YazıyazForum'da bunu savunmaya çalışıyordum ve aradan onca zaman geçti hala öyle düşünüyorum. Sosyalistlerin ve kendilerini solda görenlerin de böyle bir siyasi tavır içinde olmaları gerektiğine inanıyorum.

Ama bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerek.
Türkiye eski Türkiye değil.

Hem iktidardaki dinci gericilik Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yok ederek yeni bir rejim kurdu ve ilk fırsatta kurumsallaştırma çabasında...
Hem yeni sistemde seçimler bir referanduma dönüştü ve tek bir oy'un bile belli bir işlevi var.
Ve hem de AKP karşısında konumlanan HDP'nin baraj sorunuyla karşılaşmaması için...

Faşizme karşı demokrasiden yana olmak, sosyalistlerin elinin tersiyle iteceği bir siyasi tavır değil ki!
Sosyalistler sosyalist mücadele verirken demokrasi mücadelesini reddedemez ki...
AKP gericiliğine doğrudan ve somut bir şekilde karşı çıkmak sosyalist mücadeleye de engel değil ki...








Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 01.12.2020- 08:38


''Beşli ihale çetesi üyelerinin bile yurt dışına sermaye çıkarmada birbirleriyle yarıştığı bilgileri alınmaktadır. Böyleyken, iktidar edenlerin de dışarıya servet kaçırmadıklarını kim söyleyebilir?''

Oğuz Oyan'ın SOLportal'daki yazısını okurken 80 öncesinde Cumhuriyet gazetesinde   Mustafa Ekmekçi'nin bir yazısını hatırladım. 80 öncesinde faşizmin halkı ve devrimcileri baskılamaya çalıştığı bir dönemdi ve halkımız da bu baskılamaya karşı solcu ve sosyalistlerle birlikte karşı koyuyor, mücadele ediyor ve boyun eğmiyordu. Mücadelenin kızıştığı bir dönemdi ve Ekmekçi de gazetedeki köşesinde ''iyi giyimli beyler'' vurgusuyla artık   pasaport kuyruğunun uzamaya başladığından söz ederek burjuvazinin ülkeden kaçışına göndermede bulunuyordu. Moral veriyor, gelecek güzel günlerin yakın olduğunu söylemek istiyordu. İktidarı değiştirmiştik. Sokakta ilerici güçlerin çabası, parlamentoda CHP'nin mücadelesi MC'nin iktidardan düşmesine yol açmıştı. Kuşkusuz he şey de çok güzel olmamıştı. Rahatlamıştık, üzerimizdeki baskılar büyük ölçüde azalmıştı ama burjuvazinin ülkeyi terk ettiğini hiç sanmıyorum.

Şuraya gelmek istiyorum. 80 öncesinde solun en büyük problemi çok parçalı yapıda oluşuydu. Kitlesel açıdan   TKP ve Dev-Yol öne çıkmasına rağmen, yerelde çeşitli fraksiyonların egemenliği vardı ve doğrudan faşist saldırı olmadıkça bu grupların bir araya gelmesi pek mümkün olmazdı. Halkın bir öncüsü yoku. Her grup ve her fraksiyon kendi kitlesini mobilize edebilir durumdaydı ve kendi aralarındaki ideolojik ve siyasi farklılıkların zaman zaman çatışmalı bir sürece dönüştüğü de görülüyordu.

Sürecin sol-sosyalizm için bir yenilgiye doğru gittiği görülebiliyordu. Sonrası silahlı kuvvetler yoluyla açık faşizm ve sol-sosyalist, ilerici demokrat kesimlere yönelik operasyonlar. Evet, yenilgi kaçınılmazdı ve (tarihi)TKP ve Dev-Yol'un kitleselleşmiş gücüne rağmen böyle bir ''son''la karşılaşılacaktı. Çok nedeni vardı. ve bunlardan önemli gördüğüm TKP'nin illegal oluşuydu. ( Siyasi pozisyonuna ve süreci nasıl yorumladığı ayrı bir konu.)

SİP'in TKP'ye dönüşümü, tarihsel TKP bayrağını tekrar dalgalandırma ve Komünist adının legallik kazanması anlamına geliyordu. Solun kendini ifade edebileceği ve bağ kurabileceği yasal   bir komünist partinin olması gerçekten çok önemliydi. Sosyalistleri doğru   bir siyasi perspektif ve doğru bir siyasi söylemle sosyal demokrasi içindeki sıkışmışlıktan kurtarabilirdi.

Sınıf mücadelesi hiç kuşkum yok bir demokrasi mücadelesidir aynı zamanda, ve bu   mücadele kapitalizm altında faşizme karşı mücadeleyi içerir. Ve faşizme karşı mücadele de sosyalist mücadelenin bir parçası olmak durumundadır. Bu güne geldiğimizde partinin sol-sosyalist bir söylemle kitleyi kendine çağırması ne kadar doğru bir yönelimse bu yönelimin faşizme karşı somut bir karşı duruş içermesi de o oranda sol-sosyalist bir gerekliliktir.

İçinden geçtiğimiz bu karanlık süreçte Türkiye solunun böyle bir siyasi pozisyon alacağını umuyorum.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.12.2020- 11:34


Sınıf mücadelesi hiç kuşkum yok bir demokrasi mücadelesidir aynı zamanda, ve bu   mücadele kapitalizm altında faşizme karşı mücadeleyi içerir. Ve faşizme karşı mücadele de sosyalist mücadelenin bir parçası olmak durumundadır. Bu güne geldiğimizde partinin sol-sosyalist bir söylemle kitleyi kendine çağırması ne kadar doğru bir yönelimse bu yönelimin faşizme karşı somut bir karşı duruş içermesi de o oranda sol-sosyalist bir gerekliliktir.

İçinden geçtiğimiz bu karanlık süreçte Türkiye solunun böyle bir siyasi pozisyon alacağını umuyorum.


Böyle noktalanmış bu başlıktaki yazılar. Çıkış noktası demokrasi, kimilerimizin neredeyse tapındığı, kimilerimizinse -nedense?- elinin tersiyle itmeye çalıştığı bir kavram. Bu kadar zıtlık olabilir mi? İki kesim de kendisinin solda olduğunu söylüyor ama ikisi de birbirine uzak iki ayrı bölmede yer alıyorlar; bu işte bir gariplik yok mu?

Yine tekrarlamak istiyorum buradaki yorumlar daha çok sanalda ve sözde sol-sosyalist forumlarda bir dönem egemenlik kurmuş iklimden yansıyanlara yöneliktir. Bu çerçevede bu iki farklı ucun dayandığı zeminin önyargılar ve ezbercilik olduğunu düşünüyorum. Ve bu iki ''farklı'' ucun da aslında günce siyasette aynı tercihte bulundukları da durumun   bir ilginçliği olarak karşımızdaydı. İki görüş de kendini solda sayıyordu. İki görüş de bir anlamda enternasyonalistti ve iki görüş de çeşitli gerekçeler öne sürerek Kürt ulusalcılığı temelinde aynı siyasetten yanaydı.

Uzatmadan konuya şöyle girelim; demokrasi Marksizmin genel yaklaşımının yanında ve aynı zamanda da toplumun-sınıfın kendi yöneticilerini seçmesi ve alınacak kararlara olabildiğince katılması olarak tanımlanabilir. Hangi ölçeğe ve kuruma uygularsanız uygulayın demokrasi dediğimizde onun bu özelliğini yok sayan bir yaklaşımı benimsemenin Marksist bir yaklaşım olduğu ileri sürülebilir mi? Ya da daha ileri gidelim, Marksizmin demokrasinin bu tanımlamasını dışladığı ileri sürülebilir mi? Olur mu öyle şey! Sosyalizmin kuruculuk dönemi boyunca kendi kendini yönetebilen bir toplum kurma ideali her şeyden önce sınıfın ve emekçi kitlelerin yönetimde ve alınacak kararlarda daha fazla, en fazla katılımla gerçekleşebileceği iddiasının   Marksizme aykırılık içerdiğini iddia etmek Marksizmle uzaktan yakından bir ilginin olmadığı demektir.

Demokrasi Marksizme dışsal değildir. Hem sınıflı toplum kapitalizmde, hem devrimden sonra kuruculuk döneminde asla dışlanmaması gereken bir kavramdır. Bu konuda demokratik merkeziyetçilik konusunun işleyişi bile bence tekrar tekrar gözden geçirilmelidir. Devrimden sonra partinin yol göstericiliği ve demokratik merkeziyetçi yapılanması ebette sürdürülmelidir...-ama!

Bence bu 'ama' konusuna da epey kafa yormak gerekiyor.







Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.12.2020- 08:12


Demokrasi ve sosyalizm konusunu bugünün Türkiye koşullarında tekrar mercek altına aldığımızda karşımıza   Demokrasi Cephesi olarak tanımlanabilecek bir olgunun çıktığını görebilmek mümkün. AKP MHP ittifakına ve Saray Rejimine karşı sağda ve solda hemen hemen ne kadar parti varsa bu rejimin yıkılması, parlamenter sisteme geçilmesi ve ''normalleşme'' çabaları için böyle bir tanımlama yapabilir. Zaten bu tanımı kullananlar da var. Soru şu; bir sosyalist için, iktidarda bulunan, devletleşen ve giderek daha da kurumlaşmaya çalışan bir siyasi anlayışın karşısına çıkan ve hangi gerekçeyle olursa olsun bu anlayışın iktidardan uzaklaştırılması doğrultusunda bir araya gelinmesi gerektiği noktasında hareket eden sağlı sollu muhalefete omuz vermemek ve hatta kimi zaman da bu muhalefete muhalefet etmek ne anlama geliyor?

Sosyalist olduğumuz için mi? Bu sorunun böyle bir yanıtı olabilir mi?
Ya da, ''devrim için, devrimin güncelliğine gözleri kapamamak için'' denilebilir mi?
AKP-MHP İttifakı ve saray rejiminin iktidardan uzaklaştırılmasıyla rejimin değişmeyeceği, çünkü kalıcılaştığı ve çünkü bu rejimin Erdoğan AKP'sinin bir ürünü olmadığı sermayenin ihtiyacı doğrultusunda düzenin bir zorunluluğu olduğu, rejimi değiştirmeye çalışmanın düzeni değiştirmek amacını taşımadığı sürece bir beyhudelik anlamına geleceği...

Başka?

Solcu, sosyalist veya enternasyonalist görünümü altında gerçekte düzene ve rejime çalışmaktan başka bir işlevi olmayan ve ne oldukları ve öteden beri ne kolaylıkla anlaşılmayan ve yine AKP döneminde ortaya çıkan bu TROL tipi garip tipleri bir kenara koyarak devam edelim ve soruyu tekrar edelim. Bir sosyalist için AKP rejimine somut anlamda gözleri kapamak mümkün müdür?

Mümkün değildir.
Böyle bir siyasal tavrın gerekçesi olmaz.
Hiçbir anlamı, gerekçesi ve inandırıcılığı da olmaz.

Sosyalizme, devrimin güncelliğine veya rejimin AKP'nin değil sermayenin eseri olduğu iddiasına sığınılarak böyle bir tercihte bulunulamaz ve bulunsa bile bunun hem inandırıcılığı olamaz ve hem de toplumsal alanda bir karşılık bulamaz.

Türkiye'yi yine yıllarca geriye götürür böyle bir siyasal tercih.
Türkiye sosyalizminin belkemiğini oluşturduğunu sürekli yinelediğimiz bir partinin böyle bir savruluş içine girmesini belli bir şekilde açıklıyor olmamız, anladığımız anlamına gelmiyor. Eğer ''zaten düzen muhalefeti AKP'yi iktidardan edecek, Erdoğan bu haliyle iktidarda kalamaz, biz muhalefete uymak yerine dışarıdan muhalefet ederek ve kendi işimize bakarak sosyalist bir güncellik yaratabiliriz'' şeklinde düşünülüyor ve hareket ediliyorsa ( bana göre öyle), böyle bir siyasetin hem ülke ve hem de Türkiye solu için çok büyük bir risk almak anlamına gelmiyor mu?

Böyleyse bu anlayışta Erdoğan AKP'sini çok fazla hafife almak yattığını söyleyebiliriz. Son beş on yılda bu ülkenin başına gelmedik işler kalmadığını, yolsuzluk ve yoksulluğun artık dip yattığını, ekonominin çökertildiği, demokrasinin ortadan kaldırıldığı, hak, hukuk ve adaletin kalmadığı ve tamamen tek adamın çıkarlarına yönelik bir keyfiliğin açıkça ortaya çıktığı koşullarda bile MHP'siz yüzde 30'ların üzerinde oy alabileceği gözlenen bir potansiyelin varlığı söz konusuysa sosyalistler bu konuda herhangi bir risk alamazlar, böyle bir hakları olamaz ve Erdoğan AKP'sinin karşıtlığını merkeze almayan bir siyaseti benimseyemezler.

Diktatörlüğe karşı, gerici diktatörlüğe karşı, faşizme karşı... -demokrasi!
Demokrasiyi hesap dışı bırakarak, demokrasi mücadelesini sosyalizm mücadelesine katmadan sosyalist bir siyaset oluşturulamaz, üstelik bugünün verili koşullarında...

Mümkün değil.
Çünkü Türkiye o noktada değil.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 05.01.2021- 11:03


Çulhaoğlu İLERİ'deki '' Üç gündem ve bir öneri'' başlığı taşıyan yazısında demokrasi konusunda şunları söylüyor: ''Solun, olması gerektiği halde, demokrasi konusunda seçimlerin, temsili-parlamenter demokrasinin, “darbe karşıtlığının” ve şimdilerde “güçlendirilmiş parlamenter sistemin” ötesinde söylediği şey hemen hemen yok gibidir. Oysa günümüz dünyası, demokrasi kavramının özellikle katılım ögesiyle birlikte ve emek süreçlerini de içerecek biçimde ele alınması açısından sola ciddi imkanlar sunmaktadır.''

Katılmamak mümkün değil, daha da somutlaştıracaksak ( veya ekleyeceksek)   Marksist Leninist tezlerin demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak nitelemesinin ötesinde bir anlama kavuşturması gerektiği egemenlerin demokrasi kavramının içlerini boşaltmak zorunda kaldığı bir süreçte sola çok daha gerekli bir kaldıraç haline getirilmelidir.
Bence sadece faşizme karşı da değil ve aynı zamanda Marksizme içkin kimi başlıklarda örnekse proleter diktatörlük ve hatta demokratik merkeziyetçilik konusunda da demokrasiye ve demokratik işleyişe çok daha somut bir işlevsellik kazandırmak ve hatta daha da genişletip derinleştirerek demokrasiyi Marksizmle uyumlu bir hale getirmek bir zorunluluk haline gelmiştir.




Bu ileti en son melnur tarafından 05.01.2021- 11:03 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Proleter_Devrimci
[ Proleter_Devrimci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 19.01.2019
İleti Sayısı: 132
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

26 kere teşekkür edildi.
44 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: Proleter_Devrimci
Cevap Tarihi: 06.01.2021- 23:08


Her iktidar türü, kendi sınıfsal hakimiyetinin izlerini taşır. Bu açıdan burjuva demokrasileride, özünde kendi sınıfsal hakimiyetini ifade eder. En özgürlükçü olduğu iddia edilen burjuva demokrasilerinde bile kurulan düzen, siyasal ve toplumsal mekanizmalar ile proleter sınıfın bilinçlenmesinin ve kendisini ifade edebilmesinin önüne set çeker. Bu açıdan burjuva demokrasilerine ilişkin Marksist/Leninist tezler bugünde geçerliliğini korumaktadır.

Fakat burjuvazi kendi sınıfsal iktidarını, Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi Berlin'in ortasına duvar örerek ya da diğer doğu bloğu ülkelerinde olduğu gibi bir kişinin tüm gücü elinde tutup, ölene kadar devlet başkanı olması şeklinde kurmuyor artık... O yüzden işçi sınıfının iktidarı ve diktatörlüğü dediğimiz kavramında yeniden tartışılmaya açılması gerekiyor. Çünkü, yaşanılan reel Sosyalizm deneyimleri bize, Sosyalizmden ve işçi sınıfının diktatörlüğü kavramından, tek bir kişinin mutlak iktidarı ve her sol muhalefetin sapma olarak mahkum edildiği bir düzen anlaşıldığını ortaya koydu... Romanya'da Çavuşesku iktidarı, Yugoslavya'da Tito iktidarı olumlu pek çok yönlerine rağmen sınıfsal diktatörlük ve hakimiyet kavramının, Orta Çağ'a özgü salt bir yüzeysel diktatörlük olarak anlaşıldığını göstermektedir. Hem Marks, hem de Lenin işçi sınıfının iktidarından söz ederken bahsettikleri bu değildi! Bu yüzden Sosyalistler arasında yeniden demokrasi ve sınıf diktatörlüğü konusunda bir tartışma ortamının oluşturulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. İşçi sınıfının sınıfsal diktatörlüğü dediğimizde artık yıkılan doğu bloğu örneğinde olduğu gibi kaba bir tek adam rejimi veya her türlü farklı sol muhalefetin reformizm olarak mahkum edildiği bir düzen aklımızda canlanmamalı...




Bu ileti en son Proleter_Devrimci tarafından 06.01.2021- 23:11 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 9 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   [3]   4   5   6   7   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 2 kişi görüntülüyor:  2 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sosyal Demokrasi ve Sosyalizm... melnur 16 6211 04.01.2024- 08:55
Konu Klasör Sosyal Demokrasi ve sosyalizm... melnur 3 2919 18.07.2022- 09:12
Konu Klasör Sosyal demokrasi mi devrimci demokrasi mi? melnur 2 1027 29.08.2022- 08:41
Konu Klasör sosyalizm ile reel sosyalizm arasında ne fark var yura 5 14119 23.03.2014- 12:22
Konu Klasör Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm melnur 19 16420 30.08.2013- 00:25
Etiketler   Demokrasi,   sosyalizm.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS