SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Kürt siyaseti nereye?           (gösterim sayısı: 1.791)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.988
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 08.12.2020- 00:23


Kürt siyaseti nereye?
Resim Ekleme

Bu haftaki Pusula'mızda hem Türkiye'de hem de Ortadoğu'da 'Kürt siyaseti nereye?' sorusunu yanıtlamaya çalıştık.

Suriye ve Irak topraklarındaki Kürt siyasi öznelerinin yeni tercihlerinin belirginleşmesi gözleri bölgedeki siyasi ve fiziki gelişmelere çevirdi. Bizler de bu haftaki Pusula’mızda hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da ‘Kürt siyaseti nereye?’ sorusunu yanıtlamaya çalıştık.

Dosyamızın ilk yazısı Alev Doğan tarafından kaleme alındı, yazı “Bir çiçek dürbününden dünyaya bakmak“ başlığını taşıyor. “Liberalizm ve milliyetçilik sarkacında salınımlar: Liberaller nereye Kürt siyaseti oraya” başlıklı yazımız Neşe Deniz Babacan‘ın kaleminden çıktı. Ve son yazımızı Nevzat Kalenderoğlu yazdı: “PKK ‘Kürt birliği’nden dışlandı, Türkiye işin neresinde?“.

https://gazetemanifesto.com/2020/pusula-kurt-siyaseti-nereye-403872/




Bu ileti en son melnur tarafından 08.12.2020- 00:24 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.988
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 08.12.2020- 00:27


Bir çiçek dürbününden dünyaya bakmak

Suriye’nin petrol ve gaz rezervlerinin yüzde 70’i SDG kontrolündeki bölgelerde bulunuyor. Petrol, gaz ve buğday başta olmak üzere tarımsal üretim açısından SDG’nin kontrolündeki Deyr Ez Zor, Haseke ve Rakka’daki yer altı ve yer üstü kaynakları Suriye’nin servetinin yüzde 58’ini oluşturuyor.

Resim Ekleme

Alev Doğan

TikTok’a geçtiğimiz ay bir video düştü. Suriye’nin kuzeyinde bir köyde konuşlanan işgalci ABD askerlerinin ağır makineli silahlarının dürbününden, her şeyden habersiz oynayan Suriyeli çocukları izlediğimiz video sosyal medya diliyle ‘hak ettiği ilgiyi’ çok göremese de bizce emperyalizmin ne olduğunu özetlemesi açısından çok şey anlatıyor.

Suriye’nin kuzeyindeki durum da o ağır silahların dürbününden görüldüğü gibi işte. Emperyalizm, ne vadettiyse o; savaş, açlık, yoksulluk ve kan.

Biden’a tebrik mesajı

Gelelim işbu yazının konusu olan Kürt siyasi hareketinin Suriye’nin kuzeyindeki yönelimlerine. ‘Pusula’mızda birbirinden değerli yazılarla defalarca kez işledik Suriye’deki savaşı. Onlarca kez emperyalizm eliyle özgürlük gelmeyeceğine işaret ettik. Etmeye de devam edeceğiz çünkü hepimizin geleceği için emperyalizme karşı mücadeleyi başa yazdık.

Sondan başlayalım. Bilindiği üzere dünyanın kanını emecek yeni vampirinin kim olacağına ilişkin ABD’deki seçimler geride kaldı ve ipi göğüsleyen isim Joe Biden oldu. Ülkemizdeki liberal koronun sevinci başka bir yazının konusu olmakla beraber, ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu SDG’den de Biden’a tebrik mesajları yağmaya başladı. SDG yöneticilerinden Mazlum Abdi (Eski adıyla Mazlum Kobani) en içten tebriklerini ilettiği sosyal medya mesajında şunları kaydedecekti:

“Joe Biden ve Kamala Harris’e tarihi seçim zaferleri için en içten tebriklerimi sunuyorum. IŞİD ile mücadeledeki kazancımızı korumak ve Suriyeliler için daha iyi bir gelecek inşa etmek için ABD ile yakın iş birliğini sürdürmeyi dört gözle bekliyoruz.”

IŞİD ile mücadele, Suriyeliler için daha iyi bir gelecek ve ABD ile yakın iş birliği…Bu mesajda neyin kulak tırmaladığını biraz açalım izninizle.

IŞİD ile mücadele ve ABD emperyalizmi

2011 yılında ABD’nin başı çektiği emperyalist blok Suriye’ye cihatçı çeteler eliyle bir savaş başlattı. Emperyalizmin öz çocuğu olan bu çeteler “taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmama” hedefi ile komşu Suriye halkına onulmaz acılar yaşattılar. Uygulamada, pratikte ve elbette ki ideolojik olarak birbirinden zerre miskal farkı olmayan bu çetelerden IŞİD ise ABD’nin Suriye’deki varlığını kalıcı hale getirmek için en büyük bahanelerinden birisi oldu. ABD’nin başı ne zaman sıkışsa devreye IŞİD girdi.

Hatırlayalım; SDG, ABD ile yaptığı iş birliğini büyük oranda IŞİD ile mücadeleye bağlıyordu, işgalciye davetin meşruiyet zeminini oradan sağlamaya çalışıyordu. Ancak IŞİD militanlarının itirafları ile tescillenmiştir cihatçıların örneğin Al Tanf’ta ABD askerleri tarafından nasıl eğitildiği, ne kadar maaş aldıkları, hangi silahların hibe edildiği.

Mazlum Abdi’nin yukarıda alıntıladığımız tebrik mesajındaki kazançtan kastı; IŞİD’e karşı mücadele için Suriye ordusu ile değil IŞİD’i dünyanın başına bela edenlerle iş birliği yapmak olsa gerek.

6 Kasım 2016’da başlayan Rakka operasyonu örneğin. Cehennemin kapıları olarak adlandırılan Rakka’yı bekleyen on binlerce IŞİD militanının operasyonun hemen sonrasında havaya buharlaşmadığını varsaymak ve SDG’nin kamplarında tutulan IŞİD militanlarının neden yüzer yüzer salıverildiği sorusuna bir yanıt beklemek en doğal hakkımız. Ki son olarak Al Hol kampından salınan IŞİD üyelerinin bir dizi yerde Suriye ordusuna karşı saldırı düzenlediği herkesçe bilinen bir gerçek. Son olarak bir ek; IŞİD ile mücadele edilmeli, IŞİD tarihin çöplüğüne atılmalı bu aklı başında her insanın ortaklaştığı bir konu ama bu mücadele IŞİD’i dünyanın başına bela edenlerle verilmez, bu mücadele hem IŞİD’e hem de onu dünyanın başına bela edenlere karşı mücadele edenlerle verilir. IŞİD’in ve benzeri şer odaklarının panzehiri anti-emperyalist mücadeledir.

ABD, Suriye’yi nefessiz bırakmaya çalışıyor

ABD, Suriye müdahalesini elbette yalnızca cihatçı çeteler eliyle yürütmüyor. İşin bir de ekonomik ambargo boyutu var ki Suriye belki de savaşın en zor virajlarından birini almaya çalışıyor. ABD kongresinde 2019 Aralık ayından kabul edilen ve 17 Haziran 2020’de yürürlüğe giren Sezar Yasası, Suriye’yi nefessiz bırakmak için emperyalistler tarafından atılan en sert adımlardan bir tanesi hiç kuşkusuz. SDG’nin bu yaptırımlar konusunda müttefiki ABD’ye koşulsuz desteği düşünülecek olursa Mazlum Abdi’nin mesajındaki “Suriyeliler için daha iyi bir gelecek inşa etmek” iddiasının boşa düştüğünü de söyleyebiliriz. Nasıl mı?

Suriye’nin petrol ve gaz rezervlerinin yüzde 70’i SDG kontrolündeki bölgelerde bulunuyor. Petrol, gaz ve buğday başta olmak üzere tarımsal üretim açısından SDG’nin kontrolündeki Deyr Ez Zor, Haseke ve Rakka’daki yer altı ve yer üstü kaynakları Suriye’nin servetinin yüzde 58’ini oluşturuyor. Örneğin Haseke, Suriye’nin buğday deposu olarak bilinirken, SDG ABD’ye jest olarak aldığı kararla Suriye’nin diğer bölgelerine buğday satışını yasaklamış durumda. ABD’nin Suriye petrollerini yağmalarken en büyük destekçisi de hiç kuşkusuz SDG. Verilere göre Suriye’de 2011 öncesinde günlük 385 bin varil petrol üretilirken bu miktar bugünlerde 24 bin varile kadar inmiş durumda. Çıkartılan petrolün önemlice bir kısmı da kaçak yollarla Türkiye’ye ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne naklediliyor. Suriye’nin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin ABD eliyle yağmalanması ise onca badireye rağmen ayakta kalmaya çalışan Suriyelileri bir hayli zorluyor. Yani Mazlum Abdi’nin iddia ettiği gibi Suriyeliler için daha iyi bir gelecek inşa etmenin yolu ABD ile iş birliği yapmaktan geçmiyor.

Sonuç yerine


Meramız Kürt siyasi hareketinin Suriye’nin kuzeyindeki yönelimini biraz olsun açmaktı. Örnekler elbette çoğaltılabilir ama şu kadarı bile ABD ile iş tutmanın tüm halklara yarardan çok zarar getirdiğini gösterir netlikte, açıklıkta. İyisi mi silahların dürbünü ile başladığımız anlatımızı güzellikle kapatalım. Bu yazıyı okuyanlar arasında kaleydeskopun ne olduğunu bilenler illaki olacaktır. İçine bakıldığında renkli desenler görülen çocukluğumuzun çiçek dürbününü kastediyorum. Bizim bütün derdimiz ABD askerlerinin silahlarının dürbününden izlenen bütün çocukların, o silahların tehdidinden uzakta bir çiçek dürbününden dünyaya bakmaları. Bu yüzden Arap, Kürt, Türk fark etmeksizin hepimizin kurtuluşu emperyalizmin bölgemizden kovulması ile mümkün. Bakın sonrası nasıl güzel, nasıl çiçek…

https://gazetemanifesto.com/2020/pusula-bir-cicek-durbununden-dunyaya-bakmak-403871/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.988
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 08.12.2020- 00:30


Liberalizm ve milliyetçilik sarkacında salınımlar: Liberaller nereye Kürt siyaseti oraya

AKP iktidarı döneminde Kürt siyasi hareketinin temel yönelimi “liberaller nereye biz oraya” şeklinde vuku bulmuştur. Liberaller AKP ile ittifak yaparken alınan pozisyon da, bugün AKP’ye karşı durup sermaye iktidarına onay verilmesi de aynı arayışın sonucudur.

Resim Ekleme

Neşe Deniz Babacan

Kürt siyasi hareketinin salınımlarını bazen anlamak oldukça güç bir hal alabiliyor. Bu bağlamda liberalizm ve milliyetçiliğin iki ana parametre olarak ortaya konularak, bunları salınımların oluştuğu zeminin köşe taşları olarak nitelemek doğru olacaktır.

Hatta bir adım daha ileriye giderek Kürt siyasi hareketinin liberal ve ulusalcı bir sentez formasyonuna geçiş yaptığını iddia etmek çok da yanlış olmayacaktır. Bu değerlendirmenin abartı sayılması ise abestir. Son tahlilde liberalizm ve ulusalcılık kimi zaman düşman kardeşler, kimi zamansa birbirini tamamlayan iki öğe olarak görülmelidir.

Burjuva devrimleri ile birlikte ortaya çıkan ulus kimliği çevresinde birleşme ve ulusallık olgusunun 20. yüzyıla devrettiği en temel öğenin ulusal kurtuluş mücadeleleri olması ise şaşırtıcı değildir. Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta, ulusal kurtuluş mücadeleleri ile sosyalist devrimler arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla daha önceki dönemlerin tersine 1900 yıllarda ulusal mücadeleler, bir yanıyla anti-emperyalist kurtuluş mücadeleleriyle ya da daha ileri bir faza geçerek işçi sınıfı iktidarları ile taçlanarak anlam kazanmıştır. Sovyetler Birliği çözüldükten sonra ortaya çıkan karşı devrim döneminde ise ulusal mücadelelerin emperyalizmin yörüngesine girdiği açık bir gerçek olarak karşımızdadır. Bunun beraberinde bir burjuva kavramı olan ulusalcılık ile ulusal kurtuluş mücadeleleri ve anti-emperyalizm arasındaki ince çizgiyi de özellikle günümüzde görmek gerekmektedir.

Liberalizm ise kapitalist iktisadın temelin oluşturan olgu olmanın ötesinde, burjuva ideolojisinin ve siyasetinin en önemli bileşenidir. Özellikle son kırk yılda liberalizmin ekonomi-politik yaklaşımı olan neo-liberalizm ile dünya üzerinde sosyalizmin geri çekilişinin paralelliğini görmezden gelmek mümkün değildir. Ulusallığın ve “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nın emperyalizmin tam boy tahakkümüne girdiği bir dönemde, liberalizmin küreselleşme üzerinden yeniden çıkış denemesi yapması ise tesadüf değildir. Bu bağlamda Sovyetler Birliği sonrasında ulusal hareketler liberalizm ile yeniden bir sentezlenmeye girmiştir denilirse yanlış olmayacaktır. Kürt siyasi hareketinin son otuz yıllık dönemi ise bu pencereden ele alınarak okunmalıdır.

Sentezin birinci halkası: Avrupa Birlikçilik ve Demokratik Cumhuriyet

Kürt siyasi hareketinde 1990’lı yıllarda ön plana geçen Avrupa Birlikçiliğin liberalizmle olan sentezlenmenin önemli bir ayağını oluşturduğunu, bölgesel güçler arasına oynama stratejisinin dünya üzerinde büyük güçlere oynama seviyesine çıkartıldığını görmekteyiz. Küreselleşme ideolojisinin yükselişe geçmesi ve 1990’lı yıllarda emperyalizmin tüm dünyaya aç kurtlar gibi saldırmaya başlamasının Kürt hareketindeki yansıması “bu dönemden istifade etmek lazım” şeklinde karşılık bulmuştur. Emperyalizm cenahından kimlik siyaseti ve etnik siyaset yükseltildikçe, mikro milliyetçilikler pompalandıkça, Kürt hareketi açısından ulusal demokratik haklara endeksli bir “demokrasi mücadelesi” çizgisi baskın hale gelmiştir. Bu sürecin zirveye çıkış noktası ise 1999 yılı itibariyle gündeme getirilen “Demokratik Cumhuriyet” açılımı olmuştur. Bu açılım bir yanıyla stratejik bir dönüşüm olmakla birlikte gündelik siyasette taktik yönleri ön plana çıkartılmıştır. Ancak bu açılım sürecinin Kürt siyasetinde liberalizm ile harmanlanma açısından önemli bir dönüm noktası olduğunun altının kalınca çizilmesi gerekmektedir. Buradaki Avrupa Birlikçilik ise neo-liberal dalganın “Türkiye’nin demokratikleştirilmesi” argümanı ile birlikte ülkemize giriş yapması ile ilgili görülmelidir. Dolayısıyla ulusal-demokratik haklar mücadelesi bu bağlamda emperyalizmin yönelimleri ile birlikte vücut bulmuş, Kürt hareketi de bu yola girmiştir. Buradaki nesnel yanlardan bir tanesi ise 12 Eylül sonrasında Avrupa’ya geçiş yapan Kürt siyasetçilerinin hareketin Avrupa kanadını oluşturmaya başlamalarıdır. Bu kanat Avrupa Birliği’nin siyasi değerlerini ve yönelimlerini iyi bir şekilde içselleştirmiş ve çıkışı da her zaman burada aramayı tercih etmiştir.

Sentezin ikinci halkası: Ortadoğu’ya emperyalist müdahale ve Amerikancılık


2000’li yılların başında emperyalizmin Ortadoğu’ya dönük müdahaleleri ile açılan perde henüz kapanmadı. Burada Kürt siyasi hareketinin almış olduğu pozisyonu belirleyen temel olgu Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilecek olması ve buradan çıkartılan devletleşme arayışıdır. Bu perdenin birinci halkasında Irak işgaline açık (Barzani) ya da örtülü (PKK) destek yer alırken, Irak’ın parçalanması ile birlikte ortaya çıkan bölgesel yönetim devletleşmenin ilk adımı olarak görülmüştü. Buranın devamında türeyen “Demokratik Konfederalizm” ve “Demokratik Özerklik” açılımlarının da post Marksist liberal tezlerle mesafesinin neredeyse sıfır olduğunun altının çizilmesi gerekir.

Emperyalizm işbirlikçiliği ya da özelde Amerikancılığın daha açık ve somut bir şekilde ete kemiğe büründüğü uğrağın Suriye gündemi olması ise sürecin doğası gereği gelişmiştir. Suriye gündeminde sol liberalizmin temel yaklaşımının “gericiliğe karşı mücadele adına emperyalizm lehine pozisyon almak caizdir” olması ve Kürt hareketinin tam da böylesi bir pozisyona yerleşmesi şaşırtıcı olmamıştır. İşin içerisine bölgesel yönetim, özerklik, statü mücadelesi ve kurtarılmış bölgeler stratejisi de girince Kürt ulusalcılığının kendine anarko-ekolojist Murray Bookchin’in komünalizm olarak çizdiği çerçeveyi kutup yıldızı olarak belirlemesi genel itibariyle emperyalizmin yönelimleri ile de uyumlu bir anlam taşımaktadır.

Sentezin üçüncü halkası: Türkiye’de İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme

Kürt hareketinin ülkemizdeki son yirmi yıllık yönelimi ya da AKP iktidarı dönemindeki konumlanışı doğrudan Türkiye kapitalizmine ve onun politik-ideolojik çerçevesine eklemlenmenin tarihi olarak okunmalıdır.

Nasıl ki Türkiye kapitalizmi dünya emperyalist-kapitalist sistemine rağmen ya da ona karşı bir pozisyonda durmuyorsa, yukarıda bahsettiğimiz tarihsel kesitleri geçiren Kürt hareketi de uyumlu bir süreç geçirmiştir diyebiliriz. Bu yaklaşımı açmak için şu noktalara vurgu yapılması gerekmektedir.

Silahlı ya da Türkiye’de legal siyaset yapan kanatların hepsini kapsayacak şekilde Kürt siyasi hareketinin son yirmi yıllık pratiği kendine Türkiye kapitalizmi içerisinde yer bulmak üzerine kuruludur.
Tüm çözüm ve çatışma süreçleri diyalektik bir bütünlük içerisine ele alınmalıdır. Bunun arka planında ise liberalizm ile Kürt ulusalcılığının sentezinin geliştiğini görmek gerekmektedir.
Bu açıdan Kürt hareketinin silahlı mücadeleyi ve eylemleri yükselttiği dönemlerde daha “devrimci” bir çizgiye geldiğini, sermaye iktidarı ile masaya oturduğu zamanlarda ise taktik yapıldığını iddia eden anlayış yanlışlığının ortaya konulması gerekmektedir.

Gelinen noktada Kürt emekçilerinin ve Kürt siyasetinin İkinci Cumhuriyet’e eklemlenmesi meselesinde oldukça ilerlenmiş olup, bugün örneğin HDP’nin düzen muhalefetinin bir bileşeni haline gelmiştir.
Özellikle AKP iktidarı döneminde Kürt siyasetinin en temel pratiği “liberaller nereye biz oraya” şeklinde vuku bulmuştur. “1923 Cumhuriyeti ve Kemalizm karşıtlığı” üzerinden AKP’nin liberaller ile yaptığı ittifak ülkemizde önemli bir dönüşüm anlamına gelmiş, Türkiye’de tam boy gerici, piyasacı ve işbirlikçi bir rejime geçişin adımları atılmıştı. Bu ittifaka dışarıdan desteğin Kürt hareketinden gelmesi ise şaşırtıcı olmamıştır.
Rüzgar başka yöne dönüp liberaller AKP ile husumetli hale geldiğinde ise bu sefer Kürt siyaseti yukarıda bahsettiğimiz gibi düzen muhalefetinin bir unsuruna dönüşmüştür. Sermaye diktatörlüğü ve emperyalizm ile sorunu bulunmayan, çeşit çeşit İslâmcıların ve faşistlerin de içinde bulunduğu bir “demokrasi ittifakı”nın etnik rengi olarak bugün HDP’nin lanse edilmesinde liberallerin payı olmadığını düşünmek mümkün mü?
Dolayısıyla Kürt ulusalcılığının bugün ülkemizde liberalizmin tamamen kucağına düşmüş bir durumda olduğunu söylemek önem taşımaktadır. Bununla birlikte elbette siyasette uç noktalar elbette bulunuyor. Dolayısıyla Kürt siyaseti tam da bu nedenle liberalizm ve ulusalcılık arasında gidip gidip gelirken bir yandan da kimlik bunalımı yaşamaya çok devam edecek gibi görünüyor. Buna örnek olarak, Selahattin Demirtaş’ın ve HDP’nin aslında başkanlık rejimine karşı olmadıklarını söyleyip sonrasında “Seni başkan yaptırmayacağız” denmesini vermek mümkün.

Sonuç olarak, bugün Kürt emekçilerinin çıkarlarının Kürt siyasi hareketi tarafından ne kadar temsil edildiğinin sorgulanması gereken bir evreden geçtiğimizi ifade etmek doğru bir yaklaşım olacaktır.

Kürt siyaseti bugün Türkiye’de bugün düzen güçleri arasında dans ederken daha fazla onlara benzeyen bir pozisyona adım adım yaklaşıyor, Kürt emekçi ve yoksullarının kapitalizme karşı çıkarlarını temsil etmeyen bir noktaya geliyor. HDP’nin dönem dönem TÜSİAD ile yaptığı görüşmeler “Türkiye demokrasisinin” ne kadar gelişmiş olduğunu göstermek dışında başka anlamlar da taşıdığını görmek çok zor olmasa gerek.

Aynı şekilde Kürt siyaseti ile emperyalizm arasındaki ilişkiler daha köklü hale geldikçe “Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkının” adresinde kimin olduğu bellidir. Amerika’nın çıkarları adına atılan tüm adımlarda Kürtlerin müttefik olarak yer alması da, “ulusal kurtuluş” dışında başka anlam taşıyor. Aynı şekilde bunu da görmemek mümkün değil.

Kürt emekçilerinin ulusal demokratik haklarının mücadelesi ile kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele, sınıf temelinde bir yan yana geliş ile mümkündür. Geçmişte Türkiye kapitalizmine karşı önemli bir dinamik olarak yer alan Kürt emekçileri, aynı misyonu ve hedefi bugün de kazanabilir ve Türk emekçileri birlikte aynı yolda patronların iktidarına ve emperyalizme karşı birlikte mücadele verebilirler.

Ancak bunun için yeni bir sentez gerektiği ise açıktır. Kürt ulusalcılığı ile liberalizmin sentezi yerine, Kürt emekçilerinin sosyalist siyaset ve ideoloji ile yeniden sentezlenmesi mutlak bir zorunluluktur.

https://gazetemanifesto.com/2020/pusula-liberalizm-ve-milliyetcilik-sarkacinda-salinimlar-liberaller-nereye-kurt-siyaseti-oraya-403882/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.988
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 08.12.2020- 00:33


PKK ‘Kürt birliği’nden dışlandı, Türkiye işin neresinde?


ABD’nin Türkiye’yi yeni projeye ikna etmek için ‘PKK’nin silahsızlandırılması’ garantisini sunacağı yazılıyor. KDP başta olmak üzere birlikteki diğer siyasi yapılar, işi PKK’nin kendi bünyelerinde iç örgütlenmesine karşı önlem alma kararı almaya kadar götürdüler. PKK, Kürt diyaloğunun ‘bozucu’ unsuru ilan edildi.

Resim Ekleme
Nevzat Kalenderoğlu

Ekim ayında Irak merkezi hükümetinin BM’nin telkinleri çerçevesinde imzaladığı Şengal anlaşması neticesinde, PKK’nin Suriye’nin kuzeyindeki statüsü yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Anlaşma PKK için ağır denebilecek pasifize edici maddeler içeriyordu. Anlaşmanın uygulama yönünde fiziki çalışmaları devam ediyor. Bu esnada PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan’ın İsrail basınına verdiği cesur demeç Türkiye’de de ses getirdi. Karayılan, “PKK’yi kurduğumuzda Marksist-Leninist bir akımdı ve biz de bu fikirlerden etkilendik. Ancak biz Sovyet ideolojisini eleştirdik. Bu yüzden Sovyetler Birliği çöktüğünde olumsuz etkilenmedik, çünkü onlardan her zaman uzak durduk” diyordu ve sözlerinin özünde, yukarıda değindiğimiz ve maddelerini açacağımız apansız anlaşmanın içeriğine dönük olarak şöyle sesleniyordu İsrail aracılığı ile ABD’ye:

“Sovyetler Birliği çöktü çünkü demokrasi yoktu ancak Amerika demokrasi sayesinde ayakta kaldı. ABD ile ilişki geliştirilmesine karşı değiliz. Aksine, Kürdistan’ın tüm bölgelerinin ABD ile ileri düzeyde temasını destekliyoruz. Ne yazık ki, demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri desteklememize rağmen, ABD ve Batı ülkeleri hala Türk devletini ve bize yönelik askeri müdahalelerini destekliyor.”

Karayılan, “Türkiye’deki Kürtler tanınmadan ve Öcalan da dahil siyasi tutuklular serbest bırakılmadan silah bırakmayacaklarını” derken; şunları da eklemeden edemiyordu:

“Silahlı çatışmada ısrar etmiyoruz ama Türk devleti savaş istiyor. Silahları devre dışı bırakmak için bir anlaşma imzalamak istiyoruz. Türk devleti bizi yok etme politikasını sürdürürse bu zor olacak. Savaşa devam etmek istemiyoruz. Bu sorunları çözmek için diyaloğu tercih ediyoruz”

Karayılan’ın açıklamasından “ya silah bıraksınlar ya da doğdukları yere dönsünler” diyen Iraklı kürt siyasilere koşulları anlatmaya çalıştığı, Türkiye’nin bu anlaşmayı desteklediği veya Türkiye’ye itilen taraf olarak ABD’ye ‘nasıl gidelim?’ diye sorduğu spekülasyonları çok su kaldırır.

Öyleyse önce Şengal anlaşmasına gelinmeden önceki yakın tarihe, sonra ilgili anlaşmaya ve PKK’nin tartışmaya açılan statü sorununa; ardından ise emperyalist cepheden gelen hamlelere bakmak gerekir.

Ne olmuştu?

Suriye’de çıkarılan iç savaş sonrası, Demokratik Birlik Partisi (PYD) Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) oluşturarak Suriye ordusunun çekilmek zorunda bırakıldığı ‘Kutsal Rojava’ denilen Suriye’nin kuzeyine yerleştirdi. 2013’te IŞİD’in bir heyula olarak dünya gündemini sarstığı bir dönemde NATO üyesi ülkeler IŞİD’e karşı savaşın en önemli aktörü olarak PYD’yi ilan etti. Birkaç yıl içinde bu iş gerilla fotoğraflarının dergi kapaklarını süsleyecek bir reklam işine de dönüşecekti. ‘Aydınlanma’ mücadelesi de tersyüz edildi ülkemizde örneğin.

Nitekim 2014 başında Kobane, Kamışlı ve Afrin’de özerklik de ilan etti. IŞİD, Türkiye destekli grupların bölgelerine saldırınca ve Irak ve Suriye’de ise halifelik ilan edince; son olarak da Kobane’ye saldırınca ABD’nin silah ve mühimmat desteğinin başlayacağı bir dönemeç meydana geldi. Türkiye bir yandan tepki gösterse de öte yandan Kobane’ye peşmergelerin kendi sınırlarından gidişine dahi izin verdi.

PYD’yi terör örgütü olarak görmeme açıklaması ilk olarak bu dönemde ABD’den geldi. Türkiye de Salih Müslim ile 2013’ten sonra açılım döneminde görüşmelerini sıklaştırdı. YPG, Tel Abyad’ı alana kadar Türkiye iç siyasetindeki açılım süreci de eşliğinde bu görüşmeler sorunsuz sürdü. Sonrası malum, ateşkes sonlandırıldı; Salih Müslim terörist ilan edildi, bildiğimiz kadarıyla diyalog bitti.

Yine 2015’te ABD, bu yeni anlaşmazlık durumuna çözüm olarak YPG’nin omurgasını oluşturduğu ancak Türkiye ile dirsek temasında olan Türkmen ve Arapların oluşturduğu grupçukların da takviyesi ile Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kurdurdu.

2016’da YPG, Tel Rıfat’ı kontrol altına aldığında Türkiye’de ikişer üçer aylık operasyonların ilan edildiği, Fırat’ın batısının kırmızı çizgi olarak işaret edildiği bir döneme girildi. ‘Güvenlik’ temalı meşruluk ile ‘göçmenleri sınır kapılarından Avrupa’ya göndeririz’ yollu tehditler ve nadiren de olsa ‘bize göçmenlere kol kanat germemiz karşılığında para verin’ söylemleri arasında salınımlar başladı. Operasyonlarla ‘terör koridoru’ olarak tarif edilen bölgelere darbe indirilirken; hem IŞİD’e karşı müdahale hem de YPG’nin güneye itilmesi durumu bir sonuç olarak ortaya çıktı.

Uzun Rusya, Türkiye, İran görüşmelerinin de bir ayağı olacak şekilde; Türkiye’nin ilerlemesi karşılarında Suriye Ordusu’nu bulana dek devam etti.

Öte yandan 2018’de SDG’nin Deyrezzor’u alma operasyonuna 2 bin civarında Amerikan askeri de konuşlanmıştı. Trump’ın vaatleri arasında ABD askerini ülkesine geri getirmek olsa da kendi yaptıkları propaganda sayesinde oluşan imaj, “IŞİD’e karşı savaşan Kürtlere sırtını dönme” suçlaması vaatlerin önüne geçti.

Yine de ABD’nin SDG ile Türkiye arasındaki güvenlik bölgelerinden çekilmesiyle SDG Suriye hükümeti ile anlaşmak istedi veya eski müttefiklerine bir koz olarak ister gibi yaptı. Suriye’nin kuzeyi Suriye Ordusu’na bırakıldı; daha doğru bir ifadeyle bırakılma konusunda uzlaşıldı. Bu dönemde Rusya’nın etkisiyle Türkiye de bu anlaşmaya uyarak çoğunluğunu Rus askerinin koruduğu ve Türkiye-Rusya ortak devriyeleriyle de bölge geçişlerinin önlendiği bir programa tabi oldu.

Kürtlerin yeni birliği

Kartların yeniden dağıtıldığı ve misyonların bir sonuca eriştiği bir momentte, ABD’nin hamiliğinde süren ve Fransa’nın sürece daha sonra dahil olmasıyla gelişen ‘Kürtlerin birliği’ temalı yeni Suriye devleti karşıtı koalisyon hızla tesis edildi. Demokratik Birlik Partisi (PYD) liderliği ve “muhalif” Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) başkanlığı ile ABD’nin Haseke’deki üssünde doğrudan görüşmeler yapıldı; bu görüşmelere Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi partilerinin yanı sıra Suriye Kürt Ulusal Birliği (HNKS) ve Suriye Kürt İlerici Demokrasi Partisi (PDPKS) temsilcileri de katıldı. [1] ABD ise kurulmasında doğrudan dahli olduğu bu birliği şu mesajla duyurdu:

“Bu anlaşma, Suriye’deki Kürtler ile ABD arasındaki büyük siyasi koordinasyon çabasının ilk sembolüdür. Ayrıca Suriye’nin Esad rejimindeki tüm muhalifleriyle ittifak kurmak için BM’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulunmasına yardımcı olacaktır.”

Birliğin ilk telkin edildiği tarafın ise doğrudan Salih Müslim olduğu biliniyor, zira bu görüşmelerden çok kısa bir süre önce PYD adına konuşan Müslim, “PYD bir parti ama bütün halkı temsil etmiyor… Kürt Ulusal Birliği Partileri adı altında bir çatı kurulmalı” diyerek doğrudan ENKS’yi davet etmiş, PYD ve ENKS görüşmelerinin mahiyetini ifade etmişti. Müslim’in bu çıkışının Türkiye’nin YPG ve PYD’yi PKK’nin uzantısı olarak görme refleksine de merhem olacağı düşünülmüştü.

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise kamuoyuna henüz yansımamış bu birlik görüşmeleriyle eş zamanlı olarak Türkiye’nin de harekete geçtiğini ENKS’nin Ankara’ya davet edilerek Bakanlıkta görüşüldüğünü açıklıyordu. Çavuşoğlu, görüşmenin ana gayesinin yeni ‘birlik’ oluşumunun PKK ve YPG’den arındırılması olduğunun altını çiziyordu. [2] Çavuşoğlu, ABD’nin de Türkiye’nin de birlik gelişmesine tutumunun “Türkiye’den ya da Kandil’den giden PKK’lıları ayrıştırın” şeklinde olacağını hatırlatıyordu.

ABD hamiliğinde süren görüşmelerde Washington yönetimi, uyumlu ve iç çatışmadan uzak, Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerini de ‘tehdit’ etmeyecek Kürt devleti istediğinin altını çizmiş oldu. ABD’nin “Suriye’ye yönelik ağır yaptırımlar paketinden Fırat’ın doğusunun muaf tutulması” teklifiyle bu bölgenin Suriye’den ayrılma kararı alması da telkin edildi.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi de zaten Türkiye’ye ‘egemenliğine saygı duyma’, PKK’ye ise   ‘topraklarını terk etme’ çağrısı yapıyordu.

PKK’nin statüsü

Tam da bu süreçte Kandil’in statüsü yeniden ve yüksek sesle tartışmaya açıldı. IKBY hükümeti açıkça “PKK, Kürdistan Bölgesi’nin sınırlarında kaosa neden olmamak için söz konusu bölgeleri terk etmelidir” açıklaması yaptı. Hükümet, kaos derken, Türkiye devletinin yaptığı operasyonları gerekçe gösteriyordu.

Rojava’nın peşi sıra PKK’nin Şengal’den de çıkarılmasına dönük Musul’un Sincar ilçesinin adıyla müsemma bir anlaşma Ekim ayında imzalandı. IKBY, Bağdat hükümeti ile imzalanan anlaşmanın çerçevesini “Şengal’in yeniden inşası, yönetimi ve güvenliği” şeklinde sıraladı.

Birleşmiş Milletler Irak Özel Temsilcisi Jeanine Hennis-Plasschaert’ın fiili gözetiminde imzalanan anlaşmada, bölgenin yönetimi konusundaki mutabakat “Şengal’e bağımsız bir kişinin kaymakam olarak seçilecek. Seçilen kişinin yasalar karşısında herhangi bir engelinin bulunmaması esas alınacak” maddesiyle duyuruldu. Kaymakam dışında diğer idari makamların iki tarafça kurulacak oluşturulacak ortak komisyon tarafından atanmasına karar verildi.

Bölgenin güvenliğinden yerel polis ile beraber ve Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı ile Ulusal İstihbarat Servisi sorumlu kılındı. Bunun dışında tüm silahlı güçlerin ilçeden çıkartılacağı anlaşmaya bağlandı. PKK ile beraber bölgeden İran’a yakın Haşdi Şabi güçlerinin de çıkartılacağının böylece altını çizdi.

Buraya destek olarak 2 bin 500 kişilik bir güvenlik gücünün oluşturulması bir ‘ayrıntı’ ile karara bağlandı. ‘Ayrıntı’, “bu güç içerisindeki görev dağılımı adil şekilde yapılacak ve kamplarda yaşayan göçzedelerin katılımı göz önünde bulundurulacaktır” şeklinde idi. Kamptan kastın ne olduğu, Şengal’den göçen yerel halk mı yoksa ülkemizin de ‘yardım’lar gönderdiği muhtelif kamplar mı, anlaşmada ifade edilemedi.

Anlaşmada PKK için özel madde de ‘güvenlik’ başlığında mutabakat altına alındı:

“Şengal ve çevresinde PKK ve ona bağlı güçlerin varlığına son verilecek. PKK’ye bağlı güçlerin bölgede herhangi bir rol üstlenmesine müsaade edilmeyecek.”

Gerisi ise Türkiye’nin de tecrübeleriyle Suriye topraklarında nam saldığı(!) toplu konut ve yol projeleriyle ‘yeniden inşa’ konusuydu.

Spekülasyondan fazlası

PKK’den arındırıldığı reklam edilen bir Kürt birliğine, mevcut ticaretin resmiyete bağlandığı; bir ham madde, pazar, lojistik ağını meşruluk kazandığı bir komşu statüye Türkiye karşı çıkar mı, Misak-ı Milli sınırlarına toplumun ve kamuoyunun dikkatini çeker mi zaman gösterecek. Türkiye ayağında da kısa süre önce HDP’nin yeni yönetimince ilan edilen ‘Kürt birliği’ ve demokratikleşme süreci niyet beyanı bu uyumun neresinde görülecektir.

Türkiye yeniden ‘meşru güvenlik kaygısı’ mı diyecek; “bana inşaat ihtiyacı ile petrol rezervi ve nakil hattından bahset” mi diyecek işte bunun cevabını da gelen günler getirecek.

Ek olarak, sürecin başından beri takipçisi olan BM başta olmak üzere ABD, Almanya ve Fransa anlaşmayı memnuniyetle karşıladı.

İngiltere ise diğerlerinden farklı olarak Silahlı Kuvvetler Bakanı James Heappey ve heyetini Mesut Barzani’nin yanına göndererek Erbil-Bağdat anlaşmasını ve detay senaryoları yüz yüze görüştü. Bakan, “İngiltere, Kürdistan halkının tarihi dostu ve Kürdistan Bölgesi hükümetinin güçlü destekçisidir” derken; ekonomik yatırım desteğinin süreceğinin garantisini de iletti.

Sonuç olarak ABD’nin Türkiye’yi yeni projeye ikna etmek için ‘PKK’nin silahsızlandırılması’ garantisini sunacağı yazılıyor. KDP başta olmak üzere birlikteki diğer siyasi yapılar, işi PKK’nin kendi bünyelerinde iç örgütlenmesine karşı önlem alma kararı almaya kadar götürdüler. PKK, Kürt diyaloğunun ‘bozucu’ unsuru ilan edildi. Dolayısıyla, ABD’nin de PKK’ye silah bıraktırma dışında bir rol vermeyeceğinin garanti edildiğini düşünüyorlar.

Türkiye’nin iç siyasetinde ‘PKK’nin silahsızlandırılması’ projesinin olur alacağına ağırlıklı ihtimal veriliyor. Bununla beraber bu yapılar da ‘çözüm’ ve ‘demokratikleşme’ sürecinin sonlanmasında ve Hendek savaşlarında Türkiye’deki mevcut iktidarın ‘haklı’ gerekçeleri olduğunu söylüyor; yeniden aynı hataların yapılmaması için uyarılarını sıralıyorlar.

Bütün bu açıklamalardan, ilgili temaslarda hem Türkiye tarafına hem de Türkiye’deki Kürt siyasilere bunların defaatle söylendiği sonucuna varıyoruz. Benzer bir biçimde bu yapılar, ABD’nin Türkiye’yi ve bölgedeki Kürt yapıları bir araya getirerek İran ve Suriye’ye karşı Türkiye destekle bir güç oluşturma siyasetlerinin farkında ve kabulünde. Türkiye’nin güney bölgesinde bu güçler sayesinde pozisyon kazanacağını olumlu anlamda söylemekten ve bu (gizli) ittifakı bir tür ‘kazan-kazan’ şeklinde formüle etmekten sakınmıyorlar. Dolayısıyla süreç artık spekülasyondan çok daha sahici.

[1] https://gazetemanifesto.com/2020/enks-ile-pynk-abd-arabuluculugunda-anlasti-365721/

[2] https://gazetemanifesto.com/2020/cavusoglu-enks-ile-pydnin-ittifakini-degerlendirdi-366230/

https://gazetemanifesto.com/2020/pusula-pkk-kurt-birliginden-dislandi-turkiye-isin-neresinde-403883/



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Yeniden Kürt sorunu... melnur 5 1439 28.09.2021- 09:14
Konu Klasör Patronların Kürt Halayı... melnur 1 1143 09.12.2021- 02:49
Konu Klasör Kürt hareketinin Türkiyelileşmesi... melnur 3 2714 21.02.2019- 06:19
Konu Klasör TKP: Kürt sorunu sınıfsaldır melnur 0 1680 12.08.2020- 06:20
Konu Klasör Kürt halkı hafife mi alınıyor? melnur 2 2630 03.11.2019- 04:26
Etiketler   Kürt,   siyaseti,   nereye
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS