Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

18.04.2014- 20:52

Fukuyama haklıysa? (Faysal Göktaş)


Sovyetlerin yıkılması, Doğu Avrupa’daki sosyalist deneyimlerin çözülmesiyle birlikte ekonomide ve politikada neo-liberal saldırganlık tüm dünyayı hegemonyası altına almışken haliyle bunun felsefi temellerini atmak gereksinimi doğdu. Klasik liberalizmin ilke sözü olan Adam Smith’in ünlü “Laissez faire, laissez aller, laissez passer (Bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler) ” sözü neo-liberal düzeni açıklamak için görünüşe göre yetersiz kalıyordu.

Böylece “İdeolojilerin Sonu”, “Tarihin Sonu” gibi kavramlar gündeme geldi. İdeolojilerin Sonu tezini ilk ortaya atan Daniel Bell olsa da bu tezi Tarihin Sonu ismiyle sürdüren ve daha da teorize eden Francis Fukuyama olmuştur. Fukuyama, Uzakdoğu kökenli bir Amerikalı sosyal analist ve siyaset bilimcisidir. Bir dönem ABD Dışişleri Bakanlığında çalışmalar da yürütmüş bir liberaldir.

Başta Fukuyama olmak üzere “ideoloji bitticilerin” savunduğu temel fikir: tüm siyasal kavram ve sistemlerin sonunun geldiği ve liberal iktisadın nihai zaferini ilan ettiğidir. Hegelci tarih anlayışı ve liberal lafazanlığın birleşimiyle, kabaca özetlemek gerekirse: kapitalist sistemi aşmanın mümkün olmadığının, farklı ekonomik sistem tasavvurları ve felsefe disiplinlerinin önüne set çeken finans-kapitalle yaşamaya alışmak gerektiğinin akademik sosa bulanmış bir formülasyonudur. Buna göre finansal ve sosyal olarak krizlerle ve buhranlarla bağımsız düşünülemeyecek kapitalizm her kriz döneminden kendini yenileyerek çıkacak ve kendi yaralarını kendi saracaktır. İnsanlık tekdüze bir yola girmiştir ve çıkışı yoktur.

****

İdeolojilerin Sonu tezinin bir ayağı kırık masa olduğu aşikâr. İnsanlık tarihine baktığımızda böylesi tek düze ve basmakalıp bir kurgunun gerçek olmadığını görmemiz işten bile değil. Zira Karl Marx’ın Tarihsel Materyalizm’indeki toplumsal süreç aşamaları kimilerine göre kaderci bir görüş ve temenniyi yansıtsa da ideolojilerin sonu tezinden daha mantıklı, olabilirliği yüksek bir öngörü mahiyetinde ve günümüze kadar ki süreci de gayet akla ve mantığa uygun bir şekilde çözümlüyor. Buna göre: ilkel komünal dönemin sonunu köleci toplum, onun da sonunu toprağı işlemek ve kullanmakta biraz daha ustalaşan, etrafına çektiği çitle beylikler kuran insanların olduğu feodal dönem, onun da sonunu nihayet, erken dönemde reform, rönesans daha sonra Sanayi Devrimi ve uluslaşma süreci ile kapitalist dönem getirmiştir. Tarih çizelgesi ilerledikçe insanlık çıtasının daha da ileriye doğru gittiği düşünüldüğünde Marx’ın bu tezi, geçmişten günümüze dönemleri açıklamakta başarılıdır. Yine Marx’tan alıntı yapmak gerekirse: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir."

Burada sorun kapitalist modernite sonrası tahayyülde başlıyor. Marx, kapitalizm ile tarih sahnesine çıkan proletaryanın yine kapitalizme son verecek yegâne güç olduğunu vurguluyor çünkü “Her şey karşıtına gebedir ve karşıt olan yeni düzenin de ebesidir.” Öncülleri olan toplumsal aşamalar gibi tarih sahnesinde ileriye doğru bir hamle olan liberalizm, yine eski köhne sistemler gibi ilericiliğini kaybedip tarih sahnesinde kaybetmeye mahkûm olacak ve bu yenilgiyi ona: insanlığın yeni, adil, paylaşımcı düzeni sosyalizmi tattıracaktır. Çünkü Marx’ın da dediği gibi: “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.”

****

I ve II. Dünya Savaşları, 1929 Ekonomik Buhranı, 2001 ve 2008 krizleri, sermaye, üretim araçları ve gücü elinde bulunduran ülkelerin diğer ülkeleri sömürmesi ile görünen o ki vahşi bir hayvan gibi sürekli olarak doymak bilmez bir şekilde saldıran, büyüyen ve zaman zaman yalpalayan bu sistem bir gün elbet tepe noktasına ulaşacak ve İdeolojilerin Sonu tezinin öngördüğünün aksine kendini revize edemeyecek hâle gelecektir. Toplumun %1’lik kesiminin elinde bulunan servetin, toplam nüfusun %50’sinin sahip olduğu servete denk olduğu günümüz dünyasında, bu düzenin böyle sürüp gideceğini söylemek, revaçta olan tabirle: “%50’yi evlerinde tutmak için” kurnazlıkla uydurulmuş bir masaldan öte anlam teşkil etmemektedir.

Sol

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
18.04.2014- 21:06

Alıntı Çizelgesi: ilkay yazmış


Burada sorun kapitalist modernite sonrası tahayyülde başlıyor. Marx, kapitalizm ile tarih sahnesine çıkan proletaryanın yine kapitalizme son verecek yegâne güç olduğunu vurguluyor çünkü “Her şey karşıtına gebedir ve karşıt olan yeni düzenin de ebesidir.” Öncülleri olan toplumsal aşamalar gibi tarih sahnesinde ileriye doğru bir hamle olan liberalizm, yine eski köhne sistemler gibi ilericiliğini kaybedip tarih sahnesinde kaybetmeye mahkûm olacak ve bu yenilgiyi ona: insanlığın yeni, adil, paylaşımcı düzeni sosyalizmi tattıracaktır. Çünkü Marx’ın da dediği gibi: “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.”





Kapitalizmin ortaya çıkışını 250 yıl öncesine dayandıracaksak, böylesi bir zaman işçi sınıfının iktidarı alması için erken olduğu kanaatine mi varacağız? Tarihsel ilerlemeye göre kapitalizmin de sömürülen sınıf olan işçi sınıfı tarafından devrilmesi gerekiyordu? Bu konu bence önemli. İşçi sınıfı neden sömürüldüğünün farkına varamıyor?

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
20.04.2014- 16:53

Alıntı Çizelgesi: umut yazmış

Alıntı Çizelgesi: ilkay yazmış


Burada sorun kapitalist modernite sonrası tahayyülde başlıyor. Marx, kapitalizm ile tarih sahnesine çıkan proletaryanın yine kapitalizme son verecek yegâne güç olduğunu vurguluyor çünkü “Her şey karşıtına gebedir ve karşıt olan yeni düzenin de ebesidir.” Öncülleri olan toplumsal aşamalar gibi tarih sahnesinde ileriye doğru bir hamle olan liberalizm, yine eski köhne sistemler gibi ilericiliğini kaybedip tarih sahnesinde kaybetmeye mahkûm olacak ve bu yenilgiyi ona: insanlığın yeni, adil, paylaşımcı düzeni sosyalizmi tattıracaktır. Çünkü Marx’ın da dediği gibi: “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.”





Kapitalizmin ortaya çıkışını 250 yıl öncesine dayandıracaksak, böylesi bir zaman işçi sınıfının iktidarı alması için erken olduğu kanaatine mi varacağız? Tarihsel ilerlemeye göre kapitalizmin de sömürülen sınıf olan işçi sınıfı tarafından devrilmesi gerekiyordu? Bu konu bence önemli. İşçi sınıfı neden sömürüldüğünün farkına varamıyor?



Çok doğru bir soru, doğru bir bakış açısı aslında. Soruyu şöyle de genişletmek mümkün: Marks Avrupa'da devrimin yakın olduğunu ve Avrupa devletlerinin herhangi birinde gerçekleşmesi durumunda zincirleme Avrupa'ya kaplıyacağını düşünüyordu. Manifesto'nun giriş cümlesi de bunu anlatır. Ama olmadı. Avrupa'da Paris komünü sayılmazsa sosyalist bir devrim gerçekleşmedi. Komünden sonra ise devrim doğuya kaydı. Soruyu bu bağlamda ele alabiliriz: 1600'lerin ortasından itibaren kapitakizmin ortaya çıktığını göz önüne aldığımızda 350 yıl gibi bir süreç geçmiş ve kapitalizmin yol aldığı herhangi bir ülkede sosyalist bir devrim gerçekleşmemiş. Olguya sadece dışsal yaklaşıldığında da olabileceğine ilişkin   işaret olmadığı da iddia edilebilir. O zaman, Marks yanılmış olabilir mi? Bunu iddia edebilir miyiz? Sn.umut'un sorusuna bağlayacaksak, proletarya ''neden sömürüldüğünün farkına varamıyor?'' ''Artık zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri var'' yüzeyselliğine mi sarılacağız?

yorum2006  |  Cvp:
Cevap: 3
20.04.2014- 18:20

Alıntı Çizelgesi: umut yazmış

Alıntı Çizelgesi: ilkay yazmış


Burada sorun kapitalist modernite sonrası tahayyülde başlıyor. Marx, kapitalizm ile tarih sahnesine çıkan proletaryanın yine kapitalizme son verecek yegâne güç olduğunu vurguluyor çünkü “Her şey karşıtına gebedir ve karşıt olan yeni düzenin de ebesidir.” Öncülleri olan toplumsal aşamalar gibi tarih sahnesinde ileriye doğru bir hamle olan liberalizm, yine eski köhne sistemler gibi ilericiliğini kaybedip tarih sahnesinde kaybetmeye mahkûm olacak ve bu yenilgiyi ona: insanlığın yeni, adil, paylaşımcı düzeni sosyalizmi tattıracaktır. Çünkü Marx’ın da dediği gibi: “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.”





Kapitalizmin ortaya çıkışını 250 yıl öncesine dayandıracaksak, böylesi bir zaman işçi sınıfının iktidarı alması için erken olduğu kanaatine mi varacağız? Tarihsel ilerlemeye göre kapitalizmin de sömürülen sınıf olan işçi sınıfı tarafından devrilmesi gerekiyordu? Bu konu bence önemli. İşçi sınıfı neden sömürüldüğünün farkına varamıyor?



Sömürüldüğünün neden farkına varamıyor diye sorma yerine, neden sömürüye karşı ayaklanmıyor diye sormak daha uygun olur. Kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçilerin önemli bir bölümü sömürünün farkında. Olmamaya olanak yok. Ancak bunu değiştirmeye hazır değil. Bu düzen içinde yuvarlanıp gidiyor insanlar. Buna isterseniz "tevekkül" deyin. "Tevekkül" deyince, ben de şu soruyu sorayım. Neden hala dinler var ve daha önemlisi dinsel inançlar geçmişe göre, mesela 70'li yıllara göre yükselişte? Hem de bilim bu kadar ilerlemişken? Şimdi dinsel inancı olan birisi, her şeyin Allah'tan geldiğine inanan birisi, nasıl baş kaldıracak sömürüye? Tabii konunun başka yönleri de var. İnsanlar bu toplumda sosyalist devrimin nasıl olacağını düşünemiyor, yakın gelecekte olabileceğine de ihtimal vermiyor. Olay budur.

solcu  |  Cvp:
Cevap: 4
20.04.2014- 18:51

Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

Alıntı Çizelgesi: umut yazmış

Alıntı Çizelgesi: ilkay yazmış


Burada sorun kapitalist modernite sonrası tahayyülde başlıyor. Marx, kapitalizm ile tarih sahnesine çıkan proletaryanın yine kapitalizme son verecek yegâne güç olduğunu vurguluyor çünkü “Her şey karşıtına gebedir ve karşıt olan yeni düzenin de ebesidir.” Öncülleri olan toplumsal aşamalar gibi tarih sahnesinde ileriye doğru bir hamle olan liberalizm, yine eski köhne sistemler gibi ilericiliğini kaybedip tarih sahnesinde kaybetmeye mahkûm olacak ve bu yenilgiyi ona: insanlığın yeni, adil, paylaşımcı düzeni sosyalizmi tattıracaktır. Çünkü Marx’ın da dediği gibi: “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.”





Kapitalizmin ortaya çıkışını 250 yıl öncesine dayandıracaksak, böylesi bir zaman işçi sınıfının iktidarı alması için erken olduğu kanaatine mi varacağız? Tarihsel ilerlemeye göre kapitalizmin de sömürülen sınıf olan işçi sınıfı tarafından devrilmesi gerekiyordu? Bu konu bence önemli. İşçi sınıfı neden sömürüldüğünün farkına varamıyor?



Sömürüldüğünün neden farkına varamıyor diye sorma yerine, neden sömürüye karşı ayaklanmıyor diye sormak daha uygun olur. Kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçilerin önemli bir bölümü sömürünün farkında. Olmamaya olanak yok. Ancak bunu değiştirmeye hazır değil. Bu düzen içinde yuvarlanıp gidiyor insanlar. Buna isterseniz "tevekkül" deyin. "Tevekkül" deyince, ben de şu soruyu sorayım. Neden hala dinler var ve daha önemlisi dinsel inançlar geçmişe göre, mesela 70'li yıllara göre yükselişte? Hem de bilim bu kadar ilerlemişken? Şimdi dinsel inancı olan birisi, her şeyin Allah'tan geldiğine inanan birisi, nasıl baş kaldıracak sömürüye? Tabii konunun başka yönleri de var. İnsanlar bu toplumda sosyalist devrimin nasıl olacağını düşünemiyor, yakın gelecekte olabileceğine de ihtimal vermiyor. Olay budur.



İşçi sınıfının bir bölümünün sömürünün farkında olduğunu düşünüyorum. Çok büyük bir bölümü bunun farkında değil. Solda örgütlenmemesinin, sola oy vermemesinin ve sistemin devamından yana tavır almasının nedeni bence bu. Farkında olmadığı için ayaklanmıyor. Sistemin değişmesinden yana bir tavır takınmıyor.

yura  |  Cvp:
Cevap: 5
20.04.2014- 19:53

bende işçi sınıfının bilinçli olduğunu düşünmüyorum. gerici partiler tarafından yönetiliyor olmamızın nedeni bence bu. halkımız bilinçli olsaydı AKP yüzde 45 oy alabilirmiydi.

yorum2006  |  Cvp:
Cevap: 6
21.04.2014- 05:47

Alıntı Çizelgesi: yura yazmış

bende işçi sınıfının bilinçli olduğunu düşünmüyorum. gerici partiler tarafından yönetiliyor olmamızın nedeni bence bu. halkımız bilinçli olsaydı AKP yüzde 45 oy alabilirmiydi.



Konuya dünya geneli olarak bakmak daha uygun olur. Ben yukarıda yazdıklarımı dünya geneli için yazdım. Tabii söylediklerim büyük ölçüde Türkiye için de geçerli.

Sizin yazdıklarınızda da gerçeklik payı var. Türkiye'de bilinçsizlik ve bilgisizlik önem taşıyor, tamam. Peki genel siyasi eğilimler, Amerika, Almanya, Fransa, İtalya v.b. ülkelerde farklı mı? Eski sosyalist ülkelere ne demeli? Orada hala nüfusun çoğunluğu sosyalist dönemde okullara gitmiş, sosyalist dönemde yetişmiş insanlar. Okullarda tarih diye tarihsel materyalizmi, Marx'ı, Lenin'i okumuş, politik ekonomiyi okullarda öğrenmiş kuşaklar. Orada ne oluyor? Güney Amerika'da, Güneydoğu Asya'da yükselen devrim ateşine ne oldu?

Türkiye ve tüm geri kalmış ülkeler bakımından şunu da eklemek gerekli diye düşünüyorum. Bu ülkelerde sınıf değiştirme hala olanaklı. Bu da yoksul halka bir model, kişisel bir kurtuluş olarak sunuluyor. Yoksullar kente geliyor, varoşlara yerleşiyor, içlerinden bazı açıkgöz gençler siyasete giriyor. Yerel yönetimlere geliyor, merkezi iktidara geliyor. Çalıyor, çırpıyor, Karun gibi zengin oluyor. Bazıları ülke çapında zengin değil, dünya çapında zengin. Onun kadar olamayanlar da yine siyasette ve bürokraside yer alıp yaşamını kurtarıyor. İşin kötü yanı bu hırsızlar yoksul gençlere model oluyor. Bununla da mücadele etmek gerekiyor. Hem bu hırsızlıkla zengin olanların nüfusun % 3-5'ini geçmediğini, geçemeyeceğini anlatmak, hem de halka kötü örnek olan bu hırsızlarla mücadele etmek gerekiyor.

dayanışma  |  Cvp:
Cevap: 7
21.04.2014- 08:30

Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

Alıntı Çizelgesi: yura yazmış

bende işçi sınıfının bilinçli olduğunu düşünmüyorum. gerici partiler tarafından yönetiliyor olmamızın nedeni bence bu. halkımız bilinçli olsaydı AKP yüzde 45 oy alabilirmiydi.



Konuya dünya geneli olarak bakmak daha uygun olur. Ben yukarıda yazdıklarımı dünya geneli için yazdım. Tabii söylediklerim büyük ölçüde Türkiye için de geçerli.

Sizin yazdıklarınızda da gerçeklik payı var. Türkiye'de bilinçsizlik ve bilgisizlik önem taşıyor, tamam. Peki genel siyasi eğilimler, Amerika, Almanya, Fransa, İtalya v.b. ülkelerde farklı mı? Eski sosyalist ülkelere ne demeli? Orada hala nüfusun çoğunluğu sosyalist dönemde okullara gitmiş, sosyalist dönemde yetişmiş insanlar. Okullarda tarih diye tarihsel materyalizmi, Marx'ı, Lenin'i okumuş, politik ekonomiyi okullarda öğrenmiş kuşaklar. Orada ne oluyor? Güney Amerika'da, Güneydoğu Asya'da yükselen devrim ateşine ne oldu?

Türkiye ve tüm geri kalmış ülkeler bakımından şunu da eklemek gerekli diye düşünüyorum. Bu ülkelerde sınıf değiştirme hala olanaklı. Bu da yoksul halka bir model, kişisel bir kurtuluş olarak sunuluyor. Yoksullar kente geliyor, varoşlara yerleşiyor, içlerinden bazı açıkgöz gençler siyasete giriyor. Yerel yönetimlere geliyor, merkezi iktidara geliyor. Çalıyor, çırpıyor, Karun gibi zengin oluyor. Bazıları ülke çapında zengin değil, dünya çapında zengin. Onun kadar olamayanlar da yine siyasette ve bürokraside yer alıp yaşamını kurtarıyor. İşin kötü yanı bu hırsızlar yoksul gençlere model oluyor. Bununla da mücadele etmek gerekiyor. Hem bu hırsızlıkla zengin olanların nüfusun % 3-5'ini geçmediğini, geçemeyeceğini anlatmak, hem de halka kötü örnek olan bu hırsızlarla mücadele etmek gerekiyor.



Sayın yorum bir önceki mesajınızda neden işçilerin bilinçli olduğunu yazdınız anlamadım. Sömürüye karşı çıkmayışlarının nedeni de zaten bu bilinçsizlik değil mi? Sadece Türkiye'ye özgü de değil. Az çok farklarla bütün dünyada aynı.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 8
22.04.2014- 02:17

Alıntı Çizelgesi: melnur yazmış

Alıntı Çizelgesi: umut yazmış

Alıntı Çizelgesi: ilkay yazmış


Burada sorun kapitalist modernite sonrası tahayyülde başlıyor. Marx, kapitalizm ile tarih sahnesine çıkan proletaryanın yine kapitalizme son verecek yegâne güç olduğunu vurguluyor çünkü “Her şey karşıtına gebedir ve karşıt olan yeni düzenin de ebesidir.” Öncülleri olan toplumsal aşamalar gibi tarih sahnesinde ileriye doğru bir hamle olan liberalizm, yine eski köhne sistemler gibi ilericiliğini kaybedip tarih sahnesinde kaybetmeye mahkûm olacak ve bu yenilgiyi ona: insanlığın yeni, adil, paylaşımcı düzeni sosyalizmi tattıracaktır. Çünkü Marx’ın da dediği gibi: “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.”





Kapitalizmin ortaya çıkışını 250 yıl öncesine dayandıracaksak, böylesi bir zaman işçi sınıfının iktidarı alması için erken olduğu kanaatine mi varacağız? Tarihsel ilerlemeye göre kapitalizmin de sömürülen sınıf olan işçi sınıfı tarafından devrilmesi gerekiyordu? Bu konu bence önemli. İşçi sınıfı neden sömürüldüğünün farkına varamıyor?



Çok doğru bir soru, doğru bir bakış açısı aslında. Soruyu şöyle de genişletmek mümkün: Marks Avrupa'da devrimin yakın olduğunu ve Avrupa devletlerinin herhangi birinde gerçekleşmesi durumunda zincirleme Avrupa'ya kaplıyacağını düşünüyordu. Manifesto'nun giriş cümlesi de bunu anlatır. Ama olmadı. Avrupa'da Paris komünü sayılmazsa sosyalist bir devrim gerçekleşmedi. Komünden sonra ise devrim doğuya kaydı. Soruyu bu bağlamda ele alabiliriz: 1600'lerin ortasından itibaren kapitakizmin ortaya çıktığını göz önüne aldığımızda 350 yıl gibi bir süreç geçmiş ve kapitalizmin yol aldığı herhangi bir ülkede sosyalist bir devrim gerçekleşmemiş. Olguya sadece dışsal yaklaşıldığında da olabileceğine ilişkin   işaret olmadığı da iddia edilebilir. O zaman, Marks yanılmış olabilir mi? Bunu iddia edebilir miyiz? Sn.umut'un sorusuna bağlayacaksak, proletarya ''neden sömürüldüğünün farkına varamıyor?'' ''Artık zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri var'' yüzeyselliğine mi sarılacağız?




Emperyalizmle en yüksek aşamasına varan kapitalizm bir gün yıkılacaktır. Bu yüzden emperyalizm için ''çürüyen kapitalizm'' der Lenin. Bu ifadelerden hiç bir şekilde kapitalizmin kendiliğinden yıkılacağı ve daha güzel bir dünyanın da yine kendiliğinden oluşacağı anlamı çıkarılmamalıdır. Kapitalizmi tarihin çöp sepetine gönderecek olan ''bilinçli proletaryanın eylemselliği'' olacaktır. ''bilinçli proleter irade'' olmadan ne emperyalizm geriletilebilir, ne kapitalizm yıkılabilir ve ne de daha güzel bir dünyanın ön koşulu olan siyasal devrim gerçekleştirilebilir.

Burada iki temel vurgu var. Birincisi bilinçli proletarya, ikincisi ise onun iradi müdahalesi.

Bilinçli proletarya sınıflı bir topumda işçi sınıfının yığınsal olarak sosyalist bilinci edinmesi anlamına gelmemektedir. Çünkü sınıflı bir toplumda işçi sınıfı hiç bir şekilde ve yığınsal olarak sosyalist bilinç edinemez ve kendi sınıfının tarihsel çıkarlarının farkına varamaz. İşçi sınıfı ve emekçi halk kapitalizmde egemen sınıfın ideolojisinin basıncı altındadır ve bu ideoloji tarafından biçimlenmektedir. Aileden ve okuldan başlayarak egemen sınıf sahip olduğu bütün kitle iletişim araçları tarafından kendi sınıfsal çıkarını emekçi halk ve işçi sınıfına dayatır. Medyasıyla, kültürüyle, sanatıyla, yasalarıyla, diniyle vb. bunu gerçekleştirir. 21. yüzyılın tüm iletişim araçlarıyla bireyi bu anlamda şekillendirir ve kendi sınıfsal çıkarına uyumlu bir hale getirir. Bu koşullar altında işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sömürünün, sınıfsal ve tarihsel çıkarlarının farkına varabilmesi mümkün değildir. Kitlelerin genel anlamda sistemle ''barışık'' yaşamalarının nedeni de budur. (Bu durum, kitlelerden soyutlanmış bir siyasal mücadele yapılacağı anlamına da gelmiyor.) Kapitalizmin yol aldığı ve temel sınıfların ortaya çıktığı koşullarla, Marks döneminin koşulları arasındaki en önemli farklardan biri budur. Dolayısıyla Marks'ın öngörüsünün ''tutmayışı'', koşullar arasındaki farktan kaynaklanmaktadır ve Marks kendi döneminin nesnelliğine uygun bir çözümleme yapmıştır.

Sınıflı toplumda işçi sınıfının kendiliğinden edinemeyeceği bilinci parti temsil eder. Parti sınıfın aklıdır. Siyasal devrim güçlü bir (öncü) parti olmadan gerçekleşmez, gerçekleşmeyecektir. Güçlü bir (öncü) parti hem devrimci kadrolarıyla ve hem de kitleleri mobilize etme gücüyle güçlüdür. Sosyalistlerin öncelikli sorumluluğu da bu olmalıdır. Parti yığınsal olarak tarihsel bilincini edinemeyecek olan kitlelere ''dışardan bilinç'' taşır. ''Dışardan bilinç'' partinin yakın çevresine ( sempatizanlarına) vereceği kuramsal derslerin yanında çok daha önemlisi, geniş kitleleri siyasete taşıyarak yerine getirir.

Şu açıdan önemli bunlar: Kapitalizm kendiliğinden yıkılmıyor, yıkılması için işçi sınıfının iradi müdahalesine ihtiyaç gösteriyor, işçi sınıfı da kendiliğinden ve yığınsal olarak tarihsel bilincine sahip olamıyorsa, üstüne üstlük gelişmiş kapitalist ülkelerde nispi bir refaha da sahip olmuşsa, proletaryanın siyasal devrim perspektifine sahip olabilmesi de zorlaşıyor, ve dolayısıyla bu konuda iradi bir çaba göstermesi de kolay olmuyor.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]