Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Kıyamete karşı kıyam etmek - Melih Pekdemir


Soru: Türkiye nereye? Cevap tastamam şöyle: Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…
Kıyamete gitmemek için ne lazım? Kıyam etmek lazım. Kıyam etmek, ayağa kalkmaktır, isyan etmektir, zulme, baskıya isyan…

Evet, Gezi isyanını sürdürmektir aslolan… 1 Mayıs’ta yapılan da işte buydu zaten… Polis’in “direnişi” de bu yüzden değil miydi? Zalimin Rejimi artık Polis Devleti demekse, yaptıkları da topluma polisiye bir dizi izletmek. Tam bir aksiyon ve gerilim dizisi. Entrikalar, tapeler, dinlemeler, katakulliler ve sonuçta “maktul” bir demokrasi. Peki, katil kim?
Katil hep uşaktır! Sahi diktatörlük, efendilik taslayan, ama küresel sermayeye uşak olan kimdir? Yüzde 43 cevabı bilmeyebilir ama BirGün okuru pek iyi bilir…

Neyse… Pazar günü gazetelerde ZŞ’nin (Zalim Şahıs) adım adım köşke yürüdüğü yazmaktaydı. Gerçi tevatürler muhtelif… Her gazetede farklı bir senaryo var. Ama sonuçta AKP’nin 3 dönem kuralına devam kararı ZŞ’nin cumhurbaşkanı adayı olacağı anlamına geliyormuş. Yani önce “cumhurbaşbakanı” olacakmış, muradı 2015 yılına kadar fiili başkanlık, sonra da tam başkanlıkmış. Mış mış.

Gezi patlamasından önce de bu gidişata kesin gözüyle bakılıyordu, ne oldu? Hatta Kürt çözümü bile bu denkleme oturtulmuş al sana eyalet ver bana başkanlık savaşına başlanmıştı. Ne oldu? Tek başına Gezi isyanı bile o zalim cengâveri perişan etti.

Şimdi 30 Mart sonrası o hevesi kursağından ağzına gelmiş, yeniden dillenmiş. Miş miş. Hadi bakalım. Yine de bu memlekette “olurdu olmazdı” diye kimseyle bahse tutuşmam. Neden mi?

Bir hatırlayalım, 2002 seçimlerinde AKP yüzde kaç oyla “ezici çoğunluk partisi” haline gelmişti? Yüzde 34,28 (aslında seçime katılım dikkate alındığında yüzde 25) seçmen oyuyla Meclis’in tam yüzde 65’ine hâkim oluvermişti. Üstelik seçim sistemi yüzünden seçmenlerin yarısına yakınının (yüzde 45) oyları Meclis’te temsil edilmiyordu.

Bir alamete o sıralar binilmişti ve yıllardır kıyamete doğru dıgıdık dıgıdık gidilmekteydi. Muhafazakârlar diyarında toplum ahlaksızlaştırıldıkça AKP güçlendi. Müslüman topluma, Hıristiyan tarzıyla “günah çıkartma” öğretildi: “Varsın çalsınlar ben çorbama bakarım abi!” Ama muhafazakârlarımız asla tövbekâr olamadı. Başımıza taş yağmadı, AKP’ye oy yağdı. Zulüm ve sömürü yoğunlaştı.

“Kendisini muhafazakâr addedenler acaba nelere önem veriyor?” sorusu 12 yıl boyunca anketlerde soruldu durdu. Çünkü bunlar lafa gelince “manevi değerleri” öne çıkarıyorlar, her şeyden önce Allah korkusuyla sıkı kurallara bağlı yaşadıklarını iddia ediyorlardı. Yani? Kimsenin canını incitmeyeceksin. Haramdan uzak duracaksın. İftira atmayacaksın. Zinhar zina etmeyeceksin. Hırsızlık, sahtekârlık yapmayacaksın.

Ne var ki daha yolun yarısındayken, 2006 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı bir raporda “müstehcen” suçların yüzde 300 arttığı yer alıyordu. Darp ve tehdit suçları da müthiş çoğalmaktaydı. Hadi bal tutan parmağını yaladı, devlet ihalelerini tokiledi, bankaları, medyayı devlet yardımıyla gasp etti, vakıflarına haraç topladı; ama sıradan insanların işlediği mali suçlar, karşılıksız çek, dolandırıcılık yoluyla “haram yemek” de yaygınlaştı. Ve bu muhafazakâr seçmen ve iktidar diyarında Google tarafından yapılan açıklamalarda çocuk pornosu arayanlar listesinde Türkiye birinci sıradan hiç inmedi. 12 yıllık kıyamet yürüyüşünde cinsel taciz, tecavüz gibi cinsel suçlar yüzde 100’e yakın oranda artış göstermekteydi. Kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. Çocuklara tecavüz, offf…

Dört bir yanımızda lafta muhafazakâr olduğunu söyleyen sapıkların, dolandırıcıların, sahtekârların sayısı giderek artıyor. Belki tek umudumuz şudur: Bu memlekete şeriat yerine “komünizm gelecekse” işte bu muhafazakâr çürüme sayesinde gelecek. “Âmin!”

Cumhurbaşkanı kim olmalıymış? Bu tartışma 7 yıl önce de yapılmış ve önce ZŞ münasip görülmüş sonra “Abdullah Bey kardeşi” aday olmuştu. Şimdi yine papatya falı açtırıyorlar. “Olacak, olmayacak.” Olsa ne olur, olmasa ne olur! Olsa da direneceği olmasa da direneceğiz.

İşte “engelledik” diye böbürlendikleri son 1 Mayıs bile bu direncin sürdüğünü gösterdi. Evet, “Meydan” boş kaldı ama “meydan okuma” devam etti, sokaklar doldu. Öyleyse, sokağın dolu tarafına bakmak lazım! Ve onların bomboş meydanına…

L. Doğan Tılıç da öyle yapmış: “Taksim değil, ama bomboş haliyle Yenikapı Meydanı iktidarın gücünün görüldüğü yer oldu!” demiş.

Yani? Kıyameti önlemenin tek çaresi dopdolu sokaklarda kıyam etmek...

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]