Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

‘Antalya Olayı’ vesilesiyle laikliği yeniden düşünmek – Ferda Koç

“Antalya Olayı”, İslam Devleti’nin Türkiye sınırlarına dayandığı, kamusal yaşamın “ulemaya sorularak” düzenlenmesini isteyen Erdoğan’ın Cumhurbaşbakanı olduğu günlerde Türkiye sosyalist hareketinin laiklik konusundaki iç tartışmasının gerçek hayatla bağlarının ne denli zayıf olduğunu bir kere daha gösterdi.

Halkevleri’nin Antalya Belediyesi’nin “kadınlara mahsus plaj” uygulamasına yönelik tepkisi, Oral Çalışlar’dan Binnaz Toprak’a kadar bir dizi “sol” görünümlü liberal aydının küçümsemesiyle karşılandı. Çalışlar, Halkevcilerin (ve esas olarak da Halkevci kadınların) kadınlar plajına karşı tepkisini “laikçi muhafazakarlık” olarak nitelendirdi. Çalışlar’a göre kadınlar plajı, örtülü kadınların modern yaşamla kaynaşması yönündeki bir toplumsal ilerlemeyi temsil ediyordu. Toprak, “kendi gençliğinde Bostancı’da kadınlar plajı olduğunu söyleyerek gösterilen tepkiyi anlayamadığını, erkeklerle bir arada denize girmekten çekinen kadınlar için ayrı plajların oluşturulabileceğini”   söyledi. Bugüne kadar laiklik tartışmasını “Kemalist Cumhuriyetçilik” ve “İfade Özgürlüğü” bağlamında tartışan ve “özgürlükçü laiklik” denilen devekuşuna binen sosyalistler tartışmanın dışında kalmayı yeğlediler.

“Antalya Olayı”, İslam Devleti’nin (İD) Türkiye sınırlarına dayandığı, kamusal yaşamın “ulemaya sorularak” düzenlenmesini isteyen Erdoğan’ın Cumhurbaşbakanı olduğu günlerde Türkiye sosyalist hareketinin laiklik konusundaki iç tartışmasının gerçek hayatla bağlarının ne denli zayıf olduğunu bir kere daha gösterdi.

İçinde bulunduğumuz politik momentte Türkiye sosyalist hareketinin laiklik sorununu yeniden tartışmaya ihtiyacı var. Haziran İsyanı bağlamında yaşanmakta olan siyasal toplumsal dönüşüm bir yandan, Ortadoğu coğrafyasında başgösteren yeni şeriatçı-cihatçı dalga diğer yandan Türkiye sosyalist hareketinin laiklik konusundaki siyasi tutumunu gözden geçirmesini gerektiriyor.

Türkiye Sosyalist Hareketi de Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi de bugüne kadar Türkiye’deki laiklik sorununu, “Kemalist Cumhuriyetçilik” ile “Siyasi İslam” arasındaki siyasal toplumsal çatışmaya “kendi bulundukları yerden” bakarak tartıştılar. Siyasi İslam’ın “toplumsallaşması” sürecinde devlet iktidarıyla girdiği çatışmanın devlet tarafında özgürlük düşmanlığıyla damgalı 12 Eylül’cülerin “faşist Kemalizm”inin bulunması, sosyalistlerin bu çatışma karşısındaki tutumunda belirsizlik yarattı. 1985′ten bugüne Sosyalistler 12 Eylül Anayasası’yla “sivilleştirilen” faşizme karşı özgürlük ve demokrasi için mücadeleyi ön plana almışlardı. Siyasi İslam “sivilleştirilen faşizmin” devlet iktidarıyla girdiği siyasi toplumsal çatışmayı ifade özgürlüğü bağlamına oturtmayı başararak Sosyalistleri tereddüde düşürdü. “Kırk katır mı kırk satır mı” ikileminde kalan sosyalistler, “din ve vicdan özgürlüğü” ile “ifade özgürlüğü” arasındaki ilişkiyi belirsizleştiren “özgürlükçü laiklik” kavramına sarılarak topu taca attılar. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ise Siyasi İslam’ın Kemalist Cumhuriyetçilikle sorununu “Kemalizm karşıtlığı” ve “kimlik sorunu” bağlamında ele alarak bir başka yoldan “Özgürlükçü Laiklik” kavramına ulaştı.

Liberalizmin etkisi altında oluşturulan “Özgürlükçü Laiklik” kavramının özlü bir tanımı son olarak Selahattin Demirtaş’ın Yeni Yaşam Bildirgesi’nde yapıldı. Demirtaş, “Din ve vicdan özgürlüğünü içselleştirmiş, dini devletin tekelinden kurtaracak ve siyasetin aracı olmaktan çıkaracak, dini inancı olan veya olmayan herkesin eşit yurttaşlık temelinde istediği gibi yaşayabilmesine imkan veren özgürlükçü laiklik geliştirilmelidir” diyordu.

Özgürlükçü Laikliğin bu ve buna benzer tanımları, “akademik” olarak son derece dengeli, dikkatli ve doğru gibi görünse de Türkiye’de toplumsal yaşamın dinselleştirilmesine bağlı olarak genelleşen muhafazakarlığa karşı etkili bir baraj oluşturmak için elverişli bir temel sunmadığı ortada. Çünkü bu tanım laikliği bir “din ve vicdan özgürlüğü” sorunu olarak sunmakta, devletin dini inancın toplumsal uygulaması karşısındaki denetleyici rolünü bir “sorun” olarak görmektedir. Oysa gerek AKP iktidarının, gerekse de IŞİD tehdidinde somutlaşan şeriatçı dalganın tehdidi altındaki toplumsal kesimler için “Laiklik” ilkesinin yakıcı anlamı, “dinci hareketlerin tehdidinden koruyan bir kamusal kalkan”ın oluşturulmasıdır.

“Antalya Olayı”, ikili bir “kapatma” hareketi, kadınlara ve halkın haklarına yönelik ikili bir tehdittir: Antalya Olayı, “din ve vicdan özgürlüğü”yle sarılmış bir “kadın kapatma” hareketi olarak kadınları tehdit etmektedir. Ve Antalya Olayı, her bir santimetrekaresi bu ülkede yaşayan kadın erkek herkesin hakkı olan sahilleri belirli bir inançtan erkeklerin (ve onlar üzerinden rant sağlayan sermayenin) “kapatması” haline getirerek halkın haklarını tehdit etmektedir. Bu ikili karakteriyle Antalya Olayı bir “neoliberal siyasal İslam” olayıdır.

Antalya Olayı aynı zamanda, Sosyalistlerin laiklik tartışmasında “laikliği” kimin ve neyin savunma silahı haline getirmeleri gerektiği konusuna odaklanmalarını vurgulayan somut bir ilerici halk direnişi örneği olarak kavranmalıdır.

yorum2006  |  Cvp:
Cevap: 1
29.08.2014- 14:18

Oral Çalışlar gibi dönmeler veya Selahattin Demirtaş gibi avam avcıları halk kitleleri içinde hakim olan geri inanç ve alışkanlıklara karşı çıkmaya cesaret edemiyorlar tabii.   Kadının mayo ile erkeklerin bulunduğu ortamda denize girmemesini de özgürlük diye yutturmaya kalkıyorlar. Solcu olmak, ilerici olmak demek, her türlü gerilikle mücadele etmek demektir. Geri kalmış erkekler toplumu tarafından kadına dayatılan giyim standartları da buna dahildir. Aman kadınlar plajını filan boşver, buna karşı çıkmayalım, biz dümenimize bakalım havasındalar.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]