Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

İkinci Cumhuriyet Tezleri- Kurtuluş Kılçer  

Tanımı itibariyle "tez"lerin ucu açıktır, kesinleşmiş ya da ortaklaşılmış düşünce ve görüşlerden ziyade üzerinde tartışılması gereken başlıklar akla gelmeli. Bu yüzden, bu yazıda da ele alınan görüş ve düşünceler, üzerinde tartışılması, konuşulması ve değerlendirilmesi amacıyla kaleme alınan tezler olarak okunmalı.

Türkiye tarihinin son 12 yılına damga vuran siyasi süreci ve değişimleri gözönüne getirdiğimizde sermaye düzeninde dünden bugüne bir süreklilik görürüz. Örneğin, sermaye sınıfının çıkar ve "hakları"nın korunmasında kuruluştan bugüne ya da başka bir ifade ile 1980 öncesi ya da Özal dönemi ile bugünün AKP'si arasında çok fark bulamazsınız. Fark olsa olsa hangi grubun ya da hangi sektörün öne çıktığı gibi bir ayrımdır ancak bunun da topyekün sermaye sınıfı dışında bir karşılığa denk gelmediği açıktır. Bu sürekliliğe vurgu yapmak, ülkemizdeki iktidarın niteliği ve sınıfsal yapısını göstermesi açısından önemli ancak AKP'yi tanımlamak ve anlamak açısından ise yetersiz kalır.

12 yıl önce iktidara gelen AKP ile birlikte protestolar, tutuklamalar, operasyonlar gibi düzen içi gerilimlerin eksik olmadığı bir dönüşüm süreci yaşıyoruz. AKP'nin diğer burjuva öznelerinden farkı ne sorusu, süreklilik tanımı ile verildiğinde değersizleşir, bu 12 yıllık süreçte toplumsal ve siyasal ölçekte yaşananları çok küçültür. Ancak durum böyle değildir ve tersine AKP'nin iktidar olmasıyla birlikte ülkemizde ciddi bir dönüşüm gerçekleşmektedir. Bu açıdan AKP'yi başka bir yere koymak, bu iktidarı burjuva iktidarlar içinde özel bir yere koymakta beis görmeden işe başlamak lazım. Örneğin devletin Çankaya'dan "Ak"Saray'a taşınması sembolik olduğu kadar bu gerçekliğin bizzatihi sonucu ve simgesidir.

Ülkemizde AKP ile birlikte sermaye sınıfının korunup kollandığı, kapitalizme ve emperyalizme bağımlı ancak 1923 yılında kurulan cumhuriyetin temel taşlarını attığı rejimden farklı hatta karşıt bir durumla karşı karşıyayız. Bizim İkinci Cumhuriyet diye kodladığımız ancak bazı dostlarımızın bu noktada hala mütereddit yaklaşımlara sahip olduğu bu gerçekliğin altını çizerek devam edelim.

Tekrarlara düşmekten çekinmeden...

1. AKP iktidarı, kapitalizmde sürekliliği, ancak 1923 yılında kurulan cumhuriyetten kopuşu ifade eder. Yeni bir rejim inşa edilmektedir.

2. 12 Eylül askeri cuntası sola karşı yapılmış, bunun için ülkenin sağa kaydırıldığı, gerici ve milliyetçi güçlerin devlet tarafından desteklendiği bir devlet politikasının sonucudur AKP dönemi. 1997-1998 yıllarından dinci Refah Partisi'nin iktidarına yönelik 28 Şubat süreci olarak bilinen ve Asker Partisi'nin öne çıktığı politika değişikliği bir "restorasyon" girişimiydi. Bu restorasyon başarısız olmuş, bu başarısızlık Birinci Cumhuriyet devletinin "çözülmesi"ni getirmiştir. Bu çözülme dağılma biçiminde değil, boşluğun çok hızlı doldurulmasıyla tamamlanmıştır.

3. 2002 yılında AKP'nin iktidar olması emperyalizmin yeni yönelimiyle uyumlu bir durumdu. Bunun iç politikadaki yansıması başta liberaller tarafından olmak üzere bu sürece verilen destektir. 2007 yılında yüksek bir oy oranıyla iktidar olan AKP ile karşı devrim süreci başlamış, 2010 yılındaki refarandumla bu karşı devrim sürecinde bir aşama daha kaydedilmiştir.

4. 12 Eylül askeri darbesi, AsParti'nin başını çektiği restorasyon süreci ile AKP karşı devrimi arasında bir bağ ve neden sonuç ilişkisi vardır. AKP, bu anlamıyla 12 Eylül'ün gayri-meşru çocuğudur.

5. AKP'nin karşı devrimci yönelimi görülmeden ve merkeze konmadan her türlü yaklaşım bu sürecin değerlendirilmesinde eksikli kalmıştır. Örneğin Kürt siyasi hareketinin ve sosyalist hareketin bir dizi unsuru ile liberaller düzenin asli sahibi olarak Kemalizmi merkeze oturtmuş, AKP iktidarını bu açıdan pozitif bir değişim olarak görmüşlerdir. 12 Eylül 2010 referandumunda evet ya da boykotçu tutum, Gezi sürecine Kürt siyasi hareketinin katılmaması, Ergenekon operasyonunu darbe karşıtlığı üzerinden desteklemek verilebilecek bir kaç örnek.

6. İkinci Cumhuriyet, bir değişim değil, gerici, emek düşmanı ve işbirlikçi bir rejim ve karşı devrim sürecinin adı olarak okunmalıdır.

7. Ancak İkinci Cumhuriyet, 12 yıllık bir tarihsel kesitte kuruluş sancılarını aşabilmiş, ideolojik bir bütünlük kurabilmiş ve toplumun bütününde meşruiyet sahibi olabilmeyi başarabilmiş değildir. Gerçek rakamlarla yüzde 40 gibi bir oy oranıyla iktidara gelen AKP'nin biçtiği elbiseye Türkiye'nin girmesi zordur. Başka bir deyişle bugün İkinci Cumhuriyet yerleşme ve oturma sorunu yaşamaktadır.

8. Bu sorun, iç ve dış dinamiklerin etkisi ve bağlamı ekseninde çözülmeye çalışılmaktadır. Bu çözüm bu sefer İkinci Cumhuriyet'in "restorasyonu" olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün İkinci Cumhuriyet, bir yeniden yapılanma süreci yaşamakta, dünden bugüne taşınan ittifaklar ve politikalar yeniden karılmaktadır.

9. Bu restorasyon ihtiyacı öznel bir tercihten ziyade Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları, dış politikadaki başarısızlık, Kürt sorununun nereye bağlanacağı, emperyalizmin genel yönelimleriyle bozulan korelasyon ve iktidar bloğu arasında ilişki ve sorunlarda aranmalıdır. Örneğin Suriye politikasında AKP'nin başarısızlığı ile Irak'ta bir Kürt devletinin oluşumu gerçeği karşısında Türkiye'nin Kürt sorununda alacağı tutum keyfi değildir. Bunun emperyalizmin yönelimleri ya da emperyalist bloklar arasındaki ilişki ve çatışmalarla bağı vardır. AKP iktidarındaki Türkiye bir yandan bu boşluklara oynamakta aynı zamanda Kürt sorununda bir adım atmak zorundadır.

10. İkinci Cumhuriyet'te restorasyon ihtiyacı iki yönlüdür. Birincisi AKP'nin kendi iktidarını sürdürme amacıyla atacağı adımlarla ilgilidir. Bu açıdan öznesi AKP olan, geleneksel devlet aygıtı ile yan yana düşen, belki de kurucu bir devlet partisi olma hedefiyle sürdürülen bir politikanın anlaşılması olarak değerlendirilmelidir. Yeni anayasa ve başkanlık tartışmalarının zemini burasıdır.

11. Restorasyonun ikinci yönü ise dünya kapitalizminin ihtiyaçları ile emperyalizmin çıkarları ekseninde belirlenen ve aynı zamanda Türkiye'nin iç dinamikleri ile çakışan bir sürecin olası gelişmeleridir. Bu, tek parti ve merkezileşmiş ve hatta kişiselleşmiş bir devlet yönetimi ile gericileşmenin kol kola gittiği bir ülkenin kapasite sorunu ile ilgilidir ve objektif bir durumdur.

12. Bu açıdan nasıl geçmişte AKP'yi karşı devrimci bir misyon ile anlamak gerektiyse bugün de restorasyon ihtiyacını merkeze koymadan ülkenin geleceğine dönük bir tasavvurda bulunmak zordur.

13. İkinci Cumhuriyet'ten geri dönüş bugünün burjuva aktörleri bağlamında mümkün değildir. CHP, İkinci Cumhuriyet partisi haline gelmiştir örneğin... Bu açıdan örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun ikinci cumhuriyetin temeli olmasını değiştirecek bir siyasal irade bugün yoktur. Bunun tek alternatifi soldur.

14. Bu restorasyonun nereye evrileceği, bir ittifaklar sorunu ve siyasal mücadele konusu olarak karşımızdadır. Bütün bu sürecin bileşke kuvveti ülkeyi bir yere taşıyacaktır. Düzen krizi ya da bir baskı dönemi gibi bütün almaşıklar masadadır.

15. Ne olursa olsun, bu süreç sola alan kapamamakta tersine toplumsal bir seçenek olma şansı vermektedir. Örneğin Birleşik Haziran Hareketi bu süreci iyi değerlendirmeli, solun makus talihini yenecek bir buz kıran olarak önemli bir misyon üstlenmelidir.

16. Burjuva ideoloji ve siyasetinde yeni koordinasyon noktaları ortaya çıkmıştır. Örneğin devletin resmi ve soğuk raflardaki Kemalizm ideolojisi sokağa inmiş bir muhalefet hareketi haline gelebilmiştir. Gençlik içinde bu açıdan 1960 dönemine benzer bir etkileşim vardır. Aynı şekilde islamcılığın bir iktidar ideolojisi haline gelmesi de not edilmelidir.

17. İkinci cumhuriyet diye kodlanan gerici,emek düşmanı ve işbirlikçi bir rejimin fetret süreci devam edecektir, kesin sonuçlarına vardırılması çok beklenmemelidir.

18. Kürt siyasi hareketinin bu süreçteki, doğru, haklı ya da yanlış kavramlarıyla değil bir gerçeklik olarak görülmelidir. Ancak belirleyici olan öznel tutumlardan ziyade nesnel gelişmeler olacaktır. Burada karşı devrim sürecinin karşısında olup olmadığı, emekçilerin kurtuluşuna hizmet edip etmediği temel nirengi noktası olmalıdır.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
21.12.2014- 17:28

Gericiliğe karşı mücadelenin halkta da karşılığını bulduğu, Haziran ayaklanmasının bu yüzden meydana geldiğini rahatça söyleyebiliriz. Öncesinde de benzer düşünceler vardı, ama özellikle Haziran ayaklanmasından sonra sosyalistlerin BHH türü bir örgütlenme arayışına geçmesiyle birlikte, bir kısım sözde solcularda tepkiler ortaya çıkmaya başladı. Yok, BHH kürt hareketini bölmek için ortaya atılmışmış, yok ''sosyal şovenler'' yine CHP'nin kuyruğuna takılıyormuş, yok laiklik de neymiş ve benzeri bir yığın ''eleştiriler''!

''Kuyrukçuluğun doğal sonucu'' deyip geçmek mümkün. Toplumsal yaşamda, sosyalist solda hiç bir karşılığı bulunmayan, Türkiye toplumunun sorununu sadece kürt sorunu olarak gören ve bu yüzden   hayata kürt ulusalcılığının perspektifinden bakmaktan öte bir becerisi olmayanların sayıklamaları olarak görüp önemsememek de mümkün. Ama bir konunun altı çizilmeli!

AKP Ergenekon davalarıyla birlikte müthiş bir illüzyon yarattı. Toplum üzerinde ülkeyi demokratikleştireceği ve askeri vesayeti kaldıracağı yanılsamasını yarattı. Sosyalist solun başta TKP olmak üzere küçük bir azınlığı dışındakileri de yaratılan bu illüzyona katabilme becerisi gösterdi. O günlerden bu günlere kendisinin bile beklemediği şekilde bir hayli yol aldı. Devlette işi biten kadroları ile birlikte kendi gerici anlayışına karşı çıkabileceğini düşündüğü bütün kadroları devletten tasfiye etti, pek çoğunu zindanlara tıktı. Devletin tüm kurumlarını kendisine bağladı. Burjuva demokrasisininin üç egemenlik erkini doğrudan kendisine bağladı. Bir anlamda devletin partisiyken, kendi devletini yaratan-kuran bir parti haline geldi. Bu şekilde muktedir hale gelince de, sinci faşizmi adım adım uygulamaya soktu. Sözde solculara cahilce ''laiklik de neymiş?' dedirten bir anlayışı hem devlete ve hem de topluma dayattıkça dayattı. Sadece bu bile,-laikliğin ortadan kaldırılmaya çalışılması bile- solcuları ayağa kaldırmaya yetmeliyken, bizim sözde solcularımızın ''laiklik de neymiş'' diyerek kılını kıbırtmaması cahilliğin ötesinde   anlaşılmaz bir gaflet, anlaşılmaz bir hıyanet!

AKP   sadece   laiklik karşıtlığı uygulamaları nedeniyle bile tepki görmeli, tepki gösteren kitlelerle birlikte olma, onlara öncülük etme onların mücadelelerini örgütleme çabasını önemli hale getirmeli. Uzun uzadıya siyasal-ideolojik çözümlemelere gerek de yok. Sadece laiklik anlayışı, eğitimin dinselleştirilmesi yolunda attığı adımlar bile solu gerçekten ayağa kaldırmalı. ( Solun her rengi bu konuda gereken tepkiyi de ortaya koyuyor, bu konuda bir problem yok) Ama bu solcu geçinen cahil cühela takımı laikliğin sol için ne kadar önemli olduğunun bilincinde de değil. Laiklik olmadan, bilimin olmayacağı, bilimin olmadığı yerde hurafelerin egemenlik kuracağı, hurafelerin egemenlik kurduğu bir ülkede hem   burjuva ideolojisinin geniş kitlelere daha etkin bir biçimde dayatılabileceği ve hem de bilimin ve bilimsel anlayışın toplum tabanında önemsizleştirilmesi kaynaklı olarak sosyalist ideolojinin işçi sınıfı ve emekçi halka ulaşmasının hiç bir şekilde mümkün olamaz bir hale geleceği unutuluyor, bilinmiyor-göz ardı ediliyor. Laiklik bir toplum için yaşamsal bir nitelik ise, sosyalistler için çok daha fazla yaşamsal bir önem kazanıyor bu yüzden.

Bunu anlayamayan bir zihnin solcu olabilmesi mümkün değildir.

Ve böyle bir zihin elbette burjuva aydınlanmasının sosyalizm için ne anlama geldiğini anlayabilecek bir gelişmişliğe de sahip değil, demektir.

AKP bu ülkede kurmaya çalıştığı gerici faşist diktatörlüğünü laiklik karşıtlığı ve eğitimin dincileştirilmesi temelinde uygulamaya sokuyor. Erdoğan'ın daha önce açıkladığı gibi,''dindar ve kindar bir nesil'' uygulamaya sokularak bu ülkenin geleceğine dinci bir ipotek konuluyor. Ama gel gör, bizim sahte solcularımız, bilmeden, cahilce ''laiklğin ne önemi var?'' diyebiliyor!

( Hiç kuşkunuz olmasın, bu zihinlerin solda hiç bir yeri bulunmamaktadır. Sol bu değil. Onlar da bunu bildikleri için varlıklarını sadece kürt ulusal hareketinin gölgesinde kuyrukçuluk yaparak sürdürmeye çalışıyorlar. Dünyaya ve ülkeye kürt ulusalcılığının perspektifinden bakmalarının nedeni bu!)

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
21.12.2014- 17:42

AKP karşı devrimci bir partidir, bunun tartışılacak hiç bir yanı yok. 1908-1923 burjuva devrimlerinin tarihsel ilericiliğinin de tartışılacak hiç bir yanı yok. Kurtuluş savaşı kadrolarının kapitalizm yolunu seçmeleriyle birlikte tarihsel ilericilik süreç içinde adım adım yitirilmiştir. Kapitalizmde yol alındıkça gericilik egemen olmuş, egemen olan tarihsel ilericilikten yemiştir. Dolayısıyla karşı devrimciliği sadece AKP'yle sınırlamak da doğru değildir. Ne var ki, AKP'yle sınırlı olmaması AKP'nin hiç bir siyasi kadroya nasip olmayacak bir biçimde karşı devrimci olduğu gerçeğini değiştirmez. AKP karşı devrimciliği, bugüne kadar kerte kerte yontulan tarihsel ilericiliğe, cumhuriyetin kazanımlarına son noktayı koymuştur. Bugün sosyalist sol için sınıfsal mücadele AKP'ye merkeze alan bir biçime bürünmek zorundadır bu yüzden. AKP'yi eleştiri ve mücadele dışı bırakan bir anlayış, kendisini nasıl nitelerse nitelesin SOL olamaz. Kürt ulusal hareketi kendi siyasetinin doğruları yanlışları bir yana, ne yazık ki, böyle bir anlayış ortaya çıkarmıştır. Kendisini solcu, sosyalist, komünist, enternasyonalci sanan ve bizim tek bir kavramla kategorize ettiğimiz kuyrukçuluk gele gele bu gerici sol(!) anlayışı savunur hale de gelebilmiştir.

Kuyrukçuluğun sanaldaki hazin sonu deyip, geçelim!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
04.01.2019- 13:59

Özdemir İnce Cumhuriyet'te yazıyor;   daha önce de sanırım Aydınlık'taydı. Kendini sosyalist olarak tanımlıyor, ayrıca Kemalist olarak nitelendiriyor mu; tam bilmiyorum. Ama onun da yerleşik algıya göre bir ''sosyal şoven'', ''neo-faşist'' ve ''ulusalcı'' olduğu söylenebilir. Kürt hareketine sempatizanlık besleyenlerin baş tacı olan İdris Küçükömer'i eleştirmesi de onu ''Kürt halkının düşmanı'' kategorisine sokuyordur! İşte bu ''Kürt halkının düşmanı'' ve dahi ulusalcı, sosyal şoven ve neo-faşist Özdemir İnce'den bir Küçükömer değinisi ve '' İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri:''

''Sol kimliği altında, Cumhuriyete sağdan vuran; İslamcı ve milliyetçi sağa ve dolayısıyla karşıdevrime hizmet sunan iki “çelişmen = mütenâkız” vardır: Kemal Tahir ve İdris Küçükömer. Tahirizm 1960 ve 1970’lerde başta İsmail Cem olmak üzere birçok aydını etkiledi. Kemal Tahir ile İdris Küçükömer, Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) yanılsamasıyla Cumhuriyetin kuruluşuna ve devrimlerine karşı çıkmışlardı. Bu karşı çıkışın kaynağında şöyle bir safsata vardır: Mümkün olmasına karşın, Cumhuriyetin kurucuları sosyalizmi tercih etmemiştir. Dinciler de “Laiklik” ve “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” nedeniyle Cumhuriyet düşmanı oldular. Kemal Tahir ve Küçükömer müritleri, günümüzde İslamcı AKP’in peşine takılan liberal sol cemaatidir. Cumhuriyete birlikte kumpas kurdular.

Ben kendi hesabıma, Devlet Ana romanı vesilesiyle Kemal Tahir ile taa 1968 yılında hesaplaştım.*İdris Küçükömer’le hesaplaşma yazılarımı ise Google’da Hürriyet gazetesi arşivinde bulabilirsiniz. Cumhuriyetin dindar ve kindar düşmanı İslamcılıka karşı mücadelemiz devam etmekte.

***

Sözü Zülâl Kalkandelen’in 2017’de yayımlanan “İdris Küçükömer’in Tezleri- İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri - İkinci Grup’tan Yetmez ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası”** adlı kitabına getirmek istiyorum.

Zülâl Kalkandelen, Kemal Tahir’le akrabalığına değindiği İdris Küçükömer’in pamuktan tezlerini, arkasına Sina Akşın, Doğan Avcıoğlu, Şevket Süreya Aydemir, Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık, Korkut Boratav, Taner Timur, Emre Kongar ve M.A. Kılıçbay’ı alarak, bir hallaç gibi atıyor. İdris Küçükömer’in goygoycuları ise Mete Tuncay, Asaf Savaş Akat, Tahirî mezhebine mensup epigonlar ve “Türkiye’de sağ soldadır, sol sağda” sakızını çiğneyen her türlü sağcı ve solcu cemaat mensubu.

***

İdris Küçükömer’in temel tezleri: Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kurucuları antiemperyalist ve antikapitalist değildi; devrimler üstyapıda oldu, altyapıya dokunulmadı; devrimler halka rağmen, halka karşın yapıldı; dindarlara baskı yapıldı; laiklik konusunda halkın inancına saygı gösterilmedi (Sanki R.T. Erdoğan konuşuyor); bürokrasi tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi halkı sömürdü… Bu iddialar iftiradan başka bir şey değil. Aslında halk 1950’den itibaren, maddi ve manevi bakımdan, limon gibi sıkıldı.

***
İdris Küçükömer’le hiç karşılaşmadım. Ece Ayhan’ın onu göklere çıkarması ve kendisine benzetmesi, bence hiç de olumlu değil. SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) üyesi olmasına şaşırdığımı 22 Ocak 2005 tarihinde Hürriyet’te yazmıştım. Bu yazı vesilesiyle Anılar ve Düşünceler’i (Bağlam Yayınları) karıştırırken, Talat Aydemir’in askeri kanat lideri olduğu 22 Şubat 1962 darbesinin sivil kanat liderinin İdris Küçükömer olduğunu hatırladım (s.21). İlk makaleleri Akşam gazetesinde (14-17 Ekim 1968) yayımlanan Düzenin Yabancılaşması’nı bu olayın yarattığı travmanın ezikliği altında yazdığını düşündüm. İdris Küçükömer’i inceleyenler bu travma ve ezikliği mutlaka dikkate almalı.

***

Zülâl Kalkandelen’in kitabı çözümlemeler bağlamında kusursuz. Tanzimat’la başlayıp 1950’ye kadar süren çağdaşlaşma hareketini anlamakta yetersiz kalan İdris Küçükömer’in düşünsel idraksizliğini belgeleriyle kanıtlıyor. Ardından V. Bölüm’de, Cumhuriyet döneminin ulema sınıfını oluşturan sol liberallerin (Orhan Pamuk, Ahmet ve Mehmet Altan, Murat Belge, Nuray Mert, Oya Baydar, Ahmet İnsel. Ama Nilüfer Göle eksik.) ipliğini pazara çıkartıyor. Çok başarılı bir otopsi!

*Dost Dergisi, Nisan 1968, Sayı: 42; Ne Altın Ne Gümüş, Telos Yayıncılık (1997), Doğan Kitapçılık (2003)

**Kırmızı Kedi Yayınevi''

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1190388/_ikinci_Cumhuriyetciligin_Temelleri_.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
09.03.2019- 10:26

M.Çulhaoğlu bugünkü yazısının başlığını 'Solun düşünsel dinamikleri'' koymuş ve son dönemde, özellikle 1990 arası ile 2010 tarihleri arasında Türkiye'nin düşünsel yaşamına ''ikinci cumhuriyetçiler'' ile bunların karşısında yer alan ''birinci cumhuriyetçiler''in damga vurduğunu ve bu süreçte solun güncel duruma ve geleceğe ilişkin belli bir bütünlük taşıyan fikirler üretemediğini ileri sürüyor ve haklı olarak da bundan yakınıyor. Birinci ve ikinci cumhuriyetçiler konusunda kısa bir özetten sonra söylediği de şu:

''Sosyalist solun, her iki akıma karşı gelişkin bir düşünsel üretim gerçekleştirme ve ideolojik çekim merkezi oluşturma fırsatları varken, akımlardan birine ya da diğerine ileride Türkiye’yi kendisi için “hazır” hale getirecek misyon biçmesi olmuştur. İnsanların, kimi özel konular bağlamında (örneğin Kürt sorunu ya da laiklik) bir ya da öbür tarafa hissettikleri “göreli yakınlık” makul sınırlarını aşarak kendi başına “teorileştirilmiştir.”

Teori bu olunca da başka bir çabaya gerek duyulmamıştır.

Hadi, bunların hepsi (artık) aşıldı diyelim; bundan sonrası için ne söylenebilir?''


Çulhaoğlu'nu okurkem insanın aklına şöyle bir soru da gelmiyor değil. Çulhaoğlu ve daha bir yığın örgütlü sosyalist aydınlarımız, madem ki koşullar uygundu ve böyle bir gereksinim de vardı, neden bu boşluğu doldurmazlar; neden bu konularda bir adım atılmaz? Sürecin içindeyken bir ihtiyaç olduğu mu anlaşılmıyor, yoksa aradan belli bir zaman geçtikten sonra mı ''tüh be'' deniliyor?

Ya da M. Çulhaoğlu bu yazıyı yazdıktan sonra ''ipin ucunu bırakacak mı?'' Öyle ya, gerçekten ortada bir ip var mı o da bu soyut düzlemde pek anlaşılmıyor?

Devam ederiz, bu ikinci ve birinci cumhuriyetçiler ve sol üzerine epey şey söylenebilir. Solun o dönemdeki siyasi konumlanışının nasıl olması gerektiği üzerine kafa da yorulabilir. Bence öncelikle yapılması gereken bu değil mi? ''Çatışma birinci ve ikinci cumhuriyetçiler arasındaydı, sol bu konuya fazla müdahil oldu, aslında yapması gereken kendi işine bakması ve dönemin ve geleceğin bütünsel dinamiklerini oluşturmak olmalıydı'' mealinde bir yorum çıkartıyorum Çulhaoğlu'nun yazısından.

Eleştiriye açık bence.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
10.03.2019- 19:55

Çulhaoğlu'nun yazısının linkini vermemişim:   https://ilerihaber.org/yazar/solun-dusunsel-dinamikleri-94655.html


Yazıda yine ilgi çekici bir bölüm var. Çulhaoğlu ikinci cumhuriyetçileri tanımlarken ''...bildiğimiz dinci-gerici kesimin yanı sıra bir dönem liberalleri ve Kürt siyasetinin kimi unsurlarını da içine alan akım'' nitelemesini yapıyor. Bence çok eksik bir tanımlama, İkinci cumhuriyetçiler ağızlarına demokratikleşmeyi ve özgürleşmeyi sakız eden bir gruptu ve bunların içinde Troçkist ve kimi sol çevreler de vardı. Örnekse Birikimciler'i de bu grubun içine dahil etmeliyiz. Ayrıca ''Kürt hareketinin kimi unsurları'' değil bence, Kürt siyasetinin tamamını bu tanımlamanın içine sokmak gerekiyor. ''Çözerse Erdoğan çözer'' sadece Leyla Zana'ya ait bir söz zannedilmemeli. Kürt hareketinin bütününde böyle bir algı vardı. Bu olmasaydı Erdoğan kolay kolay bu kadar muktedir bir hale gelemezdi.

Bu iklim uzunca bir zaman sanal dünyanın forumlarına da egemen oldu. Kürt hareketine destek ve dolaylı yoldan AKP'cilik solculuk veya ilericilik olarak yorumlandı. Sözde ulusalcılık karşıtlığı, Kürt hareketine biat etmeyen örgüt ve partilere düşmanlık hep bu iklimin dayattığı algı nedeniyleydi. Hemen hemen bütün yazılı ve görsel medyada sağlı sollu liberallerin köpürttüğü düşünceler, sözde askeri vesayetin ortadan kaldırılacağı, ülkenin demokratikleştirileceği, ve ne kadar etnik yapı varsa hepsinin Kürt halkıyla birlikte demokratik haklarına kavuşacağı masalları üfürüldükçe üfürülüyordu. Buna bir de sözde solcuların, yani kuyrukçu cahillerin   UKKTH maskaralıklarını ekleyince Çulhaoğlu'nun sözünü ettiği ''düşünsel yaşamın'' bir yanı olan ''ikinci cumhuriyetçilerin'' forumlardaki yansısını görürsünüz.

Sürekli yorumlamaya ve üzerinden geçmeye çalışıyorum. Yaşanan yanlışlıklar bilince çıkartılamadıkça geleceğin sağlıklı bir zeminini oluşturabilmek de   mümkün olmayacaktır.





Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]