Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Kürt Ulusal Sorunu
20.01.2015- 19:29

Suruç'ta bir gün bir gece

Gerek yurtdışından gerek buradan birçok kişinin katkılarıyla topladığımız yardımları götürdüğümüzde tek gördüğümüz soğuktan donan çocuklar değil, savaşın düşürdüğü ateşle kavrulan yüreklerdi aynı zamanda. Suruç'un yoksulluğu, artan nüfusu, kamplar ve dışarıda çamur içinde kurutulan kıyafetlerdi. Bir de Şermin'in şaşırtan sorusu: 'Sizin de Kobaniniz var mı?

Resim Ekleme
Derya Çalık

Tarih 17 Ocak. Yer Şanlıurfa'nın Kobani'ye sınır olan ilçesi Suruç. Hava birkaç gün öncesinin aksine güneşli. Yaklaşık 600 kilo ağırlığında olan içi kıyafet dolu 15 koca çuvalın içerisinde, beyaz bir kamyonun kasasındayız. Rüzgarla birlikte sağa sola savrula savrula Aligör mahallesine doğru yol alıyoruz.

Önde aynı dilde iletişim kurabildiğimiz ender kişilerden, Suruç'un yerlilerinden Mehmet abi var. Yol kısa, iş uzun. Tekerler çamura bata çıka ilerlerken birden duruyoruz. Çatısı henüz yapılmamış, camları muşambalar ile kaplı inşaat vaziyetinde bir evin tam önünde. Mehmet abi iniyor ve evdekilere muhtemelen dışarı çıkmalarını söylüyor Kürtçe olarak. Birden o sessiz çamurlu yol, 15-20 kişilik kalabalığa teslim ediyor kendini.

Başlıyorum kuralları sıralamaya, tabii ben Türkçe söylüyorum ardından da Mehmet abi Kürtçe. Hemen sıraya giriyorlar, en öne çocuklar ve hemen arkalarına kadınlar. Zaten erkek sayısı oldukça az. Hele 15'leriyle 30'ları arasında olan genç kadın ve erkekleri görmek imkansız gibi. Ya bebekler, ya onları kucaklayan anneleri, ya da yaşlılar mevcut. Diğerleri mi? Tahmini çok zor değil. Birkaç kilometre ötede IŞİD'e karşı bir çoğu YPG yanında savaşa katılmış durumda.

Resim Ekleme

Pek kargaşa yok. Herkes sadece ihtiyacı olanı alıyor. Fazla geleni ya da kendilerine göre olmayanı bırakıyorlar. Kamplarda yaşayabilecek kadar 'şanslı' değiller. Kendilerine sıra gelmediği için inşaat içlerini birer yuva haline getirip çamurla karışık soğuk bir hayat sürüyorlar Aligör mahallesinde.

Kıyafetleri alırken içten, hüzünlü, bir yandan da garip ama mutlu bir gülümseme oluyor kadınların yüzlerinde. Henüz hamile iken bebeği için üç beş parça kıyafet bulabilmenin sevincini yaşayan bir anne ile nihayet temiz ve yeni bir iç çamaşırı bulabilen kız çocuklarının masum ve çekingen bakışları zihnimize mıhlanıyor adeta.

Erkeklerse sırada bile değiller. Hemen kamyonun yanında ellerinde birer sigara sessiz bir sohbette gibiler. Arada uğrayanlar oluyor yanımıza. Ya bir ceket soruyorlar ya da kırklı numaralardan bir çift ayakkabı. 'Maalesef yok' demek çok zor. Hiçbir şey alamadan geri dönüşlerini görmek de.

Bir çift çorap giydirmek için, çocukların o küçücük buz kesmiş çamurlu ayaklarına dokunduğumda savaşın soğukluğunu ve kirlilliğini bir kez daha hissediyorum. İnsanların umutsuzluğu, çocukların mutsuzluğu götürdüğümüz elbiselerle kapatılamayacak kadar büyük ve derin olsa da, bu soğuk kış günlerini en azından biraz daha korunaklı geçirecek olmaları rahatlatıyor içimizi.

Yardımlarımızı kamplara teslim etmiyoruz çünkü sayılar yeterli olmadığı sürece dağıtılamıyor, bu yüzden kapı kapı gezerek Aligör mahallesinde uğramadığımız ev bırakmıyoruz. Gün sonu bu yorgunluğun üzerine bir cenaze haberi alıyoruz, Kobanili, YPG saflarında savaşan henüz 14 yaşında bir genç kız, bir önceki gün IŞİD tarafından gerçekleştirilen intihar saldırısında çocukluğuna veda etmiş.

Taziye evinde acı bir sessizlik var. Kadınlar ve erkekler ayrı bölümlerde gelenlere mırra denilen acı kahveden ikram ediyorlar. Önce erkekler bölümüne geçip Armin'in babasını selamladıktan sonra, annesi ve kız kardeşlerinin iç burkan feryatlarının olduğu odaya giriyoruz. Arapça anlatmaya başlıyor Armin'in ablası: 'İslam Devleti diyorlar kendilerine? Dinle hiçbir alakası olmayan bu vahşiler nasıl müslüman olabilirler? Kardeşimin kanı üzerine yemin ediyorum, annemin gözyaşlarını sildikten sonra elime silahı alıp ben de savaşacağım o Daeş çetelerine karşı.'

Bir anda sarılıyor bana, kardeşinin fotoğrafını gösteriyor, hıçkırıklara boğuluyor her kelimesinde. Anneden bahsetmiyorum bile. Henüz 14 yaşında, asker bile olamayacak yaşta olan kızını bu insanlık dışı savaşın ortasında kaybeden bir anne o. İnsan kendine sormadan edemiyor, elinde kalem kitap olması gerekirken henüz 14'ünde neden bir çocuk silahlanıp cephede savaşır? İnsanlık suçu gibi görünüyor, ama hangisi? Savaş mı? Çocuk askerler mi? Savaşın bitmemesi için elinden geleni yapan hükümetler mi?

ŞENGAL'DEN GELEN CENAZE...

Saat henüz akşamın sekizi ama ortalık zifiri karanlık. Arabaya doluşup, Mürşitpınar kapısına yakın bir köye gitmek için yola koyuluyoruz. Olur da asker durdurup bu saatte nereye derse taziye evine gideceğimizi söylememiz gerektiğini tembihliyorlar. Zira gittiğimiz köyde Suruçlu bir başka gencin cenazesi var, hayatını Şengal'deki çatışmalarda kaybetmiş. İlerlemek kolay olmayacak sanıyoruz ama hiçbir askeri kontrol noktasına takılmadan geçiyoruz.

Sorunsuz geçmemize rağmen arabayı süren Mustafa, sinirli. Kimlik sormaları gerekiyor diyor, içimizden birileri karşıya IŞİD saflarına geçmek için de burada olabilirdi diye ekliyor. Güneydoğu'da devletin yokluğundan şikayet ediyor sürekli. Buralar böyle, ne bir hizmet ne bir güvenlik var diye yakınıyor.

SOLUMUZ IŞİD, SAĞIMIZ YPG...

Yolları aydınlatan tek ışık askeri araçların geçerken yaktıkları farlar. Tam sınırdayız. 10 metre ötede çitler var. Çitlerin Suriye tarafı Kobani'den Türkiye'ye geçiş sırasında içeriye alınmayan arabalar ile dolu. Karşıda da Miştenur tepesi, IŞİD o kadar yakın. Sürekli telefonlarımızı kapatmamız gerektiği konusunda uyarıyorlar, ses ve ışık olmaması açısından. İlerideki bir çatışmadan mermilerin isabet edebileceği kadar yakın bir noktadayız ne de olsa. Burası tam cephenin olduğu yer. Solumuz IŞİD kontrolünde sağımız ise Peşmerge ve YPG.

IŞİD'E GEÇİŞLERİ ENGELLEMEK İÇİN KÖYLERİNİ TERK ETMİYORLAR


Askeri jetleri göremiyoruz ama sesleri epey duyuluyor. Bombalar düştüğünde ise yaslandığımız duvarın sarsıntısı hepimizi ürkütüyor. Köyde hala en az 10 hane var. Askerler tarafından evlerini boşaltmaları gerektiği konusunda uyarılmalarına rağmen çıkmak istemediklerini söylüyorlar. Neden diyoruz, kendileri de giderse bölgenin daha tehlikeli olabileceğini düşündüklerini anlatıyorlar. Bulunduğumuz köyün tam karşısı IŞİD tarafından kontrol edildiği için, köyün boş olması durumunda içeriye giriş çıkışların olacağından endişeliler.

SINIRDA NÖBET

Bölgenin Türk askerleri tarafından kontrol edilmesine rağmen birçok kişi nöbet tutuyor sınırda, askere görünmeden. 23 yaşındaki Mustafa, yapılan nöbetlere daimi olarak katıldığını söylüyor. Suruç'un içinde üzerinde envai çeşit uyuşturucu bulunan birini yakaladıklarını ve Akçakale'den Rakka'ya gideceğini itiraf ettirdiklerini anlatıyor Sonra ne oldu diyoruz, daha fazla konuşmak istemiyor. Çok tehlikeli burası diyor ve susuyor.

Gecenin karanlığında gergin bir bekleyişle bulunduğumuz bu noktaya sabah dönmek üzere ayrılıyoruz. Mustafa bizi evinde ağırlıyor, ailesinden ablası ve kendisi hariç hiç kimseyle aynı dile konuşamamıza rağmen çok sıcak ve içten bir akşam geçirip, bütün misafirperverliklerine hayran olarak uyuyoruz. Her ne kadar güneydoğu toplumları zihnimize muhafazakar olarak kazınsa da Mustafa'nın ablası ve annesi de bizimle aynı odada yatacaklarını söyleyince biraz şaşırıyoruz. Kadınlı eRkekli hiçbir sorun olmadan aynı odada odun sobası eşliğinde uyuyoruz.

Geceden sabaha hepimizin en dikkatini çeken kişi hiç şüphesiz Mustafa'nın en büyük yeğeni Şermin. Henüz 9 yaşında, ama evde adeta bir genç kız gibi bütün işleri yapıyor. Biraz güldüğünde ya da kardeşleriyle oyuna daldığında dayısı tarafından uyarılıyor. Ne de olsa gülmek çocuk işi, oysa Şermin henüz 9'unda bir yetişkin. Anlamak çok zor olmasa gerek neden kız çocuklarının bu kadar erken yaşta evlendirildiğini. Dokuzunda çocuk değilse, 15'inde de gelin oluyor işte.

Resim Ekleme

FİLM İZLER GİBİ SAVAŞ

Sabah 11 civarı akşamki bulunduğumuz noktadayız yeniden. Bu sefer biraz daha zor oldu gitmek. Durdurulduk ama taziyeye gittiğimizi söyleyince geçişimize izin verildi. Gündüz her şey daha farklı görünüyor. Ortalık biraz daha kalabalık. İnsanlar film izler gibi karşıdaki savaşı izlemeye gelmişler. O kadar normalleşmiş o kadar doğallaşmış ki her şey, ne bir mermi sesi ürkütüyor onları ne de savaş jetleri.

Birkaç kare fotoğraf çekmekten başka yapacak hiçbir şey yok maalesef. İstanbul'a doğru yola koyulma zamanı. Gerek yurtdışından gerek buradan birçok kişinin katkılarıyla topladığımız yardımları götürdüğümüzde tek gördüğümüz soğuktan donan çocuklar değil, savaşın düşürdüğü ateşle kavrulan yüreklerdi aynı zamanda. Suruç'un yoksulluğu, artan nüfusu, kamplar ve dışarıda çamur içinde kurutulan kıyafetlerdi. Bir de Şermin'in şaşırtan sorusu: 'Sizin de Kobaniniz var mı?'

İleri

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]