Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

28.01.2015- 20:19

MUSTAFA SUPHİ’Yİ İTTİHATÇILAR MI ÖLDÜRDÜ?

Resim Ekleme

1921 yılının 28 Ocağı’nı 29′a bağlayan gecesi Trabzon’dan Sovyetler’e geri gönderilmek üzere bindirildikleri teknede öldürülen Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını saygıyla anarak yazımıza başlayalım.

Mustafa Suphi 1883 yılında Giresun’da doğdu. İstanbul Hukuk’u ve Paris Siyasal’ı bitirdi. 1908’de 2. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a döndü ve çeşitli gazetelerde yazmaya başladı.

Bu yıllarda Mustafa Suphi İttihatçı çizgidedir. 1912’de Enver Paşa ve diğer İttihatçılarla ters düşerek partiden ayrılıp muhalefete başlayınca Sinop’a sürülür. 1914’de Rusya’ya kaçar ve burada komünist devrimcilerle ilişkiye girer. Ekim Devriminden sonra devrimin önderlerinden Sultan Galiyev’in sekreteri olur. Sultan Galiyev’in ideali “sosyalist turan” dı. Türk ve Müslüman dünyasını sosyalizmde birleştirmekti. Mustafa Suphi bu dönemde daha çok Kırım ve Odessa’daki Rusya kökenli ya da savaş esiri Türkler arasında çalışma yürütür. Kızılordu içinde örgütlenen Türk savaş esirlerinden bir birlik ile Rus İç Savaşına katılır.

Gerçek anlamda Anadolu’ya yönelik çalışmaya başlaması Mayıs 1920’de Bakü’ye gelmesi ile olmuştur. Bu dönemin zirvesi 10 Eylül 1920’de üç farklı grubun bir araya gelerek Türkiye Komünist Partisi’ni kurmasıdır.
Mustafa Suphi aynı dönemde hem Komintern’in ikinci kongresinde iki Türk delegeden biri olmuş, hem de Bakü Doğu Halkları Kurultayı’nın başkanlık divanında yer almıştır.

27 Mayıs 1920’de Bakü’ye gelen Suphi, ilk iş olarak buradaki ittihatçıları tasfiye etmiş ve ilk gizli mücadeleyi başlatmıştır. Mustafa Suphi ile İttihatçıların lideri Enver Paşa’nın yolları komüntern’de de kesişmiştir. Üçüncü Enternasyonal’ın liderleri, hem Türkiye’de ve hem de doğunun diğer Müslüman ve Türk memleketlerinde önemli itibarı olan Enver Paşa’yı yanlarına alarak, Doğu halklarının Birinci Kongresi’ne iştirak ettirmişlerdir. Bu olay karşısında Mustafa Suphi Bakü Kongresi esnasında Enver Paşa’ya karşı sert bir tavır sergilemiştir. Mustafa Suphi’nin burada Enver Paşa aleyhine tezahüratlar yaptırtması, “Kurultaya değil halk mahkemesine!” gibi sloganlar attırması ve ona karşı takındığı menfi tavırlar, İttihatçıların Suphi’ye karşı olan düşmanlığını hat safhaya çıkarmıştır. Herhalde Mustafa Suphi’nin Enver paşa için halk mahkemesi istemesinin sebebi savaş suçlusu ve Ermeni tehcirinden ve katliamından sorumlu görmesidir.

Enver Paşa, Türkçü-Turancı görüşlerine Ekim devriminden sonra sosyalistliği de ekleyip Turan Sosyalizmi peşinde mücadele vermekteydi. 1919-1920’lerdeki düşüncesi milli mücadelenin başına geçmekti. Ancak Mustafa Kemal’in başarısı bunu engellemekteydi. Bu konuda darbe yapmayı bile planlamıştı. Ankara’da darbe mümkün olmazsa, Trabzon’daki çetelerle, Yahya Kahya’nın adamlarıyla birleşip harekete geçmeyi bile düşünmekteydi. Sürgüne gönderdiği Mustafa Suphi’yle yollarının kesişmesi Enver Paşa için talihsizlikti. O olmasa Daha güçlü olabilir, Galiyev’le de birleşebilir, tasarladığı 100 bin kişilik orduya sahip olabilir ve Kafkasya’da bir Türk devleti kurabilirdi. Sonrasında Anadolu ve Orta Asya Türklerini de içine alan büyük bir imparatorluk kurabilirdi. Ama Mustafa Suphi kendisini savaş suçlusu bir emperyalist olarak tanıtıyor ve Halk Mahkemesinde yargılanmakla tehdit ediyordu. Üstelik kendisi Anadolu’ya geçmeyi düşünürken Mustafa Suphi harekete geçmişti bile. Fakat Anadolu’da onu değil kendisini tanırlardı ve hemen her şehirde adamları, taraftarları vardı.

Sovyet hükümeti bir taraftan Mustafa Kemal’i desteklerken diğer taraftan da Enver Paşa’yı Mustafa Kemal’e karşı değerlendirme düşüncesindeydi. Devrimin 4 büyük önderinden biri olan Galiyev ise buna karşıydı ve onun da teşvikiyle Mustafa Suphi ve partisi Anadolu’ya geçme kararı aldı. Mustafa Kemal’e parti yönetimindeki Süleyman Sami vasıtasıyla bir mektup gönderildi. Mustafa Kemal bu mektuba yanıt verdi. Yanıt mektubunda TBMM dışında hiçbir örgütlenmeye izin verilemeyeceği belirtti ve uzun süreden beri yurttan uzak olan, memleketin durumunu tam olarak bilmeyen Mustafa Suphi’nin ekip olarak değil, Ankara’ya tek başına gelmesini veya yetkili bir temsilci yollamasını istedi. Mustafa Kemal’in Mustafa Suphi’ye yazdığı mektup yazının sonunda sunulmuştur.

Bu noktada Süleyman Sami isminde durmak gerekir. Davet iddiası bu şahsa aittir ama Türkiye’ye geldikten sonra Suphi’nin Sovyet ajanı olduğunu resmi makamlara ihbar etmiş ve ardından 15’lerden ayrılmıştır. Tesadüf o ki aynı şahıs daha sonra Enver Paşa ile ilişki kurmuş ve sonuçta Enver Paşa da öldürülmüştür. Mustafa Suphi kafilesinde yer alan Süleyman Sami ve Mehmet Emin hastalık bahanesiyle Trabzon’a gelmeden önce kafileden ayrılacaktır. Bu ikilinin parti içindeki İttihatçı ajanlar olduğu üzerinde durulur.

Mustafa Suphi’ler Mustafa Kemal’in uyarısını dikkate almaz ve Kars’a gelir. Resmi törenle karşılanan heyetin Kars’taki 18 günü olumlu geçer. Sağa sola, tanıdıklarına mektuplar yazıp, telgraflar çekerek güç oluşturmaya çalışır. 18 Ocakta Ankara’ya doğru yola çıkarlar. Ancak Erzurum’a geldiklerinde tepkilerle karşılanırlar. Heyeti linç etmeye kalkışanlar olur. İttihatçıların kışkırttığı tahmin edilen gericiler heyeti şehre sokmazlar. Bunun üzerine Bayburt’a geçilir. Burada da tepkilerin sürmesi üzerine Mustafa Suphi 2 kola ayrılıp yola devam etmek ister. Kazım Karabekir Paşa bunun güvenli olmayacağını düşünerek kabul etmez ve Ya geri döneceksiniz ya da Trabzon’a ve oradan İnebolu üzerinden Ankara’ya gideceksiniz” der. Trabzon’da da halkın galeyan halinde olduğu haberleri gelince Kazım Karabekir Paşa heyetin can güvenliği olmaması nedeniyle Rusya’ya geri döndürülmesi kararını verir. Ancak deniz fırtınalı olduğundan Maçka’da 2-3 gün mola verilir. 28 Ocak’ta fırtına dinmiştir, sahile doğru yola çıkarlar. Faytondan indiklerinde kalabalık arasından itip kakmalar, tükürmeler, bağırıp hakaret etmeler başlar. Halka Mustafa Suphi’nin Bakü’de Türk subayları öldürttüğü yalanı söylenmiştir. Atılan sloganlar “Sizin gibi Bolşeviklere ölüm!” şeklindedir. Yani Bolşeviklik kabul görülmekte ama onlarınki gibi bir Bolşeviklik reddedilmektedir. İtiş kakış arasında bir motora jandarma zoruyla bindirilerek gönderilirler.

İttihatçı olduğu bilinen Yahya Kahya ve adamları başka bir motorla yetişip 15’leri katlederler. Mustafa Suphi’nin Rus eşi Maria’ya el koyarlar. Uzun bir müddet sonra Yahya Kahya’nın mahkemesinde delil yetersizliğinden beraat kararı çıkar ama mahkeme heyetinin baskı altında kaldığı iddia edilir. Katliamdan yaklaşık 2 yıl sonra Yahya Kahya öldürülür. Kahya’yı Topal Osman’ın öldürdüğü iddia edilir ama yıllar sonra Yahya Kahya cinayetini İttihatçılığıyla bilinen Muhafız alayı takım komutanı İsmail Hakkı Tekçe üstlenir. İsmail Hakkı Tekçe’nin Yahya Kahya’yı öldürmesinin nedenini Karadeniz’deki kanun tanımaz çete olayını bitirmektir ama Yahya Kahya’nın “Sanki bir tek ben miydim, üstüme gelinmesin konuşurum sonra” şeklinde laflar ettiği için öldürüldüğü öne sürülür. Bu sözleri doğruysa Kahya’nın kendi tasarrufu olmadığını ve ardında ona hükmedebilecek kişiler olduğunu gösterir ki bunlar da ancak İttihatçılar olabilir.

15’lerin katliamı üzerindeki sır perdesi kalkmaz, bugün de katillerin arkasında kimlerin olduğu tartışmalıdır. İhtimaller üzerinden iddialar şunlardır:

– Yahya Kahya ve çetesinin işidir. Bu çete Trabzon ve havalisinde hakimdir. Koyu İttihatçı ve Enver Paşa’cıdır.

– İttihatçıların işidir, arkasında Enver Paşa vardır.

– Lenin ve Stalin’in işidir. Sultan Galiyev çizgisini yanlış bulduklarından onu zayıflatmak için Mustafa Suphi’den kurtulmayı düşünmüşlerdir.

– Mustafa Kemal’in işidir. Komünistlerin tasfiye edilmesinin bir parçasıdır.

Bu iddialardan son ikisi en zayıf olanıdır. Sovyet Hükümetinin onca sorun arasında böylesi basit ve alçakça bir komployla uğraşacaklarını düşünmek sığlık olur.

Mustafa Kemal’in katliamla ilgisinin olmadığı meclis gizli celsesi kayıtlarından açıkça bellidir. Herşeyden önce tam da Sovyetlerden yardım beklerken böylesi bir katliam ipleri koparmak olurdu ki böyle bir olay ancak bir provakasyon olarak düşünülebilir. Yani Ankara’yla Moskova’nın arasını açmak ve Sovyet yardımını engellemek bir Mülli Mücadelecinin değil, Milli Mücadele karşıtının isteyebileceği bir şeydir ki Bu noktada bir İngiliz provakasyonundan şüphe duyulması bile çok daha akıl-mantık dahilinde olurdu. Üstelik tam da Çerkes Ethem olayının patlak verdiği bir zamanda Ankara’nın bir de böyle bir bela alması düşünülemez.

Kaldı ki meclis zabıtları incelendiğinde görülecektir ki İttihatçı vekiller, hükümeti ve Kazım Karabekir’i komünistleri kollamakla suçlamaktadır. Komünizmi ve Sovyetlerde yaşananları abartılı bir şekilde aktaran ve Mustafa Suphi’ler aleyhinde ağır hakaretlerde bulunan vekillere Mustafa Kemal’in yanıtı; Kazım Karabekir’i savunmak, Mustafa Suphi’leri eleştirmek ve Bolşevikliğin ülke şartlarına uygun olmadığını belirtmek şeklinde olmuştur. Ancak fikre karşı fikirle mücadelenin şart olduğunu ve Mustafa Suphi’lere bir şiddet uygulanamayacağını ve ceza verilemeyeceğini söylemiştir. Bunun aynı zamanda Sovyetlerle ilişkiyi baltalayacağına ve beklenen yardımı engelleyeceğini ifade etmiştir. Suphi ve arkadaşlarını serseri, maceracı vb. şeklinde itham etmesiyle katliam arasında bir bağlantı kurmak art niyetten öte gidemez. Çerkes Ethem olayının yaşandığı ve meclisin 2 oy farkla ikiye bölündüğü en hassas dönemde komünistlik suçlamasına karşı Mustafa Kemal’in bu tür konuşması gayet tabidir ve siyasetin gereğidir. Aksi takdirde İttihatçılar meclisi ve hükümeti ele geçirebilir, ülkeyi uçuruma sürükleyecek maceracı girişimlere yeltenebilirlerdi.

Her karanlık cinayette olduğu gibi burada da sorulması gereken “Mustafa Suphi’leri öldürmek kimin işine yarardı?” sorusunu sormaktır. Bu sorudan Hiç işine yaramayacak, aksine zararı olacak ilk sırada Ankara hükümeti gelir. Sovyetlerin işine Galiyev’i zayıflatmak açısından yarayabilir ama düşük olasılıktır. Yahya Kahya ve çetesinin işine yarar. Galeyana gelmiş olanları memnun etme, çetesine bu eylemle güç katma, namını yürütme, Suphi’lerin sahip olduğu paraya el koyma, Suphi’nin eşini kapatma gibi yararlar düşünülebilir ama bu yararlar, azmettirici bir güç olduğunda yine geçerlidir. Mustafa Kemal’in 21 Ocak tarihli gizli oturumdaki meclis konuşması yazının sonunda sunulmuştur.

Enver Paşa ve Bakü’deki İttihatçıların yararları; önlerinde engel olarak gördükleri tehlikeli bir hasımdan kurtulmaktır. Bunun yanında intikam amacı da olabilir.

Sonuçta ne söylenirse söylensin, katliamın üzerindeki sır kalacak, ortaya bir belge çıkmadan kesinleşmeyecektir. Ancak ortada kesin bir delil, bir belge olmadığı, somut dayanakları bulunmadığı halde sırf Atatürk karşıtlıklarından dolayı katliamdan Ankara’yı sorumlu görmek, Mustafa Kemal’in emir verdiğini iddia etmek siyasi ve karalama amaçlıdır, art niyetlidir.

Kaynakça:
– Hamit Erdem, “Mustafa Suphi: Bir Yaşam – Bir Ölüm,
– Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, cilt 2
– Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm,
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d01/CILT01/gcz01001136.pdf

https://panteidar.wordpress.com/2013/01/29/mustafa-suphiyi-ittihatcilar-mi-oldurdu/

abbas  |  Cvp:
Cevap: 1
28.01.2015- 20:22


Ek 1: Mustafa Kemal’in Mektubu: (13 Eylül 1920)

“Baku’da Türkiye iştirakyun Komitesi Hey’et-i Merkeziye i Mustafa Suphi Bey ve Azadan Mehmet Emin Yoldaşlara,
Süleyman Sami yoldaş vedaatiyle gönderdiğiniz 15 Haziran 1920 tarihli mektubunuzu aldım. Milletimiz kendisini hiçbir suretle temsil etmeyen İstanbul Hükümeti’nin kabul eylediği şerait-i sulhieyi reddetmiştir. Ekseriyet-i azimesi rençber ve köylüden müteşekkil olan milletimiz Garbın emperyalizm ve kapitalizm mahkumiyetinden kendini kurtarabilmek için bunlara karşı müttehid olarak mücadele ve mübarezeye karar vermiştir ve bu kararını tatbik etmektedir.

Türkiye iştirakyun Teşkilatının da aynı kanaat ve gaye ile çalışmakta olmasını büyük bir memnuniyetle telakki ettik.

Milletimiz Ankara’da vücuda getirdiği Büyük Millet Meclisi ile mukadderatına bizzat ve istiklal-i tam dairesinde vaz’iyed etmiştir, işbu halk hükümetini vücuda getiren teşkilâtlarımızın köyden itibaren nahiye, kaza, liva ve vilâyet merkezlerine kadar her yerde halk tarafından intihap olunmuş birer hey’et-i idaresi vardır ve bu teşkilât Büyük Millet Meclisi Riyasetine merbuttur, işbu teşkilât mütarekeyi müteakip Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti namı altında vücuda getirilmiş bir teşkilâttır. Bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti işbu teşkilâttan doğmuştur ve binanaleyh Sovyet teşkilât-ı idariyesiden farksızdır, içtimai inkılâp dahi safahat-ı lazimesini geçirmekte olup bu inkılâbı halktan doğmuş olan Büyük Millet Meclisi sevk-ü idare etmektedir.

Gerek şahsen ben ve gerekse bütün rüfeka-yı mesaime ekseriyeti rençber ve köylüden ibaret olan milletimizin istiklâlini tesis ve temin gaye-i yeganesini takip etmekteyiz.

Memleket ve milletimiz her taraftan emperyalist ve kapitalistlerin hücumlarına ma’ruz bir halde olduğu gibi fiilen bunlara iştirak eden İstanbul hükümetinin padişahına atfen memleket dahilinde ika’ edildiği ifsadat-ı mütemadiyen mütevellid mahalli ihtilâflara da karşı koymak mecburiyetindedir. Binanaleyh milletin Vahdet ve mukavemetini ihlâl edebilecek zamansız ve fazla teşebbüslerden tevakke etmek milletimizin halası nokta-i nazarından elzemdir. Bu lüzumu gözönünde bulunduran Büyük Millet Meclisi içtimai inkılâbı sükunetle ve esaslı surette tatbik etmektedir.

Gaye ve prensip itibarıyla bizimle tamamen müşterek olan Türkiye iştirakyun Teşkilâtından maddeten ve manen hakkıyla müstefid olabilmekliğimiz için teşkilâtınızın münhasıran Büyük Millet Meclisi Riyasetiyle te’sis ve muhafaza-i irtibat eylemesi lazımdır. Türkiye dahilinde tatbik edilecek her nev’i teşkilât ve inkılâbat ancak bu kanal vasıtasıyla yapılabilir.

Aynı hedefe yürüyen Türkiye iştirakyun Teşkilâtıyla tamamen tevhidi mesai edebilmek üzere Büyük Millet Meclisi nezdinde selahiyet-i tammeyi haiz bir murahhas göndermenizi ve Büyük Millet Meclisi tarafından Azerbaycan Hükümeti nezdine murahhas olarak Baku’ye gönderilmiş Memduh Şevket Bey’le te’sis-i irtibat ve tevhid-i mesai eylemenizi rica eder ve bilvesile samimi hürmet ve selâmlarımı takdim eylerim.”

Ek 2: Mustafa Kemal’in Meclis Konuşması (21 Ocak 1921)

“Efendiler, iki t ü r lü t edbir olabilirdi. Birisi; doğ¬r u d an doğruya Komü n i zm diyenin kafasını kı rmak; diğeri, R u s y a ‘ d an gelen her a d amı de rhal denizden gelmiş ise vapurdan ç ıka rmamak, k a r a d an gelmiş ise h u d u d un ha r i c ine defetmek gibi zecrî, şedid, kırıcı tedbir kul l anmak. Bu tedbirleri tatbik etmekte iki nokt ai na z a rdan faidesizlik görülmüş tür. Birincisi; siyaseten hüsnü müna s eba t ta bulunmayı lüzumlu adde¬diniz Rusya Cumhur iye ti kamilen komünisttir. Eğer böyle zecri tedbir tatbik edecek olursak o halde bilâ kaydüş a rt Rus l a r la alâka ve müna s ebe t te bulunma¬mak lâzım gelir. Ha lbuki biz bir çok mül âha z a tı siyasiyeden, bir çok esbap ve avamilden dolayı Rus¬larla temasta, müşasebatta, itilafta bulunmak istedik ve istiyoruz ve isteyeceğiz. O ha lde tatbik edeceği¬miz tedbirler de dostluğunu istediğirniz bir millet, bir hüküme t in prensiplerini tahkir etmemek mecbu¬riyetindeyiz. îşte bu noktai na z a rdan zecrî tedbir kul¬lanmak istemedik. İkinci bir noktai na z a rdan da zecrî tedbir kullanmayı faideli addetmedik. Malûmu âli¬niz fikir cereyanlarına karşı fikre istinat etmeyen kuv¬vetle mukabelede bulunmak, o cereyanı imha etme¬dikten başka, herhangi bir muhatabınızla, herhangi bir insanla konuşulduğu z aman onun herhangi bir fikri¬ni kuvvet zoru ile reddederseniz, o ısrar eder. I s r ar ettikçe kendi kendini a lda tmakta daha çok ileri gi¬debilir. Binaenaleyh, fikir cereyanları cebir ve şiddet ve kuvvetle reddedilmez. Bilâkis takviye edilir. Buna karşı en müessir ç a r e, gelen cereyanı fikriye mukabil fikir cereyanı vermek, fikre fikirle mukabele etmek¬tir.”
(…)

“Mustafa Suphi geliyor. Bir de¬fi Mustafa Suphi’yi herkesten evvel şarkta HüseyinAvni Beyden evvel meydana çıkaran Kâ z ım K a ra Be¬kir Paşadır. Bu adamın memlekete girmesinin muz ır olacağını t akdir eden Kâ z ım K a ra Bekir Pa ş adır ve bunun memleket haricine, hudut haricine tardedilmesi lâzım geleceğini bilen de Kâzım Kara Bekir Paşa¬dır. .Bunun planını da yapan Kâzım Kara Bekir Pa¬şadır. Yoksa Erzurum’da valiliğiniz değildir. Biz deği¬liz .efendiler. Fatinâne bir surette yapmış olduğu, pla¬nı, herkesten evvel icabedenlere faaliyet veren Kâ¬zım Kara Bekir Paşadır. Bilmem Bolşeviklere müte¬mayil imiş, Mustafa Suphi’nin bilmem nesi imiş… Herkesten evvel kuvvetli bir tedbir alan Kâzım Ka¬ra Bekir Paşadır. Ben arzediyorum. Çünkü vesaik var¬dır. Şuradan buradan bu meseleyi tasvir eden telgraf¬larını birer birer getireyim okuyayım.”
(…)
“Ben doğrudan doğruya Mustafa Suphi’nin mektubuna cevaben yazdım ve onu okuyabilirsiniz. Bu milletin, bu millet vekillerinden mürekkep olan Meclisin maksadı, gayesi, siyaseti kati olarak budur. Hiçbir vakitte merkezi hariçte bulunan bir teşkilâtla teşriki mesai edemeyiz. Biz kendi kendimizi sevk ve idareye çalışırız. Bu memlekette çalışmak isteyen¬ler, hakiki olarak çalışmak isteyenler memleketin için¬de bulunurlar ve memleketin hakiki menabiine, kitle¬lerine istinad ederler. Onun için Mustafa Suphi’ye ceza yapamazsınız efendim.”

http://www.kemalistler.net/yazarlar/serdar-kaan-korkmazgil/1753-mustafa-suphi-yi-ittihatc-lar-m-oelduerdue.html

MUSTAFA SUPHİ VE YOLDAŞLARINI ENVER PAŞA’CI İTTİHATÇILARIN
KATLETTİĞİNE EK KANIT:


‘…Komünist Partisi i Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanına yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare yazılan çekilirmiş.’ (Enver Paşa’nın 24 Nisan 1921 tarihli mektubundan)’’

(Bak: Enver-Murat Bardakçı-İş Bankası Yayınları-Kasım 2015-Sayfa 241)
https://panteidar.wordpress.com/2013/01/29/mustafa-suphiyi-ittihatcilar-mi-oldurdu/

abbas  |  Cvp:
Cevap: 2
28.01.2015- 20:32

MUSTAFA SUPHİ HAKKINDA

KARADENİZ BUNU DUYSUN DERİNLİKLERİN


Resim Ekleme


1- 1883 Giresun Doğumlu Mustafa Suphi, İstanbul Hukuk ve Paris Siyasal Bilgiler mezunuydu.
2- 1908’de İstanbul’a döndüğünde gazeteciliğe başlar ve İttihat ve Terakki Partisine üye olur.
3- 1912 Kongresinde Enver Paşa ile ters düşer ve partiden ayrılır ve muhalefete başlar.
4- Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi üzerine suçlananlar arasında yer alır ve İttihatçıların sürgünlerinden nasibini alarak Sinop’a sürülür.
5- 1914’de Rusya’ya kaçar. Savaş çıkınca Osmanlı tebasından olduğu için sürgüne gönderilir.
6- Sürgünde sosyalist devrimcilerle tanışır ve sosyalizmi benimser.
7- Ekim Devriminden sonra Moskova’ya döner ve devrimin önderlerinden Sultan Galiyev’in sekreterliğini yapmaya başlar.
8- Sultan Galiyev’in ideali sosyalist Turan’dı. Mustafa Suphi de bu çizgide mücadele etmeye başladı.
9- Rusya’ya kaçan Enver Paşa ve İttihatçılar da Bakü’de sosyalizm faaliyetine girişmişlerdi.
10- Mustafa Suphi ile Enver Paşa’nın yolları Bakü’deki komüntern’de kesişti. İki taraf arasında büyük çekişme yaşandı.
11- Mustafa Suphi’nin Enver Paşa aleyhine , “Kurultaya değil halk mahkemesine!” sloganı attırması ve İttihatçıları tasfiyesi Enver Paşa’nın Suphi düşmanlığını had safhaya çıkardı.
12- Enver Paşa’nın Lenin, Stalin ve Çiçerin ile ilişkileri iyiydi. Onlar da aralarındaki mektuplaşmalarda Enver Paşa’nın Anadolu için değerlendirilebileceğinden bahsetmekteydiler.
13- Enver Paşa’nın amacı Türkiye’ye dönmek ve lider olmaktı. Bunun için Mustafa Kemal’in başarısızlığını fırsat kollamaktaydı. Bu da olmazsa Trabzon’daki çetelerle birleşip bir darbe yapma fikrindeydi. Trabzon ve havalisinde Hakim olan Yahya Kahya Enver Paşa’nın adamıydı.
14- TKP’yi kuran ve Anadolu’ya geçip Milli Mücadeleye katılmak isteyen Mustafa Suphi, parti yönetimindeki Süleyman Sami vasıtasıyla Mustafa Kemal’e bu isteğini iletir.
15- Mustafa Kemal davet göndermiş değildir. Tek bir temsilcinin gelmesi şartıyla onay vermiştir.
16- Mustafa Suphi bu uyarıya uymaz ve 18 kişi olarak Kars’tan giriş yapar.
17- Mustafa Suphi Kars’ta güzel karşılanır. 18 gün burada kalır ve örgütlenme hazırlıklarına girişir.
18- Erzurum’a geldiklerinde gericilerin tepkisiyle karşılaşır ve şehre giremezler. Karabekir Paşa’dan 2 kola ayrılıp Ankara’ya bu şekilde gitmek isterler. Karabekir Paşa bunu uygun bulmaz. Zaten Ankara’ya telgraf çekmiş ve durumun olumsuzluğunu bildirmiştir.
19- Karabekir Paşa, güvenlikleri için toplu halde Ankara’ya Trabzon-İnebolu üzerinden gidilmesini ya da Rusya’ya geri dönülmesinin şart olduğunu söyler.
20- Mustafa Kemal, Meclis gizli oturumunda İttihatçı vekillerin kendisine, hükümete ve Kazım Karabekir’e yönelik komünistleri koruma, komünist partisi kurma, Mustafa Suphi’leri memlekete sokma suçlamalarına yanıt verir. Bolşeviklerle ittifakları ve yardım beklentileri nedeniyle buna mecbur olduklarını, ayrıca fikir mücadelesinin üzerine yine fikirle gitmek gerektiğini, şiddetin doğru olmadığını belirtir ve “Onun için Mustafa Suphi’ye
ceza yapamazsınız efendim” der. Ayrıca Mustafa Suphi’lerle ilgili tüm tasarrufların Karabekir Paşa’da olduğunu ve yurt dışına geri gönderme kararı aldığını belirtir.
21- Mustafa suphi’ler Trabzon’a geldiklerinde şehir merkezinde binlerce insan onları beklemekte ve aleyhlerinde bağırıp durmaktadır, halk galeyan içindedir.
22- Mustafa Suphi’ler içinden İttihatçı ajanı olduğu kuvvetle muhtemel 2 kişi Maçka’da ekipten ayrılır. Bunlardan biri Süleyman Sami’dir.
23- 28 Ocakta şehir merkezindeki kalabalığın galeyanı nedeniyle 15’ler bir motora zorla bindirilerek gönderilir.
24- Aylar sonra öğrenilir ki koyu İttihatçı Yahya kahya ve adamları bir başka motorla arkadan yetişmiş ve 15’leri katletmişlerdir.
25- Mustafa Suphi’nin Rus eşi Maria’ya Yahya Kahya’nın el koyduğu ve daha sonra Rize’deki arkadaşlarına gönderdiği, Mariya’nın burada öldüğü rivayet edilir.
26- Moskova’dan Mustafa Suphi’lerin akibetiyle ilgili soruya Ankara tarafından muhtemelen bir deniz kazasına uğradıkları yanıtı verilir.
27- Moskova konu üzerinde durmaz ve mart ayında Ankara’ya ilk yüklü yardım yapılır.
28- Mustafa Suphi’lerin öldürüldüğü meydana çıkınca Yahya Kahya hakkında soruşturma başlar. İttihatçılar Yahya Kahya’nın yargılanmasını engellemeye çalışırlar.
29- Katliamdan ancak 1 yıl sonra Yahya Kahya yargılanır ama delil yetersizliğinden serbest kalır.
Mahkeme heyetine İttihatçıların baskı yaptığı ileri sürülür.
30- Yahya Kahya, sağda solda “Bir tek ben miydim sanki, konuşursam görürler” şeklinde laflar ettiği rivayet edilir.
31- Yahya Kahya öldürülür. Aleyhinde atıp tuttuğu için Topal Osman tarafından öldürüldüğü iddia edilir ama Topal Osman “Ben yaptığım her şeye sahip çıkmışımdır, ben yapmadım” diye reddeder. Yıllar sonra Muhafız takım komutanı İsmail Hakkı Tekçe’nin anılarında Yahya Kahya’yı kendisinin öldürdüğü itirafı gerçeği ortaya çıkarır.
32- Mustafa Suphi’leri öldürenlerin arkasında birilerinin olup olmadığı, varsa kimin olduğu bugüne kadar çözülebilmiş değildir. Suçlamalar kanıtsız iddialardan ve tahminlerden ibarettir.
33- Ne Mustafa Kemal’in ne de Kazım Karabekir’in katliam emri vermesi akılla, mantıkla bağdaşır değildir. Yine Galiyev düşmanlığı nedeniyle Stalin’in öldürttüğü de uzak ihtimaldir.
34- Akla en yatkın ihtimal, Karadeniz’de terör estiren Yahya Kahya çetesinin kendi tasarrufu olduğu ya da Ankara’daki İttihatçı önde gelenlerden veya Enver Paşa’dan direktif aldığıdır.
35- Gizli meclis tutanaklarında Mustafa Kemal’in konuşmasında Mustafa Suphi’ler için serseri demesinden, komünizm aleyhindeki sözlerinden katliam emri verdiği sonucu çıkarılamaz. Gizli celse olduğu halde konuşmasının tam metni okunduğunda görülecektir ki onları eleştirmekte ama diğer yandan şiddetli yaptırım isteyen İttihatçılara karşı onları savunmaktadır.
36- Onbeşler: Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Dr. İsmail Hakkı, Kazım Ali, Bahaeddin, Emin Şefik, Mustafaoğlu Mehmet, Cemil Nazmi, Maksut, Çitoğlu Nazmi İsmail, Topçu İsmail Hakkı, Mehmet Ali, Hayreddin, Kazım Hulusi, Halitoğlu Mehmet.

37. MUSTAFA SUPHİ VE YOLDAŞLARINI ENVER PAŞA’CI İTTİHATÇILARIN
KATLETTİĞİNE EK KANIT:


‘…Komünist Partisi i Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanına yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare yazılan çekilirmiş.’ (Enver Paşa’nın 24 Nisan 1921 tarihli mektubundan)’’

(Bak: Enver-Murat Bardakçı-İş Bankası Yayınları-Kasım 2015-Sayfa 241)

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d01/CILT01/gcz01001136.pdf

http://www.karalahana.com/makaleler/tarih/mustafa-suphi-yoldaslari-ittihatcilar-oldurdu.htm

http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Ara.aspx?araKelime=mustafa+suphi&isAdv=false

http://gazetevatanemek.com/index.php/analizler/item/7141-ilk-kez-yayimlanan-sovyet-raporu-mustafa-suphinin-son-saatleri.html

https://panteidar.wordpress.com/2013/01/28/mustafa-suphi-hakkinda/

tarihselmaddeci  |  Cvp:
Cevap: 3
29.01.2015- 09:28

Kazım Karabekir'in, o zamanlarda Anadolu hareketinin içinde olan anti-Kemalist, tefeci-bezirgan ekiplerce güdülerek anti-komünist bir hattı savunduğu, Kazım Karabekir'in günlüklerinde açıkça yazmaktadır. Kazım Karabekir'in bu olayda dolaylı yoldan sorumlu olduğu ortadadır. Dolayısıyla Mustafa Kemal'in de katliamdan habersiz olduğunu söylemek güç. Lakin onun insiyatifi ile gerçekleştirildiğini belirtmek için de yeterli kanıt yok. Ancak şu kesindir ki, bu katliamın kazananı Türkiye'de daha sonradan iktidarını sağlamlaştıracak olan finans-kapitaldir. Komünistlerin örgütlenmesinin önünün kapatılması, Türkiye'deki demokratik devrimin önünün kesilmesine yol açmıştır.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
28.01.2020- 18:03

"Suphi’yi benim için öldürdüler!"

95 yıl önceki katliam aydınlanıyor mu?

Resim Ekleme

Bundan 95 sene önce, 1921 yılının 28/29 Ocak gecesi, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu ve başkanı Mustafa Suphi, parti genel sekreteri Ethem Nejat ve 13 yoldaşı Trabzon’da bindirildikleri bir teknede katledildiler… Bedenleri Karadeniz’in soğuk ve karanlık sularına atıldı… Bir daha hiç birinden haber alınamadı…

Türkiye Komünist Partisi (TKP) geleneğinin takipçileri, her yıl ocak ayında bu geleneğin kurucu önderi Mustafa Suphi’yi saygı ve acıyla anarlar... Düzenlenen tören ve gecelerde Mustafa Suphi ve ilk TKP’lilere ait bilgiler paylaşılır, şiirler, marşlar, şarkılar okunur… Örneğin ‘Anadolu Şuraları Hükümeti varolsun...’ diye başlayan marş o günlerden kalmadır… Eski tüfekler arasında mutlaka hala hatırlayanlar vardır…

Nazım Hikmet’in Karadeniz’de katleden 15 yoldaşa dair ‘15’lere’ diye bilinen ünlü şiirleri bu anma törenlerinin vazgeçilmezleri arasındadır…

Nazım’ın bu komünist katliamın şehitleri için yazdığı şiirin ‘Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak’ dizeleri her genç komünistin kalbine onları katleden Burjuvazi’ye karşı derin bir mücadele azmiyle kazınır…  

TKP geleneği ve Nazım’ın şiirleri bu katliamdan dönemin Ankara yönetimini, yani Mustafa Kemal’i sorumlu tutarlar… Genel kanı, Mustafa Kemal’in o dönemde hayli karışık olan Ankara’da siyasi gücü elinden kaçırmamak için hem sahte bir Komünist Partisi kurdurttuğu, hem de Kazım Karabekir aracılığı ile yolladığı talimatlar ile Rusya’dan gelen Mustafa Suphi ve TKP heyetini, Trabzon’dan bir tekne ile Rusya’ya geri yollattığı ve yolda da öldürttüğü şeklindedir…

‘ENVER’ KİTABINDA YENİ İDDİA BELGESİ

Ancak, gazeteci-tarihçi Murat Bardakçı’nın İş Bankası Yayınları tarafından Kasım 2015’te satışa sunulan ‘Enver’ isimli 780 sayfalık dev belgesel-kitabında ilk kez yayınlanan bazı mektuplara göre, Enver Paşa, Mustafa Suphi cinayetini kendi taraftarlarının, kendisi adına işlediğini öne sürmektedir…

Bu yazıda, daha önce çeşitli yazarlar tarafından benzer iddialar öne sürülmüş olsa da, Türkiye kamuoyunun gündemine ilk kez bu mektuplarla eşliğinde, belgesiyle gelen bu ‘Suphi’yi Enverciler öldürdü’ iddiasını, mercek altına almaya çalışacağız…

Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürten Trabzon’daki Kayıkçılar Kahyası (i) Yahya Kahya’dır. Yahya Kahya o dönemde Enver’in adamı olarak bilinir. Hatta 1921’de bir süre Trabzon’a gelerek kalan (Enver’in amcası) Halil Paşa’nın Yahya Kahya’nın adamları ile Enver’i Anadolu’ya geçirmek istediği söylentisi yayılır. Halil Paşa Ankara’nın baskısı ile 1921 yazında iki ay kadar kaldığı Trabzon’u terk eder, Batum’a gider ve orada Enver Paşa ile buluşur. Enverci Yahya Kahya aynı dönemde, Ankara’nın (Mustafa Kemal’in) yolladığı istihbarat müdürü Feridun Kandemir’i de tehdit ve zorbalıkla Trabzon’dan uzaklaştırmaya çalışır… Yani Yahya Kahya, Ankara’dan çok Enver’e bağlıdır…

Enver Paşa Sakarya Savaşı boyunca (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Mustafa Kemal’in yenilgisi halinde, Sovyet desteği ile Anadolu’ya geçmek için Batum’da bir tren içinde bekler. Mustafa Kemal Sakarya savaşından galibiyetle çıkınca, Enver Paşa Anadolu’ya geçme umudunu yitirerek, Orta Asya’ya yönelir. Enver Paşa bir yıl sonra 4 Ağustos 1922’de Buhara’da Bolşevikler’le giriştiği bir çatışmada öldürülecektir.

Şimdi dönelim Mustafa Suphi katliamına…

Yahya Kahya da bu katliam nedeniyle Karabekir’in emriyle 1921’de tutuklanıp, Sivas’ta yargılanır ve beraat eder. Daha sonra Yahya Kahya’nın ‘Sanki ben bu işi tek başıma mı yaptım, çok üstüme varırlarsa her şeyi açıklarım’ demeye başlar…

Yahya Kahya bir yıl kadar sonra 3 Temmuz 1922’de faili meçhul bir cinayete kurban gider. Cinayeti Topal Osman’ın adamları ile birlikte Mustafa Kemal’in Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’nin işlediğini, yıllar sonra Tekçe, verdiği bir röportajda kendisi açıklamıştır. Enver Paşa da Yahya Kahya’nın öldürülmesinden tam bir ay sonra (4 Ağustos 1922) Orta Asya’da çatışmada can verecektir…

ENVER NE DİYOR?

Peki Mustafa Suphi’yi Yahya Kahya aracılığı ile kim öldürtmüştür?

Şimdi gelelim Murat Bardakçı’nın yeni kitabındaki yeni Enver Paşa-Mustafa Suphi iddiasına…

‘Enver’ kitabının 241. Sayfasında şu satırlar yer alıyor:

‘’(Enver) Mustafa Suphi’den ilk defa 20 Şubat 1921’deki mektubunda ‘…Bu sırada burada komünist olmuş ve Rusların hemen oyuncağı olan Suphi ve rüfekasının Trabzon’dan kaçmaya mecbur olduklarını ve galiba bir tarafta öldüklerini söylediler’ diye bahseder. Dört gün sonra Mustafa Suphi’nin ‘kendisinin aleyhinde bulunduğu için öldürüldüğünü’ iddia eder ve ‘bunun kendisi için yapılmış olmasından memnun olduğunu’ yazar.

  ‘…Komünist Partisi i Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanına yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare yazılan çekilirmiş.’ (Enver Paşa’nın 24 Nisan 1921 tarihli mektubundan)’’

(Bak: Enver-Murat Bardakçı-İş Bankası Yayınları-Kasım 2015-Sayfa 241)

Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden dolayı Bolşeviklerin üzgün olduklarını, hadiseden Türkiye’yi sorumlu tuttuklarını, ancak cinayetin Ankara’ya verdikleri desteği etkilemeyeceğini söylediklerini anlatır.

Enver Paşa 9 Eylül 1921 tarihli bir mektubunda da şunları yazar:

‘’…Hatta Orjenidçe ‘Biz arkadaşlarınızdan Yahya Kahya’nın Suphi ve rüfekasını öldürttüğünü bilmekle beraber yine bunu düşünmeyerek, yalnız kuvvetli bir Türkiye’nin ne suretle meydana çıkması kabil ise ona çalışıyoruz’ dedi.   Böylece bizim partiye her suretle yardım edebileceğini söyledi. Mamafih bu yardımın şimdiye kadar olandan fazla bir şey olacağını zannetmiyorum. ‘’ (Bak: Enver-Sayfa 241)

Stalin’in istihbarat şefi olarak bilinen Orjenidçe’nin Enver Paşa’ya Suphi’yi öldürten Yahya Kahya için ‘arkadaşlarınızdan’ ifadesini kullanması kuşkusuz anlamlıdır. Bolşeviklerin bu katliamın içinde Enver Paşa’nın ve adamlarının parmağı olduğunu bildiklerini göstermektedir. Buna rağmen Enver Paşa’ya desteklerinin sürmesi, tam da o tarihte (Eylül 1921) Anadolu’daki savaşın kaderinin henüz belli olmaması (Sakarya Savaşı) ve sallantıda olmasıdır.

Bolşevikler, Mustafa Kemal ve milli kuvvetlerin yenilgisi halinde Enver Paşa önderliğinde Sovyetler’e bağlı İslami-Bolşevik askeri kuvvetleri, Anadolu’ya gönderme opsiyonunu ellerinde tutmak istemektedirler.

İŞİN ARKA PLANI

Mustafa Suphi (TKP) ve Enverciler arasındaki çekişmenin asıl ortaya çıktığı yer ise 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanan ünlü Şark Milletleri Kurultayı’dır.

Komünist Enternasyonal tarafından düzenlenen bu kurultaya 29 milletten 2000 kadar delege katılır. Kurultay’ın başkanlığını Zinovyev yapar.

Türkler 235 delege ile Kurultay’ın en kalabalık grubunu oluştururlar. Türkler arasında ise birbiri ile çekişen üç grup vardır: Mustafa Kemal’e bağlı Ankara Hükümeti temsilcileri, Türk komünistleri (Mustafa Suphi ve arkadaşları) ve İttihatçılar (Kurultay’a katılan Enver Paşa ve arkadaşları).      
Kurultay’da Enver Paşa’nın konuşmasına izin verilmez, ancak Enver Paşa bir locada oturarak kurultayı izler. Dördüncü gün Enver Paşa’nın bir bildirisi kurultayda okunur. Komünistler (Mustafa Suphi ve ekibi) bu sırada salonda şiddetle Enver Paşa aleyhine tezahürat ve protestoda bulunurlar. ‘Kurultay’a değil, halk mahkemesine!...’ diye bağırırlar… Enver Paşa ve taraftarları bunu unutmayacaktır! Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden sonra yazdığı (yukarda verdiğimiz) mektupta, kendisine karşı bu protestoyu cinayet nedeni olarak gösterecektir…

TKP BAKÜ’DE KURULUR

Mustafa Suphi önderliğindeki ilk Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Eylül 1920’de Bakü’de kurulur. Partinin kurucuları Mustafa Suphi ile birlikte Bakü’de Doğu Milletleri Kurultayı’na (1-7 Eylül 1920) katılan Moskova’ya bağlı Türk komünistleridir. TKP’ye Mustafa Suphi başkan, Ethem Nejat ise genel sekreter seçilirler. Trabzon’daki katliamda 15’ler içinde Suphi ve Nejat ile birlikte bu ilk kuruculardan bazı isimler de vardır.

Mustafa Kemal ise Moskova’ya bağlı bu TKP’ye karşı Ankara’da bir ay sonra 18 Ekim 1920’de kendi TKP’sini kurdurtur. Kurucular arasında Yunus Nadi, Celal Bayar, Refik Koraltan gibi Mustafa Kemal’e bağlı eski İttihatçılar vardır.

YEŞİL ORDU VE ÇERKES ETHEM

Aynı dönemde Ankara’da ve Anadolu’da bir de gizli ‘Yeşil Ordu’ teşkilat kurulmuştur. Mustafa Kemal Nutuk’ta Yeşil Ordu’dan etraflıca bahseder. Yeşil Ordu yandaşları, Enver Paşa önderliğinde Bolşevik-İslam Ordusu’nun Rusya’dan gelip Türkiye’yi kurtaracağı propagandasını yaparlar. Yeşil Ordu’nun Türkiye’deki bayraktarlığını ise bir süre sonra Çerkes Ethem ve çetesi üstlenir. Teşkilatı Mahsusa’nın ünlü lerinden Kuşçubaşı Eşref bu tarihlerde Çerkez Ethem ile beraber ve onun yanındadır.

ENVER’E GAZ VEREN KUŞÇUBAŞI’NIN KARDEŞİ HACI SAMİ

Kuşçubaşı’nın kardeşi Hacı Sami Bey ise Moskova’da Enver Paşa’nın yanındadır ve onu sürekli olarak Anadolu’ya geçip, idareyi eline alması için teşvik etmektedir. Bu Hacı Sami daha sonra Enver Paşa’yı Buhara’da Basmacılar’a katılarak girişeceği maceraya kışkırtan ve bir yıl sonra ölümüne neden olan aynı kişidir.

Hacı Sami çeşitli maceralardan sonra 1927’de Sisam adasından Yunanlıların emriyle Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek için Anadolu’ya geçecek ve Ayvalık civarındaki Madran’da jandarma ile girdiği çatışmada öldürülecektir.  

RUSYA’DA SUPHİ-ENVER ÇEKİŞMESİ

Buraya kadar anlatılan tabloda ortaya çıkan gerçekler şöyle özetlenebilir:

1920 yılı Eylül ayından 1921 yılı Eylül ayına kadar geçen sürede, Mustafa Kemal ve arkadaşları Ankara’da milli mücadeleyi Meclis üzerinden yürütmek ve TBMM Hükümeti’ne bağlı düzenli bir ordu kurmak ve işgalci Yunan ordusunu ülkeden atmak için uğraşmaktadırlar. Bu sürede Mustafa Kemal Sovyetler’den destek ve yardım almaya çalışmakta ve buna çok önem vermektedir.

Sovyetler’de ise yüzünü Anadolu'ya dönmüş, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başarısızlığı halinde Anadolu’da milli mücadelenin liderliğini almaya aday iki grup vardır: Enverci İttihatçılar ve Komünistler. Bunlar da kendi aralarında çekişmektedirler. Moskova, Mustafa Suphi ve TKP’yi desteklemektedir. Ancak Enver’e ve arkadaşlarına da İslam İhtilalciler’i Cemiyeti üzerinden yardım yapmaktadır.

ENVERCİ-KOMÜNİST ÇEKİŞMESİNİN ANA NEDENİ

Enverciler ve Mustafa Suphi (Türk komünistleri) arasındaki bu çekişme, arkasına Sovyet desteğini alarak Anadolu’da (Türkiye) kimin hakim olacağı üzerinedir. Bu hakimiyet için Müslüman esir ve askerlerle, Bolşevik İslamcılardan 1500-5000 kişilik bir askeri güç oluşturulması düşünülür. Ama bu güce kimin önderlik edeceği henüz belirsizdir. Enver mi, Mustafa Suphi (TKP) mi? Sovyetler’deki Türkler arasında Enverciler-Komünistler (Suphi yandaşları) kavgası bunun üstünedir. Yani Sovyet desteği ile Anadolu’da kimin hakim olacağı kavgasıdır...  

Enver, ‘İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’ isimli teşkilatı 1920 yazında Moskova’da kurar. Bu örgütü 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanacak Doğu Milletleri Kurultayı’na yetiştirmek için kurar. Bu örgüt adına Kurultay’a bildiri sunar. Aslında Doğu Halkları Kurultayı ve İslam-Bolşevik İhtilalleri fikri Sultan Galiyev’indir. Ancak Galiyev’in Bakü’deki bu kurultaya katılması Stalin-Galiyev çekişmesi nedeniyle Stalin tarafından engellenir.

Enver Paşa, Bakü’den Moskova’ya dönünce, 1920 yılında Eylül’ün ikinci haftası (Yani Bakü’de TKP’nin kurulduğu aynı tarihte) İslam İhtilalleri Cemiyeti’nin ilk kongresini toplar. Kendisi başkanlığa seçilir. Halil Paşa ve Hacı Sami de üyeler arasındadır. Bir süre sonra 28 maddelik Halk Şuralar Fırkası program yayınlayıp, Anadolu’ya da yollarlar. Karabekir bu program eline geçince, buna ve Enver’e karşı sert tedbir alınması gereğini Ankara’ya, Mustafa Kemal’e bildirecektir.

Enver Paşa Moskova’da hazırlık yaparken Mustafa Suphi ve arkadaşları daha hızlı davranıp TKP’nin 10 Eylül 1920’de kuruluşundan 3 ay sonra, 28 Aralık 1920’de eşi ve 17 arkadaşı ile birlikte Kars’a gelirler. Onları Kazım Karabekir karşılar. Mustafa Kemal heyetin Ankara’ya gelmesini istemez. Heyet önce Erzurum’a, oradan organize halk protestoları ile Trabzon’a yollanacaktır.

6-11 Ocak 1921 Anadolu’da I. İnönü Savaşı’nın yaşandığı karışık dönemdir.

Aynı tarihlerde (Ocak 1921) Çerkes Ethem’in Ankara’ya karşı ayaklanması başlar. İsmet Paşa kuvvetleri Çerkes Ethem’e karşı harekete geçer. Çerkes Ethem Yunanlılara sığınır. Kuşçubaşı Eşref de onunla birlikte Yunanistan’a sığınır. Mustafa Suphi tam bu kargaşa ortamında çıkar gelir...  

28 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon’a gelirler, yine protestolar arasında bir motora bindirilip Batum’a yollanırlar. Yahya Kahya’nın adamları ikinci bir motor ile onlara ulaşıp hepsini katlederler. Suphi’nin eşi çete tarafından Trabzon’a getirilir, bir süre sonra o da öldürülür.

Enver Paşa, Mustafa Suphi’nin katlinden iki ay sonra, Mart 1921’de Moskova’da Halk Şuralar Fırkası adlı partiyi kurar. Bu Envercilerin Partisi’dir. 1921 Eylül ayında, Enver Paşa Batum’da Anadolu’ya geçmeyi beklerken 5 kişi ile bu partinin kongresini toplar ve parti yeniden İttihat ve Terakki Partisi adını alır.

Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’ndan başarıyla çıkması Enver Paşa’nın hayallerini bozacak ve Paşa yönünü Orta Asya’ya çevirecektir...

KIZIL ORDU KAFKASYA’YA DAYANIR

Ankara Hükümeti açısından olayın bir de Kafkasya’da hakimiyet mücadelesi yönü vardır. Sovyet yetkili Çiçerin’in 1920 yazında Ermenistan adına Türkiye’den bazı bölgeleri istemesi üzerine, Ankara Hükümeti’nin kararıyla Kazım Karabekir Paşa 15. Kolordu ile Doğu’da ileri harekata başlar.

Karabekir 1920 Ekim-Kasım aylarında süren askeri harekatta, Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır’ı alıp Gümrü’ye kadar ilerler. 22 Kasım 1920’de Gümrü Antlaşması için görüşmeler başlar. 3 Aralık 1920’de Ermenistan Hükümeti ile Gümrü Antlaşması imzalanır. Ancak 4 Aralık 1920’de Kızıl Ordu Ermenistan’ı işgal eder ve Anadolu’nun kapısına, Türkiye sınırına dayanır.

İşte Mustafa Suphi ve arkadaşları Bolşevik Kızıl Ordu’nun Kafkasya’yı işgal ettiği bu 1920 Aralık ayının sonunda Kafkasya’dan Kars’a gelirler. Mustafa Suphi’nin beraberinde 1500 kişilik bir Müslüman esir-kızıl askerlerden oluşan bir askeri kuvvetle Anadolu’ya ve Ankara’ya geleceği söylentisi ise, o günlerde Ankara’yı, Mustafa Kemal’i ve Batı Cephesi Kumandanı İnönü’yü çok tedirgin etmektedir. Bu kuvvetin derhal birliklere dağıtılması için yazışmalar yapılır. Ancak böyle bir kuvvet gelmez…

BAYAR: BU KIŞ KOMÜNİZM GELECEK

O tarihte Ankara’da kurulan (yapay) Türkiye Komünist Partisi içinde yer alan Celal Bayar’ın yarım yüzyıl sonra söylediği (70’li, 80’li yıllar) ve Türkiye siyaset tarihine geçen ‘Bu kış komünizm gelebilir’ sözü muhtemelen 1920’lerin Ankarası’nda o kış yaşanan derin korkunun izlerini taşımaktaydı…

Dönemin öyküleri çok boyutludur ve iç içe geçmiştir... Yazdıkça uzayıp gider...

Özetlenecek olursa, Ankara ve Mustafa Kemal 1920-1921 arası Batı’da Yunan ordusu ile savaşmakta, Doğu’da ise Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönme tehdidi ve Bolşevik Kızıl Ordu’nun TKP öncülüğünde Türkiye’ye girme ihtimaline karşı önlem almaya çalışmaktadır...

Sovyetler Mustafa Kemal’i desteklerken, TKP veya Enver Paşa aracılığı ile Anadolu’da doğrudan hakimiyet ihtimalini de düşünmekte ve bu opsiyonu gelişmelere göre değerlendirmektedirler...

Enver Paşa, muhtemel rakip olarak gördüğü Mustafa Suphi ve TKP’lillerden nefret etmektedir. Anadolu’da Enverciler (Yahya Kahya), Ankara’nın da istememesi üzerine, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına katliamı ve 120 bin altın gibi o günler için büyük bir parayı gasp etmeyi nispeten kolay bir şekilde gerçekleştirirler…

Mustafa Kemal ve Enverciler de, Mustafa Suphi ve TKP’lilerin Ankara’ya gelmesini istemezler… Ankara, Kazım Karabekir aracılığı ile onları Trabzon’dan Batum’a geri gönderir… Ancak belli ki katliamda Envercilerin rolü ve parmağı vardır… Enverci Yahya Kahya, TKP’lileri katlettirir… Enver’in yeni yayınlanan ‘Benim için öldürdüler’ mektubu bunu doğrulayan önemli bir belgedir…

Mustafa Suphi ve TKP’lilerin tasfiyesinden 7 ay sonra (1921 Temmuz-Ağustos) Enver Paşa Anadolu’ya geçmek için bu kez ciddi olarak uğraşır… Ancak Mustafa Kemal’in 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşından zaferle çıkması Enver Paşa’nın dönüş hayallerini sona erdirir…

Enver Paşa, taraftarlarının Mustafa Suphi’yi katletmesinden 1 yıl 6 ay sonra Buhara’da Bolşevikler’le çatışırken can verecektir…

Mustafa Kemal, Sovyet desteği ile Anadolu’da hakimiyet kurma hesapları yapan iki gücü de tasfiye eder… Türkiye’de TBMM ile kurduğu milletin hakimiyetini kimseye kaptırmaz...

Türkiye’nin siyasi tarihi her biri ayrı bir macera ve aksiyon filmi olabilecek öykülerle doludur…

Kerem Çalışkan
https://odatv.com/suphiyi-benim-icin-oldurduler-0501161200.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
28.01.2020- 18:35

Mustafa Suphi’yi Kim Öldürdü?



Mustafa Suphi’nin öldürülmesi konusunda şimdiye kadar hep birbirinden farklı öyküler anlatıldı durdu. Bu konuda mübalağa laflar edildi, nice dayanaksız söylentiler, tevatürler üretildi,   nice kanıtlar kuşkuya karşılandı . Sonuçta herkes yine kendi tarih bilincinde oluşturduğu doğruya inandı. Mustafa Suphi’yi kim öldürdü sorusunun yanıtı belli. Ama kim öldürttü sorusunun çengeli hep yerinde asılı kaldı. Belki de Mustafa Suphi’nin öldürülmesi emrini kimin verdiği sorusu hiçbir zaman bir “belge” ile kanıtlanamayacaktır. Ortada bir belge olmayınca da Mustafa Suphi olayı bilinmezliğini   ve sır perdesini her zaman koruyacak. Ama yine de eldeki verilerden hareketle bir tahmin yürütülebilir. Bunun içinde Mustafa Suphi olayının tarihsel arka planını bilmek gerekir.

Mustafa Suphi de adaşı Mustafa Kemal gibi, Osmanlı’nın sancılı yıllarında, II. Abdülhamit’in baskı döneminde, ancak Mustafa Kemal’den farklı olarak daha aristokrat bir ailenin çocuğu olarak, 1883’te Giresun’da doğmuştur. Babası Mevlevizade Ali Rıza Efendi Erzurum, Şam, Edirne ve Kastamonu valiliklerinde bulunmuş, emekli olunca İstanbul’da sakin bir yaşam sürdürmüştür. Annesi ise Samsun eşrafından belediye i Halil Hilmi Efendi’nin kızı Memnune Hanım’dır. Ailece esas memleketleri Samsun’dur.

Mustafa Suphi, vali babasının görevi gereği ilk ve orta Öğrenimini Erzurum ve Şam’da tamamlayıp Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, İstanbul Hukuk Mektebi’ne girmiş ve buradan iyi dereceyle mezun olmuştur. Çok az Osmanlı gencine nasip olan yurt dışı eğitimini ise Paris’te, “L’Ecole Iibre des Sciences Politiques” (Siyasal Bilgiler Mektebi)de tamamlamış ve buradan 1910’da mezun olmuştur. Mustafa Suphi daha bu yıllarda bir yandan ekonomi alanında dikkate değer çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da Tanin gazetesinin Paris muhabirliğini yaparak gazetecilik deneyimlerini elde ediniyordu.

Mustafa Suphi, çağının kimi aydınları gibi, siyasetle de yakından ilgilenmiştir. Başlangıçta her ilerici aydın gibi İttihat ve Terakki’ye destek vermiş, hatta Selanik Kongresi’ne İstanbul delegesi olarak katılmıştır. Fakat sonra bu burjuva partisinin, programına sadakatsizliğinin farkına varır ve egemen olan entrikacı anlayıştan tiksinerek muhalefet saflarına geçer. Ferit Tek’le bu amaçla İfham gazetesini çıkararak sorumlu müdürlüğünü üstlenir.

Sinop’a Sürgün


Avrupa dönüşü Mustafa Suphi’de milliyetçilik görüşü ağır basmış, Türkçülük görüşü, siyasetinin merkezi olmuştur. Daha sonra Ferit Tek ve Yusuf Akçura’nın kurduğu Milli Meşrutiyet Fırkası’na katılır. 1913’te Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikaste kurban gitmesi üzerine, geniş çaplı soruşturma ve kovuşturma sonucunda, doğrudan herhangi bir ilişki kurulamamakla birlikte İfham gazetesi kapatılır. İttihat ve Terakki’nin başlıca muhalifleri Ahmet Bedevi Kuran, Amasya mebusu İsmail Hakkı Paşa, Refik Halil Karay, Dr. Celal Paşa, Refi Cevat Ulunay ve Ferit Bey ile birlikte Mustafa Suphi de Sinop’a sürgün edilir.

Sinop, Türkiye’nin en kuzey ucundaki tarihi kalesiyle Osmanlı’nın sürgün ve hapis yerlerinden biriydi. O zamanlar küçük, sessiz ve Anadolu’nun belki en yoksul ve ücra yerlerinden biriydi. Mahkum ve sürgünler iyi muhafaza edilebiliyorlardı. Sürgünlerin her ne kadar halkla ilişkileri yasak değilse de sınırlıydı. Mustafa Suphi bu sürgünlükte bir ara İstanbul’a dönmüşse de, ikinci kez Sinop’a gönderilince artık kararını vermiştir. İktidarın niyeti bellidir. Muhalefete katlanamamaktadır. Bu koşullarda Türkiye’de iktidar kendilerine yaşam hakkı tanımayacak, Demokles’in kılıcı gibi nefesleri enselerinde olacaktı. Oysa bir şeyler yapmalıydı. Yaşamının en dinamik ve verimli çağındaydı. Daha otuzlu yaşlarındaydı.

Böylece cezaevinden kaçmaya karar verir…

Heyecanlı, riskli ve zorlu bir yolculuktan sonu Odessa’ya varılır ve Rus makamlarına teslim olunur. Takvimler 24 Mayıs 1914’ü göstermektedir. Beş gün sonra da oradan Sivastopol’e ulaşırlar. Burada Kırım Tatarlarının büyük konukseverlikleriyle karşılaşırlar. Kırım Müslümanları onlara yere el üstünde tutarlar, ileri gelenler hemen her akşam kendi evlerinde ağırlarlar. Bu arada Rus basını da bu siyasi mültecilerle ilgili haberler yayımlamıştır. Mustafa Suphi, Kırım günlerinde, Bahçesaray’da oğluyla birlikte Tercüman gazetesini çıkaran, Türkçülüğün ünlü düşünürü İsmail Gaspıralı ile de tanışır.

Mustafa Suphi, Temmuz 1914’te bir gazete çıkararak seslerini duyurmak amacıyla Bakü’ye geçer. Ama bir süreliğine bu kararını erteleyerek İkbal gazetesinde makaleler yazmaya başlar. Bu sırada Avrupa’da başlamış olan I. Dünya Savaşı ile ilgili olarak, Osmanlı devletinin takınması gereken tutumla ilgili “Türkiye’nin Menfaat ve Selameti” başlığıyla bir makale yazar. Burada özetle Türkiye’nin bu savaşta alacağı duruşu sorgular ve görüşünü şöylece bitirir: “Türkiye’nin menfaat ve selameti bu dehşetli davaya koşulmamaktır.”

Bundan sonra Mustafa Suphi’nin Rusya’daki yazgısı, 1 Dünya Savaşı’nda Osmanlı Rus ilişkilerindeki iniş çıkış durumlarına bağlı olarak etkilenecektir. 29 Ekim 1914’te Amiral Souchan komutasında Karadeniz’e açılan Yavuz ve Midilli’nin Rusya’nın Sivastopol ve Odesa kentlerini bombalaması üzerine Osmanlı da savaşa dahil olur. Bu sırada Mustafa Suphi Batum’da idi. Kısa sürede Rusya’nın elinde 2000’den çok Türk tutsağı olmuştu. Çarlık Rusya’sı bu tutsakları Moskova’nın güneyinde bulunan Kaluga’ya yollar ve onları Kiev-Moskova demiryolunun yenileşmesi çalışmalarında kullanır. Doğal olarak, düşman bir devletin yurttaşı olan Mustafa Suphi de bu yeni durumdan payını aldı ve tutuklanarak Kaluga’ya gönderildi. Mustafa Suphi burada, valiye, sürekli kendi özel durumu ve yaşamıyla ilgili bilgiler içeren dilekçeler yazdı. Baştan beri Jön kürklere olan muhalefetini, gazetelerdeki makalelerini, ekonomi eğitimi aldığını ve dersler verdiğini anlattı ve pasaport verilmesini istedi. Ne var ki Rus yetkililer bunu pek dikkate almadılar ama onun diğer tutsaklardan ayrı mobilyalı bir dairede kalmasına ve Fransızca dersleri vererek 25 ruble kazanmasına da ses çıkarmadılar. Ama yine de Mustafa Suphi, diğer Türk tutsaklarla birlikte Ural’a sürülmekten kurtulamadı.

Marksizmle Tanışma

Resim Ekleme

Mustafa Suphi: Türkiye Komünist Partisi'nin kurucusuUral’daki tutsaklık, Suphi’nin yaşamında yeni bir başlangıç oldu. Orada Türk tutsaklarla birlikte çalıştığı fabrikada, Rus Bolşevik işçilerle tanıştı ve onlardan Marksist literatürü öğrendi. Bu akımdan oldukça etkilenerek 1915 yılı içinde, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne katıldı. Moskova’ya geliş yılı 1918’e kadar, işçiler arasında sosyalist düşünceyi savundu. Sultan Galiyef’in deyimiyle; “Sovyet hükümetine yandaşlığını sunan ilk Türk oldu.” Mustafa Suphi artık devrim heyecanını iliklerinde duyan ateşli bit Bolşevik’ti. 1918’de Moskova’ya gelince, burada Müslüman Komiserliğinin ünlü liderleri Mollanur Vahidov, Şerif Manatov, Alimcan İbrahimov gibi Müslüman Komünistlerle tanışmış ve bu ideal uğruna çalışmak üzere, hemen harekete geçmişti. Elbette Mustafa Suphi bu mücadelede en iyi bildiği işi yapacaktı. Müslüman Komiserliğine, bir Türkçe gazete çıkararak devrim düşüncesinin yayılmasına katkıda bulunabileceğini önerdi. Stalin’in görüşleri de alınarak, komiserlik, Suphi’nin bu önerisini kabul etti. Yeni Dünya gazetesi böylece doğdu.

Yeni Dünya’nın ilk sayısı 27 Nisan 1918’de çıktı. Gazetenin künyesinde “Moskova’da Merkez Müslüman Sosyalistler Komitesinin Düşüncelerinin Yayıncısı” olduğu yazıyordu. Fakat zamanla başlık altındaki slogan; “Rus Komünist Partisi’nin Türk teşkilatının yayın organı” biçiminde değişim gösterecektir. Gazete Türkçe olarak Arap harfleriyle haftada bir çıkacaktı. Amacı öncelikle Rusya’daki savaş tutsağı Türkler olmak üzere, Türkler arasında Marksizm-Leninizm’i savunarak, Rusya ve Türkiye’de devrim ideolojisini yaymak ve sosyalist devrimi gerçekleştirmekti.

Suphi’nin Yeni Dünya gazetesindeki ilk makalesi: “Güneydeki Türk Yoldaşlarına, Türk Kardaşlarına” başlığını taşıyordu. Bu yazıda açıktan açığa İttihatçılar hedef alınıyor,   İttihatçıların memleketi sürükledikleri felaket uzun uzun anlatıldıktan sonra, bundan kurtuluş yolunun nice subay ve paşanın apoletlerinde parlayan bir devrim değil, halkın bağrından fırtınalarla kopan, gönüllerinde yangınlar çıkaran gerçek bir devrim olduğunu söylüyordu.

1. Dünya Savaşı sonlarında Rusya’da, 65 bin Türk savaş esiri bulunmakta, güney bilgelerinde Novorissiyk, Odessa ve diğer Rus kentlerinde özellikle Karadeniz ahalisinden binlerce kişi işçi olarak çalışmaktaydı. Ayrıca çeşitli nedenlerle dışlanmış İttihatçı muhaliflere de bolca rastlanmaktaydı. Gazetenin ilk hedef kitlesi işte bu kesimdi ve bir ölçüde de olsa amacına ulaştı. Zira ileride bir kısım Türk tutsaklar, Bolşevik görüşü benimsemişlerdi.

Denilebilir ki, Sovyetler Birliği’nde ilk Türk Sosyal Komünistler hareketi, Mustafa Suphi’nin Moskova’ya geldikten sonra Müslüman Komiserliği ile ilişkiye girerek, Stalin’in onayını alıp Yeni Dünya gazetesini çıkarmasıyla başlamıştır. Bu görev, Suphi’nin Sovyetler nezdinde önemini ve değerini artırmış, Türk çevrelerde de liderliğe doğru önemli bir adım oluşturmuştur.

Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist Türklerce oluşturulan, Türk Sosyalistleri Konferansı, ilk toplantısını Temmuz 1918’de düzenledi. 30 dolayında delegenin katıldığı bu ilk toplantıda başkanlığına Mustafa Suphi seçilmiş ve Anadolu’nun dışındaki Türkler de bu konferansta temsil edilmişlerdir. Mustafa Suphi’nin öncülüğünde kurulan bu örgüt I. Dünya Savaşı’nın sonuçları ve Anadolu’nun emperyalistler tarafından işgal edilmesine dünya görüşü açısından tepkisiz kalmamış, İşçi ve Köylü Teşkilatı adına birçok bildiriler hazırlatılarak Rusya’dan Türkiye’ye, Anadolu’ya gizlice sokulmuştur. Mustafa Suphi’nin Türkiye’nin bağımsızlığı için yaptığı çalışmalar yalnızca bildiriler hazırlamakla sınırlı değildi. Örneğin Kızılordu’nun kurucularından ve Sovyet devriminin öncülerinden Türkistan Cephesi Komutanı Mihail Vasilyeviç Frunze’nin bir Kızılordu kıtasını Türkiye’ye yollaması için oldukça uğraşmıştı.

Bundan sonra Mustafa Suphi’nin, çalışmalarını Türkistan’a kaydırdığını görüyoruz. İzvestia gazetesine verdiği demeçte şöyle diyordu:

Biz Türkiye komünistleri yalnız Türkiye’nin bağımsızlığı uğrunda değil, aynı zamanda bütün Doğu’nun istismar olunan halklarının özgürlüğü uğrunda mücadele ediyoruz. Biz Rusya proletaryası ile el ele verip, Avrupa’nın ikinci emperyalizmine karşı çıkıyoruz.

Aynı tarihlerde, Anadolu’da kongreler yapıp Ankara’yı merkez edinen Mustafa Kemal de, aşağı yukarı aynı düşünceyi dile getiriyordu: “Türkiye’nin mücadelesi yalnız kendi adına olsaydı kuşkusuz daha kolay ve daha az kanlı olurdu Türkiye’nin mücadelesi bütün doğu halklarının mücadelesidir.”

Mustafa Suphi-Enver Paşa Kavgası

Resim Ekleme
Türkiye Komünist Partisi KurucularıMustafa Suphi bu işlerle uğraşırken, Büyük Savaş sonrası Rusya’ya kaçan başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçılar da boş durmuyorlardı. Kuşkusuz, sosyalist ideolojiden bu grup da salt İngiliz emperyalizmine karşı olduğu ve aynı düşmana karşı bir cephe oluşabileceği düşüncesiyle etkilenmişlerdi ve emperyalizme karşı Doğu halklarının birlikte kurtuluşu bunları da heyecanlandırıyordu. Ama gerçekte ne Mustafa Suphi gibi sosyalizmin evrensel ideolojisini kavramışlar, ne de benimsemişlerdi. Bu bağlamda daha Mustafa Suphi Taşkent’e gelmeden önce, Enver Paşa’nın adamlarından Süleyman Sami, kimi arkadaşlarıyla birlikte Taşkent’te gizli bir İttihat ve Terakki Cemiyeti kurarak Bolşeviklerle çalışmaya başlamışlardı. Başlangıçta, Mustafa Suphi’yle Bakü’de da birlikte çalışacak olan Süleyman Sami, daha sonra Mustafa Suphi tarafından İttihatçılığının anlaşılması ve komünistliği konusundaki samimiyetsizliği ortaya çıkınca tasfiye edilecek, belki de ileride Mustafa Suphi’nin öldürülmesi konusunda bu tasfiye etkili olacaktır.

Yalnızca bu da değil, Mustafa Suphi, Taşkent’ten sonra 27 Mayıs 1920’de, Bakü’ye geldiğinde, burada da kimi İttihatçıların, hatta aralarında Karakol teşkilatından elemanların da bulunduğu bir grubun, Türk Komünist Fırkası’nı kurmuş olduklarını gördü. Kimi İttihatçıların da içinde bulunduğu bu fırkanın biraz karışık bir siyasi yapısı bulunmaktaydı. Karışık ama yurtsever bir grup olan oluşumun amacı SSCB’yle ilişki kurarak, Anadolu hareketine, Sovyetler’in ilgi ve yardımını çekmekti. Mustafa Suphi Bakü’ye geldikten kısa bir süre sonra bunların komünistlikle ilgili olmadıklarını ortaya çıkardığı gibi, bu partiyi tasfiye ettirerek örgütü ele geçirdi ve kendi komünist partisini kurdu. Böylece Mustafa Suphi ile eski İttihatçıların arası bir daha kapanmamak üzere açıldı.

Bakü’ye gelişinin ardından Yeni Dünya gazetesini burada da yayımlamaya başlar. Makalelerinde, Anadolu kurtuluş hareketinin antiemperyalist özelliğine dikkat çekerek, Mustafa Kemal’e karşı hep ılımlı, saygılı ve destekler bir tutum izlerken, gerici saltanatın artık devrilmesi gerektiğini yazar. Mustafa Kemal’in İttihatçılarla hiçbir ilgisinin olmadığını, İttihatçıların Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketinin vekilleri olamayacağı konusundaki görüşlerini açıkça belirtir.

1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan Doğu Halkları Birinci Kurultayı Mustafa Suphi ve Enverciler arasındaki çekişmenin asıl patlak verdiği yer olur. ABD ve Avrupa ülkeleri de dahil dünyanın başlıca ülkelerinden iki bine yakın delegenin katıldığı kongreye, Türkiye’den de 163 delege hazır bulunmuştur. Toplantıya katılanlardan biri de Enver Paşa’dır.

Enver Paşa kongrenin ilk gününde bir konuşma yapmak ister ama Mustafa Suphi ve arkadaşları buna izin vermez. Dördüncü gün ise Enver Paşa’nın “Yoldaşlar!” diye başlayan bir bildirisi kürsüden okunur. Ne var ki bildiri okunurken Mustafa Suphi ve arkadaşları şiddetle Enver Paşa aleyhine tezahürat ve protestoda bulunurlar. Yuhalamalarla birlikte “Kurultay’a değil, halk mahkemesine!” sözleri tüm salonda yankılanır. Enver Paşa ve taraftarları kendisini yuhalayanları hiç unutmayacaktır.

Doğu Halkları Kurultayı’ndan sonra, 10 Eylül 1920’de, Türkiye Komünist Teşkilatı’nın I. Kongresi yapılır. Başkanlığını Mustafa Suphi’nin yaptığı kongrenin en önemli kararlarından biri de Türkiye ve Rusya’da bulunan bütün komünist örgüt ve grupların Türkiye Komünist Partisi adı altında birleştirilmesidir.

Kongre’nin önemli, belki de kaderini tayin edecek tarihi kararlarından birisi de TKP’nin merkezinin Türkiye’ye taşınmasıdır. Belki bu kararın Türkiye’deki koşullar sağlıklı değerlendirilmeden acelece alınmasında, Kurtuluş Savaşı’na tam da şu sırada verilebilecek katkı heyecanının da payı olmalı. Ama bu kararın, Mustafa Suphi ve on üç yoldaşının sonunu hazırlayan kader ağının ilmeklerinden biri olacağını kim tahmin edebilirdi?

Mustafa Suphi ve Yoldaşları Anadolu’ya Dönüyor

Resim Ekleme
Enver PaşaTKP Anadolu’ya gelmek, parti örgütünü ve Azerbaycan’da oluşturulan Türk Kızıl Alayı’nı Anadolu’ya taşımak istiyordu.   Nitekim TKP’nin kuruluşundan yalnızca 2.5 ay sonra Ankara’ya doğru yola çıkıldı. TBMM de Suphi ve arkadaşlarını davet etmediyse de bu karam olumsuz bakmadı, ses çıkarmadı, en azından karşı çıkmadı. Bu arada TKF, “Türkiye Amale Rençberlerine, Türkiye’nin Milli Devrimci Ordusuna!” başlıklı propaganda bildirileriyle, örgütü taşımadan önce, Anadolu’da zemin oluşturmaya önem veriyordu. Ayrıca bu kararı Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir’e bildirmeyi de göz ardı etmiyordu.

TBMM, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Anadolu’yu gelmesini pek hoş karşılamadıysa bile, net bir şekilde karşı da çıkmamış, getireceği Kızıl Alayı, Batı cephesine sevk etmeyi, grubun da Ankara’da kalmasını sağlayarak, yasal TKP içinde eritmeyi düşünmüştü. Bu arada Mustafa Suphi ve grubu hakkında, TBMM’ye olumsuz raporlar geliyordu. Kuşkusuz bu olumsuz raporlar ve dış kaynaklı komünistlerle Ankara’daki İştirakçilerin güçlerini birleştirmesi olasılığı, Ankara’yı kaygılandırıyordu. Ama bir kez bu yolu girilmişti.

Ve sona doğru ilk adım atılıyordu

Bütün bu gelişmelerden haberi olmayan Mustafa Suphi ve TKP heyeti, İsmail Hakkı, Ahmet Cevat (Emre) ve Süleyman Nuri’yi dış ilişkiler bürosu olarak Bakü’de bırakarak 19 Aralık 1920’de Ermenistan üzerinden Kars’a hareket etmişti. Sovyetler Birliği’nin yeni atanan Ankara Büyükelçisi Budi Mdivani’nin bulunduğu heyet, 28 Aralık 1920’de Kars’a ulaştı.

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Anadolu’ya gelmesi üzerine her tarafı telaş almıştı. Erzurum, Trabzon, Kars ve Ankara arasında telgraflar uçuşuyor, gelenlere karşı nasıl davranılacağı ve bu sıkıntının en az zararla nasıl atlatılacağı üzerinde kafa yoruluyordu. Batı cephesinde Çerkez Ethem’in yarattığı sıkıntının bir an önce çözülmesi aciliyet kazanmışken, bir de TKP’nin Anadolu’ya gelmesinin mevcut sorun üstüne tuz biber ekmesinden çekiniliyor, en iyisi Suphi ve arkadaşlarının Ankara’ya hiç gönderilmemesi düşüncesi ağırlık kazanıyordu. Gerçekten de Suphilerin Anadolu’ya geçme kararının, Çerkez Ethem konusunun en sıcak ve gerilimli gündemi oluşturduğu bu günlere denk gelmesi talihsiz bir rastlantıydı.

Mustafa Kemal böyle bir olasılıktan son derece rahatsızlık duyuyordu. Çerkez Ethem her ne kadar gerçekte sosyalist olmasa da o dönemin “sol rüzgarlarıyla” yelkenlerini doldurarak isyan eden birisiydi. Mustafa Suphi’nin Türkiye’ye gelmesi Çerkez Ethem’in konumunu güçlendirebilir, ona karşı yürütülen mücadelenin zayıflamasına neden olabilirdi.   Nitekim Mustafa Suphi ve heyetinin Kars’a gelişinden yalnızca bir gün sonra Atatürk’ün Kazım Karabekir’e gönderdiği telgraf bu endişelerin izlerini taşıyordu:

Ankara’da komünist cereyanları arzu hilafınadır. Bakü Türk Komünist Fırkası i Mustafa Suphi’nin bu cereyanları körüklemesi sakıncası akla gelmektedir. Bir defa kendisini gördükten sonra devletlilerinin görüşlerinin bildirilmesini rica ederim.

Kazım Karabekir’in Planı
Ankara hükümeti, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Ankara’ya gönderilmemesi için, Kazım Karabekir’e önlem alınmasını bildirmişti. Peki nasıl çözülmeliydi sorun? Ankara’nın aklındaki en mantıklı çözüm, heyetin Sovyetler Birliği’ne geri gönderilmesiydi. Bu iade kararının başlangıçta, Kars üzerinden olabileceği düşünülmüş iken, sonradan Trabzon üzerinden Batum yoluyla da olabileceği öngörülmüştü.

Kazım Karabekir, kendisine bırakılan bu sorunun çözümü için şöyle bir plan yapmıştı: Heyet Erzurum’a kadar gidecek, burada halk komünistlerin aleyhine gösteri yapacak, bu gösteri Trabzon’a kadar sürdürülecek, yol boyunca grubun zorunlu gereksinmeleri dahi karşılanmayarak canlarından bezdirilecekti. Böylece Anadolu’da istenmedikleri ve iş yapamayacaklarına inandırılarak, görüntü uygun bir dille kendilerine anlatılıp, apar topar Trabzon’dan sınır dışı edilmeleri sağlanacaktı.

Bu plan başarılı olursa TKF heyetinin geri dönüşünün bir zorunluluk olduğu Sovyet hükümetine rahatlıkla anlatılacak ve böylelikle geri gönderme işlemi sorunsuz bir şekilde halledilecekti. Sovyetler’in olası bir tepkisi de böylelikle önlenmiş olacaktı. Bu tertibin uygulanması için Karabekir, Erzurum’daki Kolordu Komutanı Rüştü ile sürekli görüş alışverişinde bulunuyordu.

Bu gelişmelerden habersiz olan ve 2 Ocak günü Ali Fuat Cebesoy’la görüşen Mustafa Suphi ve heyeti ise bir haftadan fazla bir süre geçmesine rağmen bir taraftan Yusuf Kemal Bey (Tengirşenk) ve Rıza Nur’un, diğer taraftan da Süleyman Sami heyetinin gelişlerini bekledikleri için halen Kars’ta bulunmaktaydılar. Bu bekleyiş TKP heyetinin yolculuklarının ilk durağı olan Kars’ta yaklaşık üç hafta geçirmeleri ile sonuçlanmıştı.

Ali Fuat Paşa daha sonra Moskova Hatıraları adıyla yayımladığı anılarında: “Mustafa Suphi’yi şöhret ve ihtiras peşinde koşan zeki, kurnaz ve azim sahibi bir şahsiyet gibi görmüştüm. Rusya’daki Bolşevik liderlerin başarılarını yakından inceleme fırsatını bulan bu kişinin, bir gün gelip Türkiye’nin Lenin veya Stalin’i olma ihtimalini aklından geçirdiği muhakkaktı” diyecektir.

11 Ocak günü Mustafa Suphi ve Ethem Nejat beklemekten sıkılmış ve ilk kez bu durumdan şüphelenmişlerdi. Bunun üzerine Suphi ve Nejat, Karabekir’e alternatif bir güzergâh kullanarak, Tiflis yolundan Ankara’ya gitmeyi önerdiler. Ancak Karabekir bunu şiddetle reddetti. Ve Mustafa Suphi’yi “ya Erzurum üzerinden gidersiniz ya da geri dönersiniz” diye tehdit ederek tertibin merkezine doğru itmeyi başardı.

Kazım Karabekir, planın uyarlayıcılarından biri olan Erzurum Valisi Hamit Bey’e çektiği 20.1.1921 tarihli telgrafında; düzenlenecek aleyhte gösteri ve protestolar sırasında, gruba “fiili bir tecavüze mahal vermemek” koşuluyla gereğinin yapılmasını istiyordu. Kısacası Ankara hükümeti Mustafa Suphi’yi sınırdışı etmek istiyor ama Sovyetler Birliği ile ilişkilerine zarar gelmemesi için de can güvenliklerine yönelik bir eyleme izin vermiyordu.

Mustafa Suphi ve çoğu Karadenizli on yedi arkadaşı, kendilerine hazırlanan tertip hakkında bazı duyumlar almalarına karşın, Kazım Karabekir ve Vali Hamit Bey’in kendilerine verdikleri güvenceye güvenerek, 22 Ocak’ta Erzurum’a gelirler. Kafileden her biri yakınlarına kısa zamanda kavuşacakları yollu mektuplar yazarlar. İçleri sevinç umut doludur. Tren Erzurum’a girdiğinde başlangıçta bir grup tarafından alkışlarla karşılanırlar,   içlerindeki korku bulutu dağılır ve boşuna kuşku duyduklarını düşünürler.

Oysa Hoca Raif Efendi liderliğindeki gerici Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti tarafından 18 Ocak’ta bir beyanname yayınlanmış ve halk bu beyanname ile çoktan galeyana getirilmişti. İstasyona vardıklarında beklenmedik bir kalabalıkla karşılaşırlar. Önceden azgınlaştırılmış binlerce kişi, binlerce göz, yumruk, kendilerine öfke haykırır, aşağılar ve hakaret ederler. Yöneticiler, amaçlarına ulaşmanın rahat ve mutluluğu içinde, mizansenin bir parçası olarak, grubu halkın saldırısından korumak(!) amacıyla, yolcuların trenden inmelerine müsaade etmeyip, treni doğruca Ilıca’ya hareket ettirirler. Ancak sağlık sorunu bahanesi ile Süleyman Sami ve Mehmet Emin, kafileden alınarak Erzurum’da alıkonurlar.   Kafileden ayrılan her iki ismin de Enver Paşa’yla ilişkileri olması ve hatta Mehmet Emin’in Doğu Halkları Kurultayı’nda Enver’in yuhalanan konuşma metni okunurken Türkçeye çevirisini yapan isim olması dikkat çekicidir.

Mustafa Suphi ve arkadaşları, hala kendilerinin Trabzon yolu ile İnebolu’dan Ankara’ya gönderileceklerini sanmakta veya buna inanmak istemektedirler. Yavuz Arslan’a göre, bütün bu olup bitenler ve gelişmeler, Mustafa Kemale bildiriliyordu. Erzurum’dan çıkışa kadarki telgraflardan bu durum anlaşılıyor. Sonrası ise karanlık.

Mustafa Suphi ve arkadaşlarına Erzurum’dan Trabzon’a kadar Bayburt, Gümüşhane ve Torul’da halkın saldırı ve hakaretlerde bulunması sürdürülmüş, yol boyunca yiyecek ve barınak vermemesi sağlanmıştır.   27 Mayıs’ta Maçka’ya vardıklarında oldukça sefil bir halde Yorgaki Otel’de bir gece konaklarlar.

Bu sırada Türkiye Komünist Gençler Birliği isimli yerel komünistlerden oluşan bir grup, TKP heyetinin başına gelecekleri önceden anladıkları için Mustafa Suphi’yi uyarmak üzere Maçka’ya acilen bir üyelerini göndermişlerdi. Ancak ne yazık ki bundan bir sonuç alınamayacaktı. Mustafa Suphi ve TKP heyeti o kadar sıkı bir kontrol altındaydı ki, herhangi biriyle görüşmelerini bırakın, yanlarına birisinin yaklaşması bile neredeyse olanaksızdı.

Mustafa Suphi’ler Erzurum’dan Trabzon’a doğru ilerlerken Enver’in Anadolu’daki önemli adamlarından olan Küçük Talat ve Nail Beyler de önce Erzurum’a, ardından da Trabzon’a geçmişlerdi. Elbette bu iki ismin Suphi’lerle aynı güzergâhı izlemeleri rastlantı değildi. Küçük Talat ve Nail Beyler gittikleri her yerde Mustafa Suphi ve TKP hakkında raporlar veriyor, resmi makamları ve halkı kışkırtmak için aleyhte propaganda yapıyorlardı.

Yahya Kaptan Mustafa Suphi’nin Önünü Kesiyor

Resim Ekleme
Mustafa Suphi ve OnbeşlerBir günlük dinlenmenin ardından 28 Ocak günü heyet Trabzon’a ulaştığında, Değirmendere mevkiinde önleri Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kaptan tarafından kesilir. Mustafa Kafileyi kısa sürede denetimi altına alan Yahya Kaptan’ın talimatıyla TKP kafilesi şehre sokulmadan alt yoldan doğruca iskeleye getirilir.

Kafilenin iskeleye varmasına çok az bir mesafe kala soğuk ve yağmur altında tellalın sesi yankılandı. Gelen kafileye her türlü hakaret, tükürmek ve çamur atmak gibi hareketlerin yapılması isteniyordu. Böylelikle bir linç ortamı yaratılacak ve bu ortamdan faydalanarak Mustafa Suphi’lerin ortadan kaldırılması planı hayata geçirilecekti.

Kafileden iskeleye ilk çıkan Mustafa Suphi oldu. O anda bir zabit Suphi’nin karşısına dikildi ve ona şöyle bağırdı: “Mustafa Suphi, Mustafa Suphi, bak! 16 arkadaştan yalnızca ben kurtuldum. Bakü’de, Türkmenistan’da binlerce zavallı kardeşimizi sen mahvettin. Onların ölümünden sen sorumlusun!”

Bu bağırma esnasında bir yandan da Suphi’nin üzerine yürüdü. O sırada tellalın çağrısıyla galeyana gelen kalabalık da hep birlikte “İstemeyiz!”, “Kahrolsunlar!” diye bağırmaktaydı. Çevredeki kalabalık Suphi’leri linç etmek için adeta bir işaret bekliyorlardı.

Mustafa Suphi olayın vehametinin farkına ancak o an varabilmişti. Bu protestolar ve provokasyonlar devam ederken Suphi öne atılarak iskeledeki yetkililere doğru yöneldi ve onlara “Biz Ankara’ya gideceğiz. Mustafa Kemal Paşa’ya olan bağlılığımızı bildireceğiz. İzin verin gidelim” diye seslendi.

Bu sırada arkadan yanaşan birisi Suphi’nin sözünü tamamlamasına izin vermeden onu tekmeleyerek çamurun içine düşürdü. Hakaret ve küfürler bundan sonra daha da arttı. Etraftaki hamal ve köylüler de hemen Suphi ve kafilenin diğer üyelerinin üzerine yürüyerek önlerine gelen herkese vurmaya başladılar. Suphi ve yoldaşları ise çaresiz bir durumda kendilerini korumaktan başka hiçbir şey yapacak durumda değildiler.

Bu saldırının devamında TKP heyeti apar topar bir takaya bindirildi ve taka denize açıldı. Grup son yolculuklarına çıktıklarından habersiz, belki de neresi olursa olsun buradan daha güvenlidir telaşı içinde, kentle vedalaşma fırsatı bile bulamadan çaresiz tekneye sığınırlar. Daha sonra arkalarından gelen Yahya Kaptan’ın ölüm teknesi Sürmene açıklarında her şeyden habersiz yolcuların bulunduğu tekneye yanaşır. Yoldaşlar arasındaki tek kadın olan Mustafa Suphi’nin karısı Maria’yı alarak, erkekleri teker teker öldürüp, sömürge döneminin tek gözlü korsanlarının sarıhummaya yakalanmış tayfaları denize atma acımasızlığından daha insafsız ve soğukkanlı bir biçimde, Karadeniz’in derin sularına bırakırlar. Yanlarında bulunan otuz bin Rus ve Osmanlı altınını ve birçok mücevheratı, Müdaafa-yı Hukuk adına alarak hızla uzaklaşırlar.

Onbeşler Katliamı
Zaman, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürüldüğü 28/29 Ocak 1921 gece yarısı bir kez daha donar. Mustafa Suphi ve öldürülen yoldaşları şunlardır:

Samsun Hançerli Mahallesi’nden Mustafa Suphi
Eski İzmir Maarif Müdürü Ethem Nejat
Erzincanlı öğretmen Aşçıoğlu Bahaeddin,
Uşak’ın Hacı Hulusi Mahallesi’nden Kazım Hulusi
Sürmene’nin Kırali Mahallesi’nden Kıralioğlu Maksut
Cihangirli Dr. Hilmioğlu İsmail Hakkı,
Van’ın Erciş kazasından er Ahmetoğlu Hayrettin,
Bandırma’nın Manyas nahiyesinden Topçu Yüzbaşı Hakkıoğlu Mehmet Ali
İstanbullu mühendis Emin Şefik
Pilot Yüzbaşı Kadıköylü Tevfikoğlu Ahmet
İhtiyat zabiti Manisalı Kazımoğlu Ali
Erzincan Akdağ köyünden Hatipoğlu Mehmet
İzmir’in Tilkilik Mahallesi’nden Hacı Mustafaoğlu Mehmet
Eski Elmalı Kaymakamı Cemil Nazmioğlu İbrahim
Kendilerinden bir daha haber alınamayan ve yaşadıkları gerçeklerle birlikte sonsuza kadar sessizliğe bürünen Mustafa Suphi ve 13 yoldaşı, Karadeniz tarihine adlarını yazdırır.

Mustafa Suphi’nin eşi Maria, Karadeniz’in derinliklerinde ölmekten kurtulmuştur ama onu bekleyen yazgı ölmekten daha beterdi. Yahya Kaptan önce Maria’yı bir evde alıkoyar ve günlerce tecavüz eder. Nefsini yeterince köreltince Maria’yı önce Trabzon eşrafından Nemlizade Ragıp Bey’e ardından da Rizeli “kabadayılara” teslim eder. Maria bu seks köleliği sırasında yaşamını yitirir.

Onbeşler katliamı Nazım Hikmet’in dizeleriyle sonsuza kadar Türk insanının belleğine kazınır.

Göğsümde 15 yara var!.
Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!

Göğsümde 15 yara var!
Sarıldı 15 yarama
kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!
Karadeniz boğmak istiyor beni,
boğmak istiyor beni,
kanlı karanlık sular!!!

Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!…

Göğsümde 15 yara var!.
Deldiler göğsümü 15 yerinden,
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpıyor,
      kalbim yine çarpacak!!!

Yandı 15 yaramdam 15 alev,
kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..
Kalbim
kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,
                        ÇAR-PA-CAK!!

Mustafa Suphi ve arkadaşlarından haber alamayan Trabzon’daki Sovyet Hükümeti Konsolosu Ali Oruç Bagirov, Mustafa Suphi’lere yapılan vahşice saldırıların nedenini ve şimdi nerede olduklarını resmi yazıyla Trabzon Vali Vekili İsmail Sabri Bey’e sorar. Aslında vali, Kazım Karabekir ve Hamit Bey’lerin düzenlediği komplonun içinde olmadığından ve biraz safça, ama belki ayrıntılardan habersiz, durumu kurtarmaya çalışan bir devlet adamı edasıyla, Mustafa Suphilerin halkın tepkisi karşısında Rusya’ya geri gönderildiğini ve sonrasından haberinin olmadığı yollu bir yanıt verir. SSCB, ikili ilişkilerin geleceği açısından bu hiç de doyurucu olmayan açıklamayı yeterli bulur ve Mustafa Suphi olayının üstünde nedense pek durmaz.

Yahya Kahya da denilen Yahya Kaptan, Trabzon Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti başkanı Barutçuzade Ahmet Efendi’nin emrinde çalışan, Trabzon’dan Samsun’a kadar kıyılarda etkili olan, Trabzon’a girip çıkan gemilerden haraç alan bir çete başı idi. Basit, cahil, katı yürekli, sevgisiz bir eşkıya. İttihat ve Terakki Partisi militanı ve sadık bir Enverci’ydi tıpkı patronu Barutçuzade Ahmet Efendi gibi. Belki tek doğru yanı Kurtuluş Savaşı’nda, doğru tarafta bulunması idi. Gerçi Trabzon ili o dönemde zaten Enver’in Anadolu’daki karargahı konumundaydı. Bütün İttihatçı grupların en güçlü olduğu yer de yine Trabzon’du.

Daha sonra bu cinayetten dolayı, Sivas’ta yargılanıp berat etmiş ve bir kahraman gibi ortalıkta yeniden dolaşmaya başlamıştı. Belki de orada burada gevezelik edip, yakın çevresine sürekli: “Sanki bütün işlerde ben tek başıma mı idim? Daha üstüme gelinirse her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim” gibi, kendisini bu yola sevk edenleri rahatsız edici biçiminde boş boğazlık etmesi sonunu getirmiştir. Yıllar sonra Atatürk’ün özel muhafızı General İsmail Hakkı (Tekçe), ölümünden sonra yayımladığı anılarında, Yahya Kahya’yı aldığı emir üzerine, Topal Osman’ın iki adamını yanına alarak kendisinin öldürdüğünü yazmıştır.

Mustafa Suphi’nin Öldürülmesinden Kimler Sorumlu?
Peki, Yahya Kaptan’ın arkasındaki güçler?

Bu tertipten TBMM ve Mustafa Kemal’in haberi var mıydı? İttihatçılar ve Enver’in adamlarının işi miydi? Sovyetler birliği Sultan Galiyev’e yakınlığından kuşkulanarak ondan kurtulmak mı istemişti? Yoksa Yahya Kaptan ve bir kaç haydutun kendi başlarına giriştikleri adi bir bireysel cürüm mü?

Sonuncusuna kimse inanmıyor.

Ünlü Sovyet tarihçi A. M. Şamsutdinov da, Ankara hükümetini doğrudan suçlamamakla birlikte. “herhalde yerli güçleri teşvik ettiği açıktır” diye görüş belirtiyor. Gerçi Mustafa Kemal, Suphilerin öldürülmesinden sonra üzüntü duymuş değildir. Aksine, TBMM’nin yayınlanan gizli oturumlarında yaptığı konuşmalara bakılacak olursa Mustafa Suphi hakkında çok ağır konuştuğu gibi “serseri” ifadesini dahi kullanmıştır. Ama yine de Temmuz 1920’de Kazım Karabekir’e yolladığı bir telgrafta Suphi için: “Sovyetler nezdinde önemli bir yeri vardır. Kendisinden istifade edilmek uygundur” diyordu.   Yani Atatürk, Mustafa Suphi’yi öldürtmek değil, ondan yararlanmak istiyordu.

Tarihçiler, Sovyet yöneticilerinin, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürüldüğü dönemlerde, Sultan Galiyev’le ilişkilerinin çok iyi olduğundan hareketle, “bu iş Sovyet yöneticilerinin marifetidir” tezini pek de ciddiye almıyorlar. Ama yine de Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden sonra Stalin tarafından Türk komünist önderlerin birer birer ortadan kaldırılması ve hatta isimlerinin tarihten silinmeye çalışılması oldukça dikkat çekicidir.

SSCB arşivlerinin açılmasından sonra ortaya çıkan kimi belgeleri değerlendiren tarih araştırmacıları ise, kesin olmamakla birlikte sorunu, İttihat ve Terakki ile Mustafa Suphi arasındaki ezeli kine ve dolayısıyla Enver’in darbeci geleneğiyle oldukça uyuşan bir öç utma biçimine uygun düşen açıklamalar üzerinde yoğunlaşmaktadırlar.

Bu yeni belgelerden bir kısmını değerlendiren Halit Kakınç, Toplumsal Tarih dergisinde yayımladığı, “Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını İttihatçılar mı Öldürttü?” başlıklı makalesinde, “Enver Paşa ve yandaşları için, 1921’lerdeki tek çıkar yol, Galiyev’ci Mustafa Suphi’nin, Mustafa Kemal ile antlaşmasını her ne pahasına olursa olsun önlemek, alternatifleri ortadan kaldırarak, Sovyet yöneticilerin işbirliği yapacakları tek güç olarak kalmaktır” değerlendirmesini yaparak İttihatçıları sorumlu tutuyor.

Emel Akal da, Hüseyin Cahit Yalçın’ın 1944’te Tanin’de yayımladığı İttihatçıların birbirlerine yolladıkları mektuplardan yararlanarak, konuyla ilgili kısımlardan ilginç ipuçları yakalıyor. Örneğin Kuşçubaşı Eşref’in kardeşi ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın en önemli adamlarından biri olan Hacı Sami’nin, Suphi ve yoldaşlarının denizde boğulduklarıını söylemesi, kasıtlı bir yalan haber yaymadır. Akal makalesini şöyle bitiriyor: Yolu bir zamanki arkadaşlarıyla üçüncü ve son kez, Ocak 1921’de kesişen Mustafa Suphi, öldürülme emri bizzat kim tarafından verilmiş olursa olsun, Karadeniz’in soğuk sularında yine İttihatçılar tarafından yok edilmişlerdir.

Türkiye’de Sol Akımlar adlı çalışması bu konularda artık neredeyse klasik olan Mete Tunçay, Mustafa Suphi’nin öldürülmesi olayını, Mustafa Kemal’in bilgisi ve onayı dışında ve Kazım Karabekir ile Erzurum valisi Hamit Beyin işi olarak görmektedir. “Ben bu konuda hala otuz küsur yıl önce Türkiye’de Sol Akımlar kitabımda yazdıklarımın geçerli olduğu kanısındayım” diye devam ediyor: “Yahya’ya, Suphi grubunun ortadan kaldırılması için kimin emir verdiği kesinlikle belli değildir. Bu buyruğun Karabekir’den çıkmış olması muhtemeldir. Ankara’nın ise önceden haberinin olup olmadığım kestirmek güçtür” diyor.

Bu konuda kapsamlı çalışmalardan birini yapan Yavuz Aslan da, Mustafa Suphi ile İttihatçıların, Bakü kongresinde su   yüzüne çıkan ve Enver Paşa’nın yuhalattırılmasına kadar varan kinleşmeye dikkat çekerek, suikast olayında, İttihatçıları işaret etmekte ve “sonuç olarak şu söylenebilir ki, kesin olmamakla beraber, İttihatçıların Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürtmüş olmaları ihtimali, diğer ihtimallere göre çok daha fazladır” diye Mustafa Suphi’nin öldürülmesinde en büyük şüphelinin Enver Paşa olduğuna dikkat çekiyor.

Peki o dönemki Sovyetler Birliği Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katilinin kim oldukları hakkında ne düşünüyordu?

Stalin’in istihbarat şefi olarak tanınan Orjenidçe’nin Enver Paşa’yla yaptığı konuşmada Mustafa Suphi’yi öldüren Yahya Kahya için “arkadaşlarınızdan” ifadesini kullanması kuşkusuz anlamlıdır. Sovyet yönetiminin bu katliamda Enver Paşa’nın ve adamlarının parmağı olduğunu bildiklerini göstermektedir.

Sovyet Hükümeti’nin Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesine hiç sesini çıkarmaması ve Enver Paşa’ya desteklerini sürdürmesi, tam da o tarihte (Eylül 1921) Anadolu’daki savaşın yazgısının kesinleşmemiş olmasındandır. Bolşevikler, Mustafa Kemal ve ulusal güçlerin yenilgisi halinde Enver Paşa önderliğinde Sovyetler’e bağlı İslami-Bolşevik askeri kuvvetleri, Anadolu’ya gönderme seçeneğini ellerinde tutmak istemektedirler.

http://www.serenti.org/mustafa-suphiyi-kim-oldurdu/

melnur  |  Cvp:
Cevap: 6
28.01.2020- 18:49

Mustafa Suphi ve 15 Yoldaşı’nı öldürenler ve tarihi gerçekler

Resim Ekleme

Mustafa Suphi ve 15 Yoldaşı’nın Karadeniz’de katledilmesinin 95. Yılı Anma Toplantısına hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım. Türkiye Komünist Partisi kurucusu ve başkanı Mustafa Suphi ile 15 yoldaşının 28 Ocak 1921’de Trabzon açıklarında boğularak öldürülmesi Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihinin en vahşi cinayetlerinden biridir.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri saray ve devlet oyunlarıyla birçok muhalif kişi, devlet adamı, bilim insanı, yazar yok edilmiştir. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe, deyimi bunun ifadesidir. Kanı helal, malı haramdır fetvasıyla Şeyh Bedreddin’i Serez Çarşısı’na asanların devamcıları ittihatçılar, ırkçılar, milliyetçiler Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında çok siyasi cinayet işlemi, soykırım yapmışlardır.

Son 50 yıl içinde Ecevit’in, Özal’ın, Türkeş’in, Yazıcıoğlu’nun suikast şüphesiyle öldükleri basına yansımıştır. Türkiye’de muhaliflerin suikatlerle, cinayetlerle susturulması, temizlenmesi bir gelenek halinde devam etmektedir. Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının da çok yönlü siyasi tertiplerle katledilmiş oldukları kesindir. Mahir Çayanların Kızıldere’de katledilmesi, Denizlerin asılması, Uğur Mumcu’nun, Turan Dursun’un, Hrant Dink’in ve Tahir Elçi’nin göz göre göre öldürülmesi bunun somut birer göstergeleridir.

Bu akşam size onları katledenlerin kimler olabileceğini belge ve tarihleriyle birlikte açıklamak, henüz cevaplanamayan soruları dile getirmek istiyorum. Bu konuşma metnini hazırlarken, Ayşe Hür, Murat Bardakçı, Selçuk Uzun, Doğan Özgüden, Emel Akal’ın makale ve kitaplarından faydalandım, onlardan uzun alıntılar yaptım. Konuşmamın başında bu araştırmacılara teşekkürlerimi sunuyorum.

Mustafa Suphi kimdir?

Mustafa Suphi, Osmanlı bürokrat sınıfına mensup bir ailenin evladı olarak 1882’de Giresun’da dünyaya geldi. Babası, çeşitli devlet kademelerinde yer almış ve sonunda vali olmuştu. İdadi’yi (liseyi) Erzurum’da okudu, İstanbul’da hukuk tahsil etti. Paris’te L’École Libre des Sciences Politiques’de Ziraat Bankası ve tarım kredileri üzerine teziyle lisansüstü eğitimini tamamladı. 1908’te II. Meşrutiyet’in ilanıyla ülkeye döndü ve Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde muallimlik yaptı, Yüksek Ticaret ve Tarih Mektebi’nde siyasi iktisat dersleri verdi. Tanin, Servet-i Fünun ve Hak gazetelerindeki makalelerinde kâh özel teşebbüsçülüğü kâh devletçiliği öneren Mustafa Suphi, 1911’de Selanik’te İttihat ve Terakki’nin 4. Kongresi’ne katıldı. Kongrede İktisat Vekili olmak isteği yerine getirilmeyince İttihatçılara küstü ve Ferit (Tek) ve Yusuf (Akçura) Beyler ile Milli Meşrutiyet Fırkası’nı kurdu. İttihatçılığa göre daha sağ bir çizgiyi temsil eden fırkanın yayın organı İfham’ın editörlüğünü yaptı.


Bahr-ı Cedid sürgünleri
Mustafa Suphi, 23 Ocak 1913’te Babıâli Baskını ile iktidara el koyan İttihatçıların başa geçirdiği Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran’da öldürülmesi üzerine muhalifler ve ‘İstanbul’daki serseri ve işsiz takımı’ndan oluşan 322 kişilik grupla Bahr-i Cedid vapuruna bindirilerek Sinop’a sürüldü.

1914’te Mustafa Suphi’nin gayretiyle Ahmet Bedevi (Kuran) ve birkaç kişi daha Sinop’tan deniz yoluyla Kırım’da Sivastopol’e kaçtılar. Kaçakların tümü Mısır’a ve Batı ülkelerine giderken, sadece Mustafa Suphi Kafkasya’ya geçti. O sırada patlayan savaş aleyhine yazıları yüzünden Ruslar tarafından Urallara sürüldü. Sosyalizm ve komünizm fikirleriyle burada tanıştı.

Şubat 1918’den itibaren Moskova’da Tatar Başkut devrimcileriyle Yeni Dünya adlı bir gazete çıkardı. 20 Temmuz 1918’de, Asya’nın Müslüman halklarını komünizm düşüncesine çekmeyi hedefleyen Stalin’in girişimiyle Türkiye Komünist Fırkası’nın (daha sonra TKP) ilk toplantısını yaptı.

Birinci Dünya Savaşı ve Sonrası

Osmanlı İmparatorluğu, Enver- Talat- Cemal üçlüsünün kararları ile bir oldu bitti ile Birinci Dünya Savaşı’na girmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş planları 1914 Ağustos ayında Berlin’de Alman Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yapılmıştı. Kayzer Almanyası ile Osmanlı İmparatorluğu askeri, militer bir blok olarak Rusya, İngiltere, Fransa’ya karşı savaşa girmişti.

İttihat ve Terakki Partisi’nin başındaki Enver Paşa, Harbiye Nazırı idi. Enver Paşa, 2 Ağustos 1914 günü, İstanbul’da, Osmanlı Hükümeti’ne ve Meclis-i Mebusan’a haber vermeden Alman Büyükelçisi Baron von Wangenheim ile gizli bir ittifak antlaşması imzaladı. Bu gizli anlaşmadan hemen sonra Osmanlı İmparatorluğu genel seferberlik ilan etti.

Berlin’de Alman Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış olan savaş planları, 1914 Ağustos ayı sonunda Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığı tarafından kabul edilerek uygulanmaya kondu. Enver Paşa, olağan askeri emir komuta dışında, örtülü operasyonlardan ve özel görev kuvvetlerinden, yani ölüm mangalarından hoşlanıyordu. Bu amaçla Balkan Harbi’nden önce Teşkilât-ı Mahsusa adlı gizli bir örgüt kurmuştu. Bu örgütü hem cephe gerisinde misilleme, sabotaj, provokasyon yapmak için, hem de parti ve politik muhaliflerine karşı kullanabilirdi.

Teşkilât-ı Mahsusa, 15 Ekim 1911’de resmi bir devlet organına dönüştürülmüştü. Teşkilât-ı Mahsusa ajanları, istihbarat subayları, casuslar, sabotajcılar ve kiralık katillerden meydana geliyordu. Anadolu’daki Teşkilât-ı Mahsusa, merkezi Erzurum’da olan Üçüncü Ordu’nun emir komutasına verilmişti. Teşkilât-ı Mahsusa’nın çekirdek kadrosunu meydana getirenler arasında, doğrudan Enver Paşa’dan emir alan Çerkez Ömer Naci de vardı. Ömer Naci, Doğu Anadolu’da, Rus sınır bölgelerinde görevlendirilmişti. Erzurum, Trabzon ve Van’da gizli hücreleri olan Kafkasya Devrimci Cemiyeti’ni sorumluluk bölgesindeki gizli faaliyetlerde kullanıyordu.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu kayıtsız şartsız teslim oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nu savaşa sokanlar ve Ermenilerin, Süryanilerin, Nasturilerin, Pontusların, Rumların kanına girenler, ocaklarını söndürüp soyunu kurutanlar Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde yargılandı. İdama mahkum edildiler. İdama mahkum olanların başında İttihat ve Terakki Partisi’nin başındakiler geliyordu. Bu kişiler bir Alman denizaltısı ile 2 Kasım 1918 gecesi kaçırıldılar ve Almanya’ya götürüldüler. Savaş ve katliam suçlularından birçoğu tutuklandı. Daha sonra Malta’ya sürgün edildiler.

Ankara Hükümeti Malta sürgünlerini ellerinde bunan İngiliz subayları ile Karadeniz’de Sinop açıklarında değiş tokuş etti. Malta sürgünlerinin hemen hemen hepsi, Cumhuriyet hükümetinin sadık elemanları haline geldiler. Haklarında idam kararı verilmiş, eli kanlı ittihatçıların, soykırım suçlularının birçoğu kaçarak Bakü’de toplanmıştı. Bakü’ye kaçanların içinde Der Zor’da 200.000 kadar Ermeninin katlinden dolayı gıyabında idam kararı verilmiş Salih Zeki (Zor) da vardı. Enver Paşa ise Moskova’ya sığınmış, serbestçe siyasi çalışmalarını yürütmeye başlamıştı.

1917 Bolşevik Devrimi

1915 yılında yapılan Çanakkale Savaşları’nın başarısı, en çok Rusya’da Bolşeviklere yaramıştı. Çünkü, İngilizler, Fransızlar Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Müttefikleri Çarlık Rusya’sına yardım götüremediler. Bu nedenle Çanakkale Savaşı’nın başarısı Rus Çarlık rejimine karşı savaşan Bolşeviklere yardımcı oldu.
1917 yılında Bolşevikler Çarlık rejimini devirerek iktidarı ele geçirince tek taraflı olarak Birinci Dünya Savaşı’ndan çekildiler ve gizli anlaşmaları açıkladılar.

Lenin ile Mustafa Kemal dostluğu

23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulmuş olan TBMM Hükümeti’nin Anadolu’yu işgal etmiş olan İngiliz, Fransız, Yunanistan ve İtalyan ordularına karşı tek yardım alabileceği devlet Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği de TBMM Hükümetinin ve Türkiye’nin İngilizlere ve Fransızlara karşı başarısını kendi güvenliği açısından hayati önemde görüyordu.

Bu nedenle

3. Enternasyonal’in 21 Temmuz-6 Ağustos 1920’de toplanan ikinci kongresinde kabul edilen Lenin’in ‘Sömürgeler ve Geri Kalmış Ülkelerle İlgili Tezleri’nden 11. tezin beşinci fıkrasıyla 12. teze göre Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği kurtuluş hareketi, bir burjuva demokrat hareketi olduğundan, ona komünist rengi verilmesine çalışılmamalı, ama Batılı devletlerle savaşında yardım edilmeliydi. Bunun karşılığında tek şart, Komintern yoluyla Moskova’ya bağlı bir komünist parti kurulmasına izin verilmesiydi.

Temmuz 1920’den itibaren Balıkesir ve Bursa Yunanlıların eline geçtiğinden Mustafa Kemal’in bu teklifi kabul etmekten başka çaresi yoktu. 1920 Ağustos ayında Bolşeviklerin altın yardımı gelmeye başladı. 1-7 Eylül 1920 tarihlerinde Bakû’de toplanan Doğu Halklarının Birinci Kurultayı’nın hemen ardından 10 Eylül 1920’de Türkiye Komünist Fırkası resmen kuruldu.

İŞİN ARKA PLANI

1918-1919 yıllarında Ermeni katliamının eli kanlı katillerinden Halil (Kut) Paşa, Küçük Talat, Teşkilat-ı Mahsusa’nın sorumlularından Dr.Bahaeddin Şakir, Nuri (Kıllıgil) Paşa gibi İttihat ve Terakki Partisi elemanları Baku’ye sığınmışlar ve burada faaliyetlerine devam etmektedirler. İttihatçılar, 1920 yılı baharında Bakü’de “Türkiye Komünist Fırkası / Gruppası” adlı bir komünist fırka kurmuşlardır.

Bu komünist fırka, Azerbaycan’a Kızıl Ordu’nun girmesinden sonra Mustafa Suphi tarafından dağıtılmış, yayın organları kapatılmıştır. Bu olaydan sonra İttihatçılar ile Mustafa Suphi ve taraftarları arasındaki çelişkiler ve çatışmalar iyice gerginleşmiştir.

Mustafa Suphi ile Enverciler arasındaki çatışma

Mustafa Suphi (TKP) ve Enverciler arasındaki çekişmenin asıl ortaya çıktığı yer ise 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanan ünlü Şark Milletleri Kurultayı’dır.
Komünist Enternasyonal tarafından düzenlenen bu kurultaya 29 milletten 2000 kadar delege katılır. Kurultay’ın başkanlığını Zinovyev yapar. Türkler 235 delege ile Kurultay’ın en kalabalık grubunu oluştururlar.

Türkler arasında ise birbiri ile çekişen üç grup vardır:

1. Mustafa Kemal’e bağlı Ankara Hükümeti temsilcileri,
2. Türk komünistleri (Mustafa Suphi ve arkadaşları)
3. İttihatçılar (Kurultay’a katılan Enver Paşa ve arkadaşları).



Kurultay’da Enver Paşa’nın konuşmasına izin verilmez, ancak Enver Paşa bir locada oturarak kurultayı izler. Dördüncü gün Enver Paşa’nın bir bildirisi kurultayda okunur. Komünistler (Mustafa Suphi ve ekibi) bu sırada salonda şiddetle Enver Paşa aleyhine tezahürat ve protestoda bulunurlar. ‘Kurultay’a değil, halk mahkemesine!...’ diye bağırırlar… Enver Paşa ve taraftarları bunu unutmayacaktır! Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden sonra yazdığı bir mektupta, kendisine karşı bu protestoyu cinayet nedeni olarak gösterecektir…

TKP BAKÜ’DE KURULDU


Mustafa Suphi önderliğindeki ilk Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Eylül 1920’de Bakü’de kuruldu. Partinin kurucuları Mustafa Suphi ile birlikte Bakü’de Doğu Milletleri Kurultayı’na (1-7 Eylül 1920) katılan Moskova’ya bağlı Türk komünistleridir. TKP’ye Mustafa Suphi başkan, Ethem Nejat ise genel sekreter seçildiler. TKP’nin kurucuları arasında Der Zor Katili Salih Zeki de vardır. Örgütlenmeden sorumludur. Daha sonra Komintern Delegesi olarak Moskova’ya ve Ankara’ya gidecektir.

Trabzon’daki katliamda 15’ler içinde Suphi ve Nejat ile birlikte bu ilk kuruculardan bazı isimler de vardır. Mustafa Kemal ise Moskova’ya bağlı bu TKP’ye karşı olarak, Ankara’da 18 Ekim 1920’de kendi TKP’sini kurdurdu. Kurucular arasında Yunus Nadi, Celal Bayar, Refik Koraltan gibi Mustafa Kemal’e bağlı eski İttihatçılar vardır.   Celal Bayar, 1914-1918 döneminde Ege Bölgesi Teşkilat- Mahsusa Katib-i Umumisi idi. Ege Bölgesindeki 400 bin kadar Rum vatandaşını korkutulmasından, katlinden, zorla kovulmasından sorumluydu. Daha sonraki yıllarda azılı bir komünist düşmanı oldu.

Mustafa Suphi ve TKP’li yoldaşlarının Ankara’ya gitme kararı

Mustafa Suphi ve yoldaşları, İttihat ve Terakki Partisi’ni, Enver- Talat-Cemal üçlüsünü ‘Baş düşman’ olarak görüyorlardı. Buna rağmen hemen hepsi İttihat ve Terakki’den gelen Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla ittifak yapmak üzere, TKP’nin kuruluşundan yaklaşık 2.5 ay sonra Ankara’ya gitmeye karar vermişlerdi.

Bakû’den peyderpey yola çıkan TKP kafilesinin beş kişilik ilk grubu, Sovyet Rusya’nın Ankara’ya sefir olarak atadığı Budi Mdivani’nin heyeti ile birlikte, 28 Aralık 1920’de Kars’a ulaştı. Sovyet diplomatları ile birlikte gelen TKP’liler törenle karşılandılar. Kâzım Karabekir, Mustafa Suphi’ye, Ankara’ya bir telgraf yollamasını ve gelişini haber vermesini tavsiye etti.

Ancak 29 Aralık 1920’de Mustafa Kemal’in, Kâzım Karabekir’e yolladığı telgraf hiç iç açıcı değildi. Telgrafta Mustafa Kemal şöyle diyordu: “Ankara’da komünist cereyanları arzu hilafınadır. Bakû Türk Komünist Fırkası i Mustafa Suphi’nin bu cereyanları körüklemesi sakıncası akla gelmektedir. Bir defa kendisini gördükten sonra devletlilerinin görüşlerinin bildirilmesini rica ederim.”

Bu ricanın karşılığı bugüne dek yayınlanmadı. Ancak telgrafın ikinci satırı TKP’yi Meclis çatısı altında eritme yanlısı olan Karabekir’e bu eğiliminden vazgeçmesi için Ankara tarafından tanınmış bir fırsat gibi görünmekteydi.



TKP’lileri yok etme planı uygulamaya konuyor

Ankara Hükümeti’nin Moskova’ya elçi tayin ettiği Ali Fuat (Cebesoy) Bey, 2 Ocak’ta Mustafa Suphi ile görüştü. Ali Fuat (Cebesoy) bu görüşmeyi değerlendiren uzun rapor yazdı ve bu raporlu Mustafa Kemal’e bildirdi.

Bu raporda Ali Fuat (Cebesoy) şöyle diyordu:

“[Mustafa Suphi] zeki, bilgili, fazla kurnaz, konuşmalarında ihtiyatlı ve acelesiz. Rus Sefiri ile memleket içine girmek ve Ankara Hükümeti prensiplerine inanmış gibi görünmek istediğine bakılırsa bu kişinin yumuşak düşünce ve prensiplerle Anadolu hareketini yönetenlerin güvenini kazanmak ve böylece bir mevki yaptıktan sonra, Rus komünizminin gizli başı olmak suretiyle memlekete [bu düşüncesini] duyurmak ve uygulamak düşüncesinde olduğunu zannediyorum.”

Bu görüşme Ankara ile TKP yönetimi ile siyasi konuların ele alındığı üst düzeydeki son görüşmeydi. TBMM’nin 3 Ocak 1921 tarihli oturumunda, Mustafa Suphiler ve Komünizm meselesi gündeme geldi. Mustafa Kemal, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni’ye (Ulaş) hitaben şöyle diyordu:

“Komünizm yayılması meselesine gelince; kendileri buyurdular ki, istense de istenmese de bu bir mikroptur, girer. O halde çaresi yok demektir. Mademki maddi tedbirle önüne geçmek imkânı olmayan bir yayılmadır, bu mutlaka bulaşıcı olacaktır. Zannediyorum ki, buna karşı tedbir düşünmek meselesiyle söz konusu olan siyasi meseleleri birbirinden ayırmak ve seçmek daha uygun olur…”

Yıldırma harekâtı

Bu konuşmadaki bazı vurgular, TKP’yi beklemekte olan akıbetin ipuçlarını veriyordu. Nitekim, Kâzım Karabekir aynı gün, yani 3 Ocak 1921 tarihinde Erzurum Valisi’ne (günümüz Türkçesiyle) şöyle yazmıştı:

“Adı geçenin ve arkadaşlarının Erzurum’a varışları gününden başlayarak gerek gazete yayınları ve gerekse halkın uygun göreceği gösteriler ve baskılarla daha içeri yolculuğun ve memlekette kalmanın ve çalışmanın mümkün olmayacağı hakkında kendilerinde gereken izlenimler yaratılır…” Karabekir, Trabzon’da özellikle Bolşeviklerin gözleri önünde aynı tezahüratın yapılmasını fakat tepkilerin Bolşevikliğe değil söz konusu kişilere olduğunun gösterilmesini istiyordu. Benzer bir telgraf Gümüşhane Valisi’ne de göndermişti. Mustafa Suphi ve yoldaşları ise Kars’ta bekletiliyordu. Mustafa Suphi bu bekletmeden şüphelenmiş, düşüncesini İsmail Hakkı yoldaşına gönderdiği 5 Ocak 1921 tarihli mektubunda dile getirmişti.

Erzurum’da halk galeyana getiriliyor

Mustafa Suphi ve beraberindeki 17 kişi (?) 18 Ocak 1921 günü, Erzurum’a gitmek üzere Kars’tan trenle yola çıktı. Heyet dört günlük bir tren yolculuğunun ardından 22 Ocak’ta Erzurum’a vardığında kendilerini Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nin örgütlediği eylemler bekliyordu.

Modern Türkiye’nin ilk ‘Komünizmle Mücadele Derneği’ olan Cemiyet’in 18 Ocak 1920 tarihinde yayınladığı bildiride şunlar yazılıydı:

“Rusya’dan gelmiş, anası babası belirsiz, mazileri karanlık, cani iblislerin, Allah, Peygamber, Halife ve şeriat yok dediği, kadınlardan başlayarak na-mahremliği ortadan kaldıracağı, kadınların kamuya açık yerlere erkeklerle karışık girip çıkması, erkeklerle çalışması ve erkeklere hizmet etmesinin mecbur kılınacağı, üç yaşından büyük çocukların umumi depolarda toplanacağı, cinayet ve diğer suçlara ait kanunları kaldıracağı, çalışmayanın ekmek yiyemeyeceği, Başkırdistan, Taşkent ve Buhara’daki milyonlarca Müslümanın bütün servetlerinin, ırz ve namuslarının ellerinden alınacağı.”

Bu iddialarla galeyana gelmiş göstericileri yönlendirenler arasında polis teşkilatından kişiler de vardı. Heyet Erzurum’a sokulmadı ve dekovil hattıyla Aşkale yakınlarındaki Karabıyık köyüne yollandı.

Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin olayları anlatan telgrafı Meclis’te okunduğunda, Mustafa Kemal, devletin her şeyden haberdar olduğunu gösteren ve Erzurumlularla hemfikir olduğunu beyan eden bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal aynı oturumda yaptığı diğer konuşmada Kâzım Karabekir tarafından Mustafa Suphi ve arkadaşları için yapılan plandan övgüyle bahsetti. Ardından Erzurum Valisi ‘Deli’ Hamit’e acele bir telgraf yolladı. Telgrafta “Mustafa Suphi Efendi’nin refakatinde kaç kişi olduğunun ve onların da kendisiyle birlikte gönderilip gönderilmediğinin bildirilmesini rica ederim” deniyordu.

İmha planı yürürlüğe konuyor
Bayburt’tan kızaklarla aç biilaç yola çıkan TKP kafilesi hiçbir yerde doğru dürüst konaklama fırsatı bulamayarak 27 Ocak 1921’de Maçka’ya vardı. Caminin yanındaki Yorgaki Otel’de bir gece kaldılar.

Heyettekilerden Baytar Abdülkadir, Maçka Kaymakam Vekili Murat Efendi’nin yardımıyla kurtarılmıştı. Mahmut Goloğlu’na göre, Abdülkadir, Kars’tan Trabzon’daki kardeşi Mehmet Efendi’ye gelişlerini müjdelemiş, Mehmet Efendi vekilliğini yaptığı Kayıkçılar Kâhyası Yahya’ya haberi verdiğinde, Yahya kendisine Mustafa Suphi ve arkadaşları konusunda Ankara’dan emir aldığını, eğer kardeşini kurtarmak istiyorsa şehre girmesini engellemesini tavsiye etmişti. Abdülkadir’in hayatını bu uyarı kurtarmıştı.

Böylece geride Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı kalmıştı. 28 Ocak 1921 günü Trabzon’da olağanüstü bir hareketlilik vardı. Tellallar, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti başkanı ve eski Teşkilat-ı Mahsusa’cı Barutçuzade Ahmet Bey’in oğlu Faik Bey’in gazetesi İstikbâl’in kışkırtıcı yayınlarıyla galeyana getirilen halkı cuma günü öğleden sonra ‘Rusya’daki esir kardeşlerimizi kurşuna dizdiren dinsiz vatan hainlerinden intikam almak üzere’ mağaza, dükkân ve kahvehaneleri kapatarak Değirmendere’ye çağırmıştı.

Şehirdeki Sovyet Konsolosluğu’nun elemanlarına da sokağa çıkmamaları tembih edilmişti.

Cuma günü, bütün esnaf dükkânlarını kapatarak, kapatmayanlar ise polis ve inzibat memurları tarafından cebren kapattırılarak Değirmendere’ye doğru sevk edildiler. TKP heyeti, 28 Ocak 1921 akşamı saat 17.20 civarında Trabzon’a vardı. Kayıkçılar Kâhyası Yahya ve adamları heyetin yolunu Değirmendere mevkiinde keserek Çömlekçi Mahallesi’nin alt yolundan doğruca iskeleye (Buhti’ye) çevirdi. Burada Mustafa Suphi ve arkadaşları tükürükler, küfürler ve tekmeler eşliğinde bir motora doğru sevk edildiler. Hemen arkalarından Kâhya’nın silahlı adamlarını taşıyan bir motor daha kalktı. Motorlar sabaha karşı 4-5 sıralarında boş olarak geri döndü, ama kimsenin iskeleye yanaşmasına izin verilmiyordu. Birkaç gün sonra tayfalardan birisi, motordakilerin birkaç mil açıkta, elleri ve ayakları bağlanarak denize atıldıklarını söyledi.


Musfa Suphi’nin hanımı Meryem’in acı sonu

İddialara göre Sürmeneli Kınalıoğlu Ahmet Yakup motora bindirilmeyip Yahya Kâhya’nın evinde alıkonmuş, Tayyareci Tevfik ile Mustafa Suphi’nin Rus (bazı kaynaklara göre Türk, bazılarına göre Rus Yahudisi) asıllı eşi motordan geri getirilmişti.

Adı çeşitli kaynaklara göre Meryem, Maria ya da Semiramis olan bu hanım, önce Yahya Kâhya’nın evine götürülmüş, kadıncağız tutulduğu yeri Rus Konsolosluğu’na bildirmeye çalışmış, notu götüren adam Kâhya’nın adamı çıkınca, ceza olsun diye Nemlizade Ragıp Bey’in evine verilmişti. Bir süre, Kâhya tarafından Rizelilere verilen kadıncağız bir oturak âlemi sırasında öldürülmüştü.

Katliamda kaç komünist öldürüldü?

TKP’nin belgelerine göre, Anadolu’ya hareket edenlerin toplamı Merkez Komite üyeleri ile birlikte 30’dur. Merkez Komite üyesi Mehmet Zeki ile üst düzey parti kadrosundan Süleyman Sami hasta oldukları bahanesiyle Erzurum’da veya Maçka’da alıkonulup, Ankara Hükümeti’nin himayesine mazhar olmuşlardı.

TKP Harici Bürosu, haberin alınması ardından, “Doğu Halkları Propaganda ve Faaliyet Kurulu Başkanlığı”na gönderdiği mektupta, isim belirtmeksizin 16 kişinin öldürüldüğünü yazmıştı. Aynı organ adına Ahmet Cevat’ın (Emre) 2 Nisan 1921 tarihli mektubunda ise, “M. Suphi, dört Merkez Komite üyesi ve on iki diğer yoldaşlarımız” denmektedir ki, burada verilen rakamlarla öldürülenlerin toplam sayısı 17’ye ulaşmaktadır. Mete Tunçay’a göre motorda öldürülenlerin sayısı, Mustafa Suphi ile birlikte 14’dür. Tunçay, listeye ayrıca Meryem’i eklemektedir. Emrah Cilasun başka kaynaklarda geçen isimleri de dikkate alarak öldürülen komünistlerin sayısının daha çok olabileceğini söyler.

Katliamdan sonra söylenenler

Katliamın ardından Trabzon’daki Rusya Sovyet Hükümeti Konsolosu Ali Oruç Bagirov Trabzon Valisi’ne Mustafa Suphi ve arkadaşlarının akıbetini soran bir mektup yazdı. Trabzon Vali Vekili İsmail Sabri cevabi mektubunda, halkın tepkisi karşısında Trabzon’da kalamayacaklarını anlayan ekibin, bir motor kiralanarak sağ salim Rusya sahillerine yollandığını belirtti. Aynı gün İstikbâl gazetesinde, “Bakû Seyyahları Geldiler ve Gittiler” başlığı altında çıkan haberde olay daha ağır ifadelerle anlatılıyordu.

Mustafa Suphilerin katledilmesinde Enver Paşa’nın parmağı var mı?


Evet, belgeler olduğunu kanıtlıyor.

Enver Paşa, Mustafa Suphilerin öldürülmesi hakkında 24 Nisan 1921 tarihli mektubunda aynen şunları yazmıştır:

“…Komünist Partisi i Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanına yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare yazılan çekilirmiş.”

(Bak: Enver-Murat Bardakçı-İş Bankası Yayınları-Kasım 2015-Sayfa 241)

1920 yılı Eylül ayından 1921 yılı Eylül ayına kadar geçen sürede, Mustafa Kemal ve arkadaşları Ankara’da milli mücadeleyi Meclis üzerinden yürütmek ve TBMM Hükümeti’ne bağlı düzenli bir ordu kurmak ve işgalci Yunan ordusunu ülkeden atmak için uğraşmaktadırlar. Bu sürede Mustafa Kemal Sovyetler’den destek ve yardım almaya çalışmakta ve buna çok önem vermektedir.

Sovyetler’de ise Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başarısızlığı halinde Anadolu’da mücadeleyi kimin liderliğinde, hangi gruplarla yürüteceklerinin planlarını yapmaktadırlar.

Sovyetlere bu dönemde milli mücadelenin liderliğini almaya aday iki grup vardır:

1.Enverci İttihatçılar,

2.Komünistler.

Bunlar da kendi aralarında çekişmektedirler. Moskova, Mustafa Suphi ve TKP’yi desteklemektedir. Ancak Enver’e ve arkadaşlarına da İslam İhtilalciler’i Cemiyeti üzerinden yardım yapmaktadır.

ENVERCİ-KOMÜNİST çekişmesinin esas nedeni?

Enverciler ve Mustafa Suphi (Türk komünistleri) arasındaki bu çekişme, arkasına Sovyet desteğini alarak Anadolu’da (Türkiye) kimin hakim olacağı üzerinedir. Bu hakimiyet için Müslüman esir ve askerlerle, Bolşevik İslamcılardan 1500-5000 kişilik bir askeri güç oluşturulması düşünülür. Ama bu güce kimin önderlik edeceği henüz belirsizdir. Enver mi, Mustafa Suphi (TKP) mi? Sovyetler’deki Türkler arasında Enverciler-Komünistler (Suphi yandaşları) kavgası bunun üstünedir.

Yani Sovyet desteği ile Anadolu’da kimin hakim olacağı kavgasıdır…
Enver, ‘İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’ isimli teşkilatı 1920 yazında Moskova’da kurar. Bu örgütü 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanacak Doğu Milletleri Kurultayı’na yetiştirmek için kurar. Bu örgüt adına Kurultay’a bildiri sunar. Aslında Doğu Halkları Kurultayı ve İslam-Bolşevik İhtilalleri fikri Sultan Galiyev’indir. Ancak Galiyev’in Bakü’deki bu kurultaya katılması Stalin-Galiyev çekişmesi nedeniyle Stalin tarafından engellenir.

Enver Paşa, Bakü’den Moskova’ya dönünce, 1920 yılında Eylül’ün ikinci haftası (Yani Bakü’de TKP’nin kurulduğu aynı tarihte) İslam İhtilalleri Cemiyeti’nin ilk kongresini toplar. Kendisi başkanlığa seçilir. Halil Paşa ve Hacı Sami de üyeler arasındadır. Bir süre sonra 28 maddelik Halk Şuralar Fırkası program yayınlayıp, Anadolu’ya da yollarlar. Karabekir bu program eline geçince, buna ve Enver’e karşı sert tedbir alınması gereğini Ankara’ya, Mustafa Kemal’e bildirecektir. Enver Paşa Moskova’da hazırlık yaparken Mustafa Suphi ve arkadaşları daha hızlı davranıp TKP’nin 10 Eylül 1920’de kuruluşundan 3 ay sonra, 28 Aralık 1920’de eşi ve 17 arkadaşı ile birlikte Kars’a gelirler.

Onları Kazım Karabekir karşılar. Mustafa Kemal heyetin Ankara’ya gelmesini istemez. Heyet önce Erzurum’a, oradan organize halk protestoları ile Trabzon’a yollanacaktır.

6-11 Ocak 1921 Anadolu’da I. İnönü Savaşı’nın yaşandığı karışık dönemdir. Aynı tarihlerde (Ocak 1921) Çerkes Ethem’in Ankara’ya karşı ayaklanması başlar. İsmet Paşa kuvvetleri Çerkes Ethem’e karşı harekete geçer. Çerkes Ethem Yunanlılara sığınır. Kuşçubaşı Eşref de onunla birlikte Yunanistan’a sığınır. Mustafa Suphiler işte tam bu kargaşa ortamında Anadolu’ya gelmek için yola çıkmışlardır.

28 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon’da katledilmişlerdir.
Enver Paşa, Mustafa Suphi’nin katlinden iki ay sonra, Mart 1921’de Moskova’da Halk Şuralar Fırkası adlı partiyi kurar. Bu Envercilerin Partisi’dir. 1921 Eylül ayında, Enver Paşa Batum’dan Anadolu’ya geçmeyi beklerken 5 kişi ile bu partinin kongresini toplar ve parti yeniden İttihat ve Terakki Partisi adını alır. Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’ndan başarıyla çıkması Enver Paşa’nın hayallerini bozacak ve Enver Paşa yönünü Orta Asya’ya çevirecektir…

Kızıl Ordu Kafkasya’da

Ankara Hükümeti açısından olayın bir de Kafkasya’da hakimiyet mücadelesi yönü vardır. Sovyet yetkili Çiçerin’in 1920 yazında Ermenistan adına Türkiye’den bazı bölgeleri istemesi üzerine, Ankara Hükümeti’nin kararıyla Kazım Karabekir Paşa 15. Kolordu ile Doğu’da ileri harekata başlar.

Karabekir 1920 Ekim-Kasım aylarında süren askeri harekatta, Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır’ı alıp Gümrü’ye kadar ilerler. 22 Kasım 1920’de Gümrü Antlaşması için görüşmeler başlar. 3 Aralık 1920’de Ermenistan Hükümeti ile Gümrü Antlaşması imzalanır. Ancak 4 Aralık 1920’de Kızıl Ordu Ermenistan’ı işgal eder ve Anadolu’nun kapısına, Türkiye sınırına dayanır.

İşte Mustafa Suphi ve arkadaşları Bolşevik Kızıl Ordu’nun Kafkasya’yı işgal ettiği bu 1920 Aralık ayının sonunda Kafkasya’dan Kars’a gelirler. Mustafa Suphi’nin beraberinde 1500 kişilik bir Müslüman esir- kızıl askerlerden oluşan bir askeri kuvvetle Anadolu’ya ve Ankara’ya geleceği söylentisi ise, o günlerde Ankara’yı, Mustafa Kemal’i ve Batı Cephesi Kumandanı İnönü’yü çok tedirgin etmektedir. Bu kuvvetin derhal birliklere dağıtılması için yazışmalar yapılır. Ancak böyle bir kuvvet gelmez…

Ankara’da TBMM Hükümeti ve Mustafa Kemal 1920-1921 arası Batı’da Yunan ordusu ile savaşmakta, Doğu’da ise Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönme tehdidi ve Bolşevik Kızıl Ordu’nun TKP öncülüğünde Türkiye’ye girme ihtimaline karşı önlem almaya çalışmaktadır…

Sovyetler Mustafa Kemal’i desteklerken, TKP veya Enver Paşa aracılığı ile Anadolu’da doğrudan hakimiyet ihtimalini de düşünmekte ve bu ihtimali gelişmelere göre değerlendirmektedirler… Enver Paşa, muhtemel rakip olarak gördüğü Mustafa Suphi ve TKP’lillerden nefret etmektedir. Anadolu’da Enverciler (Yahya Kahya), Ankara’nın da istememesi üzerine, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına katliamı ve 120 bin altın gibi o günler için büyük bir parayı gasp etmeyi nispeten kolay bir şekilde gerçekleştirirler…

Ankara, Kazım Karabekir aracılığı ile onları Trabzon’dan Batum’a geri gönderir… Ancak belli ki katliamda Envercilerin rolü ve parmağı vardır… Enverci Yahya Kahya, TKP’lileri katlettirir… Enver’in yeni yayınlanan ‘Benim için öldürdüler’ mektubu bunu doğrulayan önemli bir belgedir…

Mustafa Suphi ve TKP’lilerin tasfiyesinden 7 ay sonra (1921 Temmuz-Ağustos) Enver Paşa Anadolu’ya geçmek için bu kez ciddi olarak uğraşır… Ancak Mustafa Kemal’in 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşından zaferle çıkması Enver Paşa’nın dönüş hayallerini sona erdirir… Enver Paşa, taraftarlarının Mustafa Suphi’yi katletmesinden 1 yıl 6 ay sonra Buhara’da Bolşevikler’le çatışırken can verecektir… Mustafa Kemal, Sovyet desteği ile Anadolu’da hakimiyet kurma hesapları yapan iki gücü de tasfiye eder… Türkiye’de TBMM ile kurduğu milletin hakimiyetini kimseye kaptırmaz…

Sovyetler, Mustafa Suphileri kimin öldürdüğünü biliyor muydu?

Evet biliyordu.

Stalin’in istihbarat şefi olarak bilinen Orjenidçe’nin Enver Paşa’ya Suphi’yi öldürten Yahya Kahya için ‘arkadaşlarınızdan’ ifadesini kullanması kuşkusuz anlamlıdır. Bolşeviklerin bu katliamın içinde Enver Paşa’nın ve adamlarının parmağı olduğunu bildiklerini göstermektedir. Buna rağmen Enver Paşa’ya desteklerinin sürmesi, tam da o tarihte (Eylül 1921) Anadolu’daki savaşın kaderinin henüz belli olmaması (Sakarya Savaşı) ve sallantıda olmasıdır.

Bolşevikler, Mustafa Kemal ve milli kuvvetlerin yenilgisi halinde Enver Paşa önderliğinde Sovyetler’e bağlı İslami-Bolşevik askeri kuvvetleri, Anadolu’ya gönderme planını ellerinde tutmak istemektedirler.

Katliam sonrası ne oldu?

Mustafa Kemal ile Lenin arasındaki dostluk daha da arttı. 16 Mart 1921’de TBMM Hükümeti’yle Rusya Şûraları Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Hükümeti arasında bir dostluk anlaşması imzalandı. Mustafa Kemal aynı gün Yahya Kâhya’ya “vatanperverâne hissiyat ve temennilerinize teşekkür ederim” şeklinde kısa bir telgraf yolladı.

Bu telgraftan iki ay sonra kanlı bir tasfiye hareketi başladı. Çünkü Trabzon’daki yerel güçlerin Enver Paşa ile flört etmesi, Ankara’yı rahatsız etmişti. 300 kişilik çetesiyle Yahya Kâhya, Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Paşa’nın en has adamıydı. Dahiliye Vekili Ali Fethi (Okyar) Bey, durumu ‘Trabzon’daki İskele Hükümeti’ diye nitelemişti.
Tasfiye harekâtı 26 Ağustos 1921’de Ebubekir Hazım (Tepeyran) Bey’in Trabzon Valiliği’ne getirilmesiyle başladı.

7 Kasım 1921’de Miralay Sami Sabit (Karaman) Trabzon’daki 13. Fırka Kumandanlığı’na atandıktan sonra Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyet adına toplanan paraları zimmetine geçirme suçuyla Yahya Kâhya hakkında soruşturma başladı. Kâhya uzun bir direnişten sonra 12 Ocak 1922’de Sivas Bidayet Mahkemesi’nde yargılanmak üzere tutuklanarak Sivas’a gönderildi. Ancak mahkeme heyetine yapılan baskılar sonucu beraat ederek Trabzon’a geri döndü.


Yahya Kâhya’nın yok edilmesi


Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey konuyu Meclis gündemine getirdi ve Mustafa Kemal ile arasında sert tartışmalar yaşandı.

Yahya Kâhya’nın sonunu, Suphilerin öldürülmeleri meselesini de ima ederek etrafa “sanki bütün bu işlerde ben tek başıma mıydım; her şeyi olduğu gibi ortaya dökeceğim” diye tehditler savurması getirdi. 3 Temmuz 1922’de Kâhya ve dört kişiyi taşıyan otomobil, Kâhya’nın Soğuksu’daki yazlık konağına giderken saldırıya uğradı. Kâhya ve iki kişi öldürüldü. Arkadan ve önden atılan 40 kadar mermiye rağmen olaydan karanlıkta kaçarak kurtulan Kâhya’nın Mustafa adlı silahlı uşağı, olaydan sonra nedense yoldaki askerî kışlaya ve şehirde önünden geçtiği hükümet, polis ve jandarmaya olayı haber vermemiş, bütün gece ortadan kaybolmuştu.

Halk arasında olayı Sami Sabit Bey’in tezgâhladığı inancı yaygındı. Durumu soruşturan heyet, 13 Eylül 1922 günlü raporunda “Kâhya öldükten sonra askerî kışlaya doğru kaçtıkları görülen katiller hakkında zamanında gereken araştırma yapılmamış olduğundan bulunmaları imkânsız hale gelmiştir” diyerek soruşturmayı kapattı.


Azmettiren kim?

O günden beri Mustafa Kemal’in olaydaki rolü aydınlanmadı. Yıllar sonra Mustafa Kemal ile yolları ayrılacak olan Kâzım Karabekir uzun bir süre yasaklı kalan anılarında, bu olayla ilgili olarak, “hayatımla ve namusumla oynadılar” diyecekti.

Yine yıllar sonra Mustafa Kemal’in Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) Bey, Yahya Kâhya’yı, 27 Mart 1923’te Mustafa Kemal’in yeminli muhalifi Ali Şükrü Bey’i öldürecek olan Giresunlu Topal Osman’ın iki adamıyla birlikte kendisinin öldürdüğünü açıkladı. Bu konuda bir makale yazan Yalçın Yusufoğlu’na göre, Yahya Kâhya’nın oğlu, Mete Tunçay’a gönderdiği mektupta, babasının “o zamanki koşullara göre vatani vazifesini yaptığını ve asıl katilin bugün tapınılan bir kişi olduğunun bir gün mutlaka anlaşılacağına” inandığını yazmıştı. Halil Berktay’ın dedesi Halil N. Berktay da olayın Ankara’dan gelen şifreli bir telgrafla emredildiğini ve şifreyi çözmüş subayla sonraları tesadüfen tanıştığını söylemişti.

Olayın dünya solculuğu açısından ne anlama geldiğini ise Mete Tunçay şöyle özetlemişti:

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katli karşısında Sovyetlerin ve Komintern’in takındığı tavır dünya solculuğunun gelişme süreci bakımından bir dönüm noktasıydı. Bu olayda sosyalist anavatanın dış politika çıkarlarıyla bir kardeş partinin varlık sorunu çatışmış ve komünistler, daha sonra Troçkistler tarafından Stalin’e atfedilen bir ‘fırsatçılık’ kalıbının ilk örneğini vermişlerdi.

Halbuki bunlar olurken, Lenin resmen ve fiilen Sovyet devletinin başında bulunuyordu.

SONUÇ:

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katliamından 95 yıl sonra bu vahşetten hangi dersler çıkarılabilir? Bu katliam, Sovyetler Birliği ile TBMM Hükümeti’nin devlet çıkarları doğrultusunda iki devletinin özel çıkarları nedeniyle yapılmıştır. Bu katliamda Enver Paşa’nın ve Mustafa Kemal’in parmağı vardır. Yeni belgeler ışığında, Mustafa Suphi ve 15 yoldaşını esas öldürtenin Enver Paşa olduğu tezi ağırlık kazanıyor.

Bu cinayetin arkasında TKP Kurucu kadrosunda yer almış olan Salih Zeki (Zor), Ankara Hükümeti’nin ajanı olarak nitelenen Mehmet Emin, Süleyman Sami’nin rolleri araştırılmalıdır. Salih Zeki (Zor) 1921 Haziran ayında, Komintern 3. Kongresi’ne TKP’nin delegesi olarak katılmıştır. TKP, 1921 yılında Moskova’da Moskova ve Kars Anlaşmalarının imzalanmasından sonra Bakü’de bulunan Teşkilat Bürosu kendini fesh eder. Salih Zeki, Soyadı Kanunu çıkınca kendisine Der Zor’da katlettiği 200 bin Ermeninin şerefine kendine ZOR soyadını almıştır.

Kızıl Ordu 4 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti Yerevan’ı işgal etti ve hükümeti yıktı. Yerine Sovyetler Birliği’ne bağlı Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu. 1920 yılından 1965 yılına kadar, Ermenistan’da 1915 Ermeni soykırımından, Enver Paşa’nın yaptıklarında söz etmek, 24 Nisan 1915’ten konuşmak kesinlikle yasaktı. Okullarda kesinlikle 1915’ten, katliamdan konuşulamazdı. Sovyetler Birliği yönetimi, Tam 50 yıl, Ermenistan’da bir soykırım anıtı yapılmasını kabul etmedi. Yereven’daki soykırım anıtı halk ayaklanması üzerine 1965 yılında inşa edilmeye başlandı.

Geçmiş bugünün önsözüdür.

Geçmişi araştırmalı, öğrenmeli, yeni yanlışlara düşmemeliyiz.

Gelsenkirchen, 30 Ocak 2016                                     Kemal Yalçın


Not: Bu konuşmayı hazırlarken Selçuk Uzun’un Der Zor Cehenneminden TKP Teşkilat Bürosu’na: Salih Zeki (Zor) adlı makalesinden, Murat Bardakçı’nın “ Suphi’yi benim için öldürdüler!” başlıklı makalesinden ve Ayşe Hür’ün 25 Kanuni Saniyi Unutma, makalesinden ve Doğan Özgüden’in “Öncelikli soru: Mustafa Suphi ve yoldaşlarını kim öldürttü?” başlıklı yazısından çok yararlandım. Bazı cümle ve paragrafları aynen aldım ve kullandım. Kendilerine çok teşekkür ederim.

https://www.kemalyalcin.com/yazilar/genel-yazilar/mustafa-suphi-ve-15-yoldasini-oldurenler-ve-tarihi-gercekler/

melnur  |  Cvp:
Cevap: 7
30.01.2020- 06:24

Onbeşler hakkında merak edilenler veya bir sır perdesi mi var? - Aydemir Güler
Resim Ekleme

'Burjuva tarihçiliği Partimizin kurucu liderlerini bir 'katil kim' oyununda oynatmak isteyebilir. Bizim için muamma yok. Bir kere; Mustafa Suphi amacını açık açık yazmıştı: Emperyalist saldırı altındaki ülkede ulusal kurtuluş saflarında, işçiler ve yoksul köylüler adına yerini alacaktı TKP. Hedef sosyalist devrimdi. Ulusal kurtuluş ancak sosyalizmle kalıcı bir kazanıma dönüşebilirdi.'

Doksan dokuz yıl önce TKP kurucu lider kadrosuna indirilen ağır darbenin sorumlusu kimdi? Türkiye’de bundan bir süre öncesine kadar sol tarihçiliğin en mühim sorusu bu zannedildi. Bu konuda çeşitli belgeler zamanla açığa çıktı, yayımlandı. Soru baki kaldı…

Mustafa Suphi ve arkadaşları ne yapmak istiyorlardı? Ankara’ya gelmekten maksat neydi? Mustafa Kemal’in lideri olduğu hareketle nasıl bir ilişki kuracaklardı? Mustafa Kemal’e dost muydular düşman mı? Elbette açığa çıkmayı bekleyen ve zamanla çıkan belgeler yine oldu. Ama -insanlık hali- kimi tarihçiler kendilerini tutamayıp Suphi’nin bakan olma rüyası üstüne spekülasyonlar yaptılar. Maceracı mıydı bunlar ne?

Yanlarında önemli miktarda para olduğu da biliniyordu. Hâlâ tam olarak kaynağı bilinmeyen ve belki ileride ortaya çıkacak belgelerle açıklık kazanacak olan bu para Suphilerin Rusya ile akçalı ilişkilerine mi delalet ediyordu?

Kimi “araştırmacılar” -kendilerini tutamayıp- TKP’nin Sovyetler Birliği ile bir tür ajanlık derecesinde bir ilişki kurduğunu iddia edecek kadar alçaldılar. Zaten Suphilerin de yanlarında sandık sandık…

Elbette belgeler çıktı ve Bakü’den başlayan yolculuğa Bolşevik liderlerin itiraz ettiklerini söyleyemesek de hayli temkinli yaklaştıkları kesinlik kazandı. Ama kendilerini tutamayan meraklılar, yoksa diye sorabildiler, hazine 1915 Ermeni soykırımından mı edinilmişti? Tarih aydınlanma değil cinlik miydi yoksa!

Eğilimlerin tam tersine döndüğüne de tanık olundu, TKP’nin ilk günlerinden söz edilirken. Sovyet yönetimi Suphi ve arkadaşlarının öldürülmelerine göz mü yummuştu, yoksa daha ileri de gitmiş olabilir miydi?

'BİZİM İÇİN MUAMMA YOK'

Tarihçilik bir bilimdir ve belgelere ulaşarak, belgelerin şifrelerini çözerek bize gerçeklik hakkında daha fazla veri sunar. Tarih her bilim gibi insanlığın aydınlanmasına hizmet eder.

Ancak “bakan mı olmayı kafaya koymuştu”, “Mustafa Kemal komünist miydi”, “Mustafa Suphi ve diğer komünistler ajan mıydı”, “paranın kaynağı şu muydu bu muydu” tipi sorular bilimin insanları aydınlatmasına yolu döşeyen sorular değil, kafaların karışmasını amaçlayan sayıklamalardır. Sömürü düzeni aydınlığı sevmez, sayıklamalara muhtaçtır. Biz ise akıl açıklığına Nâzım’ın gösterdiği yoldan ilerleriz:

Benim kuvvetim :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.

Burjuva tarihçiliği Partimizin kurucu liderlerini bir “katil kim” oyununda oynatmak isteyebilir. Bizim için muamma yok.

Bir kere; Mustafa Suphi amacını açık açık yazmıştı: Emperyalist saldırı altındaki ülkede ulusal kurtuluş saflarında, işçiler ve yoksul köylüler adına yerini alacaktı TKP. Hedef sosyalist devrimdi. Ulusal kurtuluş ancak sosyalizmle kalıcı bir kazanıma dönüşebilirdi.

Öte yandan, olay bu kadar basit değildi elbette ve ilk sosyalist devlet için Türkiye her şeyden önce Kafkasların, Karadeniz’in, Boğazların, sonuç olarak devrimin güvenliği demekti. Emperyalizmin yok etmek istediği Sovyet hükümeti bir de güneyden kuşatılmamalıydı. Türkiye’de sosyalizm mücadelesi dünya sosyalizminin güvenliğini ve geleceğini riske atmamalıydı.

Ankara hükümeti ise emperyalizmi durdurmak için Sovyet desteğine muhtaçtı. Ama Moskova ile arasına güçlü bir solun girmesini kendi varlığı açısından tehdit sayıyordu. Sağa karşı savaşılacaksa bunu kendileri yapmalıydılar ve herkes onlara tabi olmalıydı.

Bir diğer köşede, ulusal mücadelenin liderliği üstünde iddiasını korumak isteyen İttihatçılar, başta Enver Paşa, Ankara-Moskova ittifakından kendilerine nasıl enerji çıkaracaklarına bakıyor, mazlum Doğu’nun kurtuluşu şiarıyla böyle bir kulvara yerleşmek istiyorlardı. Ama genç TKP onlara alan bırakmıyordu.

Ve elbette asıl mücadele padişah ve hilafet yanlılarına, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı veriliyordu…

İşte genç TKP, cüretli ve hülyalı bir kadronun rehberliğinde bütün riskleri göre alarak bu zorlu zemine çıkmayı amaçladı. Alçakça bir saldırıyla neredeyse tasfiyeye uğradık. Ölümlerine, öldürülmemize İttihatçılar çok sevinmiş olmalıdır; hayrını göremediler. Ölümlerinden, öldürülmemizden Ankara’nın çok ürkmüş olması beklenir; başka merkez kaç güçleri hızla baskı altına alarak milli mücadelede liderlik tekelini hızla tesis ettiler…

'YILMADIK YENİDEN KURDUK'

Suphilerden geride kalanlarımız ise; yola devam ettik. İstanbul’da, Eskişehir’de, Adana’da komünist hücreler inşa ettik, emekçiler nerede hak arıyorlarsa orada olmalıydık. Nerede ülkesi için ışıldayan bir beyin varsa, o beyin komünizmle aydınlanmalıydı. Suphilerin yolundan onlarca yıl öncü işçiler yetiştirmeye, aydınları komünist partinin tezgahından geçirmeye uğraştık. Partimizi daha defalarca tasfiye etmeye yeltendiler. Yılmadık yeniden kurduk.

Hikâyenin aslı ve özeti işte budur.

Belgeye, bilgiye ihtiyaç bitmez. Çünkü bilimin ve aydınlanmanın “fazlası” olmaz. Ancak ortada bir sır perdesinin, ilmimizde bir muammanın olduğu da sanılmamalıdır. Nitekim şiirin devamı açıkça söyler yapılması gerekeni:

Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.

Mustafa Suphileri anmak, Partimizin kurucusunun 100 yıl önce kaleme aldığı ve geçerliliğini koruyan çağrısına uymaktan başka nasıl mümkün olabilir?

Onbeşler hakkında unutulmaması gereken veya

Mustafa Suphi’nin Türk Halkına Çağrısı


Türkiye’nin işçi ve yoksul köylüleri! Ancak sermaye ve para tahakkümünün devrilmesi, sosyalist devrimin bütün cihana yayılması sana tam ve sağlam bir hürriyet verecektir. Sen, ancak sermayedarların, zenginlerin, toprak sahiplerinin, paşa ve ağaların etki ve baskısını yıktığın ve bütün kuvvetinle sosyalizm devrimini kendi memleketinde savunduğun ve yaydığın takdirde uluslararası devrimin ilerlemesine yardım etmiş olursun.

Türk, Müslüman, yabancı her kim olursa olsun, sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma.

Uluslararası harpçilere, emperyalizme elinden geldiği kadar karşı dur! Memleket içinde hiçbir bölük yabancı asker kalmasın!

Fransız, İngiliz, Amerikan emperyalistlerin yapacakları barıştan sakın ve bil ki, onların isteyecekleri tazminat ve eski borçlara dair ortaya koyacakları hesaplar, senin kolunu bükecek ve elinde avucunda ne varsa hepsini kaybettirecek.

Devrim düşmanlarıyla uzlaşmaya razı olan ikiyüzlü hainlere, emperyalist devletlere yanaşmayı kabul eden ve savunan dolandırıcılara el verme. Memleketini yeniden emperyalist savaşa sokmaktan ve ana topraklarını yeniden siperler, hendeklerle donatarak bağrını yırtmaktan sakın!

Sermayedarlar, generaller, papazlar ve tutucu mollalar ile birlikte emekçi halka karşı giden ve Rusya İşçi Halk Cumhuriyeti’ni yıkarak, onun yerine zenginler, sermayedarlar cumhuriyetini veya daha doğrusu çarlar devletini kurmak isteyenlerden kaç! Bunlar, bütün dünyanın emekçi halkını kırıp doğradıktan sonra şimdilik kendilerine meyil gösteren ikiyüzlü sosyalistleri dahi çiğneyip geçecek ve sermayedarların, çiftlik ağalarının toprakları zalim padişahın, kralın, çarın tahtını ensene bindireceklerdir.

Emperyalist hükümetlerin bugün memleketimize ve halkımıza saldıran ordularına karşı savaşa kalk! Emperyalistlerin para ile satın alarak ülkemize yolladıkları bütün alçak kuvvetlere silah çek. Yoksul ve emekçi! İyi bil ki, büyük zenginlerin, zalim paşa ve ağaların keselerinde Fransız ve İngilizlerden, Amerikalılardan aldıkları pek çok çalıntı altınlar vardır. Onlar bu altınlarla sana karşı kuvvet hazırlamaya, seni ezmeye çalışıyorlar.

Yoksul ve mazlum Türk rençperleri, sabrettiğin yeter! Kalk, kendini göster, Türkiye’nin zulüm ve kahır içinde diğer halklarına elini uzat!

Türkiye’nin işçi ve köylüleri! Her zaman aklından bir şeyi çıkarma: Avrupa ve Türkiye’deki bütün sermayedarlar, zenginler, paşalar, ağalar, papazlar, tutucu mollalar Türkiye’de hükmettikçe, sermaye ve para esirliği ortadan kalkmaz ve işçi, köylü, halk kendi devlet ve hükümetine kavuşamaz...

(Bu metin Mustafa Suphi’nin 1919 yılında kaleme aldığı bir yazıdan alınmıştır.)

https://haber.sol.org.tr/turkiye/onbesler-hakkinda-merak-edilenler-veya-bir-sir-perdesi-mi-var-279379

melnur  |  Cvp:
Cevap: 8
30.08.2020- 08:38

Mustafa Suphi) ''Türkiye’ye döndükten sonra İttihat ve Terakki içerisinde çalışır ancak kısa bir süre sonra çıkan anlaşmazlıkla Sinop’a sürgün gönderilir ve sonrasında Rusya’ya kaçar. Burada, gün geçtikçe sosyalist fikirlere yaklaşan Mustafa Suphi, 1915 yılında SBKP’nin başlangıcı sayılabilecek Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisine katılır ve daha sonraki Bolşevik-Menşevik ayrımında Bolşevik tarafta kalır.
Resim Ekleme

Artık çizgisi nettir. Hem Anadolu’da emperyalizme karşı mücadele ve emekçi iktidarının kurulması, hem de Sovyetlerin güçlenmesi temel hedefleridir. Bu amaçla öncelikle Yeni Dünya gazetesini çıkartmaya başlar. Gazete, sayıları 60 bini bulan Türk savaş esirleri arasında dağıtılırken daha az bir miktarı da İstanbul ve Anadolu’ya gönderilir. Osmanlı hükümeti Sovyetlere birkaç kez nota vererek Yeni Dünya’nın yayınını durdurma girişiminde bulunursa da Sovyet Hükümeti “Bizde basın özgürdür.” diyerek reddeder. Bu arada esirler arasındaki çalışmalar hedefine ulaşır ve 1918 yılında siyasi komiserliğini Mustafa Suphi’nin yaptığı Türk Kızıl Tugayı kurulur ve hatta Kazan’da çarpışmalara katılır.

Aynı yıl Temmuz ayında toplanan Türk Sosyalistleri Konferansı ve burada kurulan Türkiye Komünist Teşkilatı’na TKF’nin çekirdeği veya kuruluş çalışmaları gözüyle bakılabilir. Örgütlenme çalışmaları sürerken Ağustos 1919’da Türkiye’ye gitme girişiminde bulunurlar ama Denikin Kuvvetleri’nin saldırısı nedeniyle gerçekleştiremezler.   Sonrasında 1 Eylül 1920’de TKF’yi kurmak için Bakü’de kongre yapma kararı alırlar. Ancak aynı tarihlerde, aynı yerde Birinci Doğu Halkları Kurultayı’nın (DHK) yapılacağını öğrenince hem iki kongrenin çakışmaması hem de DHK için Türkiye’den gelen delegelerin bir kısmını TKF Kuruluş Kongresi’ne katabileceklerini düşünerek TKF kongresini 10 Eylül’e ertelerler.

Gerek Ankara gerekse İstanbul Hükümetleri DHK’ye katılacak komünist delegeleri engellemeye çalışırken Ankara kendisine yakın kişileri delege olarak yollar. DHK, Sovyetler açısından da önemli bir kongreydi çünkü III. Enternasyonal ile Batı’ya ulaşmışlardı ama Doğu’ya ulaşmak için ayrı bir politikaya gereksinimleri vardı. Bu kongre ile Doğu halklarının bağımsızlık mücadelelerinin yanında oldukları mesajını vermek istiyorlardı ve amaçlarına ulaştıkları söylenebilir. Zinovyev, açılış konuşmasında “Bizimle birlikte olmayan, bazı hallerde Türkiye örneğinde olduğu gibi bize karşı olan grupları da sabırla destekliyoruz.” diyerek amacını net bir biçimde ortaya koymuştur.

DHK’de dikkat çeken bir diğer kişi de Enver Paşa’ydı. Ankara Hükümeti, Enver Paşa’nın katılımından tedirgin olmakla birlikte taleplerini ona iletmekten de geri kalmıyordu. Bu arada, Enver Paşa’nın kurultaya III. Enternasyonal liderleriyle birlikte gelmesinin Mustafa Suphi’yi de rahatsız ettiği söylenebilir. Mustafa Suphi kurultay boyunca hiç söz almamış ve sonuçta oluşturulan başkanlık kuruluna da girmemiştir. Kurultayda İsmail Hakkı ön plana çıkmış gibidir.

DHK sona erdikten sonra aynı yerde iki gün sonra TKF, daha doğrusu Türkiye Komünist Teşkilatı Birinci Kongresi toplanır ve ilk günden itibaren TKF ismi kullanılmaya başlanır. Ankara Hükümeti’ne doğrudan bağlı Cevat Dursunoğlu divana seçilir. Ankara hem Sovyet’lerle ilişkileri sıcak tutmaya hem de komünistlerin desteğini almaya çalışırken Mustafa Suphi ve arkadaşları ise “paşaların Bolşevizm’den etkilendiği” gibi yanlış bir kanı içerisindeydi. Aslında kongrenin Türkiye’de toplanamaması bile ortada bir gerilim olduğunun kanıtıdır. Diğer yandan, kongrede yapılan konuşmaların çoğunun şaşırtıcı şekilde ciddi bir birikime dayandığını söylemeliyim.  

Kongre sonrası Türkiye’ye gitme konusu tekrar gündeme gelir.   Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal ile yapılan yazışmalar cesaret vericidir. Her ikisi de mektuplarında Mustafa Suphi’ye “yoldaş” diye hitap ederken Karabekir “eskiden beri servete ve ziynete düşmanlığından, Bolşevizm nazariyatına hürmetinden” söz eder. Mustafa Kemal ise “Mecliste sol koltukları işgal ve kürsüden işçi ve çiftçi haklarını müdafaa etmek için TKF merkez komitesini heyet-i umumiyesiyle” Ankara’ya davet eder.

Bu koşullar altında TKF heyeti Ankara’ya gitmek için Kars’a gelir ve burada yaklaşık bir ay kalır. Ancak, bu süre içerisinde hava değişir, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına suikast yapılacağı söylentileri ortada dolaşmaya başlar. Bunun üzerine Mustafa Suphi ve Ethem Nejat, Karabekir’e söylentileri aktarıp toplu olarak değil de küçük gruplar halinde ve farklı yollardan Ankara’ya gitmek istediklerini söylerler. Karabekir bunu kabul etmez ve “Ya hep beraber Erzurum-Trabzon yoluyla gidersiniz ya da geri Bakü’ye geri dönersiniz.” der. Bu, tavır değişikliğinin ilk resmİ ifadesidir. Bu arada Ankara’nın Kazım Karabekir’e “TKF heyetinin buraya gelmesini engelleyin.” talimatı verdiğinin, Karabekir’in Erzurum valisi Hamit’ten Mustafa Suphi’ler aleyhine gösteriler düzenlenmesini istediğinin, Hamit’in bunun üzerine “Muhafaza-i   Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adında bir dernek kurup TKF aleyhine çalıştırdığının ve Mustafa Kemal’in bunu onayladığının belgeleri bahsettiğim kitaplarda mevcut.

Sonrası malum, Trabzon’dan bir motora bindirilir ve Kâhya Yahya ve adamlarınca vahşice katledilip denize atılırlar. TKF içine Ankara hükümetinin sızdırdığı bilinen Süleyman Sami’nin son anda hasta olduğunu söyleyerek motora binmekten vazgeçmesi, yine heyete katılmak için Trabzon’a gelen Abdulkadir’in yakınlarınca alıkonması ve bunun Kâhya Yahya’nın avukatı olan Abdülkadir’in ağabeyi Mehmet Efendi’ye “Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürmek için Ankara’dan emir aldığını” söylemesi üzerine gerçekleştirdiği, Kâhya Yahya’nın önce tutuklanıp sonra mahkemece serbest bırakılması üzerine “Sanki bütün işlerde ben tek başımaydım, üstüme varırlarsa her şeyi ortaya dökerim.” Demesi,   Kâhya Yahya’yı Mustafa Kemal’e çok yakın olan Topal Osman’ın öldürmesi, sonrasında da yine Mustafa Kemal’in muhafızı Mülazım İsmail Hakkı Efendi’nin (sonra General İsmail Hakkı Tekçe) Topal Osman’ı öldürmesi, Ankara Hükümeti’nin katliamla ilgili hiçbir işlem ve açıklama yapmaması, Kazım Karabekir’in Tiflis temsilcisi Kazım Bey’e yolladığı mektupta “Eğer Mustafa Suphi Olayı’nı sorarlarsa onun İngiliz’ler adına çalıştığını söylersin.” demesi, Büyükelçi Ali Fuat Paşa’nın Sovyetler’e “basit bir deniz kazası” demesi, öldürülme ve olayın üstünü kapatma emrinin nereden geldiğini açıkça göstermektedir. Zaten tersini gösteren başka bir belge veya kanıt da bulunmamaktadır.

Peki neden? Sanırım TKF Merkez Komitesi’nin Kasım 1920’deki, yani katliamdan iki ay önceki durum değerlendirmesine bakmak gerekir: “Ülkeyi savunma davasında burjuvazi, kendi sınıf çıkarlarının bilinciyle hareket ederek, kendi açık düşmanlarıyla mücadele edip kapışırken, işçi ve köylü emekçi yığınları anlamını tam bilmedikleri kimi sloganlarla, kendi düşmanlarının düşmanlarına karşı savaşıyor. Kendi sermayesini korumak için, kuşku yok ki, milli çıkarları savunma sloganını bir yana itecek ve işçi köylü emekçi yığınlarını eski sıkıntıları, mutsuzluğu ve umutsuzluğu ile baş başa bırakarak, emperyalist devletlerin tarafına geçecektir”. Kurtuluş Savaşına sınıfsal yaklaşabilen, olanı biteni tüm çıplaklığıyla ortaya koyan böyle bir metin, bence Ankara’nın hareketini açıklar. TKF devam ediyor: “Bugünkü ortam ve koşullarda, bu görevlerin en önemlisi Anadolu’yu emperyalist işgale karşı savunan isyan hareketini güçlendirmek ve bu hareketi yöneten hükümeti desteklemektir.”

Konu bu denli açık ve basittir.

İyi ki yüz yıl önce bu topraklarda Türkiye Komünist Fırkası kuruldu, hepimiz bu birikimin mirasçısıyız.''

https://ilerihaber.org/yazar/kurulusunun-yuzuncu-yilinda-turkiye-komunist-firkasi-116824.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]