Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Evrim Tartışmaları
08.05.2015- 19:01

Evrimi neden savunmalıyız?

Bilim düşmanlığının, hurafeciliğin ayyuka çıktığı her dönemde Evrim Teorisi'ne özellikle saldırıldığını biliyoruz. Bilim karşıtı çevrenin ciddi, çoğu zamansa komik duruma düşerek yaptıkları Evrim karşıtı propaganda sürüyor. Biz de Evrim'i neden savunmamız gerektiğini tartıştık.

Resim Ekleme

Bilime saldırının en büyük payını Evrim'in aldığının farkındayız. Evrim, biyoloji kitaplarında olduğu gibi sadece bir ünite değildir. Evrim değişimin nasıl gerçekleştiğini anlattığı için tüm süreci sebep sonuç ilişkisine sokar.

Evrim olan biten her şeyi kopuk bir şekilde kabul ederek ezberlemek yerine, aradaki ilişkiyi kurup bütünlüklü bir kavrayışı mümkün kılar. Dünyada elektromanyetizma   karşıtları ve savunucuları olmamasının, ancak evrim konusunda böyle bir doğrudan saldırının söz konusu olmasının sebebi Evrim'in yaratılışla çelişmesiyle sınırlandırılamaz. Değişimin varlığını göz ardı etmeme, insan merkezli bakıştan kurtarma, sorgulayıcı olma, evrimin doğal olarak içerdiği bilimsel bakış açısının beraberinde getirdiği “tehlikeli” alışkanlıklardır. Evrime yapılan saldırı, bilimsel bakış açısına, bununla birlikte evreni anlamak isteyen insanın meraklı aklına yapılan saldırıdır.

Aklımıza, bilime yapılan saldırıları kabul etmiyoruz! Evrimi savunuyoruz.

İyi okumalar...

http://komunistgenclik.org/dosyalar/dosya-arastirma/873-evrimi-neden-savunmaliyiz

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
08.05.2015- 19:06

Evrim mekanizmalarına genel bakış  

Resim Ekleme

Etrafımıza baktığımızda çeşitli canlı ve cansız varlık görüyoruz. Dağların, vadilerin, derelerin, çöllerin nasıl oluştuğu insanlar için büyük bir gizem olmasa da, bu kadar çeşitli canlının nasıl var olduğu ilginçtir ki bazılarımız için büyük bir gizem olmayı sürdürüyor.

Değişim mekanizmasını bildiğimiz için kıtaların kayaçların nasıl oluştuğu hakkında fikir sahibi olabiliyoruz. Aynı durumun canlılar için geçerli olmamasının basit bir sebebi var: Canlı bilimi olan biyolojiden evrimi çıkarma çabası. Evrim kavramı akla ilk biyolojiyi getirse de, pek çok alanda karşımıza çıkmaktadır. Her şey değişir ve her alanı anlamak için o değişimi anlayıp, olup bitenler arasında bir ilişki kurmamız gerekir. Biyolojik evrimin yanı sıra diğer disiplinlerde de bu tür ilişkiler kurup açıklayan zeminlere rastlarız. Değişimi anlamama inadı her alanda mevcut. Bir zamanlar kıtalar hareket mi eder sorusu gündemdeyken, günümüzde bu karşıtlık en çok biyoloji alanında kendini gösteriyor. Magmatik hareket, erozyon gibi etkilerle yeryüzünün “nasıl değiştiği” hayret verici bir şey olmadığı gibi, canlıların da değişip çeşitlenmesi günümüz bilgi birikimiyle anlayamayıp şaşırdığımız bir durum değildir. Evrimi inkar edenler, bunu yaparak biyolojiyi her iki kelimesinden biri silinmiş bir kitap gibi anlamsızlaştırsa da, yarım yamalak kalmamış biyoloji canlı çeşitliliğini açıklamanın da ötesine geçmiş durumda. Gelin bir göz atalım.

ADAPTASYONLAR AMAÇLI DEĞİLDİR

Genel bilgimizle çiçeklerin polen taşıyacak böcekleri çekmek için değişik renkleri, balıkların su altında soluyabilmesi için solungaçları, zürafaların ağacın tepede kalan besine ulaşıp aç kalmaması için uzun boyunları olduğunu söylüyoruz. İlişkiyi bu şekilde kurmak bizi hataya düşürüyor. Evrimde bir amaç, bir doğrultu yoktur. Zürafanın boynu yükseğe yetişsin diye uzamadığı gibi ilişkiyi tersinden kurmak doğru bir şey söyler: Zürafaların boynu uzun olduğu için yüksekteki besine ulaşabilir. Boş bir düzenleme gibi dursa da önemli bir noktaya işaret ediyor. Değişiklikler ihtiyaçlara göre oluşmaz, tamamıyla rastgeledir. Aynı örneği tekrarlarsak; zürafaların boynu yetişmek için uzamamış; aksine uzun boyunlu olmaları kısa boyunluların yetişemediği için tüketemediği besine de ulaşarak hayatta kalma şanslarını artırmıştır. Benzer şekilde çiçekler böcekleri çekmek için renklenmemiş, renkli olanlar tozaşmada avantajlı konuma gelmişlerdir. Bu örneklerdeki gibi ilişkiyi tersinden kurmak bize bir mekanizmanın oluşması için önce rastgele bir çeşitliliğin mevcut olması gerektiğini söyler.

ÇEŞİTLİLİK SEBEPLERİ

Peki renkli çiçek, uzun boyun gibi bu özellikler nasıl ortaya çıkar? Bu soruyu yanıtlamadan önce özellikleri neyin belirlediğini açıklamak gerek. Bildiğimiz gibi canlılar olarak ortak yapıtaşlarından (glükoz, aminoasit, yağ asitleri vb.) oluşuyoruz. Aynı atomlardaki gibi, bu yapıtaşlarının da bağlanma biçimleri (hangileri, kaç tane, hangi sırayla/şekilde vs.) oluşturdukları maddenin özelliklerini belirler. Gazete kağıdı, tahta masa, pamuk, patates yapıtaşları düşünüldüğünde hepsi aynı teklibirimlerden (bir nevi şekerden) olurşur demek mümkün. Bir organizmada yapıtaşları, örneğin aminoasitler, bir araya gelerek tırnakta bulunan keratini mi, yoksa büyüme hormonu olan somatotropini mi ya da bir fotosentez enzimi mi oluşturacağı “hangi tür aminoasitlerin, hangi sırayla bağlandıkları”na bağlı. Yani aynı yapıtaşlarından oluşan koyunlarla otların arasındaki fark, yapıtaşlarının bir araya gelme şeklinden kaynaklanıyor. Koyun ot yediğinde, sindirim sisteminde ot dizilimindeki yapıtaşları parçalanıyor; metabolizmada yeniden birleştirilip koyunu oluşturan bir parça oluyor. Bu yeni yapı/dizilim, (çoğunlukla dolaylı da olsa temel olarak) genetik materyal dediğimiz zincirin (DNA/RNA) dizilimi üzerinden gerçekleşir.

MUTASYON

Biraz daha ayrıntıya girelim. Genetik materyal yan yana dizili nükleotitlerden oluşur (örneğin AUGCGUAGCUAG…). Her üç tane nükleotit bir yapıtaşına (aminoasit) denk gelir (AUG=Metiyonin)CGUAGCUAG…). Bu dizilim değişirse karşılık gelen yapıtaşlarının diziliminin değişmesine yol açar ve nadiren olsa da, eğer yeni dizilim anlamsız değilse, yeni bir özelliğin açığa çıkmasına sebep olur. Örnekteki dizilimde dördüncü nükleotidin bir hata sonucu düşmesi, kodladığı dizilimden bir yapıtaşının eksilmesini değil tüm yapıtaşılarının türlerinin değişmesine sebep olur (AUGGUAGCUAG). Yani tek bir hata bile üçlü kodlanma sebebiyle çok büyük bir değişime yol açabilir. Genomdeki bu değişim biçimi mutasyondur ve mutasyonlar radyasyon, metabolik hata, belli kimyasallara maruz kalma gibi basit sebeplerle oluşabilir.

Genetik çeşitlilik sebeplerinin başında gelmesine rağmen, mutasyon tek sebep değildir. Örneğin eşeyli üreme farklı kodlara sahip iki genetik materyalin bir araya gelmesini ve farklı kombinasyonların açığa çıkmasını sağlar. A etkenine direçli bakterinin B etkenine direçli bakteriyle gen alışverişiyle her iki etkene dirençli bakterinin açığa çıkması veya farklı renk pigmentleri üreten iki farklı bitkinin üremesiyle yeni kuşakta daha önce hiç olmayan bir renge sahip bitkilerin oluşması verilebilecek sayısız örneklerdendir. Genetik materyaldaki aynı özelliği ifade eden gen çeşitleri/aleller birbirlerini baskılayabilirler veya eşbaskınlık gösterip karışık bir özellik açığa çıkarabilirler.

EVRİMDE ZAMANLA BİRİKİM
Böyle küçük görünen değişikliklerin, bir martıyla bir insanın arasındaki fark kadar büyük bir değişikliğin temeli olması zor anlaşılabilir. İlk olarak bu değişimin bir kuşakta, bir anda meydana gelmediğini hatırlamamız gerek. Genetik yapıdan ve çevresel etkenlerden kaynaklı olan bu farklılıkların milyonlarca yıl boyunca üst üste gelerek büyük farklılıklar oluşturması mümkün pek anlaşılmaz değil. Martı ve insan güncel hallerine, ortak atadan farklı değişiklikleri biriktirerek gelir. (Yolların nasıl ayrıldığına ileride değineceğiz.) Bu değişimlerin izlediği yolu gösteren fosiller durumun anlaşılırlığını arttırıyor.

Çeşitlilik sebepleri hakkında son derece yüzeysel olsa da bir fikir edindik. İki insan arasında bile sayısız fark varken, bu farkı insanla papatya arasındaki farkla karşılaştırdığımızda görünmez kalıyor. Bu kadar çok farklılık ihtimali varken neden tüm ihtimallerin sonucu mevcut değil? Neden her boyutta zürafa, her renkte kutup ayısı, her türlü kimyasal içeriğe sahip elmalar yok? Canlıları belli özellik aralıklarına sınırlandıran ne? Bu noktada bazı evrim mekanizmaları devreye giriyor.

SEÇİLİM TÜRLERİ
Doğal seçilim, hepimizin aşina olduğu bir tanım. Uyumsuz olanın elenmesi, gündelik hayatımızda da karşılaşacağımız bir çok örneği mevcut. Hızlıca konuya girersek, doğal seçilim çeşitliliği belli aralıklarda sınırlandıran mekanizmaların başında gelir. Örneğin her boyu mevcut bir kertenkele türümüz olsun. Büyük olanları kuşlar tarafından kolay avlanır. Küçük olanları avlanmada zorlandıkları için kolay besin bulamazlar. En yüksek hayatta kalma şansına orta boyuttakiler sahip olup üreme şansı arttığından bu kertenkeleler orta boyda sabitlenir (buna dengelenmiş seçilim denir). Veya avcıdan kaçan antilopların yavaşları kolay av olduğundan özellik en hızlı olanlara doğru sabitlenir (yönlendirilmiş seçilim). Aynı durum avcı için de geçerlidir ve onların da en hızlıları hayatta kalır (birlikte evrim). Sınırlama tek bir özellikte veya tek bir yöne değil farklı yönlere doğru da olabilir. Örneğin bir böcek türünün beyaz renkli olanları beyaz alanlarda, siyah renkli olanları siyah alanlarda kamufle olup hayatta kalıp üreme şansları artarken, gri renkliler her iki alanda da görünür olduklarından kolay elenirler (dallanan seçilim).

Seçilimle birlikte belli özelliklerin öne çıkması hayatta kalma ve üreme başarısıyla alakalı olduğunu gördük. Doğada koşullar üreme başarısı üzerinden baskı yaptığı için özelliklerin değişimi dengeli biçimde olur. Örneğin tavşanların üzerinde besine ulaşmaları, vücut ısılarını sabit tutmaları, hızlı üremeleri, tehlikeleri fark edebilmeleri ve kaçabilmeleri için farklı özelliklerinden kaynaklı baskı vardır. Eğer baskı bir özellik üzerinde artıyorsa o özelliğin gelişimi daha hızlı olur. Körelmiş organlar gibi bazı özellikler canlının üreme başarısında çok küçük bir etkiye sahip olduğu için değişim bu özelliklerde yavaş işler. Üreme başarısı üzerine fazla baskı kurmayan kemik erimesi gibi özelliklerin ortadan kalkması zordur. Tersine yapay seçilimde tek bir özellik üzerinde baskı olduğundan bu süreç daha hızlı işler. Örneğin tarım bitkilerinin başka bitkilerle rekabet etme zorunluluğu azalır, çünkü insanlar diğer bitkileri yolarak alan açarlar. İnekler insanlar tarafından korunduğu için, avcılardan kaçabilme yollarından biri hızlı olma eğilimi, doğal baskılar ortadan kalktığı için zayıflamıştır. İnsan etkisinden dolayı üreme başarısı üzerindeki tek baskı verimli olma özelliğindedir ve bu sebeple bu özelliğin gelişimi daha hızlı olur. Üreme başarısı sadece hayatta kalma başarısıyla alakalı değildir. Eşeysel seçilim, eş elde etme üzerinden işler ve canlıların, hayatta kalma başarısını azaltan özelliklere sahip olmasını gerektirebilir. Örneğin kamufle olmayı, hızlı hareket etmeyi engelleyen fizyolojik özellikler yada alanları için kendi türüyle dövüşme gibi davranışsal özellikler, hayatta kalmayı olumsuz yönde etkilerken, eş elde etmede son derece önemli olabilir.

TÜRLEŞME
Evrim sürecinin özellikleri belli aralıklarda sınırladığından bahsettik. Akla şu soru geliyor: Neden canlılar farklı özellik aralıklarında sınırlanmamış? Neden bir martının ve bir insanın izlediği değişim yolu farklı? Bunun için ortak atadaki yeni tür oluşturacak grupların kendi evrimsel süreçlerini farklı bir şekilde yaşamaları gerekir. Örneğin mutasyonla gelen yeni özelliklerin birbirini baskılamaması, birbiriyle karışıp farklı özelliğe dönüşmemesi için izole olmaları, evrimsel sürecin ayrı yollar izlemesini sağlar. Bu izolasyonu coğrafi bir bariyer, mesafe gibi etkenler sağlayabilir. Bu gruplar farklı koşullara (örneğin iklim) adapte olduklarından coğrafi bariyer ortadan kalksa bile bir araya gelemeyebilirler. Bir araya geldiklerinde yaşadıkları değişimden dolayı (örneğin çiftleşme dönemleri faklılaşmıştır) çiftleşemeyebilirler. İzledikleri yolun ayrımı bu grupların özelliklerinden de kaynaklanabilir. Daha önceden verdiğimiz siyah ve beyaz böcek örneğini hatırlayalım, gri böcekler kamufle olamadıkları için eleniyorlardı. Kendi renginden başka renge sahip bir böcekle çiftleşmeye yönelimi olan böceklerin yavruları da eleneceğinden, nesiller sonra sadece kendi rengiyle çiftleşmeye eğilimli böcekler kalacaktır. Coğrafi bir sebep olmadan da siyah ve beyaz böcekler ayrı evrimsel yollar izleyebilecekleri bir izolasyon süreci yaşayabilirler.

Kabaca mekanizmalardan bahsettik. Son olarak değinmeden geçmememiz gereken bir nokta evrimin mutlak yönünün olmayışıdır. Evrimin yönünü koşullar belirler. Koşullar değiştiği zaman bu yön de değişir (sanayi devriminden sonra koyu renkli biberli kelebeklerin sayısının artması gibi). Bu sebeple evrimin ulaşmaya çalıştığı bir mükemmellikten bahsedemeyiz, canlıları bir özelliğinin gelişmişlik durumu üzerinden sınıflandırmak (örneğin insanları en tepeye koymak) anlamsızdır. Kriter popülasyon olursa bir tür, hayatta kalma süresi olursa başka bir tür, biyokütle olursa başka bir tür başarılıdır. Orak hücreli anemi, alyuvarların yeterli oksijen taşıyamamasından dolayı hastalık olarak adlandırdığımız bir durumdur. Bu olumsuz özellik sıtmaya karşı doğal bir direnç oluşturduğu için aynı zamanda bir avantaj yaratabilir. Bu örneğin açıkladığı gibi, özelliklerin mutlak avantajı veya dezavantajı yoktur.

Açıklığa kavuşturulması gereken bir başka nokta ise anlatılan mekanizmalarda bir bilincin olduğunun düşünülmesi. “DNA kendini kopyalar” gibi söylemler böyle bir fikre sahip olmamıza sebep olabiliyor. Söylemlerin bu şekilde olmasının sebebi tüm ayrıntıları söylemeden özet bir şekilde kolay anlatımdır. Isının titreşim olduğunu ve suyun sıcaklığı arttığında birbirine daha hızlı çarpan moleküller arası mesafenin arttığını ve suyun gaz haline dönüştüğünü biliyoruz. Bu olay daha aşamalı, daha karmaşık olsaydı, kolay anlatım için enerjisi artan su bu enerjiyi gaza dönüşerek harcar diyebilirdik. Aynı şekilde kendini çoğaltması gerektiğini ve bunu ne zaman yapması gerektiğini bilen bir DNA yoktur, kimyasal tepkimeler bütünü vardır.

Bütün yazıda anlatılanlarda gördüğümüz üzere, canlıların değişimi açıklayamadığımız bir alan değildir. Bu alanın bu kadar karanlıkta kalması ve bu alana dair bilgilerin tartışılır olması bilinçli müdahalelerden kaynaklanır. Özellikle üstü örtülmeye çalışılan bu alanı anlamamız ve anlatmamız hayatı bütünlüklü kavramamız için elzemdir. Bu alanda her şeyi biliyor değiliz. Fakat ülkemizde daha fazlasını bilmemizin önündeki engel mevcut bilimsel bilgi birikiminin gerisinde kalmamızdır.

http://komunistgenclik.org/dosyalar/dosya-arastirma/98-evrimi-neden-savunmaliyiz/876-evrim-mekanizmalarina-genel-bakis

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
08.05.2015- 19:10

Bilimsel yöntem

Resim Ekleme

Bilim anlayışımızla ilgili bir yanlışı düzeltmekte fayda var. Doğada ilahi kanunlar, yasalar, sabitler, formüller yoktur. Bu sebeple bilim insanlarının yaptığı şey bu yasaları, formülleri keşfetmek değildir.

Doğada olan olayları anlamak, bir sebep sonuç ilişkisi kurmak, bununla daha farklı olayları açıklamak ve ileride ne olacağına dair tahminler yürütebilmek için bir zemin yaratmaktır. Formüller, tanımlar bizim tarafımızdan “uydurulan” zeminin yapıtaşlarıdır. Örneğin Pluton gezegen midir değil midir? Doğada bir gezegen tanımı var ve biz onu keşfetmeye çalışmıyoruz. Yapılan gezegen, yıldız, uydu tanımları bizim onları sınıflandırmak için kullandığımız sınırlamalardır. Bu tanımların insan yapımı olduğunu güzel açıklayan bir örnek canlılık tanımıdır. Bir insan canlıdır; koşar, konuşur, yer, içer. Birden bunlar durur ve bir taştan farkı kalmaz. İlk haline canlı, son haline ölü/cansız deriz. Bununla canlılık tanımı gelir ve her şeyi bu tanıma göre ayırırız. Taş cansız, köpek canlı gibi. Tanımlama hareket üzerinden yapıldığında bitkiler cansızdır. Ki animasyon ve animal kelimelerinin benzerliği eskiden sadece hayvanların canlı kabul edilmesine dair bir ip ucudur. Bilim ilerler, mikro organizmaların varlığı fark edilir. Onlar da ağaçlar gibi sonradan canlı tanımına girer. Bilim daha da ilerler virüsler, prionlar gibi hâlâ canlı mı cansız mı tartışması yaşadığımız varlıklar bulunur. Bu mavi ve yeşil tanımı gibidir. Mavi canlı, yeşil cansız dersek, sonradan aradaki tonlar bulunmuş ve mavi mi yeşil mi tanımı yapmak zorlaşmıştır. Bu, canlılığın doğada var olan bir tanımı olmayıp, insan yapımı soyut bir kavram olmasındandır. İnsan yapımı olan sadece tanımlar değildir. Fizik bilgimizle hatırlayacağımız kütle çekim formülü: F=G*M*m*r^-2. Buradaki G evrensel çekim katsayısıdır, ve varlığının tek sebebi “M*m*r^-2”nin F’e eşitlenebilmesini sağlamaktır. Katsayıların hepsi doğada bulunan mutlak sayılar değil, bizi hesaplama yaparken doğru sonuca ulaştıran, kuram içi tutarlı oranlardır.

Doğada mutlak doğrular olmadığından bize en çok şey açıklayan ve tutarlı olan bilgi toplamı aksi açığa çıkmadığı sürece doğru kabul edilir. Newton Mekaniği gündelik hayatımızda en çok şeyi açıklar, tutarlı, ve yeryüzü koşullarını baz aldığımızda hatasızdır. Fakat, atomik boyutlara indiğimizde ya da çok büyük kütleler ve çok yüksek hızlarla uğraştığımızda bir çok şeyi açıklayamaz ve birçok hesaplamada hatalı sonuca ulaştırır. Bu nedenle Kuantum Mekaniği ve Einstein Görelilik Teorisi’ne ihtiyaç duyarız. Fakat gündelik hayatta hesaplama yaparak ileriyi tahlil etmeye çalışan örneğin bir inşaat mühendisi için Newton Mekaniği yeterli ve doğrudur. Tabii (ileride tekrar da değineceğiz) bu daha fazlasını öğrenmesini gereksizleştirmez.

Peki bilim insanları bu zeminleri nasıl yaratır? Ne olup bitiyor diye doğa gözlemlenir. Nasıl olduğuna dair bu gözleme dayanarak bir fikir (hipotez) ortaya atılır. Bu fikir deneylerle sınanır. Tutarsızsa yeni bir fikir için başa dönülür, tutarlıysa teoriyi oluşturan bir parça olur. Bilimsel yöntem kabaca budur. Fakat ne yazık ki eğitim sistemimizde teorinin kanıtlanmamış bir hayalden ibaret olduğu söylenip kanıtlanınca gerçek olup kanun niteliği kazandığı öne sürülür. Kanunla teorinin böyle bir ilişkisi yoktur. Kanun aksine kanıtlamadığımız, yeteri kadar deneyle aynı sonuca ulaştığımız bir kabuldür. Genel geçer, mutlak bir gerçeklik yoktur. Kanun, olmayan bu mutlak doğrunun tanımı değildir. Örneğin yerçekimi kanunu büyük kütlelerin uyguladığı çekimini gözlememiz sonuca ulaştığımız bir kabuldür, tek dayanağı budur, neden çektiği bilinmeden kabul edilmiştir. Kanunların aksi olamayacak diye bir şart yoktur, günün birinde kanunu yanlışlayacak bir gözlem yapılabilir.

Bilim insanlarının oluşturduğu bu zeminin ne işe yaradığına dönelim. İnsanlığın bilgi birikimi hayatı anlama çabasının sonucu olduğundan bahsettik. Bu konuyu ayrıntılandırırsak, hayatı anlamak bizi özgürleştirir. Örneğin uçmak istiyorsak, başta yerçekimini kavramamız gerekir. Sağlam binalar, hastalık tedavileri, uzaya fırlattığımız uydular, gelişkin tarım araçlarını, her şey yarattığımız bu zeminin eseridir. Sabit olmayan hayatı anlamak için değişimi anlamak gerekir. Evren nasıl değişiyor sorusunun cevabıyla yıldızlarda ne olduğunu, güneşe ne olacağını anlayabiliyoruz. Yerküre nasıl değişiyor sorusunun cevabıyla, nerede hangi madenleri bulacağımızı, nerelerde deprem olabileceğini, ağaçları kesersek neler olacağını biliyoruz. Çünkü değişimi anlamak mekanizmanın nasıl işlediğini sebep sonuç ilişkisiyle anlamaktır. Daha çok insanla alakalı olan alanlarda da örneğin toplum yapısını, sanatı anlamak için tarihimize bakıyoruz, sebep sonuç ilişkisi üzerinden değerlendirmeler yapıyoruz. Tam da bu sebeple evrim lise kitaplarımızdaki gibi biyolojinin bir konusu değil, tamamıdır. Mikrobiyolojiden ekolojiye neyin nasıl olduğunu, metabolizmadaki kimyasalların işleyişinden, bir türün diğer türleri, meteorolojiyi, yer yüzü şekillerini nasıl etkilediğine kadar anlamamızı sağlayan şey aralarındaki ilişkiyi anlamamızdır. Evrim olmadan bu ilişkiyi kuramayız. En basit örnekle başlayalım. Evrim olmadan canlıları sınıflandıramayız. Bir kuşun sırf ikisinin de kanatları var diye kelebekle aynı sınıfa olmayıp omurgası olduğu için balıklarla, memelilerle daha yakın olduğunu evrim söyler. İnsanın apayrı üst bir canlı değil, diğer hayvanlarla yakından ilişkili olduğunu da evrim söyler. Sınıflandırma tarımdan sağlığa birçok alanda bizi ileri çeker. Örneğin kelebeği hasta eden virüsün mü insanı hasta edebilmesi daha muhtemeldir yoksa bir kuşu hasta eden virüsün mü? Köpekteki kanser ile insandaki kanser benzer midir? İnsanda olmayıp başka bir canlıda olan bir bağışıklık sistemi öğesi insana yardımcı olabilir mi? İnsanın salgıyla alakalı genlerini bakterilere ekleyip, o salgıyı üretemeyen insanlar için salgı üretmek mümkün mü? Virüslerle gen terapi mümkün mü? Başka bitkilerin genlerini ekleyerek daha dayanıklı daha verimli bitkiler üretebilir miyiz? Canlılar arasındaki ilişkiyi tam anlamadan bu soruları sormak bile mümkün olmuyor.

Bilimin herhangi bir parçasını çıkardığımızda, bilimin tamamının etkileneceğinden bahsettik. Bilimi biyoloji fizik olarak bölmeyip bir bütün olarak düşündüğümüzde, belirli bir alanda uzmanlaşsak bile, diğer alanlardan neden kopuk kalmamamız gerektiğini görüyoruz. Müzisyenlerin, uzun süre matematiğin alt dalı olarak kalan müziğin altın oranla olan ilişkisini bilmesi gerekir. Mimarların, örneğin ışığın insan psikolojisi üzerindeki etkisinden dolayı psikoloji, coğrafya gibi alanlar hakkında fikir sahibi olması gerekir. Astronomların, astronotların uzun süre kapalı ve yerçekimsiz ortamda kalmasının sağlığını nasıl etkileyeceğini öngörebilmeleri için psikoloji ve anatomi gibi diğer alanlardan faydalanmaları gerekir. Bu örneklerden farklı olarak sadece mesleki ihtiyaçlarla sınırlı kalmayıp, sadece hayatı daha fazla anlamlandırabilmek için bile tüm alanlar hakkında fikir sahibi olmamız gerekir. Biyolojiden evrimi çıkarma çabası sadece biyologların sorunu değildir. Hayatı anlayıp şekil vermeye çalışan herkes, aklını diri tutmak için bütün bilgi birikimine ihtiyaç duyar. Eğitim sisteminde (her ne kadar işlenmese de) sosyal bilimlerin, fen bilimlerinin, matematiğin, müziğin, resim derslerinin hepsinin var oluşu, her birinden biraz biraz bilmek için değil, ne kadar alakasız bulunsa da iç içe geçmiş bu alanlar arasındaki ilişkinin erken yaşta kurulabilmesi içindir. Hayat bir bütün olduğu için bilim de bir bütündür, bu sebeple evrime saldırı bilimin kendisine saldırıdır. Aynı şekilde evrimi savunmak bilimi, insanlığın birikimini, aklını savunmaktır.

http://komunistgenclik.org/dosyalar/dosya-arastirma/98-evrimi-neden-savunmaliyiz/875-bilimsel-yontem

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
08.05.2015- 19:14

Evreni anlama yolculuğumuz  

Resim Ekleme

Günümüz, bilimsel bilgi birikiminin bu kadar gelişkin olup cehaletle bir arada yaşayabildiği ilginç bir dönemeç. Bu bölümde evreni anlama yolculuğumuz, toplumsal yaşantı ile bilimsel birikim ilişkisi ve Evrim'i savunmanın politik duruşla ilgisi üzerinde duracağız.

Beynimiz ya da genel anlamıyla sinir sistemimiz genellikle en çok övündüğümüz donanımımızdır. Milyarlarca uzmanlaşmış hücreden oluşan bu karmaşık organizasyon sayesinde insan çevresinden aldığı pek çok uyarıyı-etkiyi işleyip yorumlayarak bunlara karmaşık tepkiler verebilir, hatta bu çevreyi anlamlandırma ve tepki üretme sürecini sonraki nesillere aktararak birikim meydana getirirken; böylesine özelleşmiş karmaşık bir organizasyona sahip olmayan tek hücreli öglena dış dünyadaki besin, ışık gibi uyaranlara kamçısını şaklatarak tepki verir. Temelde yaptığımız şeyin bu açıdan işlevi aynı olsa da, canlı dediğimiz varlıklar arasında nitelik olarak en büyük farkı bu süreci birikimsel bir ilerlemeye dönüştüren insan ortaya koymuştur. İnsanı özel bir yere koymak gerekliyse, insan dış dünyanın etkilerini-uyaranlarını algılayıp onlara gelişkin tepkiler üretebilme konusunda en yetenekli türdür diyebiliriz. Biz dünya üzerinde maruz kaldığımın en fazla etkiyi-gözlemi (güneşi, diğer yıldızları, ayı, toprağı, taşı, canlıları ve bunların hareketini) kapsayan tutarlı açıklamalarla anlamlandırdık ve ürettiğimiz tepkilerle dünyamızı değiştirdik.

İnsanlar olarak var olduğumuzdan bu yana işlevi çok eski, özgün nitelikleri henüz yeni olan bu karmaşık organizasyon sayesinde gözlemlediğimiz olayları bağlantılandırdık, bunlara açıklamalar ürettik, bunları biriktirmenin ve aktarmanın yeni ve etkili yollarını bularak bu süreci evreni anlama yolculuğuna dönüştürdük. Bunu kendi tarihimizin, hayatta kalma mücadelemizin parçası haline getirdik.

Diğer canlılardan farklı bir şekilde bensin sorunu için tarımı geliştirmekle kalmayıp bu alanla ilgili elde ettiğimiz bilgi birikimini gelecek nesillerimize de aktarıyoruz. İhtiyaç duyduğumuz her yeni alanda bilgi biriktiriyoruz. Hava olaylarını inceleyip, olaylar arası ilişkiler kurup elde ettiğimiz birikime meteoroloji diyoruz. Sosyal davranışlarımızdaki birikim sosyolojiyi, psikolojiyi oluşturuyor. Canlıları inceleyip biyoloji dediğimiz birikimi elde ediyoruz. Birikim arttıkça birikimi alt başlıklarla yeniden toplamamız gerekiyor. Temel armoni, statik, anatomi, etik, kurgu, elektronik, her alanda anlamak için çabalıyor ve bilgi biriktiriyoruz.

BİLİMSEL BİRİKİM VE TOPLUMSAL YAŞANTI

Sahip olduğumuz bilgi birikimi ile hayatta kalma mücadelesinde önümüze çıkan pek çok engeli aşabiliyoruz bununla da kalmayıp daha iyi bir yaşam ihtimalini görebiliyoruz. Fakat bir yanda da bu süreç geçmişte de bugün de hem içerisinde çelişkiler barındırmaya devam etti hem de bunları günümüze taşıdı, hâlâ çoktan çözülmüş olması gereken açlık sorunuyla karşı karşıyayız. Trafik kazaları gibi, önüne geçebileceğimiz basit ölümler için bile bu bilgi birikimini kullanmıyoruz. Kaynakları daha verimli kullanacak, şehirleri daha yaşanılır kılacak bir çok bilgi elimizdeyken, hâlâ bu birikimin gerisinde yaşamayı sürdürüyoruz. Özellikle İstanbul’da yağmur yağdığında hayatın durmasıyla, rüzgar estiği için insanların uçuşan çatılar altında kalıp can vermesiyle ilkel yaşamın gerisine düşmüş durumdayız. Bilim insanlarıyla, (örneğin hava koridorları olan) daha yaşanabilir bir şehir amacı taşıyabilecekken, rant üretme amacı taşıyan kentsel dönüşüm bu çelişkinin başka bir örneği.

Yine de tarihimiz son derece umut vaat ediyor. Evreni anlama yolculuğuna paralel olan hayatta kalma mücadelesi, geçmişten bu yana pek çok engelle karşılaştı. Bu engeller arasında başta belirleyici olan yiyecek kıtlığı, kasırgalar, sellerken, birikimimiz bunların ötesine ulaştığında, doğayla başa çıkabildiğimizde, köle sahipleri, derebeyleri, din adamları gibi kendi dönemlerinde her türden gericilik üreten engeller öne çıktı, evreni anlama yolculuğu bunlarla mücadele etmeyi de gerektirdi. Sırasıyla köle sahiplerine, derebeylerine karşı verilen mücadeleyi kazandık ve bu yolculukta ileri gitmeye devam ettik.

EVRİMİ SAVUNMAK NEDEN POLİTİKTİR?

Günümüz, bilimsel bilgi birikiminin bu kadar gelişkin olup cehaletle bir arada yaşayabildiği ilginç bir dönemeç. Örneğin, evrimin öğretilmesiyle ilgili; İnsanlığın birikimini aktarma, yaygınlaştırma ve yeni bilgiler ekleyip arttırma işlevi açısından evreni anlama çabasıyla paralel yürümesi gereken eğitim ve akademi alanı günümüzde büyük bir mücadele alanına dönüşüyor. Çünkü eğitim ve akademi alanı, yalnızca meslek sahibi insanlar yetiştirmeye dönüştüğü oranda, ders olarak işlenen matematik, fizik, biyoloji, insanlığın bilgi birikimi olan bilimden uzaklaşıyor, anlamsız olgular bütününe ve öğrenciler için geçer not alma çabasına dönüşüyor. Biyoloji, biyoloji olmaktan çıkıyor; bilim, bilim olmaktan çıkıyor, hatta bu sayede biyolojiden evrim çıkartılabiliyor. Bununla birlikte örneğin şehir bölge planlama, şehirleri daha yaşanılır kılan bir bilim değil, diplomalı işsiz çıkaran bir bölüme dönüşüyor. Birbirinden kopuk ezber yığınıyla dolu insanlar, sahip olduğumuz birikimle yaşadığımız hayat arasındaki trajik farkı göremez hale geliyor. Bilimsel bilgi birikimi ve toplumsal yaşantı arasındaki açı bugün belki hiç olmadığı kadar büyük ve bu açı büyüdükçe toplumsal yozlaşmayı besliyor. Bu yozlaşma bilimsel, sanatsal, kültürel alanda üretimi kötürümleştiriyor.

Peki bu açı neden var? Çünkü günümüz gericiliğini besleyen sınıf bu açıdan fayda sağlıyor. Örneğin tek bir HES’le enerji ihtiyacı sağlanabilecekken, onlarca HES kurmak tek tek belli kişilere para kazandırıyor. Bilgi birikimimizle verimli ve doğaya daha az zarar veren enerji üretimi yapılabilecekken, kar elde etme amacındaki bu egemen sınıf kendi çıkarı için bilgi birikimine zıt hareket etmemize sebep oluyor. Faydasız televizyon programlarının bu kadar yaygınlaşıp, tiyatroların, tarihi sinemaların kapatılması, yeşil alanların ortadan kaldırılması, AVM’lerin açılması, izafiyet teorisinin ve evrimin ilahiyatçılara tartıştırılıp televizyonda yayınlanabilmesi, akademi alanında sahte dergilerin türemesi, TUBİTAK’a ilahiyatçıların atanması ve evrime saldırılması   aynı sınıfın çıkarlarının parçasıdır. Bu sebeple cehalet, cahil bireyler toplamından ibaret bir sorun değil, (bireysel özgürlükler ya da ilgi alanı seçiminden bağımsız) toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor ve politik olarak yeniden üretiliyor. Bu yüzden evrimi savunmak bu açıyı kapatmanın mücadelesini vermektir; dolayısıyla politik bir mücadelenin konusudur. Evrimi savunmak, bu çelişkileri, görünmemesi için karanlıkla örtmeye çalışanlara karşı aydınlığı, bilimi savunmaktır.

http://komunistgenclik.org/dosyalar/dosya-arastirma/98-evrimi-neden-savunmaliyiz/874-evreni-anlama-yolculugumuz

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]