Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Sıcak temas-Ender HELVACIOĞLU

Toplumsal devrim ile siyasal devrim birbirinden farklı kavramlar. Toplumsal devrim, üretim ilişkilerinin geri dönülmez biçimde dönüşümü demektir ve uzun bir süreçtir; hele sınıflılığı tümden ortadan kaldırmayı hedefleyen sosyalizm söz konusuysa. Siyasal devrim ise iktidarı alış sürecidir. Sosyalizm özelinde konuşacaksak, siyasal devrim toplumsal devrimin başlangıcıdır denebilir.

“Devrimin koşulları” meselesi tartışılacaksa, hangi devrimden, toplumsal devrimden mi siyasal devrimden mi söz edildiği belirlenmelidir öncelikle. Genellikle devrimin koşulları derken siyasal devrim kastedilir.

“Hiçbir toplumsal düzen, içindeki bütün üretici güçler gelişmeden ortadan kalkmaz; ve yeni, daha üstün üretim ilişkileri de, onların varlıkları için gerekli olan maddi şartlar eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmazlar” diye yazarken Marx’ın ele aldığı konu “toplumsal devrim”dir.

Lenin’in devrimin koşullarını formüle ederken söylediği “yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri ve yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemedikleri” cümlesinde ise ele alınan konu “siyasal devrim”dir.

Toplumsal devrimler nesnel ve deterministiktir; zorlama kabul etmez. Siyasal devrimler ise -temelde nesnel koşullara bağlı olmakla birlikte- oldukça kaotik süreçlerdir ve aniden gündeme gelebilirler. Dolayısıyla toplumsal devrimler ile siyasal devrimlerin nesnelliği (olabilirliği) farklı yöntemlerle ele alınmalıdır, birbirine karıştırılmamalıdır.

“Tarihin pususuna yatmak” deyimi, sosyalizmin koşullarının olgunlaştığı bir durumda siyasal devrim arayışı için kullanılır. Zaten toplumsal devrimin pususuna yatılmaz, siyasal devrimin pususuna yatılır. “Pusuya yatmak” demek de, gündeme gelebilecek ani durumlara ve bu durumlara acil müdahalelere mümkün olduğunca hazır olmak demektir (“hazır olmanın” ne anlama geldiği, bu düzlemde teknik bir konu).

***

Büyük siyasal değişimlere önderlik edebilmiş politik odakların sırrı, azami programlarını o anın asgarisiyle birleştirebilme yetenekleridir. Siyasal devrimler asgari programla yapılır, azami programın ışığında devam ettirilirler.

Örneğin Ekim Devrimine önderlik eden Bolşeviklerin sırrı, o günün Rusya toplumunun çoğunluğunun ortak talebi haline gelmiş “Savaşa son” ve “Açlığa son” sloganlarına sahip çıkıp kilitlenmeleri ve çözüm için somut bir iktidar hedefi (“Bütün iktidar Sovyetlere”) göstermeleridir.

Bolşevikler azami programlarının ifadesi olan “Yaşasın sosyalizm” sloganıyla devrim yapmadılar. Bununla yetinselerdi yaya kalırlardı ve toplumu azami programları doğrultusunda yönlendirme fırsatını da kaçırmış olurlardı. Bir başka politik odak (hatta belki bir dış odak) o yakıcı taleplere sahip çıkar ve Rusya toplumunu başka yerlere yönlendirirdi.

Yani siyasal devrim anlarında, arazide azami programlar çatışmaz, kitleler kapitalizmi mi sosyalizmi mi seçelim diye tartışmaz; çatışma o anın acil taleplerinin çözümüne hangi sınıfın ve onun politik öncüsünün önderlik edeceğiyle ilişkilidir. Rakipler, bu alandaki yetenekle (arazide) saf dışı edilir ve iktidar ele geçirilir.

Toplumun acil taleplerine “bunlar burjuva sistemi çerçevesi içinde kalan taleplerdir” diye burun kıvrılırsa, gerçekten de o çerçeve içinde kalırlar. O çerçeveyi kırmanın veya daha ileri bir içerik kazandırmanın yolu arazide müdahale edebilmekten geçer.

Kısacası devrim, yapanın elinde kalır.


***

Arazide müdahale, ister istemez biraz kirlenmeyi de göze almayı gerektirir. Fakat bu kirler zaten vardır, nesnel durumdur, olgudur. O kirler olduğu için müdahale etmek gerekir zaten; pür-ü pak olsalardı müdahaleye de gerek kalmazdı.

Buna “Curie yöntemi” diyoruz. Birkaç gram radyum ancak tonlarca balçığın içinden damıtılabilir. Radyuma ulaşmak için o balçığa bulaşmak gerekir. Hem balçıkla uğraştığımızı hem de radyumun sadece ve sadece orada bulunduğunu unutmadan…

Çamurun içindeki cevheri damıtabilmektir devrim. Öncülük de zaten bunun için gereklidir. Radyum bir köşede pür-ü pak halde var olsaydı, onu bulmak için Curie’ye gerek olmazdı.

***

Artık son günlerine yaklaşan ve giderek başlatıcılarını da aşıp bir kitle hareketi niteliği kazanan “Adalet Yürüyüşü”ne ilişkin sol kesimlerden gelen değerlendirmeleri düşünürken bunlar geldi aklıma.

Yürüyüşün haklı bir talepten yola çıkmadığını, yargı “altın devrini” yaşarken adalet için yollara düşmenin emperyalist planlara çanak tutmak olduğunu söyleyenlere, daha ilk günden “FET֒nün PKK’nın eylemi” diye damgalayanlara, “gayrı milli” bir yürüyüş olarak niteleyenlere denecek fazla bir laf yok. Onlar, AKP iktidarının yanında saf tutmuş durumdalar, hatta kraldan çok kralcılar. Provokasyonlara da zemin hazırlıyorlar.

Adalet talebini haklı bulmakla birlikte yürüyüşü destekleyip desteklememe konusunda tereddütlü olan bazı arkadaşlar sürekli “kirlere” vurgu yapıyorlar. CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na güvenilemeyeceği, yürüyüşte Türk bayrağı ve Atatürk posteri bulunmadığı, liberallerin ve HDP’lilerin yürüyüşe katıldığı, turunculaşma eğilimi bulunduğu vb. türden itirazları var.

Bu arkadaşlar sözü edilen “kirlerin” on kat fazlasının bulunduğu “Gezi Eylemi”nin 3-4 gün içinde nasıl “Haziran Ayaklanması”na dönüştüğünü anımsasınlar. Hiçbir eylem, hiçbir kitle eylemi, -bırakın kitle eylemini- kadro eylemleri, hatta seçilmiş delegelerden oluşan kongreler bile pür-ü pak olmaz. “Pür-ü paklık” Allah’a mahsus; fanilerin eylemleri ise çeşitli düzeylerde dış etkilere açıktır.

Eğer eylem haklı bir talebe dayanıyorsa, yöntem olarak doğru bir eylemse, vurgulanan bu “kirler” eylemin esası haline gelmemişse ve katılımcılar bu ülkenin aydınlık yüzünün bir parçasıysalar, bazıları doğru da olan bu itirazları yapanların herkesten önce yürüyüşe katılmaları ve eylemi “kirlerden” arındırmaya çalışmaları gerekir. Samimi uyarı bunu gerektirir ve eylemin kitlesi sözü edilen kirlerden en kolay arınabilecek nitelikte bir topluluktur.

Bazı arkadaşlar da eylemin burjuva karakterde olduğu, kurulu düzenin temellerini hedef almadığı, sosyalizm vurgusunun bulunmadığı yönünde itirazlar getiriyorlar.

Tamamen haklılar, gerçek adalet sosyalizmle gelecektir. Hatta eksik; gerçek adalet sosyalizmin ileri aşamalarında gelebilir ancak. İyi de, tartışma bu değil ki. Tartışma sosyalizmin nasıl geleceği; sosyalizme yönelişin kapısının nasıl açılacağı…

Emekçi kitlelere sosyalist siyasal bilinç dışarıdan verilir ama telepati yoluyla değil. Yüz yüze, kol kola, omuz omuza, yani sıcak temasla… Kaldı ki, o siyasal bilincin doğru olup olmadığının sınanacağı yer de toplumsal pratiktir. Yani bilinç dışardan verilir ama kaynağı içeridedir; böyle bir diyalektiği var.

Sosyalistlerin henüz bu tür kitle hareketlerine etkili bir müdahalede bulunacak ve yönünü belirleyecek gücü yok. Fakat güç toplamanın da bu tür hareketleri ve yaratacağı siyasal ortamı değerlendirmekten başka bir yolu yok.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, genel anlamda haklı ve doğru talepler uğruna harekete geçerek politikleşen kitleler, en kolay etkilenebilecek ve örgütlenebilecek kesimi ve bağımsız tavrın konulmasına en uygun zemini oluştururlar.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
11.10.2018- 01:41

Karamsarlık İlkesi - Ender Helvacıoğlu


(...)

Öncüler devrim yapmazlar, daha doğrusu yapamazlar. Devrimi emekçi kitleler yapar; öncüler de -adı üzerinde- öncülük ederler, yön verirler. Dolayısıyla devrimci bir örgütün işi gücü, ne yapıp edip emekçi kitleleri kazanmaktır, koşullar ne olursa olsun.  

Soruna kitleler açısından bakıldığında (ki öyle bakmak gerekir), devrimin ancak “evdeki bulgur” tehlikeye girdiğinde (hatta kaybedildiğinde) gündeme gelebileceği anlaşılır. Kitleler “Dimyat’taki pirinç” için devrime kalkışmazlar.

Geniş kitleler, canlarını kurtarmak için, açlıktan ölmemek için, çoluk çocuklarının geleceğini garanti altına almak için, yaşayacakları bir vatana sahip olabilmek (sömürge olmamak) için devrime kalkışırlar. Özgürlük, demokrasi, insan hakları, sosyalizm vb. için devrime kalkışmazlar. Onlar öncünün gündemidir. Öncünün gündemi ile geniş kitlelerin gündeminin çakışması gerekir. Yani öyle koşullar oluşmalı ki, insanlar ancak özgürlük, demokrasi, sosyalizm ile canını kurtarabilsin, açlıktan ölmekten kurtulabilsin, çoluk çocuğunun geleceğini garanti altına alabilsin, bir vatana sahip olabilsin…

Politik devrim “güvenlik” adına gerçekleşebilir; başka hiçbir şey adına değil. Yani Devrim=Güvenlik, Özgürlük=Güvenlik, Sosyalizm=Güvenlik koşulları oluşmalıdır. O halde güvenliğin sosyolojisini tartışmak gerekir.

Bu anlamda politik devrim muhafazakâr bir olaydır. Kesinlikle muhafaza edilmesi gereken (vazgeçilemeyecek) şeyi muhafaza etmek için gerçekleşir devrim. Buna “vazgeçilmezlik ilkesi” diyebiliriz.

***

Kitleler devrim delisi değildir (aslında en radikal lafları edenler de dahil, kimse değildir). Devrim yapmaya değil, devrimden kaçınmaya uğraşırlar. Devrim ancak, devrim dışındaki bütün yolların denenip tüketildiği ve devrimden başka hiçbir çare kalmadığı zaman gerçekleşir. Bu anlamda en diptekinin, en çaresizin işidir devrim. Çaresizliğin kitleselleştiği, olağanüstünün olağanlaştığı koşullarda gündeme girer. Bu nedenle devrim“çaresizliğin çaresidir” diyoruz. Buna da “çaresizlik ilkesi” diyelim.

Aslında herkes (öncülük iddiasında olanlar da) kendini bu ilke ile sınamalıdır. Devrimci önce kendine bakmalıdır: Devrimden başka kurtuluş şansı var mı? Eğer varsa, ya devrimin zamanı gelmemiştir ya da devrim ona karşı yapılacaktır.

Son dönemlerde, devrimci arkadaşlar arasında, AKP iktidarının etkisinin fazla hissedilmediği daha “sakin” bölgelere, hatta ülkelere çekilme eğilimi var. Veya siyasetle fazla ilgilenmeden, suya sabuna fazla dokunmadan günlük hayatını devam ettirme eğilimi… Demek ki devrimden başka kurtuluş çareleri varmış (kimseyi eleştirmiyorum, benim de var). Ama şunu da bilelim: Devrimi bu tür şansları bulunmayanlar yapacaktır; mecburiyetten yapılır devrim.  

Dolayısıyla devrimci bir örgütün omurgası, bu tür bireysel kurtuluş şansları bulunmayanlardan, çaresizlerden oluşmalıdır. Devrimci bir örgüt olmanın vazgeçilmez koşuludur bu. Eğer böyle bir omurga yoksa, ne kadar radikal söylemlere, ne kadar muhteşem programlara sahip olunursa olunsun, kritik anda o örgütün çökmesi ve dağılması (veya başka yollara sapması) kaçınılmazdır.

Etik değil, sosyolojik bir ilkedir “çaresizlik ilkesi”.

***

Vazgeçilmezlere dokunulmuş olması ve çarelerin tükenmiş olması da geniş kitlelerin devrime kalkışmasına yetmez. Bazen toplumlar böyle bir noktaya gelirler ama bir refleks geliştiremeyebilirler; çökerler, dağılırlar veya teslim olurlar. Tarih bunun örnekleriyle dolu.

Geniş kitlelerin devrime kalkışması için bir diğer gerek koşul, “başarı şansı”nın ufka girmiş olmasıdır (“başarı ilkesi”). Kitleler “başarı olasılığını” çok iyi sezerler, bu konuda kesinlikle yanılmazlar. Öncü yanılabilir, acele edebilir; ama kitleler bu olasılığı içgüdüsel bir biçimde ve tam isabetle ölçerler.

Bu noktada öznel bir koşul giriyor işin içine: Öncü, başarı olasılığını göstermek, bu umudu kanıtlamak zorundadır. Hamasi laflarla değil, bizzat pratikte… Kitleler, bu öncüyle başarabileceklerine ikna olmalıdırlar, tam olarak güvenmelidirler. Yoksa teslim olmayı ve dağılmayı seçebilirler.

Bu, tarih boyunca bütün siyaset bilimcilerin ısrarla vurguladıkları “güç ilkesi”dir. En basit eylemden devrim gibi büyük dönüşümlere dek geçerli olan bir ilkedir.

***

Bu noktada bitirelim. Çünkü “güç ilkesi” ile birlikte nesnellikten öznelliğe geçiyoruz ki bu başlı başına bir konu.

Aslında sözünü ettiğimiz ilkeleri (vazgeçilmezlik, çaresizlik, başarı ilkeleri) tek bir başlık altında toplayabiliriz: Karamsarlık ilkesi.

İlginç ama işin diyalektiği şu: Karamsarlığımızın nedeni, karamsarlığın yeteri kadar koyulaşmamış olması!

Ama süreç hızla ilerliyor. Karamsarlığa kapılmayın öncüler…

https://www.abcgazetesi.com/ender-helvacioglu/karamsarlik-ilkesi/haber-107481

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
14.10.2018- 03:46

Yürüyüşün haklı bir talepten yola çıkmadığını, yargı “altın devrini” yaşarken adalet için yollara düşmenin emperyalist planlara çanak tutmak olduğunu söyleyenlere, daha ilk günden “FET֒nün PKK’nın eylemi” diye damgalayanlara, “gayrı milli” bir yürüyüş olarak niteleyenlere denecek fazla bir laf yok. Onlar, AKP iktidarının yanında saf tutmuş durumdalar, hatta kraldan çok kralcılar. Provokasyonlara da zemin hazırlıyorlar.

Adalet talebini haklı bulmakla birlikte yürüyüşü destekleyip desteklememe konusunda tereddütlü olan bazı arkadaşlar sürekli “kirlere” vurgu yapıyorlar. CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na güvenilemeyeceği, yürüyüşte Türk bayrağı ve Atatürk posteri bulunmadığı, liberallerin ve HDP’lilerin yürüyüşe katıldığı, turunculaşma eğilimi bulunduğu vb. türden itirazları var.

Bu arkadaşlar sözü edilen “kirlerin” on kat fazlasının bulunduğu “Gezi Eylemi”nin 3-4 gün içinde nasıl “Haziran Ayaklanması”na dönüştüğünü anımsasınlar. Hiçbir eylem, hiçbir kitle eylemi, -bırakın kitle eylemini- kadro eylemleri, hatta seçilmiş delegelerden oluşan kongreler bile pür-ü pak olmaz. “Pür-ü paklık” Allah’a mahsus; fanilerin eylemleri ise çeşitli düzeylerde dış etkilere açıktır.

Eğer eylem haklı bir talebe dayanıyorsa, yöntem olarak doğru bir eylemse, vurgulanan bu “kirler” eylemin esası haline gelmemişse ve katılımcılar bu ülkenin aydınlık yüzünün bir parçasıysalar, bazıları doğru da olan bu itirazları yapanların herkesten önce yürüyüşe katılmaları ve eylemi “kirlerden” arındırmaya çalışmaları gerekir. Samimi uyarı bunu gerektirir ve eylemin kitlesi sözü edilen kirlerden en kolay arınabilecek nitelikte bir topluluktur.


Başlıktaki E.Helvacıoğlu'nun yazısının temel önermesine katılıyorum. Politikanın, halkı sokağa çağırıp kendi sorunlarına sahip çıkmasına çalışmanın bir anlamda KİRLENMEye de yol açabileceği saptaması doğru bir saptama. Ancak verdiği örnekler bağlamında altının çizilmesi gereken bir konu var ki, o da Adalet Yürüyüşü ile Gezi'nin aynı kategoride sayılamayacağı ve dolayısıyla kirlenme konusuna yaklaşımın da bu ayrıntı gözetilerek yorumlanmasıydı. Sosyalistler   GEZİ türünde hemen her türlü KENDİLİĞİNDEN eylemselliğe mutlaka katılmalı ve olabildiğince bu tür eylemselliklere yön verebilme çabası içine girmeliler. Bu konuda hiçbir tereddüt olmamalı. Ama aynı şeyi aynı netlikte Adalet Yürüyüşü için söyleyebilmek pek o kadar kolay değil. Çünkü Kılıçdaroğlu'nun başını çektiği bu yürüyüşün bir SAHİBİ var; söylenen ne kadar farklı olursa olsun böyle bir gerçek de ortada.

Yürüyüş önemliydi; bana göre muhalif kimliği taşıyanların tamamının o yürüyüşe katılımın önünde bir engel de olmamalı. Ama kendini sosyalist-komünist olarak niteleyen partilerimizin bu konuda bir katılım çağrısında bulunması da bana çok doğru ve yararlı bir siyasal tavır gibi gelmiyor. Yapılması gereken, katılımın engellenmesi yönünde, solun bu yürüyüşe katılmaması yönünde olmamalı ama, Kılıçdaroğlu'nun başını çektiği bir yürüyüşün de eleştirisiz bırakılmaması...

Türkiye'de önemli bir aydınlanma birikimi var. Cumhuriyetin azımsanmayacak oranda laik ve yüzü sola dönük bir kitle yarattığı gerçeğini unutmadan önemli olan bu birikimin öncülüğünü hedeflemektir. Düzen solu ( gerek CHP ve gerek HDP) ne kadar iyi niyetli olursa olsun bu birikimi kendi potalarına çekebildikleri sürece Türkiye'nin hem emperyalizme ve hem de içeride dinci gericiliğe karşı sağlıklı bir mücadele yürütebilmesi mümkün olmadığı gibi, sosyalizmin önünde de kitleselleşme açısından engeller oluşmasına yol açmaktadır. Bu yüzden sosyalist-komünist partilerimizin CHP ve HDP'yi öne çıkartıcı bir algıyı çoğaltacak söylem ve eylemlerden kaçınmalıdır diye düşünüyorum. Kolay değil ama, bence komünist partilerimizin alması gereken siyasi tavır böyle bir bütünsellik içermelidir. Sadece bu spesifik konuda değil hemen her konuda üstelik...

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
24.10.2018- 17:56

Siyasal devrimle toplumsal devrim konusunda anlaşılmaz bir şey yok. Kapitalist ilişkiler   feodalizm içinde ortaya çıkabilir ama tam gelişimi siyasal iktidarın ele geçirilmesiyle olur. Sosyalist dönüşümler ise kapitalizm içinde KESİNLİKLE başlamaz. Toplumsal devrim veya toplumsal dönüşümler dediğimiz süreç siyasal devrim sonrası gündeme gelir ve hem alt yapı ve hem de üst yapının sosyalizme uygun biçimde dönüştürülmesi anlamına gelir.

Çok yineliyorum, Marksizm ve Leninizm bir ansiklopedi değildir. Sosyalist olmak ve bilimsel sosyalizmi rehber edinmek internette bulunmuş bir alıntının altına veya üstüne bir şeyler çiziktirmekle gerçekleşmez. Anlamadan, kavramadan hangi alıntıyı kullanırsanız kullanın   söylemeye çalıştığınızın hiçbir inandırıcılığı da olmayabilir, anlamı da. Çoğu zaman yanlış şeyler de söylersiniz. Bizim eski yazıyazforum'da bir arkadaşımız vardı; hep öyle yapmaya çalışır, yalan yanlış bir yığın yorumlarda bulunurdu.

Hatırlıyorum, bir defasında bir Marks alıntısında bulunmuştu:

"Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar."

Ve sonra da sıradan bir solcunun bile bildiği bir konuda anlaşılmaz bir şekilde saçmalamıştı.

O arkadaşa göre bu alıntı,''toplumsal Devrimin ne zaman ve hangi koşullar sonucu başlıyacağına işaret eder.''miş.

Peki ne zaman başlarmış?

O arkadaşa göre üretici güçlerin engellenmeye başladığı an...''Toplumsal Devrim Süreci, Kapitalizm altında, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki zorunlu uygunluk yasasının bozulması ile başlar.''

Böyle söylerdi!

Kitap okumadan, daha fazla okumadan, konular içselleşmeden sanki bir teorisyenmiş gibi açıklamalar yapmaya kalkmak sonuçta bir karikatürün ortaya çıkmasına yol açıyor.

Arkadaşımız sonradan yazıyazforum'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Sanırım başka bir yerde   kendini bir teorisyenmiş gibi göstermeye devam ediyor. :)





melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
24.10.2018- 18:24

( Bir parantez açmakta yarar var; Marks'ın alıntısındaki ''toplumsal devrim'' kitlesel devrim anlamındadır. Yani siyasal iktidarın ele geçirilmesi yönündeki kitlesel eylemsellik kastediliyor. Siyasal devrim sonrasındaki toplumsal devrim bir toplumsal dönüşüm sürecidir ve hiçbir koşulda kapitalizm altındaki bir toplumsal devrim-dönüşüm anlamında değildir.)

Bizim yazıyazforum'daki arkadaşımız hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da bir teorisyenmiş gibi üfürmeye bayılıyordu.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
25.10.2018- 06:33

Parantezin parantezine de ihtiyaç olabiliyor nedense!

Toplumsal devrimin açılımı toplumsal dönüşümlerdir. Yani yapının altyapı ve üstyapısında sosyalizme-komünizme uygun değişimler yapılması anlamına gelir toplumsal devrim kavramı. Bu yüzden siyasal devrime ihtiyaç gösterir. Siyasal devrim gerçekleşmeden kapitalizm içinde bu tür bir değişim gerçekleşmez, gerçekleşemez. Kapitalizm feodalizm koşullarında ortaya çıkabilir ve hatta gelişebilirken, aynı durum sosyalizm için geçerli değildir. Sosyalizmin bir değişim-dönüşüm olarak gerçekleşebilmesi siyasal devrimi gerektirir. Siyasal devrim gerçekleşmeden toplumsal devrim başlamaz-gerçekleşmez.

Üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki ''uygunluğun'' bozulması durumunda ortaya çıkan toplumsal devrim süreci bu bozulan uygunluğun yeniden ( başka bir zeminde) kurulmasıdır. Bu tür koşullar üretici güçlerin insan boyutunda bir değişim iradesi ve kitlesel bir eylemliliği öne çıkartır. Bir değişim ve devrim ihtiyacı ve gerekliliği...Marks'ın toplumsal devrim dediği süreç budur. Yoksa kapitalizmin uygunluk yasası bozulduğunda onun yerine sosyalist bir değişim almaz. Böyle bir şeyi savunmak -her zaman söylüyorum- anlamadan, okumadan yazmaktır.

( Bu yazıyazforum'da yazan arkadaşa dün akşam rastladım. Tane tane Bilal'e anlatır gibi anlatmaya çalıştım ama nafile. ''Ama Marks böyle demiş, şöyle demiş'' diyerek gereksiz bir yığın laf salatasıyla yanıt vermeye çalışıyor. Üstteki yorum bir işe yaramadı, parantezin parantezini açmanın bir faydası olacak mı, göreceğiz!)

melnur  |  Cvp:
Cevap: 6
31.10.2018- 03:00

Toplumsal devrim kapitalizm içinde mi başlar, yoksa siyasal iktidar ele geçirildikten sonra mı gerçekleştirilebilir sorusunun yanıtı, her şeyden önce kavramın yani toplumsal devrimin ne olduğunu açık ve net olarak ortaya koymakla mümkün. Eğer bir konuda düşüncelerimizi ortaya koymak istiyor ve bir konuya açıklık getirmeye çalışıyorsak önce açıklık getirmeye çalıştığımız kavram ya da olgunun ne olduğunu ortaya koymalıyız. Bu yöntemi benimsemeden ve ortaya koymadan yapılan her yorum ya eksiklidir ya da yanlış. Hatta söylemeye çalıştıklarımızın ne anlama geldiğini bile anlamamış olduğumuzu gösterir. Anlamadığımız, herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız bir konuda ahkam kesme çabası içine girmek sonuçta bir karikatürden başka bir şeye yol açmıyor. Bu yanlışı sürdürmeye çalışmak ve ısrarcı olmak ise kötü bir psikoloji.

Toplumsal devrim ne o zaman?
Marks ''...toplumsal devrim başlar'' sözüyle ne anlatmak istemiş?

Şimdi, bu soruların yanıtını vermeden, bu konuyu zihnimizde etraflıca şekillendirmeden bir yazıya başlamak, veya bir yorumda bulunmak akıllı adam işi olabilir mi?

Sonra da; bu karikatürün tam merkezinde bulunmana rağmen karşındakinin eleştirilerine ''aklı firarda...'' diye yanıt ver!

Cahil cesareti dedikleri şey bu olsa gerek!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 7
01.11.2018- 08:45

Evet, konuyu bir kez daha 'güncelleyelim'; Marksist literatürde toplumsal devrim nedir ve ne zaman başlar?

Toplumsal devrimin ne zaman başlayabileceği sorusunun yanıtı, öncelikle kavramın ne olduğunu ortaya koymakla başlar; yoksa, ''ama bak Marks ne demiş, bak Lenin ne demiş''e sıkıştırılmış bir yüzeysel tutumla ne bir şeyi anlayabilir ve ne de anlatabiliriz.

Bir makale okuduk, orada sınıfa bilincin DIŞARDAN verileceği söyleniyor. Ve hatta Lenin'in böyle bir bilinçten bahsettiğini de bir şekilde duymuşsunuz; şimdi bu çerçevede bir algıyla bu konuyu anlayabilmek ve anlatabilmek mümkün olabilir mi?

Örnekleri arttırabiliriz, güncel olması nedeniyle cumhuriyet konusunu da bu yanlışlığa dahil edebiliriz. Cumhuriyet nedir, kuruluş koşullarındaki anlamı nedir, bugün bu konu üzerinde sürdürülen tartışmaların temelinde ne yatıyor? Bu konularda hiçbir bilgi olmadan, bilgi edinme çabası içine girmeden ( çoğu kez etkin kuyrukçuluk dönemindeki alışkanlıklar nedeniyle) ''cumhuriyetin sınıfsal niteliği burjuvadır, öyleyse karşısına dikilelim'' demenin solculukla sosyalizmle hiçbir ilgisinin olmayacağını anlayabilmek lazım. Böyle bir beceri gösteremiyorsak da, şu ''bütün dünyaları ben yarattım'' modundan bir an önce çıkmak gerek.

Gerçekten, bir karikatür görüntüsü oluşuyor çünkü.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 8
16.11.2018- 05:03

Kapitalizmin gelişmesi toplumsal ve siyasal alanda üretici güçlerin de gelişmesine ve üretim ilişkileri ile arasındaki çelişkiler dengesinin bozulmasına yol açar. İste o zaman Marks'ın deyimiyle ''toplumsal devrim çağı başlar''. Burada yanlış anlaşılmaması gereken konunun kapitalizm içinde dengeyi sağlayacak dönüşümlerin ( devrimci-sosyalist dönüşümlerin) siyasal iktidar alınmadan gerçekleşemeyeceğidir. Bu konunun tartışılacak bir yanı da yok. Marks'ın söylemi kapitalist çelişkinin büyüyerek kitlelerin zihnine yansıyabileceği ve iktidara yönelik bir tepkinin meydana geleceğidir. Kitlesel kabarma ve eylemselliktir sözü edilen kavramla anlatılmak istenen. Yoksa toplumsal devrimlerin altyapı ve üstyapıda gerçekleşebilmesi siyasal devrim sonrasında olur.

Burada önemli olan bir başka konu var. Silahlı mücadele, silahlı propaganda kapitalizmin geliştiği ve temel sınıfların ortaya çıktığı bir ülkede marijinalleşiyor. Toplum bu yönteme hiçbir zaman sıcak bakmıyor. Toplumu yanına çekmenin bir aracı olan silahlı propaganda başka koşullarda tam tersi bir sonuç yaratıyor. O zaman çözüm nedir, siyasi iktidarın alınması konusunda bu tür ülkelerde önemsenmesi gereken yöntem ne olmalıdır?

Sosyalizm, sonrasında komünizm dediğimiz enternasyonal toplumu savunuyoruz da, bu konuda Lenin'e ( Leninizme) hatta Marksizm Leninizme neyi eklemek gerek, siyasal devrimin gerçekleşebilmesi açısından.?

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]