Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Kültür-Sanat haberleri
02.04.2018- 13:34

2 Nisan 1948: Ölümünün 70. yılında Sabahattin Ali'ye saygıyla...


25 Şubat 1907'de doğan Sabahattin Ali, ilkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na girer, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'ndan mezun olur. Yozgat'ta yaklaşık bir yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanyaya gider.

Ali, Almanya'daki eğitimini tamamlamasının ardından tekrar yurda dönerek Orhaneli'nde ilkokul öğretmenliğine atanır. Aydın ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapar.

1940 yılında basılan ''İçimizdeki Şeytan'' romanı, milliyetçi kesimde büyük tepki topladı. Ali, faşist Nihal Atsız'ın kendisi hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açar. Oldukça sıkıntılı geçen dava sürecinin ardından 1944 yılında davayı kazanır ancak tepkilerden kurtulamaz. Olaylı duruşmalar sonrasında Ali bakanlıkça görevinden alınır.

İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlayan Sabahattin Ali, Tan Matbaası'na gerçekleştirilen saldırıların ardından işsiz kalır. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarır. Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşır, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle ''Milli Şef'' İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılarak yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılır.

Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatar. Ali Baba dergisinde yayımladığı ''Ne Zor Şeymiş'' başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: ''Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi''.

Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatar. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlar, işsiz kalıp, yazacak yer bulamaz. Çaresiz kalan Ali, Bulgaristan’a kaçmaya karar verir ve para karşılığı Ali Ertekin adlı bir kaçakçıyla anlaşır. Ordudan atılmış bir astsubay olan Ertekin, geçimini yurt dışına adam kaçırmakla sağlamakta, öte yandan Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti adına ajanlık yapmaktadır.

Resmi açıklamalara göre Ertekin, ''milli hislerini tahrik ettiği için'' Sabahattin Ali'yi başına sopa vurarak öldürdü. Cesedin 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmasından sonra, 28 Aralık 1948'de tutuklanan Ertekin, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Yaptırımı 18-24 yıl olan adam öldürme suçundan, 15 Ekim 1950'de ''milli hisleri tahrik'' gerekçesiyle cezası indirilerek 4 yıl hüküm giydi. Ancak yazarın yakın çevresi Sabahattin Ali'nin Kırklareli'de Milli Emniyet tarafından sorgulanırken işkence sonucu öldüğü ve Ertekin'in paravan olarak kullanıldığını iddia etse de bu hiçbir zaman kanıtlanamadı. Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kaldı.

Ölümünün 70. yılında saygıyla anıyoruz.

Eserleri:
Roman: Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna

Öykü: Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk

Şiir: Dağlar ve Rüzgar, Kurbağanın Serenadı, Öteki Şiirler Oyun: Esirler

http://gazetemanifesto.com/2018/04/02/hafiza-i-beser-2-nisan-1948-olumunun-70-yilinda-sabahattin-aliye-saygiyla/

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
03.04.2018- 07:07

Çok uzun zamandır, özellikle kitap okuma alışkanlığı olmayanlara önerdiğim kitaptı, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı. Nedeni sadece ''kolay okunuyor'' olması da değildi. Başka bir nedeni vardı; hani belki geçip giden hayatın özlemini duyumsattığı içindi, tam kestiremiyorum. Belki de Sabahattin Ali'nin çizdiği Rauf efendi portresinin gizemli çekiciliği...

A.Camus insan hayatının   pişmanlıklarının ve üzüntülerinin bir toplamı olduğu söyler. Sabahattin Ali de benzer saptamayı Rauf Efendi üzerinden yapar:

''KaybediIen en kıymetIi eşyanın, servetin, her türIü dünya saadetinin acısı zamanIa unutuIuyor. YaInız kaçırıIan fırsatIar asIa akıIdan çıkmıyor ve her hatırIayışta insanın içini sızIatıyor.''

Her hatırlayışta insanın içini sızlatan şey ''bu böyle olmayabilirdi'' pişmanlığından başka bir şey değil. Rauf efendi o pişmanlığı yaşıyor, Kürk Mantolu Madonna'da. O pişmanlıkların dayattıklarıyla birlikte bir ömür geçiriyor; ıssız ve yalnız!

Camus da, Sabahattin Ali de bir insan gerçeğinin altını çiziyor. Hemen hemen hepimizin hayatında hep benzer pişmanlık ve üzüntüler yok mu?

Evet; bu böyle olmayabilirdi!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
01.03.2021- 05:42

BirGün Pazar'da yazmış Güray Öz, Sabahattin Ali'yi. İyi de etmiş; değerlerimizi unutuyor muyuz nedir; bana öyle geliyor. Okuma alışkanlığının bulunmadığı toplumuzda Sabahattin ali gibi değerlerimizin unutulup gitme olasılığı bile ne çok ürkütücü...

Sabahattin Ali, Sait Faik'le birlikte hikayeciliğimizin yüz akıdır. Kürk Mantolu Madonna'da Rauf Efendi'nin öyküsü ise ne kadar da iç burkucudur. Toplumumuzda pek çok Rauf Efendiler olduğuna inanıyor olmamdan mı kaynaklanıyor, bilmiyorum! Kitapta Rauf Efendi'nin anılarını kaleme aldığı birinci tekil şahıs anlatımlı uzunca bölüm kitabı her elime alışımda mutlaka göz gezdirdiğim ve altını çizdiğim satırları yeniden yeniden okuduğum satırlardır. Nedense yeşil mürekkepli kalem de kullanmamışım! İlginçtir, benim en sevdiğim bölümlere -nerede okudum bilmiyorum- Nazım Hikmet eleştirel yaklaşır. Nazım da Sabahattin'in öykücülüğünü sever.   Kürk Mantolu Madonna'yı da ayrı bir yere koyar. Romandaki ( aslında uzun hikaye kapsamındadır) toplumsal betimlemeleri önemser. Ama işte o birinci tekil anlatımlı bölümü Rauf Efendi'nin öznel dünyası olarak baktığından mı nedir, eleştirir. Kişisel dünyalarımızın acılarını dile getirmek fazlaca toplum dışı mı gelmiştir? Bir başka yazarımız ise, ''pankartlarımızda duygularımızdan söz edilmeyecekse bir şeyler hep eksik kalacaktır'' demişti. Hepsi birbirini tamamlıyor, aslında. Bireysel gerçekliğimizi toplumsal olandan soyutlamak mümkün mü?

Uzatmayayım; Güray Öz'ün BirGün Pazar'daki yazısı:

Meskeni dağ, macerası halk olan...


Şubatın 25’inde doğmuştu, 1907’de. Onun yaşamına son verenler, hâlâ şaşkındırlar nasıl da devam ediyor yaşamaya diye. Mezarı yoktur. Mezarı olmayınca nereye gömülmüş öyleyse? Halkın kalbine, mavi siyah karanlığa, bir yıldız olarak gökyüzüne mi? Halkın diliyle halkı yazan bir büyük yazar başka nereye gömülebilir ki. Macerası ülkesinin macerası olan şair nereye gömülsün. “Başım dağ saçlarım kardır/Deli rüzgarlarım vardır/Ovalar bana çok dardır/Benim meskenim dağlardır” dememiş miydi? “Şehirler bana bir tuzak/İnsan sohbetleri yasak/Uzak olun benden, uzak/Benim meskenim dağlardır” diye yazmadı mı? Gazetecilik yaptı, mahpusluk yaptı, Kuyucaklı Yusuf’u, Kürk Mantolu Madonna’yı, İçimizdeki Şeytan’ı yazdı. Onlarca öyküsü Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk adlı kitaplarındadır...

Resim Ekleme

İkinci Dünya Savaşı’nın karneli, karartmalı, sıkıyönetimli yıllarındayız. Her açıdan zordur hayat; gelir azalacak, yiyecek içecek bulmak bir dert olacaktır. Artık geceleri ışıklar kapatılmakta pencereler koyu renk kağıt ya da benzer malzemeyle sıkıca örtülmektedir. Karısı Aliye’ye mektuplarından birinde şöyle yazar: “Bugün Çankaya Kaymakamı’nı gördüm ‘sizin eve ışık karartmadan boyuna ceza yazıyorlar, ben siliyorum!’ dedi. Aman, günün birinde silinmeyecektir, elli papeli sularız, dikkat et.” (Hep Genç Kalacağım; YKY. sf.411) Pahalılık çok dikkatli harcama gerektirmektedir; bir başka mektuptan, “Eylül başında da mektebe gider... maaş ve ücretimi alırsın, Mecmuu 260 lira eder. Bundan kendine şu miktarı ayırırsın. 50 ev kirası, 90 ev masrafı için sana, 10 manifaturacı, 10 elektrik, 10 sütçü. Bu miktarda geri kalan 90 lirayı da İzmir’e bana yollarsın. Anneme ve Kemal’e ben buradan yollarım. Mantoluk kumaşı da ben alırım, Vaat ettiğim şeyi yaparım, bilirsin.”

Kızı Filiz’i ise derecesiz özlemektedir. “Dün acayip bir rüya gördüm diye yazar, Ankara’da evde imişiz, büyük bir zelzele oluyor, bu kışın olan zelzeleden çok daha kuvvetli, fakat eve bir şey olmuyor, ben telaşla Filiz’i alıp kaçırmak için Filiz’in karyolasına koşuyorum. Fakat içinde Filiz yok. (...) Uyandığım zaman çok merak ettim, fakat böyle şeylere inanmadığım için kendimi avuttum. Bana Filiz’in sıhhati hakkında çok mufassal malumat ver. Bilhassa ateşi hakkında kati şeyler yaz, merak ediyorum.” (a.g.y. sf.407-408)

CİNAYETİ BİLENLER BİLMEYENLER

Dönemin karışık, karmaşık siyasi durumundan söz ettik. Aydınlara, gazetecilere baskılara devam. Bir gazete kapanır yenisi çıkar, yılmayan kahramanların zamanıdır o yıllar; düştüklerinde ayağa kalkıp devam edenlerin. Sabahattin Ali, Sinop Cezaevi’ndeki konukluğundan sonra 1946’da Markopaşa yazılarından da üç aya mahkûm oldu. Daha sonra Mehmet Ali Aybar’ın Zincirli Hürriyet gazetesine yazdığı bir yazı nedeniyle kovuşturma başlatılır. Sırça Köşk adlı romanı Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılır. İşsizdir artık. Nakliyecilik yaparak yaşamak, evine bakabilmek planını hayata geçirmeye çalışırken kimliği belirsiz kişilerce öldürüldü. Kimin, kimlerin cinayeti işlediğini, kimin ya da kimlerin emir verdiğini bilmiyoruz. Genellikle doğru çıkan tahminlerimiz var kuşkusuz. Kimler emir verir, kim tetiği çeker konusunda doğrulanmış tarih bilgisine sahibiz. Değerli yazar Hıfzı Topuz da cinayetin iddia edildiği ve teslim olan zanlının mahkemede söylediği gibi olmadığını düşünenlerden. Sabahattin Ali’nin hayat hikâyesini anlattığı “Başın Öne Eğilmesin” adlı belgesel romanda da Sabahattin Ali’nin Bulgaristan sınırına epeyce uzak bir yerde tutuklanıp, yöredeki bir karakola götürüldüğünü, orada tüm bedeni işkence altında acımasızca paramparça edildiğini kapsamlı bir şekilde anlatmaktadır.

Hıfzı Topuz ayrıca çok önemli bir başka bilgiye de kitabında yer veriyor. Demokrat Parti iktidarının önemli politikacılarından Samet Ağaoğlu’nun ölümünden sonra 1992’de yayımlanan anılarında şu bilgi yer alıyor: “Dün (16 Ocak 1948) Menderes, Sabahattin Ali’nin hükümet tarafından öldürüldüğünü, hadisenin 10 gün kadar evvel olduğu, hükümetin bu işi nasıl meydana çıkaracağını çok düşündüğünü anlattı. Açılan yolun çok fena olduğunu söyledim.” (Başın Öne Eğilmesin, Remzi Kitapevi. sf.255) Menderes’in “meydana çıkarmaktan” kastının ne olduğu tam anlaşılamamaktadır. Büyük olasılıkla “hadisenin nasıl izah edileceği” kastedilmektedir.

MEMUR MU OLAYIM SAVAŞAYIM MI?

Son olarak kendi ifadesiyle dünya görüşünü, mücadele konusundaki içten görüş ve duygularını aktardığı bir belgeye daha bakalım. Bakalım ki, havada uçuşan tezlerin, teorilerin anlamsızlığı bir kere daha ortaya çıksın. Şu kirli sarı sisin tüm dünyayı bir kere daha tehdit ettiği bugünlerde hakkında konuştuğumuz değerli insanla ilgili önemli bu belgeyi, önemli bir kanıtı da okurlara sunmuş olalım.

Bir yandan ticaret yaparak bir gazete çıkarmanın yollarını araştıran Sabahattin Ali zorlukları aşarak nihayet 1 Aralık 1945’te Cami Baykut’la birlikte Yeni Dünya’yı yayımlamayı başarır. Ama bu mutluluk uzun sürmeyecektir. 4 Aralık’ta TAN Gazetesi ve matbaası basılır, yağmalanır. La Turquie Matbaası aynı zamanda Yeni Dünya’nın da basıldığı matbaadır. Sabahattin 14 Aralık’ta Bakanlık emrine alınır.

Zamanın Maarif Vekili, Can Yücel’in “Ben hayatta en çok babamı sevdim” dediği baba, gelmiş geçmiş milli eğitim bakanlarının en ilericisi, demokratı Hasan Âli Yücel, aynı zamanda Sabahattin Ali’nin de yakından tanıdığı bir politikacı, bir kültür insanıdır. 11 Aralık’ta da Milli Eğitim Bakanlığı emrine alınan Sabahattin Ali 14 Aralık’ta arkadaşı o zamanki adıyla Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’e uzunca bir mektup yazar.

Özetleyelim. “Sayın Yücel” diye başlayan mektubun ilk cümlesi şöyledir: “Siyasi hayata atıldığım için Bakanlık emrine alındığımı öğrendim. Bu karar bence pek yerindedir.” “Yine de, der sonra, durumumu açıklamayı borç bildiğim için bu satırları yazmaya karar verdim.” Durum dediği pek çok kişinin hemen her zaman karşı karşıya kaldığı “açmaz”dır. İçtenlikle ve yine pek çok kişinin örnek alması gereken bir cesaretle anlatır: “Uzun uzadıya düşündüm. Sükun ve rahatı seven mizacımı, karımı, çocuğumu göz önünde tutarak memurluğa devam mı etmeliydim, yoksa memlekette çok okunan ve sevilen, şöhreti sınırlar dışına çıkmaya başlayan bir muharririn sosyal vazifelerini düşünerek açıkça mücadeleye mi atılmalıydım? Bana bu sonuncu vazife daha mühim, daha lüzumlu ve daha kaçınılmaz göründü.”

Sabahattin Ali ne için ve nasıl bir mücadele istediğini de anlatmayı yine en içten cümlelerle dener mektubunda: “Bunun için kafamda ilk beliren ve sarih şekiller alan siyasi kanaat tam bir demokrasi idi. Asırlardan beri bu memleketin mukadderatına karıştırılmamış olan onsekiz milyon insanın her birinin siyasi bakımdan aktif hale gelmesi, memleketin idaresine doğrudan doğruya karışması, teba halinden vatandaş haline yükselmesi şeklinde anladığım bir demokrasi.”

***

Ama dahası vardır: “Bundan başka dünyanın dev adımlarla sosyalist bir iktisadi nizama doğru gittiği inkâr edilemezdi. Hele bizim gibi istihsal seviyesi pek düşük olan bir memleketi yüksek medeniyet seviyesine ancak sosyalizm çıkarabilirdi. Kanaatimce bizde bu yolda yapılacak iş, sosyalist cemiyete geçiş için gereken şartların hazırlanmasına hizmet etmek olabilirdi.” ( (Hep Genç Kalacağım; YKY. sf. 424) Uzun mektubunda içini döker Sabahattin Ali. Mektubu Latince bir cümleyle bitirir:

“Dixi et salvavi animam meam”

Biz de artık Türkiye’nin, Türkçenin bu büyük yazarı, mücadele insanı hakkındaki yazımızı aynı cümleyi yineleyerek, “Söyledim ve ruhumu kurtardım” diyerek burada bitiriyoruz.

https://www.birgun.net/haber/meskeni-dag-macerasi-halk-olan-335751

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
02.04.2021- 20:16

2 Nisan sosyalist aydın ve edebiyatçımız Sabahattin Ali'nin ölüm yıldönümü. Cumhuriyet Gazetesi'nde 3 yıl önce yayınlanmış bir yazıyla anıyorum, bu usta edebiyatçımızı. Edebiyatımızın çok önemli bir kalemi olduğu hiç unutulmayacak. Yıldızlar yoldaşı olsun.

Sabahattin Ali'nin 70. ölüm yıldönümü... ‘Biz yine sana vurgunuz'

Sabahattin Ali’nin bugün 70. ölüm yıldönümü. Daha doğrusu katledilişinin. Kırk bir yıllık kısa yaşamına öykü, roman, oyun, şiir, çeviri ve makale kitapları sığdırdı. Roman ve öyküleri Türk edebiyatının yüz akı eserler. Biraz daha uzun yaşasaydı kim bilir ne şaheserler yazacaktı kuşkusuz. Ama biz yine de ona vurgunuz.

Resim Ekleme

Biz yaştaki 78 kuşağı onu “Aldırma Gönül”, “Leylim Ley” adlı şarkılarda kullanılan şiirleriyle tanıdık. Öykü ve romanlarıyla henüz tanışmadığımız o yıllarda sanıyorduk ki, Sabahattin Ali, şiirlerini ezbere bildiğimiz Nâzım Hikmet gibi, Enver Gökçe gibi, Hasan Hüseyin gibi, Ahmet Arif gibi devrimci bir şair. Ve devrimci bir şair olduğu, bize güzel marş sözleri yazdığı için öldürüldü. Siyasetle ilgisi olmayan pop kültür camiası ise Nükhet Duru’nun okuduğu “Ben gene sana vurgunum”, “Melankoli” şarkılarının söz müellifi olmasından dolayı ustayı şarkı sözü yazarı sanıyordu.

‘Kuyucaklı Yusuf’...

Gaziosmanpaşa Meydanı’ndaki Halkevi Kütüphanesi’nin raflarında gördüğümüz “Kuyucaklı Yusuf” ile Sabahattin Ali’nin sadece şair değil romancı olduğunu, hem de iyi romancı olduğunu keşfettik. Yeni nesil ise son yıllarda best seller olan “Kürk Mantolu Madonna” adlı romanıyla tanıdı onu. Zaten bir romanını ya da öykü kitabını eline alanın bir daha bırakması mümkün değildi. Tabii ardından da diğer roman ve öykülerine saldırırdı. Kimine göre en iyi eseri “İçimizdeki Şeytan”dır, kimine göre “Kürk Mantolu Madonna”. Kimine göre ise “Sırça Köşk” ve “Çakıcının İlk Kurşunu” da onlardan aşağı değildir. Bugün 2 Nisan ve Sabahattin Ali’nin katledilişinin 70. yıldönümü. Hepi topu 41 yıl yaşamış usta. Ama bu 41 yıla sığdırdığı roman, öykü, mektup, makale, şiir ve çeviri kitaplarıyla Türk edebiyatında seçkin bir yer edindi. Edebi olarak biraz Dostoyevski, biraz Knut Hamsun, biraz da Turgenyev lezzetini bulduğumuz roman ve öykülerinde kullandığı dil ise muazzam. Refik Halid Karay’dan sonra dili en iyi isim olarak anılısa yeridir.

Resim Ekleme

Mahpusluk...

Kısa yaşamına sığdırdığı eserler kadar da mahpusluğu vardır Ali’nin. Atatürk döneminde de, İsmet Paşa döneminde de, Menderes döneminde de pas geçilmemiş Sabahattin Ali. Kimi zaman yazdığı şiirden, kimi zaman Marko Paşa ve Malum Paşa’daki yazılarından çoğunlukla da devrin önemli komünist ve sosyalistleriyle kurduğu yakın ilişkiden dolayı polis peşinde olmuş. Behice Boran, Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Rasih Nuri İleri, Zekeriya Sertel, Halet Çambel, Faruk Sayar gibi müseccel komünistlerle arkadaş olunca polis takibi, işkence ve mahpusluk da kaçınılmaz oluyor Ali için. Hoş muhbirler de pek boş durmamış. Kimi zaman Cemal Kutay gibilerin tepkisini çekmiş, kimi zaman “İçimizdeki Şeytan” romanında eleştirdiği, konu edindiği Nihal Atsız tayfasının. Kaçtığı dönemde de CHP’li parti müfettişlerinin. 1948 yılında da yine böyle bir kovuşturma nedeniyle aranmaktadır. Rasih Nuri İleri’nin evinde saklanan Sabahattin Ali, bu kez mahpusluğa razı gelmeyip kaçma düşüncesindedir. Bu düşüncesini Rasih Nuri İleri, Faruk Sayar ve Halet Çambel’le paylaşmıştır. Kızını ve eşini Halet Çambel’le emanet ederek 31 Mart sabahı bir süre önce satın alıp nakliye işi yaptığı kendi kamyonu ve güya Bulgaristan’a kaçırmak için ona rehberlik edecek Ali Ertekin’le birlikte yola çıkarlar. Yanına sadece küçük bir çanta almıştır. Kırklareli’nde peynir alma bahanesiyle kamyon şoförünü şehir merkezinde bırakarak orman yoluna vurmuşlar. Sonrası Sabahattin Ali’den bir daha haber alınamamış. Cesedini köylüler Ocak 1949’da buldular.. Kafası taşla ezilerek öldürülmüş Ali’nin çantası da yanındadır. Çanta’dan Puşkin romanı ile kendisine yazılmış mektuplar bulunmuştu.

Biraz daha yaşasaydı...


Ali’yi öldürdüğünü itiraf eden katil zanlısı Ali Erktekin cinayeti milli duygularla işlediğini belirtmiş ve az bir süre yattıktan sonra salıverilmiştir. Maktul komünist, katil de yerli ve milli olunca akan sular duruyor bu topraklarda. Biraz daha uzun yaşasa kim bilir ne eserler verecekti kuşkusuz. Ama biz yine de ona vurgunuz.

“Bir gün kadrim
bilinirse
İsmim ağza alınırsa
Yerim soran bulunursa
Benim meskenim
dağlardır dağlar”

Sabahattin Ali


https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sabahattin-alinin-70-olum-yildonumu-biz-yine-sana-vurgunuz-952134

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
15.04.2021- 05:39

SOLpaylasım öncesinde yazıyazforum'da söylerdim. Kitap tavsiyesi isteyenlere ilk önerdiğim kitap Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı olurdu. Kolay okunur olması bir yana insanın iç dünyasını vermesindeki ustalık da etkileyiciydi. Aslında bir roman olduğu da söylenemez. Karakter azlığı nedeniyle bir uzun hikaye olduğu da söylenebilir. Sık sık yineliyorum, dünyada Çehov'un taı bir başkaysa bizi hikayeciliğimizde de Sait Faik ve Sabahattin Ali'nin yeri bir başka... Çok yönlü bir yazar, edebiyatın hemen hemen her dalında kalıcı eserler verebilmiş..

Kıydılar ona, erken yitirdik. Fotoğrafına bakıyorum, bir güzel insan; sosyalist. Fırsatını buldukça yinelemekten asla kaçınmıyorum sosyalistlerin/komünistlerin dünyanın en güzel insanları olduklarına inanırım. Sevginin dünyayı değiştireceğine inanırlar, sevgiyi en güzel bir biçimde yaşarlar ve her şeye rağmen hayatın yaşanmaya değer olduğuna inanırlar. Şiirleri, şarkıları, yazıp çizdikleri hep sevgi üzerinedir bu yüzden. Sevgiyi hayatın ta merkezine koyarlar...Sabahattin Ali de öyleydi, bütün (gerçek) solcular, sosyalistler gibi; baştan aşağı bir koca sevda...

O yüzden öldürdüler Sabahattin Ali'yi,
Lorca'yı o yüzden...
Bu yüzden düşmanlar
Deniz'e, Mahir'e, İbo'ya...
Ve yüzlercesine,
binlercemize...
Tarih örnekleriyle dolu.

Sabahatin Ali bir büyük sevdanın ozanı, yazarıdır. Büyüklüğü, önemi bu güzelliğinde saklı. Solculuğu, sosyalistliği de bundan. Unutmamak gerek ... Ve yine unutmamak gerek ki, sevdanın, aşk'ın, dostluk ve arkadaşlığın siyasetteki karşılığı da sosyalist olmakta yatıyor.

Sabahattin Ali sosyalistti.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]