Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünyadan
14.11.2018- 11:01

Aydemir Güler sanırım Dünya Barış Konseyi üyesi bir sosyalist aydınımız. SOLportal'daki yazısını da DBK ( Dünya Barış Konseyi) ve DDGK'nın ( (Dünya Demokratik Gençlik Konseyi) Şam'a ziyaretine ayırmış. Detayları Solportal'da var. Mutlaka da okunmalı. Emperyalizmin ve bölgede gerici ittifakın Suriye'ye saldırılarından zaferle çıkan bir halkın Esad yönetimindeki mücadelesinin bir özeti yansımış o satırlara.

O özetten kısa bir özet:

''2011-2018 direnişi Suriye halkının direnişidir. Suriye akıl almaz genişlikte bir dünya koalisyonunun olabilecek en vahşi saldırısına maruz kalmış, saldırgan pozisyonuna geçmeyenlerin Esad’ın yetkilerinin nasıl kısıtlanacağı konusunda devreye girdiklerine veya arabuluculuğa kalkıştıklarına tanık olmuştur. Rusya ve Lübnan Hizbullah’ı da dahildir, Şam iktidarının sonunun yaklaştığını kabul edenlere…

(...)

Kanımca bu değişime son imzayı atan Putin, ama değişimi hazırlayan Esad’dır.
Rusya Suriye halkına büyük bir yardımda bulundu. Ancak kaderi değiştiren bu yardıma göre daha ön plana yerleştirilmesi gereken, yardımı alan ülkenin önderliği ve halkıdır.
Haritaların değişmesinin arkasında çetelerin işgali altında kapalı okulun öğretmenine, kapalı devlet işletmesinin işçisine maaşını yatırmaya devam eden bir merkezi iktidar sorumluluğu vardır. Şam’a düşen her havan mermisinden, her bombalı saldırıdan sonra meydanları dolduran yurtseverlerin payı vardır. Apartman dairesinde yaşamaya devam eden, fırsat bulduğunda arabasının direksiyonuna oturan Yurttaş Başkan vardır. Şaka değil 3 milyon işgücünden yoksun kalan bir ülkenin ayakta tutulması için birbirine sarılanların dayanışması, gönüllü çalışma vardır orada... Sonra ölenler vardır…

Şam sokaklarında güvenliği sağlayan çok asker görüyorsunuz. Kontrol noktalarının giderek azaldığı söyleniyor ve görüntü tamamen normal olmasa da hiç de savaş ortamını çağrıştırmıyor. Ama daha önemlisi, Şam’ın stratejik noktalarını elinde kaleş, ağzında cigara tutmakta olan delikanlılar hiç de bizdeki ve dünyaya yayılmış robokoplara benzemiyorlar. Suriye Ordusunun mensupları, birkaç gün içinde bilgi veya kanaat değil, yalnızca izlenim edindiğimi söyleyebilirim, halkın çocukları olarak geziniyorlar sokaklarda. Savaşı kazanan onlardan başkası olabilir mi?

Tersini düşünmek yalnızca ahlaka değil gerçeğe de aykırı olur. Bunu açmayı deneyeceğim. Ama bu yazı bugün bitmeyecek anlaşılan…

Devam edeceğim, şimdilik bugünü kapatırken ekleyeyim: Muallim ve Esad’ın “eli kana bulaşanlar ülkemizin yeniden imarında rol alamayacak, buna izin vermeyeceğiz” demeleri, “nihai zafer bütün yabancı güçlerin çekilmesi ve ülkenin birliğinin sağlanmasıdır” ısrarları, “Anayasa ulusal meselemizdir, karıştırmayacağız” kararlılıkları, “yeniden imarda özel sektöre değil kamuya güveniyoruz” uyanıklıkları, sekülarizmi varoluşsal bir ilke olarak vurgulayışları… 20 milyonluk Suriye’nin ne cüretle dünyaya kafa tutup, nasıl halkın zaferine ulaştığını asıl bunlar açıklar ve bunların tamamı “Suriyeli” değerlerdir.

Dediğim gibi; devam edeceğim. İdlib “mutabakatından”, biz Şam’dayken toplanan “İstanbul Zirvesinden” geçip nihai zaferin ne anlama geldiğini yorumlamaya çalışacağım. ''

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/suriyede-zafere-dogru-250806



   

Sosyalist27  |  Cvp:
Cevap: 1
15.11.2018- 02:02

Türkiye solu içerisinde yaklaşık 7 yıldır süregelen Suriye iç savaşına ilişkin yaklaşımlarda birbirinden farklı pek çok perspektifin varlığından söz edebiliriz.
Bunlar içerisinde Esad'ı anti-emperyalist bir halk savaşçısı olarak telakki eden veya Esad karşıtı cihatçı militanları demokratik muhalefet olarak kabul eden birbirine zıt pek çok yaklaşım mevcut bulunmaktadır.
Özellikle bu ikinci grupta yer alanlar, Esad'ın mezhepsel aidiyet üzerine kurulu bir devlet yapısı üzerinden Suriye'yi yöneten bir diktatör olduğunu, bu sebeple Esad'ın solcular tarafından savunusunun gerekli olmadığını iddia ediyorlardı.
Hatta doğrudan Esad karşıtı cephede konumlanarak, Suriye'nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesinin yolunun Esad'ın devrilmesinden geçtiğini iddia ediyorlardı.
Muhakkak gerek Beşar Esad, gerek ise babası Hafız Esad yönetimleri sosyalist bir perspektifden pek çok eleştiriye tabi tutulabilirler.
En basiti 70'lerde ve 80'lerde gerek Filistin, gerek ise Lübnan'da ki ilerici hareketlere yönelik tahakkümcü ve sınırlayıcı politikaları hala hafızalarımızdadır.
Lübnan Ulusal hareketinin lideri olan Kemal Canbolat ve Lübnan Komünist partisi başkanı George Hawi gibi ilerici politikacılara yönelik suikastlarda Suriye gizli servisinin parmağının olması muhtemeldir.
Aynı şekilde Suriye'de ki üretim ve bölüşüm ilişkileride bir çok yönden eleştiriye tabi tutulabilir.
Bununla birlikte Suriye iç savaşına ilişkin yaklaşımımız, Suriye rejimine ve Esad'a yönelik eleştiri hakkımızı muhafaza etmekle birlikte, diyalektik olarak burada ana çelişkinin ne olduğu ve bu çelişki doğrultusunda saflaşmanın ne şekilde yaşandığı üzerine olmalıdır.
Sovyetler Birliği'nin yıkılışı sonrası emperyalizmin ve sermayenin aldığı yeni biçimler doğrultusunda, yeni dünya düzeni adı verilen küresel çapta bir yeniden yapılandırma politikası, Amerika ve Batılı ülkeler tarafından yürürlüğe sokulmuştur.
Bu doğrultuda sermayenin serbest dolaşımının önünde engel teşkil eden rejimler tasfiye edilerek onun yerine sermaye düzeni ile barışık siyasal düzenler yaratılmaya çalışılmıştır.
Bunun bir sonucu olarak Irak, Libya gibi devletçi rejimler ya doğrudan emperyalist askeri müdahaleler ile veya küresel sermayenin uzantısı olan düşünce kuruluşları tarafından fonlanan yapay muhalefet ve sözde halk hareketleri ile tasfiye edilmeye çalışılmıştır.
Suriye'de yaşananlarda özünde sermaye egemenliğinin ürünü olan bu emperyal politikaların Orta Doğu halklarına biçtiği rolün bir sonucuydu aslında...
Esad devrilerek Suriye, sermaye düzenine entegre olabilecek şekilde siyasi, sosyal ve ekonomik bir dönüşüme tabi tutulacaktı.
Fakat gerek Suriye halkının direnci, gerek ise Amerikan politikalarını kendi bölgesel çıkarları için bir tehlike arz eden İran ile Rusya'nın müdahelesi, Suriye halkı ile yarattıkları ortak mücadele ekseni ölçüsünde emperyalizmin Suriye'ye yönelik politikaları akim bırakılmış oldu.
Bu tablo, ister beğenin, ister beğenmeyin, Suriye halkının mücadelesi ile Orta Doğu'nun ezilen halklarının ve anti-emperyalist devrimcilerinin mücadelesi arasında bir ilinti yaratmış, onları aynı mevzide buluşturmuş oldu.
Suriye iç savaşına yönelik devrimci bir yaklaşım, buradaki ana çelişkinin ne olduğu ve emperyalizme karşı cepheleşmenin ne şekilde vuku bulduğu üzerine olmalıdır bence...

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
21.11.2018- 22:33

Aydemir Güler - Suriye’de nihai zafer mi?


Komşu ülke daha çok su kaldırmaya devam edecek. Geçen haftaki gezi izlenimleri yazısından sonra da dünyamızın bu yöresi durmaksızın fokurdamalara sahne oldu.

Ama ben yirmi gün önce Şam’dayken düşündüklerimle ve tartıştıklarımla sınırlayacağım kendimi…

Biz oradayken toplanan İstanbul zirvesi kuşkusuz önemliydi ve İdlib mutabakatı sonrası kritik bir momenti oluşturuyordu.

Gerçek ev sahibi Rusya’nın ve orada olmayan ABD’nin sahada tuttukları pozisyonları biliyoruz. Konuklardan Fransa’nın eski av sahasına geri dönme tutkusunu da… Kendi payıma Macron’un, Fransız emperyalizminin -İngilizce looser’dan Türkçeye çevrilmiş haliyle “kaybeden” veya- kendi diliyle “raté” karakterini değiştirebileceğine inanmıyorum. Fransa’nın derdi hayallerinin boyunu aşıyor ve şatafatlı günlerine dönme ihtimali ihmal edilebilir ölçüde zayıf görünüyor. Avrupa Ordusu önerisiyle bir çıkış yapayım derken, aslında siyasette en önemli iktidar aracından yoksun olduğunu ilan eden bir ülkedir Fransa. Macron’un İstanbul’da “İdlib’deki cihatçılara saldırılırsa, bunlar bize, yani memleketlerine terörist olarak döner” diye aman dilemesi, Avrupa’dan para sızdırmaya çalışıp duran AKP’nin yanında bile Paris’in ne derece hafif kaldığını gösteriyordu.

Almanya ise başka bir olgu. Herkesin her an dostunu ve düşmanını değiştirebildiği bir kriz çağında Almanya’nın daha büyük serüvenlere atılmasının önünde temel bir engel var. Adama demezler mi, sen önce kendi arka bahçeni, Avrupa’yı bir hale yola sok diye?

Ama İstanbul zirvesi, bileşenlerinden daha önemliydi. Rusya ittifaklar sistemini iskambil kâğıdı gibi her karıştırışında elindeki kozları arttırıyor. Türkiye ise ne zaman tanımlı bir masada gündem sistematize edilmeye kalkışılsa inandırıcılığı tükenen ama masadan kalkıldığı an bin bir dolap çevirme becerisini koruyan bir aktör. Başına buyrukluk, kuralsızlık neo-liberalizmin sakil ilkesiydi. Kriz çağında en kritik güç kaynağı haline geldi. Dünya “ben yaptım olduculukla” yönetiliyor. Emperyalizm orman kanunudur. Günümüz emperyalist sistemi bunun ifrat çağıdır.
İdlib’de bir cihatçılar güruhu AKP tarafından, sözde tasfiye etmek üzere, pratikte himaye altına alındı. Gerçeği herkes biliyor ve Ankara’nın cihatçıları tasfiyeye kalkışmaması, bu bilenlere göreli üstünlük sağlıyor. Lakin Türkiye temsilcilerinin yüzlerinin kızarmayacağı sabittir ve bu belirsiz süreli himaye ilişkisi, AKP’nin Suriye sınırları içinde bir askeri-stratejik olanağı elinde tutması anlamına da gelmektedir. İdlib’deki durumun sürmesi Erdoğan-Çavuşoğlu’nu ikna edicilik, rasyonellik zemininde geriletirken, sahada etkinliğini koruması sonucunu veriyor.
Şam ise “fiziken bulunmadığımız masalarda da siyaseten mevcut olduğumuzu varsayın”, demeye getiriyor: “Rus dostlarımızla koordinasyon içinde çalışıyoruz.”

Doğrudur… İdlib’de anlaşma arifesinde sorunu askeri operasyon yoluyla sıfırlama noktasına gelmişti Baas; ama “Savaşı kazanmışız, birkaç bölgede süregiden sorunlar artık çözüm kanalına sokulmuş durumda. İnisiyatif bizde. Neden acele edelim, neden daha fazla kayıp vermekten kaçınmak mümkünken bu olanağı kullanmayalım…” Kabaca ve mealen yaklaşım bu ve Suriye rahat görünüyor. Üstelik İdlib’de olduğu gibi, savaş esas itibariyle bittikten sonra yabancı askeri varlığın yeniden kendince meşruiyet kazanması genel olarak mümkün olmayacaktır. Şam, buna güveniyor ve açıkça söylüyor da: “Bir süre sonra yabancı askeri varlık manasız, açıklanamaz, mazereti olmayan bir ura dönüşecek.” Bir noktada bünye bu uru atacak diye düşünüyorlar…

Bütün bu aktörlerin anayasa başlığına bulaşmaya çalışması da, giderayak başka meşruiyet alanları açma çabasını yansıtıyor. Şam ise özgüven deklarasyonunu sürdürüyor. Başta Türkiye olmak üzere herkesin Anayasa çalışmasına liste önerip durduğunu anlattı yetkililer. “Ama Anayasa uluslararası değil ulusal bir gündem maddesidir.” Şam bu meşruiyet çizgisinden geri adım atmayacağını kuvvetle vurguluyor.

Suriyeli yetkililerin söylemesine gerek olmayan bir gelişmeye de ben işaret edeyim. Yakın geçmişe kadar Esad’ın tasfiyesini ilke olarak masaya getiren taraflar bugün bir tarafında Suriye’nin resmi otoritelerinin bulunacağı bir Anayasa sürecini savunur konuma girdiler! Şam buraya kadarının tadını çıkarıyor olmalı…

Ancak kriz çağında geçer akçe pragmatizm ve oportünizmdir. Erdoğan’ı birden fazla kere kurtaran ile Esad’ın zafer fotoğrafını çeken aynı kişidir: Putin! Ve Putin oportünizmi kolay kolay rekabet edilemeyecek rekorlar kırmış bulunuyor. Rusya’nın Tartus üssünü korumak isteyeceği zaten biliniyordu. Ama bundan çok daha geniş bir alan tutmak üzere Şam’a kol kanat geren Putin’in iyi ilişkiler kurmayı birinci sıraya yazdığı ülkelerden birinin de, Ortadoğu dengelerinde Suriye ile 180 derece karşıtlık içindeki İsrail olması şaşırtıcı sayılabilir mi? İsrail, önce Şam’ın Batı emperyalizmi tarafından güçsüz düşürülmesinden yarar sağlıyor; sonra Şam’ı yeniden güçlendiren Rusya’nın ilgisine mazhar oluyor! Putin-Trump ilişkilerine hiç girmeyelim. Bu tabloya bakan Erdoğan’ın “dünya buysa” krallıkta hak iddia etmesi de normaldir… Bizi ise burada Esad ilgilendiriyor.

Suriye yönetimi bu oportünizm yarışında yaya kalmaya mahkumdur. Şam’ın yukarıda da örneklenen performansı siyasal birikiminin hafife alınamayacağını gösteriyor, ama bu tabloda oportünizm bulunmuyor. Yetkililer yürüttükleri politikayı “gerçekçi” olarak adlandırıyorlar. Bence de doğrusu bu. Zira Beşar Esad liderliği sağa sola çekiştirilebilir bir kavram olan gerçekçiliği başka dünya liderleri (!) gibi ifrata taşıyamaz. Sınır çizgisini Baas’ın sınıf karakteri değil, son yılların mücadelesi çekiyor.

Geçen hafta halk savaşı, halkın zaferi demiştim bu mücadele için. Bu tür kazanımlar ancak geniş kitlelerin ideolojik ve politik angajmanına dayanabilir. Gerçekten yedi buçuk yıldır milyonlar ülkelerine ilkelerle sahip çıktılar.

Sonuç şudur: Suriye Baas’ı bugün belki her zaman olduğundan daha ilkeli sekülerdir. Arap milliyetçiliği bütün rahatsız edici yanlarıyla resmi tanımlarda yerini korusa da, Suriye Baas’ı belki hiç olmadığı kadar çok kültürlü ülkesinin bütünlüğünü temsil eden bir yurtseverliğin taşıyıcısıdır. Suriye Baas’ı, en yetkili ağızlarından, “eline kan bulaşmış olanları ülkeye sokmayacağız”, “Anayasa ulusal bir iştir”, “gidenler geri dönüp bütün yurttaşlık haklarını kullanabilirler” ilanlarında bulunduktan sonra takiye yapamaz. “Dün dündü bugün bugündür” kapısını kapatan şey, zafere varan yolun ta kendisidir.

Savaş dürüstlükle ve başka erdemlerle kazanıldı. Bu sayede genç veliahttan yeni bir liderlik tesis edildi. Bana sorarsanız, Beşar Esad’a şu anki gücünü kazandıran yolun temizliği, bu gücün sınırlarını da çiziyor.

Kapitalizmin kirli dünyasına ise bu nitelik birkaç numara fazla gelir! Suriye’nin önündeki sorun da budur. Dünyanın egemen dili bu ölçekte bir başarının dürüstçe kazanılmış da olsa, ancak sahtekarca korunabileceğini ilan etmektedir.

Somut olarak; ilkeli, radikal, halkçı bir sekülerizm bu Ortadoğu’da nasıl yaşayacak? Kürt ulusalcılığı ABD emperyalizmiyle ittifak halindeyken Suriye yurtseverliği nasıl erdemli bir karakterde sürdürülecek? Ülkenin birliği, olması gerektiği gibi bir ilke sorunu mu sayılacak, yoksa biraz işgalcilerle biraz merkezkaç güçlerle sulandırılacak mı? Ülkenin yeniden imarı büyük kaynaklara gereksinim duyarken, para babalarının elinde kan olup olmadığı nasıl bir titizlikle sorgulanacak? Gözünün içine baka baka yalan söylemenin normal karşılandığı bir dünyada bir ajanlık müessesesi olarak cihatçılar ve “ılımlı” İslamcılar nasıl tasfiye edilecek? Suriye “barışı” düşmanlarıyla aynı sistem içinde ortak çıkarlara sahip olmaya mı dayanacak, yoksa direnişi süreklileştirmeye mi? İkinci yolu seçtiler, diyelim; içerdeki sınıf dengeleri buna izin verecek mi?

Savaşı kazandıran erdemlerin bu düzenin içinde ayakta tutulması mümkün değildir. Laiklik ve yurtseverlik sosyalizmin sıfatlarıdır artık. Dünyanın bütün gericilerinin üstüne çullandığı Baas ise, bugüne kadar yürüttüğü mücadelede hangi övgüleri hak etmiş olursa olsun, sosyalist değildir! Emekçilerine ne denli samimiyetle ve özveriyle sahip çıkmış olursa olsun Baas bir işçi sınıfı partisi değildir!

Nihai zaferin sosyalizmde kazanılacağı görüşü sadece teorik bir soyutlama değil, her somut durumda karşımıza çıkan bir gerçekliktir.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/suriyede-nihai-zafer-mi-251240

Sosyalist27  |  Cvp:
Cevap: 3
22.11.2018- 16:52

Suriye konusunda şunuda belirtmek gerekir ki Baas rejiminin kazanması demek, Amerika'nın Suriye iç savaşı öncesi bu ülkeye ilişkin öngördüğü rejim değişiminin başarısız olması anlamına gelmektedir ki, bu da doğası gereği ezilen orta doğu halklarının bir kazanımına tekabül etmektedir.
Zira Amerikan emperyalizminin kaybettiği her mevzi, aynı zamanda orta doğu halklarının ve emekçilerinin lehine bir kazanımı ifade etmektedir.
Diğer yandan meselenin bir de 80'ler sonrası Amerikan eliyle büyütülen din eksenli köktenci hareketler boyutu vardır.
1950'lerden itibaren Arap dünyasında; laik, referansını soldan alan, kısmen anti-emperyalist ve uluscu akımlar, bir tür Arap aydınlanması şeklinde kendisini göstermişti.
Özellikle bölgede İsrail siyonizminin Amerika tarafından gördüğü destek ve teşvik, bu akımların toplum nezdinde de kabul görmesini, anti-emperyalist eğilimlerin güçlenmesini sağlamıştı.
Fakat 80 sonrası doğrudan kendisini hedef alan seküler Baas anlayışına karşı, Orta Doğu coğrafyasında kökten dinci hareketler, Amerika tarafından fonlanarak teşvik edilmişti.
Amaç Orta Doğu'da ki bu sol tandanslı hareketlerin etkisini kırarak, Anti-Amerikacılığın önüne geçmekti.
Son 30 yıllık süreçte sürekli olarak Orta Doğu'da ki ilerici hareketler karşısında genişleyen Amerikan menşeli bu köktenci hareketlerin durdurulduğu ve yenildiği bir yer oldu Suriye...
Bu bakımdan Suriye deneyimi, Orta Doğu toplumlarında yeniden gericiliğe ve emperyalizme karşı 1950'lerde, 60'larda, 70'lerde kendisini gösteren anti-emperyalist, ilerici, solcu ve aydınlanmacı hareketlerin ortaya çıkışını mümkün kılabilir.
Bunun dışında Aydemir Güler, Suriye rejimine ilişkin Arap ulusculuğunu rahatsız edici bulduğunu söylemiş ama son 7 yıllık süreç ve Suriye'ye yönelik yabancı tasarıları göz önüne alındığında bu ulusculuğun, en azından bugün özelinde pekte yadırganmaması gerek bence...
Bana göre asıl eleştirilmesi ve değiştirilmesi gereken konu ise Orta Doğu politikasının karakteristik özelliği olan, iktidarı mezhepsel ayniyet üzerine kurma anlayışıdır.
Özellikle devletin kritik noktalarına Nusayri unsurları yerleştirmek, bürokraside ayrıcalıklı bir Nusayri klik oluşturma politikasından vazgeçilmesi gerekiyor önümüzdeki dönemde Suriye'nin...
Ancak bu şekilde, toplumun tüm kesimlerinin bütünleşmesi ile Suriye'nin bu parçalı yapısına son verilerek, halkın tüm kesimlerini kapsayan bir ortak vatan yaratılabilir.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]