Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Yazıyazforum'dan bu yana devletin sermaye sınıfından göreli bir özerkliğinden söz ediyor ve Erdoğan AKP'sinin hükümet olmanın ötesine geçip devlet olmasıyla birlikte bu göreli özerkliğin ortadan kalktığını da ekliyorduk. Sanırım en son bir kaç gün önce   yapılan yorumlardan birinde yine bu konuya değinmek zorunda kalmıştık. Metin Çulhaoğlu ustamız bu konuyu bir haber sitesi köşesinin elverdiği ölçülerde yorumlamış. Kuşkusuz soyutlama düzeyinde de kalsa hemen her cümlenin başlı başına bir anlam ve değeri olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bence tekrar tekrar okunması ve içselleştirilmeye çalışılması gerekiyor.

Sermaye sınıfının hem güncel ve hem de tarihsel çıkarlarını temsil eden devlet mekanizma/organizasyonunun birebir bu çıkarları temsil ettiği yaklaşımı çokça yapılıyor ve burada devletin göreli/kısmi özerkliği göz ardı ediliyordu. Biz de çeşitli yorumlarımızda bu göreli özerkliğin yorumlamalarda dikkate alınması gerektiğini, alınmaması durumunda da günceli yorumlama konusunda büyük yanlışlıklar yapılacağını ve dolayısıyla hatalı konumlanışlar içine girilebileceğini söylemek zorunda kalıyorduk. Çulhaoğlu bu konuya da açıklık getirmiş ve Erdoğan AKP'sinin kendi sermaye grubunu (sınıfını) yaratarak devletin göreli özerkliğinin de farklılaştığını (haklı olarak) ileri sürüyor. Artık hem yeni sermaye sınıfı dışında kalan kesimler ve hem de bir derece emek kesiminin çıkarlarının da yer bulabileceği bir devlet iktidarının farklılaştığını ileri sürmek mümkün.( Laik sermayenin de ortaya çıkan ve devletleşen AKP sermayesinin dışına düşmesi bir yerden sonra pek de mümkün görünmüyor. Erdoğan yıllar önce açıklamıştı, ''taraf olmayanlar bertaraf olurlar'' diye. Laik sermayenin   bertaraf olmamak için ortaya çıkan ve devletleşmeye çalışan sermaye gruplarına katılmaması -bence- pek de mümkün değil.)

Bir kez daha yinelemek gerek: Çulhaoğlu'nun yazısı önemli. Tekrar tekrar okumak ve kavramaya çalışmak gerekli. Yaşanan süreç geçmişte pek anlaşılamadı. Bilerek veya bilmeden AKP'nin önünü açmak zorunda kalındı. ( Hem kuyrukçuluk ve hem de ''bu AKP olmasaydı, bu ulusalcılar ne yapardı?'' zevzekliği anlayamamanın ve anlayamamasına rağmen ahkam kesmeye çalışmayı zorlamanın bir sonucuydu.) Şimdilerde yapılan hataların ne olduğu anlaşılmış mıdır, bilmiyorum. Çulhaoğlu'nun yazısının bu bağlamda da önemli olduğunu düşünüyorum. Günceli doğru analiz edemeden, doğru yorumlamadan ve sonuçta doğru bir konumlanış içine girmeden sadece komünist toplumun üst aşamasında -üstelik doğru veya yanlış- tartışmaya çalışmanın bir komünist veya bir proleter enternasyonalist olabilmek için yeterli olmayacağının da anlaşılması gerekiyor.

Evet; Çulhaoğlu'nun yazısı bana göre pek çok bakımdan önemsenmelidir.

Söz konusu yazı:

Sermaye sınıfı, devlet ve siyasal iktidar
Metin Çulhaoğlu


Günümüz Türkiye’sinde sermaye sınıfı, bu sınıfın egemenliği, devlet ve siyasal iktidar (AKP iktidarı) arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi ve (mümkünse) buradan bir model türetilmesi ciddi bir teorik çabayı gerektirmektedir. Dahası, belirli bir tutarlılık ve inandırıcılık düzeyine ulaşıldığında ortaya çıkan sonuç, ilgili Marksist yazına katkı anlamına gelecektir…  
 
Şimdiki dâhil herhangi bir köşe yazısının böyle bir iddia taşıyamayacağı açık olsa gerek.
Amacımız, konuya ilgi duyanlara ve bu alanda belirli bir birikimi olanlara çağrıda bulunmak, Türkiye’de son 16 yılda gelinen noktanın “teorik çözümleme” açısından yeterli olgunluğa ulaştığını hatırlatmaktır. Özellikle bu alandaki teorik çabaların, sol siyasete ve pratiğe değerli girdileri olacağını da ekleyerek…
 
***

Üzerinden yol alınacak kimi ipuçlarından söz edilebilir mi?

Hepsi tartışmaya açık olmak üzere sıralıyoruz.

Birinci ipucu: Sözü edilen üçgendeki (sermaye sınıfı, devlet ve siyasal iktidar) ilişkiler hiçbir zaman oturmuş ve sabit bir veri değildir. Devletin ve siyasal iktidarın sermaye sınıfının devleti ve siyasal iktidarı olması, sınırları çizen bir “son tahlilde” doğrusudur ve bize üçgendeki ilişkilerin gerçek dinamiğini kendi başına veremez.

İkinci ipucu: Kapitalizmin 17. yüzyıldan başlayarak (kimi coğrafyalar için daha erken de başlatılabilir) özgün sınıf mücadeleleriyle geliştiği ve devlet dâhil üstyapı kurumlarının bu mücadeleler sonucunda “erken” şekillendiği ülkelerle Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkeler arasında belirli bir ayrım gözetilmesi gerekir. İkinci kategoriye giren ülkelerde, devletin “sınıf yaratma” işlevi “sınıfın egemenliğini sürdürme” işlevi kadar öne çıkar.

Üçüncü ipucu: İkinci ipucunda söylenen, geçmişteki belirli bir tarihsel döneme sınırlı kalmaz; söz konusu ülke kapitalizminin adeta genlerine işler ve gerek devlet gerekse siyasal iktidarlar kimi sermaye gruplarıyla özel olarak ilişkilenme, giderek yeni sermaye grupları yaratma pratiğini sürdürür.

Dördüncü ipucu: Yukarıda belirtilenlere rağmen bu alandaki her çözümleme, sınıf iktidarı ile devlet iktidarı arasında bir ayrım yapmak, aradaki mesafeyi ölçerken bu ayrımdan yola çıkmak zorundadır (Ralph Miliband, Poulantzas ve Kapitalist Devlet, Kapitalist Devlet Sorunu içinde, çeviren: Yasemin Berkman, Birikim Yayınları 1977, s. 115).

Beşinci ipucu: Günümüzün küresel rekabet ortamı ve sermayenin genişleme hareketinde yeni ve bakir alanlar kadar “başkalarına ait olagelen alanlara tasallutun” özel önem kazanması, devleti ve siyasal iktidarları sermaye sınıfı açısından daha da araçsal/işlevli kılmıştır. Ancak bu gerçek aynı zamanda devletin ve siyasal iktidarların sermaye sınıfına ve/ya da onun belirli kesimlerine yönelik “ihya, terbiye ve cezalandırma” gücünü artırmıştır.

***

İpuçlarının tartışmaya açık olduğunu bir kez daha tekrarlayarak “önermelerimize” geçelim.

Birinci önerme: AKP iktidarı, dördüncü ipucunda sözü edilen sınıf iktidarı ile devlet iktidarı arasındaki mesafeyi tamamen kapatarak sermaye sınıfının herhangi bir kesiminin aradaki boşluğa oynama imkânlarını ortadan kaldırma niyetindedir (ve bunu büyük ölçüde başarmıştır).

İkinci önerme: Türkiye’de sermaye sınıfının AKP iktidarına ve rejime karşı kendi adına “yukarıdan” bir girişimde bulunma imkânları da şansı da niyeti de kalmamıştır. Sol açısından teyakkuz gerektiren   bir nokta varsa o da “acaba sermaye sınıfı AKP’ye karşı ne yapacak” değil, “AKP’ye karşı yükselen bir toplumsal hareketin neresine nasıl yapışmaya çalışacak” olmalıdır.

Üçüncü önerme: AKP’nin özellikle son 8-9 yılda milleti “sandık manyağı” yapmasının asıl nedeni kendi “meşruiyetini” ve “vazgeçilmezliğini” özellikle mırın kırın eden/edebilecek sermaye kesimlerinin gözüne sokmaktır.

Dördüncü önerme: Türkiye’de “göreli özerklik” kavramının, sermaye sınıfının çıkarlarını bir nebze de olsa emekçi/yoksul/alt sınıftan kesimlerin çıkarlarıyla dengeleme boyutu artık yoktur, kalmamıştır. Eğer bugün bu kavramdan söz edilecekse AKP demek olan devletin ya da devlet demek olan AKP’nin sermaye sınıfından “göreli özerkliğinden” söz etmek gerekir.
Bu “göreli özerklik”; 1) “Bak, sana senin aklına gelmeyen ne olanaklar sunacağım” vaatleriyle; 2) Bizatihi kendisi bir büyük sermaye grubu konumuna gelen AKP iktidarının bu konumuyla diğer sermaye gruplarına yeri geldiğinde hot zot çekmesi şeklinde tezahür etmektedir.

https://ilerihaber.org/yazar/sermaye-sinifi-devlet-ve-siyasal-iktidar-92489.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
10.01.2019- 08:18

Metin Çulhaoğlu'nun önermelerine kısaca göz gezdirmekte yarar var:

Birinci önerme: AKP iktidarı, dördüncü ipucunda sözü edilen sınıf iktidarı ile devlet iktidarı arasındaki mesafeyi tamamen kapatarak sermaye sınıfının herhangi bir kesiminin aradaki boşluğa oynama imkânlarını ortadan kaldırma niyetindedir (ve bunu büyük ölçüde başarmıştır).

Anlaşılmıştır sanırım; devletin göreli özerkliğinin ortadan kalktığı, AKP'nin devlet partisi haline geldiği, otoriter, diktatoryal veya faşist   -artık nasıl nitelendirilirse, öyle- bir devlet mekanizmanın ortaya çıktığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. AKP'nin sermaye sınıfının dışında kalan sermaye gruplarının ''artık aradaki boşluğa oynama şansının ortadan kalkmış'' olması bir yana, anayasal devlet niteliği de ortadan kalkmıştır. Şaka değil, bir Kafka romanı atmosferinde yaşamaya çalışıyoruz.

İkinci önerme: Türkiye’de sermaye sınıfının AKP iktidarına ve rejime karşı kendi adına “yukarıdan” bir girişimde bulunma imkânları da şansı da niyeti de kalmamıştır. Sol açısından teyakkuz gerektiren   bir nokta varsa o da “acaba sermaye sınıfı AKP’ye karşı ne yapacak” değil, “AKP’ye karşı yükselen bir toplumsal hareketin neresine nasıl yapışmaya çalışacak” olmalıdır.

Sol AKP karşıtı yüzde elliyi önemsemelidir. Bu yüzde ellinin AKP karşıtlığındaki gerekçesi ne olursa olsun ''aman canım onlar orta sınıf; yaşam biçimleri nedeniyle AKP'ye karşıtlık içindeler, solla sosyalizmle ilgileri yok'' anlayışını kendi meşreplerince dillendirenlerin Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları kavradıkları söylenemez. Bu süreç ve bu gidişat bile ülke koşullarını kavrama konusunda sıkıntılar yaratıyorsa ''boşver gitsin''! Bu tavırların ve sahiplerinin ciddiye alınır yanları olamaz.

Üçüncü önerme: AKP’nin özellikle son 8-9 yılda milleti “sandık manyağı” yapmasının asıl nedeni kendi “meşruiyetini” ve “vazgeçilmezliğini” özellikle mırın kırın eden/edebilecek sermaye kesimlerinin gözüne sokmaktır.

Çok önemli. AKP ve Erdoğan bütün meşruiyetini   seçimden almaktadır. Her sandık zaferi ''ben kazandım, artık istediğimi yaparım'' anlayışı ile düzeni istediği şekle sokabileceği bir düzlemeye yol açmaktadır. Ne yasa, ne anayasa. Sadece sandık, sadece seçim zaferi. Bu basit gerçek anlaşılmadan ve bu gerçeğin yani AKP'nin meşruiyet kaynağının karşısına tam boy cephe alarak çıkılmadan kimse solculuk falan oynamaya kalkmamalı. Kendimizi kandırmanın bir anlamı yok.

Dördüncü önerme: Türkiye’de “göreli özerklik” kavramının, sermaye sınıfının çıkarlarını bir nebze de olsa emekçi/yoksul/alt sınıftan kesimlerin çıkarlarıyla dengeleme boyutu artık yoktur, kalmamıştır. Eğer bugün bu kavramdan söz edilecekse AKP demek olan devletin ya da devlet demek olan AKP’nin sermaye sınıfından “göreli özerkliğinden” söz etmek gerekir.
Bu “göreli özerklik”; 1) “Bak, sana senin aklına gelmeyen ne olanaklar sunacağım” vaatleriyle; 2) Bizatihi kendisi bir büyük sermaye grubu konumuna gelen AKP iktidarının bu konumuyla diğer sermaye gruplarına yeri geldiğinde hot zot çekmesi şeklinde tezahür etmektedir.


Birinci önerme yorumunda değinilmeye çalışıldı. Sonuç olarak hala ''hepsi aynı'' diyenler varsa, bu sürecin bilinçli yaratıcılarını hala anlamamışlar veya kendi dar çıkarlarına öyle uygun geldiği içindir.

İkisi de kötü!





Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]