Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları

Türkiye solu hem 12 Eylül faşizmi sonrası ve hem de reel sosyalizmin çözülüşünden sonra oluşan iklimde önemli 'sınavlardan' geçmek zorunda kalmıştır. Bunlardan biri de ''türban'' konusudur. Uzunca bir dönem özgürlük olduğu iddiasıyla gündemi meşgul etmiş, özellikle AKP tarafından sömürüldükçe sömürülmüştür. Türbanın sadece türban olmadığı, siyasi iktidarların   türban savunusunun altında farklı amaçlar yattığı bir kısım sosyalistler tarafından savunulmuş olsa da, yeterli olmamış, türbana karşı çıkış sağlı sollu liberallerin dahliyle sanki bir özgürlük hakkının ihlali gibi   yorumlanmış, ve sonuçta türban, düzen muhalefetinin de katkılarıyla üniversitelerden adliye koridorlarına, emniyet teşkilatından   ilkokullara/ ana okullara   kadar girmeyi başarmıştır.

Bu gerici dalgaya özellikle sözde sol-sosyalist forumlardan da destek de gelmiştir. Solun dine karşı olmadığı-olmayacağı gerekçesi Marks ve Engels referanslarıyla iddia ediliyor ve sosyalistlerin işinin üretim ilişkilerini değiştirmek olduğu vaaz ediliyordu. Tabi, bunun yanında türbana karşı çıkan sola da her türlü ''giydirme'' yapılıyor, alışkanlık olduğu üzere sosyal şoven ve ulusalcılığının yanına siyasi gericilik gibi yapıştırmalar ekleniyordu.

Ne günlerdi ama!

Sanalda bu tür yaklaşımların etkisini yitirdiğini düşünmekle birlikte, son günlerde farklı bir bağlamda da olsa solun gündemine oturması, bu konuda bir iki yorumu gerekli kılıyor diye düşünüyorum. Önce iki yazardan iki yaklaşım:

Umut birikirken - Aydemir Güler


On yıldan fazla oldu herhalde. Bir Kürt ilinde parti toplantısındayım. Bir bina açılışı… Önce örgütten bir kadın konuşuyor. Sağlam örülmüş, bütünlüklü, etkili bir emekçi konuşması. Konuşmacının başında türban. Toplantıya katılan onlarca kadın arasında tek türbanlı.
Sonra tanışıyoruz. Konuşmasını çok beğendiğimi söylüyorum; üzerinde daha deneyimli arkadaşlarla birlikte mi çalıştınız diye sohbeti genişletmeyi deniyorum. Belli ki kızıyor: “Hayır; ben kendim hazırladım!” Yanlış anlaşıldım! Hatta baltayı taşa vurmuş bile olabilirim. Devam ediyoruz ve “bizde” birlikte üretmenin, birbirimize danışmanın bir zaaf değil, tersine tercih edilen yol olduğunu konuşuyoruz. Birlikte hazırlamakta bir sorun yok ki… Tersine, doğrusu, güzeli bu.

Olgun, birden fazla çocuk sahibi, çok küçük yaşından beri evli, geleneksel bir aile çevresinde, hatta tarikat ilişkilerinin yoğun olduğu bir ortamda yetişmiş, genç bir kadın. Birbirimizi anlıyoruz, iyi bir dil tutturuyoruz.

İkinci defa yanlış anlaşılmayacağımdan emin olduğumda kafamın içinde dolaşan soruyu dudaklarımın arasından salıveriyorum: “Burada senin gibisi yok. Nasıl tanıştın? Neden buradasın? Nasıl komünist oldun?”

Daha kuvvetli bir yanıt hayal edemezdim! “Bana hayatımda ilk kez burada insan gibi davranıldı.” Daha yalın bir yanıt da olamazdı… Hayata açlığını okuyarak dindirmeye çalışıyordu. Kocası da salondaydı. O henüz yeni yeni anlamaya başlıyordu içine girdikleri değişimi…

O genç emekçi kadın gerçekti. Türban gericiliği örtmüyordu artık. Önemi kalmamıştı. Toplumsal kurtuluş doğrultusunda kolektif mücadele, bu insan ve kadın gerçekliğinin görünür olabildiği nadir mekanlardan birini oluşturuyordu.

O zamanlar sosyal medyada “on yıl öncesine” meydan okunmuyordu. Artık gerçek daha fazla görünür olma gücüne sahip. Başlarını açan genç kadınların sergilediği gibi.

***

Üstünden on yıldan fazla süre geçti. Bir işçi direnişinde kadın oranı yüzde seksen, onun içinde başı kapalı oranı, diyelim o da yüzde seksen. Dillerinde Nâzım Hikmet: “Güzel günler göreceğiz çocuklar.”

Toplumsal mücadele ortaklığı örtülü ve açık arasındaki farkı giderir. “Türban sorunu” mu dediniz? En güzel direniş alanında çözülür.

Dinsel inançlar kişilerin özel alanıdır ve kamusal alanı etkilememelidir diyoruz ya. Direniş alanında, örgüt yaşantısında, toplumsal mücadelede bu bir gereklilik olarak ifade edilmeye ihtiyaç duymuyor. Zaten olması gereken gerçekleşiveriyor. Kolayca, sürtünmesiz, gerilimsiz…

***

Aşağı yukarı o on yıllık süre içinde kadın ağır bir örtünme baskısı yaşadı. Kimileri bunu orta çağa dönüş, günü kavrayamayan bir meczupluk olarak algılıyor ve “bu çağda olur mu” demekten kendilerini alamıyorlar.

Oysa 21.yüzyılın başlarında kadınların örtünmesinin siyasal iktidar ve toplumsal ilişkiler tarafından teşvik edilmesi zaman içinde yolculukla değil, bugünün sınıfsallığı ile ilgili. Kişisel alandan çıkıp kamusal alanı istila eden din ve dinsel simgeler kadınların eşit sayılmamasını olağanlaştırır. Kadının ideal hali evden çıkmayan, toplumsal ilişkilerin kenarına çekilen, çocuk büyütmekle sınırlı roller üstlenen bir haldir. Çalışması gerekebilir gerçekten de. Ama bu bir mecburiyettir. Hem de önce babanın sonra kocanın iznine tabidir. Daha az kazanması, daha önce işten çıkarılması… kadınlığın normal parçasıdır. İnsan yerine konmaz olan bu kişi artık bir emekçi, bir yurttaş değildir. Ne hakkını arayacağı, ne hakkını arayanın yanında duracağı düşünülür.

***

Bu baskıyı yedik ve bu baskının sınırlarını gördük.

Türkiye AKP’nin hazırladığı kalıba girmez diyorduk ya. Kalıplar bir kez kırıldı, 2013 Haziran’ında. Sonra yamadılar, kestiler, biçtiler; hep majestelerinin muhalefetleri oldu, onlarla birlikte zorladılar toplumu kalıba girmeye.

Olmuyor demeyi sürdürüyoruz. Türkiye’nin yarıdan fazlası, gericilik kapitalizmin neredeyse olağan biçimi olsa da, gericilikten nefret etmeyi sürdürüyor. Biz burada bir doku uyuşmazlığı görüyoruz. Kapitalizm gericiliği olağanlaştırmaktan başka bir yol bilmiyor artık. Ve kapitalizm Türkiye’ye bu yolla yabancılaşıyor.

***

Söz konusu sınırlara dayanırken bu yabancılaşma ilginç biçimler aldı. Çalışan kadının, emekçi bir yurttaş olmasını engelleyecek mekanizma kuramıyor düzen. Emekçi yurttaşın hakkını araması, mücadelenin parçası olması normal olandır. Kadın bağlıyor başını, tutuyor fabrikanın yolunu. Emekçi yurttaş olarak, hakkının ayırdına vararak, hakkını arayarak türbanı aşıyor. Başındaki bez ne gözünü ne beynini engelleyemiyor.

Genç kadınlar liseye, üniversiteye gidiyorlar. Öğrencinin aydınlanmaya adım atmasını engelleyecek mekanizmalar icat ediliyor edilmesine, ama tutmuyor bir türlü. Okuyan gencin bilimi araması, sonra bir okumuş olarak halkına karşı sorumluluğunun ayırdına varmasıdır normal olan. Bağlıyor başını genç kadın, tutuyor fakültenin yolunu. Köleliğe mahkûm olsun diye teşvik edilen örtü bu işlevi görmez oluyor.

Sanki toplumsal yaşam ve mücadelenin parçası olabilme hakkını başını örterek satın alıyor binlerce, milyonlarca kadın. Örtü geride tutmaya hizmet etmez oluyor. Sonra bakmışsınız, işlevsiz kalan aksesuar üstünden toplumsal düzene meydan okuyorlar bir gün. Geleneksel yapıyla, tarikatla, ataerkiyle, dinin kamusal alandaki istilasıyla, bütün bunların hizmetine koşulduğu sömürü düzeniyle, işten atılmayla, yoksullukla hesaplaşma işareti vermeye başlıyor.

Türkiye AKP düzenine, bu yobaz kapitalizme sığmıyor. Umut biriktiriyoruz.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/umut-birikirken-255206

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
24.01.2019- 08:55

Türban: Bir özgürlük yanılsamasının sonu - Meltem Kolgazi

Günlerdir #10yearschallange akımıyla beraber türbanını çıkararak yaşadığı değişimi paylaşan kadınlar konuşuluyor. Paylaşımları bir yana röportajlarla geçirdikleri değişimi anlatıyorlar. 20 yıldan fazla bir zamandır türbanın giderek yaygınlaştığını, dincileşmenin arttığını tespit ederken bu değişimi görmek, kadınların verdiği mücadeleyi okumak açıkçası birçoğumuzu umutlandırdı. Türbanın ilkokula kadar indiği, karma eğitimin tartışmaya açıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu atmosferin kırılması, kadınlar için bir baskı ve denetim aracı olan türbanın sorgulanması çok değerli.

Yıllarca liberal cenah türbanı inançları gereği kadınların seçtiği bir yol ve bireysel bir karar olarak propanganda etti; fakat bunun doğru olmadığını ve örneklerin çok büyük bir kısmında örtünmenin özgürce seçilen bir yol olmadığını biliyoruz. Yine de bunu türbanını çıkaran kadınların ağzından duymak ve yaşadıkları deneyimi psikolojisiyle beraber okumak daha değerli... Yaşadıklarını anlatan kadınların hemen hepsinin ortak özelliği reşit olmadan ve küçük yaşta örtünmeye başlamaları. Ayrıca hemen hepsi muhafazakar bir ailede ve çevrede büyüdüğü için örtünme bir seçim değil; makul olan yaşam tarzı, zaman içinde yerine getirilmesi gereken bir görev olarak önlerine konulmuş. Kadınlara kulak verelim:
“Muhafazakar bir aileye sahibim, babam imamdı. Onlar, “kapan” demeden, sürekli o çevrede yaşadığım için, kendiliğimden kapandım. Ama 12 yaşındaydım, nasıl bilinçli bir karar olabilir ki?”1

“11 yaşımdayken başımı örttüm. Hiç istemediğim bir günde kapandım ve çok ağladım. O zaman söyledikleri şeyse, “Ağlaya ağlaya alışacak” oldu. Aynı yıl babam, okulu bırakmamı istedi. Ertesi yıl, 12 yaşımdayken uzun pardösü giymem gerektiğini, artık yetişkin bir kadın gibi göründüğümü söylediler, ki ben 12 yaşındayken 7 yaşında gibi görünüyordum.” 2
Bir kadın ya da erkek kendini bir inanca adamayı seçebilir; fakat toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hüküm sürdüğü, kadınlar ve kız çocuklarının aile içerisinde sindirildiği, söz hakkına sahip olmadığı, kendi yaşamıyla ilgili kararları alamadığı baskıcı ve eşitsiz bir ortamda nasıl özgürce seçimler yapılabilir? Bir kız çocuğunun ya da genç bir kadının eğitim alması ve meslek edinmesi engellenirken nasıl özgürce karar verebilir, bunu sorgulamak gerekiyor. Kimi zaman türban evden çıkmanın, tek başına kamusal alanda var olmanın garantisi ya da anahtarı olabilirken nasıl kendi iradesi ile karar verebilir?

Türbanın kadınların özgür seçimi olduğu efsanesi türbanını çıkaran ve bunu anlatan kadınlarla bir kez daha yıkıldı. Aslında dinci muhafazakar siyaset, muhafazakar ailelerin çocuklarına türbanı politik bir mücadele ve özgürleşme alanı olarak sunmuştu. Bir anlamda muhafazakar ailede yetişmiş genç kadınlar için kamusal alanda var olmanın, mücadele edebilmenin ve siyasette yer alabilmenin de yolu türban mücadelesiyle açılmıştı. Aynı zamanda iktidar oy kitlesini ve muhafazakar kesimleri bir arada tutmak, kadınları politikleştirmek için türban yasağını kendi adına önemli bir mücadele başlığı haline getirdi.

Yıllarca “Kemalist laik düzende ‘ezilen’ mütedeyyin kesimlerin” en zayıf noktası olan türbana çözüm bulmak da önemli bir politik zafer olarak sunuldu. Fakat bu zafer birçok kadın   için yenilgi anlamına geldi. Kadınların yaşadığı deneyimler iktidarın çevresine yerleşmeyen, iktidarın yarattığı rüzgârla sınıf atlayamayan bir kesimin içindeki kadınların, bir özgürleşmeden ziyade yalnızlaştığını ve baskı altına alındığını gösteriyor. Farklı röportajlar arasında 28 Şubat süreci ile politikleşen kadınlarda AKP iktidarı sonrası yaşanan hayal kırıklığını okumak mümkün. Bu hayal kırıklığının politik anlamda türbanı bir özgürleşme mücadelesi alanı olarak gören kadınlarda bir çözülüş de yarattı.

Türbana bir özgürlük ve varoluş mücadelesi olarak sarılan ya da bu politik söyleme tutunan kadınlar AKP iktidarı ile türbanın yasallaşmasının kadının özgürleşmesine ya da kamusal alanda daha fazla yer almasına yaramadığına tanık oldular. Tam tersi türbanın kadınların kamusal alana çıkışı için dayatılan bir denetim aracı olduğunu,   kamusal alanda kadınların sınırlarını belirmek için bir araç olarak kullanıldığını gördüler ve deneyimlediler. Türban için mücadele ederken kadınlar özgürleştiklerini düşünüyorlardı, fakat kendilerini AKP iktidarı ile daha kadın düşmanı, daha eşitsiz ve aile içinde değersizleştirilirken buldular.   Türban mücadelesinin araçsallaştığını ve daha adaletsiz bir düzen yaratmak için kullanıldığını düşünmek ideolojik kırılmalara da neden   oldu.

Artık türban bugün bir özgürleşme aracı değil makul yaşam biçimi ve dini bir kural olarak dayatılıyor. İktidarın kadın düşmanlığı kadınları her alanda baskı altına alıyor ve yaşam alanlarını daraltıyor.   Kadın düşmanı bir iktidar elbette kadın bedenini denetim altına almak istiyor ve bunu kendi dinci karakterini makul olan yaşam biçimi gibi sunarak sağlamaya çalışıyor. Türban, geçmişten günümüze dinci gericiliğin kadınlar üzerinde kurduğu tahakkümün ve ataerkil kadın düşmanı uygulamalarının en önemli aracı oldu.

Bunlarla beraber, 28 Şubat süreci ile de pekişen “baskıcı, zalim laik düzen” söylemi de gündemden düşmüştü. Genç kadınların “örtünmeyi tercih ettikleri için” sözde eğitim hakkını engelleyen baskıcı laik düzenin alternatifi, kız çocuklarını eğitimden uzaklaştıran, kadınların en temel haklarını elinden almaya çalışan, çocuk istismarını meşrulaştırmaya çalışan bir iktidar oldu. Dinci ideoloji kadınların daha fazla aile içerisinde değersizleşmesini ve daha eşitsiz bir yaşamı dayatıyor. Bu tablo karşısında türbanı bir varoluş ve özgürlük mücadelesi bağlamında politik bir başlık olarak ele almak artık mümkün değil. Tam tersi türban tüm özgürleşme yalanlarından arınmış yalın bir denetim aracı olarak apaçık önümüzde duruyor.

Tüm bu nesnelliğin yanında kadın mücadelesinin kat ettiği yol da hesaba katılmalı. Kadın mücadelesinin dünya ölçeğinde geldiği yer ve kadınların bugün erkek egemen sistemi sorgulamaya başladığı bir uğraktan geçiyoruz.   Kadınların türbanı reddetme mücadelesi ve yaşadığı değişim gösteriyor ki türbanı savunmanın bir daha özgürlük mücadelesi olarak kadınlara sunmak mümkün değil. Türbanla özgürleşme yanılsaması sona erdi; çünkü hem kadınlar artık erkek egemenliğini pekiştiren bir aracı kabul etmeyecek hem de kadın mücadelesi buna izin vermeyecektir.  

1-   https://www.birgun.net/haber-detay/ozgurlestim-diyen-kadinlar.html
2- http://https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/194040-babam-acildigimi-duyarsa-kardesimi-de-universiteye-gondermez

http://ilerihaber.org/yazar/turban-bir-ozgurluk-yanilsamasinin-sonu-92813.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
27.01.2019- 09:31

Sosyalizmin din ve inançlara bakışının artık klasikleşmiş bir özelliği var. Sosyalizm dinlere ve inançlara hiçbir şekilde zor ve yasak uygulamayı savunmaz.Dinlere ve inançlara inanç düzeyinde kaldığı sürece de cepheden karşı çıkmaz. Bu konuda özellikle Engels'in Blanguı'nin genel duruşu karşısında söylediklerini biliyoruz. Önemli bir Fransız devrimcisi olan Blanguı din ve inançların yasaklanması gerektiğine ilişkin görüşleri için ''aptalca düşünceler''   olduğunu söyler ve gerçek özgürlüğün ve hurafelerden arınma yolunun insanı önce emeğine ve sonra kendine ve topluma yabancılaştıran prangalardan ( özel mülkiyetten) kurtuluşuna bağlar.

Konunun diğer yanı ise, bir insanının dini inançlarına karışmayan sosyalizmin her türlü inancın siyasal, toplumsal ve bilimsel alana girdi yapmasının karşısında olmasıdır. Sol bu anlamda her türlü dini yaklaşımın, dini ritüel ve simgelerin toplumsallaştırılma çabalarına da cepheden karşı çıkar. Bu tür çabaları gericiliğin yaygınlaştırılması ve toplumu esir alma çabası olarak yorumlar. Bu iki yaklaşımın birbirine karıştırılmaması gerekir. Örnekse, canlılığın nasıl ortaya çıktığı konusunda insanların yaratılış iddialarına inanma hakkı vardır; bu konuda birey istediğine de inanır, bu ayrı. Ama yaratılış iddialarının olgusal-bilimsel alana sızma girişimlerinin karşısına dikilmek de solun öncelikli sorumluluğudur. Böyle bir durum karşısında ''solun işinin dinle, inançla uğraşmak değil, üretim bölüşüm ilişkilerini değiştirmek olmalıdır'' sözü sol bir söylem olamaz.

Sol bu anlamda laikliği savunur; laiklikten yanadır. Ve laiklik te klasik anlamda ''devletin bütün inançlar karşısında eşit mesafede durması''na indirgenemez. Evet, devlet bütün din ve inançlar karşısında olduğu gibi dinsizlik ve inançsızlık karşısında da nötr bir vazıyet almalıdır. Devletin dini olamaz. Ama laiklik bu tür bir konumlanışın çok ötesinde ''anlama çabasının göklerden yeryüzüne indirilmesi'' ve ''dünyasal konularda sadece aklın ve bilimin ışığında davranılmasıdır''; referans yeryüzüdür, insan akıl ve mantığıdır, bilimdir. Ve laiklik bu olduğu gibi, solun savunması gereken nitelik de budur.

Soru şu; İHO ( İmam Hatip Okulları) ve Türban bu ülkede gerçekten de sıradan ve masum inanç talepleri midir, değil midir? Geldiğimiz noktada bu sorunun yanıtını açık bir şekilde pratikte görmekteyiz. O zaman da söylenmişti; siyasal iktidarların türban konusundaki ısrarı gericiliğin yaygınlaştırılma çabalarından başka bir şey değildir. İmam Hatip Okulları da öyle. Amaç İmam yetiştirmek, ve ''ölü gömmek için yeterli bilgi kazandırmak'' değildir. Bu ülkede gericilik ''zamanı geldiğinde demokrasi treninden inilir'' de demiştir; ''dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz'' da demiştir. Amaç siyasal ve toplumsal ve hatta bilimsel alanı kuşatmak, gerici duvarlarla çevrelemek ve cumhuriyet kazanımlarının tamamını, başta laiklik olmak üzere yok ederek, kendi deyimleriyle ''cumhuriyet parantezini kapatmak''tır. Türban ve İmam Hatipler bu amaçla kullanılmıştır. Parantez kapanmaktadır; türban her alanda egemenlik kurmuş; devletin tüm eğitim kurumları da İHO olma yolundadır.

Üretim ve bölüşüm ilişkilerini değiştirmek amacımız.
Siyasal iktidarın el değiştirmesinden yanayız.
Sınıfsızlık olmadan özgürlüğün de, eşitliğin de olmayacağını, hurafeci anlayışlardan da sıyrılamayacağımızın bilincindeyiz.

Ne var ki, bu tür söylemleri ardı sıra sıralamak sınıf mücadelesinin etkin bir şekilde yürütüldüğü anlamına gelmez. Burjuvazinin mevzi kazanma hamlelerinin önüne geçilmediği sürece, ve özellikle dinsel gericiliğin siyasal, toplumsal ve bilimsel alanda mevzi kazanma çabalarının karşısına cepheden karşı çıkmadıkça sol bir konumlanış içinde olunduğu iddia edilemez. Biliniyor ki, düzen/burjuvazi sömürüyü yaygınlaştırarak yoksulluğu toplumsallaştırmakta, ve durumu ört bas etmek için başta din olmak üzere pek çok şeyi de araçsallaştırmaktadır. Türban ve İHO konusu bu yüzden tam da ''üretim ve bölüşüm ilişkilerinin'' yani sınıf mücadelesinin yani proletarya ile burjuvazinin siyasal ve ideolojik anlamda karşı karşıya geldiği zemindir.

Devam ederiz.


Cevap: 3
27.01.2019- 20:21

Peki yıllardır bu zeminde harekete ederek hangi noktaya varabildiniz? Emek ve sosyalizm mücadelesi noktasında ne gibi kazanımlar elde edebildiniz? Paylaşımlarınızdan hareketle TKP'li olduğunuz kanısına varıyorum. 2007-2008 yıllarında Atatürkçü Düşünce Dernekleri ile türban karşıtı mitingler düzenliyordunuz. Hatta kimi üniversitelerde TKP'liler türban karşıtı afişler asıyor, gösteriler düzenliyordu? Peki ne oldu? Türkiye'de palazlanan yeşil sermayenin önüne set mi çekildi? Yoksa üniversiteler arzu edilen akademik özerklik ve bilimsel özgürlük noktasında büyük bir atılım mı yaşadı? Türbanlı öğrenciler başlarını açarak okula girdiklerinde zihin dünyaları mı değişti? Hayır, sadece mevcut iktidarın, muhafazakar seçmeni, dini popülizm ile kendi etrafında konsolide etmesini sağlamış oldundu. Bugün bile iktidar buradan ekmek yiyip, kitleleri bu afyonla uyutmaya devam etmiyor mu? Şunu anlamanız gerekiyor, Türkiye gibi halkın yüzde 70'inin hayatında dinin, geleneksel ve toplumsal olarak önemli   rol oynadığı bir ülkede meseleyi seküler-dindar ekseninde ele alırsanız, sağ popülizm altında ezilirsiniz. Öyle de olmuyor mu zaten? İktidarın politik dili bu yüzden dindarlar ve din karşıtları şeklinde bir ayrıma başvurmuyor mu? Böylelikle güçlenen yeşil sermaye, emeğin sömürüsü, gelir dağılımındaki adaletsizlikler gibi asıl tartışılması gereken konurlar tartışma konusu olmaktan çıkmıyor mu?

Şunu anlamamız gerekiyor artık, bu zeminde bir mücadele perspektifi, doğrudan sınıfsal çelişkileri ve sömürü düzenini perdeliyor. Sanki bütün mesele daha fazla veya daha az dindar olmakla olmakla ilgiliymiş gibi algılanmıyor mu toplum tarafından?Toplum ise bu mücadele eksenine hapsolduğu ölçüde uğradığı uğradığı sömürünün farkına varamayor. Mevcut düzenin iktisadi arıziliklerini fark edemiyor. Sadece yaşam tarzını tehlikede gören bir avuç beyaz yakalı seküler ile, mezhepçi temayüller gösteren aleviler dışında bu yaklaşım üzerinden bir muhalefet, kitleler için bir anlam ifade etmiyor. Dolayısıyla solun yapması gereken şeyde, sermayenin çıkarlarına hizmet eden bu mücadele zeminini, politik tartışmanın altından çekmektir. Bu zeminde mücadele etmek değil.

Mesela son dönemde sosyal medyada türbanlarını çıkartan kızların değişimlerini gösteren resimler ve hayat hikayeleri yer almaya başladı. Gerçekten ilgi çekici ve Türkiye'de ki kadın mücadelesi noktasında ümit veren bir içeriğe sahip bu paylaşımlar. Peki bunların hangisi söz konusu değişimi üniversiteden kovularak, gerici diye yaftalanarak geçirmiş. Hiçbirisi... Hepsi okudukça, kendilerini geliştirdikçe, toplumu, siyaseti, hayatı anlamaya başladıkça bu zihinsel devrimi ve bunun beraberinde gelen eylemi gerçekleştirebildiler. İşte solun amacıda bu zihinsel devrimi gerçekleştirebilecekleri şekilde kitlelere bu gerçekleri anlatabilmek, onları dönüştürebilmektir. Bir kadın zaten sosyalizmin teorik bilgisine vakıf olup, sınıfsal bir mücadelenin farkındalığına vararak, bu mücadelenin bir parçası olduğunda, bu zihinsel değişim ve dönüşümüde gerçekleştirecektir zaten. Devrimci mücadele, insanın kendisini gerçekleştirebilmesini mümkün kılar. Yeni bir insan ortaya çıkarır. Bu yeni insanın zihin dünyasında da zaten gericiliğe yer yoktur. Bu sebeple solun amacı bu insanları gerici diyerek ötekileştirmek değil, onları emek ve sosyalizm mücadelesine kazanmak olmalıdır..

Son olarak şunuda belirteyim ki, bu yukarıda ifade ettiklerim, dinsel düşüncenin, emek mücadelesini baltalamak, sınıf mücadelesini sönümlendirmek için kullanılmadığı anlamına gelmez. Sadaka kültürü ile, biat kültürü ile emekçilerin afyonlandığı gerçeğinin inkarı demekte değildir. Bunlar birer vakadır ve sol tabi ki bunlarla mücadele eder. En basiti mevcut iktidar ile birlikte palazlanan yeşil sermayedir. Fakat bununla yapılacak bir mücadelenin yöntemi türban karşıtlığı veya imam hatipler kapatılsın türü sloganlardan geçmez. Bu sömürünün teşhiri ile, dinsel düşünce ile uyutulup, pasifleştirilen kitleleri bilinçlendirerek, emek mücadelesi doğrultusunda örgütlemekten geçer.
 

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
28.01.2019- 07:11

Bu başlık daha önce de konu edilmişti. http://www.solpaylasim.com/k7664-1islam-ve-sol-calistayi.html#c24288 Burada amaç konuyu biraz daha netleştirmek ve dindarlık ile dincilik arasındaki farka değinilerek, solun dindarlığa değil dinciliğe karşı olduğunu ve gericilik olarak nitelenen şeyin de bu anlamda ''siyasal islam'' olduğunun altını çizmekti. Ama verilen yanıt gerçekten şaşırtıcı. Yorumum anlaşılmadı mı, yoksa yazdıklarınızdan anlaşılması gereken şey, özetle ''dindarlığa da dinciliğe de karşı olmamalıyız. Mütedeyyin vatandaş tepki gösteriyor''! Bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz; savunduğunuz şey bu mu?

Cevap: 5
29.01.2019- 02:46

Bir önceki iletimin son paragrafını dikkatle okursanız, söylemeye çalıştığım şeyin bu olmadığını görürsünüz.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 6
29.01.2019- 07:05

Yani siyasal iktidarın türban ve İmam Hatip Liseleri ile toplumsal alana müdahale etmek istemediğini, böyle bir amacının bulunmadığını, sadece dindar kesimin inançlarını ifade edebilmesi ve dinini öğrenmesi amacıyla bir ihtiyacı karşılamaya çalıştığını savunuyorsunuz; öyle mi?

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]