Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte ''Marks'a dönelim'' çığırtkanlığı altında bir reddediş furyası başlamıştı. ''Yeni bir sosyalizm'' ve ''başka bir sol'' da dillendirilenler arasındaydı. SOLportal'da Mehmet Kuzulugil Zizek üzerinden bu konunun üzerinden geçmiş. Merkezinde sınıfı reddeden yaklaşımları bir şekilde ütopik sosyalizmle ilişkilendirmiş. İyi de yapmış. Reel sosyalizmin çözülüşünün nedenleri bir tarafa kuruluş döneminde yapılanların veya yapılmayanların bir sorgulanması elbette gerekli. Sonrası için belki de bir gereksinim. Ama bu eleştirel yaklaşımın dozu da, dili de önemli. Bu eleştirel tutum neoliberal bir savruluşa neden olmamalı diye düşünüyorum.

Bence üzerinde durulması gereken bir konu.

Önce Kuzulugil'in ilgili yazısından bir bölüm.

Zizek ve onun neoütopik sosyalizmi - Mehmet Kuzulugil

Marksizm uygarlığımızın son iki yüzyılına damgasını vurdu. Ama şöyle, ama böyle ve kim ne derse desin!

Marksizm gökten zembille inmedi. Bir dahiyane buluş da değildi. Toplumsal hareket içinde, bilimin gelişmesi içinde, aklın evrimi içinde dayanakları, kökleri kaynakları vardı.

Bu kaynaklardan birisi “ütopik sosyalizm” ya da ilk sosyalist ütopyalar olarak tarif edilir.

Bazı akıllı insanların, akılcı ve soylu toplum projeleri yani.

Marksizm bu toplum projelerini kendi dayanakları arasında görür.

Şöyle diyebiliriz, ütopyacı sosyalistler kapitalizmin kilidini açtığı ama önünde durduğu kapıdan geçilecek yeni akıl çağının ilk eskizlerini oluşturmuştur.

Uygarlığımızın geldiği noktada mümkün, mantıklı, ahlaklı ve mutluluk verici olan bir düzen aklın gösterdiği yoldan kurulabilir. Bu aklın özü de bellidir: Paylaşmacılık, ortaklaşma ve toplumsal dayanışma. Ütopyacılara bu cümleye inandıkları ve savundukları için borçluyuz.

Ama Marksizm onlarla hesaplaşmış, hatta mahkum etmiştir.

Marksizm, hesaplaştığı hatta mahkum ettiği bu kaynağının kıymetini bilir.

Toplumların, insan uygarlığının geleceğine ilişkin fikirlerimizi aydınlatan bir akıldır. Soylu insanlık projeleridir bunlar.

Ve dediğimiz gibi hesaplaşır, mahkum eder.

Çünkü ütopyacılar, yeni dünyanın onu çiziktiren aklın kabul görmesiyle doğacağını düşünmekte, en azından başka bir patika, başka bir mücadele düşünememektedir.

Marksistler, bu soylu aklın ürettiği yeni toplum tasavvurunun doğru ve akılcı olmasının, onun hayat bulması için yeterli olmadığını ortaya koyar.

Doğru ve akılcı olan bu gelecek tasavvurunu kendi kurtuluş yolu olarak görecek bir toplumsal özne vardır.

Ama daha akıllı olduğu için, aklı temsil ettiği için değil.

Kapitalizmin içinde ezilen, sömürülen, kendi yarattıkları kendisine karşı kullanılan, yükselttikçe kendisi alçalan ve giderek toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan sınıf olduğu için, işçi sınıfı.

Ve doğru ve akılcı olan bu gelecek tasavvurunun önündeki engel akılsızlık değildir.

Soysuz ve giderek akıldışı olan bir düzenin içinde varlık bulan, kendini onunla özdeşleştirmiş ve bu soysuzluk ve akılsızlıkta beslenen bir sınıf, patron sınıfı.

İnsanlığın soylu ve akılcı bir yeni uygarlığı kurması, aklın hakim olmasıyla değil, işçi sınıfının aklın silahlarıyla donanmış olarak patron sınıfını teslim alıp ortadan kaldırmasıyla gerçekleşecektir.

Yeni düzenin, sosyalizmin, komünizmin daha akılcı, daha soylu, daha insancıl olması şüphesiz önemli bir güç kaynağıdır. Fakat bu güç kaynağı ancak onu kullanacak sınıfın tarihsel hareketi içinde anlam kazanır.

Zizek, Koronavirüs salgını üzerine yazdığı bir yazıyla yine gündeme girdi.

Hiç de yeni bir şey söylemiyordu. Liberal mankafalar dışında herkesin gördüğüne işaret ediyordu: Salgın kapitalizmin akıldışı, giderek sürdürülemez yanlarını bir kez daha ve bu sefer ölümcül bir biçimde sergiliyor.

Salgın, akılcı ve toplumcu bir toplum organizasyonunun (evet bu komünizm!) avantajlarını bir kez daha inkar edilemez bir şekilde ortaya çıkarıyor.

Zizek’e göre salgın, “bizi” hep beraber bunlar üzerine düşünmeye davet ediyor.

Böyle mi?

Zizek “biz” derken insanlığı ayırarak, kendi safını belirlediği bir kesim adına bunu söylüyor olsaydı, “doğru” olurdu.

Bir kez daha Zizek’ten allah razı olsun diyebiliriz. Komünizm’in, akılcı ve toplumcu bir toplum organizasyonunun ne kadar hayati olduğuna, ne kadar sağaltıcı, kurtarıcı ve mutluluk verici olacağına şehadet ediyor!

Ve bizden uzak olsun çünkü komünizme giden yolun insanlığın ortak (soyut değil somut olarak ortak) aklıyla oluşturulacağı hayalini pompalıyor.

Tıpkı ütopyacılar gibi.

(...)

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/mehmet-kuzulugil/zizek-ve-onun-neoutopik-sosyalizmi-282642

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
17.03.2020- 09:11

SSCB'nin çözülüşünün nedenini demokrasi yoksunluğuna ve üstelik liberal bir demokrasinin olmayışına bağlamanın doğru olmadığını, çözülüşün farklı farklı parametreler nedeniyle gerçekleştiği konusunda bir yığın çalışmalar olduğunu da hatırlatarak yazıp çizmeye çalışmıştım. Ancak buradan proleter diktatörlük konusunun reel sosyalizm sürecinde doğru işletildiği anlamı çıkarılmamalı. Kuşkusuz eksiklikler, yanlışlıklar olmuştur.   Bu konularda reddediş anlamı taşımayan içeriden eleştirilere elbette ihtiyaç vardır ve   ezberlerden arınmış bir sorgulama sürecinin de teoriye katkı katması beklenmelidir. Ama altını bir daha ve kalınca çizmek gerekiyor; sınıfsız bir topluma ulaşmanın yolu proletarya diktatörlüğünden yani işçi sınıfı devletinden geçmektedir. Proletarya diktatörlüğü olmadan ve komünist partinin yönlendirmesinin ve sınıfsızlığa yürünecek yolda siyaset belirleme ve doğrultu çizme yönündeki önem ve etkisini en başa yazmadan geleceğin toplumunun sınıfsızlık ve devletsizlik olabilmesi mümkün değildir.  

Demokrasi önemli, proleter diktatörlükte yani siyasal devrimle iktidara gelmiş bir sosyalist devrimde proleter diktatörlüğün kurulması ve işletilmesi konusunda çok daha önemlidir ve bu konunun inkar edilecek veya görmezlikten gelinecek bir yanı yoktur. Reel sosyalizmin çözülüşünden sonra bir yandan Marks'a dönelim öte yandan Marksizmin tarihin çöp sepetine atıldığı üfürmelerinin etkisinde liberalizme savrulmanın ve demokrasi derken ille de liberal bir demokrasi anlayışına savrulmanın bir anlamı yok. Bu tavırların Marksizm ve Leninizmle bağdaşır yanı da yok. ''Kapitalizm altında bireylerin ve sınıfların şu şu şu özgürlükleri var, korkmadan sosyalizmde de olduğunu söylemeliyiz'' mantıksal yaklaşımı, bir konuyu ıskalıyor. O da sosyalizm ile kapitalizmin arasındaki fark...

Sosyalizm ile kapitalizm arasındaki temel fark, kapitalizmin bir yerden sonra kendiliğindenci bir piyasa sistemi olduğu gerçeğidir. Kurarsınız, siyasal üstyapı kurumlarını yerleştirirsiniz ve sonra da toplumsal alandaki tepkileri sönümleme üzerine bir devlet yapısı kurarsınız. Sadece sömürü ve kardır amaçlanan. Ve sistem bir kez kurulduktan sonra bu süreç kendiliğinden işler.

Oysa sosyalizmden komünizme yürüyüş bu şekilde kendiliğindenci bir siyasi organizasyonlarla gerçekleştirilemez. Tpkı siyasal devrimde olduğu gibi komünist bir akla, komünist bir önderliğe ve ayrıca devlet gibi bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Bu yüzden proleter diktatörlük liberal bir demokrasiyle bulamaç haline gelirse hem karşı devrim tehlikesi sözkonusu olacaktır ve hem de komünizme yürüyüş yolunda gerekli toplumsal devrimlerin gerçekleştirilmesi mümkün olmayacaktır.

Ütopik sosyalizme elbette karşı çıkılmalı ve bilimsel sosyalizm savunulmalıdır. Ama böyle bir konumlanışın demokrasi sözcüğüyle her karşılaşıldığı durumda sınıfsallık ezberinden bir milim öteye gidilememesi de en az ütopikler gibi zarar verici olduğunu kavramak gerek. Belki bu yüzden Bernstein ve Kautsky'i anlamak ve Rosa'nın eleştirel yaklaşımını önemsemek gerekiyor.

( Sosyal demokrasi başlığı için bir neden daha.)

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]