Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

İlhan Cihaner'le CHP kurultayı üzerine: Bugünkü yıkımın sorumlularını büyüten ittifak politikası kabul edilemez

CHP Parti Meclisi üyesi İlhan Cihaner, kurultay öncesi kendisinin de aralarında olduğu partililer tarafından yapılan 'Gelecek İçin Biz' çağrısına ve kurultay sürecine ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

Resim Ekleme
CHP'de Mart ayında yapılması planlanan ancak salgın nedeniyle 25-26 Temmuz’da yapılacak olan   37. Olağan Kurultay öncesi aralarında Parti Meclisi üyesi İlhan Cihaner'in de bulunduğu partililer "Gelecek İçin Biz" başlığıyla bir çağrı yayımladı.

Cihaner, söz konusu çağrı ve kurultay sürecine ilişkin soL'a konuştu.

'Görünen köy kılavuz istemiyordu'

24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra CHP’nin başarısız olduğunu ifade ederek benzer taleplerle acil kurultay çağrısı yapmıştınız. Sizce CHP’nin başarısızlığı hâlâ devam ediyor mu? Son seçim sonuçlarına bakarak bunun tersini iddia edenler var.

24 Haziran seçimlerinin tarihimizdeki diğer seçimlerden ayırt edici çok önemli sonuçları oldu; bu seçimlerle 2017 referandumu ile yapılan anayasa değişikliği siyaseten de hayata geçmiş oldu. Seçime blok olarak giren AKP/MHP koalisyonu parlamento çoğunluğunu da elde etmiş oldu. Ayrıca artık yürütme gücünü tek başına elinde bulunduran Cumhurbaşkanlığını da Erdoğan kazandı. Yani rejim değişikliği -şimdilik- gerçekleşmiş oldu. Toplum yılgınlığa düştü. Bu sonuca başarı diyebilmek için gerçeklikten kopmuş olmak gerek.

Bir adım geriye gidecek olursak seçimler OHAL koşullarında ve inanılmaz anti demokratik bir iklimde yapıldı. Tüm muhalefet bu seçim koşullarına razı olarak ölümcül bir hata yaptı. Biz bu koşulların sorgulanması, gerekirse tüm muhalefetin katılacağı yaygın bir aktif boykotun da masada tutulması gerektiğini söylediğimizde adeta linç edildik. Oysa görünen köy kılavuz istemiyordu!

Bu koşullar herhalde defalarca bir kurultay toplanılmasını gerektiriyordu. Biz de olağanüstü kurultaya, sadece genel başkanlık değişimi isteyen partililerimizden farklı olarak   ülkedeki değişimi, seçimin muhasebesini ve partinin yapısal sorunlarını tartışacağımız bir olağanüstü kurultay çağrısı yaptık. Esasen bu çağrıyı genel merkez yapmalıydı. Arka arkaya gelen seçim yenilgileri nedeniyle bir çeşit güven oyu ve partiye doğrultu oluşturmak için bu zorunluydu. Ayrıca ittifak ve koalisyon politikalarının partinin karar mekanizmalarından geçmesi siyasi ve hukuki zorunluluktu. Ama olağanüstü kurultay isteyenler şeytanlaştırıldı. Şimdi ise yüksek sesle konuşmanın ve 1,5 metreden daha az yaklaşmanın yasak olduğu "süper olağanüstü kurultay" yapıyoruz!

'24 Haziran sonrası başarısızlığın derinleşerek devam ettiğini açık yüreklilikle söylemek durumundayım'


Yerel seçimlere ayrı bir parantez açarak 24 Haziran seçimleri sonrasındaki başarısızlığın derinleşerek devam ettiğini düşündüğümü açık yüreklilikle söylemek zorundayım. Şöyleki; AKP/MHP iktidarı tüm hedeflerini hayata geçirmeye devam ediyor. Artık kimsenin önemsemediği laf sokma, tarihe not düşme, kişisel sahne performansı düzeyinde bir muhalefet anlayışı kurumsallaştı. Oysa bu arada ülkenin üçte birinde yaşayan Kürt   seçmenin seçilme hakkı ortadan kaldırıldı, fiili bir apartheit rejimi kuruldu, hukuk devleti yerine anayasasızlık geçti, artık laiklik telafuz edilemez oldu, genç işsizlik devasa boyutlarda, sömürü doğal bir zorunluluk gibi kabul edilir oldu, çevre talanı tam gaz, ekonomi çöküyor, dış politikada maceradan maceraya koşuyoruz, bakanlıklar tarikatların paylaşım alanı olmuş, cinsel yönelimlere dönük nefret söylemi resmi söylem olmuş, sığınmacılar bile bir an önce kapağı yurtdışına atma derdinde ve iktidarın Batı’ya karşı tehdit enstrümanı olmuş durumda ... ve biz iktidarın çöküşünü bekliyoruz! Zaten çökmüş zombileşmiş, küçük bir sermaye grubunun çıkarını düşünen iktidara karşı tüm halk kesimlerinin rahatsızlıklarını örgütlemek, dönüştürmek ikna etmek yerine bekliyoruz! Müdahale edici siyaset arayışı yerine sokak yasak diyoruz. Kendi doğal tabanları ile bağları tartışmalı olan siyaset elitleri ile siyasi mühendislik yapıyoruz! İşte bunlar net bir başarısızlık olduğu için itirazımız bunlara.

'Muhafazakar ve sağ söylemin başarısı olarak okumak yanlış bir siyaset mühendisliği'

Son seçimler olan yerel seçim parantezine gelince; kuşkusuz elde edilen sonuçlar AKP'nin geriletilmesi ve yenilmezlik algısının yıkılması anlamında net bir başarı. Ama bu başarının muhafazakar ve sağ söylemin başarısı olarak okunması ve parti tabanının muhafazakar/liberal bir çizgiye ikna edilmek için kullanılması yanlış bir siyaset mühendisliği. Bu toprakların yüzlerce yıllık birikiminin yok sayılmasıdır. Ayrıca belirttiğim gibi ülke Batı’da kazanılan illerden ibaret değil. Diyarbakır, Mardin, Van başta olmak üzere onlarca belediye çok kaba bir şekilde gasp edildi. İstanbul seçiminin ilk turunun iptaline razı olmak iktidarın ve bağlı yargının cüretini arttırdı. Bir diğer husus, iktidarın müdahaleleriyle yerel yönetimlerin hareket alanı çok daraltıldı. Zaten önemli illerde belediye meclis çoğunluğunun iktidarın elinde olması önemli ölçüde sorun. Pandemi dönemindeki engellemeler, yatırımlar engellenmesi vs. yerel yönetimlerin elde edilmesinin önemini azaltıyor. Ama tüm bunlara rağmen sonuçlar iyi analiz edilirse büyük kazanıma dönüşebilir. Öte yandan başarı olarak kabul edilen bu sonuçların asıl iktidarı belirleyecek oy oranlarına yansımıyor olması iyi okumalı.

'Absürt olmamak kaydıyla hangi adayla gitsek kazanırdık'

Yerel seçimlerde CHP’nin içinde yer aldığı ittifakın aldığı belediyeler, özellikle Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi isimlerle kazanılmış olmasını düşünecek olursak, mevcut tabloda ne anlam ifade ediyor sizce? Bu aday profili sizin eleştirdiğiniz hususlardan birisi midir?

Belirttiğim gibi kişi üzerinden analiz muhalefetin birikimini yok saymak anlamına gelir. O nedenle isimler üzerinden tartışmak istemem. Onlarca yıllık yerel AKP iktidarından sonra asgari insani belediyeciliğin bile geniş kabul görmesi yeni kuşaklar üzerinde olumlu etki yapıyor. Ama bu kişilere ya da söylemlerine indirgenemez. Tartışmasız bir HDP seçmeni katkısı var. Bu göz ardı ediliyor. Hatta diyebilirimki AKP’den alınan büyük şehirlerde absürt olmamak kaydıyla hangi adayla gitsek kazanırdık. Bu aday profillerinin de partinin ve genel olarak siyasi yelpazenin muhafazakar/liberal bir çizgiye çekilmesinde gerekçe olarak kullanılması bir üçkağıt. Dikkat edilirse olumlanan icraatler esas olarak halkçı olanlar. Eleştirdiğim husus ise bazı belediyelerde öncelikle bu belediyeleri kazandıran ana dinamiklerin yok sayılması. Devri sabık yaratmayacağız denilerek eski kadrolarla ve imar politikaları başta olmak üzere aynı politikalarla devam edilmesi ve olumlu sonuçların partiye ve zeminimizi oluşturan, uğruna yıllardır mücadele verilen değerlere mal edilmemesi. Aynı kişiler yönetecekse, aynı politikalar devam edecekse, ihaleler aynı adamlara verilecekse bu mücadele niye verildi?

'İktidar epeydir zombi'

İktidarın kendiliğinden çöküşü beklenerek siyaset yapılamaz deniyor bildirinizde. Kılıçdaroğlu'nun “Erdoğan’ın gidici olması için özel bir çaba harcamaya gerek yok. Çünkü, kendi sonunu kendisi hazırlayan bir lider konumunda” sözlerini hatırlıyoruz. Erdoğan iktidarının zayıfladığını düşünüyor musunuz?

İktidar epeydir zombi bence. Giden net, gelenin arayışı var. Ama bunun için ikna edici alternatif önderlik ve   program şart. Kendi rasyonalitesi içinde, zayıflamak yerine cüreti artan tüm kozlarını masaya koyan, eski müttefiklerini harcamakta gözünü kırpmayan bir Erdoğan profili var. Baro teklifi, arkasından TTB ve TMMOB’un gelecek olması, sosyal medyanın kısıtlanması, ekran karartmalar birlikte değerlendirilmeli.   Artık otoriter nitelemesinin karşılamadığı faşizan bir durum söz konusu. Bu nedenle beklemek ülkeye maliyeti arttırıyor. Barış diyen, direnen, itiraz eden kesimlere karşı iktidarın daha saldırgan olmasının yolunu açıyor. Ayrıca gelecek olanı da belirsizleştiriyor. Bu akıl veren, uyaran, raporlayan, uyumlulaştıran söylemlerin bir faydası olmadığını görmemiz gerek.

'Bugünkü yıkımın sorumlularını büyüten ittifak politikası kabul edilemez'

Bildiriyi destekleyenlerin örneğin İYİ Parti ile kurulan ittifaktan hoşnut olmadığını düşündüren ifadeler var. Sizce CHP'nin iktidar için nasıl bir ittifak politikası olmalı?

İttifak politikalarına kategorik olarak karşı olunamaz. Bu siyasetin doğasına aykırı. Ama ortada bir seçim ya da yakın bir politik gündem yokken ittifak eksenli bir politika büyütmez. Artık %50+1 gerekli şeklindeki söylem partimizi siyasetsiz ve birikimlerini sağa sola dağıtan bir siyasi sebil derecesine indirgiyor. Birbirine zıt eksenlerdeki siyasi partileri bir arada tutma çabası çok kırılgan hale getiriyor bizi. Hele bir de bugünkü yıkımın sorumlularını büyüten bir ittifak politikası kabul edilemez. Bir de kendi içimizde itiraz edenlere ve sola dönük tasfiyeci yaklaşım büyük tutarsızlık. Oysa koşullar değerlerimizi savunmak ve büyütmek için çok elverişli.

'Kısa süre içinde değerlendireceğiz'

Genel Başkan adayı olacak mısınız?

Kurultayımızı süper olağanüstü kurultay olarak değerlendiriyorum. Yüksek sesle konuşulmayacak 1,5 metrelik sosyal mesafeye uyulacak, ülke sorunlarının tartışıp doğrultu belirlenmeyeceği bir toplantı, bir şey olacaktır ama kurultay olur mu emin değilim! Ama nihayetinde ilan edildi tarih. Kısa süre içerisinde değerlendireceğiz.

https://sol.org.tr/haber/ilhan-cihanerle-chp-kurultayi-uzerine-bugunku-yikimin-sorumlularini-buyuten-ittifak

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
06.07.2020- 09:05

CHP kurultayı - Örsan K. Öymen


Cumhuriyet Halk Partisi’nin 25-26 Temmuz 2020 tarihinde gerçekleşecek olan 37. Olağan Kurultay’ı, sadece partinin değil, Türkiye’nin geleceği açısından da son derece önemlidir. Bu kurultayda seçilecek olan parti meclisi üyeleri ve kadrolar, önümüzdeki üç yıl içinde bir başka kurultay gerçekleşmezse, CHP’yi bir sonraki genel seçime götürecek olan PM üyeleri ve kadrolar olacaktır. Bu bağlamda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da, kurultay delegelerine de büyük bir sorumluluk düşmektedir.

Türkiye’nin şu andaki sosyal ve siyasal koşullarıyla birlikte, son referandumla kabul edilen yeni siyasi düzeni dikkate alındığında, CHP’nin bir sonraki genel seçimde, diğer muhalefet partileriyle işbirliği yapması kaçınılmazdır. CHP bu bağlamda, İYİ Parti, Halkların Demokratik Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi ile doğrudan ittifak veya dolaylı dayanışma içinde olmak zorundadır.

Söz konusu muhalefet partileri, AKP-MHP ittifakına karşı ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkartabilirlerse, AKP’nin Türkiye’de kurduğu faşist dikta rejimi son bulabilir. Muhalefet partilerinin, anayasada da ifade bulan, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkesini bir asgari müşterek olarak kabul etmeleri, aralarındaki farklılıkları ve anlaşmazlıkları bir süre için rafa kaldırmaları ve herkesin oyunu alabilecek bir ortak adayda anlaşmaları durumunda, Türkiye’nin önü açılabilir.

***

CHP yönetiminin şu anda yürüttüğü strateji budur ve bu doğru bir stratejidir. Ancak CHP, bu stratejiyi yürütürken kendi tabanında oluşabilecek olan rahatsızlıkları ve tepkileri bertaraf etmek için de azami bir çaba göstermelidir. Aksi halde CHP, diğer muhalefet partilerinin tabanına seslenmeye çalışırken, kendi seçmenlerinin bir kısmını yitirebilir ve bir seçim hezimeti yaşayabilir. Nitekim, son yapılan anketlerde, AKP’nin ve MHP’nin oyları düştüğü halde, CHP’nin oylarında kayda değer bir yükselişin gerçekleşmemesi, hatta bazı anketlere göre bir düşüşün meydana gelmesi dikkatle incelenmelidir. CHP’nin öncelikle kendi seçmen tabanını koruması ve genişletmesi gerekmektedir.

CHP yönetimi bunu şu koşullarda başarabilir:

1) Program Kurultayı’nda onaylanan Parti Programı’nın temel ilkelerinden sapmamak, mevcut koşulların zorunlu kıldığı bir seçim işbirliği stratejisi ile partinin temel ilkelerini ve kadrolarını, iki ayrı konu olarak ele almak; bir seçim stratejisinin, cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, ulusçuluk, laiklik, devrimcilik, sosyal demokrasi ve demokratik sol ilkelerinden vazgeçildiği anlamına gelmediği konusunda kendi tabanını ikna etmek.

2) CHP tabanını bu konuda ikna etmek ve partinin ilkelerinden taviz verilmediğini kanıtlamak için, 37. Olağan Kurultay’da, hem partinin seçim stratejisini zaafa uğratmayacak, hem de partinin programındaki ilkeleri özümsemiş aday adaylarının, Parti Meclisi’ne girmesini sağlamak; geçmişte parti içinde yaşanan tüm anlaşmazlıkları ve küskünlükleri bir kenara bırakarak birleştirici ve bütünleştirici olmak, kadroları ona göre oluşturmak.

3) CHP’nin muhalefetteki ana parti ve muhalefetin dinamosu olduğu dikkate alınarak, muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayının, CHP’nin içinden birisinin olmasını sağlanmak; İstanbul belediye seçimlerindeki örnek de dikkate alınarak, CHP’nin içinde de, iktidar partisi dahil, tüm partilerin tabanına seslenebilecek, onlarla iletişim kurabilecek ve onlardan oy alabilecek siyasetçilerin var olduğunu görmek; en fazla oy alabilecek CHP’li bir siyasetçiyi cumhurbaşkanı adayı göstermek.

***

37. Olağan Kurultay’da ve sonrasında CHP yönetimi bunları başarabilirse, Türkiye Cumhuriyeti için, kuruluşunun 100. yılında, bir umut doğabilir. Aksi halde Türkiye, çok büyük bir felakete sürüklenir.

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’de sivil bir diktatörlük kurduğu, demokrasinin yerine, monarşiyi ve teokrasiyi hedeflediği bir ortamda, CHP’nin de, diğer muhalefet partilerinin de hata yapma lüksleri kalmamıştır.

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/chp-kurultayi-1749669

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
07.07.2020- 02:01


CHP'nin sağa kayma süreci görünürde farklı ama özde benzer parti liderlikleri altında kesintisiz devam etmektedir. Şimdiki Kurultay süreci CHP'nin Kemal Dervişçi çizgiye tam angaje olduğunu tescillemek görevinden başkasını yerine getirmeyecek gözüküyor. CHP yönetimi, merkezde görünüp gerçekte sağ liberal bir sermaye partisi kimliğine bürünmeyi artık daha az dirençle sürdürebilmek için elini rahatlatacak görünüyor.

 
"İktidar kurultayı" - OĞUZ OYAN

CHP 25-26 Temmuz'da 37. Olağan Kurultayını toplayacak. Bu kurultaydan "iktidar kurultayı" olarak da bahsediliyor. Güzel. Ama son zamanlarda CHP liderliğinden duyduğumuz tek şey "Millet İttifakı iktidarı" oldu; oysa Akşener bile İYİP iktidarından bahsediyor. CHP bunu "gerçekçilik" adına mı, yoksa ittifakın diğer partilerini dışlamadığını ve ittifakın üzerine titrediğini göstermek adına mı benimsiyor bilmiyoruz. Siyasette "gerçekçi" olmak iyi bir özellik olabilir; ama iddia sahibi olmanın önünü kesmedikçe!

Peki bu Kurultaydan yüzü biraz sola dönük bir iktidar programı (en azından bunun satır başları) çıkar mı? Başta laiklik olmak üzere Aydınlanma yolunun bazı temel taşlarını döşemeyi hatırlamak gündeme gelir mi? Neoliberal düzenleme rejimine karşı eleştirel bir duruş ve kamucu anlayışlara anlamlı bir yöneliş vurgusu olabilir mi? Bunların yanıtı ne yazık ki olumsuz. Sadece CHP'nin sağ ittifaklara mecbur oluşu nedeniyle değil. CHP tek başına iktidara gelme şansına sahip olsaydı dahi, artık iyice benimsediği liberal merkez partisi kimliğinden sıyrılması beklenemezdi. Buna liderlik ve yönetim yapısı elvermezdi.

Kurultay'da, imza toplanabilirse, başkanlığa adaylıklar çerçevesinde yapılabilecek daha sol bir program doğrultusundaki konuşmalar, anahtar listeye karşı hazırlanacak muhalif listeler, vb. durumu değiştirmeyecektir. 60 kişilik Parti Meclisi'ne bir-iki sızma dışında hiçbir sonuca ulaşmayacaktır. Çünkü illerden gelecek delege yapısı merkez yönetimin istediği biçimde oluşturulmuştur.

CHP'deki liberal kuşatma yeni değildir. Bizim buna karşı duruşumuz da öyle. 2007 yılında Parti yönetiminden (hem genel sekreter yardımcılığından hem MYK ve PM üyeliklerinden) istifa ettikten sonra bu yöndeki görüşlerimi İl Kongrelerine katılarak örgüte anlatmaya çalışmış ve 26-27 Nisan 2008'deki 32. Olağan Kurultay'da tüm delegelere 24 sayfalık bir "CHP'de Liberal Kuşatmaya Geçit Yok" kitapçığı hazırlayıp dağıtmıştım. Şimdi, bitmeyen güncelliği nedeniyle bu kitapçıktan bazı paragraflara yer vermek istiyorum.

Neoliberal kuşatma
"Cumhuriyet Halk Partisi’nin 32. Olağan Kurultayı, içerde ve dışarıda sistemin bütün ideolojik ve kurumsal aygıtlarını harekete geçirmiş görünüyor. CHP’nin içerden teslim alınması için sistem olanca gücüyle yükleniyor. CHP’nin kritik önemi bir kez daha öne çıkıyor.

Bütün bunlar nedensiz değil. Türkiye son 10 yıldır kesintisiz bir IMF/DB programı çerçevesine sıkıştırıldı. Bağımsızlık ruhunu tüketmiş, hatta 2002 sonrasında dış güçlerin açık işbirlikçisi durumuna düşmüş iktidarlar elinde, üretim ve teknoloji temelli bir ekonomi kurma iddiasını büyük ölçüde terketti". (...)

"Ama dünyanın hegemonik gücü ABD açısından, Türkiye’de iktidarları belirlemek artık yeterli görülmeyecekti,   anamuhalefet de şekillendirilmeliydi. Bu yaklaşım, sistemin alt-hegemonik gücünü oluşturan AB tarafından da aynen benimseniyordu. Mevcut iktidarın bir benzerinin yani bağımsızlıkçı bir ideolojinin yakınından dahi geçemeyecek bir simetriğinin siyasi yelpazenin sol kanadında yer almasının sağlanması gerekiyordu. Bu da CHP’nin bağımsızlıkçı Kemalist ideolojiden arındırılmış ve liberalleştirilmiş bir sosyal demokrat partiye dönüştürülmesini veya, bu sağlanamazsa, CHP’yi marjinalleştirerek yerine liberal bir “merkez sol” siyasi partinin inşasını gerektiriyordu". (s.7-8).

Burada bir ayraç açalım: 10 Aralık Hareketi'nin sekreterya görevini üstlenen Oğuz Kaan Salıcı, 12 Ocak 2010'da "Yeni Sol Çorlu Toplantısında"   konuşurken, "Türkiye'de sosyal devlet hareketinin gelişmesinin önündeki en temel sorun gerçek anlamda sosyal demokrat bir partinin olmayışıdır. Sosyal demokrat hareketin önündeki en büyük engel de Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Sosyal demokrasi birey hak ve özgürlüklerini savunurken, CHP, cumhuriyet kurumlarını savunmayı görev edinmiştir. Türkiye'de özgürlükçü bir sol partiye ihtiyaç vardır. CHP, görevini tamamlamış bir parti olarak kapatılmalıdır". O zamanki CHP liderinin düşürülmesi, bu konuşmadan 5 ay sonraya denk düşmektedir. Oğuz Kaan Salıcı ise, epey bir süredir CHP'nin Teşkilatlanmadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıdır.

Şimdi 2008 tarihli kitapçığımıza devam edelim:

"Rol modeli olarak CHP’ye Batı’nın sosyal demokrat partileri ve bunların küresel sisteme entegre olan iktidar ve muhalefet deneyimleri gösteriliyordu. Oysa bu partiler artık bağımsızlık türküleri söylemek bir yana, bazen doğrudan emperyalist politikaların savunucusu veya uygulayıcısıydılar. Küresel sistemin kazanan tarafında olmanın rahatlığı, Batı’nın sosyal demokrat partilerinin liberalleştirilerek iyice sistem partilerine dönüştürülmesine, sistem tarafından tamamen ehlileştirilmelerine yol açmıştı. Bu nedenle Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da, vs. eski ağırlıklarını yitirmişler veya iktidar iddialarını kaybetmişlerdi. Toplumlarına merkez sağdan farklı bir toplum projesi sunamamanın derin krizini yaşıyorlardı. Ama gene de Türkiye’ye model olarak onlar gösteriliyordu".

(...)

"İşte şimdi teslim alınmak istenen CHP’nin bu bağımsızlıkçı ruhudur; liberal piyasa ekonomisine ve küreselleşme tarzına karşı hala kısmen eleştirel bir tutum alabilen refleksleridir. Bu nedenle bu Kurultay’da değilse bile (2009) Yerel Seçimlerini izleyecek olan bir sonrakinde CHP’nin teslim alınması planları yürürlüktedir". (Not: Nitekim 22-23 Mayıs 2010'da yapılan bir sonraki 33. Olağan Kurultay'da bize göre beklenen, çoğunluğa göre "beklenmeyen" dönüşüm yaşanacaktır). "Liberalizmin hem siyasal hem de ekonomik yüzü gündemdedir: Siyasal liberalizm bağlamında bir yandan CHP’nin savunduğu laiklik ilkesinin yumuşatılarak içinin boşaltılması ve böylece Amerikancı siyasal İslamla uyumlu hale getirilmesi, öbür yandan etnik milliyetçi hareketin ayrılıkçı kanadıyla diyaloga itilmesi hesapları yapılmaktadır. Ekonomik liberalizm bağlamında arzulanan ise, Batı merkezli reçeteler dışına çıkamayan ve giderek edilgenleşen ve sömürgeleşen bir ekonomik yapının devamının sağlanmasıdır.

Böylesine bir liberal kuşatmaya karşı CHP yönetimi sadece delegeyi kontrol hesaplarıyla karşı duramaz. Kaldı ki, delegenin kontrolü Parti ideolojisini savunmak adına değil, kişisel kariyerleri korumak adına yapıldığına ve üstelik CHP üst yönetimi dahi kendi içinde ortak bir kavrayışa sahip olmadığına göre böyle bir kuşatmaya hiç karşı durulamaz.

Bir diğer tehdit, 2003 Kurultayı sonrasında K. Derviş’li MYK şekillenmesinde ortaya çıktığı gibi, liberal saldırı cephesini daraltmak adına Partinin kendi yönetimine liberal unsurları almak biçiminde ortaya çıkabilecektir. Artık bu tür geçici geri adımlara başvurarak, yaygın medyayla ve büyük sermaye güçleriyle kapışmaktan çekinerek, dolayısıyla sistemle uyumlu “uslu çocuk” görüntüleri çizilerek sistemin giderek büyüyen saldırısını göğüslemek imkanları çok daralmıştır. Nihai kapışma çanları çalmaktadır. Bu nedenle liberal saldırının partide mutlaka bir ideolojik karşılığının olması gerekiyor. Partinin bu Kurultay’dan itibaren mutlaka sola açılması veya en azından güçlü bir sol kanada sahip olması gerekiyor". (s. 9-10).

Sonuç

Bu kısmi alıntılar gösteriyor ki, CHP'nin sağa kayma süreci görünürde farklı ama özde benzer parti liderlikleri altında kesintisiz devam etmektedir. Şimdiki Kurultay süreci CHP'nin Kemal Dervişçi çizgiye tam angaje olduğunu tescillemek görevinden başkasını yerine getirmeyecek gözüküyor. CHP yönetimi, merkezde görünüp gerçekte sağ liberal bir sermaye partisi kimliğine bürünmeyi artık daha az dirençle sürdürebilmek için elini rahatlatacak görünüyor.

Bizim eleştirilerimizin içeriği belki dünden bugüne çok değişmemektedir ama CHP'nin sağa kayması gerçeği, bir olgu ve süreç olarak sürekli pekişmektedir. Gerçi 2008'de hâlâ CHP içinde bir sol/sosyalist kanat kurulması gereğine ve bu imkânın henüz tamamen tükenmediğini inanıyordum. Ama o tarihten sonra bu umudum önce hızla zayıfladı sonra da tükendi. Bu bakımdan bana göre 37. Kurultay'ın olumlu bir dönüşüme kapı aralama olasılığı yoktur.

https://sol.org.tr/yazar/iktidar-kurultayi-8950

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
10.07.2020- 03:55

İlhan Cihaner'in açıklamalarını önemsiyorum. Cihaner öteden beri önemsediğim bir siyasetçiydi zaten. Savunduklarının uzun zamandır CHP yönetimine egemen olan anlayıştan farklı olduğunu ve açıkça daha sol bir çizgi olduğunu söyleyebilmek mümkün. Hiç kuşku yok CHP'nin daha solda yer alması, gerçek anlamda sosyal demokrat bir çizgiye oturması solun özlemidir, ve sosyalist solu sadece sevindirmelidir. Ne var ki, Kılıçdaroğlu'nun parti yönetiminin başına geçmesiyle izlenen siyasi çizginin bugün için radikal bir değişim geçirmesi konusunda endişelerim var.

Cikaner özellikle İstanbul Belediye seçimlerinin kazanılmasında HDP seçmeninin çok önemli bir katkı yaptığını ve bu yüzden ''absürt olmamak kaydıyla hangi adayla gitsek kazanırdık'' tespitinde bulunurken endişelerim tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Daha da somut konuşulacaksa kısa vadede siyaseti CHP artı İYİP artı HDP seçmeninin ortaklaştığı bir matematikle açıklamak ve aday kim olursa olsun ''kazanırdık'' demeye getirmek çok doğru bir yaklaşım değil. Bana göre İstanbul ve birkaç büyükşehrin kazanılması CHP'nin Baykal ve sonrasındaki Kılıçdaroğlu yönetimlerinin planlı programlı olarak -ya da değil- sağa kaymasının da bir sonucu olarak gerçekleşti. Daha baştan Kılıçdaroğlu ile birlikte beklentileri karşılayabilecek bir sosyal demokrat politika izlenebilseydi Cihaner'in söylemi haklı olabilirdi. Ama öyle olmadı. Baykal'la birlikte başlayan partinin sağa kayma süreci Kılıçdaroğlu ile birlikte sürmüştür. AKP'yi durduracak siyasi gücün bir ölçüde de olsa AKPlileşmekten geçtiği anlayışı yönetimlere hakim olmuştur. İmamoğlu ve Yavaş'ın adaylıkları bu sürece uygundur. (Hatta öncesinde CHP ve MHP'nin adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu için de benzer bir saptama yapılabilir, ayrı bir konu.) Sadece bu da değil. Özellikle İstanbul'da seçimin kazanılmasında Ekrem İmamoğlu'na özgü kimi kişisel niteliklerin de katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu koşullarda farklı bir aday profiliyle İstanbul'u AKP'nin elinden alabilmek pek de mümkün olmazdı gibi geliyor bana. Evet, HDP seçmeninin çok büyük katkısı var ve ayrıca ( Kılıçdaroğlu'nun öteden beri izlediği siyasi yönelim sonucu) eğrisi doğrusuna da denk gelerek böyle bir sonuç çıkmıştır.

Bu siyaset sürdürülmelidir. Bunu savunuyorum. AKP'nin merkezi iktidardan gönderilebilmesi bir önceki siyasi kompozisyonların korunabilmesiyle mümkündür. Ne yazık ki sadece CHP değil, Türkiye'de toplumsal kesimler de yaşanan sürece bağlı olarak sağa kaymıştır. İmamoğlu ve hatta Mansur Başkan bu süreçte bu toplumsal kesimlerin benimseyebileceği   adaylardı; kazandılar. ''Kim olsa kazanırdı'' demeye getirmek bu yüzden çok doğru bir saptama değil. Şunun da altını çizmek gerekiyor. Bir sonraki seçimin niteliği AKP'nin merkezi iktidardan uzaklaştırılması ve tek adam rejiminin tasfiyesidir. Bu noktada CHP açısından radikal bir dönüşümün çok riski olabileceğini düşünüyorum. AKP ve hatta MHP'den kopup gelen ve Millet İttifakı'na yönelen oyların tekrar buradan kaçmasına yol açabilir ve böyle bir siyasi tavır AKP'nin işine yarayabilir. CHP'nin dönüşümü ve hatta Kılıçdaroğlu yönetiminin değişimi bence de şart ama bu değişim, bu radikal dönüşüm önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri çok risk barındırıyor gibi geliyor bana.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]