Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

21.01.2021- 06:29

Yarın İçin İnat ve İtiraz: Marksizm ve Siyaset


"Dolayısıyla elimizdeki kitap bir inat ve bir itiraz kitabı: Sınıfta inat eden, siyasetsizleştirilmeye itiraz eden bir Marksizm savunusu (ya da belki taarruzu). Üç temel bölümden oluşan kitapta sırayla yöntemsel, kuramsal ve pratik düzeyde Marksizmin siyasetle olan sarsılmaz ilişkisine, toplumu ve sınıf mücadelesini dönüştürücü işlevine değiniyor Soyer."

Resim Ekleme
Berat Çelikoğlu

Sosyalizmin dönemsel geri çekilişi, neoliberalizm fırtınası ve adının önüne aldığı “neo” ya da “post” ekleriyle eski ya da hali hazırda aşılmış olanı farklı kılıflarla sunma çabalarının topyekûn bir ürünü: Sınıftan uzak, siyasetsiz, nihayetinde tehlikesiz bir Marksizm! Can Soyer yöntemle, kuramla ve eylemle işte buna itiraz ediyor.

Yordam Kitap, hazırlanmasına ve/veya yayınlanmasına vesile olduğu çalışmalarla Türkiye’de Marksizm ve sosyalizm adına hülyamızı ve kavgamızı diri tutma mücadelemizde yanıbaşımızda olmayı sürdürüyor. Son olarak geçen haftalarda Can Soyer’in imzasını taşıyan Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem isimli kitap ile başlıkta da sözünü ettiğimiz üzere bir inat ve itiraz okurlarıyla buluştu.

NEYİN İNADI NEYE İTİRAZ?

“Yaşadığımız çağın Marksizm tarafından çözümlenmeyi beklediğini söylersek elbette yanlış bir şey söylemiş olmayız. Ama eksik söylemiş oluruz: Çağımız esas olarak Marksizmin kılavuzluk ettiği devrimci eylem tarafından yıkılmayı, parçalanmayı, tarihten silinmeyi bekliyor.”

Neyin inadı, neye itiraz? Kuşkusuz okurun aklında canlanacak ilk iki soru budur. Kitabın bize göre temel bir iddiası var: Marksizm, bunca siyasetsizleştirilme ve dolayısıyla tehlikesizleştirilme tehdidiyle karşı karşıya olsa da siyasetten ayrıştırılamaz. Soyer, temel olarak üç bölümden oluşan kitabının ilk iki bölümünde (Yöntem, Kuram), esasen üçüncü bölümün (Eylem) üzerine bastığı zemini tariflemek ve nihayetinde Marksizm için siyasetin ne denli önemli bir atardamar olduğunu göstermek üzere tartışmalara giriyor.

Tartışma siyasetin yalnızca Marksizm için taşıdığı öneme değinmekle sonlanmıyor elbette. Aynı zamanda siyasetin hangi ilişkiler gözetilerek ve neyi dönüştürmek amaçlanarak yapılacağı konusu da bu tartışmalarla birlikte değer kazanıyor. Bu noktada ise Soyer, Marksizme özellikle 90’lı yıllarla birlikte düşülen tüm şerhlere rağmen, ısrarla sınıfın ve sınıf mücadelesinin altını çizen bir Marksizmde diretiyor. Bu diretme ise bağnazca şablonlaştırma, sınıfı ilkel düzeyde görünümlere ve ezberlere indirgeme girişimlerinden uzak, değişimi ve dönüşümü gözeten ve bununla birlikte sınıflar ile sınıf mücadelesinin Marksizm için değişmeyen önemine ilişkin bir diretme.

Dolayısıyla elimizdeki kitap bir inat ve bir itiraz kitabı: Sınıfta inat eden, siyasetsizleştirilmeye itiraz eden bir Marksizm savunusu (ya da belki taarruzu). Üç temel bölümden oluşan kitapta sırayla yöntemsel, kuramsal ve pratik düzeyde Marksizmin siyasetle olan sarsılmaz ilişkisine, toplumu ve sınıf mücadelesini dönüştürücü işlevine değiniyor Soyer. Üstelik felsefeye ve tarihe sırtını yaslayarak sürdürdüğü tartışmalar bayağılaşmayan edebi cüretkârlığıyla tatlanıyor ve okura mermer soğuğundan, monoton bir griden oldukça uzak bir tartışma zemini sunuyor.

Bir parantez açmakta fayda var. Kitaba ilişkin özel bir hissimiz, yazarın “iğneyi başkasına, çuvaldızı kendisine” batırmaktan mümkün olduğunca kaçınma, Marksizmin siyasetsizleştirilmesi tehlikesinin kaynağını dışarıdan gelen bir takım komplocu ataklara, “kurulan tuzaklara” bağlamama yönünde gayret ettiğine yönelik. Soyer, isabetli bir şekilde Marksizme ilişkin hata yapanlara parmak sallayan ve yanlışları uzaktan “bilgece” gösteren bir tavırdan uzak duruyor. Kitap zaten Marksizmin canlılığını, dolayısıyla hem hatalarla hem de doğrularla bir bütünlüğünü gözeterek kaleme alındığı için yazar da eserine bağlılık göstererek eleştirileri içeriden yapıyor, içeriyi dışarıdan referanslarla dönüştürmeye çabalıyor.

YARININ ANAHTARI: SİYASİ VE DEVRİMCİ MARKSİZM

Kitapta sınıf mücadelesinin ve siyasetin Marksizm açısından asli görevine ve dönüştürücü faaliyete yapılan özel önemin altında elbette Türkiye başta olmak üzere dünya çapında sosyalizmi yeniden kitlelerle buluşturmanın, onyıllar süren yalnızlığı aşmanın özlemi yatıyor. Ancak kuşkusuz bu kavuşma yalnızca pratik bir takım farklı yaklaşımlarla sağlanamaz. Bu kavuşma yöntemde ve kuramda da kuşkusuz farklı yaklaşımları, eleştirel ve özeleştirel kimi bakışları gerektiriyor. Dolayısıyla bu kitabı, siyasetle et ve tırnak ilişkisi kuran bir Marksizmin, diğer “Marksizmlerden” ayırt edileceği noktaların belirginleştirilmesi çabası olarak da okumak mümkün. Ne de olsa adım adım aynı yolda yürüyerek farklı yerlere varmak mümkün değil ve siyasetsiz, sınıfsız bir Marksizme, Soyer’in direttiği tarzda bir Marksizm anlayışından daha farklı yollardan yürünerek varılmış olmalı.

Kitlelerle buluşacak, buluştukça gerçek bir güç haline gelecek bir sosyalist alternatifi, “direttiğimiz anlamda” Marksist bir yaklaşımla inşa etmenin yarının anahtarı olacağını düşünenler için bir kılavuz olarak okunabilecek Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem, okurlarını peşinden yeni sorgulamalara ve tartışmalara sürükleyebilecek bir eser olarak mutlaka okunmalı ve yazarın hem yaklaşımları hem de itirazları okurlarca eleştirel bir süzgeçten geçirilmeli.

Ve elbette bu kitap, sınıf mücadelelerinin bağrında sınanmalı!

KÜNYE: Marksizm ve Siyaset, Yöntem, Kuram, Eylem, Can Soyer, Yordam Kitap, Birinci Basım, Aralık 2020

https://ilerihaber.org/icerik/yarin-icin-inat-ve-itiraz-marksizm-ve-siyaset-121926.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
23.01.2021- 16:54

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
28.01.2021- 06:56

Buğzetmekten hükmetmeye -   Can Soyer

İngiliz Marksist tarihçi Eric Hobsbawm, 20. yüzyılı “aşırılıklar çağı” olarak tanımlamıştı. 21. yüzyıl için “imha çağı” demek uygun düşecek. Kapitalizmin emeğe, doğaya, canlılığa, sınırlara, kaynaklara toptan biçimde saldırısının çağı.

Kuşkusuz, kapitalizmin tüm bunlara saldırısı bizim çağımızda başlamadı. Bizim çağımızın özelliği, bu saldırıların hedefinde olan değerlerin hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında ayrıştırılması, korunması, önceliklendirilmesi mümkün olmayacak ölçüde bütünleşmesi. Toplu imha, toptan yıkım, topyekûn yok ediş…

Tam da bu nedenle, günümüzde insan yaşamının her alanı, toplumsal ilişkilerin her düzeyi, doğa ve çevre ile kurulan ilişkinin her türü kaçınılmaz olarak siyasallaşmış oldu. Siyaset hiç olmadığı kadar önem kazandı, dediğimizde yeterince ifade edememiş oluruz; siyaset, hiçbir insani ve toplumsal pratiğin kaçamayacağı bir manyetik güç haline geldi. Yerkürenin kendisi de dahil olmak üzere varlık düzeninin tüm unsurları kapitalizmin toplu imha saldırısı altında ve bu saldırının esası da biçimi de siyasal.

Siyasal, çünkü dünyamızı egemenliği altına tutan sistem kendinde kapitalizm değil, kendisi için kapitalizm; yani kendinin bilincinde olan, kendi varlık koşulları konusunda aydınlanmış, doğal olarak kendisini süreklileştirmenin yolları hakkında özel pratikler geliştirmiş, haliyle bu pratiklerin icra edileceği çok çeşitli aygıtlar üretmiş bir sistem.

Bu işin bir yanı.

***

Diğer yanı, kapitalizmin toptan saldırısının muhataplarını ilgilendiriyor.

Bir zamanlar, belirli haklar için yürütülen mücadelelerin “depolitik” olmasıyla övünmek yaygındı. Bu övüncün sahipleri “siyaset yapmadıklarını” söyleyerek, uğruna mücadele ettikleri hakkın çıkarsız, sınıfsız, tarafsız bir çıplak talepten ibaret olduğunu ima ediyorlardı. Belki de içten içe, siyaset yapmıyor gibi görünürlerse kapitalist egemenliğin aygıtlarını kandırabileceklerini düşünüyorlardı.

Oysa çağımız topyekûn imha çağıydı ve hiçbir hak, talep, beklenti, hatta bunların zerresi bile özel olarak siyasallaştırılmadan, kasıtlı biçimde siyasete dökülmeden kazanılamayacaktı.

Neyse ki, şimdilerde bu depolitize performans denemeleri geride kalmış görünüyor.

Bununla birlikte, siyasetin geri dönüşü (ya da siyasete geri dönüş) yine de tam anlamıyla hakkınca gerçekleştirilmiş değil. Nasıl ki, bir zamanlar siyasetin alanı depolitik performanslarla boşaltıldıysa, şimdilerde de siyasetin alanının ahlak dizgeleriyle işgal edildiği görülüyor. Siyaset, her biri çok insancıl olsa da özel olarak siyasallaştırılmamış değerlerin, ahlaki ya da etik ilkelerin, bunlara dayanarak gerçekleştirilen vicdani protestoların, lanet okuma ve buğzetme ritüellerinin geçit törenine dönüşüyor.

Bu tür protest aktivizmler elbette büyük değer, hatta işlev taşıyor; ancak, sadece bunların icrası için özel olarak siyaset yapmaya gerek yok. Siyaset, hümanist değerleri eyleme dökmek için değil, hiçbir değerin kalıcı ve işe yarar olmasına izin vermeyen kapitalist egemenliğin yıkılması için kullanıldığında ayrıksı ve anlamlı bir etkinlik çünkü.

Belki de daha keskin bir anlatım için, Flaubert’in Duygusal Eğitim kitabının kahramanlarından Frederic’in şu sözlerine yer vermek gerek:

“Hiç kuşkun olmasın! Politikayı bilimsel olarak ele almanın zamanı gelecektir. XVIII. yüzyılın büyükleri tam buna başlıyordu ki, Rousseau’yla edebiyatçılar politikaya insanseverliği, şiiri ve başka saçmalıkları sokup Katoliklere bayram ettirdiler.”

Bayram edenler, dünyanın sırtına binip insanlığa hükmederken, muhaliflerinin insancıl değerleri vaaz etmekle oyalanmasını fırsat bilenlerdi. Karşıtlarının fırlattığı ahlakla cilalanmış mızrakları zerre kadar umursamayıp siyaseti iliğine kadar emerek iktidar sürenlerdi. Yeteri kadar lanetlendikleri için değil, sadece dolaysız zor’la tahtlarından indirileceklerini bildikleri için kendilerini güvende hissedenlerdi.

***

İnsancıl değerlerin ve özgürlükçü bir etik perspektifin önemsiz olduğunu söylemiyorum tabii; ajitasyon ve propaganda gibi çalışma alanlarında bu kaynaklardan devşirilmiş içeriklerin çok etkili olduğunu da düşünüyorum. Ancak, tüm bunların, siyasetin asli rolüne ve ona en çok gereksinim duyduğumuz pratik türüne gölge düşürmesinin yarattığı olumsuzluklara dikkat çekmeye çalışıyorum bir yandan da.

O rol, yani siyasetin asli, ayırt edici, tanımlayıcı pratiği zor’dur. Zor’un toplumsal ölçekte harekete geçirilmesidir. Kapitalist egemenliğin imha saldırılarına karşı direnirken de onun elde tuttuğu mevzileri geriletirken de gerekli olan şey, siyasetin kitleler ölçeğinde somutlaşması ve somut bir güç yaratması anlamına gelen zor’un ortaya konmasıdır.

Eğer, siyasetin asli işlevi olan zor’un somut bir toplumsal güç halinde örgütlenmesine hizmet etmiyorsa, kapitalist egemenliği işgal altına aldığı mevzileri terk etmek zorunda bırakmıyorsa; tüm uğraşlarımız en azından belirgin ve bilinçli biçiminde bunları hedeflemiyorsa siyasetten bir fayda sağlamak mümkün olmaz.

***

Antik dünyaya baktığımızda, gözlerimizi Yunan uygarlığının görkemi kamaştırır. Sözcüğün her anlamında, Yunanlar daha iyi sanatçılar, daha iyi filozoflar, daha iyi hatiplerdir kuşkusuz; ama dünyayı yönetenler Romalılar olmuştur yine de.

Virgilius’un Aeneis’te söylediğine göre bu Roma’nın yazgısıydı:

“Başkaları yumuşacık biçim vererek tunca

soluk alan heykeller yapacak, yontup mermeri

canlı yüzler yaratacak, sanırım senden iyi

savunacak davaları belki, bir pergelle

daha iyi çizecek devinimini göklerin,

bildirecek doğuşunu tüm yıldızların. Ama

sen Romalı! Sen hükmedeceksin.”

Oysa bu hükmü gerçekleştiren yazgı değil, siyasetti.

Erdemler risalesi olarak değil, dünyayı yönetmenin pratiği olarak tanımlanmış siyaset.

Bizim de ivedilikle gereksinim duyduğumuz tarzda bir siyaset.

https://ilerihaber.org/yazar/bugzetmekten-hukmetmeye-122282.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
14.03.2021- 12:09

Marks neden haklıydı? - İzge Günal

Fark etmişsinizdir, yazımın başlığı özgün değil: Terry Eagleton’ın kitaplarından bir tanesinin ismi. Eagleton, Marksizm’e yöneltilen on eleştiriyi yanıtlıyor bu kitabında. Aslında yapılan eleştiriler ne yeni ne de birbirinden farklı, hepsi yıllardır duyduğum ve özünde "Marks'ın geçerliliği kalmadı" yargısının değişik biçimlerde söylenmiş şekilleri. Gerçekten de her fırsatta bu eleştiriler gündeme gelir: Dünya savaşları oldu, Marksizm bitti; Sovyetler Birliği yıkıldı, Marksizm bitti; internet çağındayız, Marksizm bitti; işçi ücretleri arttı, Marksizm bitti; Covid-19 pandemisi var, Marksizm bitti (bu sonuncusu sanırım henüz söylenmedi); bu bitmeyen bir söylemdir. Aslında aynı savın her seferinde dillendirilmesi hiçbir şeyin bitmediğini kanıtlamakla kalmıyor; dahası, hala birilerinin uykularını kaçırmaya devam ettiğini gösteriyor.

Hal böyle olunca neden Eagleton bunları ciddiye alıp Marx Neden Haklıydı? kitabını yazmış diye merak etmiyor değilim. Aslına bakarsanız yeni üretim alanlarının çeperlerinin 1850’li yıllar İngiltere’sini anımsattığını gösteren bir fotoğraf koyması yeterli olabilirdi hatta böyle bir görüntü acaba kapitalizmin mi sonu geldi sorusunu da gündeme getirebilirdi. Bunları söylüyorum çünkü kitabı elime ilk aldığımda saçma sorulara verilecek yanıtların da aynı ölçüde sıkıcı olacağını bekliyordum ama olmadı. Yazar, Eagleton gibi bir edebiyatçı olunca ortaya güzel de bir metin çıkabiliyor: biraz ironik, akıcı, berrak… Bunları söylüyorum ama içeriği de önemli, her görüşüne katılmasam da kitapla birlikte günümüz sorunlarında Marksist bakış açısı nasıl olmalı sorusu üzerinden bir tartışmanın içine çekiliyor okur.

[img]http://ilerihaber.org/resimler/1615672876WhatsApp%20Image%202021-03-13%20at%2022.57.40%20(1).jpeg[/img]

Peki, bu tartışma Türkiye verileri üzerinden yapılabilir mi? Elbette, zaten hepimizin yaptığı da bu aslında. Ancak son aylarda basılan üç kitapta yazarlar kendi tartışmalarını okurlarla da paylaşıyorlar. Ender Helvacıoğlu Uygarlıktan Kurtulmak kitabında Marks’ın bir ekonomist olarak büyük bir toplumbilimci olduğunu tüm burjuva iktisatçılarının bile kabul ettiğini ancak bunun yetmeyeceğini, ayırt edici özelliğinin 11.Tez’deki “Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır oysa sorun onu değiştirmektir.” sözünde yattığını söylerken Can Soyer Marksizm ve Siyaset’te “Marksizm’in sadece bir düşünce akımı olarak görülmesi değil; öncelikle bir eylem felsefesi olarak okunması, düşünülmesi ve pratikleştirilmesi zorunludur” diyor. Erkan Baş’ın Yaşamak İçin Sosyalizm kitabı zaten tümüyle somut örneklerle açıklıyor bu durumu. Bu noktayı özellikle vurgulamak istedim çünkü uygulamadan koparılmış bir teorinin zaten kimseyi telaşlandıran bir özelliği kalmaz.

Resim Ekleme

Helvacıoğlu, Soyer ve Baş’ın kitaplarıyla ilgili tanıtım yazıları zaten çok yakın bir zamanda İleri Kitap’ta yayınlanmıştı.(1-3) Bu nedenle ayrıntılı bir açıklama yapmayacağım ancak her üçünün de diyalektik bir bakış açısıyla tarihsellik, sınıfsallık ve siyaset ekseninde yaklaştığını söyleyebilirim konuya.

Yaşadığımız çağın Marksizm tarafından çözümlenmeyi beklediğini söylersek elbette yanlış bir şey söylemiş olmayız. Ama eksik söylemiş oluruz: Çağımız esas olarak Marksizmin kılavuzluk ettiği devrimci eylem tarafından yıkılmayı, parçalanmayı, tarihten silinmeyi bekliyor (Soyer). Ancak Marks’ın yazdıkları “her kilidi açan altın anahtar” değildir. Marks’ın kuramını böyle okumak onu dogmalar bütününe indirgemek anlamına gelir ve 19. yüzyıl Avrupa’sında dondurur (Helvacıoğlu). Sanırım konuya bu şekilde yaklaşmak, birçok soruya önceden yanıt anlamına gelir.

Resim Ekleme

Elbette yazılanları salt teorinin ışığında yeni gelişmelerin açıklaması olarak anlamamak gerekir. Dikkatle okunduğunda aslında hepsinin çok iddialı yapıtlar olduğu görülüyor çünkü tümü Marksizmi tartışıyor ama alçak gönüllülükleri iddialı olmalarını engelliyor. Diğer yandan kuru teorik metinler de değil hiç birisi: San Tzu’dan Baudelaire’e, Jack London’a kadar uzanan entelektüel bir yolculuğa çıkartıyorlar okuru.

Resim Ekleme

Gerçekten de Marks’ın zorunluluğu daha yakıcı bir biçimde hissediliyor günümüzde: Rosa Luxemburg ‘Ya barbarlık ya sosyalizm’ diyordu. Artık barbarca bir yaşam bile kalmayabilir. Biz de bu nedenle artık sadece ‘Yaşasın sosyalizm!’ demiyoruz; geldiğimiz aşamanın en doğru ifadesi, Yaşamak İçin Sosyalizm (Baş)! Ama nasıl? Hiçbir sermaye egemenliği, salt üretim tarzının kendiliğinden işleyişi sayesinde ayakta durmaz. Her zaman ‘kendisi için’ sınıf olarak burjuvazi, kapitalist üretim tarzının genel çerçevesinin ötesinde sermaye birikimi ve emek gücünün yeniden üretim süreçlerini de özgül yollarla denetim altında tutmak zorundadır (Soyer). İşte bunun için sınıf mücadelesi diyoruz. Peki, işçi sınıfı bunun için yeterli mi? Sadece imalat sektörüne ve kol emeğine indirgenmiş bir sınıf tanımı, toplumun açık ara en kalabalık sınıfı olana, bu anlamda çoğunluk gücünü oluşturan proletaryayı dar ve küçük bir toplumsal kesime indirger. Bu haliyle, proleter siyasetin gündemleri arasında baş sırayı ittifaklar sorunu alır (Soyer). İşte tam da bu nedenle, Kapitalizmi aşmayı hedefleyen büyük pratiklerin bayrağı her zaman Marks’ın düşünceleri olmuştur (Helvacıoğlu).

Biliyorsunuz Marks, yazdıklarını sadece aydınlar okusun diye değil, esas olarak işçi sınıfı okusun diye yazmıştı. Hatta Engels ile birlikte Felsefenin Sefaleti gibi “ağır” sayılabilecek bir kitabı fabrika önlerinde sattıkları görüntüler hepimizin belleğindedir. Demek istediğim, konuları nedeniyle bu kitaplara “ağır” demeyip okumaya başlamak gerek, sonrası su gibi akıp gidecektir. Zaten Erkan Baş gençler ve işçiler okumuyorlar eleştirilerine karşı, “Ya biz onların okuyabileceği bir şey yazamıyorsak?” diyor ve çok haklı. İşte belki de bu yüzden, kendisi de Helvacıoğlu ve Soyer de okunabilir metinler yazmışlar.

Özetle, son on beş günlük okumam bana çok iyi geldi, böylesine bir birikimin olması geleceğe daha olumlu bakmamı sağladı. Ama son olarak şunu söylemek istiyorum: Bundan yedi yıl önce birileri bu kişiler hakkında "Bildiri bile yazamazlar." demişti. Kitaplarını okuduktan sonra söylenenlere gülemiyorum bile.

(1) https://ilerihaber.org/icerik/uygarlik-krizi-123236.html

(2)https://ilerihaber.org/icerik/yarin-icin-inat-ve-itiraz-marksizm-ve-siyaset-121926.html

(3)https://ilerihaber.org/icerik/sakaya-gelmez-bir-ciddiyetle-yasamak-icin-sosyalizm-123253.html


KÜNYELER:

-Marx Neden Haklıydı? Terry Eagleton, Yordam Kitap, 3. baskı, 2018. Çev.: Oya Köymen. Etiket fiyatı 28 TL.

-Uygarlıktan Kurtulmak. Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek Kitaplığı 2020. Etiket fiyatı 34 TL.

-Marksizm ve Siyaset. Can Soyer, Yordam Kitap, 2020. Etiket fiyatı 36 TL.

-Yaşamak İçin Sosyalizm. Erkan Baş, İleri Kitaplığı 2021. Etiket fiyatı 20 TL.

https://ilerihaber.org/yazar/marks-neden-hakliydi-124026.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
09.09.2021- 16:11

Marksizm ve Siyaset’e kenar notları - Ebru Pektaş


Günümüz dünyasının olağanüstü hızlı akan ve durmadan değişen gündemleri karşısında kimi zaman elimiz ayağımız bağlanmış gibi hisssediyoruz. Günün olağan ritmi “sürekli olağanüstü hale gelen bir dünyada” anlamlı bağlar kurmak, mücadeleyi bu anlam haritası içinde sürekli kılmak. Böyle olunca tozun dumana karıştığı yerde, sakin biçimde kuramsal meselelere odaklanmak hepten güç hale gelmiş gibi algılanıyor. Oysaki hayat ve mücadele çağıldadıkça yalnızca hülya ve düş değil, arayış da teori de daha davetkar hale geliyor.

Diyalektiğin bu davetkar ve kaotik kusursuzluğunda çok hikmetler olduğunu düşünüyorum.

Yine de başta sosyalistlerin sorumluluğu olmak üzere günümüz “tartışma kültürünün” çoraklığında, birbirini dinlememe ikliminde, sözünü söylemek dışında motivasyon taşımama, gerçeğe yalnızca sözünün ispatı olacak perspektiften bakma ortamında, davetin ve ısrarın daha da ileri taşınması gerekiyor.

Elbette konu kuramsal tartışma olunca öne sürülen tezleri belli bir tarihsellik içinde değerlendirmek ilk çıkış noktalarından biri olmalı. Örneğin Aklın Sol Yarısı’nın yazarı Razmig Keucheyan’a göre, Lukacs, Korsch ve Gramsci'nin öncülük ettiği, Adomo, Sartre, Althusser, Marcuse ve Della Volpe'nin de bağlı olduğu "Batı" Marksizmi, kapitalizmin istikrarlı bir seyir gösterdiği dönemde gelişmiştir. Ve bu nedenle der ki:

“Her şey bir yenilgiyle başlar. Çağdaş eleştirel düşüncelerin doğasını anlamak isteyenler bu tespiti çıkış noktası olarak kabul etmelidirler.” (1)

Perry Anderson da Batı’da Sol Düşünce’de benzer bir vurguda bulunur.

Buradan esinle, bugünün kuramsal üretimine bakarsak, kaçınılmaz biçimde izini düşürecek gerçek, dünyada kapitalizmin uzun yıllardır istikrardan uzak kaldığı ve istikrar arayışının bile tartışmalı olduğudur. Bu iz kimilerini radikal-demokrat projelere kimilerini kopuşçuluğun dışında arayışlara (müşterekler gibi) yönlendirmiş olabilir.

Ama başkaları da vardır.

Can Soyer’in Marksizm ve Siyaset’ini tam da burada konumlandırıyorum. Kitap, istikrar tutturamayan dünya kapitalizmi olarak bahsettiğimiz günümüz dönemselliğinin izlerini taşır. Ve bu yüzden Soyer, ısrarla Marksizm ve siyaset bağını öne çıkarır.

“Marx’ın zincire vurulmasının ve Marksizmin bir eylemsizlik felsefesine dönüştürülmesinin yolu, onun siyasetten koparılmasından geçiyordu. Marksizmin tek gerçekleşme biçimi olan siyaset, aynı zamanda onun canlılığının, gücünün ve sürekli gelişmesinin de koşuludur.” (2)

Dönem olarak istikrarsızlıktan bahsettik, oturmamışlıktan, sürekli kriz halinden…

Elbette günümüz kapitalizminin süreklileşen istikrarsızlığından bahsettiğimizde yalnızca emek sermaye çelişkisini işaret etmiyoruz. Aslında ekolojik yıkımdan, iklim krizinden, göçler ve savaşlardan, her geçen gün daha da keskinleşen cinsiyetli çatışmalardan da bahsediyoruz.

Dolayısıyla dev cüssesiyle tüm bu sorunların kuramsal alanda kendine ne tür “yeni” karşılıklar ürettiği, marksizm-siyaset bağını nasıl ve ne yönde etkilediği önemli.

Bu noktada Marksizm ve Siyaset kitabının üçlü sac ayağı üzerine kurulmuş yapısı (yöntem, kuram, siyaset) pek çok karmaşık konu için de “anahtar” niteliktedir. Daha açık ifade etmek gerekirse, Soyer aslında hiç ele almadığı, uzanmadığı kimi konularda bile bize “anahtar kavramları” sunmaktadır. Söz gelimi, yöntem başlığında ele alınan konular; diyalektik materyalizm, bütünlük, somut, öz-görüngü, indirgeme-indirgemecilik, dolayım, ilişki, yapı-özne vs. rahatlıkla “toplumsal cinsiyet” alanının meselelerine yorumlanabilir, yorumlanmalıdır.

Örneğin şu yorum, günümüz dünyasının türlü karmaşık meselelerini (görüngülerini) özgül bir statüye taşır:

“(…) öz ile görüngü arasındaki farkı ve çelişkiyi saptamak ilk adımdır. Ancak bu, gerçekten de sadece ilk adımdır… Bu ilk adımı takip etmesi gereken şey ise öz ile görüngü arasındaki ilişkinin özgül belirlenimini açığa çıkarmaktır. Diğer bir deyişle, özün hangi görüngüye denk düştüğünü saptamak değil, neden o görüngüye büründüğünü ortaya çıkarmaktır yapılması gereken.” (3)  

Kuram başlığında ele alınanlar saf antagonizmaları tanımlamanın ötesinde, “kuramın nasıl yığınları saracak bir güce dönüşebileceğine” odaklanmaktadır. Bu bağlamda, ölçek sorunu (toplumsal formasyon), temel-üstyapı ilişkileri, devrim ve iktidar gibi konular adına “sınıf mücadeleleri” dediğimiz ana gövdeyi sarmalamaktadır. Yine bu başlıklarda dikkat çekici olan, Batı Marksizminden günümüzün anti-kapitalist perspektiflerine uzanan zengin bir müktesebatın “ortodoksi endişesi” taşımayan bir özgüvenle ele alınmasıdır. Burada Poulantzas’tan Laclau ve Mouffe’a, Williams’tan Wood’a,Thompson’a, Hardt ve Negri’ye, Zizek’e oldukça geniş bir ufuk taraması okuyucuyu beklemektedir.

Ve nihayet siyaset başlığında ele alınanlar, “özgül bağlamı kurabilmeyi” bir sorunsal olarak inşa eder.

“Marksizmin siyasete tahvili yine de bir dolaysızlık içermez. (…) yöntem ve kuramın eyleme, diyalektiğin ve sınıf mücadelelerinin siyasete aktarımı bir tür ‘tercüme’ işlemini gerektirir. Marksist yöntem ve kuramın sahip olduğu bütünselliğin, ilişkiselliğin ve belirlenimlerin kitleleri sarması için gerekli olan tercüme, siyasetin asli işlevlerindendir. (…) Marksizmi siyasete tercüme edebilmenin ilk koşulu, onu özgül bağlamda yeniden üretmek olur.” (4)

Soyer bu başlıkta, siyasetin farklı tanımlayıcı düzeylerinin farklı stratejilere uzandığını berrak biçimde sunmaktadır. Günümüzde çeşitli örneklerine tanık olduğumuz radikal pasifizm, politik doğruculuk, duyarlılık aktivizmi gibi “strateji sefili” perspektifler sıkı bir polemikle serimlenmektedir kitapta.

Kısa kısa da olsa paylaştığım tüm bu değiniler, elbette kitabın sınırlı bir yüzünü göstermektedir.

Marksizm ve Siyaset, göz korkutan konuları okuyucuya keyifli, akıcı bir dille sunmayı başarmıştır. Soyer’in şiirsel ifadeleri, zengin imgelem ve metaforları, edebiyata, mitolojiye uzanan epigram ve göndermeleri iştah kabartmaktadır…

Daha ayrıntılı bir tartışma bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Kaldı ki Marksizm ve Siyaset, adından da kendini duyurduğu gibi büyük bir işe girişmiştir. Bu nedenle, birkaç hamlede yutulamayacak kadar kompakttır. Tekrar ve tekrar okumak, farklı farklı bağlamlarda ele almak gereklidir.

Kaynakça

1- Razmig Keucheyan, Aklın Sol Yarısı, Çeviren: Selen Şahin, İletişim Yayınları (2016), s.19

2- Can Soyer, Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem, Yordam (2020), s.18

3- Age, s.45

4- Age, s.238

https://ilerihaber.org/yazar/marksizm-ve-siyasete-kenar-notlari-129934.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]