Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Metin Çulhaoğlu İLERİhaber'deki bugünkü yazısının başlığını ''Siyasal İslam'a karşı laikçi bir yazı!'' koymuş. Önemli bir yazı, belki birkaç kez okunması ve üzerinde de biraz olsun kafa yorulması gereken bir yazı olduğunu söyleyebiirim. Ve ayrıca bu yazıdan tartışılabilir bir kaç başlık da çıkarılabilir ve onlar üzerinde de yorumlar yapılabilir. Onun için yazının başlığını ''laikçi bir yazı(!) olmanın ötesinde çok şey'' koydum. Zaman zaman -tabi unutulup gitmezse- tekrar tekrar yorumlanabilir.

Önce, yazının bitiş cümleleri üzerinde durmalı. Şöyle söylüyor Metin Çulhaoğlu ustamız:

''1960’lı yıllarda TİP Genel Başkanı M. Ali Aybar ülkede sosyalizmin geleceğine ilişkin olarak “maya tuttu” derdi.

Bugün ise Türkiye’de iktidarda olup olmamasından, kimin tarafından temsil edildiğinden bağımsız, “mayası tutmuş” bir dinci gericilik vardır. Adını ne koyarsanız koyun, Türkiye’nin ileriye yönelmesini isteyen ve bunun mücadelesini veren her oluşumun ikirciksiz mücadele etmesi gereken bir hasımdır.

“Oryantalizm”, “İslamofobi” ya da “laikçilik” gibi etiketlemelerle küçümsenemeyecek bir hasım… ''


Sadece “Oryantalizm”, “İslamofobi” ya da “laikçilik” gibi etiketlemelerle küçümsenemeyecek bir hasım'' olmanın ötesinde   AKP trollüğü veya ajanlığı olarak nitelenebilecek bir durumun yaşanıyor olmasını da hesaba katmak gerekiyor, diye düşünüyorum. Çulhaoğlu yazısında konuyu   enine boyuna ele almış, iç ve dış koşullardan söz etmiş, ayrı bir konu, ama en dar anlamda da olsa AKP'ye ve yarattığı iklime karşı durmayan
ve bu iklimi yaratanlarla mücadele etmeyi stratejisinin merkezine oturtmayan bir kişi veya anlayışın özellikle sanalda kendini solcu-sosyalist ve hatta enternasyonalist komünist olarak nitelemesini kuşkuyla karşılamak gerektiğini ısrarla savunuyorum. İki temel nedeni var bu durumun, ya cehaletin dibi, ya da   köylü kurnazlığına soyunma... İkisinden de sakınmalı...

Evet, ikisinden de sakınmalı...Bu cehaletle solcu falan olunmaz, cehaletin böylesini derinliğine varılmayan Lenin alıntıları da kurtarmaz. İkincisi, biraz yakından bakıldığında ve eğer sadece bir büyük cehalet olarak da nitelemeyeceksek, bu köylü kurnazlığının AKP yandaşlığından başka nasıl bir işlevi olabilir ki? Devletin sınıfsal niteliğini öne çıkarmak ve o gerekçeyle AKP'ye ve AKP'nin yarattığı bu gerici iklime dolaylı yoldan   da olsa bir destek vermek sanalda AKP trollüğü gereği olamaz mı? Ya da AKP ajanlığı?   ( Açılımı bu linkte var: https://www.solpaylasim.com/k8206-12-eylul-ve-uc-tanik-.html )

Dediğim gibi, Metin Çulhaolu'nun yazısının içinden enine boyuna   tartışılması gereken pek çok başlık çıkarılabilir. Bunlardan bir tanesi de yazıda ele alınan konunun yani içine yuvarlandığımız karanlığın doğrudan AKP ileri gelenleri ( örgütü-anlayışı) tarafından mı yürürlüğe konduğu, ya   da ( biraz da sınıfsal referans merak ve alışkanlığıyla diyelim) bizzat ve doğrudan sermaye devletinin zorunlu bir dönüşümü olarak mı niteleneceği sorusudur. Kişisel yorumum, sosyalistlerin -haklı olarak- hemen her konuyu sınfsal bir zemine oturtma anlayışlarının   siyasi iktidarların iradi çabalarını ört bas edecek şekilde yorumlanmasının üye ve sempatizan kitle üzerinde olumsuz bir tavrın ortaya çıkmasına neden olduğu şeklindedir. Ve bu tutumun da son kertede yarardan çok zarar getirdiği yönündedir. Evet, son kertede böyle olmaktadır ve toplumun öncüsü olmak iddiasında bulunanlar bu halleriyle toplumun gerisine düşmektedir. Yaşanan süreçleri de bir bütün olarak kavrama konusunda sorunlar yaşanmakta ve hatta algılama güçlüğü ortaya çıkmaktadır.

Çulhaoğlu ustanın yazısını da ekleyelim, sonra devam ederiz.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
14.09.2021- 07:10

Siyasal İslam’a karşı ‘laikçi’ bir yazı! - Metin Çulhaoğlu

Rejimin, özellikle Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla birlikte ağırlık kazanan din bağlantılı çıkışları, Diyanet İşleri Başkanı’nın 6 Eylül’de yaptığı konuşmayla yeni bir safhaya ulaştı. Erbaş’a göre belirli çevreler, “inanç sokakta olmasın insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın” diye ortalığı ayağa kaldırıyormuş.

Laiklik karşıtlığı bu kadar açık dillendirilemezdi…

Peki, neyin işareti saymak gerekir?

Bu çıkışın ardında, Türkiye’ye şeriatı getirme gibi nihai sayılabilecek ve gerçekleşmesi pek mümkün görünmeyen bir hedefi önceleyen başka siyasal hesapların yattığı söylenebilir. Bu hesaplardan biri dışarıya (batıya) diğeri ise içeriye yönelik görünüyor. Dışarıya yönelik hesapta rejim, Taliban ve IŞİD gibi oluşumlar tarafından temsil edilen İslam’ın kontrol altında tutulması açısından Türkiye’nin biraz daha “İslamlaştırılmasının” zorunlu olduğu ve bunun anlayışla karşılanması gerektiği mesajını vermektedir.  

Başka bir deyişle, bölgede “ılımlı” İslam’la öncülük yapma projesi tutmadığından bu kez “o kadar da ılımlı olmayan” başka, ama batı açısından gene işlevli sayılabilecek bir İslam önerilmektedir.  

İçe dönük hesaba gelince:

Rejim, kendi dönemi sonrası için tercih edeceği, yarın muhalefete düştüğünde etinden de sütünden de yararlanabileceği bir ortamı bugünden yerleştirme niyetindedir. Bununla kastettiğimiz, dinselliğin, bugün muhalefette olan partilerden özellikle laiklik iddiası taşıyanların da kabul edecekleri/etmek zorunda kalacakları noktalara kadar taşınmasıdır. Erbaş’ın sözlerine “Allah’ın izniyle” iktidar olacaklarını söyleyenlerden bir eleştiri geldi mi, tam bilmiyorum. Ama şöyle bir eleştiri herhalde çok “yerinde” olurdu: “Biz inanç sayın Erbaş’ın dediği yerlerde hiç olmasın demiyoruz, oralarda da olsun, ama şöyle değil de böyle olsun…”

Kısacası, dinsel inancın Erbaş’ın dediği yerlerde hiç olmaması gerektiğini açıkça söyleyebilecek bir muhalefetin çıkmaması, “ortam yaratmada” alınan mesafenin bir göstergesi sayılmalıdır.

***

Konu açılmışken “Türkiye ve İslam” bağlamında özellikle sosyalistlere yönelik iki hatırlatma yerinde olacak.

Birincisi: Din antropolojisi ve sosyolojisi bize belirli bir dinin tarihsel-toplumsal kökenleri, dayandığı halk temeli, geçirdiği evrim, oturduğu “rasyonalite” vb. hakkında zengin bilgiler verebilir. Ama dinsel/din temelli siyaset bambaşka bir alandır.   “Zenginlik”, iş siyasete döküldüğünde mutlaka daralacak, katı ve bağnaz kurallardan oluşan bir kateşizme (ilmihalciliğe) dönüşecektir.

Kısacası, Siyasal İslam diyorsak bunun “ılımlısı” falan olamaz, olmayacaktır…

İkincisi: Sosyalizm dahil olmak üzere modern ideolojilerin her birinin zamandan ve mekandan bağımsız ele alınabilecek kendi sınırları, gidilebilecek kırmızı çizgileri, içsel frenleri vardır. Bu nedenle modern ideolojiler kendi uçlarına ve bu uçların çerçeve dışı aşırılıklarına karşı eleştiri ve reddiye imkanlarına sahiptir. Örneğin bir sosyalist kendi kurucu ilkelerinden hareketle uvriyerizme, “çocukluk hastalıklarına”, anarşizme, vb. set çekebilir.

Dinci ideolojide, bu arada Siyasal İslam’da ise bu yoktur.

Siyasal İslam’da “ılımlı” görünen ne varsa hepsi zamanın ve mekanın gerektirdiği zorunluluklardandır; yani İslamiyet’in kendi “özünden” kaynaklanmamaktadır.

***

Son olarak:

1960’lı yıllarda TİP Genel Başkanı M. Ali Aybar ülkede sosyalizmin geleceğine ilişkin olarak “maya tuttu” derdi.

Bugün ise Türkiye’de iktidarda olup olmamasından, kimin tarafından temsil edildiğinden bağımsız, “mayası tutmuş” bir dinci gericilik vardır. Adını ne koyarsanız koyun, Türkiye’nin ileriye yönelmesini isteyen ve bunun mücadelesini veren her oluşumun ikirciksiz mücadele etmesi gereken bir hasımdır.

“Oryantalizm”, “İslamofobi” ya da “laikçilik” gibi etiketlemelerle küçümsenemeyecek bir hasım…

https://ilerihaber.org/yazar/siyasal-islama-karsi-laikci-bir-yazi-130135.html







     

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]