Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Metin Çulhaoğlu'nun İLERİ'deki Salı yazısının başlığına küçük bir ek yaptım. Bence bu yazıdan bile bilimsel sosyalizmin ne olup ne olmadığına ya da nasıl anlaşılması ve hatta daha doğrusu nasıl anlaşılmaması gerektiğine ilişkin birşeyler çıkartılabilir.


Öyle sanıyorum.

***
Cin şişeden çıktıktan sonra…

İnsanların sosyalizme inanması, bu düşüncenin kendine özgü yetkinliğine güvenmesi elbette iyi bir şeydir. Ancak, sosyalizmin, insanlık tarihinde ileri ve gelişkin denebilecek ne varsa hepsinin geçmişteki cisimleşmesini kökünden kazıyıp her birinin yerine yeni ve bambaşka şeyler getirebileceği ya da getirmesi gerektiği düşüncesi doğru değildir.


Metin Çulhaoğlu

 
AKP iktidarının ilk yıllarında “dinci gericilik” ve “siyasal İslam” gibi başlıklar gündeme geldiğinde belirli bir umursamazlık ya da rehavet solun liberal eğilimleri olmayan kesimlerinde bile göze çarpıyordu.

Nedenleri ya da “gerekçeleri” ayrı…

Bugün durum (çok şükür) böyle değil; ama gene de bu konuda belirli bir “tutukluktan” söz etmek mümkün. Bu “tutukluğun” nedenlerine de hiç girmeyeceğiz; “gereksiz polemik” sayılabileceği için…

O zaman görüşlerimizi “polemik sayılamayacak” bir yoldan anlatmaya çalışalım.

ÖNCE HİPOTEZLER


1. Türkiye’de faşizm ister bir tehdit ister bir süreç ister fiili durum olarak tanımlansın, bu faşizmin ağır basan öğesinin siyasal İslam olmaması bundan böyle mümkün değildir.

2. Türkiye’de faşizm kuşkusuz milliyetçi-şoven öğeler de barındırır/barındıracaktır; ancak bu faşizmin temelde seküler ağırlık taşıması mümkün görünmemektedir. Bu iş çok önceleri “Hira Dağı-Tanrı Dağı” tartışmasında ikincisinin marjinale düşmesiyle bitmiştir.

3. AKP siyasal bir parti olarak erise, tükense, bitse bile siyasal İslam ya da radikal İslam toplumda ve siyasette kendine marjinal denemeyecek bir yer edinmiştir; öyle ya da böyle kendine siyaset sahnesinde ağırlığı olan başka temsilciler bulacaktır (*).

4. Bugünkü dünyanın ve Türkiye’nin, mevcut burjuva egemenliğinde ve onun çizdiği sınırlar içinde yeni bir aydınlanma hamlesi yaşaması da hiç mi hiç mümkün görünmemektedir. Tersine, eğilim, merkezdeki seküler kurumsallaşmanın seküler olmayan öğeleri daha fazla içine alması yönündedir.

5. Türkiye kapitalizminin ve ülkedeki sermaye sınıfının, örneğin kadınların araba kullanmasına yasak getirilmesi gibi kimi uygulamalar dışında, siyasal İslam’la peşin kan uyuşmazlığı olduğu söylenemez.

Adı üstünde, “hipotez” dedik, yani hepsi tartışmaya açıktır; şimdi, bizce tartışma konusu olmaması gereken kesinliklere geçebiliriz.

'LAİKLİK' NEDİR?

En kısa tanımıyla aşağıdaki özelliklerden söz edebiliriz:

1. Dinin kurumsal gücüne ve iktidarına meydan verilmemesi.

2. Dinin kamusal ve siyasal yaşama nüfuzuna meydan verilmemesi.

3. Dinin, yurttaşın gündelik yaşamına dayatıcı kurallar getirmesine meydan verilmemesi.

Bu kadarı yeterlidir. Bu işin tarihsel, sosyolojik, antropolojik, vb. detaylarını ve boyutlarını isteyen istediği gibi irdeleyebilir. Ama can alıcı ve güncel soru ortadadır: Az önce sıralanan üç maddenin her birinin tersi günümüz Türkiye’sinde bir sorun mudur değil midir, sorunsa, bu alanda mücadele verilmesi gerekli midir, değil midir?  

***

İnsanların sosyalizme inanması, bu düşüncenin kendine özgü yetkinliğine güvenmesi elbette iyi bir şeydir. Ancak, sosyalizmin, insanlık tarihinde ileri ve gelişkin denebilecek ne varsa hepsinin geçmişteki cisimleşmesini kökünden kazıyıp her birinin yerine yeni ve bambaşka şeyler getirebileceği ya da getirmesi gerektiği düşüncesi doğru değildir.

Cumhuriyet dendiğinde böyledir, demokrasi dendiğinde böyledir, aydınlanma dendiğinde böyledir, kamuculuk dendiğinde böyledir, kadının kurtuluşu dendiğinde böyledir ve nihayet laiklik söz konusu olduğunda da böyledir.

Bu terimlerin hala bir anlam ifade ettiğini düşünenler için ekleyip bitirelim: “Bilimsel sosyalizm” ile ütopyacı sosyalizmin kalın ayrım çizgilerinden biri de buradadır.

(*) Bu hipotez, Deva, Gelecek ve Saadet gibi partilerin, 1950’lerle birlikte şişeden çıkmaya başlayan ve bugün bayağı ete kemiğe bürünen cini isteseler bile yeniden oraya sokamayacakları şeklinde de okunabilir.

https://ilerihaber.org/yazar/cin-siseden-ciktiktan-sonra-142516

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
07.07.2022- 05:45

Bilimsel sosyalizmin ne olup ne olmadığı elbette önemlidir. Sosyalizmin Marks'tan çok daha önce kullanımda olduğu da bir gerçektir. Sosyalizme bilimsel bir temel hazırlayanın da Marks oduğu ve bu yüzden Marksist sosyalizmin diğer sosyalizm yorumlarından farklı olarak   bilimsel bir nitelik kazandığı da tartışmasız bir doğrudur. Peki bu ne anlama geliyor; bilimsel sosyalizmin kuramsal açılımlarını -doğru yanlış- sürekli yinelemek kendini Marksist olarak tanımlayan birinin bilimsel sosyalizme inandığı ve onu anlayarak, kavrayarak gereklerinini de yerine getirdiği anlamına gelebilir mi?

Hatırlıyorum, Türkiye'de Cumhuriyet aydınlanmasına, Atatük ve silah arkadalarına bir gerici gibi, bir dinci gibi düşman olan bir arkadaşımız vardı, bu sözde sol, sosyalist ve enternasyonalist forumlarda. Hepsinde yazmaya çalışır, ve tıpkı bir liberal ve hatta bir iflah olmaz gerci gibi laiklik başta olmak üzere cumhuriyetin tüm kazanımlarına düşmanlık etmekten hiç kaçnmazdı. Karşılığını da bir şekilde alırdı. Bu forumlarda egemen olan Kürt ulusalcılığının siyasal çizgisini savunanlardan bol bol teşekkür ve ''like'' da alır, siyasal izgisini de ''enternasyonalist komünist'' olarak tanımlardı. Cumhuriyetin ve özellikle laikliğin bu coğrafyada çok daha anlamlı olduğu bir solcunun bu gerçei hi yadsımaması gerektiği konusundaki ifadelere burun kıvırır, çoğu kez de anlamaz ve ''burjuva laikliği yıkıp sosyalist laikliğ kuracağız'' falan demeye çalışırdı. O dönemin ikliminden etkilenir, liberal tezleri, liberal yaklaşımları aklınca sola-sosyalizme boyayarak enternasyonalizm adı altında pazarlamaya çalışırdı. Yalnız da değildi: bu saçma sapan ve anlamsız, tutarsız ifadelerini besleyen saçma sapan bir iklim de egemenlik kurmuştu   ve işin kötüsü o dönemin o forumlarında bu absurtluk sosyalizm, enternasyonalizm olarak savunulmaya çalışılırdı. Çok yineledim. o absurtluğa karşı çıkanlar da hep ''ulusalcı'', ''sosyal şoven'' ve hatta neo-faşist olarak yaftalanırdı. Bu yaftalamalardan da en çok bilindiği gibi TKP nasibini alırdı.

Sözü şuraya getirmek istiyorum. AKP'nin iktidara geldiği 20 yıldan bu yana önemli etkilerinden biri de liberal tezlerin sola-sosyalizme bir kama gibi girebileceği bir iklimi yaratmış, büyütmüş olmasıdır. Bugün laiklik konusunda ciddi kaygıların varlığı, cemaat ve tarikatların ülkenin hemen hemen her kurumuna, siyasal ve toplumsal yaşamına girdi yapması durup dururken ve sadece liberallerin etkisiyle ve AKP eliyle gerçekleştirilmedi. Samimi sol, sosyalist unsurların da bu sürece katkısı büyük oldu. Sözde sol, sosyalist ve enternasyonalist forumların da katkısını yabana atmamak gerek. Onlar da yönetimlerindeki sözde ''enternasyonalist'' ve ''Blankist komünistler''in yönlendirmesiyle bilimsel sosyalizmin iğdiş edilmesi konusunda ellerinden geleni yaptılar. AKP öncülüğünde gerçekleştirilen ''türbana özgürlük'' mitinglerin amacının çok farklı olduğunu sonuçta bu sürecin laikliğin ortadan kaldrılmasına kadar vardırılacağını bir türlü anlayamadılar.. Konunun bir genç kızın, bir kadının başını örtmesi olarak alınamayacağı, solcuların insanların giyim kuşamlarıyla ilgilenmeyeceği,ama ortada sinsi bir planın işlediği gerçeği...-onlar anlamadı, belki biz anlatamadık!

Sonuç şöyle bir şey oldu, bilimsel sosyalizm sağda solda ve özellikle troçkist sitelerde bulunan bir kısım alıntıları sürekli yinelemek, anlamadan etmeden üzerlerinde tepinmek olduğu algısı yaygınlaştı. Liberal-gerici düşünceler bir süzgeçten geçirilmeye çalışılıyor ve sözde sol-sosyalist kılıflarla bu sözde sol forumlarda enternasyonalizm adı altında pazarlanıyordu. Kimisi cehaletin dip yapmış halini benimseyen tiplerden farklı bireyler değildi, kimisi troldü, sanalda sola sızmaya çalışan ve trol denilen ve hatta içlerinde ajan provakatör potansiyeli taşıyanlar da olması muhtemeldi. Ama hitap ettikleri genç sempatizanlar üzerinde etkili oldukları da bir gerçekti. Siyasal alanda her türlü gericiliği, sola aykrılığı savunduktan sonra sağda solda bulunan bir alıntıyı yinelemek solcu-sosyalist ve özellikle enternasyonalist olmak anlamına geliyordu.

Ve uzunca bir zaman da böyle oldu.
Şimdilerde de etkisi sosyal paylaşım sitelerinde sürüyor.

Sözgelimi demokrasinin bir sosyalist için hiçbir önemi olmadığını savunan keskin sosyalist pozlarında militanlarımız var. Açıklama becerisi olmadığında hiç sıkılmadan ''biraz Lenin oku'' demekten kaçınmıyorlar. Okuduklarının bu sanal paylaşım sitelerinde dolaştırılan bir iki cümlelik Lenin alıntılarından öteye gitmediğini kendilerinin bile biliyor olmasına rağmen...

Çulhaoğlu'nun şu cümlesi o kadar önemli ki: ''...sosyalizmin, insanlık tarihinde ileri ve gelişkin denebilecek ne varsa hepsinin geçmişteki cisimleşmesini kökünden kazıyıp her birinin yerine yeni ve bambaşka şeyler getirebileceği ya da getirmesi gerektiği düşüncesi doğru değildir.''

Ama sorunumuz, sadece ''yanlış bilmek''le ilintili de değil gibime geliyor. Başka bir şey var. Örnekse, bir solcunun demokrasi ile faşizm konularında ''ikisi de aynı'' demeye getirmesini ve bu yönde yorumlar karşısında sessiz kalmasını veya destekleyici tavırlar göstermesini kabul edebilmek mümkün değil. Hele bir de sağda solda demokrasinin sııfsal içeriğnin ne olduğuna ilişkin bir iki cümle de duymuş veya okumuşsa ''ikisi de aynı'' tavrından öteye geçememesi başlıbaşına bir büyük sorun değil mi? Böyle olduğunda solculuk böyle bir zihinsel yapılanma olarak algılandığında elbette ''burjuva laiklik'' de tıpkı gericiliğin savunduğu gibi yıkılması gereken bir anlayış haline gelecektir. O kadar çok örnek verilebilir ki. Bir sosyalist aydınımızdan (!) duymuştum, sanırım bir 78'liler toplantısıydı ve ilginçtir Kadıköy NHKM'de gerçekleştirilmişti, gericilere karşı olma, onlarla mücadele etme konusuda neredeyse kayıtsız kalmayı öğütler gibi bir hali vardı. ''ne de olsa onlar da devlete karşı savaşıyorlar''mış!

Sosyalizmin toplumsal alanda bir güç olabilmesinin yolu daha donanımlı bir üye ve sempatizan bireylere sahip omaktan geçiyor. Bu konuda eksiklerimiz çok fazla. Ve sanki partilerimizin işleyiş biçimi, demokratik merkeziyetçilik konusu   yukarıda alınan kararları yerine getiren bir alışkanlık yaratmaktan öteye de gitmiyor. Zihinsel bir tembellik ve alışkanlık yaratıyor bu durum. Parti bünyesinde daha farklı düşünce ve eğilmlerin olması , parti işleyişini çok da zaafa uğratmayacak çeşitlilklerin varlığı üye ve sempatizan kesimlerdeki bu zihinsel tembelliğin önüne geçebilir ve siyasal ve toplumsal olgular karşısında daha donanımlı, daha hazırlıklı sosyalist bireyler ortaya çıkarabilir mi?

Açıkçası bilmiyorum.





Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]