Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan
02.11.2013- 22:45

Sertlik derecesi/Metin Çulhaoğlu

İnsanların sinirlenip öfkelendikleri, bunun başkalarınca normal karşılandığı pek çok durum vardır.

Örneğin, çevredeki birinin kabalığı, trafikteyken bir başka sürücünün açık hatası, elektrik kesintisi, suların akmaması, uçağın geç kalkması, bir konserdeki gürültü ve konuşmalar ve başka pek çok durum normal olarak insanı sinirlendirir.

Neticede, gündelik yaşamda insanı sinirlendirici pek çok durum ortaya çıkar. Böyle durumlara sinirlenen kişilere kimse kalkıp "amma da huysuz herif" demez, normal karşılar.

Ancak, sinirlenme hakkının insandan esirgendiği bir alan vardır: Sol siyaset...

Evet, sol siyaset söz konusu olduğunda insanların her durum ve koşulda sinirlerine hâkim olması esas sayılır. Kim ne derse desin, sinirlenmeyeceksiniz; abuk subuk laflar karşısında sükunetinizi koruyup işin aslını tatlı bir dille anlatmaya çalışacaksınız; ahmakça çıkışlara rastladığınızda bile "onu bu hallere bir koyan vardır" empatisiyle karşınızdakini zinhar hor görmeyeceksiniz...

"Sen darbecisin..."

"Bak kardeşim, "darbe" dediğin şey şudur; oysa biz"

"Düpedüz milliyetçisin..."

"İstersen tartışabiliriz; tarihsel açıdan bakıldığında milliyetçilik bir ideoloji olarak burjuva devrimleriyle birlikte şekillendikten sonra..."

Bunlar bir yapılır, bilemedin iki yapılır; ama sonra ne fren tutar ne de herhangi bir frene gerek vardır.

"İnsanlık hali" falan değildir, düpedüz siyasetin gereğidir.

Biz misyoner miyiz?

* * *

Burada kuşkusuz küfrün, kişilere hakaretin, bel altı vurmaların normal sayılması gerektiğini söylemiyoruz. Sadece ve sadece, sözel şiddetin soldaki tartışma ve polemiklerde belirli bir yeri olduğunu vurguluyoruz. Önemli bir ekle birlikte: Bu şiddet, işin içinde insanın ve onun hallerinin olmasından kaynaklanan, "keşke olmasa, ama oluyor işte" denebilecek bir öğeden ibaret değildir; aynı zamanda bir gerekliliktir...

Çünkü sol siyasette sözün gideceği adres, akademi dünyası ya da herhangi bir "jüri" değil halk, sözün amacı da yetkin ve olgun kılma değil farkındalık yaratma, ayırdına vardırma ve duyarlılaştırmadır. Eğer buysa, en kritik noktaların özellikle vurgulanması, başkalarına muğlâk gibi görünen ayrım çizgilerinin belirtik kılınması ve henüz yeterince önemsenmeyenin ön plana çıkarılması zorunluluktur.

Etimolojik kökeniyle şiddeti "güç tatbiki" ve "keskinlik" olarak tanımlarsak, sözel şiddeti gerektiren bir zorunluluk...

Peki, bir gereklilik olarak sözel şiddet kullanımını basit ve insani "sinirlenme" ve "öfkelenme" durumlarından nasıl ayırt edeceğiz?

İşin en başında sinirlenme ve öfkelenme varsa, doğaldır ve yanlış olan bir yanı yoktur. Önemli olan, bu duyguların "terbiye edilmesi", ilk hallerinden gerçek anlamda sözel şiddete dönüştürülerek öyle yansıtılmasıdır.

Terbiyeyi ve nezaketi siyasete ve üsluba yansıtmak bir erdem sayılabilir. Ancak şu da unutulmamalıdır: Düşüncesindeki keskinliği ve kararlılığı siyasetine ve üslubuna hiç mi hiç yansıtmayan insandan da hayır gelmez.

Bu söze "ama ben bir aydınım" diye karşı çıkacaklara: Böylelerinden aydın da olmaz...

Burada isim vermeye gerek yok; dünyada ve Türkiye'de, geçmişte ve günümüzde "aydın" saydığınız kimler varsa onları aklınıza getirin.

Sözel şiddete hiç başvurmamış bir tanesini bile gösterebilir misiniz?

* * *

Son bir not daha:

Genişleme ihtiyacının, kullanılan dilde belirli bir esnemeyi ve yumuşamayı dayattığı düşünülebilir.

Ancak işin başka bir boyutu da vardır.

Her genişleme, tanım gereği görece "daralmış" bir karşı tarafı varsayar.

İşte, bu "daralmış" karşı tarafı hedef alan sözel şiddet, genişlemenin tarzı ve üslubu olduğu kadar onun bir aracıdır da

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]