Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Yeni dönem, yeni ihtiyaçlar ve TİP’in stratejisi - EŞİKTEKİ SOSYALİZM

Önümüzdeki dönemin aslında çok da yeni olmayan ihtiyacı, toplumsal mücadele alanlarının güçlendirilerek kitlesel sosyalist partiyle buluşmasıdır.
 
Burak Çetiner

Resim Ekleme

Bu yazı, seçimlerin hemen ertesinde Laborans’ta yayınlanan “Sosyalistler 14 Mayıs’tan Ne Çıkarmalı?” başlıklı yazının bir devamı niteliğinde, daha doğru bir ifadeyle o yazıda değinilip geçilen konuların biraz daha derinlemesine incelenmesi olarak görülebilir. [1] Laborans’ta yer alan seçim değerlendirmesinde şu tespiti yapmıştık: ”Bütün bu tablodan çıkarabileceğimiz tek bir sonuç olduğuna inanıyoruz; Sosyal hareketler olmadan seçmen davranışlarında ve siyasi tabloda ciddi ve kalıcı bir değişiklik mümkün olmuyor” Benzer bir vurguyu Can Soyer’in yazısındaki şu ifadelerde de görmek mümkün: “…radikal muhalefetin kendi değerlerini eskiyi değil yeniyi temsil eder bir içerik ve tarzla toplumsallaştırmasının, buna yaslanan bir siyasal mücadele programının etkinliğiyle bir tür ‘hegemonya’ inşa etmesinin hem gerekliliğini hem de bu inşa edilemediği takdirde iktidar blokunun çözülmesine bir katkı koyamadığını gördük.” [2]

Ancak, her iki yazıda da toplumsal mücadele dinamiklerinin nasıl geliştirileceği ve örgütleneceğine dair derli toplu bir stratejinin ve atılacak öncelikli adımların yeterince tartışılmadığını söyleyebiliriz. Tabii ki bu tartışmayı siyasal bir öznenin merkezinde yer aldığı bir bağlamda sürdürmek gerekiyor. Burada bahsettiğimiz özne ise bir bütün olarak Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan sosyalist yapılar ve özelinde ise Türkiye İşçi Partisi’dir. Kitlesel bir sosyalist partinin toplumda kalıcı bir dönüşüm yaratması için üstlenmesi gereken görevleri somutlamaya ve bütünlüklü bir strateji tartışması açmaya çalışacağız. Bunu yapabilmek için TİP’i tarihsel süreklilik içerisinde ele almak, kuruluşundan seçim sürecine kadar geçen dönemin özeleştirel bir değerlendirmesini yapmak gerekecektir.

Bugünden bakıldığında kuruluşunda az sayıda kadroyla parti inşa sürecine başlayan, yüzünü başta işçi hareketi olmak üzere diğer toplumsal mücadelelere dönmeye çalışan fakat bu alanlarda henüz ciddi mevziler de kazamamış bir partiden söz ediyoruz. Özellikle pandemi döneminde yaygınlaşan dayanışma ağı faaliyetleri, tüm ülkeyi sarsan 6 Şubat depremi sonrasında hızlıca inşa edilen “Asi Yaşam Merkezi” gibi pratiklerle halkın öz örgütlülüğüne mütevazi katkılar sunmaya çalışan bir parti örgütlenmesi mevcut. Bu örnekler yeterli olmamakla birlikte TİP’in hedeflediği toplumsal örgütlenmeleri göstermek bakımından önemli örnekler teşkil ediyor. Buna ek olarak gençlik hareketinde Boğaziçi Direnişi sürecinin taşıyıcı özneleri olan, sonrasında sol içi tartışmalar ve birçok başka etken yüzünden atıllaşan üniversite dayanışma ağlarını da ekleyebiliriz. Bunlar yeni dönemin yeni ihtiyaçları için yakın dönemden bulabileceğimiz “eski” örnekler. Bu örnekleri bir kenara not ettikten sonra biraz da eksik bırakılangeliştirilmesi ve dönüştürülmesi gereken noktalara odaklanabiliriz.

Seçim süreci resmi olarak iki aylık bir süreci kapsasa da tüm ülkenin gündemini neredeyse bir yıldan uzun bir süredir meşgul eden, her bir toplumsal mücadelenin ve siyasal hesaplaşmanın düğümlendiği bir dönem olarak önümüze çıktı. Seçim sonuçlarının da açıkça gösterdiği üzere murat edilen bu siyasal hesaplaşma bir süreliğine ertelendi ve Saray Rejimi gücünü tahkim ederek, otoriter yönetim pratiklerine devam ediyor. Bu siyasal atmosferde TİP’in bir kitlesel sosyalist parti olarak kendini inşa süreci de ister istemez parlamento ve seçimler üzerinden, milletvekillerinin gerek mecliste gerek basında gerçekleştirdiği konuşmalarla ilerletildi. Bu süreç boyunca, parlamento grubunun etkin faaliyeti ve partinin seçim siyasetinin sosyal medya aracılığıyla toplum nezdinde kitlesel bir desteğin sağlanmasıyla kısa sürede TİP’in birçok alanda büyüdüğünü, etkisini nicel ve nitel olarak artırdığını gördük.

Seçim odaklı yürütülen bu siyaset tarzının birçok dezavantajı olmasına rağmen, topyekün reddedilmemesi gereken bir yöntem olduğunu, bilakis inşa edilmesi hedeflenen soldan bir “ideolojik hegemonya”nın başat olmasa bile önemli unsurlarından biri olduğunu belirtelim. Ancak esas mesele tam da bu noktada başlıyor. Yukarıda bahsedilen yöntemlerle yani merkezi araçlarla hızlıca büyümüş, on binlerce üyesi olan bir partinin önünde duran en zorlu ve birincil görev kadrolaşma ve bu kadroların en etkili şekilde kullanılmasıdır. Bu görevin başarılması için siyasal stratejiye uygun örgütsel araçlar yaratılmalı, demokratik-merkeziyetçilik doğru bir şekilde işletilmeli, yerel-alan örgütlerine gerekli inisiyatifler verilmelidir. Ancak kitlesel sosyalist partinin yeni dönemdeki başarısını ya da başarısızlığını esas belirleyecek olan siyasal stratejisidir. Hepimizin çok iyi bildiği gibi örgütsel sorunlar siyasal sorunlardan ayrılamaz ve bütünlüklü şekilde ele alınmalıdır. TİP’in örgütsel başarısını sağlayacak olan siyasal stratejisinin mücadeleci bir programla tamamlanmasıdır.

Partinin öncelikli stratejisini kabaca tanımlamak gerekirse; grevler, direnişler örgütleyen işçilerin, feminist harekette yerleşik hale gelecek kadınların ve elbette gençlik içerisinde bulundukları alanı (üniversite ve mahalleri) örgütleyen genç partililerin mücadele alanlarında gelişerek, deneyimli kadrolara dönüştürülmesi asli ihtiyaçlarımızdan biridir. Bir başka deyişle, önümüzdeki inşa sürecinde parti “büyük siyasetle” ya da parlamento faaliyetleriyle sınırlı kalmamalı; alan örgütlenmelerine önderlik edecek bir pozisyonun TİP’li kadrolar tarafından yaratılmasıyla somut pratiklerle sürekli yeniden üretilecek bir mücadele programını hedefine koymalıdır.

TİP bugüne kadar Saray Rejimi’ne karşı yürüttüğü etkili muhalefetini istikrarlı bir şekilde sürdürmüş olsa da alan mücadelelerinde devinen emekçileri, toplumsal grupları örgütleyen bir pratikten beslenmeyi henüz başaramamıştır. Bu hedefi gerçekleştirmek için hem ekonomik hem de demokratik mücadelelerin örgütleyici öznesi konumuna gelmesi zorunludur. Hakları için sendikalaşma mücadelesi veren her işçi sadece arkasında yer alan bir partiyi değil, bu süreci işyerlerinde omuz omuza yürüteceği TİP’li yoldaşlarını görmelidir. Üniversitelerde kayyum rektörlere karşı demokratik-özerk üniversite mücadelesi veren her öğrenci sadece meclisten destek açıklaması yapan bir partiyi değil kampüslerde, sokaklarda eylemleri örgütleyen ve öğrencileri yan yana getirecek yaratıcı araçları ortaya koyan TİP’li yoldaşlarını görmelidir. Örnekler çoğaltılabilir ama sanırım vurgulamak istediğimiz nokta anlaşılmıştır. Önümüzdeki dönemin aslında çok da yeni olmayan ihtiyacı, toplumsal mücadele alanlarının güçlendirilerek kitlesel sosyalist partiyle buluşmasıdır.

Bildiğimiz üzere, seçim sürecinde birçok sosyalist yapı içeriği pek de net olmamakla birlikte “Sandık siyaseti değil sokak siyaseti” vurgusunu öne çıkardı. Burada “sokak siyaseti” ile kastedilen basın açıklamalarına sıkışmış bir politik faaliyet ise bunun kesinlikle reddedilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ancak “sokak siyaseti”ni yukarıda da vurguladığımız şekilde bulunduğu alanı en etkili şekilde örgütleyen, öz örgütlenmeleri yaratan, güç veren ve sokak eylemliliklerini de dışlamayan bir siyasal perspektif olarak kavrayacak olursak şayet, TİP’in yakaladığı kitlesel desteğin bu perspektifle kalıcı hale geleceğini ve hatta daha da genişleyeceğini iddia edebiliriz.

Son olarak, artık seçimi bekleyen bir Türkiye’de olmadığımızı kendimize hatırlatmalı ve yurttaşı seçmen olarak gören siyasetle aramıza kalın bir çizgi çekmeliyiz. Uzun yıllardır bu ülkede yaşayan insanların politikaya katılım araçlarının büyük ölçüde baskı altına alındığı bilinen bir gerçek. Bu konjonktürde aktif siyasete katılmayı sadece oy vermeye sıkıştıran bir siyasal zemini reddetmeliyiz. Toplumsal grupları mücadele süreçlerinden ve tabii emekçileri de üretim alanlarındaki ilişkilerin içerisinden siyasi öznelere dönüştürecek yaratıcı yolları ve yöntemleri bulmalıyız. Ancak bunu başarmak için siyasal stratejimizi seçim aritmetiklerine sıkıştırmamak gerekiyor. Tam da bu nedenle önceki yazımızda yer alan şu ifadeleri hatırlatmak yerinde olacaktır: “Umutsuz olmak için hiçbir neden yok, yeter ki 29 Mayıs’tan başlayarak 2024 yerel seçimlerini hedefleyen ve sonrasında da 2028 seçimlerine hazırlanan bir ufka mahkûm olmayalım.”

* Bu noktada bir parantez açmak gerekli, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın taşıyıcı gücü olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin yok sayılması ya da devletin de yapmaya çalıştığı gibi belli bir alana sınırlandırılması toplumsal mücadelelerin yararına değil zararına olacaktır. Ancak bu yazının esas tartışma odağı kitlesel sosyalist partinin yani Türkiye özelinde TİP’in stratejisi üzerine olacağı için bu tartışmayı başka bir yazıya saklayacağız.

[1]https://laborans.org/Article/Details/67

[2] https://ilerihaber.org/yazar/secimler-ve-otesi-sarih-bir-umut-icin-155200

https://amp.ilerihaber.org/icerik/yeni-donem-yeni-ihtiyaclar-ve-tipin-stratejisi-156232

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
30.06.2023- 05:35

Sosyalist kitle partisi deneyimi olarak Türkiye İşçi Partisi - I: EŞİKTEKİ SOSYALİZM

Parti kendisini elbette her durumda bir özne olarak var etmeli ama klasik öncü parti niteliğini almaya çalışmadan. Günümüzde sosyalist bir parti işçi sınıfını ve halkı temsil etme savından önce, işçi sınıfı ve halkla birlikte mücadele etme yeteneğini geliştirmeli. Bu yeteneği de sınıfın ve geniş halk kesimlerinin içinde örgütlenerek kazanabilir.
 
Semih Gümüş

Resim Ekleme

Türkiye İşçi Partisi’nin 14 Mayıs seçimlerinde aldığı sonuç birbiriyle çatışan yargılarla çeşitli açılardan değerlendirildi. TİP’in seçimlere 54 seçim bölgesinde kendi amblemi ve adaylarıyla girmesinin kendisi ve Emek ve Özgürlük İttifakı için hangi sonuçları doğurduğu bundan sonra da tartışılabilir. Bu tartışmanın dışında, biz asıl olarak ülkenin yakın ve uzak geleceği içindeki koşullara bağlı olarak, Türkiye İşçi Partisi’nin –dolayısıyla bir sosyalist partinin– niteliği üstüne de kafa yormalıyız. Partinin reel varlığı ve sosyalist parti kavramı üstüne geçmişten bugüne yapılmış –bana kalırsa sonuçlanmamış– tartışmaların devamı olarak bugün yapacağımız çözümlemeler, kendi varlığımızı anlamlandırmak için de gerekiyor.  

Seçimler ve Partinin Yeniden Keşfi

Bu ülkede sosyalistler her yıl, her gün yeniden doğmak zorunda kaldı ama artık öyle olmayacak. Biz artık Anavarza’nın tepesinden aşağı yuvarlanarak ovaya inen ateştopu olmak istiyoruz. Değil birkaç yıl öncesinde, 14 Mayıs’tan hemen önce bile bir sosyalist partinin bir milyon oy alabileceğine ve kendi gücüyle milletvekilleri çıkaracağına TİP’lilerden başka neredeyse kimse inanmıyordu. Evet, yeni bir parti olarak TİP nasıl oldu da önce üye sayısıyla beklenmedik bir kitleselliğe ulaştı, toplumun sol ve sosyalist siyaset alanlarına o güne dek girmemiş geniş kesimlerin yaygın ilgisini nasıl çekti, nasıl bu denli popüler oldu? Ve sonunda ülke nüfusunun yüzde 80’ini kapsayan bölgelerde girdiği seçimde yüzde 1,76 oy oranıyla bir milyona yakın oy aldı. (Anlamlı bir projeksiyonla ülke genelindeki oy oranının yüzde 2,5, oy toplamının 1,3 milyon dolayında olduğu görülüyor.)

Seçimler için partilerin yürüttüğü kampanyalara bakınca, TİP’in yaptıklarının öncekilerden epeyce ayrıldığı da görülmüştür. 1977 seçimlerinde TİP’in her yeri büyük afişlerle donattığını hatırlıyorum, o zaman oldukça yeni ve çekiciydi. Ama ne internet vardı, dolayısıyla ne de sosyal medya. Demek ki bir seçim kampanyasının topyekûn nasıl yürütülmesi gerektiğiyle ilgili bilgimiz de aradan geçen kırk yılda oluştu. Türkiye İşçi Partisi bu seçimlerde öteki burjuva partilerinden çok daha etkin, çekici ve görünür bir kampanya yürütürken medyanın nasıl kullanılması gerektiğiyle ilgili parlak bir örnek koydu ortaya, ayrıca sokaklarda, mahallelerde, fabrikalarda, köylerde herhalde en çok görünen parti oldu. Üyelerden ve gönüllülerden oluşan neredeyse 100 bine yakın insanın hareket halinde olduğu bir seçim ordusu seferber edildi. İlk kez bir sosyalist parti on binlerce sandık görevlisi ve müşahitle oyların sıkı takipçisi oldu. Seçimlerde alınan bir milyon oyun arkasında bu yoğun çalışma vardı.

TİP’in başarısını kendine ait görmese de, düşünsel sorumluluk taşıyan her sosyalist sanırım bu sonucu incelenmesi gereken bir deneyim olarak değerlendirmeyi düşünür. Çünkü bu sonuç hem sosyalist hareketin bütününün kazancı hem de yalnızca bir başarı hikâyesini değerlendirmeyeceğiz. Sosyalist hareket artık kendisini yeniden keşfetmek zorunda.

Bu gelişmenin getirdiği yeni sorunlar ve onların –bazıları bilinen, eminim bazıları da öğrenilmeyi bekleyen– çözümleri yalnızca TİP’i ilgilendiriyor gibi görünse de, değil. Günümüzde sosyalist bir partinin gerçekliğini keşfetmesi, kendini yeniden yapılandırması ve giderek daha geniş halk kesimlerine açılması için bütün bunlardan yararlanması gerekir.

Yeniden yapılanma diyorum. Geçen on yıllar içinde arkasında büyük bir halk hareketi olan Kürt Siyasal Hareketi karşısında bağımsız bir toplumsal karşılık yaratamamış sosyalist hareketin (KSH ile TİP arasındaki tartışmanın kökleri de burada değil mi) içinden çıkıp son iki yıl içinde önce adım adım, sonra hızla büyüyen, yaygınlaşan ve düpedüz toplumsal bir karşılık yaratmış olan TİP’in de bu yeniden yapılanma sürecini yaşaması ve bunu nasıl yürüteceğini tartışması gerekiyor. Eğer Türkiye İşçi Partisi bunu yaparsa, yani kontrol edilmesi giderek zorlaşan büyümeyi, hızlı üye akışını massedecek biçimde örgütü yeniden yapılandırarak yola devam ederse, Türkiye’de solun yeni tarihinde önemli bir konuma ulaşabilir, toplumsal ve siyasal hayatta vazgeçilmez bir yere sahip olabilir, yeni bir atılım dönemi başlatabilir.

Nasıl Bir Parti

Günümüz koşullarında sosyalist (Marksist) bir partinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili tartışmalar kendi özgün koşullarımızı göz önünde tutarak ama dünyada Marksizmin yeni yorumları ışığında yürütülmeli. 1990’dan sonra dünyada büyük bir değişim yaşandı, rüyalar karardı, kimilerimiz içindeydi. Bu büyük alt üst oluş mücadele biçimlerini de değiştirirken demokrasi ve sosyalizm anlayışları ne yirminci yüzyılın başlarındaki ne de 1945-1990 yılları arasında yaşanan değişim koşullarındakiyle aynı kalabilirdi. Bu arada sosyalist parti anlayışı da yenilenmek zorunda kalacaktı. (1990’dan sonra Bazı Avrupa ülkelerinde KP’ler adlarını “Sol”, “Sosyalist” gibi adlarla değiştirip radikal yenilenmelere uğradılar. Onlar ayrıca değerlendirilir. Bizde de, içinde yaşayanlar hatırlar, tarihsel TKP’nin politbüro üyeliğini yapmış olanların kimileri, TBKP yöneticiliği yaptıkları sırada, artık Marksizmin ve sosyalizmin eskidiğini ve canlanmayacağını öne süren kadük değerlendirmeler yapıyorlardı ki, düpedüz cehaletin cesaretiydi. Neden mi? Bugün Batı’da Marksizm üstüne nitelikli bir dizi tartışma yürütülürken bizde tek bir yazı yazmadan Marksizmi ve sosyalizmi iki söz arasında eskitenler şimdi apayrı yerlere savrulmuş durumda.)

Bugün nasıl görünüyor… Parti kendisini elbette her durumda bir özne olarak var etmeli ama klasik öncü parti niteliğini almaya çalışmadan. Günümüzde sosyalist bir parti işçi sınıfını ve halkı temsil etme savından önce, işçi sınıfı ve halkla birlikte mücadele etme yeteneğini geliştirmeli. Bu yeteneği de sınıfın ve geniş halk kesimlerinin içinde örgütlenerek kazanabilir. Eğer devrimin öncüsü olarak partinin yerine, devrimi işçi sınıfı ve halkla birlikte yapacak bir parti tasavvur ediyorsak, sosyalist –Marksist– parti anlayışının yeniden tanımlanması gerekiyor.

Bu yol kitle partisine, dolayısıyla onun doğasına uygun esnekliğe sahip bir partiye açılır. Karşısına çıkacak her durumda, sözgelimi ümitle girilen ama öyle ya da böyle kaybedilmiş seçimlerin hemen ertesinde ortaya çıkan duruma göre davranabilecek esnekliği de kazanmak gerekir ki, kolay değil. İstemek yetmez. Bir gövdenin esnekliği sağlıklı ve zinde olmayı, güçlü olmayı gerektirir, yoksa beli sakatlanabilir.

Demek ki Türkiye İşçi Partisi’nin önündeki görev: kendisini esnek, zinde, sınıfın içinde bir kitlesel özne olarak yapılandırmak.

Bunun için bir de parantez açalım: Nasıl ki ülke fazla sağa gitmişken onu sola çekmek gerekiyorduysa Türkiye İşçi Partisi’nin de seçim dönemine uygun politikalarından sonra, niteliğine uygun biçimde, kendisini sola çekmesi gerekir. Seçim döneminin yoğunluğu içinde geride kalan sosyalizm eksenli ideolojik ve düşünsel gelişimin hem parti içine hem de toplum içine doğru uzanacak kanallara kavuşturulması konusunda Parti’nin kararlılığı da var.

Bizim istediğimiz parti, proleter devrim yapacak parti mi? Sanki vakitsiz geldi bu soru. Çünkü içinde önemli birkaç sorunu barındırıyor ve yanıtlarını vermek kolay değil. Ne ki şunu hemen söyleyebiliriz: Biz sonunda devrimi amaçlıyoruz ama o devrim proleter bir devrim mi, bir halk devrimi mi? Ya da ne? İktidarı bir anda alaşağı ederek mi, yoksa kapitalizmi adım adım kemiren devrimci değişiklikleri kararlılıkla sürdürerek mi? Sosyalistlerin bu ülkenin bugününde bu soruların yanıtları üstüne yeterince düşündüklerini pek söyleyemeyiz. Sanırım sorunlarımızdan birini de böyle görmek gerekir: Parti’nin Marksizm üstüne yaratıcı düşünce üretecek kadrolarının, kuramcılarının, özgün düşünce insanlarının yeterli olmaması.

Sosyalist hareketimizin tarihsel belleğinin önemli eksiklerinden biri de bu olmalı... Hikmet Kıvılcımlı’nın düpedüz sarsıntılı ve sarsıcı özgünlüğü, Behice Boran’ın ülkenin toplumsal yapısının çözümlemesi için yazdıkları, Yalçın Küçük’ün yapbozları, Korkut Boratav’ın ekonomiye Marksizm içinden yorumları, Metin Çulhaoğlu’nun Marksizm ve Türkiye sosyalist hareketi üstüne daha üretken olmayışına hayıflanacağımız kitapları... Bunlar yalnızca bazı örnekler, elbette çoğaltılabilir. Batı’da geleneksel komünist partilerin hayatına etki eden, neden sonra bugün bağımsız duruyor olsalar da, sürekli düşünce üretimi içinde yaşayan Marksistlerin burada Parti hayatı içinde ya da çok yakın çevrede yeterli sayıda bulunmaması bir boşluk yaratıyor. Sosyalist hareketin de, TİP’in de tamamlanması isteğimize bağlı olmayan eksikleri arasında bu. Türkiye İşçi Partisi gözler önünde yaşanan büyüme sürecinin yanı başında, Parti’ye içerden ya da dışarıdan bağlı, canlı bir düşünce üretimi içinde bulunan kuramcılara da sahip olsaydı, bunun büyük düşünsel ve moral katkısı yanında, toplumsal bir ağırlık kazandıracağını da söyleyebiliriz.

Merkeziyetçilik ve Esneklik

Mutlak merkeziyetçi, kadroları her şeyden önce ve sonra Marksizm-Leninizm öğretisiyle donanmış, içinde çelik çekirdeği saklı eski tip Leninist partiyle günümüz dünyası içinde savaşan sosyalist kitle partisi arasında –hemen görülmese de– herkesin kolayca düşüneceği güçlü bir fark var ve ikincisi esnek bir örgütlenmeye kapıları açarken örgütü sağlama alma sorununu da çözmek zorunda. İkisi birden kolay değil.

Türkiye İşçi Partisi’nin tüzüğünde “Partinin temel işleyiş ilkesi, demokratik merkeziyetçiliktir” yazıyor. Bütün sosyalist partilerde böyle değil mi? Partinin iç işleyişinin temel ilkesi her zaman budur, onu yazmak kolay. Bu ilkenin nasıl işletileceği daha önemli. Artık dünkü merkeziyetçi, parti içi demokrasisi bile isteye kısıtlanmış (kısıtlamalara her zaman neden bulunur) parti anlayışının yenilenmiş biçimini arıyoruz. Arıyoruz çünkü ona yaklaşmakla birlikte, aynı zamanda partinin yapısına göre esneklik gösteren bir ilke bu.

Hızlı üye akışıyla birlikte örgütün sürekli yeniden yapılanma gereksinimi olmakla birlikte, içe kapanmak yerine her zaman dışa dönük olmayı öne çıkaran Türkiye İşçi Partisi, bu iki nedenle de iç işleyişini esnek tutmak, eskiden sık kullandığımız terimle, ademimerkeziyetçiliği merkeziyetçiliğin önünde tutmak zorunda. Her örgütün, hatta her Parti üyesinin bulunduğu yerde Parti’nin kendisi olması ilkesi çok değerli. Demek ki Parti üyeleri bu anlayışa uygun hazırlanmalı, buna uygun bir eğitim süreci içinde yaşamalı.

Partinin sıcak dönemlerde, sözgelimi seçim döneminin yoğunluğu içinde, aşağıdan yukarıya işleyiş daha az göz önünde tutulurken yukarıdan aşağıya işleyiş belirleyici olabilir. Ama savaş koşullarında da değiliz. Dolayısıyla ademimerkeziyetçilik her zaman korunması gereken işleyiş biçimi olarak benimsenmeli.

Türkiye İşçi Partisi, Leninist parti değil – ama 2017’de kurulduğu zaman TİP’in kendisini sosyalist bir kitle partisi olarak tanımladığını da sanmıyorum. Dört milletvekiliyle yürütülen muhalefet çok kısa sürede Meclis’in sıkıcı tekdüzeliğinden ayrışmaya başladı, adeta kendiliğinden yükselmeye başlayan bu muhalefetin farklılığı, kararlılığı ve sürekliliği büyük bir hızla toplumun ilgisini çekti; tek adam rejimine karşı sözü gittikçe sertleşen, söylenmeyenleri söyleyen, hak savunucusu, uzun zamandan beri Meclis kürsülerinde alışık olunmayan bu mücadeleci muhalefet, AKP-MHP iktidarının pervasız baskılarına karşı dimdik durunca, benzeri az görülmüş bir ilgi Türkiye İşçi Partisi’ne yönelmeye başladı. Toplumun bütün kesimlerinden gelen bu ilgi TİP’in çevresindeki halkaların hızla yayılmasını sağladı. Meclis ve medya TİP tarafından ne kadar iyi kullanılabilirse o kadar iyi kullanıldı.

Demek ki yeni döneme uygun politika ve örgütlenme stratejisi içinde, Meclis’in ve medyanın bugüne kadarki rolünü tamamlayan ve onun önüne geçen bir çalışma ve mücadele biçimi örgütlenmeli.

https://amp.ilerihaber.org/icerik/sosyalist-kitle-partisi-deneyimi-olarak-turkiye-isci-partisi-i-156158

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
30.06.2023- 05:46

Sosyalist kitle partisi deneyimi olarak Türkiye İşçi Partisi - II
Dünden devamla: Sosyalist kitle partisi olmak


Resim Ekleme
 
Semih Gümüş

Türkiye İşçi Partisi’nin üye sayısının hızla artması partiyi kitleselleştirmeye başladı. Sosyalist hareketimizin tarihinde bir sosyalist parti ilk kez 40 binden çok üyeye sahip oluyordu. Seksen beş milyonluk ülkede 40 bin üyeye sahip olmak o partiyi kitleselleştirmiş olur mu? Fransa’da Nazizme karşı savaşan komünistlerin saygınlığı savaştan sonra FKP’yi 300 bin üyeye sahip bir kitle partisine dönüştürmüş. Sanırım bizim koşullarımızda Türkiye İşçi Partisi’ni tam anlamıyla bir kitle partisi olarak nitelemek için –yalnızca bir kurgu yaparak söylüyorum– 150-200 bin üyeye ulaşmak gerekir.

Öte yandan kitle partisi kavramının sosyalist hareket içinde yeniden TİP’le birlikte tartışılmaya başlayan bir olgu olduğunu söyleyebiliriz.

1970’lerden 1990’a dek içinde bulunduğum parti hayatında –bilinen ideolojik ayrılıklar dışında– kendisi durduk yere istifa edip giden, ‘verilen görevleri yapamıyorum, elimden gelen budur’ diyen, olur olmaz sorunlar çıkaran, beğenmedikleri yüzünden hemen uzaklaşan partililer olduğunu hatırlamıyorum. O zaman parti üyeleri hayatını sosyalizme adamış, kendilerini tepeden tırnağa Marksist-Leninist olarak gören, inançlı militanlardı. Üstelik 12 Eylül’den sonraki on yıl boyunca illegal koşullar içinde yaşamak da vardı.

Bu büyük özveriler içinde partinin kendi militan kalıplarını aşıp kitleselleşemediği de kuşkusuz. TİP için böyleydi ama öteki sosyalist partiler için de farklı değildi. TKP’nin neden sonra ortaya çıkışı ve özellikle gençlik örgütü İGD’nin etkinliği nedeniyle ulaştığı kitlesellik de partinin militan varlığının ötesine geçen bir toplumsal karşılık yaratamamıştı. TKP'nin 1979 ara seçimlerinde bağımsız senatör adayı olarak gösterdiği Beria Onger’in İstanbul'da 20 bin 215 oy alması bu dediğimin göstergesi olmalı. Aynı seçimde TİP’in İstanbul’da aldığı oy da 13 bin kadardı. O günden bugüne nüfus yaklaşık iki kat arttı. Ve 14 Mayıs seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi, İstanbul’da yaklaşık 420 bin oy aldı. İşte bu yepyeni bir durum.

Rosa Luksemburg, Lenin’le tartışmalarında, “Sizin Parti modeliniz Merkez Komitesi’nin aktif olduğu, onun dışındaki örgütlerin hepsinin koyun gibi buna uyduğu bir organizmadır” diye eleştirdiğinde, Lenin ona, “Tam tersine,” diyor: “Biraz da bizim merkezimizin zayıflığından dolayı Rusya’daki yoldaşlarımız her gün yüzlerce karar verip bunu uygulamak durumunda kalıyorlar ve bu bizim sağlıklı bir yönümüz.”

Bu güzel açıklamaya bakarak, partinin hızlı büyümesinin sonuçlarını, daha doğrusu getirdiği –neden olduğu– sorunları düşünmeye başlayabiliriz.

14 Mayıs seçimlerinden önce hiçbir sosyalist partinin sahip olamadığı o büyüme, seçimden sonra bütün ülkeyi bekleyen sıkı rejim koşullarında da sürer mi? Tek adam rejimine kaybetmenin toplumun bütününe yansıyan hayal kırıklığı ve bozulan moraller, çok katmanlı ümitsizlikler kimi üyelerin partiden ayrılmasına neden olabilir, oluyordur. Daha önce sosyalist parti kavramıyla ve partinin kendisiyle karşılaşmamış üyelerde ilk hayal kırıklıkları, ilk küçük anlaşmazlıklar kolay ayrılıkları getirebilir. Daha dün CHP’li, İyi Partili ya da kendini siyaset alanlarının dışında tutmaya özen göstermiş pek çok yeni parti üyesi, son birkaç ayda geldiği parti içinde daha örgütlenememişken uzaklaşmak isteyebilir. Böyle oluyorsa yapacak şey de yok, sorun da. Çünkü partinin artık kendisini örgütsel bakımdan daha sağlamlaştırması, kendisini koruyacak bir yapıya kavuşması gerekiyor.

Yepyeni üyeler... Parti’nin kendilerinden beklediklerine öncelik vermek yerine yalnızca kendi yapabileceklerini vermekle yetinen, maddi ve manevi özverilerini kendi hayatlarına göre sınırlı tutmaya çalışan, sıkı örgüt içi ilkelere göre davranmak yerine kendi anlayışlarına göre davranan, dolayısıyla daha gevşek parti ilişkilerine göre kendilerini ayarlayan, hatta belki yalnızca aidatını ödemekle yetinmiş, herhangi bir parti çalışmasına katılmadıkları gibi belki –partiyle üye arasındaki ilk ve en küçük bağ olan– aidatını bile ödemeyi unutanlar.

Demek ki yığınlar içinde dışa dönük örgütlenme çalışmalarına her zaman öncelik veren partinin içinde bulunduğumuz dönemdeki önemli sorunlarından biri, gene de parti üyelerinin örgütlenmesidir. Bunu örgüt deneyimi olan kadrolar yapabilir. Ama kırk bini aşkın üyeyi örgütleyip yönetecek enaz düzeyde deneyimi olan yeterli sayıda partiliye sahip olmak da zor. Ne var ki sosyalist partide çaresizlik olmaz, sorunların çözümü bulunur. Her deneyimli parti üyesinin düşünme biçimi de budur.

Peki üyelerin büyük çoğunluğu daha önce bir örgüt deneyimi yaşamamışsa bu nasıl tamamlanacak? Sorun burada. Belki şunlarla...

1. Parti üyelerini, becerilerine ve verebileceklerine göre görevlendirmek. Peki, sosyalist bir kitle partisinde yalnızca aidatını ödeyen üye de olur mu? Yanıtı kolay bir soru değil bu. Üyenin, partiyle ilk ve en küçük bağı olan aidatını –belki yaptığı bağışları– ödemenin ötesinde alabileceği roller yaratmak gerekir.

2. Partinin dışa dönük eylemlerinde çeşitli nedenlerle yer alamayacak pek çok üye bulundukları yerde partiye kendi becerilerine göre farklı katkılarda bulunur. Plazada, fabrikada, okulda… Peki onlar bulundukları yerde partiyi kendilerince temsil ediyorsa parti onlarla nasıl ilişki kuracak? Nerede en az üç parti üyesi varsa orada bir ekip oluşturmak bunun çözümü olur mu? 1970’lerdeki parti örgütlerinde bir ekip üyesi olmayan parti üyesi olmazdı. Ekip, mahallede, fabrikada, okulda… Aynısını uygulayabilir miyiz? Evet demek istiyorum ama on bin üyesi olan bir partide bunu yapabilirken yakında belki 60, 70 bin üyesi olan bir partide bunu yapmak olanaksız. Çünkü her ekip aynı zamanda kendisini yukarıya çıkaran bir başka bağlantı içinde olmalı, o bağlantısı da kendisini yukarıya bağlayan başka bağlantılara sahip olmalı… Binlerce parti üyesinin bulunduğu büyük örgütlerde yukarıya, ta genel merkezdeki örgüt bürosuna kadar uzanan zincir kaç kademe gerektirir. Bilgi, fikir, deneyim, eleştiri, özeleştiri kademeler çoğaldıkça erimeye başlar. Bu bir sorunsa bu öneri yok mu sayılmalı? Hayır, parti örgütü ne olursa olsun, bir örümcek ağı gibi her hücresi kendisini merkeze doğru götüren bağlantılardan oluşmalı. Bu birden olmaz ama bunu oluşturmaya başlanabilir. Bilmem bir olanaksızı mı düşünüyorum…

3. Parti üyelerinin yetiştirilmesi, kararlı partililerden zamanla deneyim kazanacak kadrolar oluşturmanın bilinen yolları:

a. Eğitim. Öncelikle iki başlıkta: Sosyalizm nedir-parti nedir?
b. Fikir alışverişinin, tartışılarak alınan kararların, kolektif düşünüp davranmanın yaşandığı düzenli toplantılar. (Üye toplantıları, emek, kadın, gençlik, ekoloji vb. grup toplantıları, kurullar…)
c. Eylem içinde eğitim. Alanda bildiri dağıtmak, afişlemeler yapmak, bazen bir açıklamayı, bazen daha çoğunu, yani devletle karşı karşıya gelmeyi göze almayı gerektiren gösterilere katılmak, pratik içinde yaşamak, ne kadar olabiliyorsa.

Sosyalist partinin geçmişten bugüne süzülerek oluşmuş günümüze uygun kültürü, içinde yaşayan üyelerin değişimine kendiliğinden de katkıda bulunur.

Bunları gölgede yazdığımı biliyorum. Yeni düşünceler ve öneriler olmadıklarını da. Bir yerlerden tutup toparlama, tartışma gereksinimi duyduğum için yazdım. Ama sosyalist bir kitle partisi olmanın yolunun zorlu geçeceği de az çok görülüyor. Türkiye İşçi Partisi altmış yıl sonra ilk kez toplumsal bir karşılık yaratmış, bunu koruyup büyütmeye aday bir sosyalist parti. Bu, toplumsal ve siyasal mücadelelerle geçecek hayatımız için, bu ülkenin sosyalist hareketinin bütünü için değerli.

Bu ülkede sosyalistler hep gözü açık doğdu, yaşanan onca acı onları kör edebilirdi ama onlar sağlıklarını hiçbir zaman yitirmedi. Ve tarihsel fırsatların izinde, yollarından inatla ayrılmadılar.

https://amp.ilerihaber.org/icerik/sosyalist-kitle-partisi-deneyimi-olarak-turkiye-isci-partisi-ii-156198

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]