Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları

Kızlı erkekli soralım: AKP iktidarı meşru mudur?/E. Attila Aytekin

Ahmet İnsel yakın zamanda yazdığı bir yazıda "AKP iktidarı meşru değil midir" diye sormuş ve bu olumsuz soruyu olumlu olarak yanıtlayarak AKP iktidarını meşru ilan etmişti. Yazıda AKP iktidarının meşru olmadığını iddia edenlerin çeşitli görüşlerine yer veren İnsel AKP iktidarının demokratik meşruiyetini esasen seçimlerin "çok geniş katılımla ve demokratik seçim ilkelerine büyük ölçüde riayet edilerek" yapılmasına bağlıyordu. Yüzde 10 seçim barajının gayrimeşruluk iddiası için yetersiz olduğunu da Almanya'nın yüzde 5'lik seçim barajını anımsatarak ileri sürmekteydi.

Sosyalist bir perspektiften bakıldığında AKP iktidarının meşruiyetini tartışmasının bir anlamı yok elbette. Bir burjuva partisi olan, üstelik 11 yıllık iktidarında emekçilerin haklarını budayıp sermayeyi rahatlatmayı kendine görev bilmiş, sürekli olarak emekçilerin yaşam alanlarını ve doğayı paraya çevirme peşinde koşup ortaya çıkan kaynağı doğrudan ve açıkça sermaye kesimlerine aktaran bir partinin yönetimi için bu soru iyice yersiz.

Ancak İnsel'in çizdiği çerçevede, yani liberal demokratik meşruiyet çerçevesinde kalsak dahi AKP iktidarının meşruiyeti tartışmalı. İnsel'in iddiasında temel bir sorun var. İnsel demokratik meşruiyeti salt teknik bir meseleye, seçimlerin usulüne uygun yapılıp yapılmadığına indirgiyor. Yurttaşların seçimlerde tercih yaparken en önemli haklarından biri olan haberalma özgürlüğüne değinmiyor örneğin. Bugün Türkiye'de iktidar, TMSF'nin kontrolünde olan bir basın kuruluşunun başına iki cümleyi bir araya getiremeyen ve tek vasfı siyasal amigoluk olan bir eski AKP milletvekilini getirecek kadar pervasızlaşmıştır. Hükumetin gazete patronların çeşitli yollarla baskı yapıp gazetecileri kovdurması vaka-i adliyeden sayılır olmuştur. Yaratılan bu ortamın somut sonuçları da görülmektedir. İktidardan göreli bağımsız yayın kuruluşları bile daha birkaç ay önce, ülkenin en büyük iki kentinin merkezleri protestocular tarafından ele geçirilmişken bunu görmezden gelmeye çalışmıştır. Geçen hafta İstanbul'un en önemli iki meydanında yapılan ve büyük katılımın olduğu Alevi mitingi anaakım medyada kendine yer bulamamıştır. El-Kaide örgütünün Reyhanlı patlamasını üstlenmesi gibi bir haber bile geçiştirilmeye çalışılmıştır. Daha dün hükumet sözcüsünün başbakana devlet televizyonundan rest çekmesi gibi müthiş bir gelişme saklanmaya, önemsizleştirilmeye çalışıldı. Ekonomide olumsuz haberlerin gizlenip, olumlu bir gelişme olduğundan manşetlere çıkarılmasından bahsetmeye gerek bile yok. İç politikada, dış politikada, ekonomide olsun, bu denli mühim haberlere bile erişimleri engellenen yurttaşlar seçim zamanı hangi sağlıklı bilgilenmeye dayanarak özgür siyasal tercihlerini yapabileceklerdir?

Seçim barajı mevzuu da demokratik meşruiyet açısından parlamentonun temsil kabiliyetinin yüzdeler üzerinden ölçülmesinden daha büyük anlamlara sahiptir. 12 Eylül rejiminin bir ürünü olan yüzde 10 seçim barajının daha sonraki süreçteki esas işlevi Kürt hareketinin parlamentoda siyasal temsilini engellemek olmuştur. Kürt hareketinin bu engeli bağımsız adaylar yoluyla aşması sonrasıysa AKP iktidarı tarafından kendisine sağdan alternatif çıkmasını engellemek için kullanılmaktadır. Yani baraj mevcut küçük partilerin büyümesini etkili biçimde engellemekte, mevcut partilere çıkabilecek alternatifleri de daha doğmadan boğmaktadır. Yüzde 10'luk seçim barajı bu özelliğiyle pek çok yurttaşın siyaset yapmasını zorlaştırmakta, daha da fazlasının istediği biçimde temsil edilmesini engellemektedir. Yıllardır barajı kaldırmak ya da indirmek şöyle dursun, "barajı biz mi getirdik ki kaldıralım" gibi insan zekasına hakaret eden bir gerekçeyle savunan AKP sadece bu tavrıyla bile kendi meşruiyetini tartışmaya açmış demektir.

AKP'nin özellikle son iki yıldır izlediği politikalar iktidarın meşruiyetini iyice zayıflatmıştır. Seçim bildirgesinde ya da hükumet programında yer almayan, yani AKP seçmeninin dahi bilmediği ve dolayısıyla onaylamadığı önemli değişiklikler gece yarısı önergeleriyle kanunlaştırılmaktadır. Hükumetin ve özellikle Erdoğan'ın içki, kürtaj, 3 çocuk gibi konularda yaptığı çıkışlar, "biz ve onlar" ayrımına dayalı bir popülist siyasetin sınırlarını çoktan açmış, milyonlarca insanın hayat tarzına ve bedenine müdahale biçimi almıştır. Bu durum en son yaşanan "kızlı-erkekli öğrenci evleri" tartışmasında daha da net görülmüştür. AKP bizzat liderinin ağzından seçmenlerinin sahip olduğunu varsaydığı ahlak anlayışını herkese dayatmakta, yetişkin bireylere çocuk muamelesi yapmakta, "karışık ilişkiler"-sağlıklı nesiller vurgusuyla faşizan tınılar taşıyan bir toplum mühendisliği projesini alenen uygulamaya çalışmaktadır.

AKP kendi doğrusunu topluma dayatmak için iktidarı konut dokunulmazlığından özel hayatın gizliliğine kadar anayasal güvence altına da alınmış olan bir dizi hakkı hiçe saymış; Adana Valisi'nin çıkışı, çeşitli kentlerde yaşanan ev baskınları ve Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın çeşitli icraatlarının gösterdiği gibi, bu hakları ve bireysel özgürlükleri somut olarak da ihlal etmeye başlamıştır. Hiçbir sandık evrensel insan haklarına aykırı bu kadar adım atan ve anayasal güvenceleri bu kadar rahat görmezden gelen bir hükumeti meşru kılacak kadar güçlü değildir.

Hükumetin başı "Meşru hayat [hayatlar değil hayat!] vardır; gayrimeşru hayatlar vardır" diyebiliyorsa, yurttaşların da "Meşru hükumet vardır; gayrimeşru hükumetler vardır" deme hakkı elbette saklıdır.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/e-attila-aytekin/kizli-erkekli-soralim-akp-iktidari-mesru-mudur-82365

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]