SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Ãœyeler  |  GiriÅŸ  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni BaÅŸlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: Ä°stanbul
Durum: Forumda DeÄŸil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 10.02.2014- 14:06


Demokrasi bir yönetim biçimidir, altyapı ve üstyapıda egemen olanların kendi koşullarına uygun bir yönetim biçimi. Bugün Türkiye'de liberallerin ve sol döneklerin yanlarına aldığı siyasal islam ve kürt liberalleri ile birlikte bu kavrama ve dolayısıyla bu yönetim biçimine övgüler düzdüğü ve sürekli olarak Avrupa'yı işaret ettiğini biliyoruz. Her gün bu ve benzer örneklerle karşılaşıyoruz. Bu ifadeler bir de sol bir retorik biçiminde işlendiğinde demokrasi, özgürlük ve insan hakları bağlamı çerçevesinde bir algı ortaya çıkıyor ki, çoğu kez bu söylemi sol-sosyalizm ile ilişkilendirme yanılgısına düşüyoruz. AKP dönemi boyunca bu söylem her gün 24 saat yandaş ve cemaat medyasından akıtıldı durdu. AKP de hep bu söylemle ilişkilendirildi. Öylesine ki, AKP'nin askeri vesayeti bitireceği, ülkeyi demokratikleştireceği ve hatta 1923 burjuva devrimini tamamlayacağı bile ileri sürüldü. ( Haziran direnişiyle ve 17 Aralık'tan sonra AKP'nin gerçek yüzü ortaya çıkmasına rağmen yüzü hala AKP'ye dönük olan çevrelerin varlığı 12 yıldır medyadan akıtılan bu içi boş liberal söylemlerin kölay kolay kazınmayacak biçimde zihinlere kazınmış olmasıdır.)

Biraz daha somutlaştırırsak, demokrasiyi ( bu bağlam içinde) kapitalizmin bir yönetim şekli olarak niteleyebiliriz. Böyle yaklaştığımızda, demokrasinin ne olup ne olmadığının daha somut bir biçimde anlaşılması kapitalizmin gelişimi ve ortaya çıkışına projeksiyon tutmaktan geçer. Yoksa, Batı Avrupa demokrasilerine methiyeler düzüp, bu yönetim biçiminin geri kalmış ülkeler için bir ilaç olduğu düşüncesini dillere dolamak bir yanılsamadan öte anlam ifade etmez.

Kapitalizm İngiltere'ye 1600'ler, Fransa'ya 1700'ler ve Almanya'ya 1800'lerde yerleşti. Öncesinde sömürgecilik yoluyla dünyanın altının üstüne getirilmesi ve ortaya çıkan sermaye birikimin de büyük rolü var. Uzatmadan söyleyeceksek, Batı Avrupa demokrasilerinin gelişimi ve pratiğe dökülmesiyle kapitalizmin gelişimi arasında doğrudan bir ilişki var. Bugün Batı Avrupa demokrasisi yönetim biçimi olarak parmakla gösteriliyorsa, aslında parmakla gösterilen ve yüceltilen şey Avrupa kapitalizmi ve o kapitalizmin yönetim biçimidir. Sadece demokrasi kutsanmıyor, o demokrasiyle birlikte doğrudan ve dolaylı olarak kapitalizm de kutsanıyor. Avrupa tipi demokrasilerde ''devletin zulüm yapmadığı'' düşüncesi de zaten o ülkelerdeki kapitalist yaşamın mutlak bir gerçeklik olarak zihinlere akıtılmasındandır. Buna pek çok etken de ilave edilebilir, bu yazıda sanırım gereği yok.

Batı Avrupa'da böyle de doğuda neden farklı?

Bunun yanıtı batıda işleyen sürecin doğuda benzer şekilde ilerlemediğidir. İlkel komünal sistemden, kapitalizme yol alan süreç, birebir doğuda gerçekleşmemiştir. Bunun da çeşitli nedenleri var. En önemli nedeninin ATÜT bağlamında toprak sorunu olduğu da söylenebilir. Batıda kapitalizme uzanan süreç doğuda sosyalizmi, kemalizmi ve baasçılığı ortaya çıkarmıştır.Farklı tarihsel ve toplumsal süreçler böyle bir farklılığa yol açmış, feodalizm benzeri yapılanmalar, aşiretler, tarikatlar ve kastlar biçiminde ortaya çıkan örgütlenme biçimleri buralarda hakim olmuştur. Bu iki farklı süreçlerde ortaya çıkan yönetim biçimlerinden demokrasiyi yüceltirken aslında kapitalizmi yüceltiyoruz ve doğuya kapitalizmi işaret ediyoruz demektir. Bütün bu demokrasi çığırtkanlığının özü de bu.

İki sorun var burada. Birincisi kapitalizmin yaklaşık 400 yıldan fazla bir gelişim sürecinde ortaya çıkan yönetim biçimini, bu tür süreçler yaşamamış doğuya aktarmaya çalışmamızdır. Yakın komşularımız bir yana, Türkiye'de bile burjuva devrim 1908-1923 tarihlidir ve bunu perçinleyen 61 anayasısı ile demokratik serüvenimizin tarihi de şunun şurasında 50-60 yıldır. Bir yanda kendi gelişim sürecinde 400 yıllık yol alan bir kapitalizm-ulus devlet-demokrasi, öte yandan geç kalmış bir modernleşmenin yarattığı bir yığın zorluklarla boğuşan 50-60 yıllık bir demokrasimiz. Soru şu; Batı Avrupa Demokrasisi ( yani kapitalizmi) Türkiye'ye uyarlayabilir miyiz? Birinci soru bu. Yanıtı da ''hayır, uyarlayamayız''. Kimse kendini kandırmasın, liberaller bile demokrasi çığırtkanlığı yaparken sadece kürt sorununun ardına saklanıyorlar. Oysa demokratikleşmenin bir ayağı işçi sınıfı değil öidir? Hiç söz eden var mı bundan? Türkiye'deki burjuvazinin Avrupa'da işçi sınıfının mücadeleleri sonucunda kazandığı bir yığın hakları görmezlikten geldiği doğru değil mi? Bu farklılık Avrupa'daki demokrasinin ilahi bir güzelliğe sahip olduğundan falan da değildir, bunun nedeni öncesinden başlayarak o 400 yıllık kapitalizmin ülkede yarattığı sermaye birikimin bu hakları karşılayabilir oluşundandır. Türkiye'de sermayenin ne nesnel ve ne de öznel koşulları mevcuttur. Bu yüzden bu demokrasi çığırtkanlığı sonuçta bir havuç siyasetidir ve karşılığı da yoktur.

Daha önemlisi solcuyum, sosyalistim diyenlerin bu taraflarda bezlerinin olmaması gerektiğidir. Demokrasi mücadelesini merkeze alan bir siyaset gerçekte daha gelişmiş bir kapitalizm mücadelesi vermekten öte bir şey yapmıyordur. Sınıf mücadelesini bırakmış, siyasal devrim perspektifini ötelemiş demektir. Bu yüzden liberallerin ve sözde sol döneklerin bu demokrasi güzellemelerini sosyalizm olarak algılamak doğru değildir.

Konunun bir başka yanı var. Burada yazılanların ''kapitalizm ve onun yönetim biçimi çok iyi, ama bizim gibi (doğu) ülkeleri farklı bir süreçten geçtiği için o aşamaya varamaz'' anlamında almamalıyız. Yazı bunu içeriyor ama sosyalist olmak, fotoğrafa bütünüyle bakmayı gerektirir. Sosyalistler kapitalizme karşı çıkıyorsa, bu karşı çıkış sadece geri kalmış ülkelerdeki kapitalizme ve onun yönetim biçimlerine değildir, tam tersine batı Avrupa kapitalizmine ve demokrasisine de karşı çıkıyorlar. Geri kalmış bir ülkedeki sorunların görünür olması, bu sorunların Avrupa'da olmadığı anlamına gelmiyor. Sömürü, insanın kendine yabancılaşması, devlet mekanizmasının özde bir baskı makinesi olduğu gerçeği hepsi oralarda da mevcuttur. Marks'ın çözümlemeleri kapitalizmin doğrudan kendisinedir, o kapitalist sistemin herhangi bir yönetim biçimine sahip olması, kuzeyde, güneyde veya batı avrupa'da yer alması bu gerçeği değiştirmez.






Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Ãœye Profili boÅŸluk
ÅŸibusa
[ ]
Ãœye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ÅŸibusa
Cevap Tarihi: 11.05.2014- 21:03


Emperyalizmin 5. kolları üzerine

Cemil Fuat Hendek

Türkiye'yi emperyalist odakların ekonomik ve siyasal etkisine açan, bunlarla içli dışlı olan ve ülkelerinin tüm zenginliklerini bu odaklara yağmalatan, bu arada kendi kasalarını da dolduranlar üzerine yıllardır konuşuluyor, yazılıyor. Bunların çoğu şu anda iktidar odaklarına yerleşmiş, ABD'ye ve onun taşeronluğuna soyunmuş olanlar üzerine. Sadece bunlar mı var? Ya başka bir emperyalist odakla kucaklaşma sevdasında olanlar?

Avrupa Birliği'ne girerek Türkiye'yi demokratikleşme beklentisi içinde olanları kastediyorum. Bu hayal peşinde koşanları da yukarıdakilerin kategorisine sokmadan önce, ve bir kez daha, savundukları Avrupa Birliği'nin ne mene bir şey olduğunu yazmayı görev biliyorum. Ve...

Sözü, AB'nin başını çeken ülkeden –Federal Almanya'dan- yükselen bir sese, Alman Komünist Partisi'nin Avrupa gerçeklerini dile getirdiği bir belgeye, “AB Parlamento Seçimleri Programı”na bırakıyor, dikkatle ve ibretle okumanızı rica ediyorum:

“Çoğu insan Avrupa’nın birleşmesine büyük umutlarla bakıyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, sürekli barış ve yaşam düzeylerini yükseltecek olan ekonomik kalkınma umutlarını ona bağlamıştı. Buna karşın, gerçek başka türlü görünüyor. Bugün Avrupa genelindeki duruma damgasını vuran, yığınsal işsizlik, yükselen sefalet ve gelecekten korkudur.”

„Kapitalizm zengin ülkelerde bile işçi sınıfına ve halkın diğer çalışan katmanlarına güvenli ve onurlu bir yaşam sunacak durumda değil. Hükmedenlerin bankaları kurtarma şemsiyesi – vergi anlaşması, Avrupa‘yı sağlamlaştırma mekanizmaları ve Avrupa Merkez Bankası’nın para politikası, katı tasarruf dayatmaları- krizi derinleştirmekle kalmadı, belediyelerin, çalışanların iş ve yaşam koşullarının kötüleşmesine ve demokrasinin yıkımının daha da güçlenmesine yol açtı. (…) Çoğu gençler perspektifsiz; ucuz işçiler ve taşeronlar gibi, başta kadınlar olmak üzere yaşlılıkta yoksullaşanların da sayısı yükseldi.”

“... Eğitim ve kültür giderek daha az sayıda insanın ayrıcalığı haline geliyor. Korku ve güvensizlik büyüyor. Sadece kadınların değil, özgürleşme yolundaki en genel kazanımlar geriletiliyor.”
“Hükmedenler tüm araçlarla (sermayenin politikasına karşı) direnişi bölmeye çalışıyorlar. Bu nedenle milliyetçiliği, ırkçılığı, göçmenlere karşı nefreti destekliyorlar.“

“Burjuvazi, en başta Güney ve Güneybatı Avrupa’da yükselen sendikal ve toplumsal direnişe karşı kendi baskı mekanizmalarını kuruyor. (...) izleme yaygınlaştırılıyor, gösteri ve grev haklarına saldırılıyor, polis protetoculara daha da şiddetle saldırtılıyor, askeri birliklerin ülke içinde kullanılmasına hazırlanılıyor.”

„Bu Avrupa Birliği’ne hayır! Üçlü paktın diktasına hayır!” başlığı altındaki bölümde de AB'nin gerçek yüzünü okuyoruz:

„Avrupa Birliği, Avrupa’daki en büyük bankaların ve tekellerin çıkarlarını gerçekleştirmek için kuruldu. Bunlar Avrupa’daki 490 milyon insanın kaderini belirliyor. AB demokratik olarak birleşmiş bir federal devlet değil, arkalarına küçük kapitalist devletlerin takıldığı emperyalist ülkelerin birliğidir. Böylece yeni bir uluslararası devlet tekelci kapitalizm biçimi oluştu.Buna yön veren, küçük üye ülkelerin halklarını gittikçe daha çok hiçe sayan Alman ve Fransız büyük kapitalistleridir. Brüksel bürokrasisi bu büyük bankaların ve tekellerin çıkarlarına göre hareket etmektedir.

“Bunların hedefi, dünya pazarındaki politik ve ekonomik rollerini AB’nin yardımıyla büyütmektir. (...) İşçi sınıfının gereksinimlerine hiçbir önem vermeksizin kendi çıkarlarını dayatıyorlar. Bunlara göre işçi hareketinin geçmişte mücadelesini verdiği toplumsal, ökolojik ve politik (örneğin sağlık, eğitim, meslek eğitimi ve çalışma hakkı alanındaki) haklar yok edilmelidir. Bu proje Atlantiğin her iki tarafındaki tüm çalışanlar için büyük bir tehlike arzediyor.”

(...)

“Kriz sürecinde giderek daha çok AB üyesi ülke dev borçlar biriktirerek yıkılacak duruma geldi. Konjüktür programları ve sözde sisteme bağlı olan bankaların kurtarılması, Almanya’yı da en başta çalışan nüfusun, işsizlerin, emeklilerin çoğunluğunun, serbest meslek sahiplerinin, küçük ve orta işletmelerin sırtına yüklenen devlet borçları altına soktu.

“Fakat en başta Güney ve Güneybatı Avrupa ülkelerinin borçları yükseldi. AB’den ve Avrupa Merkez Bankası’ndan aldıkları borçlara karşılık olarak bağımsızlıklarını sınırlanmaya zorlandılar. Bunlar –en başta Alman baskısı ve Alman çıkarları için- o ülkelerdeki burjuvazinin de suç ortaklığı sayesinde kabul edilen çok katı bir tasarruf politikasına, dolayısıyla fakirleştirme yoluna zorlandılar.

“Avrupa Merkez Bankası (EZB), AB Komisyonu ve uluslararası Para Fonu şantajcı bir üçlü oluşturuyor ve kamu hizmetlerinde işyerlerinin geniş çapta yok edilmesini, emekli maaşlarının, ücretlerin, ve sosyal hizmetlerin kısılmasını, devlet kurumlarının özelleştirilmesini dayatıyorlar. Bu politika, dev boyutlarda işten çıkarmalar ve fakirleşme dalgası yaratırken diğer yanda sermayeye yeni yatırım alanları açtı.“

(Â…)

“Aşırı borçlanan ve yoksullaşan devletlere verilen borçlar onların ekonomik ve toplumsal ilerlemesine hizmet etmiyor. Büyük bankaların ve büyük yatırımcıların – en başta büyük Alman bankalarının ve diğer kredi verenlerin kasalarına akıyor.”

(...)

“Kriz rekabeti keskinleştirdi. Ulusal zenginliklerini, endüstrilerini ve hammaddelerini büyük tekellerin yağmasına terk etmek istemeyen ülkelere boyun endirmek için tek başına ekonomik baskı yetmiyor. AB kendi ilkelerine karşı, Ukrayna gibi birliğe girme isteği gösteren ülkeler Brüksel’in emirlerine çekince gösterdiği andan itibaren -çn) ağır bir şekilde içişlerine karışmaktan çekinmiyor. Ukrayna örneğinde bu iş, faşist güçlerin ve teröristlerin politik ve lojistik donanımını da içerdi.

“Kaynaklar, etki alanları ve emniyet altına alınmış geçiş yolları üzerine çıkarları gerçekleştirmek için askersel müdahale ve savaş AB’nin başta gelen ülkeleri için normal hale geldi.”

(...)

“Avrupa Parlamentosu AB Komisyonu üyelerini aktif olarak belirleyememektedir. Dolaysız insiyatif hakkına sahip değildir, bu nedenle kendi yasa tasarılarını hazırlayamamaktadır. (...) Brüksel’deki merkezi iktidarın idari organları, AB’nin ekonomik olarak en güçlü ülkelerinin hakimiyetindedir. Politikayı büyük bankalar ve tekeller belirlemektedir.

“Ulusal parlamentoların hakları kaldırılmakta, ulusal bağımsızlıklar sınırlanmaktadır.
Demokratik ve siyasal hakların budanması tüm Avrupa’da yoğun bir şekilde çoğalmaktadır. Aksi taktirde krizin yükü birçok ülkelerdeki halkların üstüne yıkılamaz.
“İş yaşamı ve demokratik temel haklar yok ediliyor, baskıcı bir güvenlik devleti kuruluyor. Gizli servislerin yolu açılıyor. Polis devletinin kamusal alandaki telefon ve Internet bağlantılarını gözetlemesi bugüne dek hayal edilemeyecek boyutlara ulaştı. Mesken ve posta gizliliğinin dokunulmazlığı sadece kağıt üstünde kaldı. Pasaportlar, sağlık sigortası kartları, elektronik bildirim kayıtları „şeffaflaşmış yurttaşlar“ yaratıyor. Gösteri ve grev hakkı Avrupa çapında hiçe sayılıyor ve kaldırılıyor. Polis ve gizli servisin birbirinden ayrılması -faşizm deneylerini anımsatacak şekilde- bir tarafa itiliyor.”
- - -

AB'nin, Tayyip Erdoğan'ın ülkeyi açık bir faşist diktatörlüğe götürme çabalarına karşı olduğunu sananlar... “AB'ye girelim demokratikleşelim” diyenler...

Eğer 5. kol değilseniz, bunları gerçekten safiyane bir umutla söylüyorsanız, hemen şimdi...

www.tkp-almanya.de/türkce/ana-sayfa/dkp-euwahl2014/ adresini tıklayın.

Avrupa'daki yaşamın gerçekliğini, AB'nin başını çeken emperyalist güçlerin politikasını gözler önüne seren bu belgenin tamamını lütfen dikkatle okuyun.

Heyecanlı bir polisiye roman gibi... AB sözcüleri mi, yoksa bu belgeyi hazırlayan komünistler mi yalan söylüyor diye meraka düşenler, Avrupa'da yaşamakta ve çalışmakta olan işçilere sormalıdır. (Artık neredeyse herkesin bir akrabası, hemşehrisi ya da tanıdığı var, oradan gelen.) Bunların siyasal bilinç sahibi insanlar olması da asla gerekmiyor. Hani sohbet edercesine yaşamlarıyla, işyerleriyle, çocuklarının okullarıyla, oturdukları mahalledeki çocuk bahçesiyle vb ilgili, son derece sıradan, günlük yaşamın “bayağılıklarıyla” ilgili sorulara verecekleri yanıtlar yeterlidir.)

Son bir not: Bu belgede yazılanları okuyanlar, Türkiye'deki gelişmelere paralelliğini kurarken bir noktayı daha akıldan çıkarmamalıdırlar: AB emperyalizmini oluşturan güçlerin arkasında, çokların asıl suçlu olarak gösterdiği, borsa spekülasyonları yapan çekirge sermayeler değil, 20. YY başından bu yana çoğunun adı bile değişmemiş olan bankalar, sigorta şirketleri ve tekeller bulunmaktadır. Bunlar, Avrupa'da önce İtalya sonra da Almanya'da ve İspanya'da faşizmin iktidara gelmesine destek olan odaklardır. Alman Nazi'lerinin Fransa, İngiltere, Hollanda ve ABD'nin sadece gözleri önünde değil, yer yer onların da doğrudan ve dolaylı desteğini alarak iktidara tırmanmış olması, bu güçlerin ne denli sinsi, iki yüzlü, her türlü ahlâktan yoksun olduğunun göstergesidir.

Hâl⠓AB” demeye devam ediyorsanız, yazımın başlığını kartvizitinize bastırabilirsiniz.




soL



Yeni BaÅŸlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kiÅŸi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Ãœye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Yön işareti bir kez daha batıyı gösterirken… melnur 0 491 13.07.2022- 05:00
Konu Klasör Siyasal İslam- Batıcılık ortaklığı ve İdris Hoca’nın yanılgısı melnur 0 1838 21.05.2019- 08:47
Konu Klasör Yaşar Aydın /Gemi tam sağ yattı ülkeyi batıracaklar melnur 0 1 27.01.2024- 08:22
Konu Klasör Hedef 'Batı tipi sosyal demokrat çizgi': CHP programı yenileniyor... melnur 1 597 07.08.2023- 09:10
Konu Klasör Avrupa Komünist İnisiyatifi... melnur 0 2241 06.05.2018- 15:16
Etiketler   Batı,   Avrupa,   demokrasileri
SOL PAYLAÅžIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS