SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 4 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   3   [4] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 24.07.2021- 03:07


Yazıyazforum'da, belki bilmeyenler vardır, SOLpaylaşım forumunun öncesindeki forumun adıydı, evet, o forumda bir gün, Kürt sorununun çözümü konusunda tartışırken, hatırlıyorum, ''burjuvazi Kürt sorununun çözümünü istemez'' şeklinde bir ifade kullanmıştım. Bir arkadaşımız karşı çıkmıştı ve o zamanlar sanırım Tüsiad Başkanı olan bir sermayedara göndermede bulunarak '' Diyarbakır Newroz'una katıldı'' diyerek çözümü desteklediğinden söz etmişti. Kürt sorununun çözümü derken, ne anlatmak istiyoruz; burjuvazinin çıkarları dediğimizde söylemek istediğimiz ne,   örnekse burjuva sınıfından olanların günlük çıkarlarının ortak/aynı olduğu söylenebilir mi ve buna benzer pek çok soru bir yana, konuyla da ilişkilendirdiğimizde devletin sınıfsal özü, burjuvazinin sınıfsal çıkarları dediğimizde tek tek burjuva sınıfından olan kişilerin gündelik çıkarlarından mı söz ediyoruz gerçekten? Ya da başka sözcüklerle burjuvazinin günlük çıkarları devlete nasıl yansıyor, devlet proletarya ve burjuvazi arasında veya bir burjuvanın bir başka burjuvayla olan çelişkilerinde nasıl davranır; sınıfsal nitelik o durumlarda nasıl çalışıyor?

Başka bir başlıkta değinmiş ve Yılmaz Güney'in UMUT filminden örnek vermiştim. Seyredenler bilir, Yılmaz Güney, filmdeki adıyla arabacı Cabbar arabasına çarpan bir kodamanın atını öldürmesiyle karakola düşer. Cabbar haklıdır, ekmek teknesine çarpılmıştır ve atı da ölmüştür. Ama karakoldaki amir kodamanın tarafını tutar. Oturtur, çay sigara ikramlar, arabacı Cabbar ise ayakta sürekli azarlanır. Sonuçta   olayı mahkemeye taşıması gereken komser, kodamanın yanında yer tutmuş, olayı kendince çözmüştür. Cabbar suçludur ve kendisine daha faza ileri gitmemesi nasihat edilir.

Böyle bir örnek bize ne anlatır; devletin sınıfsal özünün bu şekilde yürütüldüğünü mü? Filmdeki devlet memuru olan komser burjuvazinin sınıfsal çıkarları gereği mi, o karakolda bu şekilde taraf tutmuştur? Sınıfsal çıkar, güncele bu şekilde mi yansır?

Ya da başka bir örnek, o karakoldaki komser daha demokrat bir yapıda olabilse, ya da POL DER'li olsa veya filmde o komseri tonton Hulusi Kentmen canlandırsa, davranışlar aynı olur muydu? Karakolda eşit bir muamele olsa ve komser görevini yapsa, yaparken de tarafını arabacı Cabbar olarak seçse, devletin sınıfsal özüne aykırı bir tutum mu almış olurdu?

Bence üzerinde düşünmeye değer. En azından ''devletin sınıfsal niteliği'' konusu salt devletin sınıfsal niteliği olarak kalmaz, biraz daha derinleşmiş olarak zihnimize yansımış olur. Ve belki Kürt sorununda ve Nevroz'da ateşin üzerinden atlayan burjuvanın bu davranışı burjuvazinin genel bir davranışı olarak yorumlanmaz; öyle değil mi?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.07.2021- 01:57


Bir üstte yazılanları toparlamak gerekiyor sanırım. Kapitalist bir düzende devletin sınıfsal özünün burjuvazi olmasını sürekli yineliyoruz da, bu söylediğimiz ( devletin Marksist yorumu) tam olarak ne anlama geliyor? Örnekse, arabacı Cabbar, atına çarparak ölmesine neden olan kodaman yurttaşla gittiği karakoldaki o yalnızlığı kaçınılmaz bir son muydu? Karakol amiri kim olursa olsun, o olaydaki tercihi hep Arabacı Cabbar'a karşıt olarak işlemek zorunda mıdır? Yasalar, anayasalar bunu mu gerekli kılıyor?

Kuşkusuz hayır. Verilen örneğin, karakoldaki amirin oradaki spesifik davranışının ne anayasayla, ne yasalarla, ne devletin ''tarafsızlığıyla'' ve ne de devletin demokratik işleyişiyle bir ilgisi vardır. Kapitalist bir ülkede devletin sınıfsal niteliği bu örnekte, bu şekilde cereyan etmeyi gerektirmemektedir. Karakol amiri Hulusi Kentmen olsaydı, o tonton amir muhtemelen daha tarafsız, daha demokrat bir tavır koyacak ve hatta devletin sınıfsal özünün büyük olasılıkla Arabacı Cabbar'ın tarafını tutacaktı. Altını çizmek gerekiyor, karakoldaki bu kurgusal olay nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin devletin sınıfsal niteliğinin burjuvazin çıkarlarına hizmet ettiği gerçeğini değiştirmeyecekti. Çünkü..

Önemlidir, altının çizilmesi gerekir, devletin sınıfsal niteliği, burjuvazinin devlete içkin olan çıkarları tek tek burjuvazinin çıkarlarının korunması anlamına gelmez. Herhangi bir kapitalistin bu örnektekine benzer durumlarda hiç kuşku yok hem ekonomik ve hem de siyasal ilişkileri nedeniyle ayrıcalıklı muamele göreceği açıktır ama konuyla ilişkilendirildiğinde bu durumun sınıfsal nitelikle doğrudan bir ilgisi yoktur. Çünkü kapitalist devletin sınıfsal niteliği burjuvazinin tek tek çıkarlarını korumaktan değil, genel çıkarlarını korumak anlamına gelir. Burjuvazinin kendi aralarında çelişkileri, güncel çıkar farklılıkları nedeniyle böyledir. Bu yüzden ''tarafsız'', olmalıdır. başka sözcüklerle devletin burjuvazinin tek tek çıkarlarını koruyabilmenin yolu da onun genel çıkarlarını korumakla sınırlı olmasından geçmektedir. Devletin görece özerkliği e tarafsızlığı da bu bağlamda ortaya çıkmış olur. Şunu da ekleyelim, tarafsızlık sadece burjuvazinin burjuvaziyle olan ilişkisinde değil ve aynı zamanda burjuva bir kişi ile halktan bir kişi arasında da söz konusudur. Demokratik devlet denildiğinde kast edilen devletin sınıfsal niteliğinin dışında bu tarafsız, kısmen(görece) özerk yanıdır.

( Bir ekleme yapılacaksa, ''AKP devleti'', ''tek adam devleti'' gibi saptamaların nedeninin devletin sınıfsal niteliğiyle bir ilgisinin bulunmadığı, bu söz konusu tarafsız, özerk olan yanının ortadan kaldırılması ile ilişkisi olduğu anlamındadır. Yani AKP devletin tarafız olması gereken yanını/niteliğini ortadan kaldırmış ve parti devleti haline gelmiş demektir. Bu anlamda kullanılmaktadır.)



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 31.07.2021- 18:35


Bir kez daha üzerinden geçmekte yarar var: ''sosyalistlerin devrimden sonra devleti ortadan kaldırmaya değil, devleti yaratan koşulların ortadan kaldırılmasına yönelik bir çabanın içinde olmaları gerektiğidir.'' sözü ''aman devleti ortadan kaldırmayalım'' anlamına gelmez. Sınıflar veya sınıfları ortaya çıkaran koşullar ve ayrıca yöneten yönetilen çelişkisi ile kent ve köy arasındaki çelişkiler ortada durduğu sürece doğrudan devleti ortadan kaldırma çabaların ve söylemlerin hiçbir anlamı yoktur. Bu tür kabullenişler sosyalizmi bir ezber olarak anlamaya çalışan zihnin içine girdiği yanlışlıklar zinciridir. Oysa sosyalizm her şeyden önce ''o ne dedi, bu ne dedi''den ziyade bir kavrayış yöntemidir. Marksist ustaların ne söyledikleri zaman ve mekandan yoksun bir yoruma tabi tutulursa, içinde bulunan koşullar ve hatta içine girilen polemik de hesaba katılmazsa çoğu kez yanlış yorumlanmaya yol açar.

Bu yüzden bir kez daha yineliyorum, sosyalistlerin amacı devleti var eden koşulları ortadan kaldırmak olmalıdır. Bu koşulların ortadan kalkmasına paralel olarak devlet de işlevsiz hale gelecek ve zaten sönümlenmeye   başlayacaktır.; sonunda da ortadan kalkacaktır. Oysa hem sınıflar ve hem sınıfları ortaya çıkaran koşullar varsa, kent ve köy çelişkisi ortada duruyorsa, yönetilenler kendi kendini yönetebilecek bir donanıma da sahip değillerse devleti ortadan kaldırmaya dönük söylemlerin bir anlamı olabilir mi?



***

Böyle söylemişim, ''bir kez daha üzerinden geçmekte fayda var'' diyerek ve ayrıca ''bir kez daha yineliyorum'' diye de ekleyerek... Ama ne fayda, yine yetmemiş! ''Bilmem kimin anlayacağı şekilde yaz''   denseydi, yine böyle yazmaya çalışırdım, daha basiti ne olur, nasıl olur, gerçekten bilmiyorum. Ama okuyan kişinin   anlama becerisi bu kadarsa   çok sınırlıysa yapılacak fazla şey yok ki!

Bizim yazıyazforum'da daha önce yazan ve sık sık da sözünü etmeye çalıştığım kişiden söz etmeye çalışıyorum. Uzunca bir zamandır da Kadıköy'e gitmemiş, NAZIM'a uğramamıştım, orada rastladım yine. Konuşmak istemiyordum, yine absurt bir konuşma başlatacak, saçma sapan yorumlarda bulunacaktı. Dinlemek ve ciddiye almak istemiyordum. Gerçekten sıkıntı vermeye başlamıştı. Sanırım alıntı yaptığım yazıma takmış bu sefer. '[b''Burjuvazi ortadan kaldırıldığında artık baskı yapılacak bir sınıf olmadığı için devlet de ortadan kalkar, sönümlenir'' yaklaşımı doğru bir yorum değildir." diyorsun ya, diye söze başladı. Ezberlemiş :) ''Yanlış söylüyorsun.'' dedi. Doğrusu neymiş dedim. Anlattı. Daha doğrusu tam olarak ezberlediğini söylemek istedi ama onu da beceremedi, cebinden bir kağıt çıkardı, ''en iyisi sözü Lenin'e bırakalım'' dedi ve okumaya başladı. "Artık kapitalistler, sınıflar olmadığından ve bunun sonucunda hiçbir sınıf bastırılamayacağından, bu ölçekte devlet sönümlenir.
Ama gerçek eşitsizliği kutsayan ‘burjuva hakkın’ güvence altına alınması hâlâ sürdüğünden, devlet henüz tamamıyla sönümlenmemiştir. Devletin tamamıyla sönümlenmesi için tam komünizm gerekir.”
dedi. Tam lafa girecektim ki, sözü bitmemiş, bu kez okuduğu alıntının kaynağını verdi.''(Lenin,Toplu Eserler, c. 25, s. 472)''

Şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum. Okuduklarını anlamadığını, karşılaştıma becerisinden yoksun olduğunu biliyordum. Ama işte kapasite/potansiyel sorunu olarak yorumluyordum. Açıkçası AKP ve saray rejimine karşı tek bir eleştiri getirmemesi ve ilksel bir duruş içinde olmayışını da trollüğe yorumluyordum. Bu söyledikleriyle daha da ötesine geçmiş.   Arkadaşımızın durumunu yorumlamakta gerçekten zorlanıyorum. Bu nasıl bir söz, arkadaş bir yorumda bir eleştiride bulunmuşken ve ona bir yanıt verilmesi gerekiyorken, onun durumunu yorumlamaktan söz etmek ne anlama geliyor, şeklinde bir soru sorulabilir. İyi ama, bir yerden, bu söylenenleri ciddiye almak yeterince rahatsızlık vermiyor mu? Yazılanları anlamamış, Lenin alıntısını okumakta ve anlamakta da sorun yaşıyor ve sonra onu ciddiye almak hiç kolay olmuyor ki... Kendimi zorladım ve yanıt verdim, şöyle: O okudukların Lenin'in Devlet ve Devrim'inde geçer. Tabi sen her zamanki gibi yine kitaptan değil, bir başkasının farklı içerikteki yazısından tırtıkladın. Öncelikle bu tavrın hoş değil. Okumadığın, sınamadığın bir alıntıyı doğrudan kullanmamalısın dedim. Kimin yazısından aldıysan o yazının linkini vererek bu kaynağı göstermelisin.

''Yazıya ne diyorsun?'' diye sordu bu kez.

Çok ezberci bir tavrın var, diye devam ettim. Benin yaptığım yorum proleter devletin, proletarya diktatörlüğün egemenliğini sürdürdüğü dönemle, sosyalist kuruculuk, sosyalist süreçle ilgili bir yorum, Lenin'in Devlet ve Devrim'de, o bilinen paragrafındaki değerlendirme ise komünizmin birinci aşamasıyla ilgili. Bir konu hakkında yorumda bulunacaksan önce okuduğunu anlayacak, iddialı cümleler kuracaksan iyice kavrayacaksın, acele etmeden, önyargılarına yenik düşmeden ve en önemlisi artık şu ezilmişlik kaynaklı komplekslerden de arınarak...Özeniyorsun, takip ediyorsun, taklit etmeye çalışıyorsun ama anlamıyorsun. Ve anlamadan yazmaya, ezberlemeye çalışıyorsun, olmaz...Dedim.

Peki nasıl anlayacaksın? diye soru sorarak devam ettim. Benim yazımda dikkat edersen devleti ortaya çıkaran koşulların devam ettiğinden söz ediliyor. Bunu okuduğunda verilen örnekte komünizmin birinci aşamasından söz edilmediğini anlayacaksın. Komünizmin birinci aşaması bu tür koşulların ortadan kalktığı bir dönemdir ve Lenin'in sözünü ettiği ''burjuva hak'' işte o dönemle ilgili bir kavramdır. Yani Lenin'in anlatımının benim yorumumla hiçbir ilgisi yoktur. Karşılaştırma yapmaya kalkışman bile iki yazıyı da anlayamadığın anlamına geliyor. Dahası bu ve benzer o kadar çok yorumlama çaban var ki, hemen tamamında aynı absurt yorumlarda bulunuyorsun. Kendini kandırıyorsun sadece, ve belki yanında olan bir veya iki kişiyi...Dedim.

Öyle dinliyor, bunları da anladığını sanmıyorum ama devam ettim.

Lenin'in Devlet ve Devrim'deki o ünlü pasajı sınıfsız ve devletsiz bir dönem olduğunu bildiğimiz ve Marks'ın o şekilde kategorize ettiği ve komünizmin ileri aşamalarında bile farklı bir devletten söz ettiği dönemin bütünü için biraz daha ayrıntılı bir açıklamadır denilebilir. Aslında bu pasajın önemi, Lenin'in yorumuyla burjuva hak nedeniyle farklı bir biçimde de olsa somut bir devlet organının gerekliliğinden söz etmiş olmasıdır. Bu yorum, Marks'ın siyasal devrimden sonra komünizmin ileri aşamasını da içeren bir kategorileştirmenin sonuçta daha basit bir şekilde ele alınabilmesinin teorik altyapısını içermiş olmasıdır. Siyasal devrimden sonraki kuruculuk dönemi devletli ve komünizmin birinci aşaması da burjuva hak nedeniyle (bir şekilde) devletli olduğundan sosyalizmin tanımı proleter diktatörlüğü de içerecek şekilde devletli, komünizm ise sınıfsız ve devletsiz olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla benim anlatmak istediğim farklı, Lenin'in o ünlü pasajı farklı bir anlama sahip, sen yine yanlış anlamışsın...Dedim.

Evet, anlamadığından eminim. Ben anlatırken, sanırım, bir başka karşılaşmamızda ne yazıp, ne söyleyeceğini kuruyordu, kendi kendine...

Ona;   bu konularda bir yetersizlik var sende, bir sorunun var bu konuda, bu sorunu da aşabileceğini sanmıyorum. Akşamları ille de bir şeyler okuyup yazacaksan, neden yemek tarifleriyle uğraşmıyorsun? Deneyimin de var; nasıl olsa birilerinin yazılarından tırtıklamayı seviyorsun, madem ki, özeniyor, takip ediyor, taklit etmeye çalışıyor, ama anlamıyorsun, o zaman daha basit konularda, örnekse yemek tarifleri konusunda özen, takip, taklit et, belki başarır, belki üstesinden gelirsin; demedim.

Belki de bütün dünyası bu, böyle mutlu oluyor, trollüğü de bu nedenle...
Bu kez masadan kalkan ben oldum...
Kırılıyor belki ama...
Ben de bu şekilde yanıt verdiğim için hiç mutlu olmuyorum.

Ama işte, biraz samimiyet, biraz haddini bilmek ve biraz da...
İnternette birkaç makaleye göz gezdirmek ve oradaki cımbızlama alıntıların altına ve üstüne bir şeyler yazmaya çalışarak ( onu da beceremediğini hep söylüyorum.) cahil cesaretinden örnekler vermek hiç hoş olmuyor. Beni rahatsız eden yanı da o...

Karşılaşmamaya, sözünü etmemeye ve ciddiye almamaya çalışmamın nedeni de bu...
Kendi dünyasında kalmalı, evet, pek de ciddiye alınmamalı, ama...
Ama işte, ne kadar istemesem de, yollarımız bir şekilde çakışıyor...







Bu ileti en son melnur tarafından 31.07.2021- 18:36 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2021- 02:04


Biraz daha sadeleştirerek yorumlamaya çalışalım. Siyasal devrimden sonraki sürecin temel özelliği sosyalist kuruculuğun yaşama geçirilmesi yani kapitalizmin olabildiğince tasfiye edilmeye çalışılmasıdır. Belli başlı uygulamaları da vardır bu sürecin. Burjuva devletin tasfiyesi ( parçalanması) ve proleter devletin kurulması, büyük burjuvazinin özel   mülkiyetine el konulması, bankaların ve ticaretin devletleştirilmesi...

Burjuvazinin mülkiyetinde olan üretim araçlarının devletleştirilmesiyle birlikte bu sömürücü sınıfın maddi dayanakları ortadan kaldırılmış olur, yani bu süreç bir anlamda burjuvazinin ortadan kaldırılması anlamına da gelir. Bu durumda büyük burjuvazinin maddi temellerinin ortadan kaldırılması   Engels de dayanak gösterilerek ''devletin son içraatı'' olarak tanımlanmaktadır. Ve bundan sonrası için sosyalistlerle devlet arasındaki ilişkinin devletin kaldırılmasına yönelik olması gerektiği iddia edilir. Bu iddia yazıyazforum'da da pek çok kez dile getirilmişti. Yanıtım çok net, kapitalist devleti yıkıp sosyalist devleti kurduklarında devlete ihtiyaç duydukları oranda devleti sahiplenirler. Devleti küçültme, ortadan kaldırma gibi doğrudan bir amaçları da olmaz.

Devlet tarihsel bir olgudur, tarihin belli bir döneminde ortaya çıkmış ve yine tarihin belli bir döneminde sönümlenerek ortadan kalkacaktır Sönümlenme ve ortadan kaldırma doğrudan devlete yönelik bir iradi çabayla olmaz. Bilimsel bir yaklaşım değildir bu. Sosyalistler devleti değil, devleti ortaya çıkartan, var eden koşulları ortadan kaldırmaya çalışırlar. Sosyalist kuruculuğun gereğidir bu. Devleti ortaya çıkaran, var eden koşulları ortadan kaldırdıkça devlet de sönümlenecektir zaten. Koşullar ( sınıfları var eden koşullar) tamamen ortadan kalktığında devlete ihtiyaç duyulmayacak o da işlevsiz kalarak yok olup gidecek, sönümlenecektir. Dolayısıyla sosyalistlerin görevi kuruculuk dönemi için devleti ortadan kaldırmak olamaz. Tam tersine proleter devlet işçi sınıfının ihtiyacı oranında var olmaya devam edecektir çünkü devam etmek zorundadır. Nasıl ki siyasal devrim kendiliğinden bir süreçle gerçekleşmeyecekse, sosyalist kuruculuğun amaca uygun bir biçimde yol alabilmesi de devletin araçsallığına ( ve kuşkusuz partinin öncülüğüne) ihtiyaç gösterir. Küçük burjuvazi de tıpkı büyük burjuvazi gibi ortadan kaldırılmadıkça, küçük meta üretiminin bütün maddi temelleri yok edilmedikçe, yöneten yönetilen ilişkisine son verilmedikçe ve ayrıca köy ile kent arasındaki çelişki de varlığını korudukça devlet de zorunlu olarak var olacaktır.

Kısaca sosyalizmin öncelikli hedefi proleter devleti değil o devleti var eden koşulları ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 02.11.2021- 02:04


''...Derli toplu bir tanım olmasa da, devleti, egemen sınıfın (kapitalizm koşullarında sermaye sınıfının) başlıca yönetme aygıtı olarak nitelendirmekte bir sakınca bulunmuyor. Sermaye sınıfının, sürekli değişen koşullara uyum sağlayarak toplumsal ilişkileri, üretim ilişkilerini yönetebilmesi için devlet aygıtı paha biçilemez bir önem taşıyor. Bu işlev, modern sınıflı toplumların doğasında bulunan “ülke ölçeği”ni gözetme göreviyle birlikte pekişiyor. Sömürü ilişkilerinde sınır tanımama eğiliminde olan sermaye, harekete geçirici gücünü ulus-ülke ölçeğindeki egemenliğinden aldığını unutmak istemiyor.

Böylece sermaye sınıfı açısından devlet;

- Tarihsel çıkarlarının, kendi içindeki fraksiyonların güncel çekişmelerine kurban edilmemesi,

- Ülke ölçeğinin kaybedilmemesi,

gibi iki asli konuda bir tür sigorta işlevi görüyor.

Siyasette bir kural vardır. Her araç/aygıt kendine ait bir ideoloji üretir. Devlet gibi hem çok değerli, hem de fazla işlevli bir aygıtın da ideoloji üretmemesi beklenemez. Hatta, yasama-yürütme-yargı veya eğitim, sağlık, denetim, güvenlik gibi işlevler ve onlara ait kurumların da alt ideolojiler üretmesi beklenir. Üretirler de…

İşte, siyaseti siyahlar-beyazlar oyunundan çıkaran, renklendiren, zenginleştiren ve karmaşıklaştıran olgulardan biri de budur.

Sermaye sınıfının güncel ideolojisiyle, devletin bağımsız değilse de “özerk” şekilde gelişen ideolojisi arasında çatışmalar meydana gelebilir. Sermaye sınıfının iktidardaki partisinin temsil ettiği güncel çıkarlar, bu sınıfın tarihsel çıkarlarını veya yönetme beceresini örseliyor olabilir. Ya da tersinden tarihsel çıkar olarak benimsenen ilkeler, yeniyi kavramaktan uzak hale gelebilir.

Veya…

Sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet için kurgulanan bir yargı mekanizmasının içinden toplumsal adaleti önemseyen yargıç veya savcılar, sömürü ilişkilerinin devamını sağlayacak nesillerin yetiştirilmesini merkeze alan bir “eğitim” mekanizmasının içinden aydınlanmacı eğitimciler çıkabilir. Denetim işlevini halk adına denetlemek olarak anlayıp fiile geçiren, ülke ölçeği meselesini samimi bir yurtseverlik olarak içselleştiren birileri pekâlâ çıkabilir.

***

Saray Rejimi'ndeki devlet ya da bu topraklarda yaratılan devlet geleneği içerisinde Saray Rejimi'nin yeri konusunu bir başka yazıya bırakalım. Yine de, geldiğimiz aşamada, yukarıda yalnızca bir kısmını saydığımız çatışma ve karmaşıklaşma başlıklarının örneklerini yaşadığımız bir dönemden geçtiğimiz aşikar.''

https://ilerihaber.org/yazar/devlet-duvar-ve-catlak-132351.html





Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 08.12.2022- 02:33


Tamamını okuyamadım, son yorumun üzerinden de bir yıldan fazla geçmiş. ( Şunu ekleyeyim, evet, son yorumda okuru rahatsız edecek ifadeler var. Ben de okumaya çalıştığımda rahatsız oldum ve okumayı tamamlayamadan bıraktım. Nedenleri kuşkusuz var ama ne olursa olsun farklı bir anlatımla yazılabilmeliydi.)

Devlet konusu tartışılırken özellikle liberal baskının reel sosyalizmin çözülüşünden beri artması samim solcular üzerinde de bir etkiye yol açmıştı. ( Samimi solcular derken kastım kafasının içinde birtakım tilkilerin dolaşmadığı, trol benzeri tiplerden olmadıklarına vurgu yapmaktır; o zamanlar   sözde sol, sosyalist forumlarda bu tiplere çokça rastlamak mümkündü. Önceleri kuyrukçuydu bunlar, sonrasında HDP AKP'nin karşısına geçtiğinde bu kez birdenbire keskin devrimci görünümüe büründüler. Sanki HDP'nin bu şekilde farklılaşmasıa içerlemiş gibiydiler. HDP dönünce onlar da bir değişim yaşadılar ve keskin devrimci olup, enternasyonalist tavır sergilemeye başladılar!! Ama bu trol tiplerde değşmeyen tek şey, gizli AKP'cilikleri ve cuhuriyet ve kazanımlarına ve Atatrk başta olmak üzere kurucu kadrolara bitimeyen kinleri, öfkeleri ve düşmanıkları...)

Neyse...

Devlete gelirsek, yinelemekte yarar var. Sosyalistler tıpkı anarşistler gibi devlet karşıtıdırlar. Araarındaki fark anarşistlerin devrimden sonra sınıfsal bir baskı aracı olan devlete ihtiyaç duyulmayacağını söylemeleri ve artık sürdürülmesnin gereksizliğini savunmalarıdır. Sosyalizmi savunanlar ise devrimden sonra burjuva devlet yerine proleter devletin kurulması gerektiğini savunurlar. Nedeni sadece burjuvazinin ortadan kaldırılmasını gerektiren bir araç olması da değildir ve aynı zamanda bir büyük organizasyon kümesi olarak devleti var eden ve sürdürebilirliğine yol açan koşulların da ortadan kaldırılmasına yarayacak bir araçtır. Bu anlamda devlet koşulların kalkmasına paralel olarak giderek sönümlenecektir. Dolayısıyla örgütlü proletaryanın görevi devrimden sonra doğrudan devleti hedef almak değil, o koşulları yaratabilecek nesnelliği ortadan kaldırmak ve dönüştürmek olmalıdır. Nesnellik değiştikçe devlet de zaten işlevsiz hale gelecektir.

***
Geçenlerde, epey de oldu aslında bir kitapçıda sosyalist aydınımız Sungur Savran'ın yeni basılmış br kitabına rastladım. adını da hatırlamıyorum, kalınca bir kitaptı ve orada oturup biraz ''karıştırdım''. Bir yerinde devletle ilgili hoşuma giden bir yaklaşımda bulunmuştu. Aklımda kaldığı kadarıyla   Marksizmin en az anarşistler kadar devlet karşıtı olduğunu, liberallerin devlet konusunda ''sınırlama'' yanlısı olduklarını belirtirken anarşistlerin devlet karşıtlığını ellerini kirletmek istememeleriyle ilişkilendiriyor, sosyalistlerin ise ellerini kirlete kirlete devleti uykuya yatıracaklarının altını çiziyordu.

Etkili, vurucu bir tanımlama değil mi?




Bu ileti en son melnur tarafından 08.12.2022- 02:36 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 12.12.2022- 11:31


SF'nin danışman pozisyonunda yazan bir arkadaşımız vardı,   kurtuluş ''mücadelesinin   artık ''devlete karşı'' sürdürülmesi gerektiğini söyler dururdu Anarşizmin bir iddiasıydı bu aslında. Devletin sınıfsal bir niteliği olduğunu savunmazdı; Marksist olduğunu söyler, Leninist-Blankist olduğunu söyleyip Marks'ın üzerini çizenlere karşı Marksistliğini hararetle ortaya koyardı. Uzaktan eleştirirdik bu durumu. Tamam SF'de hakim düşünce Marks'ın reformist olduğu devrimciliğin ise Blanki ve Lenin'le hayat bulduğu şeklindeydi. Danışman arkadaş ise tam tersini savunurdu ama işte pek çok konuda olduğu gibi Marksizmin çok temel başlıklarında bile aykırı iddialarda bulunur, bir anlamda Marksizmi reddeden bir marksist pozisyonuna düşerdi.

Belki döneriz bu konuya ama benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, bugün SOLportal'da Engin Solakoğlu'nun bir saptaması; şöyle söylüyor ''Elbette sermaye sınıfı, onun seçtiği egemenler inşa ediyorlar rejimi.'' ( Bir parantez, bunu yazarken Halk Tv. açık, bir kulağım da orada. Hüsamettin Cindoruk'un sözlerini veriyor Asuman Arslan. Cindoruk hiç yan çizmeden açık seçik söylemiş; ''Hedefleri şeriat devleti.'')

SF'nin danışmanına değinmemin nedeni devletin sınıfsal yapısının nasıl işlediği sorusunu öne çıkarmaktı. Marksizm açısından devletin sınıfsal bir niteliği olduğu, bu anlamda devletin egemenlerin ortak çıkarlarını savunduğu çok açık. Ama bu çıkarların devlet yönetimine nasıl yansıdığı ya da birebir yansıyıp yansımadığı hayli tartışmalı bir konu. Örnekse teorik açıdan devletin biçimsel de olsa bir özerkliğe sahip olduğu da Marksist çevrelerde genellikle kabul görüyor. Katılıyorum, bir kaç kez de bu konuda yorumlarda bulunmuştum. Çok uzattım, farkındayım, burjuvazi istediğinde düzen faşizme dönüşür mü? sorusuna gelmek istiyorum. Daha da somutu sermaye sınıfının hedefinin şerat devleti olduğu iddia edilebilir mi? Benim yanıtım ''hayır'' şeklindedir. Burjuvazi   herhangi bir konuda aynı tepkileri veren ve aynı çıkarları savunan bir sınıf değil ki. Böyle bir toplam yok; burjuvazi böyle bir bütünlüğe de sahip değil. O zaman neden ve nasıl böyle (kolaycı) bir yargıya varıyoruz? Soru şöyle de sorulabilir; burjuvazinin önemli bir kesiminin karşıtlığına rağmen ülkede baskıcı, dinci bir rejim kurulabilir mi? Kurulabilmeye çalışıldığında ya da kurulduğunda ''burjuvazi böyle istedi'' denilebilir mi?

Kolaycılığa kapılmamak gerek, konu bir hayli çetrefilli.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 4 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   3   [4] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Modern ulus devlet nedir? solcu 17 25292 05.11.2018- 00:14
Konu Klasör Ulus devlet-kapitalist devlet farkı üzerine... melnur 4 3049 14.12.2019- 08:39
Konu Klasör Sol nedir, sosyalizm nedir? melnur 6 11279 18.12.2021- 06:39
Konu Klasör Sınıf nedir, sınıf bilinci nedir? ayhan 3 11559 19.10.2014- 19:21
Konu Klasör Devlet melnur 2 4218 13.09.2013- 00:58
Etiketler   Devlet,   nedir
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS