SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 20 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   3   4   5   [6]   7   8   9   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 07.02.2014- 03:37


Alıntı Çizelgesi: proleter yazmış

Kitleleri silahlı bir mücadeleye hazırlamayan partinin devrimci süreçte öncü olabilmesi hayaldir. Burjuvazi iktidarını elinden almak isteyen güçlere karşı öfkeyle direnecekken, burjuvaziden iktidarı barış içinde ele almak mümkün olabilir mi? Bu yüzden iktidarı almak isteyen parti iktidarı ele geçirecek bir silahlı güce de sahip olmalıdır. Halkları bu yönde hazırlamalıdır.



Lenin siyasal devrimin hangi koşullarda gerçekleşebileceğini çözümlemiş. Çok basit tanımıyla burjuvazinin yönetemez duruma gelmesi, yönetilenlerin ise artık eskisi gibi yönetilmek istememe iradelerinin ortaya çıkması olarak özetler bu konuyu.   Yani ne kitlelerin yığınsal olarak sosyalist bilince sahip olmaları ve ne de komünist partinin bir silahlı müfrezeye dönüşmesi söz konusudur. (Lenin'de kitlelerin bilinçlenmesi konusu komünist partinin öncülüğünün pratikte gerçekleşmesi anlamındadır. Moskova ve Petrograd sovyetlerinin Menşeviklerin yönetiminde olması sınıfın ''bilinçsizliği'', sosyal demokratların (komünistlerin) eline geçmesi bilinç durumu anlamına gelir. Sınıfın bilinci ve aklını temsil ettiği için partiyi öncü olarak kabul eden kitleler de sınıf bilinçli işçiler olarak kabul görür.)

Hem Lenin ve hem de Fidel sonraki devrimlerin farklı biçimlerde gerçekleşeceğinin de altını çizerler. Lenin bu konuda ''bizim devrimimiz bize özgüdür'' ifadesini de kullanır. Şu anki bilgilerimiz bize siyasal devrimin zor yoluyla olacağını göstermektedir. Devrim tarihi seçim yoluyla sosyalizmi kurmuş bir ülkenin varlığını ortaya koymadı. Kaldı ki, Türkiye'deki koşullar ve solun tarihsel gelişimi bu olasılığın pek de mümkün olmadığını göstermektedir. Devrimin gerçekleşme koşulu hala ''zor''dur. Ama bu zor, kapitalizmin yol aldığı ve temel sınıfların ortaya çıktığı bir ülkede ''silahlı mücadele'' anlamına da gelmemektedir. İllegalitede kalarak, dar bir örgüt çevresinde bir araya gelerek, keskin ideolojik bildiriler dağıtarak, keskin ve üst perdeden yazılar içeren üç-beş yüz baskılı dergiler çıkararak devrimci sürece katkı koymak pek de mümkün değil. Kapitalizmin krizlerinde kendiliğinden ayaklanan kitlelerin adını bile bilmediği bir illegal örgütün öncülüğünü kabul etmesi ise bana göre gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldir.

Örgüt-parti önemlidir, öncüye sahip olmayan bir halk hiç bir şeydir, bunlar tamam ama, kitlelerle bir bağ kuramamış, dahası kendini kitlelerle bağ kuramayacak koşullara hapsetmiş bir örgütün öncülüğü nasıl mümkün olabilir?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ilkay
[ Mustafa ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.10.2013
İleti Sayısı: 417
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ilkay
Cevap Tarihi: 19.03.2014- 11:55


Sol örgütlenme şart
Ahmet Mümtaz İdil


Henüz tapelerin çoğu ortaya dökülmeden önce, İstanbul’da savcı Muammer Akkaş 25 Aralık 2013’te rüşvet ve kara para soruşturması başlatmıştı. Neydi iddialar?

- Etiler’de polis okuluna ait arazinin ihalesiz olarak hükümete yakın bir şirkete yarı fiyatına verilmesiyle devletin 600 milyon dolar zarara uğratılması,

- İstanbul Paşaköy’deki 10 milyar dolarlık araziye, rüşvet karşılığı maden işletme izni verilmesi

- Sabah-Atv’nin Satışı Turkuaz Medya Grubu’nun elinde bulunan yazılı ve görsel medya organlarının satın alınması için, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla, bir bakanın koordinesiyle hükümete yakın iş adamlarından yüz milyon dolarları bulan para toplanması,

- İstanbul Pendik’teki 249 parselde bulunan arazinin Kadıköy 3. İcra İflas Müdürlüğü’nden pazarlık sureti ile satışı gerçekleştirildiği, ihale süresince BİM tarafından ihaleye fesat karıştırılarak arazinin kendilerinde kalmasının sağlanması,

- İzmir Urla-Zeytineli dolaylarındaki Başbakan için yapılacak villaların bulunduğu arazinin tamamen usulsüz şekilde 1. derece sit alanından 3. derece sit alanı haline getirilmesi,

- İşadamı A.K’nin, Yönetim Kurulu Başkanı olduğu şirketin, Başbakanlık Müsteşarlığı çalışanı kişiye dosyayı rüşvetle onaylattığının saptanması,

- Mecidiyeköy – Mahmutbey Metro Hattı ihalesine fesat karıştırıldığının belirlenmesi,

- Termik Santral İhalesi Özelleştirilmesi planlanan 14 termik santralin, Başbakan’ın talimatıyla özelleştirme kapsamından çıkarıldığı ve yenilenmesi için kendisine en yakın isimlere ihale edilmeye çalışılması,

- Uluslararası alanda El Kaide finansörü olduğu gerekçesiyle aranan şahsın, Türkiye’de Albaraka Türk ve BİM’in gizli ortağı olduğunun tespit edilmesi,

- Kamu arazilerinin, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’na (TÜRGEV) usulsüz yolla devredilmesi.

İstanbul ve Ankara emniyetine, 30 kişinin gözaltına alınması talimatı verilmişti. Listede, Başbakan Erdoğan’a çok yakın 2 isim ile birlikte bürokratlar ve ünlü işadamları yer alıyordu. Ancak İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok, gözaltı talimatını yerine getirmemişti.

İlerleyen günlerde bu iddiaların çoğunun “dinleme kayıtlarının” servis edilmesi sonucu gerçek olduğu ortaya çıktı. Erdoğan inatla “paralel, montaj, dublaj” dedikçe, her gün yeni bir dinleme servis edildi ve yap-boz bulmacanın parçaları tek tek yerine oturmaya başladı.

Başbakan Erdoğan sandıkla tüm yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının kapanacağına inandığından, var gücüyle okuma yazması olmayan ya da okumayan vatandaşların oylarını almaya çalışıyor. Mantığı da şu: Bir ülkenin başbakanı o ülkenin her şeyine karışabilir. Bir savcı, yargıç, iş adamı, sivil toplum örgütleri başbakanın emrindedir. İsterse “asar da keser de”. Kuvvetler ayrılığı, toplumsal sözleşme, yargının bağımsızlığı vb. gibi konularda en ufak bir fikri bile olmayan Erdoğan’ın seçmen kitlesi; yüz mılyarlarca dolarlık köprüler, yollar, tuneller, binalar yapan başbakan ve yakın çevresinin üç-beş milyar doları da cebine atmasını normal görüyor. Daha doğrusu Başbakan bunun “normal” olduğunu seçmenine anlatıyor onlar da kabul ediyorlar.

Sorun, Türkiye’de bunları halka anlatabilecek bilinçli bir “sol” örgütlenmenin olmaması. Bu, solun beceriksizliğinden çok, potansiyel tehlike olarak görülmesinden ve önünde meşakkatli bir yol bulunmasından kaynaklanıyor. Sermayeye sırtını dayamayan bir hareketin toplumu bilinçlendirmesi ancak emekle gerçekleşebileceğinden, on yılları aşan süre gerektiriyor.

Sonar Araştırma Şirketi’nin sahibi Hakan Bayrakçı’nın geçenlerde söylediği gibi, Türkiye’de gerçekten “sol” diye adlandırılabilecek seçmen sayısı yüzde yediyi bile bulmuyor. Bir başka deyişle Bayrakçı, CHP, DSP, BDP gibi partileri “sol” olarak kabul etmiyor, haklıdır da.

Ortalık ahlaksızlık, rüşvet, yolsuzluk gibi insani değerleri ayaklar altına alan rezaletlerle yıkılsa da, bunun AKP’nin din tabanlı seçmenini etkilediğini söylemek mümkün değil. Onlar için Erdoğan bir çeşit peygamber soyundan gelen insan ve bu algıyı ortadan kaldırmak da günümüz partileri açısından çok zor. CHP ve MHP’nin oylarını son rezaletler sonucunda bir miktar artırmış olmasının sebebi Türkiye nüfusunun kıyılarda yoğunlaşmış olması. Oysa bilinçli bir seçmen kitlesi, bu kadar rezaletin sonunda hükümeti çoktan devirmiş olurdu. MHP’nin oylarını CHP’ye oranla daha fazla artırması ise yine din tabanlı milliyetçilik politikalarından kaynaklanıyor. AKP’den kaçan seçmen, “sol” diye bildiği CHP yerine, dine daha çok sahip çıkan MHP’yi tercih ediyor. CHP’nin din söylemleri ise karşılık bulmuyor.
Haksızlıklara karşı çıkmanın, mevcut politikalara itiraz etmenin, sadece düzenin değişmesini istemenin, bireysel karşı duruşlar göstermenin, fiyat artışlarına haykırmanın solculuk olmadığını anlatmak bu ülkenin sosyalistlerine düşüyor.

Solun değişmez ilk koşulu örgütlenmektir. Ancak o zaman bir güç haline gelebilir ve dünyayı değiştirmeye soyunabilir. Örgütlü hareket edildiği zaman Türkiye’nin şu anda “demokratik bir hukuk devleti olmadığı” ispatlanabilir.

Aksi halde muktedirler sık sık çıkıp, gözümüzün içine baka baka aynı yalanı söylemeye devam edecekler: “Türkiye demokratik bir hukuk devletidir.”

Yerseniz...

Sol



SOL CEPHE
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 02.09.2014- 12:03


Örgüte burun kıvırınca
Özgür Şen


Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı için yemin ettiği 28 Ağustos günü AKP teşkilatları hummalı bir hazırlık içindeydi. İlk turda gelen bir seçim galibiyetine karşılık aslında nüfusun çoğunluğundan onay almayı başaramayan Erdoğan, seçimlerde yaşadığı meşruiyet kaybından korkmuş olacak ki, sokaklarda önlem alınması talimatı tüm AKP örgütlerine gitmişti.

O gün, Ankara’nın farklı semtlerinden Meclis’i Çankaya’ya bağlayan arterleri doldurmak için otobüsler dolusu insan taşındı. Ellerine AKP bayrakları verilen bu insanlar caddelerin iki tarafında karşılıklı dizildi ve yazın en sıcak günlerinden birisinin yaşandığı Ankara’nın kuru güneşinin altında Erdoğan’ın geçişini beklediler. Beklediler ki sokakta bir kaza çıkmasın, Erdoğan el sallaya sallaya bir saadet zincirinin içinden geçip köşke çıkabilsin…

Meclis’ten Çankaya köşküne arabayla gitmek pek vakit almaz. O gün cumhurbaşkanlığı araç konvoyu normalin altında bir süratle ilerlemiş dahi olsa bu geçişin 15 dakika dahi sürmesi beklenmez.

Yüzlerce otobüs dolusu insan Ankara’da o gün yalnızca 15 dakika için taşındı. İnsanlar o 15 dakika için oraya geldiler, beklediler, görevlerini yaptılar ve sonra geri döndüler. AKP’nin bu taşıma işini sistematik olarak yaptığını biliyoruz. Mitinglere, açılışlara, belli ki böyle önemli görülen konvoy geçişlerine, buna benzer pek çok etkinliğe AKP otobüslerle adam taşıyor ve bu noktada herkes taşınanlara bakıp AKP tabanı hakkında çokça konuşurken, bu işi yapanlar zaman zaman gözden kaçıyor.

Bu iş için devlet olanakları kullanılıyor mu? Evet... Taşınan insanlara bu iş para ödeniyor mu ya da farklı yardımlar yapılıyor mu? Kesinlikle… Bunların hepsini biliyoruz, ama burada gözden kaçmaması gereken husus AKP’nin başka pek çok başlıkta olduğu gibi bunu son derece örgütlü ve sistematik bir şekilde hiç aksatmadan her koşulda yapabiliyor olması. AKP’nin elindeki tüm olanakları bu kadar organize bir şekilde kullanabilmesinin gerisinde bir tane neden var; AKP burjuva siyaset tarihinin gördüğü en örgütlü parti.

Gariplik de burada başlıyor. Çünkü AKP bu kadar örgütlüyken, AKP’nin karşısına çıkacaklar için örgüt ve örgütlenme bir günah gibi görülüyor.

Yıllardır modern zamanların bittiği iddiasıyla, modern zamanların en önemli siyaset silahı olan örgütten vazgeçmemiz isteniyor. Ama AKP kendi örgütünü güçlendirmek için uluslararası düzeyde akademik ve entelektüel destek alıyor…

Ortak eylemlerde, direnişlerde örgütlerin adı geçmesin diye uğraşılıyor. Ama AKP en basit kasaba şenliğinde dahi örgütlü bir şekilde varoluyor…

Haziran Direnişi’nin en sıcak günlerinde bir yerden düğmeye basılmış gibi örgütlü siyasete karşı bir kampanya başlatılıyor. Ama AKP aynı günlerde örgütlü bir seferberlikle direnişi boşa çıkarmaya çalışıyor…

Üniversitelerde, tribünlerde, iş yerlerinde her türden örgütlü girişime karşı bir cadı avı yürütülüyor. Ama AKP buralara örgütlü bir şekilde müdahale etmekten geri kalmıyor, üniversitede, tribünde, iş yerlerinde örgütlenmek hedefinden bir adım geri atmıyor…

Tüm geleneksel örgütsel formlara saldırılıyor, bunların devrinin dolduğu, artık iş görmez oldukları iddia ediliyor. Ama AKP, en geleneksel haliyle, bire bir insan örgütlemeyi, akla gelebilecek her türlü mekana bu vesileyle müdahale etmeyi sürdürüyor…

AKP örgütünden hiç utanmıyor, her koşulda örgütüyle hareket ediyor. Ama bizim örgütlü kimliğimizden utanmamız, örgütü terk etmemiz isteniyor.

Bizim örgütlülüğümüze karşı yürütülen bu büyük savaşın ideolojik cephanesinin sözde bize yakın görünenlerden tedarik edilmesinde bir gariplik yok. Tarih boyunca hep böyle oldu. Oysa örgüte burun kıvıranın solculukla bir ilişkisi kalmaz. Sol, hedeflerine ancak bir örgüt aracılığıyla ulaşır ve örgüt fikrini terk etmek, tüm hedeflerden vazgeçmek anlamına gelir; hedefi olmayan bir sol tanım gereği sol kalamaz. Bugün AKP’nin karşısında örgütlü mücadele fikrini zayıflatan her tür girdi, AKP’nin kazanması ama hep kazanması için atılmış bir adımdır.

Örgütlü olmak, örgütlü kalmak kolay değildir elbette. Bir insan her koşulda örgütlü kimliğini yeniden üretmekte gerçekten zorlanabilir. Doğrudur, önemli olan bu çabadan hiçbir zaman vazgeçmemek, örgüt fikrinin kendisinden uzaklaşmamaktır ve çaba harcandığı sürece, örgütle birey eninde sonunda bir yerde buluşacaktır.

Ama AKP’nin bütün örgütüyle memleketin üstüne karabasan gibi çöktüğü bugünlerde, örgüte ve örgütlü mücadeleye bu denli ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda, örgüte burun kıvırmayanların, konu örgütlenmek olunca burunlarından kıl aldırmıyor oluşlarını bir kez daha düşünmeleri gerekir.

AKP, sermaye sınıfının, gericilerin, işbirlikçilerin örgütlü gücünü temsil ediyor.

Sınıfa karşı sınıf. Gericiliğe karşı aydınlanmacılık. Emperyalizme karşı yurtseverlik.

Doğru ama örgüte karşı da örgüt!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 02.09.2014- 18:01


Alıntı Çizelgesi: umut yazmış

Örgüte burun kıvırınca
Özgür Şen
... örgüte burun kıvıranın solculukla bir ilişkisi kalmaz. Sol, hedeflerine ancak bir örgüt aracılığıyla ulaşır ve örgüt fikrini terk etmek, tüm hedeflerden vazgeçmek anlamına gelir; hedefi olmayan bir sol tanım gereği sol kalamaz. Bugün AKP’nin karşısında örgütlü mücadele fikrini zayıflatan her tür girdi, AKP’nin kazanması ama hep kazanması için atılmış bir adımdır.

Örgütlü olmak, örgütlü kalmak kolay değildir elbette. Bir insan her koşulda örgütlü kimliğini yeniden üretmekte gerçekten zorlanabilir. Doğrudur, önemli olan bu çabadan hiçbir zaman vazgeçmemek, örgüt fikrinin kendisinden uzaklaşmamaktır ve çaba harcandığı sürece, örgütle birey eninde sonunda bir yerde buluşacaktır.






Örgütün önemi elbette yadsınamaz. Bu tür yazılar belli bir birikim ve doğrunun üzerinde yapılan yorumlar. Örgütsüz bir toplumun her koşulda yenilgisi kaçınılmaz oluyor. Bu yüzden örgüt üzerine yapılan çalışmalar bu konuyu hep öne çıkartıyor. İyi ama örgüt derken ideolojiyi yok mu sayacağız? Şu anda solda birlik çalışmaları gündemde; 80'lerden sonra ise hiç gündemden düşmedi. Bu birlik çalışmaları, bu örgütün önemini vurgulamanın altında belli bir ideoloji ve belli bir ilke olmayacak mı? Birliği, örgütü yaratacak temel ilkeler önemsiz mi?

Hiç değil!

Özgür Şen yazısının sonunda buna da değinmiş.

''Sınıfa karşı sınıf. Gericiliğe karşı aydınlanmacılık. Emperyalizme karşı yurtseverlik.''

Karşı çıkan olabilir mi? Bir solcu için sınıf, örgüt ne ise, gericiliğe karşı aydınlanmacılık, emperyalizme karşı yurtseverlik yadsınabilir mi? Yadsınıyorsa, o kişi solcu sosyalist sayılabilir mi?




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 16.09.2014- 11:52


Kemal Okuyan yazdı: Solda kadro sorunu var mı?


"Stratejik düzlemde önceliklerini, ağırlık noktalarını belirlemeyen bir hareketin ideolojik referanslarının darmadağın olacağını ve doğal olarak amaç disiplinini yitireceğini bilmek gerekir."

(soL - Haber Merkezi) soL yazarı Kemal Okuyan bugün köşesinde sosyalizm mücadelesinde kadrolaşma, kitleselleşme ve toplumsallaşma kavramlarının nasıl ele alınması gerektiği konusuna değindi. Kadrolaşmanın, devrimci bir stratejinin olmazsa olmazı olan öncelikler ve ağırlık noktalarına göre şekillenmesi gerektiğini belirten Okuyan yazısının başında şunları söylüyor:

Kadrolaşma ve kitleselleşme
Kemal Okuyan


Çok tartışılır. Her yerde çok tartışılır ama sorunun kangrenleştiği düşünülen Türkiye’de daha çok tartışılır. Solun kadrolaşması ile kitleselleşmesi arasındaki ilişki yeniden ve yeniden kurulur. Bunlar birbirini ne kadar besler, ne kadar öteler; hangisi ne zaman öne geçer; hangisi ihmal edildiğinde işler büsbütün ters gider de, hangisindeki aksama idare eder…

Kadrolaşamadık da mı, kitleselleşemedik de mi böyle oldu?

Sorar, tartışır ve sonuca pek bağlayamayız.

Çünkü, aklı başında her marksist gibi, bunların birbirinin karşısına konamayacağı gerçeğini bilir ama bildiğimizin devamını getirmekte zorlanırız. Kolayına kaçıştır, kadrolaşma ve kitleselleşmeyi karşı karşıya koyup “gene hangisini ihmal ettik” diye sormak.

Üstelik burada bir tuzak da vardır. Çünkü Türkiye’de kadrolaşma dendiğinde iyi-kötü bir birikimin olduğu, oysa solun çok uzun süredir kitleselleşmenin yanından dahi geçemediği açık bir gerçektir. Bu nedenle karşı karşıya konulduğunda, kitleselleşme açığının kadro açığının üzerine örtmesi kaçınılmazdır.

Dolayısıyla varırız “kadrolaştık, azıcık kitleselleşelim” sonucuna!

Bu sonuçtan uzak durmak, kadrolaşma ve kitleselleşme arasındaki ilişkiyi dinamik bir biçimde kurmak gerekir.

Öncelikle kadrolaşma ile kitleselleşmenin aynı özneye ait edimler olmadığını hatırlamamız gerekiyor. En azından sosyalizm mücadelesi açısından. Kadrolaşma, bütünüyle “öncü örgütlenme”ye ait bir mekanizmayken, kitleselleşme bu örgütlenmeyi kapsasa da, onu aşan bir hareket için geçerlidir. Sermaye partilerini ise tartışmanın dışına çıkarmamız gerekir. Onlar sistemin yerleşik mekanizmalarını devralmak, büyük ölçüde onların tanımladığı alan içinde devinmek durumunda olduklarından ne kadrolaşma ne de kitleselleşme bahsinde devrimci, komünist partilerle benzerlik gösterir.

Sosyalizm mücadelesi, “düşman bir iklim”de, kapitalizm koşullarında sürdürüldüğünden, “örgüt”ü, yani o iklimden kendini iyi-kötü koruyabilmiş bir kolektif iradeyi öne almak durumunda. Öte yandan, sermaye düzeninin geniş kesimlerde hoşnutsuzluk yaratması, bu hoşnutsuzluğun eyleme dönüşmesi için söylenen türde bir “örgüt”e ille gereksinimi yok. “Örgüt” vurgusu, kapitalizmin yadsınması, aşılması perspektifiyle bağlantılı. Bu işlemin kendi haline bırakılması mümkün değil.

Kadrolaşma ile kitleselleşme arasındaki ilişkinin iyi anlaşılabilmesi, sermaye düzenini sonlandırıp komünist topluma gidişin yolunu açmayı hedefleyen bir siyasi öznenin “örgüt”e nasıl bir anlam yükleyebileceğinin kavranmasından geçiyor. Sosyalizm hedefini merkeze koyan bir hareketin, toplumda sermaye düzeninin olumsuzluklarına karşı birikmiş olan her tür tepkiyi kendine çekmesi, bu olumsuzlukların sonucu ortaya çıkmış her arayışa yanıt vermesi, bu olumsuzlukların düğümlediği her soruna çözüm getirmesi söz konusu olamaz. Çünkü “örgüt”, örgütlü davranma yeteneğine indirgeyemeyeceğimiz, amaçla belirlenmiş bir öznedir ve her başlıkta “en yetenekli” değildir. Kapitalizmin akıldışılığının, kriz üreten yapısının, sermaye sınıfının açgözlülük ve zorbalığının ürünü olan her toplumsal dinamiğin sosyalizm mücadelesine bir şey kattığı, “örgüt”ün bir huni gibi bunları toparlayıp kapitalizme öldürücü darbeyi indirebileceği düşüncesinin sınıf mücadelesinin gerçekliğiyle hiçbir alakası yoktur. “Allah ne verdiyse, her şeyden yağ çıkarırız”dan sosyalizmin çıkmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Stratejik düzlemde önceliklerini, ağırlık noktalarını belirlemeyen bir hareketin ideolojik referanslarının darmadağın olacağını ve doğal olarak amaç disiplinini yitireceğini bilmek gerekir.

Öte yandan, sosyalist devrim hedefini güncel tutan, onu sürekli belirsiz bir geleceğe ötelemeyen bir hareket, hedefe mücadele ettiği ülkenin kendine sunduğu toplumsallığa basarak yürümek durumundadır. Yani, sosyalizm mücadelesi açısından zaman ve mekandan bağımsız bir biçimde ayrıntılandırılmış “uygun toplumsal dinamikler” şablonu yoktur. Verili nesnellik içinde tasnif edecek, öncelik ve ağırlık noktalarını saptayacaksınız.

“Örgüt”, bu saptamalara denk düşen bir kolektif iradeyse, onun en temel fonksiyonu olan kadrolaşma da, aynı saptamaların ürünü olarak biçim kazanır. Bir ülkede toplumun hangi noktalarda hareketleneceği, işçi sınıfının hangi kesimlerinin, hangi nedenlerin ürünü olarak düzen sınırlarını zorlayacağı önceden bilinemese de, devrimci bir örgüt, sürekli test ettiği ve yenilediği öngörülerle hareket etmek ve kendini bu öngörülerle biçimlendirmek durumundadır.

İşte bu noktada, kadrolaşma ile öncelikli olarak yan yana getirebileceğimiz, kitleselleşme değil, toplumsallaşmadır.

Toplumsallaşma, büyümeyi de çağrıştırsa bile, asli olarak kök salmayı tanımlar.

Türkiye’de sosyalizm mücadelesi açısından gündemde olan da, kitleselleşme değil, toplumsallaşmadır.

Şekilsiz bir biçimde yığın halinde duran toplumsal kesimler, kısa sürede kitle hareketi formu kazanabilir. Bu hareketlenmelere konu olan toplumsallıklara (ama bu toplumsallıkların herhangi bir yerinde değil, öne çıkmaya aday noktalarına) yerleşme ve uygun noktalara enerji yükleme kendisine devrimci misyonlar yüklemiş bir hareketin “gündelik çalışması”nın temel konusudur.

Kadrolaşma dendiğinde, bu çalışmaya uygun insanların bulunması, yaratılması ve geliştirilmesinden söz etmiş oluyoruz.

Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde sosyalizm mücadelesinin temel sıkıntısı budur: Toplumsallaşma hedefine uygun kadro birikimi yaratmakta sıkıntı çekilmektedir. Bu sıkıntının aşılması için kadrolaşmayı kitleselleşme ile değil toplumsallaşma ile birlikte ele almak gerekir. Belli bir kadro birikiminin kitleselleşmesi dendiğinde, aşırı basitleştirilmiş, kaçınılmaz olarak nicel büyüklüklerin öne çıktığı bir süreç tarif etmiş oluyoruz. Toplumsallaşma ise, kadrolaşmanın kendisini de etkileyen, dinamik, çift yönlü bir ilişki tanımlıyor. Önceliklerin, yerleşilecek ve enerji aktarılacak noktaların gereksindiği özelliklerle teorik-siyasi-ideolojik sağlamlığın birbirinden götürmediği, birbirine kattığı bir kadrolaşma.

Yani… Toplumsallaşma, hemen şimdi!




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 16.09.2014- 15:37


Bence de marksist bir parti hiçbir zaman yüzde 55-60 oylara ulaşıp,bu şekilde toplumsal devrimi gerçekleştirmeyecek ama bu bizi mutlak bir kendiliğindenciliğe yöneltmemeli,yapılması gereken bir yandan türkiye de devrimci durumun objektif şartlarının oluşmasını beklerken ki belli ölçülerde bu oluşmuş da diyebiliriz diğer taraftan devrimin subjektif koşullarını yani örgütlenmeyi gerçekleştirmek.
Güçlü bir örgütlendirmeyi gerçekleştiren parti devrimci durumun objektif koşullarının oluşmasına kendi de katkı sağlayabileceği gibi aslında türkiye de ve emperyalizm çağında bütün ülkelerde devrimci durumun objektif şartlarının varolduğunun tespitini de yapabilir ve harekete geçilmesi çağrısında bulunabilir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 16.09.2014- 23:39


Dünyada bir ilkti, gezi direnişi. Bu bile devrimin nesnel koşullarının ülkemizde var olduğunun göstergesidir. Eksik olan şey örgütlenme. Kitleyle buluşabilmiş öncü parti. Öncü parti olma iddiasında pek çok parti var ama, kitleselleşebilme konusunda sorunlar yaşıyor, kitleye ulaşamıyor. Türkiye solu bu sorunu aştığında devrimci durumun oluşmaması gibi bir sorunumuz olmayacaktır diye düşünüyorum.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 18.09.2014- 11:33


İleri'ciler ve sınıf-Doğan Ergün  

İleri'nin Türkiye Komünist Partisi'nde yaşanan iç tartışma ve ayrışmanın ardından gündeme geldiği biliniyor.

TKP'de yaşanan ayrışmanın karakterini belirleyen bir nokta, özellikle işçi sınıfı içerisindeki çalışmalarda ve öğrenci gençlik örgütlenmesinde öne çıkan kadroların bir tarafta kalması oldu. (Elbette diğer tarafta da sınıf ve gençlik örgütlenmesinde görev ve sorumluluk almış pek çok değerli arkadaşımız var. Ancak burada bir ağırlıktan, bir genel karakterden bahsediyoruz.)

İleri'de sınıf gündeminin daha fazla yer tutuyor olması biraz da bundan kaynaklanıyor.   Emek kategorimizdeki haberler de genelde daha çok okunuyor.

Yani hem İleri ekibinin hem de okurumuzun yönelimi benzer...

Pozisyonların, tutumların, önceliklerin, karakterlerin belirginleşmesi gerekir. Emekçi sınıfların sorunları ve gündemleriyle ilgili son birkaç günde yaşanan kimi gelişmelerin ve alınan tutumların karakterleri biraz daha belirginleştirdiğini, anlaşılır kıldığını görüyoruz. İyidir...

Herhangi bir sosyalist hareket açısından, sınıfın örgütlenmesi öncelikli gündemlerden biridir. Öte yandan, özellikle 1930'larla birlikte öyle dönemler yaşandı ki, neredeyse sınıftan bahsetmenin, sınıf örgütlenmesi üzerine çalışmanın devrimci bir görev olduğu unutuldu.

İşte birkaç örnek:  

- Faşizmin yükselişinde emekçi sınıfların oynadığı rol...

- Refah devleti uygulamalarıyla sanayileşme hamlesinin sınıf örgütlenmesine etkisi, sendikalar...

- Neoliberalizm dönemi, yeni bir üretim modeline geçiş ve bunun reel sosyalizmin zayıfladığı ve çözüldüğü bir döneme denk gelmesi...

- Örgütsüzleşmenin ve sendikasızlaşmanın tavan yapması... İşçi sınıfının gerçek bir aktör olarak ekonomik ve politik mücadele sahnesindeki yerinin silikleşmesi...

Bu örnekler ve daha başkaları, dönem dönem sosyalistler açısından sınıf konsantrasyonunu dağıttı.

Gelelim bugüne...

Günümüzde üretim ilişkilerini belirleyen şey kuralsızlık, güvencesizlik, esneklik, taşeronlaşma...

Kuraldır, etki tepkiyi doğurur. Ama özellikle toplumsal alanda tepkinin hemen doğmayacağı da başka bir kuraldır.

Sermayenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda attığı adımların mantıksal sonuçlarının hukuki, siyasi, ideolojik zeminde karşılık bulması zaman alır.

Dahası sermayenin, belli bir bölgede başlattığı hareket illa tam olarak aynı bölgede büyük ölçekli toplumsal-sınıfsal etki yaratmayabilir. İngiltere'de çok daha yapısal dönüşümler yaşanabilir örneğin, ancak bu dönüşümlerin uzantılarına ya da türlerine dönük tepkiler eşitsizliklerin daha yoğun yaşandığı bölgelerde birikebilir.

Yani etki tepkiyi eş zamanlı ve eş mekanlı olarak doğurmayabilir.  

Yine öyle oldu...

21, 25 ve 28 Ağustos tarihli yazılarımızda değinmeye çalıştık.

Tekrarlayalım, bölgemiz ve özellikle Türkiye; gericilikle emperyalizmin yarattığı vahşeti iliklerinde hissediyor ve bu artık bir ölüm-kalım kavgasını dayatıyor.

Emekçi sınıfların, üretim ilişkileri nedeniyle hissettikleri güvensizlik ve maruz kaldıkları kuralsızlık, gericiliğin ve emperyalizmin yarattığı güvensiz ve kuralsız ortamla bütünleşiyor. Bunlar bir ve aynı şey haline geliyorlar...

Ülkenin gündemi sınıfınkiyle örtüşüyor, sınıfın gündemi ülkeye kurtuluş yolu gösteriyor.

Sınıfın açacağı yarık topluma ışık verebiliyor, toplumsal alandaki direnişler, karşı koyuşlar sınıf mücadelesine güç verebiliyor.

İşçi sınıfının örgütlenmesi yalnızca tarihsel ve teorik olarak değil güncel ve pratik olarak da devrimci bir misyon yükleniyor.

Başa dönersek, İleri'yi yaratan (habercisi, editörü, okuru ve destekçisiyle) kadronun niteliklerinin neden tarihsel bir önem taşıdığı şimdi daha iyi anlaşılacaktır. Bu kadronun derin bir düşünsel sürecin ardından değil, sezgisel olarak dahi olsa üstlendiği misyon önemli ve devrimcidir.

Bu kadro, sınıfı örgütleyecek.

İşçi sınıfı örgütlenmesinde arayışçı olacak, deneyecek, deneyecek...

Kendini klasik kalıplara hapsetmeyecek.

Yeni bir dönemde olduğunu bilecek. Modeller arayacak.

Emekçiler arasında farklı kalifikasyonlara sahip ancak aynı güvensizlik hissini yaşayan bölmelerinin birlikteliğinin nasıl sağlanacağı, sınıf karakterinin nasıl sağlanacağı üzerine düşünecek.

Kent-çevre gündemleri bu kadar yoğunken, iş yeri örgütlenmesiyle mahalle örgütlenmesi arasındaki bağın nasıl kurulacağı üzerine düşünecek.

Düşünecek ve...

Sınıfın nasıl örgütleneceği sorusunu yanıtlayabilmek çok devrimci olduğu için bulacak!



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 20 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   3   4   5   [6]   7   8   9   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Devrimci örgüt anlayışı üzerine tartışma Köroğlu 1 2088 23.03.2020- 20:13
Etiketler   Örgüt.Örgüt.Örgüt.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS