SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Türkiye'de Leninizme yer var mı?           (gösterim sayısı: 4.765)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.022
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 10.05.2014- 07:38


Türkiye'de Leninizme yer var mı?/ Erkin Özalp  

Resim Ekleme


Leninizm, bugünün Türkiye’sinde, sosyalistlerin yoluna ışık tutmayı sürdürüyor mu?

Eğer Leninizmden, “asıl olan, illegal örgütlenme ve illegal mücadeledir” türü bir tez anlaşılacaksa, bu konuda olumlu görüş bildirmek kolay olmayacaktır.

Bolşeviklerin yasadışı örgütlenmeyi ve yasadışı mücadeleyi temel almalarının nedeni, Rusya’daki baskıcı çarlık rejimine karşı mücadele etmeleriydi. Yasal örgütlenme ve mücadele olanaklarının çok sınırlı olduğu ve bu olanakların bile kolaylıkla ortadan kaldırılabildiği bir ülkede, devrimci bir örgüt için, aksi zaten mümkün değildi. Buna karşın, bugünün Türkiye’sinde, sayısız yasal ve yasadışı antidemokratik uygulamanın varlığına karşın, sosyalistler yasal zeminde örgütlenebiliyor ve yasadışı mücadelenin toplumsal meşruiyeti son derece sınırlı. Halkın ya da işçi sınıfının toplumsal ölçekte anlam taşıyabilecek büyüklükteki bir kesimini yasadışı örgütlere kazanmak olanaksız.

Bir başka deyişle, eğer Leninizm, Lenin’in Ekim Devrimi öncesinde savunduğu somut ve ilgili dönemin Rusya’sı için geçerlilik taşıyan tezlerden ibaretse, yolumuzu pek fazla aydınlatamayacaktır. Ama Lenin, “somut durumun somut çözümlemesi”ne önem veren bir devrimciydi. Her ülke ve her dönem için geçerli olacak reçeteler yazmaya kalkışmamıştı.

Yasadışı örgütlenme ve yasadışı mücadele, pek çok örgütsel bilginin yalnızca halktan değil, üyelerden bile gizli tutulmasını da zorunlu olarak beraberinde getirir. Ama buradan hareketle, bugünün Türkiye’sinde, sosyalist örgütlerin üye sayılarının, gelir ve giderlerinin, bu örgütlerde kimlerin ne kadar “profesyonel maaşı” aldığının, merkezi kurullardaki tartışmalarda kimlerin hangi görüşleri savunduğunun, örgüt yayınlarının gerçek satış sayılarının, İnternet sitelerindeki her bir yazının kaç tık aldığının vb. gizlenmesi, Leninizmin bir gereği değil, “bilgi tekeli” oluşturmanın en kolay yoludur. Bu tür bilgiler yalnızca çok az sayıda yöneticinin elinde olduğunda, bu yöneticiler, her tür tartışmada, işlerine gelen bilgileri birer koz olarak kullanabilir, işlerine gelmeyenleri kendilerine saklayabilir. Dahası, şu ya da bu nedenle “gerekli” ya da “zorunlu” gördüklerinde, bilgileri çarpıtma ve hatta düpedüz yalan söyleme yoluna gidebilirler. Üstelik, bunu, “aslında iyi niyetli” olduklarını düşünerek de yapabilirler!

Ama bilgi tekeli oluşturmak, üyelerin (ve sempatizanların) mücadeleye katkılarını sınırlandırmanın en garantili yollarından biridir. Örgütsel sorunlar yalnızca çok az sayıda kişi tarafından bilindiğinde, onların çözümüne katkıda bulunabilecek olan kişilerin sayısı da çok düşük olur. Siyaset söz konusu olduğunda, sadece, dışarıya homojenlik görüntüsü veren bir merkezi kurulun kararlarının ne şekilde hayata geçirileceği konusundaki “tartışma”lara izin verilirse, üyelerin (ve sempatizanların), alınan kararları benimsemeleri ve başkalarına benimsetmeleri zorlaşır.

Hiç kuşku yok ki, az sayıda insan (ve bazen tek bir kişi), belirli dönemlerde, bu sorunları önemsizleştirecek kadar doğru, iyi, ilerletici, devrimci vs. kararlara imza atabilir. Böylece, sözünü ettiğim riskleri, söz konusu dönemler için, önemsizleştirilebilirler. Ama Marksizme dayanan Leninizm, bu çok özel durumun teorisi olamaz!

Bilgi tekeli oluşturmama adına, bugünün koşullarında hukuki ve mali riskler doğurabilecek türden bir şeffaflık istemek de son derece tehlikeli değil mi, diye sorulabilir elbette. İyi ama, “yaratıcılık” ne güne duruyor? Niyet varsa, çözümler de bulunabilir. Örneğin, “siyasi   yasaklı” olanların varlığı nedeniyle, gerçek üye sayılarını bildirmek sorun mu oluşturuyor? Bulunmuş çözümü zaten var: “Fahri” üyelikler. Diğer taraftan, kanımca, şeffaflığın yasal düzenlemelere uyma zorunluluğundan kaynaklanabilecek olan parasal maliyetleri, kapalılığın siyasal maliyetleriyle karşılaştırıldığında, hayli önemsiz kalacaktır.

Asıl sorun şu: Leninist olduğunu iddia eden bir “merkez”e kayıtsız şartsız bağlı kalacak olan emir erleri mi istiyoruz, yoksa tek tek bireylerin sosyalist iktidar mücadelesine katkıda bulunma olanaklarının olabildiğince artırılmasını mı?

Bu noktada, “Leninizm nedir?” diye sorabiliriz.

Kanımca, Leninizmin temel ayırt edici özellikleri, “iktidar perspektifi” ve “öncülük anlayışı”dır.

“İktidar perspektifi”, temel hedefin sosyalist iktidara ulaşmak olması anlamına geliyor. Bir başka deyişle, Leninizm, halkın kendi kendisini yönetmesini sağlayacak olan bir düzene mümkün olan en kısa sürede ulaşılması için mücadele etmek demektir.

Leninist “öncülük anlayışı”na göreyse, sosyalist iktidar hedefine, tek başına halkın ya da işçi sınıfının “kendiliğinden” mücadeleleriyle ulaşılamaz ve iktidara ulaşabilmek için bu mücadelelere “öncülük” etmek gerekir.

Gezi Direnişi, en azından bence, Leninizmi bir kez daha doğruladı: “Kendiliğinden” mücadelelerle elde edilebilecek olanların sınırlarını göstererek...

Ama aynı Gezi Direnişi, yine bence, “öncülük” konumunun, tek başına “öncü olma iddiası”yla, “sınıfın aklı olma iddiası”yla ya da “halkın vicdanı olma iddiası”yla vs. kazanılamayacağını da gösterdi. Sosyalist solun seçim bilançosunun da gösterdiği üzere, Türkiye’deki sosyalist örgütler, seçimlerde, “Gezi ruhu”nun temsilciliğini üstlenemedi.

Bugün, Türkiye’de, Gezi Direnişi boyunca defalarca sokağa çıkmış, İnternet aracılığıyla tepkilerini ifade etmiş, forumlara katılmış, ülkenin farklı bir şekilde yönetilmesini isteyen, CHP dahil olmak üzere muhalefetteki düzen partilerinde aradıklarını pek fazla bulamayan geniş bir kesim var. Bu kesimin ortak paydası aranacak olursa, birinci sıraya özgürlükçülük yerleşecektir. Bunun yanına eşitlikçiliği ve paylaşımcılığı da eklemek gerektiğini düşünüyorum.

Sosyalist sol, eskisi gibi yönetilmek istemeyenlere ne öneriyor?

Öz olarak, sadece şunu: Gelin, bize katılın; ne kadar örgütlenirsek, ne kadar büyürsek o kadar güçlü oluruz ve bir şeyleri değiştirmemiz mümkün hale gelir.

Örgütlenme çağrılarının istatistiksel açıdan anlamlı bir karşılık bulmadığı açık.

Eskiden olsa, bu durum, 12 Eylül döneminin yarattığı örgüt ve mücadele korkusuna, apolitizme, duyarsızlaşmaya vb. bağlanabilirdi. Ama eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, 30 Mart seçimlerinde, İstanbul’da, Oy ve Ötesi hareketi aracılığıyla 20 binden fazla sandık gönüllüsünü örgütlemeyi başararak, somut, gerçekçi ve anlamlı buldukları hedefler doğrultusunda canla başla, tehlikelere ve tehditlere göğüs gererek mücadele edebileceklerini gösterdi. Benzer şekilde, Ankara’da, CHP’nin oylarını korumaya çalışanlar, CHP’lilerden çok gönüllülerdi.

Eskisi gibi yönetilmek istemeyenlerin anlamlı bir bölümünün siyasal hedefler için örgütlenmesi ve mücadele etmesi nasıl sağlanabilir?

Birincisi, özgürlükçülük ve eşitlikçilik temelinde, mümkün olduğunca birleştirici/kapsayıcı bir siyasal çerçeve oluşturarak. Uzun ve ayrıntılı programlar, en azından bugünkü koşullarda, geniş kesimlerin birleşmesini sağlayamaz.

Birleştiricilik/kapsayıcılık konusunda sadece bir örnek: Gezi Direnişinin gösterdiği üzere, eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, “militan” değil, “özgürlükçü” ve “dinsel inançlara saygılı” bir laiklikten yana. Türbandan değil, dinsel inançların siyasete ve ticarete alet edilmesinden rahatsızlar. İnançsızlıkla da bir sorunları yok. Dolayısıyla, onları birleştirebilecek olan bir siyasal çerçevede, soyut ya da militan “laiklik” veya “aydınlanmacılık” vurguları değil, inançlara dayalı ayrımcılığa ve dinsel inanç sömürüsüne karşıtlık yer alabilir.

İkincisi, eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, ancak, her bakımdan katılımcı ve açık/şeffaf olan örgütlerde birleşebilir. Karar alma süreçlerinde herkesin eşit derecede söz sahibi olmadığı, kararlar uygulanırken herkesin özgün katkılarda bulunabilmesini sağlamayan, tam bir gelir-gider şeffaflığı sergilemeyen, her tür örgütsel bilgiyi herkesin erişimine açmayan örgütler, “Gezi ruhu”nu temsil etme şansını da yakalayamaz.

Bu konuda da, yazıyı çok uzatmamak için, yine sadece bir örnek vermekle yetineyim: Gezi Direnişi sırasında gördük ki, çok sayıda insan belirli somut hedefler uğruna çaba harcadığında, dar ekiplerin üretemeyeceği yaratıcılık örnekleri kolaylıkla ortaya çıkabiliyor. “Duran adam” eylemi, kritik bir evrede ortaya çıkan ve direnişin sürmesine katkıda bulunan bir yaratıcılık örneğiydi.

Üçüncüsü, eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, sadece, “gerçekçi” siyasal hedefler doğrultusunda örgütlenebilir. Örneğin, seçimlerde, kazanma şansı olmayan adaylara oy vermeleri sağlanamaz. Ama yine örneğin, belirli yerelliklerde, onları gerçekten temsil edebileceklerini düşündükleri bağımsız milletvekili adayları için canla başla çalışma yürütebilirler. Tabii bunun için, söz konusu adayların, öncesinde, onları ikna edecek taahhütlerde bulunması ve ön seçimlerin yapılmasını kabul etmeleri gerekir.

Bu yazdıklarım, kimilerine, tam da Leninizm karşıtı şeylermiş gibi görünebilir.

Oysa tüm bunlar, birileri “öncülük” etmeden kolay kolay gerçekleşemez!

Aslına bakılırsa, sosyalist örgütlerin güncel bazı girişimleri, yukarıda tarif ettiğim ihtiyacın en azından bir ölçüde kabullenildiğini gösteriyor. TKP’nin “Sol Cephe”sinden ve ÖDP’nin “birleşik muhalefet” yaratma girişiminden söz ediyorum.

Ne var ki, bu girişimler, dışarıdan bakıldığında, ilgili partilerin “yan örgüt” yaratma çabaları olarak görülüyor.

Kabalaştıracak ölçüde açık yazayım: Bugün, sosyalistlerin (ya da Leninistlerin) öncülük edeceği ve eskisi gibi yönetilmek istemeyenleri siyasal mücadeleye kazanmaya çalışacak olan örgütlenme girişimlerinde, en azından Halkevleri’nin, ÖDP’nin ve TKP’nin ve aslında başka pek çok sosyalist (ve dahası sosyalist olmayan) örgütün yer alması gerekmez mi?

Ankara’daki büyükşehir belediye başkanlığı seçimi, EHP, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin ortak çalışma yürütmesinin kendi başına bir “sihirli anahtar” olmadığını gösterdi tabii ki. Ama bu birliktelik sadece sembolik bir anlam taşıyordu; Kaya Güvenç’in kazanma olasılığının bulunduğunu düşünen hiç kimse yoktu.

Her ihtimale karşı ekleyeyim: Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin “birleşmesi” gerektiğini savunmuyorum! Dahası, yukarıda yazdıklarımdan anlaşılabileceği üzere, tek başına bu üç örgütün ittifak kurmasının, eskisi gibi yönetilmek istemeyenleri kazanmaya yeteceğini de düşünmüyorum.

Ama eskisi gibi yönetilmek istemeyenleri birleştirme iddiasına sahip olan bir örgütün, Halkevleri, ÖDP ve TKP’den bir ya da ikisini dışarıda bırakması, sadece şu durumda kabul görebilir: Dışarıda kalanların, sadece ve sadece, dar çıkarlarını her şeyin önüne koymaları nedeniyle dışarıda kaldıklarının herkesçe görülebilir/anlaşılabilir olması. Bunun için de, dışarıda bırakanların, bu duruma engel olmak için neler yaptıklarını açıklayabilmesi gerekir.

Açıkçası, yazının tam bu noktasında, sosyalist örgütlerden herhangi birinin üyesi ya da sempatizanı olmayan bazı okurların, “yahu, Halkevleri’ni, ÖDP’yi, TKP’yi ve benzerlerini takan kim?” diye sorabileceğini düşündüm!

Ne yazık ki, onlara hak vermeden edemeyeceğim!

Gerçekten de, bu örgütler, Leninizmin de gereğini yerine getirip, eskisi gibi yönetilmek istemeyenlerin siyaset sahnesinde ağırlık kazanmalarını sağlayabilecek olan girişimlere öncülük edemezse, onları önemsemek için pek fazla neden kalmayacaktır. Dahası, böylesi bir durumda, mevcut sosyalist örgütlerle (ve dolayısıyla Marksizmle ve Leninizmle) bağları hayli zayıf olan bazı girişimler de çıkabilir ortaya.

Leninizm, tabii ki, bugün için eskisi gibi yönetilmek istemeyenlere siyaset sahnesinde bir ağırlık kazandırma çabasından ibaret olamaz. Bugünün Türkiye’sinde yaşanan sorunların gerçek çözümlerini ancak sosyalist bir iktidarın, yani bir halk iktidarının üretebileceğini, bugün elde edilebilecek olan kazanımların sadece ve sadece sosyalist iktidara ulaşma mücadelesini güçlendirebilecekleri ölçüde anlamlı olabileceğini ısrarlı bir şekilde savunmak da gerekir. Bugünkü sorunumuz, Leninist olma iddiasındakilerin, diğer gerekirlikleri bir yana bırakarak, sadece bu son söylediklerimi yapmaya çalışıyor olması...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.022
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 12.05.2014- 17:20


''Bu noktada Leninizm nedir?” diye sorabiliriz.

Kanımca, Leninizmin temel ayırt edici özellikleri, “iktidar perspektifi” ve “öncülük anlayışı”dır.

“İktidar perspektifi”, temel hedefin sosyalist iktidara ulaşmak olması anlamına geliyor. Bir başka deyişle, Leninizm, halkın kendi kendisini yönetmesini sağlayacak olan bir düzene mümkün olan en kısa sürede ulaşılması için mücadele etmek demektir.

Leninist “öncülük anlayışı”na göreyse, sosyalist iktidar hedefine, tek başına halkın ya da işçi sınıfının “kendiliğinden” mücadeleleriyle ulaşılamaz ve iktidara ulaşabilmek için bu mücadelelere “öncülük” etmek gerekir.''


Şu konunun altını bir kere daha çizmek gerek: Leninizm Marksizmden soyutlanarak ele alınamaz. Bilimsel sosyalizmi reddiye içinde olanlar Leninizmi eğer sadece iktidar perspektifi ve öncülük anlayışı olarak ele alırlarsa yanılırlar. Evet, Leninizm dar anlamda iktidar perspektifi ve öncülük anlayışıdır. Önemi de bu konuda Marksizm'de var olan bir boşluğu doldurmasıdır. Onun için Marksizm Leninizm denilmektedir. Marksizmden soyutlanmış bir Leninist anlayış olamaz, olursa ve bu yönde iddialar ortaya atılırsa, o iddiaların ne Marks'la ve ne de Lenin ile ilgisi olabilir ve dahası Lenin'i sadece siyasi bir yönteme indirgemek, onunla ilişkili hale getirmek demektir ki, bu da Leninle düpedüz alay etmektir.

''Sosyalistim'', ''komünistim'' diyorsak, sözünü ettiğiniz kavramların bilimsel bir altyapısı, ve ideolojik bir niteliği olduğunu bilmek durumundayız. Bunlar gereksiz yere ayrı kavramlaştırmalara ihtiyaç göstermezler. Ulusalcı sol, liberal sol, enternasyonalist sol gibi kavramlaştırmalara bu yüzden ihtiyaç yoktur. Bu tür kavramlar şu ya da bu şekilde kullanıldığında bilimsel sosyalizm adına orada birtakım soru işaretlerinin olduğunu ileri sürmek çok da yanlış olmayacaktır. Bu kavramlar çoğu kez bilimsel sosyalizmin en temel tezlerini reddetmenin bir kılıfı haline getirilmektedir.

Leninizm de öyle! Eğer ideolojik altyapınızda Marksizm yoksa şu ya da bu şekilde ileri süreceğiniz iktidar perspektifinin ve örgüt anlayışının hiç bir anlamı kalmayacaktır. Örgütü kurdunuz, bir şekilde iktidarı alma stratejisine de sahipsiniz; peki sonrası? Sonrası için Marksizm yoksa Leninist olmanın pratikteki getirisi suyu bulandırmaktan, kafa karıştırmaktan   öteye geçer mi? Ya da ''enternasyonalist solcu''sunuz, siyasal devrim perspektifinden yoksunluk ya da sosyalist örgüt-parti konusunda ''özgür'' takılmanız sizleri ''gerçek solcu'' yapar mı?



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Benzer konu yok
Etiketler   Türkiyede,   Leninizme,   yer,   var,  
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS