SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Danıştay töreninde gerginlik           (gösterim sayısı: 8.817)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: abbas
Konu Tarihi: 10.05.2014- 16:17


Danıştay töreninde gerginlik

Resim Ekleme

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'nun konuşmasına kızan Başbakan Tayyip Erdoğan, "Sizin yaptığınız edepsizliktir" diyerek Feyzioğlu'na tepki gösterdi. Erdoğan'ın işaretiyle, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve yanındaki heyet salonu terk etti.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Danıştay'ın 146'ncı kuruluş yıldönümü sebebiyle bir konuşma yapıyordu. Bu sırada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kızarak ayağa kalktı ve "Van depremi sonrasında neler yapıldığını bilmiyorsunuz, sizin yaptığınız edepsizliktir" diye tepki gösterdi. Bunun üzerine konuşmasına devam eden Metin Feyzioğlu, "Edepsizlik eden ben değilim" yanıtını verdi. Bu konuşma üzerine daha da sinirlenen Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve yanındaki heyete salonu terk etme yönünde işarette bulundu. Bu işaretin ardından Cumhurbaşkaı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Erdoğan'ın yanındaki heyet salonu terk etti.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 16:19


Feyzioğlu'nun Erdoğan'ı kızdıran konuşması

Resim Ekleme

Metin Feyzioğlu'nun Recep Tayyip Erdoğan'ın kızarak salonu terk etmesine sebep olan konuşmasında hangi ifadeler yer alıyor?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay'ın 146. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu konuşma yaptığı sırada salonu terk etti. Metin Feyzioğlu o konuşmadasında; Cumhurbaşkanlığı seçimleri, HSYK, Özel Yetkili Mahkemeler, basın özgürlüğü, intermet yasakları, Vanlı depremzedelerin selamı ve Avukatlık Kanunu gibi konuları ele almıştı.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 16:20


İşte o konuşmanın tam metni.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Huzurlarınızda, Danıştay'ın Sayın Başkanı'nın ve tüm idari yargı mensuplarının şahıslarında, Danıştay'ın 146. Kuruluş Yıldönümü'nü kutluyorum. Görevi, yurttaşı idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemlerine karşı korumak olan bu önemli kurumun, hukukun üstünlüğü ve demokratik hukuk devletinin vazgeçilmezi olduğunu vurgulamak istiyorum.

Bugünümüzü ve parlak olacağından emin olduğum yarınlarımızı borçlu olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve Cumhuriyetimizi kuran tüm devlet adamlarını ve ayrıca Danıştay şehidimiz Mustafa Yücel Özbilgin'i rahmetle anıyorum.

Bugün Engelliler Haftası'nın ilk günü. Türkiye'de 8.5 milyon engelli yurttaşımız var. Anayasamızda engellilere yönelik pozitif ayrımcılık hükmünün, toplumsal yaşamın her alanında eksiksiz olarak uygulanmasını dileyerek sözlerime başlıyorum. Esasen engelli yurttaşlarımızın taleplerinin asla ayrıcalık veya kendileri için ayrımcılık olmadığını, talep edilenin, eşit yurttaşlık temelinde toplumsal hayata katılmaktan ibaret olduğunu dikkatlerinize sunuyorum.

Basın özgürlüğü

Sayın Cumhurbaşkanım,

Daha birkaç gün önce, 3 Mayıs "dünya basın özgürlüğü günü"ydü; gazeteciler, hür basın için ağızları bantla kapalı olarak yürümek suretiyle basına yönelik sansürü protesto ettiler ve tutuklu meslektaşlarına özgürlük istediler. Dileriz bundan sonraki yürüyüşler protesto değil, kutlama yürüyüşleri olur.

Hukuk devletinin tanımlayıcı unsuru olan hukuki güvenlik ilkesi, etkin bir idari yargı denetimi olmaksızın hayata geçirilemez. Hukukun üstünlüğüne inanan, insan onurunun korunmasını gözeten, şeklen değil, özde adalet dağıtmayı esas alan bağımsız ve tarafsız bir yargı, demokrasinin ve hukuk devletinin asli unsurudur. Böyle bir yargı, herkeste saygı uyandırır, hukuka uygun davranan herkese güven aşılar.

Unutmayalım ki adaletin tecelli ettiği mahkemeler, hepimizin son sığınağıdır, umut kapılarımızdır. Bu kapıların kapanması, ihtiyaç halinde kolay kolay açılmaması ya da çok geç açılması, hukuk güvenliğini derinden sarsar. Başka bir deyişle, yargının adil davranmadığının yaygın kanaat haline gelmesi, yurttaşların mahkemelerde haklarını alamayacaklarını düşünmeye, suçsuz olsalar bile mahkûm edileceklerinden korkmaya başlamaları durumunda, mülk yani ülke temelsiz kalır. Siyasetin girdiği mahkemeden adalet kaçar. Adaletsiz demokrasi olmaz. Demokrasilerde siyasi partiler, iktidara, yargı tarafından denetlenmeyi peşinen kabul ederek talip olurlar. Elbette bu denetim siyasi değil, hukuki bir denetim olmalıdır. Şu halde yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, etkinliği, güvenilirliği, her insan için ekmek kadar, su kadar, hava kadar yaşamsal önemdedir. Türkiye'de görevini sorumluluk duygusuyla, fedakârca yerine getirerek adalet dağıtmaya çabalayan binlerce avukat, hâkim ve savcı vardır. Kuşkusuz insanın söz konusu olduğu her yerde insandan kaynaklanan sorunlar da olur. Bu sorunların hiçbiri çözümsüz değildir. Yapılması gereken, yargıya, yargı dışı her türlü müdahaleyi önleyen, güvenilir bir sistemin kurulmasıdır. Bu görev hepimizindir. Çözümler kavga ederek değil, konuşarak bulunur.

Avukatlık kanunu

Sayın Cumhurbaşkanım,

Bugün avukatlık mesleğinin sorunlarını çözecek, böylece yetmiş altı milyon insanımızın teorik anlamda sahip oldukları hakları kullanabilmelerini sağlamak suretiyle "birey olma mücadelesi"ni başarıya ulaştıracak bir Avukatlık Kanunu'na acilen ihtiyacımız vardır. Böyle bir kanun, ancak Türkiye Barolar Birliği ve baroların öncülüğünde hazırlanabilir. Biz, bu amaçla, Türkiye'nin tüm bölgelerinden katılım sağlayarak, bir çalışma komisyonu kurduk ve taslağımızı hazırladık. Bütün barolarımızdan gelecek görüşler doğrultusunda son şeklini vereceğiz. Aynı dönemde, Adalet Bakanlığı çatısı altında ayrı bir komisyon daha kuruldu; biz sorunları birlikte çözme irademizin gereğini yaparak o komisyona da katıldık. Bahsettiğim komisyonca hazırlanan ve Adalet Bakanlığınca üzerinde bir kısım değişiklikler yapılarak ilgili kurumların görüşüne sunulan taslağın, baroların delege yapılarını temsilde adaleti hiçe sayarak düzenleyen, avukatlığı sermaye şirketleri eliyle yürütülen ticari bir faaliyet haline getiren, şubeleşmeye izin vermek suretiyle büyük şehirlerde kurulan şirketlerin diğer şehirlerimizdeki avukatlarımızın yaşama alanlarını ellerinden alan düzenlemeleri başta olmak üzere, çeşitli hükümlerine dair çekincelerimizi de ortaya koyduk. Bunları burada tek tek açıklayarak vaktinizi almayacağım. Ancak hem mesleğimiz, hem hukuk devleti açısından hayati sorunumuzun, çağdaş bir hukuk eğitiminin yanında, bir an önce avukatlık stajına başlama sınavının ve avukatlığa giriş sınavının getirilmesi olduğunun altını çiziyorum. Görüşe gönderilen taslakta, sınavın Adalet Bakanlığı tarafından yapılması öngörülmektedir. Hâkimlik ve savcılık sınavı Türkiye Barolar Birliği tarafından yapılmadığına göre, avukatlık sınavının Adalet Bakanlığı tarafından yapılmasının öngörülmesini anlamak mümkün değildir. Bu, yeni bir vesayet düzenlemesidir. Öte yandan hali hazırda hukuk fakültelerinde okuyan kırk bir bin öğrenci sınavdan muaf tutulmaktadır. Bu, bugün görev yapmakta olan avukat sayısının en fazla beş yıl içerisinde neredeyse yarı yarıya artması, buna bağlı olarak mesleğin sürdürülebilmesinin imkânsız hale gelmesi demektir. Hukuk fakültelerinde okumakta olan öğrencilerin sınavdan muaf tutulması, onların menfaatine değil, tam aksine zararınadır. Çünkü mesleği sürdürülemez hale getirecek bu orantısız artış, hem mesleğin, yani savunmanın, dolayısıyla demokrasinin kalitesini düşürecek, hem de başa çıkılamaz rekabet genç avukatların geleceklerini karartacaktır.

Kanunla sınav getirilinceye kadar geçerli olmak üzere, staja girişi ve staj bitirmeyi değerlendirme koşullarına bağlayan yönetmelik değişikliği, Avukatlık Kanunu'nun Türkiye Barolar Birliği'ne verdiği yetkiye dayanılarak kabul edilmiş ve Resmi Gazete'de yayımlanmak üzere Başbakanlık'a gönderilmiştir. Ancak Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü, usulüne uygun kabul edilmiş bulunan yönetmeliği yayımlamaktan kanuna aykırı bir şekilde imtina etmiştir. Resmi Gazete'nin basılmasından sorumlu olan bir idari makamın kendinde hukuka uygunluk denetimi yapma yetkisini görmesi, hem kanun koyucu hem yargı organı yerine geçmesi, hukuk devletinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediği bir devlette rastlanması mümkün olmayan bir durumdur. Bu Genel Müdürlük aynı yaklaşımla, bundan böyle, kanunların anayasaya aykırı olup olmadığını da denetleyecek midir? Fonksiyon gaspı teşkil eden hukuka aykırı bu işleme karşı iptal davası açılmıştır.

Danıştay'da meslektaşlarımızın dosya sorgulamalarına getirilen idari kısıtlamaların ve ön büro uygulamasındaki bir kısım hususların mesleğimizi gereği gibi yapmamızı engellediğini, dolayısıyla yurttaşları mağdur ettiğini ve kanuna aykırı olduğunu dile getirmek istiyorum. Bu sorunların dialog yoluyla çözüleceğini ümit ediyoruz.

Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, meslek odaları değildir; devletin üç erkinden biri olan yargı erkinin içinde kurucu unsur olan avukatların örgütlü gücüdür. Bu sebeple, baroların ve Türkiye Barolar Birliği'nin, Avukatlık Kanunu'nun 76. ve 110. maddelerinden kaynaklanan, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak görevi vardır. Bu görevin layıkıyla yerine getirilmesi, tüm toplumun menfaatinedir. Maalesef Danıştay'ın son dönem kararlarında, baroların ve Türkiye Barolar Birliği'nin kanunun anılan maddelerinden kaynaklanan dava açma yetkisi sınırlanmaya başlanmıştır. Bu, avukatlık mesleğinin ve baroların tarihsel gelişimini, hukukun üstünlüğünün ve demokrasinin sağlanmasındaki vazgeçilmez rolünü görmezden gelmek, yurttaşı ve özellikle yurttaşların çevre hakkını savunmasız bırakmaktır.

Kamu görevlilerinin atama ve nakillerine ilişkin işlemlere karşı açılan davalarda idarenin savunması alınmadan yürütmeyi durdurma kararı verilemeyeceğine dair İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27. maddesinde yapılan değişiklik ile atama ve nakil işleminin iptali halinde kamu görevlisinin eski kadrosuna başka birinin atanması durumunda o kadroya atanamayacağına dair aynı Kanun'un 28. maddesinde yapılan değişiklik birlikte değerlendirildiğinde, atama ve nakil işlemlerinde etkin idari yargı denetiminin kalmadığı görülmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından son şekli verilen idari yargıda belirleyici olan İdari Dava Daireleri Kurulu ve Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun yeniden yapılandırıldığı Danıştay Kanunu Tasarısı'nda, ihale, kamulaştırma, özelleştirme, kıyıların korunması, ÇED raporları ve kentsel dönüşüm gibi sorunlu alanlara dair idari işlemler ile kararlardan doğan uyuşmazlıklarda, dava ve temyiz sürelerinin kısalmasına, idarenin bu işlem ve kararlarına ilişkin verilen yürütmenin durdurulmasına itiraz yolunun kapatılmasına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu yanlışlıkların kanunlaşmaması için bireyin en önemli güvencelerinden olan Danıştay'ın ve ilgili herkesin gerekli hassasiyeti göstermesini bekliyoruz.

Öte yandan idari yargı kararlarına uyulmasında gecikme gösterilmesi veya bazen hiç uyulmaması, yurttaşları idari yargının güvencesinden fiilen yoksun bırakmaktadır. Hukuk devletinde, idare, mahkeme kararlarına, bu kararların içeriğinden memnuniyet duymasa da uymak zorundadır.

Bu konuda son olarak, Danıştay'ın emsal teşkil eden kararlarının idarece benzer olaylara çekinmeden uygulanması hem yurttaşları önemli sıkıntılardan kurtaracak hem de dava sayısı ciddi şekilde azalacaktır.

İnternet yasakları

Sayın Cumhurbaşkanım,

Son dönemde yaşadığımız ve geçmişin yasakçı zihniyetini çağrıştıran sosyal medyaya yönelik idari veya yargısal engellemeler, Anayasamıza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'a aykırıdır. Üstelik erişimi top yekûn engellemek teknik olarak da mümkün değildir. Yani atılan taş, zedelenen itibara değmemiştir.

Bu engellemelere karşı idari yargının yürütmeyi durdurma kararlarıyla, Anayasa Mahkemesi'nin ihlali tespit edici kararları isabetli olmuştur. Söz konusu kararları hepimiz soğukkanlılıkla değerlendirmeli, eleştirilerimiz varsa bunları da yapıcı bir şekilde ortaya koymalıyız. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Burada zarar, ortak zarardır. Birbirlerine saygı duyarak iletişim kuranlar ise, ortak akla ulaşır.

2011 senesinde Taksim'in 1 Mayıs kutlamalarına açılmasını mutlulukla karşılamış idik. Hatırlanacak olursa, 2011 ve 2012 senelerinde Taksim'de coşkulu kutlamalar gerçekleşmiş, hiçbir olay olmamıştı. Bu sene, Anayasa'nın 34. maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik içtihatlarına aykırı olarak getirilen yasak ise, halkı polisle çatıştırmak isteyen provokatörlere uygun iklimi hazırlamış, artık görmek istemediğimiz pek çok üzücü olay yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Maalesef polis, şiddete başvuran ile barışçıl gösteri hakkını kullanmak isteyenleri birbirinden yine ayırmamış, orantısız güç kullanımı yoluna gitmiştir.

Vanlı depremzedelerin selamı

Sayın Cumhurbaşkanım,

Zat-ı Alinize ve buradaki muhterem heyete iletmek üzere, üzerimde bir selam borcu var. Van'da konteyner kentte yaşamaya devam eden kiracıların selamı. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal devlet, yurttaşın barınma ihtiyacını gidermek zorundadır. Deprem, kiracı-mal sahibi ayrımı yapmadan binaları yıkıp insanlarımızı öldürmüş, deprem konutları ise öncelikli olarak mal sahiplerine ve yalnızca bir kısım kiracıya ise kurayla tahsis edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu insanlarımızın mağduriyetini giderebilecek kudrete kuşkusuz sahiptir. Basit bir yönetmelik değişikliğiyle bile çözüm bulunabileceğini düşündüğümüz bu sorunun kısa sürede giderilmesini dileyerek bu selamı sizlere iletiyorum.

30 Mart yerel seçimlerini geçirdik. Açıkça ifade etmek gerekirse, siyasetin dilinin keskinleştiği, buna bağlı olarak toplumda kutuplaşmaların arttığı bir süreç yaşadık. Artık yaraları sarma zamanıdır. Toplumun yeni gerginliklere tahammülü yoktur. Derslerimizi almalı ve yola devam etmeliyiz. Bu noktada üç önemli hususa değinmek istiyorum.

Bunlardan ilki, seçim hukukunda ispatın belgeye dayanmak zorunda olduğu ve mevzuatın, siyasi partilere oy verme ve sayım işlemlerine nezaret etme yetkisini tanımış olmasıdır. Şu halde, mevzuatın kendilerine tanıdığı nezaret etme ve tutanak toplama yetkilerini gereği gibi kullanmayan siyasi partiler, görevlerini aksatmış olur. Böyle bir durumda, seçim sonuçlarına yapılan itirazlar da yeterli dayanaktan yoksun kalır. Delillendirilmemiş itirazlara dayanarak sandığı şaibeli ilan etmek, sandığı itibarsızlaştırmaktır. Demokrasi, kuşkusuz seçim sandığından ibaret değildir, fakat seçmenin seçimler yoluyla iktidarın değişmeyeceğini düşünmeye sevk edilmesi, demokrasiye büyük zarar verir. Bu arada en büyük zararı da muhalefet partileri görür. Çünkü sandık yoluyla iktidarı değiştiremeyeceğini düşünen seçmenler, yılgınlığa düşerler ve en önemli yurttaşlık haklarından olan seçme haklarını kullanmaktan vazgeçebilirler. Öyleyse yapılması gereken, siyasi partilerin, seçim mevzuatının kendilerine yüklediği gözetim ve denetim sorumluluğunu disiplinli bir organizasyon içinde eksiksiz yerine getirmeleridir. Ancak bunlar yapıldıktan sonra varsa şaibe iddiaları ileri sürülmeli ve gereğinin yapılması beklenmelidir.

Seçimlere ilişkin değinmek istediğim ikinci husus, kim tarafından, hangi yöntemle kaydedildiği, nerede arşivlendiği, ne zaman kime karşı kullanılacağı belli olmayan ses kayıtlarının, bir seçim malzemesi olarak tedavüle çıkarılmış olmasıdır. Bu seçimlerden kazancımız, özel hayata ilişkin gizli kayıtların sonuç doğuran şantaj malzemesi yapılmasının muteber bir yöntem olmaktan çıkmasıdır. Başka bir ifadeyle, itibarsızlaştırma malzemeleri, onları çekenleri veya üretenleri itibarsızlaştırmıştır. Nitekim kayıtları çekenler, bugüne kadar kimliklerini açıklamaktan imtina etmişlerdir. Yaptıkları iş itibarlı bir iş olsaydı, Snowden örneğinde olduğu gibi kimliklerini açıklarlardı. Bunları söylerken, elbette herkesin, bundan önce benzer şantajlar başkalarına yapıldığında nasıl tavır sergilediklerini hatırlayarak ders çıkarmaları gerektiğini de ifade etmek istiyorum. Öte yandan, yine Snowden örneğinde, belgeleri yayınlayanlar hakkında Amerika Birleşik Devletleri'nde soruşturmalar açılmadığını, sosyal medya sitelerinin kapatılması yoluna gidilmediğini, yalnızca Snowden'le ilgili takibat yapıldığını belirtmeyi gerekli görüyorum. Demokrasi, zor ama bireylerin özgürlüğünü, hukuki güvenliğini ve toplumun refahını sağlayabilen yegâne yönetim biçimidir. Bizim, zoru başarmak için birbirimizi anlamamız, öfkeyle değil, soğukkanlılıkla hareket etmemiz gereklidir. Katedilen bunca yoldan sonra, akarsuları tersine akıtmaya çalışmak, yönümüzü Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi değerler sisteminden otoriter rejimlere çevirmek, hepimizin zararına olur.

İçeriği suç teşkil eden kayıtlara gelince, bunların montaj veya üretilmiş olup olmadıkları, açılacak soruşturmalarda her türlü şüpheyi giderecek şekilde, tarafsızlığı bilinen uluslararası kuruluşlarca değerlendirilmelidir.

Bu noktada, Dışişleri Bakanlığı'nda yapıldığı anlaşılan ve çok gizli olması gereken bir toplantıda yasa dışı kayıt yapılmasını ve bu kaydın tedavüle çıkarılmasını birkaç cümleyle değerlendirmek gereklidir. Yasa dışı dinlemeye konu olan toplantının, karar verici mevkide olanlara görüş sunmak üzere yapılan bir hazırlık toplantısı olduğu anlaşılmaktadır. Toplantıda konuşulan hususlar, yurtta barış dünyada barış ilkesine dayanması gereken dış politikamızın maceracı bir dış politikaya dönüştürülmek istendiği izlenimini vermiş ve büyük endişe yaratmıştır. Öte yandan bu yasa dışı dinlemenin bir casusluk suçu olduğu ortadadır. Üstelik bu kaydı yapanların daha başka hangi kayıtları yaptıkları bilinmemektedir. Seçimleri etkileyeceği düşüncesiyle tedavüle çıkarıldığı anlaşılan bu konuşmaları kaydedenler, o güne kadar daha başka hangi konuşmaları kaydetmişler ve nerelere servis etmişlerdir? Söz konusu casusluk faaliyeti sebebiyle acaba asker ve polislerimizin canları tehlikeye atılmış mıdır, şehitler verilmiş midir? Suriye'de uçağımızın düşürülmesiyle, savunma sanayimizi dışa bağımlılıktan kurtaran büyük projeleri gerçekleştiren ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN, TAİ mühendislerinin şüpheli ölümleriyle bu casusluk faaliyetlerinin bir bağlantısı bulunmakta mıdır? Bu ve benzeri soruları her yurttaşın sorma hakkı vardır.

Üçüncü husus, seçimler öncesi gündeme gelen yolsuzluk iddiaları ve soruşturmalardır. Bu soruşturmaların hangi saikle başlatıldığı konusu bir yana, soruşturmaların siyasi iktidar tarafından engellendiği algısının toplumda hakim olması, adalet duygusunu zedelemiştir. Gerçeğin ışığı, yolumuzu aydınlatmadığı takdirde, bundan herkes zarar görecektir.

Bütün bunlardan, devlet içindeki olası gayrimeşru yapılanmalarla mücadele edilmesi ve yolsuzluk iddialarının derinliğine araştırılması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Bunun için tarafsız, bağımsız ve adil yargılama yapabilen, güvenilir bir yargıya ihtiyaç vardır.

Gayrimeşru yapılanmalarla mücadele refleksi, Anayasa'ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı düzenlemelerin yapılmasına sebebiyet vermemelidir.

Bu çerçevede; Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nda yapılan değişiklikler sonucunda Milli İstihbarat Teşkilatı'na verilen kişisel verilere, meslek ve şirket sırlarına, veri tabanlarına yargı kararı olmaksızın erişim yetkisi, yine yargı kararı olmaksızın iletişimi tespit, belli soruşturma ve dava dosyalarına ulaşabilme yetkisi, MİT'in ülke içinde operasyon yetkisiyle donatılması, MİT mensuplarının soruşturmalarının izne tabi kılınması, yeni ve denetimsiz bir kolluk gücü yaratmıştır. MİT'in görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgelerin izinsiz yayınlanmasının üç yıldan dokuz yıla kadar cezalandırılan bir suç haline getirilmesi ve yayın sahiplerinin de sorumlu tutulması, kapsamı tamamen belirsiz olan bu suç nedeniyle mecburi otosansür uygulamasına sebebiyet verecektir.

Bu süreçte, Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda değişiklik yapılarak, özellikle Teftiş Kurulu'nun dolaylı olarak Adalet Bakanı'na bağlanması, yargı bağımsızlığıyla asla bağdaşmamıştır. Söz konusu değişiklik, 2010 Anayasa değişikliği referandumunda evet kampanyası yürütülürken öne sürülen temel gerekçelere de açıkça aykırıdır. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda verdiği iptal kararı yerindedir.

HSYK

2010 referandumu öncesi Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun yapılanması yanlıştır. Kapalı devre çalışan, ilk derece hâkim ve savcılarını dışlayan, demokratik meşruiyet sağlamayan bir yapıdır. 2010 sonrası oluşan yapı da maalesef bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlayamamıştır. Şimdi, bağımsız, tarafsız, adil yargılama yapmayı içine sindirmiş, güvenilir ve hesap verebilir bir yargıyı el birliğiyle oluşturma zamanıdır. Bu amaçla, anılan kurulu, hâkimler ve savcılar açısından iki ayrı kurula dönüştüren, yüksek yargının ve ilk derece yargısı mensuplarının seçtiği üye sayılarını dengeleyen, seçimlerin demokratik şekilde yapılmasını sağlayan, aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin de nitelikli çoğunlukla kurullara üye seçmesini öngören, savunmanın yargının kurucu unsuru olduğu hususunu pekiştirmek üzere Türkiye Barolar Birliği'nin de birer üye seçmesini düzenleyen önerimiz, Adalet Bakanlığı'na ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu olan bütün siyasi partilere sunulmuştur. Bahsettiğim somut öneri, Venedik Komisyonu'nun raporlarına, Avrupa Konseyi direktiflerine ve Kopenhag ölçütlerine uygun hazırlanmış, yapıcı bir öneridir. Ne yazık ki bu önerimizle ilgili herhangi bir değerlendirme hiçbir siyasi partiden şu ana kadar gelmiş değildir.

Son olarak huzurlarınızda, devlet içinde ve özellikle yargı ile emniyet teşkilatında bulunduğu iddia edilen gayrimeşru yapılanmalara ilişkin inceleme yapmak, durum tespitlerinde bulunmak ve çözümler geliştirmek üzere yasama organının meclis araştırması başlatmasını öneriyoruz. Böyle bir meclis araştırmasında herkes tabiri caizse eteğindeki taşları dökebilecek ve pek çok konu açıklığa kavuşabilecektir. Türkiye Barolar Birliği olarak, kesin hükümle neticelenmiş balyoz davasını özellikle sahte deliller açısından inceleyen raporumuzu hazırladığımızı ve yakında hem kamuoyuyla paylaşacağımızı hem de önerdiğimiz gibi meclis araştırması komisyonu kurulacak olur ise, bu komisyona da takdim edeceğimizi bilgilerinize sunuyorum.

Özel Yetkili Mahkemeler

Sayın Cumhurbaşkanım,

Malumlarınız olduğu üzere Türkiye Barolar Birliği'nin somut önerisi de dikkate alınarak Özel Görevli Mahkemeler ve Terörle Mücadele Mahkemeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce kaldırılmıştır. Böylece son 44 yıldır ilk kez, ülkemiz çift başlı ceza yargısı sisteminden kurtulmuştur. Başta Zat-ı Aliniz ve siyasi iktidar olmak üzere, ana muhalefet partisine ve mecliste grubu olan bütün siyasi partilere ve sayın milletvekillerine bu önemli adım için teşekkür ediyoruz. Böylece Anayasa Mahkemesi'nin tutukluluğa ilişkin bireysel başvurularda vermiş olduğu ihlal kararlarını takiben genel mahkemelerce tutukluluk incelemesi yapılarak çok sayıda tahliye kararları verilmiş, KCK davası olarak bilinen davanın görülmesi genel görevli mahkemeye aktarılmış ve peşi sıra tahliyeler gelmiştir.

Ancak özel görevli mahkemelerce sebep olunan mağduriyetlerin giderilmesi için gerekli olan diğer düzenlemeler henüz yapılmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 Temmuz 2012 tarihinde özel görevli mahkemelerin kaldırılmasına dair kanunu kabul ederken bu mahkemelerin ellerindeki işlere bakmaya devam etmelerini öngören geçici 2. madde düzenlemesini getirmemiş olsaydı kamuoyunda Balyoz, Ergenekon, Fenerbahçe davası olarak bilinen pek çok dava genel görevli mahkemelerce görülecek idi. Dolayısıyla anti-demokratik olduğu doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilmiş olan mahkemelerin bu kabulden sonra hala yargılamaya devam etmeleri gibi hukukla izahı mümkün olmayan bir durumla ve vicdanen kabul edilmesi mümkün olmayan hükümlerle karşılaşılmayacaktı. Öyleyse bu hukuksuzluğun yol açtığı mağduriyeti giderme yükümlülüğü yine Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görevidir. Türkiye Barolar Birliği söz konusu haksızlığın giderilmesi için 2 Temmuz 2012'yi milat olarak kabul eden, bu tarihten sonra karar verilip henüz kesinleşmemiş olan hükümlerin Yargıtay'ca başka bir inceleme yapılmaksızın bozulmasını, kesinleşmiş olanların ise, sırf bu sebeple yeniden yargılamaya tabi olmasını öngören somut bir çözüm önerisi ortaya koymuştur. Ancak şu ana kadar bu yönde bir gelişme maalesef sağlanamamış, mağduriyetler giderilememiştir. Türkiye'nin güvenilir bir ceza yargılamasına sahip olması için önerdiğimiz diğer bazı çözümler ise şunlardır:

Demokratik ülkelerde emsali bulunmayan gizli tanıklık kurumunun kaldırılması;

Güvenilirliği olmayan, üzerlerinde montaj ve oynama yapılması mümkün olan ses bantları ve dijital verilerin tek başına delil olmasının yasaklanması;

İçi boş gerekçelerle verilen mahkûmiyet ve tutuklama kararları sebebiyle Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce veya Anayasa Mahkemesi'nce tazminata mahkûm edilmesi durumunda, bu tazminat nedeniyle sorumlu hâkime rücu edilmesinin sağlanması.

Bu düzenlemeler yapıldığında, Türkiye, hukuk devleti olma yolunda çok önemli bir mesafe katedecek, bunu başaran ve katkı sağlayan siyasetçiler de bu başarının onurunu yaşayacaklardır.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Dünyanın bu güzel ülkesinde yaşayıp, 1960 askeri darbesi sonunda ülkemizin başbakanının, bakanlarının asılmalarının üzüntüsünü; üç fidanımız Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un idamlarının acısını yüreğinde hissetmeyenimiz var mıdır? Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Komiser Mustafa Sarı, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Hasan Ferit Gedik evlatlarımızın yasını tutmayanımız olabilir mi? Uludere'de savaş uçaklarınca param parça edilen 34 yurttaşımızın; Sivas'ta, Kahramanmaraş'ta, Çorum'da, Reyhanlı'da katledilen canlarımızın dağlamadığı yürek var mıdır? Uludere katliamının takipsizlikle, Sivas davasının bir kısım sanıklar için zamanaşımıyla sonuçlanmasını içimize sindirebildik mi? Mardin Derik'te, Hakkâri Yüksekova'da, Şırnak Silopi'de, Muş Altınova'da, Bitlis Yaygın köyünde terörle mücadele adına işlenen cinayetleri ve daha nice faili meçhul cinayeti meşru görüp faillerini arayıp bulmaktan, cezalandırmaktan vazgeçebilir miyiz? Sırf komünist olduğu gerekçesiyle sürgün yiyen, cezalandırılan şairlerimizin, yazarlarımızın, Nazım Hikmetimizin çektiği acıları görmezden gelebilir miyiz? Peki, bu ülkenin bir büyükşehir belediye başkanının şiir okuduğu için niyet okuma yöntemiyle hapse atılmasını bugün hala içine sindiren var mıdır? Hrant Dink'in yazısının içinden cımbızla iki cümle çekip, yazının tamamını okumaya gerek bile görmeyenlerce mahkûm edilmesini ve sonra katlini, boğazı düğümlenmeden, yüreği sıkışmadan konuşabilenimiz olabilir mi? Bu topraklar sayılamayacak kadar çok zulme tanıklık etti. Tuvalete bile gidemeyecek kadar ağır hasta olmasına rağmen her an kaçabilir diye yatağa zincirlenerek ölümüne seyirci kalınmış Kuddusi Okkır, Prof. Dr. Uçkun Geray, İlhan Selçuk, Türkan Saylan, Engin Aydın, Kaşif Kozinoğlu, Albay Halil Yıldız, Albay Ali Tarık Akça, Yarbay Ali Tatar ve en son Albay Murat Özenalp... Vicdanlarımız kanamıyor mu?

Bombalanmış, boşaltılmış köyler, yakılan ormanlar, faili meçhul cinayetler, altı bini çocuk tam on altı bin kayıp, çocuklarını bekleyen "cumartesi anneleri", eşlerini babalarını bekleyen "vardiya bizde"ciler ve "sessiz çığlık"çılar, tırmanan çocuk işçiliği, şafak vakti operasyonları, sonu gelmeyen davalar, karartılan hayatlar, şiddet mağduru kadınlar, dinlemeler, fişlemeler, basılmadan yasaklanan kitaplar, Gezi olayları esnasında sırf yaralılara yardım ettiği için yargılanan doktorlar ve benzeri yürek yaraları çözümsüz bırakılabilir mi?

Öte yandan, sanatsız bir toplumun hayat damarlarından biri kesilmiş sayılacağına göre, Türkiye Sanat Kurumu Kanunu Taslağı sebebiyle kendi geleceklerinden ve Türkiye'de sanatın geleceğinden haklı bir endişeye kapılmış sanatçılarımızın, sanata özgürlük isteyen çığlıklarını duymayacak mıyız?

Varsın yürekleri taşlaşmış olanlar yine kızsın söylediklerimize. Ben, ülkemin Cumhurbaşkanına, Başbakanına, iktidar ve ana muhalefet partilerine, diğer tüm siyasi partilere ve milletvekillerimize sesleniyorum. Bu sessiz çığlığı duyalım, ilk sırada özel görevli mahkemelerin sebep olduğu mağduriyetler olmak üzere bu sorunları yarından tezi yok el birliğiyle gidermeye başlayalım.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde kullanılacak üslubun, sayın Cumhurbaşkanı'nın 76 milyon yurttaşımızın tümünün cumhurbaşkanı olacakları dikkate alınarak birleştirici, kucaklayıcı olmasına özen gösterilmesinin önemi açıktır. Bu düşüncelerle tüm saygıdeğer cumhurbaşkanı adaylarımıza şimdiden başarı dileklerimi en derin saygılarımla sunuyorum.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 16:22


Feyzioğlu'ndan tartışma yorumu

Resim Ekleme

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Danıştay'ın 146'ncı yıldönümü nedeniyle yapılan törende Başbakan Erdoğan'ın kendisine gösterdiği tepkiyi DHA'ya değerlendirdi.

Feyzioğlu, Başbakan Erdoğan'ın tepkisine üzüldüğü ve şaşırdığını dile getirerek; "Çünkü biz Yunus Emre gibi kavgaya değil, yapmaya, yapıcı olmaya gittik. Her satırı yapıcı olan bir konuşmadır. Konuşmanın içeriğinde bazı hususlara, bazı cümlelerin içeriğine katılmamak mümkündür. Biz de Başbakan'ın cümlelerinin bir kısmına katılmıyoruz. Ama kendisine 'edepsiz' ve 'yalancı' demiyoruz. Herhalde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde veya dünya barolar tarihinde bir başbakan barolar birliği başkanına hiddetine hakim olamayarak ilk kez ayağa fırlayıp edepsiz ve yalancı dedi. Deme sebebi ne biliyor musunuz? Van'la ilgili. Geçen gün buraya Van'dan depremzede aileler geldi. Dediler ki 'Evsahiplerinin tamamı evlere yerleştirildi. Kiracıların bir kısmı kurayla ev buldu kendilerine, bir kısmı bulamadı.' Biz de bunu onların selamı olarak Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a iletmeyi sosyal hukuk devleti görevi gördük. Bu konuda da bir yönetmelik değişikliğiyle işin çözülmesi mümkün. Şimdi 'sen bunun gerçeğini biliyor musun? O öyle değil.' Bu cümle orda sarf edilmez. 'Bunun doğrusu, sizin bildiğiniz gibi değil, böyledir' denir. Biz de bildiğimizi koyarız. Yani bu ülkede her şeyi bilen sadece bir kişi var sanıyor Başbakan. Kendinden başka kimsenin, hiçbir şey bildiğini anlaşılan artık kabul etmiyor" diye konuştu.

"Ben bir suç duyurusunda bulunmam"

Suç duyurusunda bulunmayacağını belirten Feyzioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü; "Üslüp, son derece üzücü hale gelmiş. Ben, bana ve temsil ettiğim camiaya edepsiz ve yalancı denmesini hem üzüntüyle karşılıyorum. Hem de bulunduğumuz mevkiinin ağırlığı, ciddiyeti sebebiyle kimseye dönüp, hele hele ülkenin başbakanına dönüp edepsiz ve cevaben edepsiz ve yalancı demiyoruz. Niye bulunayım ki? Bu sözün altında onu söyleyen ağırlığını yaşar. Ben bir suç duyurusunda bulunmam. Son derece yapıcı bir konuşmaydı. Konuşmanın içinde kumpasa karşı birlikte mücadele edelim var, gelin Meclis soruşturması açalım var. ÖYM'lerin kaldırılması ve tahliyelerin sağlanması için bizzat Cumhurbaşkanı'na ve Başbakan'a teşekkür var. Sizlerin çıkardığı kanun sayesinde Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu ihlal kararı genel görevli mahkemede sonuç doğurdu ve çok sayıda sanık çıktı var. Başbakan'ın bir şiir okuduğu için niyet okuma yöntemiyle mahkum edilmesinin acısını yüreğimizde taşıyoruz var. 60 darbesinin idamlarının acısından söz eden cümleler var. Bunların yanına Gezi'de öldürülen evlatlarımızı koyduk diye mi öfkeleniliyor? Biz diyoruz ki bu topraklardaki acı artık bitsin. Acıyı bitirmek için ne yapacaksınız? Hakaret mi edeceksiniz birbirinize? Yoksa acıları yarıştırmaktan vazgeçip artık çözüm mü olsun diyeceksiniz? Burada hangi satır kırıcı bir cümledir? Hangi satırı yapıcı olmaktan uzaktır? Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruyu siz getirdiniz, teşekkür ederiz dedik. Şimdi Anayasa Mahkemesi'nin bu bireysel başvuru sonunda vermiş olduğu kararları niye bu kadar öfkeyle karşılıyorsunuz var. Ama AYM'nin önceki siyasi tınısı yüksek olan 367 gibi kararlarının da yanlış olduğu ve AYM'nin siyasi karar vermeye meyletmeye başladığı anda karşısında duracağımızı da söyledik."

"Tek bilen benim, tek karar verici benim şeklinde"

Danıştay törenindeki konuşmasında Dışişleri Bakanlığı'ndaki dinleme iddialarını değindiğinin altını çizen Feyzioğlu; "Dışişleri Bakanlığı'nda çekilen kasetin bir casusluk faaliyeti olduğunu da ifade ettik. Ama müsade edin içeriği itibariyle de Türkiye'nin dış politikasını maceracı bir dış politikaya sürüklendiği gerçeğini de görmezden gelmeyelim. Ama önceliği casusluk faaliyetine verdik. Bu casusluk faaliyeti sebebiyle kaç askerimiz, polisimiz şehit edilmiştir cümlelerini görmezden gelip, ayağa fırlayıp 'Ne hakla sen burada konuşuyorsun? Kanundan kaynaklanan bir konuşma yetkin yok, bir tüzük mü yapmışlar ne yapmışlar. Ona göre konuşuyorsun, hepimizi azarlıyorsun. Van'la ilgili yalan söylüyorsun, edepsizlik yapıyorsun' cümlesi, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın en yapıcı söylemlere, anlamlı bir kısmı teşekkür içeren ama içinde yine de çok nazik bir şekilde 'Bunu da böyle yapalım, bunu böyle düzeltelim' şeklinde yapıcı öneri getiren eleştirilere kendini kapadığı anlamına geliyor. Bu çok üzücü, tek doğru benim, tek bilen benim, tek karar verici benim şeklinde" dedi.

"Hakeret içermeyen bir konuşma yapılıyorsa bunu saygıyla karşılasın"

Feyzioğlu, konuşmasının uzun olduğu eleştirilerine yanıt vererek; "Diyorlar ki Danıştay Başkanı 25 dakika konuştu sen 45 dakika konuştun. Danıştay Başkanı da 40 dakika konuşsaydı. Danıştay Başkanı'nın ne kadar konuşacağını ben bilemem. Bizim elimizde TV'ler yok, gazeteler yok, sermayesini bir şekilde havuzlara attırıp oluşturduğumuz medya örgütleri, kuruluşları yok. Bizim konuşabileceğim yerler, adli yargı yılı açılışı Yargıtay'da, Danıştay açılışı bir de Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümü. Onun dışında af buyurun, televizyonu açıp da sayın Başbakan'ın konuşmasına denk gelmediğiniz herhangi bir 15 dakikanız var mı? Yani biz başta Başbakan olmak üzere bu ülkenin siyasilerinin her konuşmasını televizyondan dinlemek zorunda kalıyoruz da bizim yılda 2 kere yaptığımız konuşmaya mı tahammül edilemiyor? Biz Başbakan'ın meydanlardan yaptığı konuşmalara, televizyonlara çıkıp yaptığı konuşmalara çıkıp cevap veriyor muyuz? Böyle bir imkan var mı? Lütfen burada da 'cevap veremediğim yer de oturmayayım' psikolojisini aşsın, hakeret içermeyen bir konuşma yapılıyorsa bunu saygıyla karşılasın" ifadelerini kullandı.

"Başbakan, yarın, biraz daha soğukkanlı düşünür ve konuşmayı okursa..."

Öğreneceğimiz hususlar var. Ben yine iyi niyetli yaklaşıyorum. Başbakan, bu akşamı geçirdikten sonra yarın, biraz daha soğukkanlı düşünür ve konuşmayı okursa, nerede kapattığını bilmiyorum çünkü dinlemeyi ve öfkesini biriktirmeyi. O konuşmanın içinde kendisine çok yol gösterecek cümlelerin olduğunu, çok yapıcı bir konuşma anlayıp 'ben nasıl oldu da kendimi kaybettim, ayağa fırladım, Türkiye Barolar Birliği Başkanı'na hiç haketmediği cümleleri sarfettim' diyeceğini umut ediyorum. Derse Başbakan gibi davranmış olur.

Kürşat Tercanlı - Muhammet Bayram / DHA
Aydınlık



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 16:24


Tayyip Erdoğan'dan Feyzioğlu'na yanıt: Çıkar cübbeni...

Resim Ekleme

Başbakan Erdoğan, Danıştay töreninde tepki gösterdiği Feyzioğlu ile tartışmayı Afyonkarahisar'daki açılış konuşmasında değerlendirdi; 'Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde konuyla ilgili değil, baştan aşağı bir siyasi konuşma yapmak suretiyle orada kendine göre bir tatmin. Çıkar cübbeni sen de, siyaseti çok seviyorsan çık bu siyaset meydanına orada kendini ispat et.'

Başbakan Erdoğan, Danıştay töreninde tepki gösterdiği Feyzioğlu ile tartışmayı Afyonkarahisar'daki açılış konuşmasında değerlendirdi; 'Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde konuyla ilgili değil, baştan aşağı bir siyasi konuşma yapmak suretiyle orada kendine göre bir tatmin. Çıkar cübbeni sen de, siyaseti çok seviyorsan çık bu siyaset meydanına orada kendini ispat et.'

AK Parti'nin Afyonkarahisar'daki 22'nci İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun Danıştay'ın kuruluş yıldönümü törenindeki konuşmasını kastederek, "Ya çıkar cübbeni sen de birilerinin yaptığı gibi söylüyorum. Siyasi çok seviyorsan çık bu siyaset meydanına orada kendini ispat et" dedi.

Ankara'da Danıştay'ın 146'ncı kuruluş yıldönümü töreni sırasında Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun konuşmasına sinirlenerek toplantıyı terk eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Afyonkarahisar'daki NG Güral Termal Otel'de yapılan 22'nci İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda konuştu.

Metin Feyzioğlu'nun Danıştay'ın kuruluş yıldönümü törenindeki konuşmasını kasteden Başbakan Erdoğan, "Bugün bir tane hukukçuyu dinledik. Onunla ilgili değerlendirmeyi yarın kapanışta yapacağım. Bunlar ne yazık ki hukuk mensubu. Anayasa profesörüymüş, ne olursan ol. Eğer sen bunu sindirememişsen, eğer sen doğru dürüst konuşmuyorsan, eğer bütün ifadelerini dürüstlük üzerine değil de maalesef dürüst olmayan ifadeler üzerine inşa ediyorsan, senden bişey olmaz, istediğin kadar profesör ol. Kusuru bakmayın" dedi.

Sözlerine "Bunlarda saygı denilen bişey yok" diye devam eden Erdoğan, şöyle konuştu:

"Bir yere davetlisiniz. Yasal olarak konuşma hakkınız yok. Tüzükte öyle bir kendilerine hak verilmiş. Teamül olarak geliyor ve Danıştay'ın başkanı 25 dakika konuşuyor, ev sahibi. Ve bu beyefendi orada bir saat konuşma yapıyor. Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde konuyla ilgili değil, tümüyle baştan aşağıya bir siyasi konuşma yapmak suretiyle orada kendine göre bir tatmin. Ya çıkar cübbeni sen de birilerinin yaptığı gibi söylüyorum. Siyaseti çok seviyorsan çık bu siyaset meydanına orada kendini ispat et."

Herkes seni dinlemeye mecbur mu?

Danıştay töreninde devletin üst düzey yöneticilerinin bulunduğunu belirten Erdoğan, "Devletin üst ricali Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı herkes orada, yargı orada. Bir kısım da şakşakçılar var malum. Onlar da alkışlıyor. Bir kısmı hepsi değil tabii. Onlar da alkışlıyor, onlardan da tabii tatmin oluyor. Artık tahammül, tahammül, tahammül. 25 dakika başkan konuşacak, sen orada bir saat konuşacaksın. Herkes seni dinlemeye mecbur mu, öyle bir şey olabilir mi?" diye konuştu.

Van'la ilgili yalan ifade kullandı

Feyzioğlu'nun Van'la ilgili eleştirilerine de yanıt veren Erdoğan, şöyle dedi:

"Van'la ilgili tamamen yalan bir ifade kullandı. Biz Van'da kiracılara ev vermiyormuşuz. Bir defa konuyu iyi öğren. Biz Van'da 18 bin konut yaptık. Önemli başarı. Bunların içerisinde öncelikli olan nedir, ev sahiplerine konutlarını vermekti ve biz ev sahiplerinin konutlarını verdik. Artan konutlarımız vardı, artan konutlarımızı da kura ile kiracılarımıza sattık. Bunun dışında kiracılardan konut sahibi olmak isteyenler olursa TOKİ orada konut yapmaya devam edecektir. TOKİ konutlarından gider alırlar. Bunlar orada konut sahibi değillerdi ki, sen nasıl hukukçusun? Zaten kirada oturuyorlardı, şimdi de başka bir evde kirada oturuyorlar. Olayın aslı bu. Biz kimseyi açıkta bırakmadık. Depremden bugüne kadar Van'a 5 katrilyon destek verdik. Bundan zerre kadar bahsetmiyorsun, orada kalkıp hükümetimizi utanmadan sıkılmadan yargılamaya yöneliyorsun. Çünkü müracaat ettiği kapı belli. Kendi zihniyetinde, kendi kafa yapısında kişiler. Gel bir sor bakalım. Buraya neler yapıldı? Gitmiş konteyneri gezmiş. O konteynerin oraya gelmesi bile önemli bir adımdır. Bugün de bir tiyatroyu Danışay’da seyrettik. Danıştay Başkanı gayet dört dörtlük bir konuşma yaptı. Eleştirilerini edep, adap içinde verdi. Yeri geldi kendilerini de eleştirdi. Arkadan bu çıkıyor bir saat konuşuyor. Bu edebe adaba sığmaz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 16:25


Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'ın Feyzioğlu tepkisiyle ilgili açıklama

Resim Ekleme

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın Danıştay töreninde TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'na göstediği tepkiyi değerlendirerek, "Danıştay'ın 146. yılını kutlama töreninde ortaya çıkan tablo, devlet yönetme ehliyetini kaybetmiş birinin tutum ve davranışının topluma yansımasıdır" dedi.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 16:28


Diktatör müsvettesinin edepsizliği!

Resim Ekleme

İşçi Partisi Genel Sektereri Hasan Basri Özbey; Tayyip Erdoğan'ın, Metin Feyzioğlu'nun konuşmasını kesmesini, "Tayyibistan'ın yani bir diktatör müsvettesinin edepsizliğidir" şeklinde yorumladı.

İşçi Partisi Genel Sektereri Hasan Basri Özbey, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nın Danıştay'ın 146. Kuruluş Yıldönümü töreninde yaptığı konuşmanın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kesilmesi ve ardından Tayyip Erdoğan'ın işaretiyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in de salonu terk etmesi hakkında konuştu. Hasan Basri Özbey, yaşananların Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmadıklarının göstergesi olduğunu belirttikikten sonra Erdoğan ve Gül'ün Cumhurbaşkanı olamayacağını söyledi.

Hasan Basri Özbey'in konuşmasının tamamı

"Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Fethullah Gülenlerin Türkiyemizi getirdikleri tablo budur. Burada bir edepsizlik yaşanmıştır. Buradaki edepsizlik sayın Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'nun edepsizliği değil, bu edepsizlik Tayyibistan'ın, yani bir diktatör müsvettesinin edepsizliğidir. Türkiye'yi artık edepsizler yönetmektedir. Dünyada başka bir örneği yaşanmamıştır, yaşanamaz da. Bir Başbakan, bir yüksek mahkemenin kuruluş yıldönümünde yapılan resmi bir törende bir mahalle kabadayısı gibi çıkıp konuşmacının sözünü kesmez. Bir Başbakan bunu yapamaz, yaparsa artık o Başbakan değildir. Kaldı ki ne Tayyip Erdoğan ne Abdullah Gül ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanıdır. Bugünkü tablo onların aczlerini ortaya koymuştur. Türkiye'yi yönetemedikleri, Türkiye'yi yönetemeyecekleri, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmadıklarını ve olamayacaklarını göstermiştir bu tablo.

'Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı mıdır?'

Buradan soruyorum: Cumhurbaşkanı koltuğunu işgal eden Abdullah Gül; Cumhurbaşkanı mıdır, Tayyip Erdoğan'ın emireri mi? Tayyip Erdoğan emretmektedir, O da kuyruğuna takılıp salonu terk etmektedir. Aynı şekilde sayın Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, niye çıkıyorsunuz? Tayyip Erdoğan'ın Genelkurmay Başkanı mısınız, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin genel başkanı mı?

'Asıl edepsizlik Barolar Birliği Başkanı'nın sözünü kesmektir'

Sayın Feyzioğlu'nun konuşmasında hiçbir hakaret yoktur, hele hele edepsizlik olarak tanımlanabilecek bir şey yoktur. Edepsizlik, saygın bir kurum olan Türkiye Barolar Birliği'nin Başkanı'nın Danıştay Kanunu ve Danıştay'ın gelenekleri gereği yaptığı konuşmayı kesmektir.

'Koltuklarını terk etsinler'

Buradan bütün milletimize sesleniyoruz. Tayyip Erdoğanların, Abdullah Güllerin salonu terk etmesi yetmez. Onların yapması gereken çok daha önemli bir şey var. İşgal ettikleri Başbakanlık ve Cumhurbaşkanı koltuklarını derhal terk etmelidirler.

'İkisi de Çankaya'ya oturamayacak'

Yine milletimize diyorum ki ikisi de Cumhurbaşkanı olamayacak. Çankaya'ya oturamayacaklar. Onlara oturmaları için yüce divan sandalyelerini hazırlıyoruz. Milletimiz ABD'nin dayattığı seçeneksizliğe teslim olmayacaktır. Türkiye'nin cumhuriyetçi, vatansever, emekçi güçleri biraraya gelecek ve Çankaya'yı yeniden Atatürk'ün Çankayası yapacak bir Cumhurbaşkanı adayı bulacaktır.

'Cumhurbaşkanlığı seçimleri başlamıştır'

Cumhurbaşkanlığı seçimleri başlamıştır. Aday olduklarını açıklayan hem Tayyip Erdoğan hem Abdullah Gül, bu edepsiz tabloyla biz Cumhurbaşkanı olamayız diye milletimize ilan etmiştir. Buradan özellikle AKP'li yurttaşlarımıza diyorum ki bu edepsizlik tablosunu yaratanlar Cumhurbaşkanı olabilirler mi? Özellikle AKP'li vatansever yurttaşlarımıza bu tabloyu iyi okumalarını ve tercihlerini ona göre yapmalarını söylemek isterim."


Aydınlık



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 16:41


Yaşanan olay Erdoğan'ın düşünce dünyasının ne olduğunu hiç bir tartışmaya meydan vermeyecek bir şekilde ortaya koyuyor. Dünyanın hiç bir yerinde, böyle bir toplantıda, Barolar Birliği Başkanı'nın konuşmasını ''edepsiz' diyerek kesen başka bir başbakan olabileceğini tahmin etmiyorum. Yoktur, olamaz. Televizyonlardan o görüntüleri izlediğimde ''bu kadarı da olmaz'' diye geçirdim içimden. Gerçekten bu kadarı olmaz çünkü. Başbakan bir diktatör gibi davranıyor. Diktatörlüğü benimsemiş, içselleştirmiş. Ona karşı hiç bir eleştiri yapılamayacak. Her şeyi o belirleyecek. İstemediği konularda tepki koyacak, devletin geleneklerini umursamadan söz kesecek, ''edepsiz'' diyecek, Cumhurbaşkanı'nın olduğu bir protokolde bile böyle bir davranışın Cumhurbaşkanını umursamamak anlamına geldiğini bilemeyecek kadar zihinsel bir çarpıklığa uğramış bir başbakan. Bu başbakan ülkeyi yönetiyor. Bu başbakan tarafından yönetiliyoruz. Bu başbakan hayatımıza, geleceğimize yön veriyor! Erdoğan bu ülkenin başında olduğu sürece hiç birimize rahat yok. Çünkü yarının ne olacağı hala başbakanın iki dudağı arasında.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tekyoldevrim
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 17.12.2013
İleti Sayısı: 212
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: tekyoldevrim
Cevap Tarihi: 10.05.2014- 17:28


Nezaket kurallarına uymayan önce Metin Feyzioğlu'nun kendisidir. Misafir olarak katıldığı ve Danıştay başkanının bile 25 dakika konuştuğu bir   toplantıda 1 saati aşkın bir süre konuşarak konukların sabrını da taşırmıştır. Başbakanın tepkisini bu durumdan soyutlayarak ele almamalısınız.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Meral Danış Beştaş: Birinci parti, üçüncü partiyi siyaset dışına itmeye çalışıyor melnur 1 1762 05.10.2020- 10:12
Konu Klasör Cizre’de gerginlik sürüyor umut 3 3235 29.12.2014- 14:21
Konu Klasör Musa Anter davasında gerginlik proleter 0 4035 02.12.2013- 19:02
Etiketler   Danıştay,   töreninde,   gerginlik
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS