SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
15-16 Haziran İşçi Direnişi yolumuza ışık tutuyor...           (gösterim sayısı: 5.001)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
proleter
[ tek yol devrim ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 16.08.2013
İleti Sayısı: 406
Konum: Yalova
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: proleter
Konu Tarihi: 15.06.2014- 19:14



15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi yolumuza ışık tutuyor...


Resim Ekleme

Resim Ekleme

Yüzü aşkın fabrikadan yüz binleri aşkın insanla alanları dolduran işçi sınıfı, zaferiyle sonuçlanan bu direnişte meşale olmuştur.

Kapitalist sistemin 1950'li yıllarda hızla gelişmeye başlaması, işçi sınıfı saflarının da hızla genişlemesi sonucunu yarattı. İşçi sınıfı, her geçen gün artan işçi sınıfının eylemliliği, grevleri ve direnişleri ile sınıf savaşımındaki yerini almaya başlamıştı. İşçi sınıfının bilincinin gelişmesi sermaye için bir tehlikeydi ve sermaye bunun farkındaydı. Gün geçtikçe gelişen, genişleyen, bilinçlenen işçi sınıfını dizginlemek ve devlet güdümüne sokmak sermaye için bir ihtiyaçtı ve bu amaçla 1952'de devlet eliyle Türk-İş sendikası kuruldu. İşçi sınıfının çoğunluğunu çatısı altında toplayan Türk-İş, işçi sınıfının kan emicilerine karşı verdiği mücadelenin her safhasında yerini sermayenin ve devletinin yanı olarak seçmiştir. Belirli bir süre tek sendika anlayışıyla sermayenin işçi sınıfını dizginleme çabası devam etmiş, ancak işçi sınıfının büyük tepkilerine yol açan bu durum 1967'de DİSK'in kuruluşunu getirmiştir. Türk-İş'ten ayrılarak DİSK'e geçişler yaygınlaşmıştır. Türk-İş'in işçiler üzerindeki etkisinin azalmaya başlaması ve DİSK'in giderek bir çekim merkezi haline gelmesi sermaye cephesinden duruma müdahale ihtiyacı doğurmuş, sınıfın örgütlenmesine yönelik saldırıların dozu arttırılmıştır. AP ve CHP'nin ortaklaşa hazırladığı bir yasayla birlikte DİSK'i bitirip Türk-İş'i eski haline getirmeyi, sınıfı el-avuç içerisinde tutmayı amaçlamışlardır.

Burjuvazi "DİSK'i kapatma" saldırısıyla işçi sınıfının karşısına çıkmış olsa da aslında gelişen işçi sınıfının son on yıllık kazanımlarını silip süpürmeyi hedeflemektedir. İşçi sınıfının kendisini var ettiği bir yere saldırmak, sermayenin bir nevi diş gösterme girişimi, işçi sınıfının geçmişinin ve geleceğinin üzerine çizilecek çizgiyi de beraberinde getirecekti. İşçi sınıfı elbetteki bunun farkında değildi ve yapacağı eylem sadece "sendikalarını kaybetmek istemeyen" işçilerin ufkuyla sınırlı kalacaktı. Ancak direnişin yarattığı sonuçlar bunun ötesine geçerek işçi sınıfının siyasi yaşamdaki başrolünü ortaya koydu.


"Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!"

DİSK'in kapatılmasına karşı 2 gün sürecek olan büyük işçi yürüyüşü başlamıştı. Çeşitli fabrikalardan eyleme katılan işçiler eylemin ikinci günü iki kat sayıyla çıkmıştı sermayenin karşısına. Otosan fabrikasındaki onlarca işçi "Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!" pankartı arkasında başlamışlardı yürüyüşe. Yaşamı köleleştirilmiş, hakları her fırsatta gasp edilmeye çalışılmış ve gasp edilmiş işçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyleri yoktu. İşçi sınıfı sermayenin polisine, panzerine, yasasına, yasağına rağmen militan bir duruşla karşıladı polis barikatlarına ve kendi barikatlanyla cevap verdi.

İstanbul'da, Gebze'de başlayan yürüyüşte binlerce işçi şartelleri indirip alanları hınca hınç doldurdu. İşçi sınıfının büyük yürüyüşü devletin sıkıyönetim ilanına rağmen devam etti. 15 Haziran'da çoğunluğu DİSK üyesi olan işçilerin katılımıyla başlayan yürüyüş 16 Haziran'da Türk-İş'e bağlı işçilerin de katılımıyla kitleselleşerek sınıfının gücünü alanlara taşıdı. Direniş boyunca işgal eylemleri de meydana geldi. 16 Haziran günü gözaltılar yaşandı. Büyüyen bu direniş karşısında elbetteki sermaye devleti boş durmamış, direnişteki 3 işçiyi katletmişti. Sendikal ihanet günümüzde olduğu gibi o gün de kendini göstermiş, yaşanan olaylar üzerine DİSK Başkanı Kemal Türkler eli kanlı katilleri "şanlı ordu" olarak ilan ederek anayasaya bağlılığını bildirmiş ve yürüyüşün bitirilmesini istemişti. Ancak işçi sınıfı uğradığı ihaneti yine militan bir duruşla göğüslemiş ve sendika bürokratlarına teslim olmamıştır. Bulundukları işyerlerinde iş yavaşlatma ve durdurma eylemlerine devam etmişlerdir.

DİSK yönetimi ikinci büyük ihanetini ise eylem sonrası işten çıkartılan binlerce işçiyi sessiz sedasız terk etmekle yapmıştır. Büyük işçi yürüyüşünün sonunda 3 işçi katledilmiş, işçilere ve sendika yöneticilerine beraatla sonuçlanan davalar açılmış, işten çıkartmalar yaşanmış ve yasa geri çekilmiştir.

Yüzü aşkın fabrikadan yüz binleri aşkın insanla alanları dolduran işçi sınıfı, zaferiyle sonuçlanan bu direnişte meşale olmuştur.

Kızıl Bayrak



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proleter
[ tek yol devrim ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 16.08.2013
İleti Sayısı: 406
Konum: Yalova
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proleter
Cevap Tarihi: 15.06.2014- 19:17


15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi - H. Fırat

I

15-16 Haziran ve sol hareket

Resim Ekleme

15-16 Haziran Direnişi işçi hareketini olduğu kadar sol hareketi de derinden etkiledi. İşçi sınıfına güvensizliğin ve burjuva kurumlara umudun ifadesi teori ve politikalara büyük bir darbe indirdi.

İşçi sınıfına güvensizlik Türkiye sol hareketinin tarihsel bir özelliği ve geleneğidir. Her dönem somut tarihsel koşullara bağlı olarak değişik teori ve tahlillerde ifadesini bulmuş, fakat sonuçta hep yaşayagelmiştir.

Şefik Hüsnü ve TKP, işçi sınıfına, onun toplumsal konumuna ve tarihsel misyonuna, devrimci güç ve enerjisine değil, başlangıçta Kemalistlere, sonraları çeşitli burjuva kliklere bağlamıştı umudunu.

1950 sonrası hızlı kapitalist gelişme, aynı zamanda safları hızla genişleyen bir işçi sınıfı demekti. Bunun sonuçları ‘60’lı yıllarda belirgin olarak ortaya çıktı. İşçiler kimi zaman kanlı çatışmalara varan eylemlerle mücadele sahnesine çıktılar.

Oysa bu aynı dönem işçi sınıfına inançsızlığın gerilemek bir yana, uluslararası modern revizyonizmden alınan taze ideolojik destekle teori düzeyine çıkarıldığı bir dönem oldu. Birçok noktada ayrılan solun iki temel akımı, TİP ve MDD, işçi sınıfına güvensizlik ve burjuva kurumlara bel bağlamada birleşiyorlardı. Birinin umudu burjuva parlamentosu ve barışçıl geçiş, ötekinin “kemalist ordu” ve askeri darbeydi. Birincisi barışçıl geçiş düşleriyle militan kitle mücadelelerine düşmanlık yapıp parlamenter avanaklığa heveslenirken; ikincisi, “asker-sivil-aydın zümre” ve “kemalist gelenekler” edebiyatıyla sözde radikal çözümler dileniyordu. İşçi sınıfının tarihsel rolüne inançsızlık, devrimci enerjisi ve eylemine güvensizlik, ikisinin ortak paydası idi.

15-16 Haziran Direnişi, yalnızca burjuvaziye değil -ki o gerçekte işçi sınıfını zaten yeterince ciddiye alıyordu-, fakat özellikle sosyalizm adına konuşan revizyonist akımlara da işçi sınıfının varlığını, gücünü, devrimci enerjisini, militan karakterini yeterli açıklıkta gösterdi. Bununla da kalmadı, sol adına bel bağlanan burjuva kurumların gerçek niteliğini de gözler önüne serdi. Hiçbir ideolojik çaba, parlamento ve ordu konusundaki gerici hayallere 15-16 Haziran Direnişinden daha kesin, etkili ve sonuç alıcı darbeler indiremezdi. Devrimci sınıf pratiğinin parlamenter ve darbeci gerici teoriler için çaldığı ölüm çanını, 12 Mart askeri darbesi kanlı icraatı ile kendi yönünden ayrıca tamamladı. Barışçıl geçişi savunanlar soluğu hapishanede aldılar. Sermaye ordusuna bel bağlayanlar onun “balyoz”unu yediler, zulmüne uğradılar.

‘71 Devrimci Hareketi, devlete ve burjuva kurumlara karşı tutumuyla zaman içinde burjuva sosyalizminden ayrıştı. Bu ayrışmanın köklü bir kopuşa dönüşmesinde 15-16 Haziran Direnişi özel bir rol oynadı. Zira bu sayede MDD kampının “devrimci ordu” teorisi öldürücü bir darbe aldı. Fakat bu aynı kampın işçi sınıfına güvensizliği teori mertebesine çıkarma eğilimi, ‘71 Devrimci Hareketinin şahsında değişik bir biçime bürünerek yaşadı. Asya ve Latin halkçılığının “ideolojik önderlik” tezi, bu güvensizliğin yeni ideolojik ifadesi oldu. Bu gruplar işçi sınıfına değil, “öncü savaşçı”lara ve köylülüğe güveni esas aldılar.

‘74 sonrası dönem bazı kesimlerde maceracı mücadele anlayışlarının yanısıra “ideolojik önderlik” tezinin de eleştirisi dönemi oldu. Fakat “kitlelere” gitmek başarısı gösterenler uzun süre boyunca bir türlü işçi sınıfına gidemediler. Küçük-burjuva sınıf ortamı ile halkçı teori ve politikalar onları bundan alıkoydu. İşçi sınıfı güçlenen mücadelesiyle onları adeta kendine çektiğinde ise, işçi sınıfını “halk”ın bir parçası ve “halk devrimi”nin bir bileşeni olarak görmekten öteye geçemediler.

15-16 Haziran Direnişi’nden bu yana 18 yıl geçti. Bu 18 yılın ardından, işçi sınıfı hareketinin olayların odağına yerleştiği bugün, artık birçok grup işçi sınıfının toplumdaki yerini, rolünü ve önemini kavramış olmakla övünebiliyor. Ne var ki, gerçekte, işçi sınıfına güvensizliğin ifadesi teori ve pratikler büyük darbeler yemiş olmakla ve birçok mevziyi terketmiş bulunmakla birlikte, gerçekte bu güvensizlik hala bir biçimde yaşıyor. Onun son sığınağı halkçı devrim teorisi ve programıdır. Emek-sermaye çelişkisinin temel çelişki olduğu ve toplumsal gelişmenin eksenini oluşturduğu günümüzün burjuva-kapitalist Türkiye’sinde, burjuva-demokratik devrim anlayışı işçi sınıfına güvensizliğin son direniş mevzisidir.

Halkçılık, Türkiye işçi sınıfının, şehrin ve kırın emekçilerini ardına alarak sermaye iktidarını devirebileceğine, Türkiye devrimini bir proleter devrimi olarak başarıya ulaştırabileceğine hala inanmıyor, inanamıyor.

İşçi sınıfına güvensizlik hala sürüyor.



II

15-16 Haziran ve işçi hareketi

15-16 Haziran ‘60’lı yıllar boyunca yaşanan bir birikimin ürünü, sonucu ve 1970’deki doruğudur. Türkiye işçi hareketi tarihinde bir dönüm noktasıdır.

İşçi sınıfı hareketi sonraki dönemde, katılım, yaygınlık, bilinç ve örgütlenme düzeyi vb. birçok bakımdan ‘60’lardaki düzeyini aştı. Fakat 15-16 Haziran işçi direnişi, ardından geçen 18 yıla rağmen, hala işçi sınıfı hareketi tarihindeki en büyük, en militan, tarihsel ve siyasal sonuçlarıyla en önemli işçi eylemi olma özelliğini koruyor.

15-16 Haziran yalnızca iki işçi kentinde toplu bir üretimi durdurma eylemi değil, toplu ve militan bir sokağa akıştır da. 100 bini aşkın işçinin her türlü yasa ve yasağı çiğneyerek, türlü uyarı ve tehditlere meydan okuyarak, polis, asker ve tank barikatlarını aşarak, zamanın hükümetine ve parlamentosuna karşı kararlı bir haykırışıdır. 15-16 Haziran Direnişi, sokağa dökülen işçi kitlelerinin bilincinde olup olmamasından bağımsız olarak, sermaye diktatörlüğünün tüm kurumları ile militan bir karşı karşıya geliştir.

İşte bu özellikleriyle 15-16 Haziran Direnişi militan-kitlesel bir işçi başkaldırısı olarak hala aşılamamıştır.

15-16 Haziran bir büyük eylemdir. Her büyük eylemin olduğu gibi, onun da görünürde ve güncel olan ile derinde ve geçmişten gelen farklı, çok yönlü ama içiçe nedenleri vardır.

15-16 Haziran’ın görünürdeki nedeni, bazı sendikal yasalarda yapılmak istenen değişikliklerdi. Bu yasal değişikliklerle, iktisadi mücadelenin ve işçilerin sendikal-demokratik haklarının nispeten ileri bir savunucusu ve yürütücüsü olan, bu özellikleriyle sınıfın ileri ve militan kesimlerini kucaklayan DİSK tasfiye edilmek isteniyordu. İşçiler yasa değişikliklerine başkaldırarak DİSK’i savundular.

Fakat burjuvazi gerçekte DİSK’in şahsında işçi sınıfının 10 yıllık mücadelesine, bu mücadelenin kazanımlarına saldırıyordu. Daha sonra, 12 Eylül sonrasında, DİSK’in şahsında işçi hareketinin son 15 yılına saldırması ve yargılamasında olduğu gibi. DİSK, yönetiminin reformist konumundan bağımsız olarak, işçilerin burjuvaziye karşı ‘60’lı yıllar boyunca sürdürdüğü zorlu mücadelelerin somut bir kazanımı ve o günlerdeki simgesiydi. İktisadi istemler ve sendikal-demokratik haklar için verilmiş mücadelenin büyük fedakarlıklarla yaratılmış bir mevzisiydi.

İşçiler yıllardır sermayenin baskısına ve sömürsüne karşı sürekli genişleyen ve değişik biçimler alan bir direniş göstermişlerdi. Saraçhane mitingi ve Kavel direnişleriyle başlayan bu süreç, çok sayıda grev, direniş, fabrika işgali vb.’den geçerek 1970’e dayanmıştı. Aynı dönemde sosyalizm adına ortaya çıkan akımların tersine, burjuvazi işçileri fazlasıyla ciddiye alıyor, işçi hareketinin potansiyel gücünü görüyor, ona diş biliyordu.

DİSK’i zayıflatmayı hedef alan yasal değişiklikler işçi hareketine bir diş göstermeydi. Arkası 12 Mart’la gelecek bir sistemli saldırının ilk halkasıydı. İşçiler o dönem bunu açıklıkla anlayacak bir bilinçten elbette yoksundular. Ama somut tecrübelerinin katkısı ve sınıf sezgileriyle tehlikeyi algıladılar ve direndiler. Direnişin DİSK tabanıyla sınırlı kalmaması, Türk-İş’te örgütlü fabrikaların geniş katılımı bunu gösterir. Direnişin çapı ve şiddeti, yasal bir değişikliğe gösterilen bir kızgınlığın çok ötesindedir. 15-16 Haziran ‘60’lı yıllar boyunca süren irili ufaklı çatışmaların uzantısı, devamı, yoğunlaşmış biçimi ve doruğudur. Bir başka vesileyle de ifade ettiğimiz gibi, “baskı ve sömürünün o güne kadar işçilerde biriktirdigi öfke ve hoşnutsuzluğun, hükümetin sendikal hakları hedef alan keyfi bir tutumu karşısında, bu tutumun da baskısıyla eyleme dönüşmesi”dir. (H. Fırat, Teorinin Yoksulluğu, III. Bölüm, Ekim, sayı: 6, Mart 1998)

15-16 Haziran, işçi hareketinde bir patlama, bir sıçramadır.

15-16 Haziran, politik bir önderlik ve yönetimden yoksun, kendiliğinden bir harekettir. Direnişe önderlik etmek bir yana, dönemin sol akımlarının istisnasız tümü sınıfın dışında ve bir kısmı bunu teori mertebesine çıkaracak kadar, tümü de işçi sınıfına inançsızdılar. İşçiler direniş esnasında yalnızca devrimci öğrenci çevrelerinden yardım gördüler.

Direniş kararı bir önderliğin değil, tabandan gelen baskının ve açık direnme isteğinin ürünüydü. DİSK yönetimi için koltukları korumanın DİSK’i savunmaktan geçtiği o koşullarda, tabanın isteğine boyun eğmekten ve direniş kararına katılmaktan başka seçenek yoktu. Fakat işçilerin umulmadık boyutta ve şiddetteki görkemli direnişi karşısında hemen korku ve paniğe kapıldılar. İşçiler sokakta polis ve asker barikatlarını yiğitçe göğüslerken, onlar bu barikatları örenlere korkakça günah çıkardılar ve onlarla direnişi kıracak önlemleri görüştüler.

16 Haziran’da, işçilerin sokakta direndiği ve üç şehit verdiği bu görkemli günde, valilikte yapılan toplantıda yaşanan ihaneti, dönemin DİSK Genel Sekreteri (Kemal Sülker) şöyle dile getiriyordu: “Girişilen tahripkar eylemle bir ilgimiz olmadığını ıçişleri Bakanına söyledik. Ve kesinlikle de bu tahripkar olayları tasvip etmediğimizi bildirdik. Ayrıca da işçilere de radyoda bir uyarma yaparak kötü cereyanlara alet olmamalarını istedik.”

Radyo konuşmasını DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler yaptı. Görkemli işçi direnişini karaladı; sokakta işçilere kurşun sıkan sermayenin kanlı ordusunu, “gözbebeğimiz şerefli Türk Ordusu” ilan etti; Anayasa’ya bağlılığını bildirdi.

İşçi sınıfına ihanet, işçi hareketini arkadan vurma yalnızca bugün değil, o gün de sendika bürokratlarının değişmez karakteriydi.

Sendika bürokratlarının ihanetine ve sıkıyönetime rağmen işçiler hemen teslim olmadılar. Türk Demir-Döküm, Sungurlar, Derby, Otosan, Rabak gibi büyük işyerlerinde işi durdurarak ya da yavaşlatarak günlerce direndiler.

DİSK yöneticilerinin ikinci büyük ihaneti, direniş sonrasındaki toplu tensikat sırasında yaşandı. Binlerce işçinin (toplam 6000) işten çıkarılmasına sessiz kaldılar. Dahası, bu militan işçi kuşağının fabrikalardan, dolayısıyla da sendikalardan temizlenmesine memnun bile oldular. ‘60’lı yılları kapsayan mücadelenin eğittiği, öne çıkardığı bu işçiler, 15-16 Haziran Direnişi’ni de sürüklemiş ve yönetmişlerdi. Direnişin verdiği korkuyla yasal değişiklik konusunda gerileyen burjuvazi, sonradan intikamını bu öncü işçilerden almıştı.

İşçi hareketinin politik önderlikten, devrimci bir sınıf partisinden yoksunluğu koşullarında, doğal olarak, 15-16 Haziran Direniş’inin yarattığı elverişli ortamdan işçi hareketinin politik gelişimi ve sendikaların devrimcileştirilmesi doğrultusunda yararlanılamadı. Öncü bir partinin saflarına çekilebilecek binlerce militan işçi sahipsiz kalıp heba oldu.

15-16 Haziran burjuvazinin yüreğine korku ve kini içiçe işlemişti. Militan bir işçi kuşağının fabrikalardan temizlenmesi onu yatıştıramadı. Bu korku ve kini yıllarca yüreğinde taşıdı. 15-16 Haziran’ı her vesileyle suçladı; “solun ihtilal provası” diye niteleyerek, Türkiye soluna hiç de haketmediği değerler biçti. ‘70’lerdeki yaygın işçi hareketi, 15-16 Haziran’ın anılarını burjuvazide hep canlı tuttu. 12 Eylül sonrasında nihayet DİSK’i kapatma ve onun şahsında işçi hareketini yargılama olanağı bulduğunda, dikkate değer bir tutumla suç çetelesini 15-16 Haziran’dan başlattı. Burjuvazi de 15-16 Haziran’ı işçi hareketi tarihinde bir dönüm noktası saydı. Kinini ancak yıllar sonra biraz olsun tatmin edebildi.

Fakat bugünün işçi hareketi burjuvazinin bu kısa süreli huzurunu bozmuş, sevincini kursağında bırakmıştır. Burjuvazi işçi hareketinin 20 yıllık kazanımlarını gaspetti. DİSK’in şahsında intikam aldı ama, bugün işçiler yeni haklarla birlikte gaspedilmiş olanları geri istiyorlar. Sermayenin sözcüleri yıllarca genel grevi DİSK’in ve komünistlerin taktiği olarak suçlamışlardı; şimdi yüzbinlerce işçi genel grevi Türk-İş bürokratlarına dayatıyor. Dünün “komünist taktiği”, bugün tüm sınıfın militan isteği haline gelmiştir. Telaşa kapılan sendika bürokratları burjuvaziyi bazı tavizlere ikna etmek için geçmişi, hiç kuşkusuz en başta 15-16 Haziranı, hatırlıyor ve hatırlatıyorlar.

Kendinden önceki dönemin birikimi üzerinde yükselen 15-16 Haziran Direnişi, kendinden sonraki döneme güçlü bir birikim aktardı ve onu derinden etkiledi.

Bugün Türkiye çapında işçiler içinde derinden derine bir kaynaşma var. Yasal değişikliklerle grev hakları gaspedilince petrol işçileri aynı anda Türkiye çapında direniyorlar. Sendika bürokratlarının tüm oyalamalarına ve manevralarına rağmen genel grev talebi militan bir istek olmaya devam ediyor. Türk- İş yöneticilerinin İstanbul’da, bu 15-16 Haziran kentinde, miting yapmaktan ödü kopuyor. İşçiler sendika yöneticilerinin engellemelerini aşarak, yasaları ve yasakları çiğneyerek tabanda değişik biçimlerde direniyorlar vb.

Bütün bunları, işçi hareketinin ulaştığı bu düzeyi, 15-16 Haziran Direnişinin sağladığı birikim, verdiği ilham, aktardığı gelenekten ayrı düşünmek olanaklı mı?

Haziran 1988
Kızıl Bayrak



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 15.06.2014- 21:47


Büyük direnişe katılan işçi, 15-16 Haziran'ı yazdı

Resim Ekleme  

15-16 Haziran Büyük İşçi Kalkışması'nın yaşandığı tarihte, DİSK'e bağlı Maden-İş Sendikası'nın 6. Bölge Temsilcisi olan, sonrasında da DİSK ve Maden-İş'te yöneticilik yapan Hüseyin Ekinci, o günleri soL'a anlattı.

Hüseyin Ekinci

15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi yapılalı 44 yıl oldu.

Türkiye işçi sınıfı tarihine altın harflerle yazılan bu büyük direnişin, elbette birçok nedeni ve birden fazla boyutu var. İşçiler bakımından ekonomik boyutu büyük önem taşıyor… Sosyolojik boyutu ise çok tartışıldı.

Çeşitli kuruluşlar, kendi görüşlerine göre çokça değerlendirmeler yaptı. Bazıları, siyasal boyutunu öne çıkardı, kimileri sosyolojik tarafıyla ilgilendi. Değişik bakış açılarıyla çeşitli yorumlar yapan yazarlar, karikatüristler, gazeteciler oldu.

İşçi gözüyle bakıldığında bu direniş iş ve ekmek eylemidir.

Ekmeğini kazanmak zorunda olan işçi, “işime devam edebilmem için örgütlü olmam gerekir. Bu örgütlülüğümü, emeğim için mücadele eden ve var olan haklarımı da tam olarak savunan devrimci yöneticilerin yönettiği sendikalarla sağlarım. Uzlaşmacı sarı sendikalardan bana hayır gelmez” demiştir.

Metal İş kolunda faaliyet gösteren Türkiye Maden-İş, Lastik- İş, sendikaları Türk-İşten ayrıldı. Bu sendikalar, bağımsız Basın-İş, Gıda-İş ve Zonguldak Yeraltı Maden-iş sendikalarını da yanlarına alarak önce SADA’yı,(Sendikalar Arası Dayanışma) 13 Şubat1967 günü de DİSK’i kurdular.

İşverenlerin kurdurduğu sarı sendikalardan ayrılan işçiler, DİSK üyesi sendikalarda süratle örgütlenmeye başladılar. Türk-İş üyesi bazı sendikalardan istifa eden işçiler ise DİSK’e bağlı sendikalarda yerlerini almaya başladılar.

İşçiler, demokratik eylemleri sonucu meydana getirdikleri direnişlerle sendika seçme özgürlüklerini uygulamaya başladılar. Türk Demir Döküm, Sungurlar Kazan, Gislaved Lastik ve Kavel Kablo Fabrika direnişleri başarılı örnekler olarak işçi sınıfı tarihindeki yerlerini aldı.

Bu durum işverenler ve siyasi iktidarı rahatsız etmeye başladı. İşçilerin bilinçlenmesi, devrimci sendikaların güçlenmesi engellenmeliydi…

İşçilerin DİSK’e katılmaları önlenmeliydi…

Hatta DİSK kapatılmalıydı…

İktidar ve büyük sermayenin düşüncesi bu yöndeydi.

Onlara göre,1963 yılında Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı döneminde çıkarılan Sendikalar Kanunu değişmeliydi. O günkü siyasi iktidar, sendika değiştirmeyi zorlaştıran ve sendika seçme özgürlüğünü ortadan kaldıran kanun değişikliklerini hemen Meclis’ten geçirdi.

DİSK, bu yasanın insan haklarına aykırı olduğunu, örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırdığını, ayrıca yürürlükteki Anayasa’ya da aykırı olduğunu çeşitli toplantılarla anlatmaya çalıştı, bu konuda çok uğraş verdi. Ama iktidar kararlıydı, ne olursa olsun, ileride Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilecek anti demokratik bu yasayı 11 Haziran’da yürürlüğe koydu.

DİSK, 14 Haziran 1970’de Merter’deki Genel Merkezi’nde bir toplantı yaptı. İstanbul ve Kocaeli’ndeki tüm işyeri baştemsilci ve temsilcilerinin katıldığı bu toplantıda yasal değişiklikler anlatıldı. Yöneticiler, antidemokratik bu yasa hakkında detaylı bilgiler verdi.

Daha sonra işyeri sendika temsilcisi işçiler konuştu. İşyeri temsilcilerinin yaptıkları konuşmalar, baştan sona heyecan ve coşku içinde geçti. Bir döküm işçisi, şöyle konuştu.

“Arkadaşlar, üretimden gelen gücümüzü yarın kullanacağız. Herkes gücümüzün ne olduğunu, ne kadar etkili olduğunu görecektir.”

Bu sözler salonda ki kalabalığı coşturdu; konuşan işçi, uzun süre alkışlandı.

15 Haziran 1970 sabahı İstanbul ve Kocaeli’de DİSK’e bağlı işçiler, çalıştıkları fabrikalarda iş bıraktılar. Fabrikalarının dışına çıktılar. Kendilerine en yakın fabrikalardaki işçilerle buluşmak üzere yürüyüşe geçtiler.

Anadolu yakasındaki işçiler, Gebze, Çayırova, Pendik ve Kartal’dan başlayarak Kadıköy’e doğru yürüdüler.

Avrupa yakasındaki yürüyüşler ise Bakırköy ve Sağmalcılar’dan başlayarak Topkapı’ya doğru yapıldı. Burada buluşan onbinler Sultanahmet ve Eminönü’ne doğru ilerlediler.

Valilik, yürüyen onbinlerce işçinin Beyoğlu’na geçişini engellemek için Haliç ve Galata köprülerini açtırdı.

Eyüp ve Silahtarağa’daki işçiler ise kendilerine katılanlarla birlikte Kağıthane ve Cendere’ye doğru yürüyüşe geçtiler.

İstinye’den yürüyüşe geçen Kavel işçileri de, o zamanlar büyük bir sanayi bölgesi olan Levent’teki işçilerle buluştular. Önlerine çıkan polis barikatlarını aştılar.

İstanbul ve Kocaeli’deki yürüyüşlere çeşitli fabrikalardan yüz bine yakın işçinin katıldığı belirtiliyordu.

Sendikal özgürlüklerin kısıtlanmasına ve sendika seçme özgürlüğünün yok edilmesine karşı, DİSK’e bağlı sendika üyesi işçiler direniyordu. Ancak Türk-İş’e üye çok sayıda işçi de bu eyleme sınıfsal destek veriyordu.

Sıkıyönetim ilan edildi
O dönem iktidarda bulunan Demirel Hükümeti, İstanbul ve Kocaeli’de iki aylık sıkıyönetim ilan etti. Tanklar, askeri araçlar sanayi bölgelerine ve fabrika önlerine yerleşmeye başladı.

Eyüp ve Silahtarağa, o zamanlar özellikle metal işkolunda ağırlıklı bir sanayi bölgesiydi. Buradaki fabrikalar uzun süre işbaşı yapmadılar. İşçiler “En son biz işbaşı yapacağız” diye birbirleriyle iddialaştılar.

İşçi yürüyüşlerinin son derece disiplinli olduğu, herhangi bir taşkınlığa sebebiyet verilmediği görüldü. İşçiler, bu yürüyüşlerde kendi güvenliklerini başarıyla sağladılar.

Bu olaylarla ilgili DİSK’e üye çok sayıda işçi, temsilci ve yönetici tutuklandı. İşçiler ve temsilcileri, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandılar. Davalar Selimiye Kışlası’nda görüldü.

Duruşma yapıldığı günlerde sendikalara üye çok sayıda işçi, iş elbiseleriyle gelip duruşmaları izliyorlardı. Duruşma salonları çok kalabalık oluyordu. İşçileri duruşmalara almamak için bir ara kravat takma mecburiyeti konulduğu söylentileri dolaştı…

İşçiler, bu engelleme yöntemine de çare buldu. Arka ceplerindeki ter silme bezlerini yakalarına iliştirip, “Bunlar bizim kravatlarımız” diyerek girdiler salonlara.

Sınıf sendikacılığı şahlandı
15-16 Haziran 1970 direnişi sınıf sendikacılığının şahlandığı kitlesel bir eylemdir. Devrimci ve gerçek sendikacılığın en önemli kilometre taşlarındandır. Gerçek ve devrimci yöneticilik vasıflarının kayıt düşürüldüğü bir eylemdir.

Değişik siyasi düşüncelere sahip işçileri barındıran sendikaların, çok önemli bir kitle örgütü olduğunu ve öyle kalması gerektiğini tescilledi bu eylem.

Bu şanlı yürüyüşe ilerici aydınlar, devrimci yazarlar, öğrenci birlikleri, emekten yana birçok kuruluş destek verdi.

Bu direnişte unutulmaması gereken çok önemli bir husus şudur. Sıkıyönetime ve çeşitli baskılara rağmen işçiler, sendikalarına ve sendika yöneticilerine sonuna kadar sahip çıktılar.

Sendika yöneticileri Maltepe Askeri Cezaevi’nde tutukluyken, işçiler ziyaret günlerinde yığınlar halinde oradaydılar. Sıkıyönetime rağmen mahkeme salonlarını izleyici olarak doldurup, yöneticilerini yalnız bırakmadılar.

Sonuç olarak gerçek ve devrimci sendikacılığın en önemli kitlesel eylemlerinden olan 15–16 Haziran eylemi başarıyla sonuçlandı.

İşçi sınıfının, önemli bir kitle örgütü olan sendikalarına ve onların yöneticilerine inanmışlıklarının ön plana çıktığı bu eylem, iş ve çalışma hayatında büyük değişikliklere yol açtı.

1970’li yıllar, Türk sendikal hareketinin olabildiğince yükseldiği, çalışma hayatında işçi lehine yeni kazanımların sağlandığı önemli yıllardır.
Sözde “ ileri demokrasi” nutuklarıyla ortalığı çınlatan iktidarlar, hala anti demokratik sendikal yasaları iyileştirmiyorlar.

Çalışan büyük kitlenin bu gün grevli toplu sözleşme hakkı hala yok…
Grevli toplu sözleşme hakkı olan bazı sendikalar ise bu gün sanki sanduka (1) içine sokulmuşlar… Yöneticileri ise sandukacı konumunda görünüyorlar.

(1) Sanduka: Bazı mezarların üzerine mermer veya tahtadan yapılan tabut şeklinde sandık.

Sol



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Metin Çulhaoğlu'ndan: GEZİ Direnişi melnur 0 1036 01.06.2020- 00:52
Konu Klasör Korkut Boratav Yanıtlıyor: Gezi Direnişi Sınıfsal Bir Başkaldırı mı? melnur 0 1359 10.11.2019- 07:03
Konu Klasör Suphilerin mücadelesi bugüne ışık tutuyor melnur 4 3992 29.01.2022- 02:01
Konu Klasör Nadejda Krupskaya geleceğe ışık tutuyor! proleter 0 2655 27.02.2015- 23:07
Konu Klasör 7 Haziran’da +1 olan, 8 Haziran’a -1 olarak girer umut 0 3349 04.06.2015- 11:21
Etiketler   15-16,   Haziran,   İşçi,   Direnişi,   yolumuza,   ışık,   tutuyor.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS