SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Uygarlık tarihine ilişkin bazı sorular ve ön notlar -           (gösterim sayısı: 4.150)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: solcu
Konu Tarihi: 27.07.2014- 13:39


Uygarlık tarihine ilişkin bazı sorular ve ön notlar - 1

Avrupa toplumlarının kendi haraçlı üretim tarzlarından radikal kopuşlarında izledikleri güzergah, diğer toplumların önüne de geçerli bir yol olarak konulabilir mi? Avrupalı halklar, haraçlı üretim tarzından kapitalizmle (burjuvazi önderliğinde) kurtuldular. Peki, dünyanın geri kalan bölümü, haraçlı üretim tarzının kalıntılarından kurtulmak için kapitalizme mecbur mu? Bütün dünya, öncelikle kapitalist olmak zorunda mı? Doğulu ve Güneyli toplumlar, insanlığa, haraçlılığı aşmanın başka bir yolunu öneremezler mi? Kısacası, kapitalist yol "yerel" ve "özel" midir, yoksa "evrensel" ve "genel" mi?

Ender Helvacıoğlu



Bu yazı bir makale sayılmaz. Bazı soruları formüle etmek ve bu formülasyon çabası içinde bazı vurgular yapmak amaçlandı. Sistemlilikten uzak, notlardan oluşan bir yazı. Daha çok, geniş bir çalışmanın ön notları olarak değerlendirilebilir.

1) Tarihi kim yaparsa, o yazar. Kim yazarsa, onun damgasını taşır. Tarih her kritik dönemeçte yeni baştan yazılır. Henüz insanlık, bir "insanlık tarihi" yazmayı beceremedi. Çünkü hala Batılı'yız, Doğulu'yuz, Alman'ız, Rus'uz, İngiliz'iz, Arap'ız, Çinli'yiz, Türk'üz, Hıristiyan'ız, Müslüman'ız; henüz "insanlık" olmaktan uzağız. Ancak insanı insanlık yapabilecek çapta bir hareket, sonuç itibarıyla bir "insanlık tarihi" yazabilecektir. Bu tarih nasıl bir şey olacaktır? Kim bilir? Çünkü belirleyici bölümü henüz yaşanmadı. Daha yapımı tamamlanmadı ki, yazımı tamamlansın.

2) Günümüzde geçerli olan tarih disiplini (aslında bütün toplumbilimleri) Batılı burjuva ideologlar tarafından geliştirildi. Dolayısıyla kavramları, yöntemleri ve somut içeriği Avrupa-merkezlidir. Marx ve Marksistler, bu tarih yazınının burjuva niteliğini sergilediler ve emek perspektifini temel alan bir tarih disiplini geliştirdiler; fakat -özellikle 19. yüzyılda- Avrupa-merkezci paradigmanın çerçevesinin dışına onlar da çıkamadılar.
Çinliler Çin tarihini, Hintliler Hint tarihini, Araplar Arap tarihini, Osmanlılar da Osmanlı tarihini kendi yöntemleri ile yazdılar; ama hiçbiri bir dünya tarihi yazamadı, yazamazlardı da… Dünya tarihini yazmaya ilk girişenler Avrupalı burjuva tarihçiler oldu. Onlar da ister istemez, dünya Londra'dan, Paris'ten, Berlin'den, Roma'dan nasıl görünüyorsa öyle bir dünya tarihi yazdılar ve öyle bir tarih disiplini geliştirdiler; tabii buna ek olarak dünyaya burjuva gözlükleriyle bakarak.

Ama bugün artık dünya Avrupa'dan ve Avrupa'nın kolonilerinden (en büyüğü ABD'dir) ibaret değil. İnsan uygarlığının kadim bölgeleri dünya sahnesine giriyorlar. Tabii tarihleriyle de birlikte; hem de Avrupa'ya göre en az 4 bin yıl daha eski olan uygarlık birikimleriyle.

O halde yeni bir dünya tarihi yazılacak. Yazmak ne kelime, yeni bir tarih anlayışı geliştirilecek. Dahası, yeni bir toplumbilim yaratılacak. Yapım (pratik) başladı, yazım (teori) da peşi sıra gelecektir.

Şimdi bazı soruları formüle edelim:

3) Kapitalizm Avrupa'da yeşerdi ve gelişerek tüm dünyaya yayıldı; bir evrensellik iddiasına sahip oldu. Avrupa toplumlarının kendi haraçlı üretim tarzlarından radikal kopuşlarında izledikleri güzergâh, diğer toplumların önüne de geçerli bir yol olarak konulabilir mi? Avrupalı halklar, haraçlı üretim tarzından kapitalizmle (burjuvazi önderliğinde) kurtuldular. Peki, dünyanın geri kalan bölümü, haraçlı üretim tarzının kalıntılarından kurtulmak için kapitalizme mecbur mu? Bütün dünya, öncelikle kapitalist olmak zorunda mı? Kapitalizm, bütün toplumların şu veya bu biçimde aşmak zorunda oldukları kaçınılmaz bir aşama mı? Doğulu ve Güneyli toplumlar, insanlığa, haraçlılığı aşmanın başka bir yolunu öneremezler mi? Kısacası, kapitalist yol "yerel" ve "özel" midir, yoksa "evrensel" ve "genel" mi?

4) Karl Marx ünlü pasajında, "İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz" diye yazıyor. Marx bu satırları, 1848 devrimlerinin -Komünist Manifesto'da öngörüldüğü gibi- proletaryanın zaferine değil, burjuvazinin feodalizme indirdiği son darbeye ve sanayi devrimlerinin ilanına dönüşmesini gördükten sonra yazar. "Demek ki" der Marx, "burjuvazinin ilerici barutu henüz tükenmemiş, proletaryanın günü henüz gelmemiş", "içerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz"mış. Marx burada ister istemez, Avrupa güzergâhı çerçevesinde bir çözümleme yapmaktadır. O yıllardaki bilimsel birikim, Avrupa dışındaki toplumların geçmişleri, gelişim biçimleri konusunda son derece yetersizdir.

Marx 1850'li yıllarda, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (yukarıdaki pasaj, bu kitabın ünlü önsözünde yer alır) ve daha sonra Kapital adlı eserlerine giden yolda, Doğu toplumları üzerine de bazı çözümlemeler yapmaya çalıştı, hatta bazı politik yazılar da kaleme aldı. Teorik çalışmalarında, Doğulu toplumların Avrupalı toplumlardan farklılığını sezerek "Asyatik üretim tarzı" biçiminde -bugünkü bilgi birikimimizle bize oldukça ham gelen- bir kavram geliştirdi. Politik yazılarında ise, İngilizler'in, Hindistan ve Çin'de ne kadar aşağılık ve zorbaca yöntemler kullanırlarsa kullansınlar, "tarihin kılıcı" rolünü oynadıklarına vurgu yaptı. Olgun ve yaşlı Marx'ta ise, bu tür çözümlemelere ve tutumlara rastlanmaz; tam tersine Marx ömrünün sonuna doğru, yeni çehresiyle tarihe girmeye başlayan Rusya'daki devrimci olanaklara dikkat çekti. Marx bir kahin değil, bir bilim insanıdır; varolan birikimin ve olguların elverdiği ölçüde geleceğe uzanabildi, spekülasyonlara kaçmadı.
20. yüzyılın Marksistleri ise Avrupa-merkezci sosyalizm yoluyla hesaplaşarak büyük devrimci pratiklere imza attılar. Bu pratikleri analiz ederek, "emperyalizm", "ezen-ezilen uluslar", "aşamalı devrim", "milli-demokratik devrim", "işçi-köylü ittifakı", "kapitalist olmayan yol", "geri dönüş teorisi", "kültür devrimleri" gibi kuramlar geliştirdiler. Kapitalizmi pek yaşamamış toplumlarda sosyalizme ulaşmanın yollarına ilişkin bugüne büyük bir miras bıraktılar. Hem bu mirası süzerek, hem de son 20 yılda yaşanan büyük değişimlerin ortaya çıkardığı yeni dinamikleri tahlil etmeye çalışarak, söz konusu soruya yeniden dönebiliriz: Kapitalist yol "yerel" ve "özel" midir, yoksa "evrensel" ve "genel" mi?

5) Konuyu biraz daha baştan alalım. Avrupa nasıl oldu da kapitalizme geçebildi? Avrupa toplumları, haraçlı üretim tarzının içerebileceği bütün üretici güçleri geliştirmişler miydi? Haraçlılığı sonuna kadar yaşayıp, ondan sonra mı kapitalizme geçmişlerdi? Yoksa tam tersine, Avrupalı toplumlar, haraçlı üretim tarzının gelişmemiş, çevrede kalmış, dolayısıyla güçsüz bir biçimini (feodalizmi) yaşamaları sayesinde mi, ondan nispeten daha kolayca kurtulabilmişlerdi? Haraçlı üretim tarzının oldukça geri bir biçimini yaşadıkları için mi, o tarzı aşmanın ancak oldukça geri bir biçimini (kapitalizmi) bulabilmişlerdi?

6) Avrupalı toplumların kapitalizme geçişlerine ilişkin bu sorulara, sadece Avrupa çerçevesinde bakarak sağlıklı yanıtlar üretmek mümkün mü? Kapitalizmi, haraçlı tarzda ilerlemeleri kadim uygarlık bölgelerindeki çok daha gelişmiş haraçlı imparatorluklar (Çin, Fars, Arap, Osmanlı vb.) tarafından engellenen Avrupalıların içine girdikleri "özgün" bir yol olarak kavramak daha doğru değil mi? Avrupalı feodaller, Osmanlı ve Arap imparatorluklarını yıkıp dünya zenginliklerine giden yolları ve verimli coğrafyaları ele geçirebilselerdi, kellelerini demokratik devrimlerin giyotinlerine kaptırırlar mıydı? Engellenmeleri ve geri kalmaları, daha doğrusu haraçlılıkta kendilerinden çok daha ileri gitmiş toplumlar ile haraçlı tarz çerçevesinde rekabet edememeleri, Avrupalı toplumların haraçlılığı terk ederek farklı bir yola sapmalarına yol açmamış mıdır? Yeni bir yolun açılması, varolan yolun tıkanmasından dolayı değil midir?

7) Peki bu süreç, Marx'ın ünlü önermesini ("İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz" önermesi) doğruluyor mu? Doğrulaması şart değil, önemli olan gerçeğe ulaşmak ama, yine de bir bakalım. Süreci sadece Avrupa içi dinamiklerle analiz etmeye çalışırsak, Marx'ın ulaştığı sonuç kesinlikle yanlıştır. Çünkü Avrupalı toplumlar, haraçlılığın oldukça geri ve zayıf bir versiyonundan kapitalizme sıçramışlardır. Hatta kapitalizmin esas olarak Batı ve Kuzey Avrupa'da yeşerdiği göz önüne alınırsa, doğru dürüst bir haraçlılık yaşamadıkları, neredeyse yukarı barbarlıktan kapitalizme sıçradıkları bile söylenebilir.

Ama sürece çeşitli toplumların birbirleriyle ilişkilerini (özellikle Doğu-Batı ilişkisini) hesaba katarak bütünsel bir biçimde yaklaştığımızda, kapitalizme geçişin, haraçlı üretim tarzında yaşanan gelişimin sonucu olduğunu kavrayabiliriz. Dünya çapında (Asya+Avrupa) hüküm süren haraçlı üretim tarzı sonuna kadar yaşandığı için kapitalist sıçrama gerçekleşti. Doğal olarak haraçlılık zincirinin en zayıf halkasında, yani Avrupa'da. Doğu'yu ve Batı'yı ayrı ayrı değil de bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak ele aldığımızda, Marx'ın önermesinin geçerli olduğunu görüyoruz.

8) Peki neden kapitalizm? Haraçlı üretim tarzını aşmanın başka yolu yok muydu? Dünyanın neresinde olursa olsun, haraçlı üretim tarzını aşma veya kalıntılarını temizleme pratiği ancak burjuvazi önderliğinde ve kapitalist yola girerek mi gerçekleşebilir; yoksa kapitalizm Avrupa'ya özgü bir haraçlılığı aşma yolu mu? Bu kapsamlı soruya yanıt üretebilmek için, öncelikle Avrupa güzergâhının özgül (yerel) ve evrensel yönlerini çözümlemek gerekiyor. Daha sonra da Avrupa dışındaki toplumların özgüllüklerini ve evrenselliklerini. Ve tabii en önemlisi, 20. yüzyıldaki haraçlılığı aşma pratiklerini.

9) İnsanlığın yaklaşık 10 bin yıllık uygarlık serüvenine kuşbakışı göz atıldığında, bir ana mecra sezmek mümkün. Bu ana mecra, Avrupa-merkezci burjuva tarihçilerin iddia ettikleri gibi Antik Yunan - Kapitalist Batı hattı mıdır? Yoksa ana mecra daha farklı bir hat izlemiştir, Avrupa toplumları genellikle bu mecranın merkezinde değil kenarlarında yer almışlar ve son 500 yılda ortaya çıkan Avrupa kökenli Kapitalist Batı Uygarlığı ana mecradan bir "sapma"yı (aslında Avrupa'nın ana mecraya katılışı demek daha doğru olabilir) mı temsil etmektedir?

Avrupa-merkezci uygarlık tarihi anlayışının çok büyük boşlukları var: Bir kere ön-uygarlığın (neolitik dönem) ve uygarlığın hangi coğrafyalarda ortaya çıktığını göz ardı ediyor. Burası çok önemli, çünkü ilk kaynak(lar) ana mecranın tespit edilmesi açısından da belirleyici. İlk uygarlıkların ılıman bölgedeki büyük nehirlerin suladığı ovalarda ve bu nehirlerin denize döküldüğü deltalarda (Anadolu ve Mezopotamya'da Fırat-Dicle, Mısır'da Nil, Çin'de Sarı Nehir, Hint'te İndus) yeşerdiği ve bu uygarlıkların birbirlerinden etkilenerek geliştikleri biliniyor. Avrupa o dönemlerde tarih dışında.

İkincisi, Avrupa-merkezciler, bir sıçramayı ve üst sentezi temsil eden Antik Ege Uygarlığı'nın Anadolu, Mezopotamya, Mısır, Hint, hatta Çin'den kök aldığını göz ardı ediyorlar. Bu anlamda Antik Ege Uygarlığı, kadim uygarlıkların ilk başarılı harmanının yapıldığı yer ve bu sentezin ürünü. Bu dönemde de Avrupa tarih dışında veya ana mecranın kenarlarında.

Üçüncüsü, Avrupa-merkezci tarihçiler, Antik Ege ile Kapitalist Avrupa Uygarlığı arasındaki 1500 seneyi es geçiyorlar. Oysa bu arada, ikinci büyük sentez gerçekleşiyor: Ortadoğu'dan fışkırıp dört bir yana halka halka yayılan Ortaçağ Doğu Uygarlığı. Bu dönemde haraçlı üretim tarzının doruğu yaşanıyor. Avrupa bu dönemde de haraçlı uygarlığın çevresi konumunda. Avrupa toplumları ana mecraya oldukça geç bir tarihte, 500 yıl kadar önce, burjuva uygarlıkları ile dahil oluyorlar.

İşte büyük insanlık akışının ilk kez Fırat ve Dicle havzasında başlayan, karşılıklı etkilenmelerle Nil Deltası'nda, İndus Nehri'nin ve Sarı Irmak'ın suladığı ovalarda devam eden; Ege'nin iki yakasında geçmişin göreli bir sentezine ulaşarak ciddi bir atılım yapan; sonraları Arap, Fars ve Türk illerinde çeşitli kolların (Hint ve Çin) bütünleşmesiyle gür bir nehre dönüşen ve 500 yıl kadar önce Batı'ya doğru kıvrılıp o güne kadar kenarda kalmış Avrupa toplumlarının da demini alıp daha da gürleşerek günümüze ulaşan öyküsü kısaca böyledir.

On bin yıllık uygarlık akışının son 500 yılda Avrupa'dan aldığı dem, ana mecranın rengini ve geleceğini belirleyebilir mi? Kapitalist Batı Uygarlığı bu çapta bir insanlık sentezini gerçekleştirebildi mi veya gelecekte gerçekleştirebilir mi? Yoksa, bu demi de değerlendiren, süzen, ama ana mecraya daha uygun yeni bir sentez mi kapıdadır?

10) Avrupa verimli topraklardan, dünyanın zenginliklerinden uzakta, Ortaçağ boyunca açlıkla ve salgın hastalıklarla uğraşmış, uygarlık birikimi cılız kalmış toplumların kıtası. Yüzyıllar boyu, Akdeniz havzasının büyük uygarlığı Roma'yı tırtıklayarak yaşam mücadelesi vermişler. Batı Roma'nın yıkılışını takip eden ve birkaç yüzyıl süren karanlık çağdan sonra, oldukça geç bir tarihte, yavaş yavaş uygarlığa adım atmışlar. Gerek zenginlik kaynaklarının cılızlığı gerekse yapıcılık birikimlerinin zayıflığı yüzünden Doğu toplumları gibi büyük haraçlı imparatorluklar kuramamışlar, küçük ve etkisiz feodal beyliklerin hüküm sürdüğü parçalı bir yapı sergilemişler. Tarihleri boyunca büyük bir açlıkla ve hırsla dünya zenginliklerine ulaşmaya çalışmışlar, fakat bu zenginliklere giden yolları tutan güçlü Doğu imparatorlukları tarafından sürekli yenilgiye uğratılmışlar. İpek ve baharat yollarının kapılarını ele geçirmeye yönelik en büyük akınları olan Haçlı Seferleri de başarılı olamamış. Nüfuslarının üçte birini yok eden ve neredeyse yeniden barbarlığa dönüşlerine yol açacak salgın hastalıklarla boğuşmuşlar. Zengin Doğu'ya açılım yollarının önce İslam sonra da Osmanlı imparatorlukları tarafından tıkanması, onları büyük maceralara sevk etmiş; yeni ve olmadık yollar bulmaya çalışmışlar. Dünyanın cennetleri olan Hindistan ve Çin'e ulaşmak için sonu belirsiz maceraları göze alarak kendilerini ya Atlas Okyanusu'na vurmuşlar (dünyanın yuvarlak olmasına ihtiyaçları var!) ya da bütün bir Afrika kıtasını kıyıdan dolaşmayı göze almışlar. Ulaştıkları zenginlikler karşısındaki tavırları yağmacılık ve talan. Amaçlarına ulaşmak için hiçbir sınır tanımamışlar, dünyanın en büyük soykırımlarını gerçekleştirmişler, 1500 yıl sonra köleciliği yeniden hortlatmışlar. Uygarlıkları için gerekli olan ilk birikimlerini, dünyanın geri kalanının yıkımı ile elde etmişler.

Buna karşılık Doğu toplumları nispeten rahat. Bütün zenginliklerin tepesinde oturuyorlar. Kendilerini hırsla oraya buraya vurmalarına gerek yok, zaten dünya kaynaklarına sahipler. Son derece geniş arazileri denetleyebilecek bir merkezi yapıyı geliştirebilmişler ve güçlü haraçlı imparatorluklar kurmuşlar.

Doğu ileri ve uygar, Batı ise geri ve barbar. Doğu bilge ve sabırlı, Batı ise hırslı ve aceleci. Doğu'nun gözü tok, Batı ise açgözlü. Doğu hakim, Batı ise maceracı. Doğu yapıcı, Batı ise yıkıcı. Doğu kendine güvenli ve kapsayıcı, Batı ise güvensiz ve talancı. Doğu paylaşmacı ve dayanışmacı, nasıl olsa kaynakları bol; Batı ise bireyci, yaşam mücadelesi veriyor, öncelikle kendini kurtarmaya çalışıyor. Doğu rahat, Batı ise ekmeğini taştan çıkarmak ve taşın suyunu çıkarmak zorunda. Doğu merkeziyetçi, Batı ise ademi merkeziyetçi. Doğu'da tek merkez ve devlet bütün dolaşımı ve paylaşımı düzenliyor; Batı'da ise sürüyle merkez arasındaki ilişkiyi ancak bireyler (tüccarlar) sağlayabiliyor. Doğu'da düzen var, Batı'da ise anarşi. Doğu'da Tanrının kanunları geçerli, Batı'da ise orman (piyasa da diyebiliriz) kanunları.

İşte kapitalizmin geri planında böyle bir kültürel doku bulunuyor. Avrupalı toplumlara özgü, ama Doğulu toplumlara yabancı bir kültürel doku. Avrupalı toplumlar Doğu devletleriyle haraçlı üretim tarzının çerçevesinde kalarak başa çıkamazlardı; yaşamlarını devam ettirebilmek için başka bir yol bulmaya mecburdular (Fransız Devrimi Fransız kralına karşı yapılmış gibi gözüküyor ama, aslında Rus çarına ve Osmanlı padişahına karşı yapılmıştır). Bu yolu buldular: kapitalizm. Varolan kültürel dokularının ve "genetik" yapılarının damgasını taşıyan ve içeriğini belirlediği bir sistem. Devrimci, yıkıcı, maceracı, talancı, bireyci ve anarşik... Rekabete ve maksimum kâra dayalı. Her şeyi alınır satılır kılma, metalaştırma güdüsüyle hareket ediyor. Dar alanda, mümkün olabilecek en büyük verimi elde etme ilkesiyle çalışıyor. Son derece geniş bir alandan elde edilebilecek ürünü, başka mekanizmalar yoluyla çok daha küçük bir alandan elde edebilecek bir sistem; yani tarım değil, sanayi. Bilim anlayışları, felsefeleri de bu altyapının damgasını taşıyor.
Avrupa güzergahı "yerel" bir yol (Tabii ki evrensel tarafları var; biz burada yerelliklere vurgu yapıyoruz). Dünyanın diğer bölgelerini bu yolun kalıpları içine sokamıyorsunuz, kan uyuşmazlığı var. Dünya nüfusunun dörtte üçünü oluşturan toplumların önündeki yol Fransız devrimleri mi, yoksa özellikle 20. yüzyıl deneyleri farklı ve ana mecraya daha uygun bir yolun geçerli olabileceğini mi gösteriyor? Dünyanın kadim bölgelerinin ayağa kalkışı, hangi nitelikleri taşıyacak, nasıl bir seyir izleyecek?

Bu yazıda esas olarak geçmişe ilişkin sorular ortaya attık. Önümüzdeki sayıda geleceğe ilişkin soruları formüle ederek tartışmayı devam ettireceğiz.




Bu ileti en son solcu tarafından 27.07.2014- 13:44 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör “Marksizm, yalnızca bir kapitalizm eleştirisi değil, aynı zamanda bir uygarlık eleştirisidir” melnur 0 786 16.04.2022- 08:10
Konu Klasör Günümüzden Türkiye gençlik tarihine bakarken… melnur 3 2758 12.11.2018- 06:34
Konu Klasör Bazı tartışmaların çözümü - AYDEMİR GÜLER melnur 0 185 17.12.2023- 10:54
Konu Klasör Boratav ile Türkiye, iktidar ve muhalefet üzerine: 'Demokratik devrimin bazı görevleri sosyalistlerin'... melnur 1 1980 10.12.2019- 09:05
Konu Klasör sorular cevaplar bölümü yura 5 3626 24.07.2014- 06:33
Etiketler   Uygarlık,   tarihine,   ilişkin,   bazı,   sorular,   ön,   notlar
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS