SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Ne oldu şimdi?           (gösterim sayısı: 4.635)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
toplumcu
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 03.10.2013
İleti Sayısı: 355
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: toplumcu
Konu Tarihi: 11.08.2014- 13:09


Ne oldu şimdi?
Kemal Okuyan


CHP ile MHP anlaştı, sonradan hatırlamadığım sayıda parti eklendi, adına Çatı Adayı dediler ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Erdoğan’ın karşısına çıkarmış oldular. Bir danışman ve katalizör olarak Gülen Cemaati’ni de unutmamak gerek.

Peki hedef neydi?

Benim görüştüğüm hiçbir CHP’li, tabanda ya da tavanda, Ekmeleddin’in ilk turda yüzde 50’nin üzerinde oy alıp Çankaya’ya yerleşeceğine inanmıyordu. İkinci tura kalınma durumundaysa, BDP seçmeninin önemli bölümünün Erdoğan’ı destekleyeceğini düşünenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Kimsede heyecan yoktu, kimse umutlu değildi. Oy kullanmaya hazırlananların temel içgüdüsü kaygıydı.

Üstelik son bir hafta, son bir ayla sınırlı da değildi bu. Öyle başladı, öyle devam etti.

O halde, özellikle CHP içinden gelen tepkiler neden göze alındı ve seçileceğine ilişkin bir inanç olmadan Ekmeleddin’de ısrar edildi?

Çünkü…

Yıllardır söylediğimiz gibi, Erdoğan’dan, bugün yerleştirilmeye çalışılan rejimin ana hatlarını, temel özelliklerini koruyarak kurtulmak isteyen odaklar, sınıfsal güçler var Türkiye’de ve dünyada. Bu güçler, Türkiye siyasetine müdahale etmek, şekillendirmek için ellerine geçen olanakları değerlendiriyorlar.

Haziran Direnişi, bir kez sokağa inen halkın kontrol altında tutulmasının, ideolojik olarak yönlendirilmesinin sınırlarını gösterdi. Bu yolun kapanmasını istiyorlar. Haziran’ın, diktatörün şu ana kadar kazanamadığı biricik karşı karşıya gelişin, "bir işe yaramadığı" düşüncesini bu nedenle bütün kanallardan yaydılar. Ve 2013 Haziranı’nda yerle bir olan, “alternatif yine mufazakarlaşmada, sağcılaşmada” tezine bir kez daha inandırıcılık kazandırdılar. 30 Mart’ta CHP’nin aday politikası bu kafanın, bu projenin ürünüdür. Ekmeleddin de.

Toplum, seçilme şansı olmayan bir adayla, seçeneğin sağda olduğu fikrine biraz daha alıştırılmış oldu. Üçüncü adayın bu tabloyu değiştirdiğini kimse iddia edemez. Hatta, kuvvetlendirdiği bile söylenebilir. Demirtaş eğer solu da temsil eden bir aday olduysa, en başta Türkiye’de solculuğa biçilen sınırı göstermiştir.

10 Ağustos günü sandığa gidip oyunu kullandıktan sonra televizyon ekranı karşısında moralini bozanlar, ortaya çıkan tabloya bu açıdan bakmalı.

Bundan sonrasını kazanmak için.

“Ne yapacağız, siz de bir şey önermiyorsunuz” yakınmasında bir tuhaflık var. Her çıkış yolunun bir başlangıç noktası olur. Türkiye’deki başlangıç noktası, Haziran Direnişi’dir. Oldu-bitti-geçti yok. Bu direniş de göstermiştir ki, Erdoğan’ın temsil ettiği zihniyetin normalleşmesi, istikrara kavuşması söz konusu değil.

Neden değil?

Çok geniş bir kesim kabullenmiyor da ondan.

Kabullenilmeyen, Türkiye’nin daha fazla muhafazakarlaştırılması, insanların yaşamlarına dayatmalarda bulunulması, cehaletin, çirkinliğin, gericiliğin erdem haline getirilmesi, ABD uşaklığının, hırsızlığın kanıksanmasıdır. Sağcılığa şiddetli bir itiraz var.

Bu itirazda Ekmeleddin’e yer yok. Bu itirazda MHP felsefesine de yer yok!

Başlangıç noktası bu.

Bu nokta önemsenecek ve yola sonra devam edilecek.

İşte o yol, bu kabullenmemeyi bir toplumsal projeye bağlamak.

Kapitalizm ya da mevcut düzen, bu kabullenmemeyi içine sindiremiyor, içinde barındıramıyor. Birçok kişinin, Haziran’da sokağa dökülenlerin önemli bir bölümünün şu anda bir düzen değişikliği talebi yok belki. Ama Ekmeleddin’de simgelenen değerler sistemiyle de bir alakaları yok.

Bu çelişkinin çözümü, siyasetin konusudur, sol siyasetin konusudur.

Ekmeleddin’e razı gelen, Erdoğan’a razı gelir.

Ancak insanlar mutsuz, hoşnutsuz ve öfkeli. Demek ki…

Haziran ruhu yaşıyor. Kendini illa aynı biçimlerde dışa vurmayacak belki ama kendini mutlaka hissettirecek.

Türkiye’nin daha fazla muhafazakarlaştırılması, insanların yaşamlarına dayatmalarda bulunulması, cehaletin, çirkinliğin, gericiliğin erdem haline getirilmesi, ABD uşaklığının, hırsızlığın kanıksanması kabul edilmiyorsa, bunun sönümlendirilmesi girişimlerinin başarısı kadar, bunun sınıfsal bir temelde bir toplumsal projeye bağlanması da mümkündür.

Çankaya’daki bir Erdoğan, arkasında sorunlara gebe bir parti bıraktığı da hesaba katıldığında, bu arayışı tetikleyecektir.

Yeter ki, 30 Mart’ta, 10 Ağustos’ta sahnelenen normalleşme tezgahının 2015 seçimlerinde karşımıza çıkarılacak versiyonuna itiraz edenlerin sayısını hızla artıralım. Kabullenmeyenler azalmasın, çoğalsın!

Seçim için değil, Türkiye’nin geleceği için…



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
toplumcu
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 03.10.2013
İleti Sayısı: 355
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: toplumcu
Cevap Tarihi: 11.08.2014- 13:12


Katılmamanın ötesi
Aydemir Güler


soL dergisi cumhurbaşkanı seçiminin eşiğinde yayın yaşamına dönerken oyun sözcüğüne gönderme yapan bir kapakla çıktı.

Bir taktik olarak boykot, sol toyluğun eline kolayca düşmek gibi bir zaafı barındırır: Ben oynamıyorum... Kolay sanır kimileri, oy kullanmamayı. Oysa tam tersi doğrudur. Boykot bin defa düşünüp bir kere girilecek bir yoldur.

Olay Türkiye'de geçiyorsa biraz daha fazla düşünmenin yararı olabilir.

Siyasete seçim yoluyla katılma oranının yüksek olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Kabaca baktığımda en düşük katılım oranı 1969'un % 64'ü olarak göze çarpıyor. Ayrıca tartışılır, ama 1969 kitlelerin siyasete kayıtsız kalacakları bir zaman değildir. Yani Türkiye'de “normal olarak” seçmen oy kullanır! 12 Eylül sonrası sandığa gitmemenin para cezasına konu edilmesi belirli bir oran artışını teşvik etmiş görünüyor. Ama olay buna da bağlanamaz.

Neyse, beni burada şu kadarı ilgilendiriyor: Katılımın yüksekliği boykot seçeneğinin barındırdığı riski arttırır.

* * *

Bu cumhurbaşkanlığı seçimi kadar boykotun meşruluk kazandığı bir durum olmamıştır.

Henüz dört ay önce % 90'ını görmüş olan katılım oranının % 70'e doğru salınması bu seçimin en kritik verisidir.

Verilerin analizi yapılır. Belli ki HDP dışında herkes katılımın düşmesinden payını aldı. Ancak ana eğilimin nereden kaynaklandığını görmek için çok uğraşmak gerekmiyor. Türkiye ilericiliği bu seçimde seçeneksiz kalmıştır.

Seçeneksiz bırakıldı...

Ve bu bir çaresizlik falan değil, göstere göstere gelen bir sonuç, bir saldırıdır. İkinci Cumhuriyet saldırısına düzen içi muhalefetin ortak olmasıdır. “Bizim”, isterseniz komünistlerin deyin, isterseniz soL yayın çizgisinin AKP döneminde işaret ettiği temel sorunsallardan biri...

Şu nedenle:

Türkiye'nin karşı-devrimci birikimine indirgenmiş bir İkinci Cumhuriyetçilik ancak şaka olabilirdi. Ama, AKP'li karşı-devrimin bir politik-örgütsel operasyon olarak kendisini bu pislik birikiminin üstüne bina etmesi zorunluydu. Böyle bir öz kaynak, sıradışı, kural tanımaz bir negatif enerji olmadan ne kurumsal yapı ne toplumsal doku bu ölçüde tahrip edilebilirdi. Yozlaşmanın, çöküşün ille de dini ideolojiyle, nefretle, insanlık düşmanlığıyla, cehaletle süslenmesi gerekiyordu.

Ve bu negatif enerji, emperyalist projelendirmeyle, sermayenin kâr belirlenimli uzlaşmacılığıyla, liberal ihanetle, türlü işbirlikçilikle bütünleşmemesi halinde olsa olsa bir “aşırı uç” olurdu!

CHP, fi tarihinde Erdoğan'ı kurtaran yasa değişikliğine onay vermesiyle, seçilmiş milletvekillerine sahip çıkmayışıyla, son derece kararlı biçimde sağcı adayları esas alan seçim stratejileriyle, dinin siyaseti kuşatması karşısındaki sessizliğiyle, Erdoğan'ın karşısına İhsanoğlu'nu çıkarmasıyla... söz konusu bütünlüğün en önemli unsurlarından biri olmuştur.

* * *

Sandığa gitmeyen ilerici oy vermemekle kalmamış, oyunun dışına çıkma eğilimini sergilemiştir.

Bu eğilim kendiliğinden biçimde, seçmenlerin % 15'ine doğru yayıldığı için, kaynağında devrimci toyluğun izi görülmüyor. Kimse böyle bir hayali düşman aramasın...

Bu eğilim komünistlerin seçim taktiği olarak formüle edilmiş olmakla birlikte, politikanın kendisi çok sınırlı araçlarla ortaya konabilmiştir ve kitlelerin yöneliminde ağırlıklı bir etken haline gelmemiştir. Dolayısıyla Erdoğan'ın kazanmasına bakıp boykotçuları suçlamak politik olarak son derece geri olmanın ötesinde, tamamen boş iştir...

Oturup bu saçma suçlamayı düşünene kadar, katılım oranını daha aşağılara çekmenin ve diktatörü iyiden iyiye boşa düşürmenin mümkün olduğunu görmek çok zor olmasa gerek.

Türkiye ilericiliğine Kılıçdaroğlu-Sarıgül-Yavaş-İhsanoğlu hattının kabul ettirilemeyeceği iddiası, sonunda bir gerçeklik haline gelmektedir.

* * *

Sosyalizmin filizleneceği bereketli toprağı başka yerde aramaya gerek yok.

İkinci Cumhuriyetin 10 Ağustos'ta ortaya koyduğu seçeneklerin açıkta bıraktığı alan, kendi alternatifine sahip olmamasına karşın böyle bir genişliğe ulaştı. Türkiye'nin yeniden bir normalleşme dönemine girdiği, sonunda Erdoğan'a alışacağımız, alışmak zorunda olduğumuz, Haziran'ın eyleminden sonra içerdiği adalet, özgürlük, direnme duygularına da veda edeceğimiz... bütün bunlar bu oyunda kendine yer bulamayan milyonların önünde palavraya dönmüştür.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
toplumcu
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 03.10.2013
İleti Sayısı: 355
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: toplumcu
Cevap Tarihi: 11.08.2014- 13:13


Alacakaranlık
Aytek Soner Alpan


Diktatör seçildi ve artık alacakaranlıktayız.

O halde yanıtlanması gereken en acil soru şudur:

Güneş batıyor ve karanlığa mı yuvarlanıyoruz yoksa birazdan doğacak olan güneş karanlığın ebedî sanılan saltanatına son mu verecek?

Sorunun tek ve doğru bir yanıtı yok. Yok, çünkü doğanın tabi olduğu kanunlardan değil, siyasetin akışından bahsediyoruz. Yanıt arayanlar nasıl yanıtlarlarsa bu soruyu, sorunun yanıtı o olacak.

Ancak bu bir mücadelenin konusu ve şu kadarını kesin olarak söyleyebiliriz: Sorunun barındırdığı gizem uzun sürmeyecek. Alacakaranlık, öncekinin olduğu gibi süremeyeceği bir hal; bir varlık-yokluk, daha doğrusu varlık ve yokluğun iç içe geçtiği bir sorundur. Bu sorun uzun süre havada asılı kalamaz.

Bu soruya bir yanıt ararken ve bu yanıt için mücadele ederken aklımızdan çıkmayan bir "an" var. Geçtiğimiz yıl Haziran ayında kasvetli bir gökyüzünün ortasında çakan kuvvetli şimşek, bizi o an için çevreleyen karanlığı kısa süreli olarak aydınlattı. Karanlığın boyutlarını da ona karşı mücadele edenleri de yine karanlıkla çevrelenmiş ama ilk kez bu kadar net biçimde gördük.

Bu anlık aydınlık, bize karanlığın bilgisini verdi.

Bu esnada kimileri şimşeğin kendisine bakmaktan kör oldu, kimileri alışık olmadıklarından aydınlığa yummuştu gözlerini, kimileri ise anlık aydınlığa kanıp söndürdü elindeki meşaleyi. Çoğu ise bu anlık aydınlığa duyulan nostalji ile felç olmuş durumda, pek çokları ona ağıtlar yakmayı karanlıktan kurtulmanın bir yolu sanar oldular.

Sorduğumuz ilk soruya verilecek yanıt o "an"ı, o anlık aydınlanmayı mutlaka içerecek, içermek zorunda ancak şimşeğin aynı şekilde çakmayacağının, yıldırımın aynı yere düşmeyeceğinin bilgisini de.

Mücadelenin karakterini yine bu sorunun yanıtı belirleyecek. Geceden geçip mi geldik alacakaranlığa yoksa akşamın alacakaranlığında mıyız?

Akşamın alacakaranlığındayız ve gece gelmekte yanıtı devrimci mücadelede nadiren meşrudur. Bugün o nadir dönemlerden biri değil. Ancak karanlığın kitlesi olmayı reddedenler arasında sorumuza bu şekilde yanıt verenlerin sayısı hızla artmakta. Karanlığın koyulaşacağına ilişkin inanç, karanlığın yenilmezliği hissiyatı ve aydınlığın hiç gelmeyeceği ümitsizliğiyle besleniyor.

Bizim önümüzdeki mücadele aynı zamanda geceden çıkmakta olduğumuza dair olan inancın yaygınlaşması mücadelesidir.

Diktatör seçildi ancak zifiri karanlıkta değiliz. Henüz… Öncelikle bunun bilincine varmak durumundayız. Karanlıkta değil; alacakaranlıktayız.

Alacakaranlık üzerinde fazla duramayacağınız bir eşiktir. Bu eşikte duranların karanlığa yuvarlanması ise doğanın olmasa bile siyasetin kanunudur.

O halde durmamalıyız!

Bu alacakaranlığın geceye bağlanmaması için karanlığın kitlesi olmayı reddedenlerin aydınlığa ikna edilmesi gerekiyor. Yalnızca karanlığın geride kaldığına değil, karanlıktan bağımsız bir aydınlığın var olabildiğine…

Eşikte durmamak, karanlığın altında daha fazla ezilmemek için bugün karanlığa karşı değil, aydınlık için mücadele gerekiyor.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Neden şimdi? melnur 2 2965 17.06.2019- 10:27
Konu Klasör Erkan Baş: Asrın dayanışmasını örgütledik, şimdi asrın hesaplaşması geliyor! melnur 0 394 20.03.2023- 10:08
Konu Klasör KPG: 43 yıl oldu... tarihselmaddeci 0 2708 06.05.2015- 08:48
Konu Klasör Şeyh Said de HDP'li oldu abbas 0 4533 08.05.2014- 12:10
Konu Klasör Bekaroğlu CHP'ye üye oldu umut 5 4188 05.09.2014- 18:44
Etiketler   oldu,   şimdi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS