SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Sosyalist teleskop- Ender Helvacıoğlu           (gösterim sayısı: 11.872)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 21.08.2014- 18:35


Sosyalist teleskop- Ender Helvacıoğlu  


Gelebilecek eleştirileri de göze alarak olabildiğince net yazalım ki, Ezop diliyle değil dobra dobra tartışılsın.

Bugün Türkiye emekçilerinin önündeki yakıcı sorun, “kapitalizm mi sosyalizm mi” sorunu değildir. Henüz o aşamaya gelmedik.

Bugün önümüzdeki sorun, “bağımsız, demokratik, laik, aydınlık, emekten yana bir toplum” mu olacağız, yoksa “emperyalizme bağımlı İslamcı bir burjuva diktatörlüğü” mü sorunudur. Kritik mücadele bu mevzide veriliyor.

Bunu bu netlikte ifade edip bilince çıkarmayanlar, hayatın, daha doğrusu politikanın dışına düşerler. Mevziye giremezler, siyaset arenasında yer alamazlar.

Böyle bir tespit yapmak, sosyalizm hedefinden vazgeçmek, sosyalizm için mücadeleyi ertelemek anlamına gelmez. Devrim ve sosyalizm için verilecek mücadelenin aşamalı ve sürekli karakterini vurgulamaktır söz konusu olan.

Stratejik hedefe taktik inceliklerle ulaşılabilir. Stratejiye kilitlenmek, o stratejinin taktiklerini ustalıkla uygulamaktan geçer, yoksa sürekli o stratejik hedefi tekrarlamaktan değil. Aşamaları reddedenler, o günün yakıcı konusu olmayan sonul hedefi tekrarlamakla yetinirler ve sıcak mücadelenin dışında kalırlar. Aşamaları reddeden hedeften de vazgeçmiş demektir, ne kadar “radikal” laflar ederse etsin. Asgariyi es geçen, azamiye ulaşamaz.

Konuyu kuramsal olarak kavrayamayanlar, son yıllarda yaşadığımız büyük kitle hareketlerinde, emek mücadelelerinde ileri sürülen taleplere ve atılan sloganlara bakarlarsa, durumu bütün çıplaklığıyla görebilirler.

Emekçi kitleler, başta Haziran Ayaklanmasında olmak üzere, bir yıldır özgürlük, laiklik, aydınlanma, bağımsızlık, demokrasi, kardeşlik için meydanları doldurdular; henüz sosyalizm için değil. Sosyalistlerin görevi, henüz yakıcı olmayan bir hedefi kitlelere dışarıdan dayatmak değil (zaten bir faydası olmaz), yakıcı olan bu taleplere sahip çıkmak ve bu taleplere sosyalizm hedefine kilitlenerek ve emekçi ağırlığını sağlayarak ulaşılabileceğini kitlelerle birlikte yürütecekleri pratik içinde adım adım göstermektir.

Kaldı ki, tarihte sosyalist karakterdeki hiçbir devrim “Yaşasın sosyalizm” diyerek gerçekleşmemiştir. Çin devrimine, Küba devrimine dudak büken arkadaşlar, isterlerse Ekim devrimini incelesinler. Bu devrimin temel sloganları “Savaşa Hayır” ve “Açlığa Hayır” idi. İktidar hedefi ise “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganıyla tarif edildi.

Ekim devrimi, öncesinde olduğu gibi, sonrasında da aşamalı bir süreçtir. Ekim 1917’de hemen sosyalizme geçilmedi; böyle bir zorlama yapılsaydı başarısızlık kaçınılmaz olurdu. Hatta 1921-26 arası, bizzat Lenin’in “denetimli bir devlet kapitalizmi uygulaması” diye nitelediği NEP dönemidir. 1924 yılında ölen Lenin, sosyalist kuruluş aşamasını hiç göremedi. Çin devriminin aşamalı karakteri ise çok daha belirgindir; dikkatle incelenmesini öneririm.  

***

Konunun felsefi bir boyutu da var. Politikalarımızı neye göre tespit edeceğiz: Kendimizce “olması gerekene” göre mi, yoksa “olana” (olguya) göre mi? İdealizm ile materyalizm arasındaki temel ayrımdır bu. “İdeal” mi önde gelir “materyal” mi? “Materyal”i dikkate almayan “ideal”e ulaşamaz.

Ne demiş Campanella, Galileo’yu savunurken: “Velev ki kutsal kitabın söyledikleri ile doğanın gösterdikleri çelişti, hangisini temel alacağız?” Gerçeğe ve daha doğruya kutsal kitabın yorumlarıyla değil, Galileo’nun teleskopuyla ulaşıldı.

Eğer “sosyalist kilise” değil de gerçekten “sosyalist odak”sak, önümüzdeki yakıcı hedefi de sosyalizmi de ancak o teleskop ile görebiliriz.








Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 21.08.2014- 20:08


Ender Helvacıoğlu aşamalı devrimi savunuyor, HTKP ise sosyalist devrimi. Bu farklı siyasi yaklaşımlar HTKP'nin yönetiminde nasıl bir araya geliyor? HTKP KP ayrışması örgütlenme üzerineydi, Leninist partinin örgütlenme anlayışından farklı bir örgütlenmeye gideceği anlaşılıyor HTKP'nin.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
bedrettin
[ ..... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 30.08.2013
İleti Sayısı: 907
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: bedrettin
Cevap Tarihi: 21.08.2014- 23:52


Bu Ender Helvacıoğlu daha önce İşçi Partisi'nde değil miydi, yanlış mı hatırlıyorum?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 11.09.2014- 09:47


Kılıç kuşananın-Ender Helvacıoğlu

Bir devrim hareketi (düzen dışı iktidar girişimi) için nesnel koşulların olgunlaşması gerekli. Lenin’in söylemiyle “yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri, yönetilenlerin de eskisi yönetilmek istemediği” devrimci durum koşullarının oluşması... Bu koşullar henüz oluşmamışsa, istediğimiz kadar “devrim” diye bağıralım, kitlelerin gözü-kulağı bu anlamda bize kapalı olacaktır.

Peki, koşulların olgunlaşıp olgunlaşmadığını nasıl tespit edeceğiz? Bunun genel-geçer bir yasası yok. Toplumbilim çok yeni ve henüz gelişmemiş bir bilim dalı. Bir sonraki Güneş tutulmasının tarihini saniyesi saniyesine tespit edebiliriz; ama devrimci durumun ne zaman oluşacağının böyle bir hesabı-kitabı yok. Belki de o bilim dalının niteliği gereği, hiç olmayacak.

Bu noktada devrimcilerin “bilim”leri kadar “sezgi”leri de rol oynar; devrimi sezmek diye bir şey vardır.

Sezgi, kâhinlik değildir; sezginin altında bilim yatar. Ancak ciddi bir bilimsel bilgi birikiminin (tartıştığımız konuda kuramsal, ideolojik, politik, örgütsel birikimin) temelinde yükselir sezgi. Güçlü kuramsal altyapımız, gerçekçi devrim stratejimiz, doğru eylem deneyimimiz, sağlam örgütsel yapımız yoksa, ya sezemeyiz ve fırsatları kaçırırız ya da büyük olasılıkla sezgilerimiz bizi yanıltacaktır.

Fakat bilimi de fazla abartmamak gerekir. Sezgi, bilginin doğal bir uzantısı değildir; kendine özgü bir mekanizması, cıvıltısı vardır. Nice ilim-irfan sahibi, eğer cıvıltı yoksunuysa, fırsatı kaçırıverir de, o kadar bilgi birikimine sahip olmadığı halde sezgisi kuvvetli olan, bir bakmışsın aradan fırlayıp iktidarı alıvermiş. Çünkü birikim dediğimiz de statik değil dinamik bir süreç. Tarihin tekerleğinin hızlı döndüğü dönemlerde hızla oluşturulabilir. Kervan yolda düzülür diye de bir laf var.

Bütün bunlara devrimin/devrimcinin bilgi-sezgi diyalektiği diyelim. Bu iki yönün çatışmalı birliğiyle gelecektir başarı.

Doğru devrimci durum tespitini salt-bilimciler yapamaz; salt-sezgiciler de yanlış yapar. Adı üzerinde, devrimci olmak gerekir isabetli tespit yapabilmek için. Israrla devrimi aramak gerekir. “Arayan bulur” demiş ata(ana)larımız, aramayan bulamaz anlamında. Ama mevlamızı mı buluruz belamızı mı, onun bir garantisi yok. İşin heyecanı da burada zaten…

Tabii neyi arayacağımız çok önemli. İşte bu noktada bilim devreye girer; yani doğru bir sosyo-ekonomik analiz. Toplumun temel çelişmesi, ana mevzilenmesi, dostun düşmanın kim olduğu, karşı-devrimin neyi yıkmak ve neyi yapmak istediği (onlar da bir devrim yapmak istiyorlar, yani karşı-devrim), bizim de direnişi hangi mevzide örüp ileri atılımı hangi noktalarda yapacağımızın stratejisi isabetli tespit edilmelidir. Bunu yapamazsak yanlış strateji ve taktikler izler, gölge boksu yaparız. Atıl kalır ve fırsatı kaçırırız.

***

Kanımca Türkiye’de devrimci durumun koşulları hızla olgunlaşmaktadır. Sosyo-ekonomik analiz yapmak bir köşe yazısının işi değil. Ama olgulardan yürüyebiliriz. Cumhuriyet mitingleri bunun ilk sinyallerini vermişti. 2013 Haziran Ayaklanması ise bir devrimci durumun olgunlaştığını görmeyen gözlere bile gösterdi. Ama bu iki büyük kitle kalkışmasında da eksik bir yön vardı ki, bu da son bir yıl içinde hızla tamamlanma emareleri gösteriyor: İşçi sınıfı büyük musibetler sonucu da olsa -ki genellikle böyle olur- sahne almaya başlıyor. Soma katliamından ve son Mecidiyeköy faciasından sonra yaşananlar asıl aktörün ayak seslerinin işaretleridir.

İktidarı hedef alan Haziran benzeri bir işçi direnişi dalgası olasılığı vardır. Üstelik böyle bir dalga Haziran kitlesini de yanına alacaktır.

Devrimci durum tablosu tamamlanıyor. Çoğu iktisatçının işaret ettiği ekonomik kriz, bu tabloyu iyice belirgin hale getirebilir. “Sezgi”nin zamanı geliyor!

“Bağımsız, demokratik, laik bir Emekçi Cumhuriyeti”, kısa zamanda, stratejik bir slogan olmaktan çıkıp bir eylem sloganı haline dönüşebilir. Çünkü “emperyalizme bağımlı İslamcı burjuva diktatörlüğü”, karşı-devrimci odak tarafından nicedir bir eylem sloganı haline dönüştürülmüş ve uygulamaya girmiştir. İlla ki politik karşılığını bulacaktır.

Devrimci durumun nesnel koşullarla ilişkili olduğunu söylemiştik. Nesnel koşullar olgunlaşıyor. Şimdi mesele, devrimci durumu “devrim durumu”na dönüştürmenin adımlarını atabilmek. Yani, bu nesnelliği değerlendirebilecek bir öznel müdahale aracını örgütlemek ve pusuya yatmak.  

Bu bir cepheyle mi olur, yoksa kararlı bir odağın sert bir çıkışıyla mı, kesin konuşmak için erken. Cepheleri deniyoruz şimdilik. Ama denedikçe de tüketiyoruz galiba…

Cephe mi çıkışı örgütleyecek, çıkış mı cepheyi zorlayacak; bunu zaman gösterecek. Hangisi olursa olsun, -erken ötmeyelim ama- İskender kılıcını hazırlayalım. Yoksa Demokles’in kılıcı tepemizde.

Kılıç kuşananın…



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Atahan
[ Atahan ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2014
İleti Sayısı: 37
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Atahan
Cevap Tarihi: 12.09.2014- 04:36


Ender Helvacıoğlu, PDA geçmişi olan sonradan Sosyalist İktidar çevresine katılmış bir aydındır. İşçi Partisi, hâla aşamalı devrim izlemi, takip etmektedir.

Sosyalist İktidar çevresinin ayrışmasında, Ender Helvacıoğlu, HTKP saflarında yer almıştır. HTKP'nin bildiğim kadarıyla devrim çizgisi, aşamalı devrim değil, sosyalist devrimdir. Ender Helvacıoğlu'nun bu yazısı sol çevrelerde tartışma yaratmıştır.

Ender Helvacıoğlu, benim anladığım kadarıyla "Sosyalist Teleskop" yazısında, Türkiye'nin burjuvazi devriminden geriye düştüğünü vurgulamıştır. Türkiye'deki şartların doğrudan sosyalist devrime elverişli olmadığını söylemiştir. Ancak İşçi Partisi'nin söyleminden farkı, sosyalist parti iktidarı içerisinde, Lenin'in NEP izlemi gibi bir yol takip ederek sosyalizme geçiştir. İşçi Partisi'nin bugün sosyalist söylemlerine fazla rastlayamıyoruz. İşçi Partisi, Kemalizm vurgusu ile sosyalizmden aşamalı devrimi savunurken, Ender Helvacıoğlu'nun söylemi, sosyalizme giden parti iktidara geldiğinde evvela milli burjuvazi devrimi tamamlayıp sosyalizme geçişi sağlamaktır.

Ender Helvacıoğlu, HTKP'nin içerisinde, sosyalist söylemlerle aşamalı devrimi savunmuştur. Ender Helvacıoğlu'nun şahsi görüşü müdür, partinin görüşü müdür bilemiyorum. Bildiğim kadarıyla, HTKP, sosyalist devrim çizgisini takip etmektedir. Tabi, Ender Helvacıoğlu da HTKP de görüşlerini ilerleyen tarihlerde daha açıklığa kavuşturacaktır. Yanlış anlamış ta olabiliriz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 12.09.2014- 22:58


Helvacıoğlu devrim konusunu bu yazısında detaylandırmış.

Tek yol devrim!


"Devrim" sözcüğü herkesin ağzında. Küresel burjuvazi de bir "devrim" dayatıyor. İnsanlığın 500 yıllık birikimine karşı savaş açmış bir "karşı devrim". Türkiye ön cephelerden biri. Yapısal bir kriz yaşanıyorsa, ya "karşı devrim" olacaktır ya da "devrim". Eskisi gibi gidemeyecektir artık Türkiye. Ya sömürge olacaktır ya da bağımsız bir emekçi cumhuriyeti. Gün olur devran döner… Bir bakmışsınız, Türkiye, astığı ve katlettiği gençlerin sloganına muhtaç kalmış: Kahrolsun emperyalizm! Tek yol devrim!

Ender Helvacıoğlu



Liberal saflarda, 22 Temmuz seçimlerini "devrim" olarak nitelemek oldukça revaçta. Neo-liberaller "halk devrimi" diyorlar, Sol-liberaller de "burjuva demokratik devrim". Türkiye burjuvazisi, sonunda, asker-sivil bürokrasiye (yani I. Cumhuriyet'e) karşı net bir üstünlük kazanmıştır ve II. Cumhuriyet dönemi başlamıştır. Neo-liberaller zafer sarhoşluğu içindeler; Sol-liberaller ise bir olgu olarak kabul ettikleri bu sürecin "sol kanadı"nı oluşturmanın peşindeler.

Bu iddialı tezler gerek tarihsel gerekse güncel gerçeklerle ne kadar örtüşüyor, tartışalım.

BURJUVAZİNİN "DEVRİM"LERİ
"Burjuva demokratik devrim" nedir?

"Burjuva demokratik devrim", en radikal görünümünü 1789 Fransız Devrimi ile bulmuş bir tarihsel pakettir. Birincisi anti-feodaldir; burjuvazi önderliğindeki halk sınıflarının aristokrat sınıfları devirmesiyle oluşmuştur. İkincisi laiktir, Aydınlanmacıdır; kul ideolojisine (dinci gericiliğe) karşı dünyevi ve bilimsel düşünceyi tavizsiz biçimde üstün kılar. Üçüncüsü milliyetçidir ve yurtseverdir (bağımsızlıkçı); ulusun birliğini, ulus-devleti ve sınırların dokunulmazlığını savunur. Dördüncüsü liberaldir, burjuva anlamda özgürlükçüdür; sermayenin (azami kar ve rekabet) önündeki engelleri temizlerken, emekçiyi de toprağa ve beye bağımlılıktan kurtararak ona emeğini satma özgürlüğü verir. 1640 İngiliz Devrimi de, 1776 Amerikan Devrimi de, 1789 Fransız Devrimi de, 1848 Alman Devrimi de üç aşağı beş yukarı bu paketi uygulamıştır. Türkiye'de de Kemalist Devrim bu kategori içinde (gecikmiş bir burjuva demokratik devrim olarak) değerlendirilebilir ve yukarıdaki paket ülkemizde "Altı Ok" biçiminde formüle edilmiştir.

Şimdi "22 Temmuz Devrimi"ne bu açılardan bakalım: Anti-feodal değil, tarikatçıdır. Kadının kapanmasından yanadır. Halkçı değil, ümmetçidir. Laik değil, dincidir. Aydınlanmacı değil, gericidir. Bilimsel düşünceye karşıdır. Milliyetçi değil, etnikçidir. Ulusun birliğinden değil, dağılmasından yanadır. Yurtsever ve bağımsızlıkçı değil, işbirlikçidir; küresel sermayeye tam entegrasyondan yanadır. Ulus-devlete karşıdır. Liberal değil, tekelcidir (neo-liberaldir!). Kısacası "Altı Ok"tan yana değildir, tam tersine "Altı Ok"u Anayasa'dan temizleme uğraşı vermektedir.

O halde bu nasıl bir "burjuva demokratik devrim"? Tam tersine, "burjuva demokratik devrim"e karşı yapılmış bir "devrim" değil mi? Yani bir "karşı devrim"?
Fakat olay bu kadar basit değil. Günümüz Türkiye'sini ve dünyasını 18.-19. yüzyıllardan kalma terminolojiyle çözümlemek olanaksız. Sadece yaşadığımız şeyin klasik anlamda bir burjuva demokratik devrim olmadığını vurgulamak için böyle bir başlangıç yaptık.

Küresel burjuvazinin "dünya devrimi"
Aslında günümüzde dünya çapında bir "karşı devrim" yaşanıyor. "Devrim" olarak yutturulan bir karşı devrim. Küresel burjuvazi (dünya oligarşisi de diyebiliriz), insanlığın 500 yıllık birikimine karşı savaş açmış durumda. Yok edilmeye çalışılan bu birikimin içinde Bilimsel Devrim, Aydınlanma, burjuva demokratik devrimler, sanayi devrimleri, emekçi devrimleri (sosyalist devrimler), anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadeleleri ve bütün bu büyük pratiklerin insanlığa kazandırmış olduğu değerler var.

Ulusların ortadan kalkması ve bir dünya toplumunun oluşması, devletin sönümlenmesi, sınırların yok olması vb. komünizmin ütopyalarıydı. Emek-sermaye çelişkisinin emek lehine çözülmesi ile sömürüsüz, sınıfsız bir uyum toplumu oluşacağı öngörülmüştü. Bu büyük insanlık idealleri, günümüzde biraz geri planda kaldı. Bugün farklı bir durumla karşı karşıyayız. Özellikle ezilen dünyadaki uluslar, devletler, sınırlar ve hatta sınıflar çözülme tehdidi altında. Ama emek güçleri tarafından değil, tam tersine sermaye tarafından.
Çok küçük bir azınlık olmasına karşın bütün dünya kaynaklarına ve toplumları yönetme-yönlendirme araçlarına el koymuş küresel burjuvazinin de bir "ütopya"sı var. Neo-liberal (kara) ütopya, sermayenin emekten kurtulma hayalidir. Emek-sermaye çelişkisinin sermaye lehine çözülmesi hayali. Ulus, vatan, sınır, devlet, üretim, bilim, bilinç, kuram, plan, örgüt, kanun, kural, ahlak, vicdan, bütün bu "zincir"lerden kurtulmuş, ipini koparmış bir sermaye. İnsanların örgütsüz kalabalıklara dönüştürülmesi ve bir çoban (küresel sermaye) tarafından güdülmesini Antonio Negri'nin deyimiyle "İmparatorluk" ve "Çokluk". Sermayenin Tanrılaşması, emeğin kullaşması. Post-modernist (aslında pre-modernist) dünya! Yeni Ortaçağ!

Küresel burjuvazi bir "dünya devrimi" yapıyor. Emeğe, bilime ve örgüte karşı bir devrim. Özellikle ezilen dünyayı tamamen düzlemeye, kendisine direnebilecek güçleri temizlemeye çalışıyor. Tarihin gördüğü en büyük "karşı devrim" girişimi. Bu karşı devrim, bir "devrim" olarak sunuluyor.

Uluslar ortadan kaldırılacaktır. Nasıl? Ufalanarak, etnisitelere bölünerek. Yani halkların kardeşliği ve bütünleşmesi yönünde ileriye dönük olarak değil, burjuva demokratik devrimlerin kazanımlarını bile silerek, geriye dönerek. Ulusal bilinci, insanlık bilinci yönünde değil, kabile bilincine geri dönüş yönünde ortadan kaldırarak.

Ulus-devletler ortadan kaldırılacaktır. Nasıl? Küresel sermaye imparatorluğunun eyaletlerine dönüştürülerek. Kendi coğrafyalarından (vatanlarından) kaynaklanan bütün işlevlerini küresel burjuvaziye devrederek, taşeronlaşarak. Emeğin özgürleşmesi yönünde değil, sömürünün tekelleşmesi yönünde. İmparatorluk lehine devletsizleşme.

Ulusal ordular ortadan kaldırılacaktır. Nasıl? Ulusları ve halkları ile olan bağları tamamen koparılıp, profesyonelleştirilip, küresel burjuvazinin ordusunun alaylarına dönüştürülerek. Köylü ortadan kaldırılacaktır. Nasıl? Burjuva demokratik devrim anlamında toprağa ve beye bağımlılıktan kurtulup, sanayi devrimleri ile proleterleştirilerek değil; işsizleştirilerek, büyük kentlerin kenarlarındaki varoşlara tıkılmış eli ekmek tutmayan dilenci kalabalıklara dönüştürülerek.
,
Proletarya ortadan kaldırılacaktır. Nasıl? Üretimin kolektif yapısının parçalanmasıyla, mesai kavramının ortadan kaldırılmasıyla. Örgütsüzleştirilerek, bir tür "kent serfleri"ne dönüştürülerek.

Ezilen dünyadaki ulusal burjuvaziler ortadan kaldırılacaktır. Nasıl? Palazlanan kesimleri küresel burjuvazinin taşeronlarına dönüştürülürken, rekabet edemeyen kesimleri sınıf düşerek.

Kısacası, sınıflar ortadan kaldırılacaktır. Küresel burjuvazinin daha da bütünleşmesi ve tekelleşmesi, ama diğer sınıfların kolektif yapılarının çözülerek ufalanması ve "Çokluk"lara, örgütsüz kalabalıklara dönüştürülmesi yoluyla. Küresel burjuvazinin azami hedefi kendisinden başka hiçbir "yapıcı" sınıf bırakmamak, diğer sınıfları ya pasifleştirmek ve iktidarsızlaştırmak ya da yapıcı nitelikleri kalmamış "yıkıcılara" dönüştürmek ve böylece insanlığı temsil ettiği sisteme mahkum etmektir.

Bilim ortadan kaldırılacaktır. Nasıl? Ufalanarak, bütünsel ve kuramsal bakışını kaybedip din ile uzlaştırılarak. Küresel burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik araçları oluşturan teknolojiye indirgenerek.

Karl Marx, emek-sermaye çelişkisini, iktisadi anlamda, üretimin (emeğin) giderek kolektifleşmesi ile mülkiyetin giderek tekelleşmesi arasındaki çelişki olarak açıklar ve özel mülkiyetin ortadan kaldırılması (emeğin özgürleşmesi, devrim ve sosyalizm) yoluyla bu çelişkinin çözüleceğini öngörür. Küresel burjuvazi (yüksek teknolojiden de yararlanarak) çelişkiyi tersten çözmeyi hayal ediyor. Mülkiyeti tam tekelleştirip, üretimin (emeğin) kolektif yapısını dağıtarak. Bunun siyasal ifadesi, burjuva demokratik devrimlerin ve sosyalist devrimlerin 500 yıllık kazanımlarının yok edilmesi ve insanlığın farklı bir düzlemde yeni bir Karanlık Çağa girmesidir.

Günümüz burjuvazisinin yapıp yapabileceği "devrim" budur. Aristokrasiye karşı savaşan burjuvazi devrim yapıyordu. Emeğe karşı savaşan burjuvazi ise ancak bir "karşı devrim" yapabilir. Yaşanan aslında ezilen dünyanın demokratik devrimini engelleme girişimidir. Küresel burjuvazinin bu ulus, devlet, ordu, sınıf, örgüt, bilim düşmanlığına nasıl "ilericilik" ve "demokratlık" atfedilebilir?

Bilindiği gibi bu "devrim" eski Sovyetler Birliği topraklarında, Rusya'da, Doğu Avrupa'da, Yugoslavya'da, Balkanlar'da, Kafkasya'da, Orta Asya'da son 20 yılda uygulamaya kondu, nispeten başarılı da oldu. "Çokluk"lar, "İmparatorluk" adına "devrim" yaptılar. Çokluk'ların beceremediği durumlarda ise "İmparatorluk" bizzat devreye girmektedir, Afganistan'da ve Irak'ta olduğu (ve belki yakında İran'da olacağı) gibi.

Karşı devrimin Türkiye cephesi
İşte Türkiye'de 22 Temmuz'da yaşadığımız "devrim" böyle bir devrimin (yani karşı devrimin) parçasıdır. Türkiye'nin düzlenmesi, demokratik birikiminin tarumar edilmesi ve sistemin küresel sermayeye entegre edilmesi operasyonudur.
Bu operasyonun Türkiye'ye özgü bir de ambalajı var: Ilımlı İslam. İslamcılık bu süreçte son derece kritik bir rol oynuyor. Kolektif üretimleri sınırlandırılıp veya dağıtılıp örgütsüz kalabalıklara dönüştürülen insanlara "yapıştırıcı" bir ideoloji sunuluyor: İslam. Ve bir "örgüt" sunuluyor: Tarikat. Demokratik toplum ümmete dönüştürülüyor; emekçi ise dilenciye. Neo-liberal ideoloji insanları kurtlaştırırken, İslamcılık da kullaştırıyor. Böylece birbirine karşı "kurt", sisteme karşı "kul" olan bir kitle oluşturuluyor. Kurtlaştırarak kullaştıran, kullaştırarak kurtlaştıran bir sistem. İktidardaki Neo-liberal   Ilımlı İslam ittifakı bu amaçla gerçekleştirilmiştir. İslam, demokratik birikime karşı son derece radikaldir; ılımlılığı küresel sermayeye (emperyalizme) karşı.

NASIL BİR STRATEJİ?
Bu karşı devrimi püskürtmek için nasıl bir strateji izlemek gerekir? Önce başarısız stratejileri ele alalım.

1. hüsran: "Küresel burjuvaziyi ikna" stratejisi
Bir strateji denendi: I. Cumhuriyetin bugünkü temsilcilerinin "küresel burjuvaziyi ikna" stratejisi. Bu strateji İslamcılığı tek başına hedef tahtasına oturtarak, yerli ve yabancı küresel burjuvazinin İslamcılarla değil kendileriyle ittifak yapmasını hedefledi. Muhalefeti, soyut ve yukardan bir laiklik mücadelesiyle sınırladı.

Ciddi bir güçle uygulamaya sokulan bu strateji, 22 Temmuz'da da görüldüğü gibi hüsranla sonuçlandı. Neden?

Birincisi, Türkiye'yi düzlemeye çalışan esas odak olan küresel burjuvazinin "halkçı ve demokrat görünümlü" bir ambalaja ihtiyacı var. I. Cumhuriyetin günümüz temsilcilerinin bu niteliklerini kaybedeli yıllar oldu. 50 yıldır halka karşı çok büyük suçlar işlediler ve son derece elit ve yukardan bir görüntüleri var. Bu nedenle yaptıkları girişimler bile geri tepiyor. Dolayısıyla "güzellik yarışması"nı (ambalaj olma yarışmasını) kaybettiler; küresel jüri "İslamcı güzeli" seçti. Hatta I. Cumhuriyetçiler bu yarışta "yedek" bile değiller; diyebiliriz ki, günümüz konjonktüründe Kürt milliyetçilerinin ve Sol-liberallerin onlara göre daha fazla şansı var.

İkincisi, I. Cumhuriyet, küresel burjuvazinin ve yerli işbirlikçilerinin bizzat hedef tahtasındadır. Yukarıda da özetledik; ulusal bütünlük, ulus-devlet, ulusal ordu gibi oluşumlar, emperyalizmin ezilen dünyaya yönelik karşı devrim harekâtının "düzlenmesi gereken engelleri" arasındadır. Dolayısıyla bu strateji düşmanıyla ittifak yapmayı hedefliyor ve baştan teslim bayrağını çekiyor.
Bu "kırmızı şapkalı kız" stratejisinin hiçbir başarı şansı yoktur.

2. hüsran: "I. Cumhuriyetçileri ikna" stratejisi

İkinci bir strateji de bazı "solcular" tarafından denendi: "I. Cumhuriyetçileri devrimci (veya gerçek Atatürkçü) olmaya ikna" stratejisi. Bu strateji de son 15 yıldır defalarca hüsranla sonuçlandı. Neden?

Birincisi, bu strateji halkı ikna edemedi; halkta bir hayal bile yaratamadı, sadece kendisi hayal içinde gezindi. "Halk-devlet el ele", "Halk-ordu el ele", "ulus-devlet ve ulusal ordu direnir" sloganlarını öne çıkardı; ama Türkiye'de -yönetimleri itibarıyla- böyle bir devlet ve ordunun kalıp kalmadığını hiçbir zaman gerçekçi biçimde analiz etmedi. Yukarıda da söylediğimiz gibi, ikna etmeye çalıştığı kesimler başkalarını ikna etmeye çalışıyorlardı.
İkincisi, pratiğini özgücünü artırmaya ve emekçi halkı örgütlemeye değil de sürekli devlet ve ordunun üst kademelerini etkilemeye yönlendirdiği için, herhangi bir etkileme olanağını da elde edemedi. Çünkü ancak gücü olan ittifak yapabilir ve politik olanakları değerlendirebilir. Gücün yoksa seninle ne diye ittifak yapsınlar ki?

Üçüncüsü, bu bir "nostalji stratejisi"ydi. Vurguyu sürekli, artık koşulları hiç kalmamış devrimciliklere yaptı ve dolayısıyla yeni olası devrimcilikleri ıskaladı. Emekçi halka ve Türkiye'nin aydınlık yüzüne geleceğe uzanabilen bir proje sunamadı.
Bu "hayalci strateji"nin de hiçbir başarı şansı yoktur.

I. Cumhuriyetin tükeniş öyküsü
Bu iki stratejinin de iflası aslında çıplak bir gerçeği gözler önüne seriyor: Türkiye'de I. Cumhuriyet bitmiştir. Zaten yaşanan yapısal krizin nedeni de bu. Bunu net olarak tespit etmeden bir gelecek iddiasında bulunamayız, havanda su dövmekten öte bir şey yapamayız. Beş ay önceki cumhuriyet mitinglerine katılan geniş kitlelerin değil ama onları yönlendirenlerin esas zaafları da buydu.

Kemalist Cumhuriyet, özellikle gençlik döneminde Türkiye'ye (hatta dünyaya) büyük katkılar yaptı, esin kaynakları oluşturdu ve miras bıraktı. Ama 1940'lardan sonra devrimci barutunu tüketti, dinamizmini yitirdi, halktan koptu, hatta giderek halk düşmanı bir karaktere büründü ve özellikle son 30 yıldır içi boşalmış bir kabuğa dönüştü. Bu kabuğun içini, son on yıllarda, 12 Martçılık, 12 Eylülcülük, Türk-İslam sentezleri, ırkçı milliyetçilikler, kontrgerillalar, gladyolar doldurdu.

Kemalist Cumhuriyet'in 85 yıllık öyküsü, Türkiye'nin "ulusal burjuvazisi"nin de öyküsüdür. Türkiye büyük burjuvazisinin ne kadar ulusallığı kalmışsa, işte ancak o kadar Atatürkçülüğü, devrimciliği, yurtseverliği, laikliği, Aydınlanmacılığı kalmıştır. Türkiye'nin büyük burjuvazisi bugün küresel burjuvazinin bir parçasıdır; yani karşı devrimin öznesi içinde yer almaktadır.
Kısacası, Türkiye'nin artık korunacak bir cumhuriyeti yok; ama oluşturulabilecek bir cumhuriyeti var. Sorun şu: Kim oluşturacak? Emperyalistler ve işbirlikçileri mi, yoksa emekçi halk mı? Nasıl bir cumhuriyet oluşacak? Küresel sermayeye entegre olmuş liberal-İslamcı bir TC mi, yoksa bir emekçi cumhuriyeti mi? Esas meydan savaşı bu noktada verilecek.

Doğru yerden doğru yere yapılacak vuruşlar
Küresel saldırıyı püskürtebilecek devrimci bir stratejinin ana hatları neler olmalıdır?
Neo-liberal   Ilımlı İslam ittifakına dayalı bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bu ittifak oldukça güçlü bir ideolojik hegemonya kurmuş bulunuyor. Fakat zayıf noktaları da var. Yumuşak karnı en güçlü gibi gözüktüğü yerde, yani bir ittifak olmasında. Bu ittifak doğru yerden doğru yere yapılacak vuruşlarla parçalanabilir.

"Doğru yerden" ibaresinin altını çiziyoruz; çünkü donmuş I. Cumhuriyetçi saflardan, yani asker-sivil elit kesimden gönderilen vuruşlar, bu ittifakı parçalamak bir yana birleştirdi. Karşı taraf bu atışlara "demokrasi" ve "mağduriyet" temalarıyla yanıt verdi ve başarılı oldu. Oysa devrimci ve emekçi bir odağın yapacağı atışlar, bu temalar kullanılamayacağı için etkili ve ikna edici olabilir.

"Doğru yere", yani ittifakın tam da göbeğine. "Ezilenden yana olmak", "mağduriyet", "fakirlik", "ahlak", "namus" gibi temaları kullanarak toplumun ezilen kesimlerini etkileyen İslamcı güçler, toplumun en sömürücü, en zengin, en yoz ve emekçilere en uzak kesimleriyle ittifak yapmış durumda. Halkçı ve devrimci bir odağın bu noktaya yapacağı vuruşlar etkili olabilir.

Kısacası, ittifakı parçalama hedefiyle yapılacak bir ideolojik mücadele ve politik teşhir temel stratejilerden biri olmalı.

İki alanı yeniden kazanmak
Devrimci bir odak, iki alanda yoğun bir ideolojik mücadele vererek başarılı olmalı. Birincisi, Sol saflardaki neo-liberal etki kırılmalı ve liberalizmi solculuk sanarak onun yörüngesine girmiş aydın ve genç insanlar geri kazanılmalı. Özellikle Sol saflarda, liberalizme, anarşizme, postmodernizme, vatansızlığa, köksüzlüğe, bilim ve Aydınlanma düşmanlığına, emekçiden kopukluğa karşı ideolojik mücadele verilmeli. Bu mücadelede milliyetçiliğe taviz verilerek başarılı olunamaz. Çünkü liberalizm ve milliyetçilik birbirlerini gerekçe göstererek güç kazanıyorlar. Demokratik birikime ve Aydınlanma mirasına sahip çıkan, özellikle anti-emperyalizm ve halkçılık vurgusu yapan bir sosyalizm anlayışının ideolojik hegemonyası Sol saflarda yeniden tesis edilmelidir.

İkincisi, toplumun ezilen ve emekçi kesimleri üzerindeki İslamcı etki kırılmalı. Bilimsel düşüncenin ve demokratik kültürün emekçi kitleler içinde yeniden hakim kılınmasının yolları aranmalı. Bu noktada verilecek bir ideolojik-kültürel mücadele "dışardan" ve "yukardan" yapılamaz. Halkı küçümseyen elitist tutumların başarı şansı olamaz. Dinsel düşünceye hiçbir taviz verilemez, ama bu soyut bir din düşmanlığı yapmak anlamına da gelmez. Mücadele "içerden" ve "yanından" yapılmalı. Devrimci aydınlar, emekçi halkla yeniden nikah tazelemenin yollarını bulmak ve kanallarını yaratmak zorundalar.

Kısacası, halkçı, devrimci, anti-emperyalizmi bayrak edinen, insanlığın demokratik birikimine sahip çıkan, emekçi Aydınlanması vurgusuna özel önem veren bir sosyalist odağın, Solu ve emekçileri yeniden kazanma hedefiyle yoğun bir ideolojik-kültürel mücadele vermesi gerekiyor.

Verimli kesimlere yönelmek
İlk başta kısa sürede verim alınabilecek kesimlere yönelmek gerekiyor ki, daha ileri hedeflere uzanmak için bir manivela elde edilebilsin. Sosyo-ekonomik konumları dolayısıyla küresel saldırıdan en az yara almış kesimlere yönelinmeli. Bunlar ayağı Türkiye toprağına basan, eli ekmek tutan, kolektif üretimden kopmamış, nispeten örgütlü olan, henüz "Çokluk"a dahil olmamış emekçi kesimleridir. Sistemin tüm bireycileştirme ve örgütsüzleştirme uygulamalarına karşın, yine de oldukça geniş bir kesimden söz ediyoruz: Sanayi proletaryası, kırdaki yoksul köylüler ve tarım işçileri, daha küçük işletmelerde (atölyelerde ve hizmet sektöründe) çalışan emekçiler, hizmet sektöründe ve kamu kurumlarında çalışan ve giderek emekçileşen geleneksel meslek sahipleri (memurlar, öğretmenler, mühendisler, doktorlar, teknik elemanlar, genç akademisyenler vb.)… Bunlar aynı zamanda Türkiye'nin aydınlık yüzüdür de. Bir adım sonra küçük esnaf, üniversite öğrencileri ve ev kadınları gelecektir.
Bu kesimlerin bir eli küçük burjuvazinin üst tabakalarına bir eli de varoşların işsiz kitlelerine uzanır. Halkın birbirine uzak olan kesimleri arasında bir köprü rolü de oynayabilirler. Burada elde edilebilecek bir güç, giderek oralara girmenin de yolunu açacaktır.

Gelecek ve devrim vurgusu
Küresel burjuvazi, "gelecek" ve "devrim" kavramlarını hegemonyası altına aldı. Bu hegemonyayı kırmak, bu kavramlara sahip çıkmak ve küresel burjuvazinin tarihin gördüğü en gerici ve karşı devrimci sınıf olduğunu göstermek zorundayız. "Korumacı-savunmacı" veya "inadına direnişçi" bir müzmin muhalif stratejiyle bunu beceremeyiz. Kendine güvenen, ayağını sağlam basarak geleceğe uzanan ve devrimci atılımın yolunu arayan bir strateji geliştirmeliyiz. Türkiye'de geleceğe uzanmayan, sürekli geçmişe vurgu yapan korumacı bir stratejinin ezilen emekçi kitleleri kazanmasına olanak yok. Çünkü ezilenler on yıllardır eziliyorlar ve bu konumdan kurtulmak istiyorlar. "Korumacılık", onlar için, bu "ezilmişlik statükosu"nun devamı anlamına geliyor ve tepki duyuyorlar. "Değişim" istiyorlar. Küresel burjuvazi, onları bu noktadan yakaladı; çünkü değiştiriyor, daha da beter bir konuma sokuyor ama değiştiriyor. Küresel burjuvazinin "geriye dönüş" anlamındaki değişimine karşı, "geleceğe uzanış" anlamında bir devrimci değişim stratejisi geliştirilmelidir.

Yapısal bir kriz yaşanıyorsa, ya "karşı devrim" olacaktır ya da "devrim". Ya karşı devrimin istikrarı (yapısı) oluşacaktır ya da devrimin. Karşı devrim yapanlar, tek bir yol bırakıyorlar: Devrim. Eskisi gibi gidemeyecektir artık Türkiye. Ya sömürge olacaktır ya da bağımsız bir emekçi cumhuriyeti.

"Tek yol devrim" eski bir slogan. Ama bugün ete kemiğe büründü, somutlaştı, acilleşti. Sadece bir avuç gencin değil, Türkiye'yi kurtarmak isteyen herkesin sloganıdır artık.
Gün olur devran döner. Bir bakmışsınız, Türkiye, astığı ve katlettiği gençlerin sloganına muhtaç kalmış: Kahrolsun emperyalizm! Tek yol devrim!

Son söz
Bütün bu yazdıklarımız, eğer devrimci bir parti yoksa, laftan öteye geçmez. Devrimci bir stratejiyi, ancak devrimci bir parti uygulayabilir. Gerisi boş!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 31.10.2014- 14:45


Alıntı Çizelgesi: Atahan yazmış

Ender Helvacıoğlu, PDA geçmişi olan sonradan Sosyalist İktidar çevresine katılmış bir aydındır. İşçi Partisi, hâla aşamalı devrim izlemi, takip etmektedir.

Sosyalist İktidar çevresinin ayrışmasında, Ender Helvacıoğlu, HTKP saflarında yer almıştır. HTKP'nin bildiğim kadarıyla devrim çizgisi, aşamalı devrim değil, sosyalist devrimdir. Ender Helvacıoğlu'nun bu yazısı sol çevrelerde tartışma yaratmıştır.

Ender Helvacıoğlu, benim anladığım kadarıyla "Sosyalist Teleskop" yazısında, Türkiye'nin burjuvazi devriminden geriye düştüğünü vurgulamıştır. Türkiye'deki şartların doğrudan sosyalist devrime elverişli olmadığını söylemiştir. Ancak İşçi Partisi'nin söyleminden farkı, sosyalist parti iktidarı içerisinde, Lenin'in NEP izlemi gibi bir yol takip ederek sosyalizme geçiştir. İşçi Partisi'nin bugün sosyalist söylemlerine fazla rastlayamıyoruz. İşçi Partisi, Kemalizm vurgusu ile sosyalizmden aşamalı devrimi savunurken, Ender Helvacıoğlu'nun söylemi, sosyalizme giden parti iktidara geldiğinde evvela milli burjuvazi devrimi tamamlayıp sosyalizme geçişi sağlamaktır.

Ender Helvacıoğlu, HTKP'nin içerisinde, sosyalist söylemlerle aşamalı devrimi savunmuştur. Ender Helvacıoğlu'nun şahsi görüşü müdür, partinin görüşü müdür bilemiyorum. Bildiğim kadarıyla, HTKP, sosyalist devrim çizgisini takip etmektedir. Tabi, Ender Helvacıoğlu da HTKP de görüşlerini ilerleyen tarihlerde daha açıklığa kavuşturacaktır. Yanlış anlamış ta olabiliriz.



Helvacıoğlu benim bildiğim Sosyalist Parti İşçi partisi geleneği içindeydi, SİP-TKP değil. Yanlış biliyor olabilirim. Siz PDA'dan İP'e uzanırken aradaki partiyi SİP yazmışsınız.

Üstteki yazısında Ender Helvacıoğlu'nun aşamalı devrim tezi burjuva devriminin burjuvazi öncülüğünde tamamlanması olarak yorumlanamaz. Helvacıoğlu halkın bilinç düzeyi nedeniyle halka sosyalist devrim dayatmasında bulunulmaması gerektiğini söylüyor. Bana göre ikisi farklı şeyler.




Bu ileti en son dayanışma tarafından 31.10.2014- 14:46 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 31.10.2014- 18:31


Alıntı Çizelgesi: dayanışma yazmış

Alıntı Çizelgesi: Atahan yazmış

Ender Helvacıoğlu, PDA geçmişi olan sonradan Sosyalist İktidar çevresine katılmış bir aydındır. İşçi Partisi, hâla aşamalı devrim izlemi, takip etmektedir.

Sosyalist İktidar çevresinin ayrışmasında, Ender Helvacıoğlu, HTKP saflarında yer almıştır. HTKP'nin bildiğim kadarıyla devrim çizgisi, aşamalı devrim değil, sosyalist devrimdir. Ender Helvacıoğlu'nun bu yazısı sol çevrelerde tartışma yaratmıştır.

Ender Helvacıoğlu, benim anladığım kadarıyla "Sosyalist Teleskop" yazısında, Türkiye'nin burjuvazi devriminden geriye düştüğünü vurgulamıştır. Türkiye'deki şartların doğrudan sosyalist devrime elverişli olmadığını söylemiştir. Ancak İşçi Partisi'nin söyleminden farkı, sosyalist parti iktidarı içerisinde, Lenin'in NEP izlemi gibi bir yol takip ederek sosyalizme geçiştir. İşçi Partisi'nin bugün sosyalist söylemlerine fazla rastlayamıyoruz. İşçi Partisi, Kemalizm vurgusu ile sosyalizmden aşamalı devrimi savunurken, Ender Helvacıoğlu'nun söylemi, sosyalizme giden parti iktidara geldiğinde evvela milli burjuvazi devrimi tamamlayıp sosyalizme geçişi sağlamaktır.

Ender Helvacıoğlu, HTKP'nin içerisinde, sosyalist söylemlerle aşamalı devrimi savunmuştur. Ender Helvacıoğlu'nun şahsi görüşü müdür, partinin görüşü müdür bilemiyorum. Bildiğim kadarıyla, HTKP, sosyalist devrim çizgisini takip etmektedir. Tabi, Ender Helvacıoğlu da HTKP de görüşlerini ilerleyen tarihlerde daha açıklığa kavuşturacaktır. Yanlış anlamış ta olabiliriz.



Helvacıoğlu benim bildiğim Sosyalist Parti İşçi partisi geleneği içindeydi, SİP-TKP değil. Yanlış biliyor olabilirim. Siz PDA'dan İP'e uzanırken aradaki partiyi SİP yazmışsınız.

Üstteki yazısında Ender Helvacıoğlu'nun aşamalı devrim tezi burjuva devriminin burjuvazi öncülüğünde tamamlanması olarak yorumlanamaz. Helvacıoğlu halkın bilinç düzeyi nedeniyle halka sosyalist devrim dayatmasında bulunulmaması gerektiğini söylüyor. Bana göre ikisi farklı şeyler.




Ben de Helvacıoğlu'nun PDA geleneğinden geldiğini biliyorum. Atahan Sosyalist Parti yazacağına yanlışlıkla sosyalist iktidar partisi yazmış.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 31.10.2014- 18:51


Omurgamız neyse, oyuz...-Ender Helvacıoğlu  

80’li yılların ortalarında yeniden bir yasal sosyalist parti kurmaya girişildiğinde tüzüğe, çoğu   kişiye garip gelen bir madde eklenmişti: "Her düzeydeki yönetici organların salt çoğunluğu işçilerden oluşacak." Hem de öyle, bir zamanlar işçilik yapmış olanlardan değil, bizzat üretimde bulunan sahici işçilerden oluşacak. Parti kurucuları ve merkez kurullar için de aynı kural geçerliydi.

Bu tüzük maddesini -hele kuruluş aşamasında- aşırı bulanlar olmuştu. Taşrada il ve ilçe örgütlerini kurmaya giden arkadaşlardan çok şikâyet gelirdi: “30 kişiyi örgütledik, bu madde yüzünden il başvurusunu yapamıyoruz.” Geri adım atılmamıştı: “Gidin 4 tane işçi örgütleyin, 7 kişilik il yönetimini oluşturun.”

Bu madde keskin ve acılı bir deneyimden kaynaklanıyordu. 12 Eylül karanlığını yırtmaya çalışıp yeniden örgütlenme çalışmalarına başlandığında ilk olarak eski bildik aydın, öğrenci arkadaşlara gidilmişti. Bir bölümü okullarını bitirip meslek sahibi olmuş, bir bölümü de o dönemin yeni palazlanan reklamcılık, videoculuk, barcılık, pansiyonculuk gibi sektörlere küçük girişimciler olarak dalmışlardı.

“Okulu bitirmeme az kaldı”, “Yüksek lisans için yurtdışına gideceğim”, “Doktoramı vereceğim”, “Yeni evlendim, eşim karşı çıkar”, “Zor iş buldum, şimdi atılmayayım”, “Şirketi yeni kurduk, hele şu işi bir toparlayayım”, “Ben çok çektim, biraz geri durayım”, falan filan...

Pek çok anlı şanlı eski MK üyesi, yazar-çizer takımı, mangalda kül bırakmayan eski gençlik liderleri kurucu olmaktan, örgüt kurmaktan bin bir bahaneyle yan çizmişlerdi.

Darbe öncesinin hırgüründe kenarda kalmış, 12 Eylül sonrası örgütünü yitirdiğinde fabrikasında ekmek mücadelesine devam etmiş işçi arkadaşlara gittiğimizde ise, “nerde kaldınız” diye sitem ettikten sonra, daha ağzımızı açmadan neden geldiğimizi anlamış ve kurucu olmak için nüfus kâğıtlarını vermişlerdi.

İşte daha sonra İşçi Partisi adını alacak olan Sosyalist Parti, devrimci onurunu yitirmemiş bir avuç sosyalist aydın ile bu işçi arkadaşların omuzlarında yükselmiştir. Ve o madde de bu büyük ders sonucu tüzüğe konulmuştur. Eminim, diğer sosyalist kuruluşlar da benzer deneyimlerden geçmişlerdir.

Bu yeniden kuruluşa önderlik eden işçi arkadaşlar, sonraları 89 Bahar eylemlerinin ve büyük Zonguldak-Ankara madenci yürüyüşünün liderleri olmuşlardır. Sosyalizmin onurunu 12 Eylül karanlığı içinden çekip kurtaranlar en başta onlardır.

Hoş, sonraları bu tüzük maddesi törpülene törpülene yok oldu gitti. Önce “memurlar da işçidir” diye sulandırıldı, sonra “hayatının bir döneminde işçilik yapmış herkesi işçi sayalım” dendi, sonra “parti profesyonelleri de işçi statüsündedir” diye iş çığırından çıkarıldı (hepimiz birdenbire işçi oluverdik!), en sonunda da tüzükten buharlaştı.

Bu süreçte hepimizin (bizim gibi sosyalist aydınların) büyük suçu vardır. Hep “olmuş” sanıyoruz kendimizi! Kendi öznel dünyalarımızda o kadar “önemli” işlerle uğraşıyoruz, olgulardan kopup öyle sanallıklar kuruyoruz ki, özlediğimiz o hedefleri gerçekleştirebilmek için vazgeçilmez olan temel kriterleri göz ardı edebiliyoruz. Oysa yere serildiğimizde bizi kaldıracak olan da, hayaller peşinde koştuğumuzda frene basacak olan da o işçi omurgasıdır.

Marx boşuna dememiş, “benim tek buluşum bu işi proletaryanın yapacağıdır, gerisi boş laftır” diye. Lenin de, hasta yatağından parti kongresine yazdığı mektupta, Stalin-Troçki çekişmesinin parti için tehlikeli olacağını sezip son bir çare olarak 50 kadar “alt tabakadan” işçinin merkez komitesine alınmasını önermişti (Lenin, Son Yazılar Son Mektuplar / 23 Aralık 1922 - 2 Mart 1923, Ekim Yayınları, Ekim 1977).

İddia ediyorum: O işçi omurgası korunsaydı, hiçbir güç, sosyalist bir partinin programındaki sosyalizm maddesini sulandırıp milliyetçiliği sokuşturamazdı. Daha taze bir örnek: Eğer ciddi bir proleter omurgaya sahip olsaydı, hiçbir güç, hiçbir aydın kibri TKP’yi kabak gibi ikiye bölemezdi.

***

Bu deneyimi neden mi aktardım?

Büyük tehlikelerden ve fırsatlardan, cephelerden, odaklardan söz ettiğimiz şu günlerde en temel meseleyi göz ardı etmeyelim diye...

Eğer bir işçi sınıfı omurgasına sahip değilsek, hiçbir tehlikeyi göğüsleyemez ve hiçbir fırsatı değerlendiremeyiz; polisle çelik çomak oynamaktan veya bol sosyalizm soslu açıklamalar yapmaktan öteye geçemeyiz. İki kere iki dörttür bu. Defalarca kanıtlanmış bir toplumsal yasadır.

Omurgamız neyse, oyuz. Bugün sosyalist örgütlerin hemen hemen hepsinin tabanı klasik tanımlamayla “kentli küçük burjuvazi” diye nitelenebilecek kesimlerden oluşuyor. Bir bölümünde üniversite öğrencileri, küçük işletme sahipleri, küçük burjuvazinin biraz daha hallice kesimi diyebileceğimiz meslek sahibi insanlar, beyaz yakalılar, aydınlar ağırlıkta. Bir bölümünde ise işsizler, yarı-işsizler, hatta “lümpen proletarya” diye nitelenenler daha yoğun (Üstelik bu kesimlerin de oldukça küçük bir yüzdesinde etkiliyiz). Bu durum örgütlenme tarzımıza, eylem biçimlerimize, politikalarımıza, hatta ideolojimize bile yansıyor; belirliyor.

Bu tablodan belki protesto, direniş çıkar, müzmin muhalefet çıkar, bolca “şerefli yenilgi” çıkar; ama devrim ve iktidar çıkmaz. Sosyalist devrim ise hiç çıkmaz.

Her türlü itin uğursuzun at oynattığı, gericiliğin, tarikatçılığın, etnikçiliğin, milliyetçiliğin kol gezdiği işçi yataklarına girmenin ve örgütlenmenin, buralarda kıran kırana mücadele etmenin yollarını bulamadığımız sürece, daha işin en başındayız demektir.

Sosyalizmin güncelliğine en fazla vurgu yapan arkadaşların, işçi sınıfı içinde örgütlenmeye herkesten fazla önem vermesi beklenir. Ama nedense durum tam tersidir. Bu yaman çelişki de bir başka yazının konusu olsun.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör ‘Dışarıdan bilinç’ meselesi - Ender Helvacıoğlu melnur 0 2 26.01.2022- 11:21
Konu Klasör Bir sosyalist strateji ihtiyacı - Ender Helvacıoğlu melnur 3 2969 30.01.2023- 02:08
Konu Klasör TKP Kadıköy, Maçoğlu ve TİP üzerine... melnur 13 427 22.03.2024- 08:59
Konu Klasör Kemalizm ve Devrimci Doğan Avcıoğlu melnur 2 3913 01.01.2020- 15:17
Konu Klasör Maçoğlu'nun TKP'den Kadıköy adayı olacağı açıklandı melnur 11 381 29.02.2024- 01:37
Etiketler   Sosyalist,   teleskop-,   Ender,   Helvacıoğlu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS